10. YUNUS SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 51. suredir.  Adını, Yunus Nebi’nin ilginç kıssasının anlatıldığı doksan sekizinci ayetten almıştır. Sure 109 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam, Ra.1 Bunlar (Elif, Lam, Ra), Hakîm olan (lehte ve aleyhte hikmet ile hüküm veren) Kitabın (Kur’an’ın) ayetleridir (kanıtlarıdır).

1 “Elif, Lam, Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan beş (10:1, 11:1, 12:1, 14:1 ve 15:1) surede; 5091 tane “Elif”, 3295 tane “Lam” ve 1095 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 9481’dir ve bu sayı 19’un tam 499 katıdır. Huruf-u Mukattâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

2. Kendilerinden olan bir adama “İnsanları uyar ve Rablerinin katında iman eden kimselere şüphesiz bir sıdk1 makamı olduğunu müjdele!” diye vahyetmemiz insanlara garip2 mi geldi? Kâfirler, “Şüphesiz ki bu apaçık bir sihirbazdır!” dediler.3

1 Sıdk; doğru sözlü olmak; doğru, dürüst ve güvenilir olmak; vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. Bir benzeri de 54:55’te geçen mak’ad-i sıdkın tamlaması da “büyük itibar gören yüksek bir makam”, “doğruluk, sadakat makamı”, gibi anlamlar içermektedir.

            2 “عَجِيب” (‘acîb) sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9, 63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.

            3 Benzer mesajlar: 38:4; 50:2.

3. Şüphesiz ki Rabbiniz Allah’tır. O ki gökleri (7 evreni) ve arḍı1 altı günde yarattı. Ardından arşa istiva etti (hakim oldu, yerleşti).2 Bütün işleri düzene koyar. O’nun izni olmadan şefaat edebilecek kimse yoktur.3 Rabbiniz olan Allah işte budur! O halde O’na kulluk (hizmet) edin. Hâlâ zikretmiyor (hatırda tutmuyor, öğüt almıyor) musunuz?

1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

2 Bu cümle, aynı sözcüklerle 7:54 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Bu ayette geçen “gün”, “arş” ve “istiva” ile ilgili açıklamalar söz konusu ayette yer alır.

3 Kişinin, kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak aracılar edinmesi şirktir. 4:48 ve 116’da belirtildiği gibi, Allah tarafından affedilmeyecek tek günahı olan şirki işlediğini bilmeli ve kişi, şirkten tevbe ederek uzak durmalıdır.  Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  

4. Hepinizin dönüşü O’nadır; (bu) Allah’ın hak (doğru, gerçek) olan vaadidir. Şüphesiz ki mahlukatı ilk yaratan, sonra iman eden (inanıp güvenen) ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere, adaletle cezalandırmak (karşılık vermek) üzere bunu tekrarlayan O’dur. Küfreden kimseler (hakkın üstünü bilerek örtenlere) ise, küfrettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan bir içecek ve elem verici bir azap vardır1.

            1 Bu cümle, aynı sözcüklerle 10:4’te de yer alır.

5. Güneş’i bir ziya (ışık, ışın), Ay’ı da bir nur yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için de (ikisine) menziller belirleyen O’dur.1 Allah, bunları hak (amaç) dışında yaratmamıştır. O, bilen bir topluluk için ayetlerini ayrıntılı olarak açıklamaktadır.

1 Benzer mesajlar: 6:96; 17:12; 36:39; 55:5.

6. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah’ın göklerde (7 evrende) ve yerde yarattığı şeylerde, şüphesiz ki muttaki (Allah'a karşı gelmekten sakınan) bir topluluk için ayetler (ibretler) vardır.

7. Şüphesiz ki Bizimle buluşacaklarını ummayan kimseler, dünya hayatından razı olup onunla hoşnut olanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar;

8. İşte onların, yaptıklarına karşılık olarak varacakları yer ateştir.

9. İman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere, imanlarından dolayı şüphesiz ki Rableri hidayet (kılavuzluk) eder. Naim (saadet, nimet) Cennetlerinde altlarından nehirler akar.

Naîm Cennetleri, üst Cennette ayrılmış özel bir yerdir. Buranın özellikleri ve kimlere nasip olduğu ile ilgili olarak; 5:65, 9:20-22, 22:56, 26:85, 37:40-49, 56:10-26, 82:13 ve 83:22-28 ayetlerini okuyunuz.

10. Onların oradaki duaları “Sûbhânekellahumme” (Allah’ım, her türlü noksandan münezzeh olansın)1. Onlara verilen karşılık2 ise “selamdır” (esenliktir). Onların dualarının sonu da, “Hamd (övgü ve şükür), âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”

1 “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin, Arapça’da sebh (سَبْح) kökünden türediği, bu kökün de suda yüzmek veya havada süzülmek gibi hızlı, sürekli ve düzenli bir hareketi ifade ettiği belirtilir. “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin de bağlama göre mecazen Allah'ı yüceltmek ve O’nu her türlü eksiklikten tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına geldiği belirtilir.

Tesbih kavramının İbranice dilindeki karşılığı “שַׁבָּח” (sebeh) kelimesidir. Bu kelime, övme, yüceltme ve Allah’ı anma anlamlarını taşır. Ayrıca, “לְשַׁבֵּחַ” (Lesâbbâh) kelimesi de benzer şekilde övmek, yüceltmek ve Allah’ı anmak anlamına gelir. İbranice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının semantik alanının övgü ve yüceltme ekseninde şekillendiğini göstermektedir.

Süryanice dilinde tesbih kavramı, “ܫܒܚ” (sâbâh) kelimesiyle ifade edilir. Bu kelime de övmek, yüceltmek ve Tanrı'yı ululamak anlamlarını taşır. Ayrıca, ܫܒܘܚܐ (sâbuḥo) kelimesi de övgü, tesbih ve Tanrı'yı yüceltme anlamına gelir. Süryanice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının Allah’a yönelik övgü ve yüceltme eylemlerini içerdiğini ortaya koymaktadır.

Bu nedenle, çeviri sürecinde “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin, Sami dillerde ortak olarak taşıdığı övme, yüceltme ve Allah'ı anma anlamı esas alınacaktır.

Kur'an'da, alemlerdeki (evrenlerdeki) tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar vb.) Allah’ı tesbih ettiği (yücelttiği) belirtilir (13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6).

