6. ENÂM SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 55. suredir. Adını, putperestlerin kurbanlık hayvanlarla ilgili bâtıl inanç ve geleneklerinin ele alındığı 136 ve 138’inci ayetlerde geçen “enam” (hoş ve faydalı varlıklar) kelimesinden alır. Sure 165 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Hamd (övgü), gökleri ve yeri yaratan ve karanlıkları ve aydınlığı var eden O Allah’ındır. Sonra kâfirler, Rablerine (başka varlıkları) denk tutuyorlar.

 Ayette geçen ‘ya’dilûne’ fiili “adaletli davranmak” değil; müşriklerin putlarını Yüce Allah’a denk (eşler) tutmaları yani şirk koşmaları anlamındadır.

2. Sizi çamurdan yaratan, sonra da bir ecel (ölüm zamanı) takdir eden O’dur. Belirlenmiş ecelı (ölüm zamanı) O’nun katındadır.2 Sonra da şüphe duyuyorsunuz.

ı Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

3. O, göklerde de yerde de Allah’tır. Sırrınızı da açığa vurduğunuzuı da bilir.2 Ne kazanmakta olduğunuzu da bilir.

ı “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

 2  Benzer mesajlar: 2:77; 3:5; 11:5; 14:38; 16:19, 23; 20:7; 21:4; 24:29; 27:25, 74; 28:69; 36:76; 64:4; 87:7

4. Ve onlara, Rablerinin ayetlerinden (vahiyden, işaretlerinden) ne ayet gelirse gelsin, ancak ona karşı yüz çevirenlerdirler1.2

1 “مُعْرِضِينَ” (muʿriḍīn) ifadesi, “yüz çevirenler”, “uygunsuz davrananlar” veya “ilgisiz kalanlar” anlamlarına gelir.

2 Bu ayet, 36:46 ayetinde de tekrarlanmaktadır. 

5. Nitekim kendilerine hak (doğru, gerçek) olan geldiğinde onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecek.

6. Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Size vermediğimiz mekin1 ile onları yeryüzünde mekin kıldık. Ve semayı  üzerlerine bir yağmur2 gibi gönderdik. Ve altlarından bir nehir gibi akıttık. Ve günahları3 nedeniyle onları helak ettik. Onların ardından da başka nesiller inşa ettik (yarattık).       

            1 “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

2 “مِّدْرَارًۭ” (midraren) kelimesi, Arapça’da “akan, yağan, süzülen, akıntılı” anlamlarına gelir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 4 yerde geçer: 6:6; 11:52; 24:35; 71:11.

3 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

7. Sana kağıt üzerine yazılı bir Kitap indirseydik, elleriyle de ona dokunsalardı, yine de kafirler, “Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir” derlerdi.

8. Ve dediler ki: “Üzerine bir melek indirilmeli değil miydi?”ı Eğer bir melek indirmiş olsaydık, emr (iş) bitirilir, ardından onlara bakılmazdı.2

ı Melek nebi beklentisiyle ilgili benzer mesajlar: 15:7; 23:24; 25:7; 41:14; 43:53.

ı Lut Nebi’nin kavmine olduğu gibi, gelen melek ancak ceza gibi belirlenmiş bir iş için gönderilirler (Bakınız:15:8)

9. Onu (elçiyi) bir melek de kılsaydık, onu da adam (rical) şeklinde yapardık, onların giydiği şeyle de onu giydirirdik (gerçeği örtüp yine onları şüphede bırakırdık).

“racul/rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı içermeksizin insan türüne verilmiş, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri sağlam, yiğit’ anlamına gelen ve Türkçe karşılığı “adam” olan bir sıfattır.

Ayetin sonundaki mâ yelbisûne ifadesi inkârcıların zaten şüphe içinde olduklarını, dolayısıyla şüphelerini sürdürdüklerini, onları şüpheye düşürenin Allah olmadığını göstermektedir.

10. Senden önceki resullerle de alay edilmişti. Fakat alaya aldıkları şey, alay edenleri kuşatıverdi.

Bu ayet, 21:41 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Allah’ın görevlendirdiği elçilerle alay edildiğinin belirtildiği ayetler: 6:10; 9:65, 66; 13:32; 15:10, 11, 95; 18:106; 25:41; 40:83.

11. De ki: “Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın.”

İbret almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla ilgili benzer mesajlar: 3:137; 12:109; 16:36; 22:46; 27:69; 30:9, 42; 35:44; 40:21, 82; 47:10.

12. De ki: “Gökte ve yerde olanlar kimindir?” De ki: “Merhamet etmeyi kendi zatına yazmış olan Allah’ındır.”ı Varlığında reyb (kuşku, belirsizlik) olmayan Kıyamet Gününde sizi toplayacaktır. Nefislerini (birbirlerini) hüsrana uğratanlar, işte onlar iman etmezler.

ı Benzer mesajlar: 6:54,147; 7:156.

13. Gecede ve gündüzde barınan her şey O’nundur. Ve O, semiul-alim’dir (her şeyi bilip işitendir).

14. De ki: “Gökleri (evrenleri) ve yeryüzünü (Dünya’yı) yarıp/yaratıp ortaya çıkaran ve besleyen, fakat yedirilmeyen Allah’ın dışında bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) mi edineyim!” De ki: “Bana, İslam’a girenlerin ilki (öncüsü) olmam emredildi.” Sakın müşriklerden olmayın.

“Yarılmak, kabuğu yarılıp ortaya çıkmak, yaratılıp ortaya çıkmak” gibi anlamlara gelen fatr sözcüğü, Kur’an’da türevleriyle (fetara, fâtır, fıtrat, infitar) birlikte 20 kez geçer: 6:14, 79; 11:51; 12:101; 14:10; 17:51; 19:90; 20:72; 21:56; 30:30 (2 kez); 35:1; 36:22; 39:46; 42:5, 11; 43:27; 67:3; 73:18; 82:1

15. De ki: “Rabbime isyan edersem, âzîm1 (korkunç) bir günün azabından korkarım.”2 

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

2 Bu ayet, 39:13 ve 10:15’te tekrarlanmaktadır.

16. O gün kim ondan (azaptan) uzaklaştırılırsa, (Allah) ona merhamet etmiştir. Apaçık kurtuluş işte budur.”

17. Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, onu, O’nun dışında giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır da dokundurursa, O, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

Benzer mesajlar: 10:107; 21:42; 33:17; 35:2; 67:20-21,28

18. O, kullarının üzerinde Kahir’dir (mutlak egemenlik sahibidir). O, Hâkîm’dir, Habir’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir; her şeyden Haberdar olandır).

19. De ki: “Hangi şey tanıklık bakımından en büyüktür?” De ki: “Allah, benimle sizin aranızda tanıktır. Bu Kur’an, sizi ve ulaştığıı herkesi uyarayım diye bana vahyedildi. Siz, Allah’ın dışında başka ilahlar olduğuna tanıklık mı ediyorsunuz?” De ki: “Ben buna tanıklık etmem.” De ki: “O, bir ve tek ilahtır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden de uzağım.”

ı Ayetteki ve men beleğa ifadesi “ve ergen olan herkes” anlamına da gelebilir. Her iki durumda da ayetteki mesaj Kur’an vahyinin hiçbir şekilde yöresel değil, daima evrensel olduğunu ifade etmektir. Benzer mesajlar: 4:79; 7:158; 21:107; 34:28; 36:6; 42:7; 62:2-3.

Ayrıca bu ayet, dini rehberliğin tek kaynağının Kuran olduğunu ilan ediyor. Hadis ve sünnet gibi Nebiye atfedilen yalanları da dinde kaynak olarak onaylayanlar putperest olarak tanımlanıyor.

20. Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Kur’an’ı) kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar.ı Nefislerini (birbirlerini)  hüsrana uğratanlar iman etmeyenlerdir.

ı Burada kastedilen, Kur’an’dır. Ayete dikkat edilirse Nebimiz Muhammed’in akrabaları ve çevresi olan Mekke’deki müşriklerden değil; ehl-i kitaptan söz edilmektedir. Benzer ifade, “kıble” ile ilgili bir ayette de kullanılmıştır (bkz:2:146)

21. Allah’a yalan uydurarak iftira edenden ya da O’nun ayetleriyleı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Zalimler, felaha (kurtuluşa, saadete) ermezler.3

ı “Ayetleriyle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerini” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

                2 Bu ayet aynı sözcüklerle 10:17’de de tekrarlanmaktadır. Allah adına “şu yiyecekler haramdır; şunlar helaldir” şeklinde helali haram, haramı da helal göstermeye çalışan ve Kur’an’da olmayan şeyleri Allah’ın kendilerinden birilerine bildirdiğini iddia eden sözde din adamları, Kur’an’da insanların en kötüsü olarak tanıtılır. Yüce Allah’ın, kolay olan dinini yaşanmaz bir angarya haline dönüştürmek isteyen şeytan, tarih boyunca din adamlarını kullanarak bu amacına ulaşmıştır. Bakınız: 6:21, 145; 7:17, 30, 31, 37; 42:21.

22. Ve o gün (hesap vermek üzere) onları hep birlikte mahşerde toplayacağız, sonra müşriklere diyeceğiz ki: “İddia ettiğiniz ortaklarınız hani nerede?”

23. Sonra onların tek fitnesi (sınavı, mazereti) “Rabbimiz, vallahiı biz müşriklerden değildik.” demeleri kalacak.

ı Kur’an’da vallâhi şeklindeki tek yemin ifadesi buradadır; ancak bu da müşriklerin mahşer şartlarında yapacakları yalan yemin olarak gerçekleşecektir. Puta tapanlar, şimdi ve sonsuza dek putperest olduklarını şiddetle reddederler.

24. Bak, nasıl da kendi aleyhlerine yalan söylediler. İftira ettikleri (uydurdukları) şeyler de kendilerinden sapıp gitti.

25. Onlardan da seni dinleyenler vardır. Ve onu (ayetleri) anlamalarını engellemek için kalpleri üzerine bir perde1, kulaklarına da ağırlık koyarız. Her ayeti (kanıtı) görseler de onunla iman etmezler.2 Hatta o kâfirler, seninle cedelleşmek (delil getirerek sana karşı haklı çıkmaya çalışmak) için sana geldiklerinde de “Bu (Kur’an), öncekilerin masallarından başka bir şey değildir!” derler.

            1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

2 Benzer mesajlar: 6:109, 111; 7:146; 10:33, 96; 15:13-15; 17:93; 26:199; 34:31.

3 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

26. Onlar, başkalarını ondan engellemeye çalışırlar, kendileri de ondan uzaklaşırlar. Böylece farkına varmadan nefislerini (birbirlerini) de helâk ederler.

27. Onları, ateşte tevkif edilmiş (tutulmuş) iken bir görsen; “Ah, keşke1 döndürülseydik de Rabbimizin ayetleri ile2 yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık.” dediler.

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

2 “بِاٰيَاتِ رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ) ifadesi “Rabbimizin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rabbimizin ayetlerini” veya “Rabbimizin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, kendilerini uyaran elçileri ve vahyi yine Allah’ın ayetleri ile örtmeye çalışan müşriklerin kastedildiği anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rabbimizin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ) ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 6:27; 7:126.

28. Bilâkis, daha önce gizleyip durdukları kendilerine göründü. Geri döndürülseler de kendilerine yasaklanan şeye dönerlerdi. Onlar yalancıdırlar.

29. Onlar, “Bizim dünyadaki bu hayatımızdan başkası yoktur; diriltilecek de değiliz.” diyorlardı.

30. Rablerinin huzurunda tevkif edilmiş iken (Rableriyle yüz yüze tutulurken) onları bir görsen! “Bu, hak (doğru, gerçek) değil miymiş?” dedi zaman, “Rabbimize andolsun ki evet!” dediler. “Öyle ise inkâr etmenizden dolayı tadın azabı.” dedi.

            Bu ayetteki diyaloglar, aynı sözcüklerle 46:34’te de tekrarlanmaktadır.