Yüce Allah, Muhammed Nebi’ye hitaben biz müminlerin de kendisini nasıl yücelteceğini bildirir:

“فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ”

“Öyleyse, Azîm (muazzam) olan Rabbinin adını tesbih et! (yücelt!)” (56:74, 96; 69:52)

“سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ”

“En yüksekte olan Rabbinin adını tesbih et (yücelt)” (87:1)

“فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ”

“O halde Rabbinin hamdi ile tesbih et…” (15:98)

“وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ”

“Rabbini de böylece tekbir et (büyüt)!”  (74:3)

Bundan dolayı da salatta; kıyamda Rabbimizin hamdi olan Fatiha Suresi ile, rükûda “Sübhâne Rabbiyel-Azîm” (Azîm (muazzam) olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, secdede ise  “Sübhâne Rabbiyel-A‘lâ” (En yüksekte olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, eylemler arasında da “Allah-u Ekber” ifadesi ile Yüce Allah’ı yüceltiriz.

Dolayısıyla da “tesbih etmeyi” sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

            2 “تَحِيَّةٌ” (tehiyye), “hayatta olmak, canlılık, selamlama” anlamlarına gelen “ح-ي-ي” (h-y-y) kökünden türemiştir ve “Selam, selamlama, karşılık verme.” Anlamlarına gelmektedir. “Tâhiyye” kelimsei Kur’an’da 6 kez geçer: 4:86 (3 kez); 10:10; 14:23; 24:61; 25:75; 33:44; 58:8 (2 kez).

11. Ve eğer insanların hayrı çabucak istedikleri gibi Allah da şerri onlara çabucak verseydi, ecelleri (ölüm zamanı) bitirilmiş olurdu. Böylece bizimle buluşmayı ummayan kimseleri azgınlıkları içinde kör bir halde bırakırız.

Benzer mesajlar: 2:15, 6:110; 7:186; 15:72; 23:75; 27:4.

12. İnsana bir sıkıntı1 dokunduğu zaman ise yan yatarken de otururken de ayaktayken de Bize dua eder. Ona dokunan sıkıntıyı giderdiğimiz zaman ise, kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü Bize dua etmemiş gibi davranır.2 Müsriflere3 (haddi aşanlara) yapıyor oldukları şey işte böylece süslü gösterilir.

1 Bu ifade, temel anlamı “Zarar vermek, sıkıntıya sokmak, darlık içinde bırakmak” olan “ض - ر – ر” (ḍ, r, r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 71 kez geçer: 2:102 (2 kez), 126, 173, 177, 214, 231, 233, 282; 3:111, 120, 134, 144, 176, 177; 4:12, 95, 113; 5:3, 42, 76, 105; 6:42, 71, 119, 145; 7:94, 95, 188; 9:39, 107; 10:12 (3 kez), 18, 21, 49, 106, 107; 11:10, 57; 12:88; 13:16; 16:53, 54, 115; 17:56, 67; 20:89; 21:66, 83, 84; 22:12, 13; 23:75; 25:3, 55; 26:78; 27;62; 30:33; 31:24; 34:42; 36:23; 39:8, 38, 49; 41:50; 47:32; 48:11; 58:10; 65:6; 72:21.  

                 2 Benzer mesaj: 16:54; 17:67; 29:65; 30:33; 31:32; 39:8,49; 42:48.

3 “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.

13. Andolsun ki resulleri beyyinelerle (apaçık delillerle) onlara geldikleri halde, iman etmeyip zulmettiklerinden dolayı sizden önce nice nesilleri helak ettik. Mücrim (azılı suçlu) topluluğu işte böyle cezalandırırız (yaptıklarının karşılığını veririz).

14. Sonra, nasıl davranacağınızı görmek için de onların ardından sizi yeryüzünde halife (temsilci, sorumlu) kıldık.

15. Ayetlerimiz beyyinelerle (kanıtlarla, açıkça) onlara tilavet edildiği (okunup aktarıldığı) zaman bizimle buluşmayı ummayanlar, “Ya bunun dışında bir Kur’an1 getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu, kendi nefsime (isteğime) göre değiştirmem olacak şey değildir. Ben, bana vahyedilene uyarım.2 Rabbime isyan edersem, Azîm3 (dehşetli) bir günün azabından korkarım.4

1 “Kur’an” kelimesi, Kur’an’da 58 kez geçer. Ancak bu ayetteki ifade, “başka bir Kur’an’ı” işaret ettiğinden dolayı sayımda ayrı tutulmalıdır. O zaman, Allah’ın göndermiş olduğu kitap için kullanılan “Bu Kur’an” ifadesinin, Kur’an’da 57 (19x3) defa geçtiğini görürüz.

                  2 Vahye uymayla ilgili ayetler: 2:63,93,256; 3:103; 4:175; 6:50,106; 7:3,144,171; 10:15,109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9

            3 “عَظ۪يمٍ” (‘Azîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

4 Ayetin son cümlesi, aynı sözcüklerle 6:15 ve 39:13’te tekrarlanmaktadır.

16.  De ki: “Şayet Allah isteseydi onu size tilavet etmezdim (okuyup aktarmazdım). Onu da size bildirmezdi. Oysa önceden aranızda bir ömür geçirdim. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?”

17. O halde yalan uydurarak Allah’a iftira edenden ya da O’nun ayetleriyle1 yalanlayandan daha zalim kim olabilir?2 Şüphesiz ki O, mücrimleri  felaha  (kurtuluşa, saadete) erdirmez.

1 “Ayetleriyle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerini” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

                2 Bu ayet aynı sözcüklerle 6:21’de de tekrarlanmaktadır.  Bu mesaj benzer ifadelerle şu ayetlerde tekrarlanmaktadır: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 7:37; 10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32.

            Günümüzde de cemaatler, tarikatlar, mezhepler ve din üzerinden siyasi, ticari, itibari rant elde edenler; dini geçim kaynağı haline dönüştürenler, sünnet ve hadis adı altında uydurdukları yalanları Allah’a dayandırmaya çalışıyorlar.

18. Onlar, kendilerine zarar vermeyen, fayda da sağlamayan Allah’ın dışındaki1 şeylere de kulluk (hizmet) ediyorlar ve diyorlar ki: “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.”2 De ki: “Göklerde (7 evrende) ve yerde bilmediği bir şeyleri mi Allah’a, bildiriyorsunuz! O, Sûbhân’dır (her türlü noksandan münezzeh olandır). Ortak koştuklarından da daha yücedir!”

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, “Allah’tan başka” veya “Allah’ın dışında” anlamlarına gelir.

            2 Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

19. İnsanlar da bir tek topluluktan başkası değildi.1 Ardından anlaşmazlığa düştüler. Ve eğer Rabbin tarafından önceden2 geçmiş bir kelime (söz, karar) olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında kesinlikle karar verilirdi.3

1 Benzer mesajlar: 2:213; 21:92; 23:52.

2 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

3 Benzeri 11:110, 20:129, 41:45 ve 42:21’de de geçen bu ifade gereği, “Yüce Allah’tan bir kelimenin geçmiş olması” azabın mahşere ertelenmesi ve inkârcılara zaman tanınmasıyla ilgili ezeli hüküm vermesi anlamına gelmektedir.

20. Ve diyorlar ki: “Ona, Rabbinden bir ayet (mucize) inmesi gerekmez miydi?” O halde de ki: “Şüphesiz ki gayb, Allah’ındır. O halde bekleyin, şüphesiz ki ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.”

Geriye dönüp baktığımızda, artık görüyoruz ki gerçekten “En büyük mucizelerden biri” (74:30-35) olan Kur’an’ın mucizesinin Nebimiz Muhammed’den 14 asır sonra ortaya çıkması ilahi olarak önceden belirlenmiştir. Kur’an’a uymak yerine, hadis ve sünnete uyan gelenekçi Müslimlerin şu anki durumu göz önüne alındığında, eğer bu mucize Muhammed’e verilmiş olsaydı, Allah’ın yanında Muhammed’i putlaştıranlar ona Allah’ın cisimleşmiş hali diye taparlardı. Ayrıca, bu mucize açıkça bilgisayar çağı için ve matematiksel olarak gelişmiş nesiller tarafından takdir edilmek üzere tasarlanmıştır.

21. Kendilerine dokunan bir darlıktan sonra o insanlara bir rahmet (genişlik, ferahlık) tattırdığımızda, ayetlerimiz (kanıtlar) hakkında hemen plan1 yaparlar.2 De ki: “Allah, plan yapmada daha hızlıdır.” Şüphesiz ki elçilerimiz, yapmakta olduğunuz planları yazmaktadır.2

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

2 Yüce Allah inkârcı insanın başına herhangi bir sıkıntı geldikten sonra kendisine rahmet ve merhametini ulaştırdığında hemen eski nankörlüğüne geri döndüğünü ve ayetlere karşı düşmanca tavırlarına devam ettiğini bildirmektedir.

            3 Benzer mesajlar: 3:181; 4:81; 17:13; 18:49; 19:79; 21:94; 36:12; 43:80; 45:29; 50:18; 54:53; 82:10-12; 86:4.

22. Sizi, karada ve denizde yürüten O’dur. İçinde bulunduğunuz gemiler tatlı bir rüzgarla seyrederler. Bununla neşelendikleri sırada savuran1 bir fırtına gelip çatar ve her yönden dalgalar geldiğinde ve kendilerini kuşatılmış sandıklarında,2 dini Allah’a has (özgü, muhlis) kılarak “Bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız.” diye Allah’a yalvarırlar.

1 “عَاصِفٍۜ” (‘âsifîn) sözcüğü, “savuran, dağıtan” anlamlarına gelir. Kur’an’da 6 yerde Aynı kökten türemiş sözcük geçmektedir: 10:22; 14:18; 21:81; 55:12; 77:2; 105:5.

2 “ظنن” (zann), zannetmek, ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.

23. Onları kurtardığımız zaman ise işte onlar, hakka (gerçeğe) aykırı olarak yeryüzünde azgınlaşırlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız kendinize karşıdır. Dünya hayatı (geçici) bir geçimliktir.1 Sonra dönüşünüz Bizedir. O zaman da yapıyor olduklarınızı size bildiririz.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

24. Şüphesiz ki dünya hayatının misali, gökten indirdiğimiz suya benzer. Böylece onunla insanların ve hayvanların1 yediği yerin bitkileri birbirine karışır. Derken yeryüzü süslendiği ve güzelleştiği, sahiplerinin de bunlara kadir olduklarını sandıkları bir anda, gece veya gündüz vakti oraya emrimiz gelir.2 Böylece, sanki dün (o ekinler) yokmuş gibi onu biçilmiş bir hale getiririz.3 Düşünen bir toplum için ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.4

1 “نِعْمَ” kelimesi de, “güzel” veya “iyi” anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 Elbette Allah, hükmünün gündüz mü, yoksa gece mi geleceğini bilir. Fakat Dünya’nın sonu geldiğinde, Dünya’nın yarısı gündüz ve yarısı da gece olacaktır. Kur’an’ın bir başka “bilimsel mucizesi.

3 Dünya hayatının geçici olduğuna dair benzer mesajlar: 18:45; 39:21; 57:20.

4 Kur’an ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

25. Allah, selam diyarına (esenlik yurduna) davet eder!1 İstediğini de sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) erdirir.2

1 Benzer mesajlar: 3:193; 12:108; 13:36; 14:1; 16:125; 22:67; 28:87; 33:46; 41:33; 72:20.

2 Bu terkip, Allah, doğru yola iletilmeyi gerektiren şeyleri yapanı doğru yola iletir demektir. Ayetteki ‘Şae’ sözcüğü, “istediğini” gelmektedir. Benzer mesajlar: 2:142, 272; 6:88; 10:25; 13:27; 14:4; 16:93; 22:16; 24:35, 46; 28:56; 35:8; 39:23; 42:13; 74:31.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

26. Ahsen1 (en güzel, en iyi) şeyler yapanlara daha fazla güzellik1 vardır. Onların yüzlerini karamsarlık2 da zillet3 de sarmaz4. Cennet halkı işte onlardır. Onlar orada kalıcıdırlar.

1 Arapça’da ḥusn; güzel, iyi olmak demektir. Aynı sözcükten türeyen sözcükler: ḥasan (güzel, iyi), ḥuseyn (küçük güzel), aḥsen (çok güzel çok iyi), hüsna (daha güzel, pek çok güzel, en iyi), taḥsīn (güzelleme), muḥsīn (ihsan edilmiş).

2 “قَتَرَ” (katârâ) sözcüğü, “karanlık, duman, sıkıntı, karamsarlık, kasvet” gibi anlamlar gelmektedir. Bu sözcük, Kur’an’da 5 kez geçer: 2:236; 10:26; 17:100; 25:67; 80:41.