31. Allah ile buluşmayı yalan sayanlar hüsrana uğradılar. Nihayet o saat (ölüm) onlara ansızın gelip çatınca, kötülüklerini1 sırtlarına yüklenecekler ve “Orada gerekeni yapmadığımızdan2 dolayı bize hasretler olsun3!” derler. Dikkat edin, yüklendikleri4 şeyler ne kötüdür!

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 “فَرَّطْنَا” (ferretnâ) kelimesi, "ihmal etmek", "gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط” (fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 8 kelime geçer: 6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.

3 Hasrete; Sözlükte şiddetli pişmanlık anlamına gelmektedir. Ayrıca, artık geri getirilmesi mümkün olmayacak bir şekilde elden çıkıp gitmiş bir şey için üzüntü duymak, kederlenmek manasında da kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra Kur’an’da kınama, tasalanma ve de kıyamet günü anlamında kullanılmaktadır. Geçtiği ayetler: 2:167; 3:156; 6:31; 8:36; 17:29; 19:39; 35:8; 36:30; 39:56; 69:50.

4 “Günah, yük, borç” anlamlarında kullanılan “vizr” sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 13 yerde (6/31, 164; 16/25 (2); 17/15 (2); 20/87, 100; 29/13; 35/18 (2); 39/7; 47:4; 53/38 (2); 75/11; 94/2) 17 kez geçer.

32. Dünya hayatı, oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, takvalı olanlar (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlar) için daha hayırlıdır. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

33. Onların söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında seni yalanlamıyorlar; o zalimler, Allah’ın ayetleri ile1 bile bile inkâr ediyorlar2.

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

2 “يَجْحَدُونَ” (yechedune) sözcüğü, “İnkâr ederler, reddederler” veya “Bilerek görmezden gelirler.” Anlamlarına gelir. Bu sözcük ve türevleri Kur’an’da 12 kez geçer: 6:33; 7:51; 11:59; 16:71; 27:14; 29:47, 49; 31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.

34. Senden önceki resuller de yalanlandı. Onlar da, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen zaferimiz onlara gelinceye kadar sabrettiler.ı Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Resullerin haberlerinden sana da gelmiştir.2

ı Benzer mesaj: 2:214; 12:110; 22:40; 37:171-173; 40:51; 47:7

2 Bu cümlede yer alan min edatı ile; Allah’ın elçilerine dair kıssaların bütün elçilerin hayatlarını içermediği, Kur’an’da belirtilen elçilerin, içlerinden sadece bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır. Benzer mesajlar: 4:164; 7:101; 11:120; 20:99; 28:3; 40:78.

35. Yüz çevirmeleri senin için ağır geldiyse1, haydi yapabilirsen yerde bir tünel veya göğe bir merdiven ara ki onlara bir ayet (kanıt) getiresin!2 Allah isteseydi onların hep birlikte hidayete erdirirdi (onlara kılavuzluk ederdi). Öyleyse cahillerden olma!3

1 “كَبُرَ” (keburâ), "Büyük geldi" ya da "ağır geldi" anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 6:35; 10:71; 18:5; 40:35; 42:13; 61:3.

2 Benzer mesajlar: 6:25, 109, 111; 7:146; 10:33, 96; 15:13-15; 17:93; 26:199, 201; 34:31.

3 Bu, Allah’ın amacının tek tek her insanın şu veya bu şekilde hidayeti kabule zorlanması olmadığını vurgulamak içindir. O insanı sorumlu bir varlık olarak yaratmış, kendisine eşyayı kullanma gücü bahşetmiş hem iyi hem de kötü yolda davranabilme özgürlüğü vermiş, imtihanına hazırlanması için belli bir süre tanımış ve imtihanın sonucunu ameline göre ceza veya mükâfat şeklinde açıklama zamanını da belirlemiştir. Benzer mesajlar: 5:48; 6:107, 149; 10:99; 11:118-119; 13:31; 16:9, 93; 32:13; 42:8.

36. Ancak işitenler cevap verirler. Allah, ölüleri diriltir, sonra da O’na döndürülürler.

37. Ona, Rabbinden bir ayet (mucize) inmesi gerekmez miydi?” dediler. De ki: “Allah, ayet indirmeye Kadir’dir.” Fakat onların çoğu bilmez.

38. Yeryüzünde hareket eden hiçbir dabbe (canlı) ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler (toplumlar, milletler) olmasın.1 Kitabın (Tevrat, İncil ve Kur’an’ın) içinde gerekeni yapmadığımız2 bir şey bırakmadık. Sonra onlar, Rablerinin huzurunda toplanacaklar.

1 Hayvanlar, ilk günahı işledikten sonra Yüce Allah’ın tövbe etme teklifinden yararlanan yaratıklar arasındaydı.

2 “فَرَّطْنَا” (ferretnâ) kelimesi, "ihmal etmek", "gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط” (fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 8 kelime geçer: 6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.

39. Ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimseler de karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdirler. Allah, istediğini saptırır, istediğini de sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) erdirir.2

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.

2 Yüce Allah’ın müdahalesi dilediğine yani layık gördüğünedir. Kanaatimizce Yüce Allah, önceki yaşantımızdaki yanlışımıza ve niyetimize göre bu dünyadaki hayatımızı belirlemektedir. Bu nedenle Yüce Allah’ın kılavuzluk etmesi veya saptırması, kulların daha önce yapmış oldukları tercihler ve Yüce Allah’ın layık görmesinin sonucudur. En doğrusunu Allah bilir. Benzer mesajlar: 3:129; 5:18,40; 7:155; 13:27; 14:4; 16:93; 22:16; 35:8; 48:14; 64:11; 74:31.

40. De ki: “Düşündünüz mü, eğer size Allah’ın azabı gelse veya son saat (kıyamet) gelip çatsa ve doğru sözlü iseniz, Allah’ın dışındakilere mi yalvarırsınız?”

41. Bilakis, O’na yalvarırsınız. O da isterse yakardığınız şeyi kaldırır, siz de ortak koştuklarınızı (o anda) unutursunuz.

42. Senden önceki ümmetlere de resuller gönderdik.ı Belki tazarruda2 bulunurlar diye onları da darlık ve sıkıntı ile yakaladık.

ı Benzer mesajlar: 10:47; 13:7; 15:10; 16:36, 63; 35:24; 43:6. Ayrıca 17:15’te geçtiği üzere, vahiy hiç ulaşmamış veya doğru ulaşmamış kişilere vahiy ile ilgili azap edilmeyeceği ifade edilmektedir.

            2 “تَضَرُّعاً” (tedarru’an): “muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer: 6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.

43. Onlara sıkıntıı verdiğimizde tazarruda bulunsalardı ya! Fakat kalpleri iyice katılaşmış, şeytan (aldatan, saptıran) da onlara yaptıklarını süslü göstermişti.

            ı “بَأْس” (be’s), “belâ, musibet, zarar, sıkıntı, savaş, mücadele” anlamlarına gelir.

            2 “تَضَرُّعاً” (tedarru’an): “muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer: 6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.

44. Kendilerine yapılan zikri (öğüdü, uyarıyı) unuttukları zaman da üzerlerine her şeyin kapılarını açtık.ı Nihayet kendilerine verilenlerle sevince daldıklarında, onları ansızın yakalarız da çaresiz bir halde kalakalırlar.

ı Onlara bütün nimetlerden bol bol verdik. Onlara refah ihsan ettik. Onlara, bu dünyada mutluluk sağlayan her şeyden bol bol verdik.

45. Böylece, zalim topluluğun kökü kurudu. Ve hamd âlemlerin Rabbi Allah’ındır.

46. De ki: “Düşündünüz mü? Allah, duyu (algı) ve basiret (sezgi) yetinizi alsa ve kalplerinizi mühürlese1, Allah’ın dışında onları size verebilecek ilah kimdir?” Bak, ayetleri nasıl açıklıyoruz; sonra yüz çeviriyorlar!

1 Mühürleme anlamına gelen “Hatem” sözcüğü Kur’an’da 8 kez geçer. (2:7; 6:46; 33:40; 36:65; 42:24; 45:23; 83:25, 26)

47. De ki: “Düşündünüz mü? Allah’ın azabı ansızın ya da aleni olarakı size gelirse; zalim toplumdan başkası mı helâk edilir?

1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

48. Biz, resulleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.1 Kim iman eder ve kendini ıslah ederse (kendini düzeltirse); onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler.

1 Benzer mesajlar: 2:213; 4:165; 18:56

49. Ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimselere de fasıklıklarından (bozgunculuklarından, sapkınlıklarından) dolayı azap dokunacaktır.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.

50. De ki: “Ben, size Allah’ın hazineleri bendedir demiyorum, gaybı (sırları) da bilmiyorum.ı Size, bir meleğim de demiyorum.2 Sadece bana vahyedilene uyarım.3” De ki: “Düşünmez misiniz, kör ile gören bir (eşit) olur mu?”

            ı Bu cümle, aynı sözcüklerle 11:31’de de tekrarlanmaktadır.

2 Nuh Nebi’den de aynı mesajı iletmesi istenmiş. (11:31)

3 Bu ayet, elçilik hakkındaki yanlış düşünceleri silip atmakta ve elçilere karşı yöneltilen itirazları cevaplamaktadır. Akılsız kişiler her zaman bir resulün tabiat üstü bir kişi olması ve çeşitli harikalar göstermesi gibi aptalca düşünceler beslerler. Elçilik iddiasında bulunan bir kişinin ortak insani eğilimlerinin olması gerektiğine de inanmıyorlar. Açlık veya susuzluk çeken, uyuma ihtiyacı duyan veya karısı çocukları olan, alış-veriş için pazara çıkan, zaman zaman ödünç para almak zorunda kalan ve yoksulluğa düşen bir kişinin elçi olacağını düşünemezler. Bütün bunlara cevap olarak Allah, resulün kendisinin hiçbir zaman üstünlük iddiasında bulunmadıklarını, yalnızca Allah’tan aldıkları vahyi tebliğ etmekle görevlendirildiklerini ve ona uymak zorunda olduklarını ve elçiliğin yalnızca bu ölçüye göre değerlendirilmesi gerektiğinin ilân edilmesini söylemektedir. Vahye uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.

51. Rablerinin huzurunda toplanacaklarından dolayı korkanları onunla uyar,ı O’nun dışında onların ne bir velisi2 (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) ne de bir şefaatçisi3 vardır.

ı Kur’an ile uyarıda bulunulması noktasında 50:45’te şöyle bir ifade yer alır: “Tehdidimden korkanlara (gerçeği) Kur’an’la hatırlat!” Bu emir her çağın insanına tebliğin ne ile yapılması gerektiğini öğretmektedir. Benzer mesajlar: 6:70; 14:52; 21:45; 25:52; 34:50; 50:45.

2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

3 Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayette yer alır.  🔗

52. O’nun rızasını isteyerek, Rablerine günün erken vakitlerinde1 ve akşam vakti2 dua edenleri kovma.3 Onların hesabından sana herhangi bir şey (sorumluluk), senin hesabından da onlara herhangi bir şey yoktur. Onları kovarsan zalimlerden olursun.

1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.

2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak" demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle "akşam vakti" veya "karanlığın başlangıcı" anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 Mekkeli ileri gelen müşriklerin, Nebimiz Muhammed’e: “Sen çevrendeki bu fakirleri ve köleleri yanından kovarsan sana gider geliriz, meclisinde bulunuruz” dedikleri rivayet edilmektedir. Benzer ayetler: 18:28; 11:27-30; 26:114,215.

53. “Allah’ın, aramızdan lütfuna layık gördüğü kimseler bunlar mıdır?” desinler diye de onların bir kısmını, bir kısmı ile sınadık. Allah, şükredenleri en iyi bilen değil midir?

54. Ayetlerimiz ile1 iman edenler, senin yanına geldiklerinde onlara de ki: “Sizlere selâm olsun! Rabbiniz, rahmeti kendi üzerine yazmıştır. İçinizden kim cahillikle bir kötülük işler, fakat hemen ardından tövbe eder ve kendini ıslah ederse; elbette O, Gafur’dur, Rahimdir (günahları Örten ve Bağışlayandır, merhamet edendir).

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, her türlü imanın vahiy ayetlerine göre olması gerektiği belirtilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Bu ayette yine “bi” edatı bulunan “bi cehâletin” yani “cahillik ile” ifadesi de var.