            3 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

4 “تَرْهَقُ” (terhâkû) sözcüğü, “رَهَقَ” (rehekâ) kökünden türetilmiştir ve “zorlamak”, “baskı yapar”, “zorla yapar”, “bürür”, “sarar” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 10:26, 27; 18:73, 80; 68:43; 70:44; 72:6, 13; 74:17; 80:41.

27. Seyyiat1 kazanan kimselerin cezası (karşılığı) da o kötülüklerin1 mislidir. Ve onları bir zillet sarar. Onlar için Allah’tan (gelen) hiçbir koruyucu yoktur.2 Yüzleri, karanlık geceden bir parçayla kaplanmış3 gibidir. İşte bunlar ateş ashabıdır. Onlar, orada kalıcıdırlar.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 Bu cümle Kur’an’da 2 kez geçer: 10:27; 40:33.

3 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “görmeyi, algılamayı engelleyen örtü/perde” “bir şeyin üstünü tamamen saran, kuşatan örtü/perde” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

28. O gün, onları hep birlikte mahşerde toplarız. Sonra şirk koşan kimselere “Siz ve şirk koştuklarınız yerlerinize!” diyerek onları birbirinden ayıracağız! Şirk koşulanlar da derler ki: “Siz, bize kulluk (hizmet) ediyor değildiniz!

Nebileri ve erdemli kişileri Allah’a ortak koşanlar ile onların şefaatini umanlar aslında onlara kulluk etmiyorlar. Zira onlar böyle bir şeyi onaylamadıkları gibi haberleri bile olmaz. Müşrikler, sapkının (şeytanın) arzusunu yerine getirdikleri için sonuç olarak sapkına kulluk etmiş olurlar. Benzer mesajlar: 14:22; 16:86; 19:82; 25:18-19; 28:63; 29:25; 30:13; 34:41; 35:14; 46:6.

29. Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz, sizin kulluğunuzdan habersizdik.”

30. İşte orada, her nefis yaptıklarının1 hesabını verir ve hak (doğru, gerçek) olan mevlâları2 Allah’a döndürülür. Uyduruyor oldukları şeyler ise kendilerinden uzaklaşıp kaybolur.

1 “سلف” (selefe), “(önceden) gönderilen, yapılan” anlamına gelir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 8 kelime geçer: 2:275; 4:22, 23; 5:95; 8:38; 10:30; 43:56; 69:24.

2 Mevla ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

31. De ki: “Sizleri gökten ve yerden rızıklandıran kimdir? Size, duyum (algı) ve basiret (sezgi) yetisi veren kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri düzene koyan kimdir?” O zaman “Allah” diyecekler. De ki: “Öyleyse takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?”

32. Hak (doğru, gerçek) olan Rabbiniz Allah işte budur. Hakkın dışında sapkınlıktan başka ne var ki? Nasıl da döndürülüyorsunuz!

33. Fasıklar hakkındaki Rabbinin kelimesi (sözü, hükmü) böylece gerçekleşmiş oldu. Onlar iman etmezler.

ı Fasık; Vahyin belirlediği sınırların dışına çıkan, sapkın.

34. De ki: “Ortaklarınızdan (putlarınızdan) yoktan var edebilecek1, sonra onu (eski haline) yeniden döndürebilecek2 var mı?” De ki: “Allah, yoktan var eder, sonra onu yeniden döndürür. Nasıl da saptırılıyorsunuz3?”

1 “بَدَأَ” (bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.

2 “يُعِيدُ” (yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.

3 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

35. De ki: “Ortaklarınızdan hakka (gerçeğe) ulaştıracak kimse var mı?” De ki: “Allah, hakka ulaştırır. Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine hidayet edilmedikçe hidayeti (kılavuzu) bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”

36. Onların çoğu zandan1 başka bir şeye tabi olmaz. Zan (varsayımda bulunmak) ise, hakkın (gerçeğin) yerini tutmaz. Şüphesiz ki Allah, onların yapmakta olduklarını bilendir.

1 “Zan” ile ilgili açıklama 49:12 ayetinde yer alır.

37. Bu Kur’an, Allah’tan başkası1 tarafından iftira edilmiş (uydurulmuş) değildir. Fakat ellerinin arasındakini (Tevrat’ı ve İncil’i) tasdik eden (doğrulayan) ve Kitabı (vahyin tümünü) açıklayandır. Onda bir reyb (kuşku, belirsizlik) de yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, “Allah’tan başka” veya “Allah’ın dışında” anlamlarına gelir.

38. Yoksa “Onu uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru iseniz, o zaman Allah’ın dışında1 gücünüzün yettiklerini çağırın ve ona benzer bir sureyle gelin!”2

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, “Allah’tan başka” veya “Allah’ın dışında” anlamlarına gelir.

2 Bu ayet tehaddî denen “meydan okuma” ayetlerinden biridir. Kur’an’ın bütünüyle ilgili bir meydan okuma olmamış, sadece bazı bölümleriyle meydan okunmuştur. Meydan okuma ayetleri, sırasına göre; yaklaşık 60-70 surelik meydan okuma 17:88, 52:34’te; on surelik meydan okuma 11:13’te; tek surelik meydan okuma ise 10:38 ve 2:23-24’tedir.

Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur.  Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukattâ denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.

39. Hayır! Onlar, ilmini tam olarak bilmedikleri1 ve tevili (asıl anlamı) kendilerine gelmeyen şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanladı. O halde bir bak! Zalimlerin akıbeti nasıl olmuş?

1 “اَحَطْتُ” (ahatu) fiili “kapsamak, kuşatmak, tamamen bilmek” anlamlarına gelir.

40. İçlerinden, onunla (Kur’an ile) iman eden de var ve onunla iman etmeyecek olan da var. Rabbin, fesatçıları (bozguncuları) daha iyi bilir.

41. Onlar seni yalanlarlarsa de ki: “Benim amelim (yaptıklarım) bana, sizin ameliniz de sizedir. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”

42. Onlardan seni dinleyenler de vardır. Akıllarını kullanmayacak sağırlara sen mi işittireceksin?

43. Onlardan sana bakan da vardır. Basiretli olmayan körlere sen mi hidayet (kılavuzluk) edeceksin?

Görmek ile basiret arasındaki farkı anlamak açısından önemli bir ayettir. Ayetten anlaşılacağı üzere görme duyusu olmayan insanlar bile basiretli olabilirler. Basiret; gerçeğin ortaya çıkmasını, yani hak ile batılın, hidayet ile dalaletin, hayır ile şerrin, doğru ile yanlışın açıklığa kavuşmasını sağlayan şey; bilgi, kesinlik, delil, kanıt, kalp gözüdür.