55. Mücrimlerin (sapkın suçluların, kafirlerin) de yolu besbelli olsun diye ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

ı “فَصَلَ” (fasala) sözcüğü, “bölümlere ayırmak, detaylandırmak, ayrıntılı anlatmak, kesin hüküm koymak” anlamlarına gelir. Kur’an’da ise bu sözcüğün türevleri genellikle “ayetleri ayrıntılı anlatmak, kesin hüküm bildirmek, hak ile batılı, hayır ve şerri birbirinden ayırmak” gibi anlamlarında kullanılmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 43 kez geçer: 2:233, 249; 3:55, 57, 97, 98, 114, 119, 126, 154; 7:32, 52, 133, 145, 174; 9:11; 10:55, 24, 37; 11:1; 12:94, 111; 13:2; 17:12 (2 kez); 22:17; 30:28; 31:14; 32:25; 37:21; 38:20; 41:3, 44; 42:21; 44:40; 46:15; 60:3; 70:13; 77:13, 14, 38; 78:17; 86:13.

 Kur’an ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

56. De ki: “Allah’ın dışında dua ettiklerinize kulluk (hizmet) etmem bana yasaklandı.” De ki: “Ben sizin hevanıza (arzu ve isteklerinize) uymam. Aksi taktirde delalete düşerim (sapıtırım), hidayete erenlerden de olmam.”

57. De ki: “Ben Rabbimden apaçık bir beyyine (kanıt) üzerindeyim, siz ise onu yalanlıyorsunuz. Çabucak istediğiniz şey (azap) yanımda değildir. Hüküm, hak (gerçek, hakikat) olanı kıssa eden Allah’ındır. O, ayırt edenlerin (ayıklayanların) en hayırlısıdır.”

58. De ki: “Çabucak istediğiniz şey (azap) elimde olsaydı, benimle sizin aranızda iş bitirilmiş olurdu. Allah da zalimleri en iyi bilendir.”

59. Gaybını anahtarı da O’nun yanındadır. O’ndan başkası onları bilemez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Onun bilgisi dışında bir yaprak düşmez. Yerin karanlığında tek bir dane (tohum), canlı ve cansız yoktur ki apaçık bir Kitap’ta olmasın.2

ı Gayb: Yaratılmış varlıların idrakini aşan, görülmeyen, bilinmez olan, gizli, geleceğe dair bilgiler, duyularla kavranamayan şeyler.

2 Bu ayet, alemlerdeki her şeyin Yüce Allah’ın bilgisinde olduğunu, hiçbir şeyin O’nun bilgisinin dışında kalmayacağını, her şeyin O’nun yasalarında ve bilgi sisteminde olduğunu bildirmektir. Benzer mesajlar: 13:8-10; 31:16; 58:7; 67:13-14.

60. Ve O, gece vakti sizi vefat ettirendir.ı Gündüz vakti de alenen2 işlediklerinizi bilir. Sonra belirlenmiş ecel3 (ölüm zamanına) tamamlansın diye sizi onda (sabah) gönderir (tekrar uyandırır). Sonra dönüşünüz O’nadır. Sonra O, yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

ı Buradaki yeteveffâ fiili “uyutmak, uyku halinde ruhun bedenden ayrılması” demektir. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark bir sonraki ayette açıklanmıştır.

2 “جَرْح” sözcüğü, “açığa çıkarma, aleni kılma, gizliliğini ortadan kaldırma, yaralama” anlamlarına gelir. Ancak zamanla aynı kökten türemiş sözcüklere farklı anlamlar verilerek anlam daralmasına da neden olunmuştur.

3 Ecel-i müsemma ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

Sıddîkler (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlar) gerçekte ölmezler; onlar doğrudan Cennete giderler. Kafirler ise ölüp Diriliş Günü’ne kadar sürecek olan bir kâbusu her gün görürler (2:154, 3:169, 8:24, 16:32, 22:58, 36:26-27, 40:46, 44:56).

61. O, kulları üzerinde Kahir (Karşı konulmaz güce sahip) olandır; üzerinize gözeticiler gönderir.1 Sonra sizden birine ölüm vakti geldiğinde, resullerimiz2 onu vefat ettirirler3 ve onlar ihmal etmezler4.

1 Bu ayet 13:11 ayeti ile birlikte okunmalıdır.

            2 İnsanların kişilik ve bilincini oluşturan programı ölüm anında kişinin beyninden alıp bir daha döndürülmemek üzere ana kitaba yükleyenler çoğul ifadesiyle anılıyor. Demek ki Azrail adında bir tek meleğin bu işle görevli olduğu inancı doğru değildir. Ölüm melekleriyle ilgili benzer ifadeler için Bkz: 4:97; 6:93; 7:37; 8:50; 16:28, 32; 47:27.

            3 Ölüm (mevt) vefat kelimelerin aynı cümle içinde kullanıldığı bu ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Ölüm, bedenin canlılığının son bulmasıdır. Vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. 60. ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölü değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.

            Ayrıca melekler kendi tercihlerine göre hareket etmezler; Yüce Allah’ın verdiği emirleri harfiyen uygularlar ve herhangi bir kusurda bulunmazlar. Benzer mesajlar: 6:61; 16:50; 19:64; 21:27; 66:6.

4 “يُفَرِّطُونَ” (yuferritune) kelimesi, "ihmal etmek", "gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط” (fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 8 kelime geçer: 6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.

62. Sonra da hak (doğru, gerçek) mevlâlarıı  olan Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki, hüküm2 O’nundur, O, hesabı da çabuk Görendir.

ı Mevla ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.

63. De ki: “‘Karanın ve denizin karanlıklarından (korkularından, tehlikelerinden) sizi kim kurtarabilir?’ ‘Bizi bundan kurtarırsa şükredenlerden olacağız.’ diye tazarruı ile ve gizlice2 O’na dua edersiniz!”

            ı “تَضَرُّعاً” (tedarru’an): “muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer: 6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.

            2 “خُفْيَةً” (hufyeten) “gizlice, sessizce, gizli bir şekilde” anlamlarına gelir.

64. De ki: “Allah, sizi onlardan ve bütün sıkıntılardan kurtarıyor. Sonra da O’na ortak koşuyorsunuz.”

65. De ki: “Üstünüzden veya ayaklarınızın altından size bir azap göndermeye ya da sizi (mezheplere, siyasi) gruplara ayırıp kiminizin belasınıı kiminize tattırmaya kadir olan da O’dur.” Bak, anlasınlar diye ayetleri nasıl da açıklıyoruz!

            ı “بَأْس” (be’s), “belâ, musibet, zarar, sıkıntı, savaş, mücadele” anlamlarına gelir.

66. Hak (doğru, gerçek) olduğu hâlde kavmin onu (Kur’an’ı) yalanladı. De ki: “Ben üzerinize vekil (gözetici, sorumlu) değilim.

67. Her haberin (olayın) gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında öğreneceksiniz.”

68. Ayetlerimize (vahye, kanıtlara) saygısızlık edenleri gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir! Şeytan sana unutturursa, hatırladığın anda zalim halkla birlikte bulunma.

Bu ayet 4:140, 9:69 ve 74:45 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Müminlerin, Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşulan bir ortamda bulunmaması ve o kişiler başka bir konuya geçinceye kadar o kişilerden uzaklaşması gerekir. Şeytanın unutturması ya da dalgınlık nedeniyle böyle bir ortamda bulunmaya devam eden bir mümin, bu gerçeği hatırlar hatırlamaz yine o ortamı terk etmelidir.

69. Takva sahiplerine ((Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlara), onların hesabından herhangi bir şey (vebal, sorumluluk) yoktur. Fakat belki sakınırlar diye bu bir hatırlatmadır.ı

Bu ayette uyarı görevinin sürdüğü dile getirilmektedir. Uyarının gerekliliği, amacı ve kimlerin yararlanacağı ile ilgili mesajlar için Bkz: 2:6; 5:63, 79; 7:164; 11:116; 36:10; 51:55; 52:29; 77:5-6; 87:9; 88:21.

70. Dinlerini hafife alan o kimseleri ve dünya hayatına aldananları1 bırak. Onunla (Kur’an’la) zikret ki, bir nefis (can), kendi kazandıkları nedeniyle felaket yaşamasın. O kimse için Allah’ın dışında ne bir veli2 (dost, rehber, koruyup gözeten) ne de bir şefaatçi3 vardır. Bütün varlığını fidye (bedel, karşılık) olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar, kazandıkları nedeniyle yıkıma uğrayanlardır. İnkar etmelerinden dolayı onlar için kaynar sudan bir içecek ve elem verici bir azap vardır4.

            1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

            2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

3 Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

4 Bu cümle, aynı sözcüklerle 10:4’te de yer alır.

71. De ki: “Bize faydası da zararı da olmayan Allah’ın dışındaki1  şeylere mi dua edelim? Allah, bize hidayet (kılavuzluk) ettikten sonra, topuklarımız üzerinde geri mi dönelim? Arkadaşları ‘Bize gel’ diye hidayete çağırıyorken, şeytanların (aldatanların, saptıranların) ayartıp şaşırttığı kimse gibi mi olalım?” De ki: Allah’ın hidayeti (rehberliği) hidayettir (rehberliktir) ve biz, alemlerin Rabbine (evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların Efendisine) teslim olmakla emrolunduk.”

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

72. Salatı da doğru ve istikrarlı biçimde yapın1 ve takvalı olun; O’nun huzurunda toplanacaksınız.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

73. Gökleri ve yeri hak (amaç) ile yaratanı O’dur ve “Ol!” dediği gün oluverir.2 Hak (doğru, gerçek) olan söz O’nundur. Sura üfleneceği gün mülk (egemenlik) O’nundur. O, gaybı ve şehadeti bilen3, Habir’dir, Hâkîm’dir her şeyden haberdar olandır; Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten sahibidir).

ı Benzer mesajlar: 10:5; 14:19; 15:85; 16:3; 29:44; 30:8; 39:5; 44:39; 45:22; 46:3; 64:3.

2 “Kün fe yekûn” ifadesi ile ilgili açıklama 2:117 ayetinde yer alır.

3 “gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

74. İbrahim, babası Azer’e, “Putları mı ilah (Yüce olan) ediniyorsun? Ben, seni de halkını da apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum.” demişti.

İbrahim Nebi’nin babası Azer’in, kutsallaştırılmış kişileri, simgeleri tanrı/ilah edinmesi, Tevrat, Yeşu 24:2 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Yeşu, tüm halka, şöyle dedi: ‘İsrail’in Yücesi Yahve diyor ki, İbrahim’in ve Nahor’un babası Terah ve öbür atalarınız, eski çağlarda, Fırat Irmağı’nın ötesinde yaşar; başka ilahlara kulluk ederlerdi.’”

75. Böylece göklerin ve yerin melekutunu (yönetimini) İbrahim’e gösteriyorduk ki kesin olarak iman edenlerden olsun.

76. Gece, karanlık bastığı zaman parlayan bir yıldızı gördü. “Rabbim budur” dedi. Battığı zaman da “Ben batanları sevmem!” dedi.

            ıKewkeb; Arapça’da olduğu gibi diğer Sami dillerinde de yıldız anlamına gelmektedir. (Örnek: Süryanice ܟܱ݁ܘܟ݁ܒܳܐ kawkəḇā)

77. Ay’ın doğuşunu gördüğü zaman da “Rabbim budur.” dedi. O da battığı zaman, “Rabbim beni hidayete erdirmeseydi (bana kılavuzluk etmeseydi), sapıtan toplumdan olurdum!” dedi.

78. Güneş’i doğduğu zaman da görünce, “Bu daha büyük, Rabbim budur.” dedi. O da battığı zaman dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım.

79. Ben, hanif (Allah’a ortak koşmayan) olarak, yüzümü gökleri ve yeryüzünü yarıp/yaratıp ortaya çıkarana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”

“Hanif” kavramı ile ilgili açıklama 2:135’te yer alır.

80. Ve kavmi delil sunarak onunla iddialaştı1. Dedi ki: “Allah, beni hidayete erdirmişken siz, Allah hakkında delil sunarak benimle mi iddialaşıyorsunuz?1 O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmuyorum. Ancak Rabbimin istediği olur. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hala düşünmeyecek misiniz?”2

1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi "delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

2 Kavminin İbrahim Nebi ile iddialaşmasının gerçek niteliğini anlamak için devrin dinî ve sosyal şartlarını göz önünde bulundurmak gerekir. İbrahim Nebi’nin doğum yeri olan Ur kentindeki yaşamı öğrenmemiz, arkeologların keşfiyle kolaylaşmıştır, Sir Leonardo Wooley araştırmalarının sonucunu 1935’te Londra’da ‘Abraham’ adlı kitabında toplamıştır. Kitaptan bazı önemli bilgiler:

Bugün bilginlerce İbrahim Nebi’nin yaşadığı dönem olarak kabul edilen İ.Ö. 2100 yıllarında Ur’un nüfusunun 250 bin hatta 500 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ur, gelişmiş bir endüstri ve iş merkeziymiş. Bir yandan ticaret mallarını Pamir ve Nilgiri gibi uzak yerlerden kendine çekerken, bir yandan da Anadolu’yla ticari ilişkilerde bulunuyordu. Başkenti olduğu devletin sınırları günümüz Irak’ının kuzeyine uzanıyordu. Halk çoğunlukla el işçisi (zanaatkâr) ve tüccardı. Arkeolojik kalıntılardan okunan çağın yazıtları, materyalist bir hayat görüşüne sahip olduklarını göstermektedir. Hayatlarının ana amacı servet yığmak ve eğlenmekmiş. Tefecilik ve çok çalışmaya dalmışlar. Birbirlerine güvenmez ve uzlaşmak yerine mahkemeye koşarlarmış. İlahlarına olan duaları genellikle uzun hayat, zenginlik ve işlerinde başarı istemekten ibaretti. Halk üç sınıfa ayrılıyordu:

1) Amelu: Bu sınıf din adamları, devlet memurları ve askeriyeden oluşuyordu. Bunlar, diğer insanlardan daha fazla haklara sahiptiler ve hayatlarıyla mülkleri kutsal ve kıymetli tutulurdu. Talmud’a göre İbrahim de Amelu sınıfına dahildi ve babası devletin en önde gelen görevlilerindendi.

2) Nuşkenu: Tüccarlar, zanaatkârlar ve çiftçiler bu sınıfa dahildi.

3) Ardu: Bunlar da kölelerdi.

Ur’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tabletlerde 5000 tanrının adı geçmektedir. Her kentin kendine özgü tanrısı ve baş tanrı, ya da kent tanrısı kabul edilen ve kendisine diğerlerinden daha çok saygı gösterilen özel bir tanrısı vardı. Ur’un kentinin tanrısının adı, ‘Nennar’ (Ay tanrısı) ‘dı. Bu tanrının adıyla sonraki çağların bilginleri bu kente Kamerina demişler. Ur’dan sonra başkent yapılan Larsa’nın baş tanrısının adı ise ‘Şemeş’ (Güneş tanrısı) idi. Bu baş tanrıların altında, çoğunlukla yıldızlarla gezegenlerden ve birkaçı da yeryüzü nesnelerinden seçilen çok sayıda küçük tanrılar vardı. Halk daha önemsiz şeyler için yaptıkları duaların bu küçük tanrılarca karşılık verildiğine inanırdı. Tüm bu gök ve yer tanrıları sembolleştirilmiş ve putları dikilmişti. Dua vs. tapınmalar bu putlar önünde yapılırdı.

‘Nannar’ putu Ur’da en yüksek tepe üzerinde yapılmış büyük bir tapınakta korunuyor ve yanında karısı ‘Ningil’in kutsal yapısı mabet bulunuyordu. ‘Nannar’ tapınağı bir kral sarayı gibiydi, her gece farklı bir kadın tapınıcı oraya giderek bu putun gelini olurdu. Böylece tapınakta tanrıya adanmış kalabalık bir kadın topluluğu oluşmuştu, bunların durumu âdeta din fahişeleri şeklindeydi. Bakireliğini tanrı adına feda eden kadın çok saygın görülürdü. Her kadının kurtuluşa ermesi için en az ömründe bir kez ‘tanrı yolunda’ bir başka erkeğe kendini teslim etmesi gerektiği şeklinde ortak bir inanç vardı. Bu din fahişeliğinden en çok yararlananların da bizzat erkek ‘din adamları’ olduğu açıktır.

Nannar, yalnızca bir tanrı değildi. Ülkenin en büyük toprak ağası, en büyük tüccarı, en büyük zanaatkârı ve siyasal hayatın baş yöneticisiydi. Çok sayıda bahçe, ev ve tarla bu tapınağa adanmıştı. Bu kaynaklardan gelen gelirin yanı sıra, çiftçiler, toprak sahipleri ve tüccarlar da mısır, süt, altın, kumaş vs. den oluşan adaklarını tapınağa getirirlerdi. Tabi ki, bunlara bakacak kalabalık din adamları grubunun varlığı gerekiyordu.

Tapınak adına çok sayıda atölye çalıştırılıyor ve geniş düzeyde bir iş çevriliyordu. Tapınakta adalet yüksek mahkemesi kurulmuştu ve yargıçları oluşturan din adamlarının hükümleri tanrının hükmü kabul ediliyordu. Kraliyet hanedanı da egemenliğini gerçek egemen ‘Nannar’dan alıyordu. Kral, ülkeyi onun adına yönetiyordu. Bu nedenle tanrılık mertebesine yükselmiş ve diğer tanrılar gibi ona da tapılıyordu.

Nebi İbrahim zamanındaki Ur hanedanı, İ.Ö. 2300’de doğuda Susa’ya, batıda Lübnan’a uzanan geniş bir imparatorluk kurmuş olan Ur-Nammu’dan geliyordu. Hanedan, bu nedenle Nammu adını almış. Arapça’da buna Nemrut denmiştir. İbrahim Nebi’nin hicretinden sonra bu hanedan ve bu ulus ardı kesilmez felâketlere uğradı. Ur, Elamlılarca yıkılmış, Nannar putuyla birlikte Nemrut’u da ele geçirmişler. Elamlılar Ur’a egemen olarak Larsa’da yönetimlerini kurdular. Son darbe ise hem Ur’u hem de Larsa’yı ele geçiren Babil’den geldi.

Bu ülke halkının İbrahim Nebi’nin hicretinden sonra öğretilerine ne tür bir cevap verdiği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değilse de, İ.Ö. 1910’da Babil kralı Hammurabi’nin yaptığı kanunları, Nübüvvet kılavuzluğunun doğrudan veya dolaylı etkilerini taşır. Hammurabi Tevrat’ta ‘Amurafil’ diye geçer. Bu Kanun’un tümünün üzerine kazındığı bir sütun M.S. 1902’de bir Fransız arkeolog tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu kanunlar ile Musa Nebi’nin Kanunlarının, ilke bakımından birbirine benzediği belirtilmektedir.

Bugüne değin yapıla gelen arkeolojik araştırmaların sonuçları doğruysa, ortada açık bir gerçek vardır: Şirk, İbrahim’in kavminin çok tanrıcı ibadetlerinin temeli ve basit bir dini inanç değil, ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal hayat sistemlerinin de ana temeliydi. Buna paralel olarak, İbrahim Nebi’nin mesajı yalnızca puta tapıcılığın köküne vurmakla kalmıyor, kraliyet hanedanına tapınma ve bu hanedanın egemenliğinin yanı sıra, din adamlarıyla soyluların sosyal, ekonomik ve siyasal statülerine ve tüm ülkenin kollektif hayatına da bir darbe niteliği taşıyordu. Geçerli sosyal modelin bırakılıp, tevhidtemeli üzerinde yeniden kuruluşunu öngörüyordu. Bu nedenledir ki, Nebi İbrahim mesajını yaymaya başlar başlamaz halk, soylular, din-adamları sınıfı ve Nemrut hep birlikte onun sesini kesmeye çalıştı ve Kur’an’da anlatılan keskin kavga patlak verdi.

81. “Siz, Allah’ın size, hakkında bir sultan (güçlü bir delil) göndermediği varlıkları O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (sahte ilahlardan) nasıl korkarım?” Bu iki taraftan hangisinin güvenilir olmaya daha layık olduğunu bir bilseniz!

82. İman edenler ve imanlarına zulmü (şirki) giydirmemiş (bulaştırmamış, örtmemiş) olanlar, emniyet içinde olanlar, hidayete ermiş olanlar da işte onlardır.

83. Bunlar, halkına karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccetlerimizdir1 (argümanlarımızdır). İstediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz. Senin Rabbin, Hakîm’dir, Alim’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir, her şeyi bilendir).

            1 “حُجَّة” (hüccet), “gerekçe”, “argüman”, “bahane” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:150; 4:165; 6:83, 149; 42:16; 45:25.

84. Biz, ona (oğlu) İshak’ı ve (torunu) Yakub’u armağan ettik1.  Hepsini de hidayete erdirdik. Daha önce Nuh’a da hidayet etmiştik. Onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da. Muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) işte böyle ceza2 (karşılık) veririz.

1 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

2 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

85. Zekeriya’ya, Yahya’ya, İsa’ya, İlyas’a da (hidayet ettik). Hepsi de salihlerdendi (dürüst ve erdemli).

            Nebi İlyas ile ilgili açıklama 37:123 ayetinde yer alır.

86. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a ve Lut’a da (hidayet ettik). Hepsini alemlere faziletli kıldık.

87. Onların babalarından ve çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da seçtik, onları da Sırat-ı müstakime (doğru olan yola) erdirdik.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

88. Bu, Allah’ın hidayet yoludur, onunla kullarından istediğini hidayete erdirir. Onlar da Allah’a ortak koşsalardı, işledikleri ameller boşa giderdi. 

89. Onlar, kendilerine kitap, hüküm (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve nübüvvet (nebilik görevi) verdiklerimizdir.ı Onlar (kâfirler), bunları (nebileri) inkâr ederlerse, bunları inkâr etmeyecek bir toplumu yerlerine vekil kılarız.

ı Bu ayet bütün nebilere (enbiyaya) kitap verildiğinin en önemli delillerinden birisidir. Ayrıca Bkz: 2:213; 3:79, 19:30; 29:27.

Nebe: çok önemli haber anlamının yanında, faydalı ve şüphe içermeyen ilim anlamına da gelmektedir. Hem “nebe” sözcüğünün tanımı hem de bu ayet göz önünde bulundurulduğunda, “nebi” sözcüğünün de kendilerine kitap ve faydalı ve şüphe içermeyen ilim (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) verilen elçi anlamına geldiği kanaati oluşmaktadır.

90. Bunlar, Allah’ın hidayete erdirdiği (kılavuzluk ettiği) kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: “Ben ona (elçilik görevime) karşılık sizden hiçbir ecir1 istemiyorum.2 O (Kur’an), âlemler için ancak bir zikirdir (hatırlatmadır).”

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

2 Bir Müslim, tebliğ görevini maddî menfaat beklememeli, karşılığını Rabbinin ikram edeceğini bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Hiç kimse bir ayete fiyat biçemez, hiç kimse de Yüce Allah’ın ihsanı kadar cömert olamaz. Benzer mesajlar: 10:72; 11:29, 51; 12:104; 25:57; 26:109, 127, 145, 164, 180; 34:47; 36:21; 38:86; 42:23; 52:40; 68:46.

91. Allah’ı gereği gibi takdir etmediler ve “Allah, beşere (insana) hiçbir şey indirmedi.” dediler.ı De ki: “Musa’nın insanlar için bir nur ve hidayet (rehber) olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz, onu yazılı levhalar haline getiriyorsunuz, bir kısmını açığa vuruyor2, çoğunu da gizliyorsunuz.  Size, sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler öğretildi.” Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!

ı Benzer mesajlar: 36:15; 67:9.

2 “بَدَأَ” (bada’a) fiil kökünden türetilmiş olan bu kelime “gizli olan bir şeyi açığa çıkarmak” veya “belirtmek” anlamlarına gelir.