44. Şüphesiz ki Allah, insanlara zulmetmez! Fakat insanlar kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmederler.1

1 Benzer mesajlar: 2:57; 3:117; 4:40; 7:160, 177; 9:70; 11:101; 16:33, 118; 18:49; 29:40; 30:9; 40:31; 41:46; 43:76.

45. Onları mahşerde toplayacağımız gün, dünyada sanki günün bir saati kadar kalmış gibi birbirlerini tanırlar. Allah ile buluşmayı yalanlayanlar ve hidayet (kılavuzluk) edilmeyenler hüsrana uğramışlardır.

46. Onlara vadettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de, ondan önce (göstermeden önce) seni vefat ettirsek de onların dönüşü Bizedir. Allah, onların yapıyor olduklarına şahittir.

47. Her topluluğun (toplumun, ulusun) bir resulü (elçisi) vardır. Resulleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmedilir. Ve onlar haksızlığa uğramaz.1

            1 17:15’te geçtiği üzere, birilerine vahiy hiç ulaşmamış ya da doğru bir şekilde ulaşmamışsa, o kişilere vahiyle ilgili azap edilmeyeceği ifade edilmektedir.

48. Ve “Eğer sadıklardan (doğru, güvenilir olanlardan) iseniz, bu vaat ne zaman?”1 diyorlar.

1 Bu ayet, 10:48, 21:38, 27:71, 34:29, 36:48 ve 67:25 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

49. De ki: “Allah’ın istemesi dışında, kendime ne bir zararım ne de bir faydam vardır. Her toplumun bir eceli (ölüm zamanı) vardır. O ecelleri gelince, onu bir an bile geciktiremezler! Önüne de geçemezler!

50. De ki: “Görmüyor musunuz? O’nun azabı size gece veya gündüz gelecek olsa (haliniz ne olacak?). Mücrimler (azılı suçlular) ne diye bunu çabucak istiyorlar?

51. Gerçekleştikten sonra onunla mı iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Gerçekten de onu istemekte acele ediyordunuz.

52. Sonra kendilerine zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın. Kazandığınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz? denilir.

53. Sana da “O, hak (doğru, gerçek) mıdır?diye soruyorlar.1 De ki: “Rabbime andolsun ki o haktır! Siz de engelleyemeyeceksiniz.”

1 Benzer mesajlar: 7:34; 15:5; 16:61; 23:43.

54. Zalim her kişi, yeryüzünde ne varsa onu fidye (kurtuluş bedeli) olarak verirdi. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlerler/açığa vururlar1. Aralarında adaletle hükmedilecek ve onlara haksızlık edilmeyecek.

1 “eserrû” fiili çift anlamlı kelimelerdendir; hem “gizlemek” hem de “açıklamak” anlamına gelir. Benzer mesaj: 34/33.

55. İyi bilin ki, göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. İyi bilin ki, Allah’ın vaadi haktır (gerçektir)! Fakat onların çoğu bilmez.

56. O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.

57. Ey insanlar! Andolsun ki size Rabbinizden bir vaaz (öğüt, uyarı), sinelerdekilere bir şifa, müminler için de bir hidayet (kılavuz) ve rahmet geldi.

58. De ki: “Allah’ın fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmetiyle (geldi). O halde işte bununla sevinsinler. Bu, onların topladıklarından daha hayırlıdır.”

59. De ki: “Allah’ın size rızık olarak indirdiklerinin bir kısmını helâl ve haram kıldığınızı görmüyor musunuz?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?1

1 Din adamları sınıfı, Yüce Allah’ın haram etmediği birçok şeyi haram ederek, inançlarını adeta mayın tarlasına dönüştürdüler. Dinleri; güç yetirilemez, taşınamaz, katlanılamaz ve içinden çıkılamaz bir hal aldı. İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gönderilen Kur’an adına, sünnet adına uydurulan yalanlarla insanlar karanlıklara gömüldüler. Bunun sonucunda kişilikleri bozulmuş bir toplum ortaya çıktı. Benzer mesajlar: 5:87; 6:143-146; 16:116-117; 66:1; 69:44-47.

60. Allah hakkında yalan uyduranlar, kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah, insanlara karşı fazl (lütuf, cömertlik) sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmez.

61. Herhangi bir işte1 iken de Kur’an’dan onun hakkında bir şey tilavet ettiğinizde (okuyup aktardığınızda) de yapılacak olanlardan bir şey ile uğraşırken de Biz orada size tanık oluruz. Göklerde (7 evrende) de yerde de zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden gizli kalmaz. Ondan (o zerreden) daha küçüğü de daha büyüğü de yoktur ki, hepsi Kitab-ı Mubin’de (apaçık bir kitapta) olmasın.2

            1 “شَأْنٌ” (şe’en) sözcüğü “durum, mesele, iş, konu” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 10:61; 24:62; 55:29; 80:37.

2 Benzer mesaj: 34:3

62. İyi bilin ki, evliyaallah (Allah’ın dost edindiği, rehberlik ettiği, koruyup gözettiği)1 için korku yoktur. Onlar hüzünlenmeyecekler2de.

1 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 “حُزْنٌ” (ḥuzn) kelimesi hüzün, keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun süreli ve duygusal bir ruh halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve geçici bir sıkıntı veya kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her üzüntü bir hüzün değildir. Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; 3:139, 153, 170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92; 10:62, 65; 12:13, 84, 86; 15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8, 13; 29:33; 31:23; 33:51; 35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10.

63. Onlar, iman ettiler ve takvalı  olanlardan oldular.

64. Onlara, dünya hayatında da ahirette de müjdeler vardır. Allah’ın kelimelerinde (ayetlerinde) değişme yoktur. Azîm (muazzam) kurtuluş işte budur.

65. Onların sözleri seni hüzünlendirmesin. Şüphesiz ki izzet (şeref, itibar, yücelik) tümüyle Allah’ındır. O, semi’ul-alîm’dir (Her şeyi Bilendir, İşitendir).