92. Bu da hem yanlarındakini (kitapları) tasdik edici (doğrulayıcı) hem de şehrin merkezini ve çevresindekileri uyarman için gönderdiğimiz mübarek (kutsal, kutsanmış, mukaddes, bereketli) bir kitaptır. Ahiret ile iman edenler (inanıp güvenenler) ve bununla iman ederler. Salatlarını1 muhafaza edenler de onlardır.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

93. Allah’a yalan uydurarak iftira edenden veya kendisine bir şey bildirilmediği halde “Bana vahyedildi.” diyenden ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim!” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri can çekiştikleri esnada bir görsen! Ve meleklerı ellerini uzatmışlar: “Nefislerinizi (sizden olanları) ayırın. Allah’a karşı hak (doğru, gerçek) olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız! (size karşılığınız verilecek!)

ı Ölüm melekleriyle ilgili benzer kullanımlar için Bkz: 4:97; 6:61; 7:37; 8:50; 16:28, 32; 47:27.

94. İşte, sizi yarattığımız ilk andaki gibi, yine yapayalnız bize geldiniz, size havale ettiklerimizi (verilen nimetleri) de geride bıraktınız. İçinizden ortak olduklarını iddia ettiğiniz şefaatçileriniziı de yanınızda görmüyoruz. Artık aranızdaki bağlar kopmuş, umduklarınızın tamamı da sizi terk edip gitmiş.2

ı Kişinin kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak aracılar edinmesi şirktir ve eğer tevbe edilmezse, şirk denen kabul 4:48 ve 116’da da belirtildiği gibi Allah tarafından affedilmeyecek tek günah olarak tanıtılmaktadır. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48’de yer alır.  🔗

2 Benzer mesajlar: 7:37; 11:21; 16:87; 28:75; 40:74; 41:48.

95. Şüphesiz ki Allah, daneyi (habbeyi, tahıl tanesini) ve çekirdeği yarıp filizlendirendir.1 Ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarır. Allah, işte budur! Nasıl da (haktan) saptırılıyorsunuz2!

1 Fâlık kelimesi, “yarmak, çıkarmak, görünür kılmak demektir. Bir sonraki ayette Allah için “Falik’ul Esbah” (Sabahın faliki) yani “gece karanlığını yararak sabahı çıkaran (görünür kılan)” ifadesi kullanılmaktadır. Felk sözcüğü, türevleri ile Kur’an’da 4 yerde (6:95, 96: 26:63; 113:1) geçmektedir.

2 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

96. Sabahları1 yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş’i ve Ay’ı da bir ölçü (hesaplama aracı) yaptı.2 Bu, Azizil-Aliym’in (Her şey bilen mutlak güç sahibinin) takdiridir.

1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

2 Benzer mesajlar: 10:5; 17:12; 55:5

97. Karanın ve denizin karanlıklarında da yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O’dur. Akıl eden bir topluluk için ayetlerimizi (kanıtlarımızı) böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.

98. Sizi tek bir nefistenı (candan) inşa eden (yaratan) O’dur. (Size) bir kalış ve emanet olarak konuluş yeri vardır.2 Akıl eden bir topluluk için ayetlerimizi böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.

ı Benzer mesajlar: 4:1; 7:189; 39:6

2 Yaşadığı ve ölüp yeniden dirilmek üzere bekletildiği yeri bilir. Tüm canlılar tıpkı insanlar gibi yeniden dirilecektir. Benzer mesaj: 11:6

99. Gökten su indiren de O’dur. Her çeşit bitkiyi onunla (yeşertip) çıkardık ve ondan (bitkiden) bir filiz çıkardık. Ardından ondan  birbiri üzerine binmiş1 daneler (habbeler, tahıl tanesi) çıkardık. Hurmanın tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine benzeyen ve benzemeyen üzüm bağları, zeytin1 ve nar2 bahçeleri de çıkardık.3 Ürün verdiğinde ve olgunlaştığında ürününe bir bakın! İman eden bir kavim için bunlarda ayetler (ibretler) vardır.

            1 “زَيْتُونا” (zeytûn) sözcüğü, “zeytin” ve “yağ elde edilen” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 6:99, 141; 16:11; 24:35; 80:29 (2 kez); 95:1.

            2 “رُمَّان” (rumman) sözcüğü, “nar” anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 6:99, 141; 55:68.

            3 “ركب” (rekâbe) sözcüğü, “terkip etmek” yani bağlama göre “bindirmek, düzenlemek, bir araya getirmek, oluşturmak, tasarlamak, dizayn etmek, monte etmek” gibi anlamlar taşır. Kur’an’da, bu sözcükten türemiş 15 sözcük geçmektedir: 2:239; 6:99; 8:42; 11:41, 42; 16:8; 18:71; 29:65; 36:42, 72; 40:79; 43:12; 59:6; 82:8; 84:19.

100. Cinleri de Allah’a ortak koştular.ı Oysa onları da O yarattı. Bir ilme dayanmadan O’na oğullar ve kızlar da yakıştırdılar. O, onların yanlış nitelemelerinden2 Sûbhân’dır, Teala’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir; Yücedir)!3

ı Yani, bu açık ayetlere rağmen bazı insanlar, kendi hayal vehimlerinin ürünü bir takım varlıkları Allah’a ortak koşmaktadırlar. Hatta o varlıkların, kâinatın yönetiminde ve insanın kaderinde etkilerinin olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiler. Örneğin birini yağmur tanrısı, diğerini bitki tanrısı, bir başkasını servet tanrıçası, yine bir başkasını da hastalık tanrısı gibi nitelediler. Bunlar, müşrik toplumlarının çeşitli adlar altında yarattıkları hayali tanrılarıdır.

2 عَمَّا يَصِفُونَ” (amme yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından, nitelemelerinden, tanımlamalarından, isnat ettiklerinden, yanlış nitelemelerinden, yakıştırmalarından” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

3 Yüce Allah, 37:158-159 ayetlerinde şöyle buyurmaktadır: O’nunla cinler arasında da soy bağı kurdular. Cinler de kendilerinin (hesap günü) hazır kılınacaklarını bilirler. Allah, Sûbhân’dır.”

101. Gökleri ve yeri yoktan var edendir.ı Bir eşi olmayanın nasıl evladı olabilir? O, her şeyi Yaratandır ve her şeyi Bilendir.

ı ‘Bedî’, Yüce Allah’ın bir sıfatıdır; “yoktan var eden” anlamına geldiği gibi “bir örneği olmadan, eşsiz ve benzersiz güzellikte yaratan” anlamını da içermektedir. Bu ayet 2:117 ayetiyle birlikte okunmalıdır.

102. Rabbiniz olan Allah işte budur. O’nun dışında ilah (Yüce olan) yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na kulluk (hizmet) edin. O, her şeye vekildir (gözetendir, onun varlığının devamını sağlayandır).

103. Basiretleri, O’nu idrak edemez; fakat O, basiretleri idrak eder. Ve O, Latiful-Habir’dir (kullarının ihtiyaçlarını bilen ve karşılayandır; her şeyden haberdar).

Bu son üç ayet (6:101-103), Yüce Allah’ın mutlak otoritesini göstermektedir. Benzer mesajlar: 2:255; 3:2, 26-27; 6:101-103; 24:35; 42:11; 59:22-24; 112:1-4.

104. “Rabbinizden size basiretlerı geldi. Artık kim basiretle bakarsa (faydası) kendisinedir; kim de kör davranırsa (zararı) kendisinedir, ben de üzeriniz muhafız (gözeten, bekçi) değilim.”

ı Basiret; gerçeğin ortaya çıkmasını, yani hak ile batılın, hidayet ile dalaletin, hayır ile şerrin, doğru ile yanlışın açıklığa kavuşmasını sağlayan şey; bilgi, kesinlik, delil, kanıt, kalp gözüdür.

105. İşte Biz, ayetleri böyle çeşitli şekillerde açıklıyoruz ki “Sen ders almışsın.” desinler. Onu (Kur’an’ı), bilen bir topluluğa beyan ederiz.

106. Rabbinden sana vahyedilene uy. O’nun dışında ilah (Yüce olan) yoktur, müşriklerden (Allah’a ortak koşanlardan) de yüz çevir.

Vahye uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.

107. Allah isteseydi, onlar müşrik olmazlardı.ı Seni, onlara muhafız yapmadık, onların vekili (gözeticisi, sorumlusu) de değilsin.

ı Benzer mesajlar: 5:48; 6:35,149; 10:99; 11:118,119; 13:31; 16:9,93; 32:13; 42:8

108. Allah’ın dışında dua ettikleri şeylere (ilahlarına) de sövmeyin ki onlar da bilgisizce haddi aşıp Allah’a sövmesinler.1 Biz, her topluluğa amellerini (yaptıkları işi) böyle süslü gösterdik. Sonra dönüşleri Rablerinedir. O, yapıyor oldukları şeyleri kendilerine bildirecektir.

1 Ayette de görüldüğü gibi Müslimler kesinlikle hakaret dili kullanamazlar. Allah, inancı düşüncesi ve kimliği ne olursa olsun hiç kimseye hakaret edilmesini uygun görmemektedir. Hakaret etmek, hakaret edilmeyi uygun görmek demektir.

109. Kendilerine bir ayet (kanıt, mucize) gelirse, onunla iman edeceklerine dair kesin bir yeminle Allah ile yemin ettiler. De ki: “Ayetler ancak Allah’ın yanındadır.” O (kanıt) geldiği zaman da onların iman etmeyeceklerinin bilincinde değil misiniz?ı  

ı Benzer mesajlar: 6:25, 111; 7:146; 10:33, 96; 15:13-15; 17:93; 26:199; 34:31.

110. Önceki sefer de onunla (vahiy ile) iman etmedikleri gibi onların fuadlarınıı (algılama yetilerini) ve basiretlerini ters çeviririz. Ve onları azgınlıkları içinde kör bir halde bırakırız.

ı Fuad, bilmeyi sağlayan öğelerden biri olup idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül, yararlı olmak, bir şeye ilgi duymak gibi işlev ve yetenek anlamına gelmektedir. Fuad, bir uzuv değil, bir uzvun görevidir; duyular yolu ile ortaya çıkan idraktir. Fuad, insana verilen bir nimettir. Fuad için kalbin işlevlerinden birisidir de denebilir. Bu sözcük Kur’an’da 16 defa (6:110, 113; 11:120; 14:37, 43; 16:78; 17:36; 23:78; 25:32; 28:10;32:9; 46:26 (2); 53:11; 67:23; 104:7) geçmektedir.

111. Eğer onlara melekleri de indirseydik, ölüler de onlara konuşsaydı, her şeyi toplayıp karşılarına da getirseydik, Allah istemedikçe yine iman edecek değillerdi, ancak onların çoğu cahillik eder.

Hidayet tamamen Yüce Allah’ın elindedir. Benzer mesajlar: 6:25, 109; 7:146; 10:33,96; 15:13-15; 17:93; 26:199; 34:31.

112. Her nebiye, insan ve cinlerden olan şeytanları (aldatanları, saptıranları) düşman kıldık. Onlardan bir kısmı, diğerlerini aldatmak için süslü sözler vahyederler (fısıldarlar). Rabbin isteseydi onu yapamazlardı. O halde onları uydurdukları şeylerle bırak.

            ı “زُخْرُفٍ” (zuhruf) sözcüğü, “altın süs” veya “değerli süs” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da4 kez geçer: 6:112; 10:24; 17:93; 43:35.

113. Böylece ahiret ile iman etmeyenlerin fuadları1 (gönülleri) ona (şeytana) yönelsin ve onu razı etsinler ve işledikleri suçu yapmaya devam etsinler.2

1‘Fuad’ sözcüğü ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

2 Kur’an, bizim Ahirete gerçekten iman edip etmediğimizi ve dilimizle ifade ettiğimiz imanın doğruluğunu sınayan kriterler sunar. Bu önemli kriterler, burada ve 17:45-46 ve 39:45’te belirtilmiştir.

114. “O, size Kitabı (Tevrat, İncil ve Kur’an’ı) ayrıntılı olarak indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım?”ı Kendilerine kitap verdiklerimiz bilirler ki bu (Kur’an), Rabbinden hak (doğru, gerçek) olarak indirilmiştir. Şüphe edenlerden olma.