66. İyi bilin ki, göklerde (7 evrende) ve yerde kim varsa şüphesiz ki Allah’ındır. Allah’ın yanı sıra başkasına dua edenler ise neye tabi oluyorlar? Onlar (o müşrikler), sadece zanna uyarlar! Onlar, ancak asılsız şeyler uydururlar1.

1 “يَخْرُصُونَ” “asılsız şeyler uydururlar, yalan söylerler, kafadan atarlar, asılsız iddialarda bulunurlar” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 6:116, 148; 10:66; 43:20; 51:10.

67. O’dur! O, onda sükûnet bulasınız diye sizin için geceyi yarattı. Gündüzü de görmeyi sağlayan (kıldı). Şüphesiz ki iman eden bir toplum için bunda ayetler (ibretler, işaretler) vardır.1

                1 Benzer mesajlar: 10:67; 27:86; 28:71-73.

68. “Allah evlat edindi.” dediler. O Sûbhân’dır (her türlü noksandan münezzeh olandır). O, Gani’dir (Zengindir; her şeyin Sahibidir). Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa O’nundur. Sizin bu konuda hiçbir sultanınız (güçlü bir deliliniz) yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?

69. De ki: “Allah hakkında yalan uyduranlar şüphesiz ki felaha (kurtuluşa, saadete) eremezler.”

70. Metaları1 (geçimlikleri) dünyadadır! Ardından dönüşleri Bizedir. Sonra küfrettiklerinden (hakkı örttüklerinden) dolayı onlara şiddetli azabı tattırırız.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

Ayetin sonundaki bimâ kânû yekfurûne (inkârlarından dolayı) ifadesi dikkat çekicidir. Yüce Allah hiç kimseyi haksız yere azaba uğratmayacağı için azaba çarptırılma nedenleri “Yüce Allah’ı, vahyi, elçileri, ahireti, sorgulanmayı vs. inkâr etmeleri” olarak belirtilmiştir.

71. Onlara, Nuh’un haberini tilavet et (oku ve uy). Kavmine demişti ki: “Ey kavmim, konumum ve Allah’ın ayetleri ile zikretmem (gerçeği hatırlatmam) eğer size ağır1 geldiyse, o halde Allah’a tevekkül ettim (O’na güvendim, O’na dayandım). O zaman siz ve ortaklarınız toplananın ve aranızda nihai bir karara varın. Sonra da vakit kaybetmeden bana bildirin.

1 “كَبُرَ” (keburâ), “Büyük geldi” ya da “ağır geldi” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 6:35; 10:71; 18:5; 40:35; 42:13; 61:3.

72. Buna rağmen eğer sırt dönerseniz1; bunun için sizden bir ecir2 (karşılık) istemiş değilim. Ecrim2 sadece Allah’tandır.3 Ve müslimlerden (teslim olanlardan) olmam bana emredildi.

1 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya “sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97 kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177, 205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49, 92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.   

2 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

3 Yüce Allah’ın elçileri olan Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve Muhammed’in, aynı söylemlerle toplumlarını uyardıkları görülmektedir. Benzer mesajlar: 6:90; 10:72; 11:29, 51; 25:57; 26:109, 127, 145, 164, 180; 34:47; 36:21; 38:86; 42:23; 52:40; 68:46.

73. Bunun üzerine onu yalanladılar. Böylece onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık ve onları arḍın1 halifeleri (sorumluları) yaptık. Ayetlerimiz ile2 yalanlayanları da suya batırdık2. O zaman bir bak! Uyarılanların akıbeti nasıl olmuş?

1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

2 “Ayetlerimizle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen Nuh kavminin, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

2 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

74. Sonra onun ardından resulleri toplumlarına gönderdik. Böylece beyyinelerle (açık kanıtlarla) geldiler. Artık onlar, daha önce onunla yalanladıklarına iman edecek değillerdi. Haddi aşanların kalplerini işte böyle damgalarız1.  

1 Tab etmek (damgalamak, işaretlemek) ifadesi Kur’an’da 11 defa (4:155; 7:100, 101; 9:87, 93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir. 2:7, 6:46, 42:24, 45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin hatem edildiğinden “mühürlendiğinden” söz edilmektedir.

75. Derken onların ardından, Musa ve Harun’u ayetlerimiz ile firavuna ve melelerine (ileri gelenlere) gönderdik. Ancak onlar büyüklük tasladılar ve mücrim (azılı suçlu, kafir) bir topluluk oldular.

76. Böylece katımızdan onlara hak (gerçek, hakikat) geldiği zaman da “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler.

77. Musa dedi ki: “Size gelen hak için ‘bu sihirdir’ mi diyorsunuz? Sihirbazlar iflah olmazlar (kurtuluşa, saadete ermezler).”

78. Dediler ki: “Bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndürmeye ve yeryüzünün büyüklüğünü (gücünü) ikiniz elinize geçirmek için mi geldiniz? Biz ise size iman edecek (inanıp güvenecek) değiliz.”

79. Firavun da dedi ki: “Bütün bilgili sihirbazları bana getirin.”

80. Sihirbazlar geldiği zaman da Musa dedi ki: “Atacağınız ne varsa atın.”

81. Onlar attığı zaman da Musa dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Şüphesiz ki Allah, onu boşa çıkaracaktır. Şüphesiz ki Allah, bozguncuların işlerini düzeltmez.”

82. Mücrimler (azılı suçlular) hoşlanmasalar da Allah, kelimeleriyle (ayetleriyle, kanıtlarıyla) hakkı (gerçeği) ortaya çıkaracaktır.

83. Böylece firavun ile onun melelerinin (ileri gelenlerinin), kendilerini fitnelemelerinden1 (sınamalarından) korktuklarından dolayı Musa’ya, kendi halkından birkaçı dışında kimse iman etmedi. Şüphesiz ki firavun yeryüzünde yücelik taslamıştı2. Şüphesiz ki o müsrif3 kimselerdendi.

1 “فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir. Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul anlamına gelir. Dolayısıyla Allah’ın uyguladığı testler; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, mümin ile kafiri ayırt etmek için ayırt etmek için kullandığı sınama araçlarıdır. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193, 217; 3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48, 49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131; 21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162; 38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17; 74:31; 85:10.

2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

3 “مُسْرِف۪ينَ” (musrifîn) sözcüğü, “israf edenler, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.

84. Musa da dedi ki: “Ey halkım, eğer Allah ile iman etmişseniz ve O’na teslim olmuşsanız, o halde O’na tevekkül edin (güvenin ve dayanın).”

Bu ayet, imanın bir iddia değil; bilinç ve kararlılık olduğunun delilidir. Dahası iman bir güven kurumudur. Bir insan Yüce Allah’a ne kadar güveniyorsa O’na o kadar inanıyor demektir.

“Tevekkül” ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

85. Bunun üzerine dediler ki: “Biz, Allah’a tevekkül ettik (O’na güvendik, O’na dayandık). Rabbimiz! Bizi zalim halk için bir fitne kılma (bizi zalimlerin zulmüyle sınama).

Fitne ile ilgili açıklama 83’üncü ayette yer almaktadır.

86. Kâfirler topluluğundan da rahmetinle bizi kurtar!”

87. Ve Musa’ya ve kardeşine “Kavminiz için şehirde evler hazırlayın, evlerinizi kıble (toplanma yerleri, mescit) yapın ve salatı doğru ve istikrarlı yapın!1 Müminleri de müjdeleyin!” diye bildirdik.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre “dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

Bu ayet, salatın Yahudiler için de farz olduğunu göstermektedir.

88. Musa dedi ki: “Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, firavun ile onun melelerine (ileri gelenlere) dünya hayatında ziynetler ve mallar verdin. Rabbimiz! Onları Sen’in yolundan alıkoymaları için mi? Rabbimiz! O halde onların mallarını yok et1, kalplerini de katılaştır! Acıklı azabı görmedikçe iman etmezler.”

1 “ٱطْمِسْ” (âtmis) kelimesi, “طَمَسَ” (tâmese) kökünden türemiş ve “sil”, “yok et”, “ört” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 4:47; 10:88; 36:66; 54:37; 77:8.

Zulüm görenler bedduada bulunabilir; “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; zulme uğrayanınki hariç!  (4:148)

            Musa Nebi, bu duayı Mısır’daki ikametinin son döneminde yapmış. Firavun ve ileri gelenlerine peş peşe mucizeler göstererek onları Hak yola çağırdığı halde onlar Hakka düşmanlıklarında inat edince Musa Nebi, Rabbinden onların mallarını yerin dibine geçirmesini ve kalplerini sıkıca bağlamasını diledi ve Allah’ın emriyle dua gerçekleşti.  Allah’ı Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı helak ettik. (29:39) Ayrıca Karun’un başına gelenler 28:76-81 ayetlerinde anlatılmaktadır.

89. Dedi ki: “Andolsun ki İkinizin duasına da karşılık verildi1. O halde siz istikamette kalın, bilmeyenlerin yoluna da uymayın!”

1 “icabet” “ج-ب-ب” (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Aynı kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

90. Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Bunun üzerine firavun ve ona uyanlar, azgınca ve düşmanca onların peşlerine düştüler. Nihayet suya gömüldüğünde dedi ki: Şüphesiz ki İsrailoğullarının onunla iman ettiği kimseye (Allah’a) iman ettim; O’ndan başka ilah yoktur. Ben de Müslimlerdenim (teslim olanlardanım).”

Tevrat’ta firavunun iman ettiği ile ilgili husus anlatılmaz.

91. “Şimdi mi?1 Oysa önceden isyan etmiştin ve müfsit (fesatçı) olanlardan idin.

1 Benzer mesajlar: 4:18; 6:158; 32:29; 34:52; 40:85; 44:13; 47:18.

92. O halde, senin ardından gelen kimselere bir ayet (ibret) olman için bugün senin bedenini kurtaracağız.” Şüphesiz ki insanların çoğu ayetlerimizden gafildirler.

            “Beden” sözcüğü, Kur’an’da sadece bu ayette geçmektedir ve “beden, vücut, zırh” gibi anlamlara gelir.

Musa’nın yaşadığı dönemin firavununun II. Thutmose (MÖ 1493-1479), III. Thutmose (MÖ 1479-1425), II. Ramses (MÖ 1283-1213) veya oğlu Merneptah (MÖ 1213 – 1203) olduğu yönünde görüşler de var. Merneptah isimli firavunun bedeninde, denizde boğulduğu izlenimi veren darbe izleri olduğu yönünde görüşler vardır. Mumyalar, Mısır Medeniyeti Ulusal Müzesi’nde sergilenmektedir.

93. Andolsun ki İsrailoğullarını doğru bir yurda yerleştirdik ve onlara tayyibattan (sağlıklı, faydalı, güzel ve hoş şeylerden) rızık verdik. Böylece kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, ayrılığa düştükleri şey hakkında Kıyamet Günü aralarında hüküm1 verecektir.

1 Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.

Benzer ayetler: 2:113; 16:124; 32:25; 45:17.

94. O halde eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden önce Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i) kıraat edenlere (okuyup, bildirenlere) sor.1 Andolsun ki sana Rabbinden hak (gerçek) olan geldi. Bu nedenle şüphe edenlerden olma!1

1 Yüce Allah, 2:147’de Muhammed’de şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Kur’an’ı) kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir fırka (grup), bilerek hak (doğru, gerçek) olanı gizlemektedir. Hak (doğru, gerçek), Rabbindendir.  Sakın şüphe edenlerden olma!”

2 Benzer ayetler: 2:147; 3:60.

95. Ve sakın Allah’ın ayetleri ile (gerçeği) yalanlayanlardan olma! Yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun.

96. Şüphesiz ki haklarında Rabbinin kelimeleri (hükmü) gerçekleşmiş olanlar iman etmezler;

97. Elem verici azabı görünceye kadar kendilerine bütün ayetler (kanıtlar) gelse bile!

98. İmanı kendilerine fayda sağlayan bir şehir bulunsaydı ya! Yunus’un kavmi hariç! (Yunus’un halkı) ne zaman ki iman ettiler; üzerlerindeki rezillik azabını bu dünya hayatında kaldırırdık ve belli bir süre1 daha onları faydalandırdık.2

            1 “ح۪ينٍ” (hîn) kelimesi bağlama göre belirli bir zaman, vakit, zaman gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 35 kez geçer: 2:36, 177; 5:101, 106; 7:24; 10:98; 11:5; 12:35; 14:25; 16:6 (2 kez), 80; 21:39, 111; 23:25, 54; 24:58; 25:42; 26:218; 28:15; 30:17 (2 kez), 18; 36:44; 37:148, 174, 178; 38:3, 88; 39:42, 58; 51:43; 52:48; 56:84; 76:1.