Bu ayette verilen bilgiye göre tek hakem Kur’an’dır. Çünkü Muhammed de ona başvurmakla yükümlü tutulmuştur. Bu ayet 4:65, 105, 16:44 ve 64 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

115. Rabbinin kelimesi (ayetleri, söz,) sıdk ve adalet bakımından tamdır.ı O’nun kelimesini değiştirebilecek de yoktur. Ve O, semiul-alim’dir (Her şeyi Bilip İşitendir).

Sıdk; “doğru sözlü olmak”, “doğru, dürüst ve güvenilir olmak” ve “vaadine sadâkat göstermek” anlamlarına gelir. (6:115; 10:2, 93; 17:80; 26:84; 39:32, 33; 46:16; 54:55 ayetlerinde geçmekte, yaklaşık 150 yerde de isim ve fiil şeklinde geçmektedir.

ı Bu ayet, 5:3 ayetiyle birlikte okunmalıdır. Bu çerçevede Yüce Allah, din adına bir şeyleri eksik bırakmış gibi sanıp onları tamamlamaya çalışmak büyük bir hatadır. Kur’an’ın yanında başka bir kaynağı kabul etmek Kur’an’a iman etmemenin (inanmamanın, güvenmemenin) göstergesidir.

116. Yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.ı Onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar, onlar yalandan başka bir şey de söylemiyorlar.2

ı Bu cümle “çoğunluğun” hakikati temsil etmediğinin delillerindendir. İnsanların çoğu fasıklardır (sapkınlardır).” (5:49). Ayrıca Bkz: 12:103, 106.

2 “Zan” ile ilgili açıklama 49:12 ayetinde yer alır.

117. Senin Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir. O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.

118. O’nun ayetleriyleı iman ediyorsanız (inanıyor ve güveniyorsanız), üzerine Allah’ın adı anılanlardan yiyin.

ı “Ayetleriyle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerini” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

119. Size ne oluyor ki, üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz? Oysaki O, yemek zorunda kaldıklarınız dışında, haram kıldığı şeyleri size ayrıntılı olarak açıklamıştır. Şüphesiz ki bilgisizce, hevalarıyla (arzu ve istekleriyle) (insanları) saptırıyorlar. Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir.

Müslimler, ancak Allah’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram tanımalıdır. Haram etlerle ilgili ayrıntılı açıklama 6:145 ayetinde yer alır.

120. İsm’inı (Allah’ın yasakladığı fiillerin) açığını da gizlisini de bırakın.2 İsm işleyenler, yaptıklarının cezasını (karşılığını) alacaklardır.

ı İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

2 Bu mesaj 7:33 ayetiyle birlikte okunmalıdır. Günahın açık olanı açıktan yapılan veya kötülüğü apaçık olandır; gizlisi ise gizliden yapılan ve kötülüğü sonradan ortaya çıkandır. Bu kapsamda hırsızlık, insan öldürme, zina, yalan, dedikodu, iftira vs. günahlar günahın açığına örnektir. Kalpte işlenen küfür, şirk, inkâr, nifak, kibir, haset, kin, öfke, nefret, kıskançlık gibi günahlar da gizlisine örnektir.

121. Üzerine Allah’ın adı anılmamış olan şeylerden de yemeyin;1 bu fısktır (sapkınlıktır). Şeytanlar (aldatanlar, saptıranlar) sizinle mücadele etmeleri için evliyalarına2 (dostluk, rehberlik ettiklerine) vahyederler (ilham ederler). Onlara uyarsanız müşriklerden olursunuz.3

1 Hayvanları keserken ve/veya etlerini yerken Allah’ın ismini anmalıyız. Hayvanı kesen kişinin o işlem anında Allah’ı anıp anmadığını bilmiyorsak veya keserken unutmuşsak, onu yerken anmalıyız. Bu ayet, genelde yanlış anlaşılmakta ve yabancı ülkelerde yaşayan dindarların lokantalardan etli yemek yememelerine yol açmaktadır.  Oysa bu ayeti 6:145 ve benzeri ayetlerin ışığında değerlendirdiğimizde bu ayetin anlamı netlik kazanır. Bu ayet, Müslim olmayanlar veya dinsizler tarafından kesilen hayvanları haram etmez. Sadece Allah’ın ismini andıkları hayvanları güya Allah’a adadıkları için insanlara haram kılan ve yemek için kestikleri hayvanların helal olması için üzerlerinde “özellikle” Allah’ın ismini anmayan müşriklerin bu uygulamasını protesto etmemizi öğütler. Nitekim 6:119 ayeti buna işaret etmektedir. Kısacası, 6:119-121, 145 ve 22:37 ayetlerini dikkatle okunursa, bu ayetteki yasağın Allah’ın isminin dini amaçlarla özellikle anılmadığı müşriklerin kurbanları hakkında olduğu anlaşılır.

2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

3 Allah’ın söyledikleri dışında, mezhepler ve din adamları tarafından belirlenen beslenme yasakları putperestliği temsil eder.

122. Ölü iken dirilttiğimiz,ı kendisiyle de insanlar arasında yürüyebilmesi için bir nur (ışık) verdiğimiz bir kimse ile karanlıklar içinde kalıp bir türlü çıkamayan kimse eşit olur mu? Kafirlere, yapmakta oldukları şeyler işte böyle süslü gösterildi.

ı Bu ifade ile, vahiysiz bir hayat ölüme; vahyin yaşandığı hayat ise canlılığa benzetilmiştir. Cahiliye karanlığı içinde, gerçeklerden habersiz ve şirk içindeyken Kur’an nuruyla aydınlattığımız, tevhidinancı ile arındırarak doğru yola ilettiğimiz kimse.

123. Aynı şekilde her şehre, orada hile yapsınlar diye en büyük mücrimlerini (sapkınlarını, azılı suçlularını) yerleştiririz.ı Onlar, kendilerinden başkasına da hile yapmazlar, farkında da olmazlar.2

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 44 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (3 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 75:22 (2 kez).

 ı Bu ifade suçluların da yönetici olmalarına fırsat verilmesi şeklinde yorumlanmalıdır. Benzer mesaj: 17:16.

            2 Benzer mesajlar: 2:9; 3:54; 8:18, 30; 13:42; 14:46; 35:10, 43; 40:25; 52:42; 86:15-16.

124. Onlara bir ayet geldiğinde, “Allah’ın resulüne verilenin benzeri bize de verilmedikçe iman etmeyiz.” dediler.ı Allah, risaletini nereye vereceğini (mesajı, elçiliği kime vereceğini) en iyi Bilendir.2 Zalimlere, Allah katında bir aşağılanma, yaptıkları plandan dolayı da şiddetli bir azap vardır.

ı Atalarını ve din adamlarını körü körüne izleyenler tarih boyunca Allah’ın elçilerine karşı çıkmışlar ve tek dayanak olarak hep geçmişi ileri sürmüşlerdir. Yine aynı zihniyette olanlar, Nebimiz Muhammed’in getirdiği biricik mucize olan Kur’an’ı (29:50-51), daha önceki elçilerin mucizeleriyle aynı türde olmadığından dolayı reddetmişlerdir (17:90-93). Aynı kafa, aynı bahaneyle bugün de Kur’an’ın matematiksel mucizesini reddetmektedirler. Nitekim 38:1-15 ayetleri ile 26:1-6 ayetleri yeni mucizeleri kabul etmeyen taklitçileri eleştirir.

2 Bu cümle 2:105,106 ve 43:31,32 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

125. Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi iyice daraltıp sıkıştırır.ı Allah iman etmeyenlerin (inanıp güvenmeyenlerin) üzerine böyle rics2 yağdırır.

ı Bu cümle yükseklere çıkıldığında hava basıncı düşeceği için nefes almanın güçleşeceği gerçeğine işaret eder. Gökyüzüne doğru tırmanırken oksijen oranının azaldığını ve böylece nefes nefese kaldığımızı Kur’an’ın vahyedilişinden asırlar sonra öğrendik.

2 “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

1- Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

2- Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

3- Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

126. Rabbinin sırat-ı müstakimi (dosdoğru olan yolu) işte budur. Öğüt alan bir toplum için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

Kur’an ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

127. Onlar için Rableri katında esenlik yurdu (cennet) vardır, O, onların yapmakta oldukları şeylere de velidir (dost, rehber, koruyup gözeten).

Benzer mesajlar: 2:257; 3:68; 5:55-56; 45:19.

128. Onları hep birlikte mahşerde topladığı gün de “Ey cin1 topluluğu!2 İnsten çok sayıda sahiplenmişsinizdir.” İnsanlardan olan evliyaları (yandaşları, destekçileri) da “Rabbimiz, biz, birbirimizden faydalandık,3 bizim için belirlediğin ecele (ölüm zamanına) de ulaştık.” dediler. Dedi ki: “Allah’ın istemesi dışında kalacağınız yer ateştir, orada kalıcısınız.” Şüphesiz ki Rabbin, Hâkîm’dir, Alim’dir. (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir, her şeyi bilendir)

1 Buradaki cinlerden kasıt, ‘şeytanın taraftarı olan cinlerdir.

            2 “مَعْشَرَ” (me’âşerâ) ifadesi, “topluluk”, “grup”, “cemiyet”, “ordu” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 6:128, 130; 5:33.

3 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

129. Ve böylece zalimlerin bir kısmını, yaptıkları (kötü işler) nedeniyle diğer bir kısmının peşine takarız.

130. “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi kıssa eden (ders almanız için aktaran) ve bu buluşma gününüz hakkında sizi uyaran resuller gelmedi mi?”ı(Evet) Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.”2 dediler. Dünya hayatı onları aldattı, kâfir olduklarına da kendileri şehadet (tanıklık) ettiler.3

ı Bu ayet insanlara olduğu gibi cinlere kendi içerinden elçiler gönderildiğinin apaçık delilidir.

2 Suçluların, “Sen bize gerçeği bildirmedin, bize doğru yolu gösterecek birini de göndermedin. Ve şimdi de bilmeden yanlış yolu tuttuğumuz için de bizi cezalandırmaya kalkıyorsun” şeklinde bir itirazları olmaması için Yüce Allah; hükmünün icrasından önce insanlar ve cinler uyarılsın diye kitaplar ve elçiler göndermektedir. Kafirler de bunu itiraf edecekler ve kendileri de buna tanıklık edecekler.

131. Bu böyledir. Rabbin, halkı gafil (vahiyden habersiz) olan bir beldeyi zulüm ile (haksızlık ederek) helak edecek değildir.

 Bu ayet; 8:33, 11:117 ve 28:59 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Yüce Allah bu ayette, elçilerin gönderilme gerekçesini açıklamaktadır.

132. Herkesin ameline göre derecesi vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.

133. Rabbin Gani’dir (Zengindir, her şey O’nundur), Rahmet (Şefkatli, Lütuf ve İhsan) sahibidir. İsterse sizi yok eder, sonra da sizi başka bir topluluğun soyundan inşa ettiği (yarattığı) gibi, yerinize istediğini getirir.

Benzer mesajlar: 4:133; 5:54; 9:39; 11:57; 14:19; 35:16; 47:38.

134. Size vadedilen gelecektir ve bunu önleyemeyeceksiniz.

Benzer mesajlar: 8:59; 9:2, 3; 10:53; 11:20, 33; 16:46; 24:57; 29:22; 35:44; 39:51; 42:31; 46:32.

135. De ki: “Ey kavmim, elinizden geleni yapın, ben de yapacağım. Bu yurdun sonununı kimin olacağını ileride öğreneceksiniz.” Zalimler felaha (kurtuluşa, saadete) ermezler.

ı Bu ifadeye 13:24 ayetindeki ifadeden dolayı, “Güzel, mutlu son… Övülmeye değer son. Hem dünyada hem de ahirette güzel, övgüye değer, hayırlı son. Cennet” şeklinde anlamlar verilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 6 defa (6:135; 13:22, 24, 42; 28:37) geçmektedir.