2 Kur’an’da Yunus Nebi’nin adı 4 kez geçer ve 10’uncu sure de onun adını taşımaktadır Kendisinden, 21:87 ayetinde “Zünnûn”, 68:48’de ise “sahibul hut” şeklinde söz edilmektedir. İkisi de “balık sahibi” anlamına gelmektedir. Yunus Nebi’nin toplumu, Tevrat’ta “Ninova halkı” olarak geçer. Ninova, Asurluların başkentidir. Kur’an’da da toplumun nüfusunun yüz bin kişiyi aşkın olduğu 37:147 ayetinde belirtilmektedir. Kur’an’a göre; Ninova’ya elçi olarak görevlendirilen Yunus Nebi, kavmi kendisine inanmayınca öfkeyle onlardan uzaklaşmış (21:87) ve bir gemiye binmiş (37:140). Ancak yükü ağır olan geminin batmaması için birilerinin denize atılması kararlaştırılmış. Çekilen kura neticesinde kaybedenlerden olmuş ve kendisini bir balık yutmuştur (37:141-142). Yunus, hatasını anlayıp tevbe edince (21:87-88; 37:143-144), duası kabul edilerek kurtarılmış (37:145-146; 68:49) ve tekrar kendi topluluğuna dönüp elçilik vazifesini sürdürmüştür (37:147). Kur’an’da, Yunus’un halkının iman eden bir toplum olduğu belirtilmekte ve ‘imanları kendilerine fayda sağlayan bir belde’ olarak övülmektedir (10:98). Yunus; kendisine vahyedilen (4:163) salihlerden olan (6:85), alemlere faziletli kılınan (6:86) ve kendisine kitap ve hüküm verilen (6:86,89) bir resul (37:139,147) ve bir nebidir (4:163).

Tevrat, Yunus 3:5-10 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Ninova halkı, Allah’a inandı. Oruç ilan ederek, büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı da olanları duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı ve çul giydi ve küle oturdu. Ardından, Ninova’da, şu buyruğu yayımladı: ‘Kral ve soyluların buyruğudur: Hiçbir insan veya hayvan, ağzına bir şey koymayacak; otlamayacak, içmeyecek. Herkes var gücüyle Allah’a yakarışlarda bulunarak, kötü yoldan ve zorbalıktan vazgeçsin. Umulur ki o zaman, Allah, yargısını değiştirip bize acır ve kızgın öfkesinden döner; böylece yok olmayız.’ Allah, Ninovalıların kötü yoldan döndüklerini görünce onlara acıdı ve yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.”

10:33, 96 ve 97 gibi ayetler, Yüce Allah’ın gelecekte kimlerin iman etmeyeceğini bildiğinin apaçık delillerindendir. Benzer mesajlar: 6:25, 109, 111; 7:146; 10:33, 96; 15:13-15; 17:93; 26:199; 34:31.

99. Şayet Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi topluca iman ederdi. O halde sen, iman etsinler diye insanları zorlayacak mısın?

Yüce Allah, bizim ilk kararımıza karışmaz. Test, ilk kararımızda ilahi müdahale olmaksızın putperestliği kendi başımıza kınamayı gerektirir. Allah, inkâr etmeyi seçenleri bloke eder. Bak 13:11; 18:29; 42:13; 46:15; 57:22

100. Allah’ın izni olmadan kimse iman edemez!1 Aklını kullanmayanların üzerine de rics (pislik) koyar.

1 Ayette sözü edilen “bi iznillâhi” tamlaması “Allah’ın izni, müsaadesi, yol göstermesi, gerçeği duyurması, yardım etmesi, kolaylaştırması ve hüküm vermesi” manalarını içermektedir.  Hiç kimse Allah’ın izni olmaksızın herhangi birine herhangi bir lütufta bulunamaz veya böyle bir lütfa eremez. İman ve hidayet de birer lütuf olduğuna göre onlara da yalnızca Allah’ın izniyle ulaşılabilir.

101. De ki: “Göklerde (7 evrende) ve yerde neler olduğuna bir bakın.” İman etmeyen bir topluma ayetler (deliller) ve uyarılar yarar sağlamaz.

102. Yoksa onlar, kendilerinden öncekilerin (başlarına gelen) günlerin benzerinden farklı bir şey mi bekliyorlar? De ki: “O halde bekleyin. Şüphesiz ki ben de sizinle beklemekteyim!”

103. Ardından da resullerimizi ve müminleri kurtarırız. Böyledir! Müminleri kurtarmak üzerimize bir haktır (yükümlülüktür).

104. De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden kuşku duyuyorsanız, (bilin ki) ben, Allah’ın yanı sıra kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Fakat ben, vefat ettirecek olan (ruhunuzu alacak olan) Allah’a ibadet ederim. Ve bana, müminlerden olmam emredildi.”

105. Ve hanif olan (şirk koşmadan sadece Allah’a kulluk edilen) dine yönel! Müşriklerden de olma!

106. Sana fayda sağlayamayacak ve zarar veremeyecek Allah’ın dışındaki şeylere de dua etme. Eğer böyle yaparsan, o zaman şüphesiz ki zalimlerden olursun!

107. Ve eğer Allah, sana bir darlık verecek olursa, o zaman onu O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer senin için bir hayır dilerse, o zaman da O’nun fazlını (lütfunu, cömertliğini) geri çevirebilecek yoktur. Kullarından istediğine bunu nasip eder. Ve O, Gafûr’ur-Rahîm’dir (Günahları örtüp bağışlayandır, Merhametlidir)

108. De ki: “Ey insanlar! Andolsun ki Rabbinizden hak (doğru, gerçek) olan size geldi. O halde kim hidayet (kılavuz) bulursa, o zaman şüphesiz ki  kendisi için hidayet (kılavuzluk) bulur. Kim de sapmışsa1, o zaman da şüphesiz ki kendi aleyhine sapmıştır.2 Ben de sizin vekiliniz (sorumlunuz, kefiliniz) değilim.

1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

            2 Bu cümle, aynı sözcüklerle 17:15’te de tekrarlanmaktadır.

109. Ve sana vahyedilene uy ve Allah, hükmünü verinceye kadar sabret (sıkıntılara göğüs ger, diren). O, Hakîmlerin (Hikmetle hüküm verenlerin) hayırlısıdır.