136. Ve Allah’ın yaratıp yaydığı ekinlerden ve en’âmdan1 Allah’a bir pay ayırdılar ve zanlarınca dediler ki: “Bu Allah’adır, bu da ortak koştuklarımızadır.”2 O halde Şirk koştuklarına (ilahlarına) ayrılan şey Allah’a ulaşmaz, Allah için ayrılan ise şirk koştuklarına ulaşır.3 Ne kötü hüküm veriyorlar!

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 Müşrikler, her şeye hayat verenin Allah olduğuna inandıkları halde elde edilen mahsulün bir bölümünü de ilahlaştırdıkları ve kendileri için şefaatte bulunacağını sandıkları putlara, türbelere, din adamlarına, liderlerine verirler. Yaptıkları nedeniyle Allah müşrikleri uyarmaktadır. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48’de yer alır.  🔗

3 İlahlarına ayırdıkları payı çoğaltmak ve Allah için işaretlediklerini azaltmak amacıyla başvurdukları hileli yollardan dolayı terslenmektedirler. Bu tür uygulamaların kökünde yatan neden, her iki kutsanmış ürünün farklı yollarıydı. Allah’ın payı dilencilere, yoksullara, yolculara, yetimlere vb. dağıtılırken, ilah edindikleri liderlere ve din adamlarına gidiyor. Muhtaç olanlara ayrılan payı dağıtırken önemsemezler, muhtaçlara saygısızlık ederler. Ancak ilah edindikleri liderleri ve din adamlarına ise özen gösterirler ve en iyisini yapmaya çalışırlar. Bu nedenle de Yüce Allah, yaptıklarını sandıkları o sevabı da boşa çıkarmakla bırakmıyor, yaptıklarını aleyhlerine çeviriyor.

137. Aynı şekilde ortakları (Rab edindikleri), hem onları mahvetmek hem de dinlerini üzerlerine giydirmek (şirk dinlerini kendilerine yakıştırmak) için müşriklerden çoğuna evlatlarını katletmeyi süslü gösterdiler.ı Allah isteseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları uydurduklarıyla baş başa bırak.

ı Dinî liderler ve halkın önderleri, İbrahim ve İsmail Nebinin izleyicileri olduklarını iddia edenler, nebilerin getirdiği saf dine değişik inançlar, ibadetler ve uygulama biçimleri ekliyorlar ve halkın zihinlerini karmakarışık ediyorlar. Bunlardan bazıları recm ve idam cezasıdır. Kur’an’da, zina eden için bir ceza olarak 100 değnek emrederken (24:1-2), putperest yasalar recmedilmesini emreder.  Kur’an; Yönelme dualarını yapmayan, oruç tutmayan veya dinden çıkan (mürted) birine herhangi dünyevi bir müeyyide belirtmezken, yine bu müşrikler bu tür kişileri idam etmeyi şart koşar. 42:21 ayetinde belirtildiği gibi gelenekçiler, Allah tarafından yetkilendirilmemiş bir dini takip ederler. Uluslararası utanç verici bir hadise olan Suudi Arabistanlı bir prensesin, 1978’de, iddia edilen zina sebebiyle idam edilmesi buna bir örnektir.

138. Zanlarına göre de dediler ki: “Bu hayvanlar1 ve ekinler korumaya alınmıştır (kutsaldır)2. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunların da sırtı haram (binilmesi, yük yüklenmesi yasak) hayvanlardır1.” O’na iftira ederek bazı hayvanların2 da üzerine Allah’ın adını anmazlar. O’na iftira atanları, uydurdukları ile cezalandıracaktır (karşılıklarını verecek).

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 “حِجْرٌۭ” (ḥicrun), “engelleme, koruma ve muhafaza etme” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 6:138; 25:22 (2 kez); 25:53 (2 kez); 89:5.

139. Ve dediler ki: “Bu hayvanların karınlarındakiler (yavru) erkeklerimiz içindir, kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü doğarsa o zaman herkes onda ortaktır.”ı Bu yanlış nitelendirmelerinden2 dolayı onları cezalandıracaktır (onlara karşılıklarını verecek). Şüphesiz ki O, Hâkîm’dir, Alim’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir; her şeyi bilendir).

ı Yavrunun ölü doğması durumunda herkesin onda pay sahibi olduğunu ve bu zarara kadınların da ortak olması gerektiğini söylemişlerdir. Müşriklerin kadınlara yönelik düşmanca tavırları bu örnekte açığa çıkmakta, onları alay konusu edinmekte ve böylece hayata dair herhangi bir etkilerinin olmadığını göstermek istemektedirler.

2 “تَصِفُو” (tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

140. Bilgisizlikleri yüzünden akılsızcaı evlatlarını katledenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı Allah’a iftira ederek haram kılanlar hüsrana uğramışlardır. Elbetti ki saptılar, hidayete (kılavuzluğa) erenler de değildirler.

ı Sefih ile ilgili açıklama 4:5 ayetinde yer alır. Allah’ın verdiği rızıkları haram kılan ve Allah’ın ayetlerine aykırı yenilikler icat edip bunları Allah’a atfeden atalar ve dinî liderler de olsa, hiçbir güç onları doğru yolda göstermeye yetmez, yanlış yolda oldular ve bu yolda olmalarının getirdiği sonuçlara da katlanacaklardır.

141. Asmalı ve asmasız bahçeleri, çeşit çeşit hurmaları, zirai ürünleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları inşa eden (yaratan) O’dur. Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasat günü de onun hakkını (hakları olan zekâtı) verinı ve israf etmeyin2. O, israf edenleri sevmez.

ı Zekâtın farz kılındığı ayet budur. Zekât, sözlükte “artma, arındırma; övgü ve bereket” gibi anlamlara gelir.  Yüce Allah, tıpkı salat sözcüğünde olduğu gibi, “zekât” terimine de Kur’an’da yeni anlamlar yüklemiştir. Bunlardan biri de zekât kelimesine; yardıma ihtiyacı olanların, varlıklı kişinin malında bulunan haklarının (paylarının) verilerek söz konusu malın arındırılması anlamının verilmesidir.

Bu ayette (6:141) olduğu gibi, muhtaç olanların, varlıklı kişinin malında bulunan haklarından başka ayetlerde de söz edilmektedir.

Örnek: “Onların mallarında belli bir hak vardır; İsteyenler için ve mahrumlar için.” (70:24,25), “Mallarında, isteyenlerin ve yardıma muhtaçların hakkı vardı.” (50:19).

Mal; alınıp satılan, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan, taşınır ve taşınmaz varlıkların tümü demektir.

Zekât Ne Zaman Verilir?

Çiftçiler: Bu ayette (6:141) belirtildiği gibi, çiftçiler hasat günü zekât vermesi gerekmektedir. Yani, yılda birkaç defa hasat yapıyorsa her defasında elde edilen ürünün zekâtı verilmelidir. Bu ayet, tarımsal ürünlerde, dolayısıyla zekât ve sadaka gibi ekonomik içerikli ibadetlerde “bir yıl” beklenmesi gerektiği şeklindeki görüşleri geçersiz kılmaktadır.

Çalışan, emekli vb: Günümüz insanlarının büyük bir çoğunluğu haftalık veya aylık gelir elde etmektedir. Bu nedenle de gelir elde ettikleri zaman (hafta sonu veya ay sonu) zekâtlarını vermelidirler.

Esnaf ve tüccarlar: Gelir-Gider Durumunu hesapladıkları zaman (hafta sonu veya ay sonu) zekâtlarını vermelidirler.

Zekât Kimlere Verilir?

“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘hayır adına infak edeceğiniz her bir şey; ana-babaya, akrabaya (kardeşler de dahil), yetimlere, miskinlere ve yol oğlunadır. Her ne hayır yaparsanız Allah onu bilir.” (2:215)

Yol oğlu: seyahatte parasız kalmış olanlar, yolda kalmış olanlar, sığınmacılar ve mültecilerdir.

Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Bu kelime Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

 

Zekât, bu ayette belirtildiği sıraya göre verilmelidir. Zekâtın önemi verileceği sınıflar aşağıdaki ayetlerde de geçmektedir.

 “Akrabaya, miskine ve yol oğluna hakkını ver...” (17:26)

 “Akrabalara, miskine ve yol oğluna hakkını ver...” (30:38)

“Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar; akrabalara, miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesin...” (24:22).

Yoksulluk ve muhtaçlık sınırlarının belirlenmesi zamana, kişiye, bölgeye ve ülkeye göre değişiklik göstermektedir. Örneğin Türkiye’de, büyük şehirlerde yaşayan 4 kişilik bir ailenin (gıda, giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık vb ihtiyaçları dahil) yoksulluk sınırının 2023 yılının kasım ayında 45.686 TL (yaklaşık 1575 dolar); muhtaçlık (açlık/gıda harcaması) sınırının ise 14.025 TL (yaklaşık 484 dolar) olduğu belirlenmiştir. Kişilerin zekatlarını verirken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiği kanaatindeyiz.

Zekât Miktarı (oranı) Ne kadardır;

Bu husus ile ilgili olarak üç görüş bulunmaktadır.

1. Görüş: Nebi İbrahim aracılığıyla bize gelen oran, net gelirimizin % 2,5’udur. (Reşat Halife)

2. Görüş: Tevrat’ta zekât oranı 1/10 (onda bir) olarak belirtilmiş ve İbrahim Nebi de bu şekilde vermiştir. (Yasanın Tekrarı 14:22,23; 12:11,17; 26:12).

3. Görüş: Vereceğimiz zekâtın oranı, israf edip kendimizi muhtaç kılmamak veya cimri davranmamak koşuluyla bize bırakılmıştır. (Bakınız: 2:219; 6:141; 17:26, 29)

2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.

142. Hayvanlardan yük taşıyanlar ve (yününden) döşek yapılanlar var. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin, şeytanın (aldatanın, saptıranın) adımlarına da uymayın. O, sizin apaçık düşmanınızdır.

“Şeytanın adımlarına uymayın.” ifadesi, aynı sözcüklerle 2:168, 208 ve 24:21 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.

143. Sekiz çift; koyundan iki, keçiden iki.ı De ki: “O, (bunlardan) iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi yahut iki dişinin rahimlerinde olanı mı?” Doğru sözlü iseniz bana ilimden (bildiğinizden) haber verin.

ı Bu sekiz çift hayvandan; deve, sığır, koyun ve keçi olmak üzere dört çeşit, dişileriyle birlikte toplam 8 çifttir. Deve ve sığır da bir sonraki ayette belirtiliyor. Bu ayetlerde Allah adına “detaylı haramlar” oluşturanlara daha detaylı sorular yöneltilerek ileri sürdükleri haramların uydurma olduğu bildirilmektedir.

144. Deveden1 iki, sığırdan2 iki. De ki: “O, (bunlardan) iki erkeği mi (cinsiyeti erkek olanı mı) haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi yahut iki dişinin rahimlerinde olanı mı?” Yoksa Allah, size böyle vasiyet ettiğine tanık mı oldunuz? Bir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için Allah’a yalan uydurarak iftira edenden daha zalim kim olabilir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.3

            1 Arapça’da, develeri ifade eden genel terim “إبل” (ibil) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 6:144; 88:17. “جَمَل” (cemel) kelimesi ise güzel, süslü ve zarif bir deveyi ifade etmek için kullanılan bir terimdir. “جَمَل” (cemel) kelimesi Kur’an’da 2 kez geçer: 7:40; 77:33.

            2 “بقر” (bakara), Arapça’da genel olarak sığır/inek demektir. “بَقَرَةٌۭ” (bakaratun) kelimesi ise dişi inekleri ifade etmek için kullanılır. Aynı şekilde İbranice’de de “בָּקָ֖ר” (bakar) sığır yani inek anlamına gelmektedir.

3 Günümüzde de cemaatler, tarikatlar ile din üzerinden siyasi, ticari, itibari rant elde edenler ve dini geçim kaynağı haline dönüştürenler, sünnet-hadis adı altında uydurdukları yalanları Allah’a ve Resulüne dayandırmaya çalışıyorlar. Benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 7:37; 10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7.

145. De ki: “Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış1 kan ya da şüphesiz ki rics2 olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla yapılanlar3 (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Ancak kim mecbur kalırsa, azgınlık yapmamak ve haddi aşmadan (onlardan yiyebilir). Şüphesiz Rabbin, Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır; merhamet edendir).4

1 “مُسَافِحِينَ” kelimesi, "açıkça dökmek”, “akıtmak”, “yaymak" anlamına gelen “سَفَحَ” (s-f-h) kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4 kez geçer: 4:24, 25; 5:5; 6:145.  

2 “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

* Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunanlara gelince, onların da ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

* Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

* Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

3 “اُهِلَّ” (uhille) sözcüğü, “çağırmak” ve “yükseltmek” anlamına gelen “ahl” kökünden türetilmiştir. “اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ” (uhille liğayrillâh) ifadesi de “Allah’tan başkası adına çağrılan”, “Allah’tan başkasının adına yapılan” veya “Allah dışında birinin adıyla yapılan” anlamlarına gelir.

4 Bu ayette haram kılınan şeyler 3 ayette daha (2:173, 5:3, 16:115) tekrarlanmaktadır.

 Bunların dışında; kesilmeden önce boğulduğu, vurulduğu, yüksekten düştüğü, boynuzlandığı ve yırtıcı hayvanların yediği hayvanlar ile Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanlar, yapılan yemekler ve ikramlar da haram kılınmıştır. Kandan kasıt da hayvandan akan, akıtılmış kandır; etin içinde sıkışıp kalan değil.

Allah adına “şu yiyecekler haramdır, şunlar helaldir” şeklinde helali haram, haramı da helal göstermeye çalışan din adamları, Kur’an’da insanların en zalimi olarak tanıtılır (6:21, 7:37, 42:21). Allah’ın kolay olan dinini yaşanmaz bir angarya haline dönüştürmek isteyen şeytan, tarih boyunca din adamlarını kullanarak amacına ulaşmıştır.

Bir sonraki ayette (6:146); Yüce Allah, haram kıldığı etler hususunda azgınlıkları (aşırıya kaçmaları) nedeniyle Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları ve sığır ve koyunların iç yağlarının haram kıldığı hükmü göz önünde bulundurulduğunda; Yüce Allah’ın Kur’an’da haram kıldığı etler dışındaki başka etlerin de haram olduğunu iddia edenlere uymak, puta tapmakla eşdeğerdir (6:121,148,150; 7:32).

146. Yahudilere bütün tek tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında bulunan, bağırsaklarındaki ve kemiğe karışan yağlar hariç, sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık.ı Azgınlıkları nedeniyle onları böyle cezalandırdık (onlara karşılıklarını verdik).2 Biz doğru sözlüyüz.

ı Yahudilere yasaklanan tırnaklı hayvanlar, Tevrat, Levililer 11:3-8 ayetlerinde şöyle yazılıdır: “Çatal tırnaklı olup geviş getiren hayvanlardan, şunları yemeyeceksiniz: Deve ve tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir; sizin için kirli sayılır. Domuz, çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez; sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız.”

            2 Benzer bir ifade Sebelilerin cezalandırılmasıyla ilgili olarak 34:17’de de geçmektedir.

147. Seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz Rahim’dir. Musibeti ise mücrim (azılı suçlu) halktan geri döndürülmez.”

            ı “بَأْس” (be’s), “belâ, musibet, zarar, sıkıntı, savaş, mücadele” anlamlarına gelir.

148. Müşrikler diyecekler ki: “Allah isteseydi biz de atalarımız da müşrik olmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de musibetimizi tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: “Bize gösterebileceğiniz bir ilim (ispat, bilgi) var mı? Siz, ancak zanna (varsayıma) uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.”

149. De ki: “Güçlü hüccet1 (argüman) Allah’ındır ve isteseydi sizi hep birlikte hidayete erdirirdi (hepinize kılavuzluk ederdi).”2

1 “حُجَّة” (hüccet), “gerekçe”, “argüman”, “bahane” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:150; 4:165; 6:83, 149; 42:16; 45:25.

2 Benzer mesajlar: 5:48; 6:35,107; 10:99; 11:118,119; 13:31; 16:9, 93; 32:13; 42:8.

150. De ki: “Haydi, Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik eden o şahitlerinizi getirin.” Eğer tanıklık ederlerse, o zaman onlarla tanıklık etme. Ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimselerin ve ahiret günü ile iman etmeyen kimselerin de hevalarına (istek ve arzularına) uyma. Ve onlar (başkalarını) Rableriyle denk tutuyorlar.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.

151. De ki, “Eğer gelirseniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını tilavet ederim (okuyup uyarım). O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ebeveyne de ihsanda (gerekenden daha güzeliyle iyilikte) bulunun. Yoksulluk korkusuyla da evlatlarınızı katletmeyin. Sizi de onları da Biz rızıklandırırız. Fuhşiyatın (her türlü gayrimeşru ve sapık ilişkinin) açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı canı da haksız yere katletmeyin. İşte bunları size vasiyet etti, belki aklederseniz.

Bu üç ayet (6:151-153); 2:83-84, 13:19-25, 17:23-39, 23:1-11, 25:63-77 ve 70:22-35 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Kur’an’daki bu buyruklar, Tevrat, Çıkış, 20:1-17 ayetlerinde yazılı olan ve “On Emir” olarak isimlendirilen emirlerle benzerlik göstermektedir.

Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır.

152. Yetimin malına da rüşt (olgunluk) çağına erişinceye kadar, ahsen (en güzel, en iyi) olan dışında yaklaşmayın.ı Ölçüyü ve tartıyı da adaletle yapın. Biz, kimseye gücünün yetmeyeceğinden fazlasını yüklemeyiz.2 Akrabanız da olsa konuştuğunuz zaman adaleti gözetin. Allah ile olan ahdinize de vefa gösterin. Belki öğüt alırsınız diye size vasiyete bulundu.

ı Benzer mesajlar: 4:2, 6; 17:34.

2 Benzer mesajlar: 2:233,286; 4:84; 5:48; 6:165; 7:42; 23:62; 65:7.

153. Bu, benim sırat-ı müstakimimdir (dosdoğru olan yolumdur); ona uyun. Başka yollara da uymayın ki sizi O’nun (Allah’ın) yolundan ayırmasınlar. Takvalı olasınız (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınasınız) diye bunları size vasiyete bulundu.

154. Sonra Musa’ya, ahsen (en iyi, en güzel) şekilde tamamlanmış, her şeyi ayrıntılı açıklayan,1 hidayet (kılavuz) ve rahmet olarak Kitabı verdik ki Rableriyle buluşacaklarına iman etsinler.

1 Kur’an’daki ayetlerin, bilmemiz gereken her şeyi açıkladığını belirten benzer mesajlar: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

155. Bu da indirdiğimiz mübarek (kutsal, kutsanmış, mukaddes, bereketli) bir Kitaptır. O halde ona tabi olun ve takvalı olun. Umulur ki size merhamet edilir!”

Din adına neyin doğru neyin yanlış olduğunun karmakarışık olduğu ve her kafadan bir sesin çıktığı bir ortamda dinî konularda yanlışlara karşı doğruyu belirleyebilme gücü tarifi imkânsız bir değerdir. Bu nedenle Kur’an’a uyup takvalı yani erdemli ve Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olmanın sonucu ebedi kurtuluştur.

156. Artık siz “Kitap, bizden önce yalnızca iki topluluğa indirildi, biz de onların öğretilerinden gafildik (habersizdik).” diyemezsiniz.

157. Veya ‘Kitap bize indirilseydi, elbette ki biz onlardan daha çok hidayet (kılavuz) bulurduk.’ demeyesiniz diye, bunun için size de Rabbinizden bir beyyine (apaçık delil), hidayet ve rahmet geldi. O halde Allah’ın ayetleri ile1 yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir?2 Ayetlerimizden dolayı yüz çeviren kimseleri, yüz çevirmeleri nedeniyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız (onlara karşılıklarını verecek)

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

2 Benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144; 7:37; 10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7

158. Onlar, ille de kendilerine meleklerin, Rabbinin veya Rabbinin bazı ayetlerinin (delillerinin) gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden (delillerinden) bir kısmının geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanıyla bir hayır kazanmamış olan kimseye, imanı artık fayda sağlamaz.ı De ki: “Bekleyin! Biz de beklemekteyiz.”2

ı Benzer ayetler: 4:18; 10:90,91; 32:29; 34:52; 40:85; 44:13; 47:18

2 En büyük mucizelerden biri (74:30-35) olan Kur’an’ın matematiksel mucizesinin bilgisayar çağına kadar gizli tutulması, Yüce Allah’ın bir planıdır. Konu ile ilgili açıklamalar için 2:1 ayetine bakınız.

159. Dinlerini parçalara bölüp gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır, sonra O, onlara yapmakta olduklarını bildirecektir.

Buradaki hitap Resul’e olsa da tüm müminleri ilgilendiriyor. Tefrika ve ihtilaf ile ilgili açıklama 3:105 ayetinde yer alır.

160. Kim bir hasene (iyilik) ile gelirse ona on katı vardır.1 Kim de bir seyyie2 ile gelirse; kötülüğü oranında karşılık bulur. Ve onlara zulmedilmez.3

 1 Benzer mesajlar: 6:160; 9:121; 16:96, 97; 24:38; 27:89; 29:7; 39:35; 46:16; 53:31.

2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

3 Benzer mesajlar: 2:261, 272, 273; 8:60; 20:27; 16:126; 22:60; 27:89-90; 28:84; 36:54; 39:10; 40:40; 42:40; 73:20; 78:36.

161. De ki, Rabbim beni sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola), hak dine, İbrahim’in hanif milletine (tevhiddinine) hidayet (kılavuzluk) etti; o (İbrahim) da müşriklerden değildi.

162. De ki: “Benim salatım1 ve nusukum2 (Allah’ın benden yapmamı istedikleri) ve hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

ı Nusuk ile ilgili açıklama 2:128’de yer alır.

163. O’nun ortağı yoktur. Ben, bununla emrolundum ve ben teslim olanların (Müslimlerin) ilkiyim (öncüsüyüm).”

164. De ki: “O, her şeyin Rabbiyken, Allah’ın dışında Rab mı arayayım!” Herkesin kazancı yalnız kendinedir ve hiç bir yükümlü başkasının yükünüı yüklenmez.2 Ardından dönüşünüz Rabbinizedir; ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

ı Vizr: Günah, yük, borç (Açıklama için bakınız:6:31)

2 Kimse, başkasını sorumluktan kurtaramaz. Kimse, kimsenin sorumluluğunu yüklenemez; ancak başkasını saptıran saptırdığı kişinin suçuna ortak olur.  Benzer mesajlar: 2:134, 141, 272, 286; 6:52; 16:25; 17:13-15; 31:33; 35:18; 39:7; 41:46; 45:15; 53:38-39; 99:7,8.

165. Sizi de yeryüzünün halifeleri (sorumluları, temsilcileri) yapan verdiği şeylerle (nimetlerle) sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle yükselten O’dur. Rabbin, cezası (karşılığı) hızlı olandır. Şüphesiz ki O, Gafur’dur, Rahimdir (günahları örten ve bağışlayandır merhamet edendir).

Bu ayette üç gerçek ortaya konmaktadır:

1) Kâinattaki her şey Allah’ındır. Benzer mesajlar: 2:30; 35:39.

2) Emanetlerle ilgili olarak Allah, halife olarak atadığı insanlara farklı mertebeler vermiş ve bazılarını bazılarından daha iyi donatmıştır. Buna paralel olarak, Allah’ın, insanlara verdiği güç ve yeteneklerde de farklılık vardır. Benzer mesajlar: 2:233, 286; 4:84; 5:48; 6:152; 7:42; 23:62; 65:7.

3) Yüce Allah, insana emanet edilen tüm şeylerin, insanların sınanması için olduğunu açıkça belirtmektedir. Her insanın kendisine verilen emanete nasıl davrandığı, onlardan ne ölçüde yararlanabildiği, güç ve yeteneklerini nasıl kullandığı eksiksiz olarak kaydedilmektedir. Bu imtihanın sonucu da kişinin ahiretteki mertebesini belirleyecektir.