Sure, Mekke döneminde Uhud Savaşı’ndan sonra inmiştir ve nüzul
sırasına göre 108. suredir. Adını, 4’üncü
ayette geçen “saff” kelimesinden alır. Sure 14 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Göklerde
ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih1 etti.
Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde
yöneten mutlak güç sahibidir).2
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
2 Bu ayet 59:1’de de tekrarlanmaktadır.
2. Ey
iman edenler! Neden yapmıyor olduğunuz şeyi söylüyorsunuz?
3. Yapmıyor
olduğunuz şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük1 bir
nefret nedenidir.
1 “كَبُرَ”
(keburâ), "Büyük geldi" ya da "ağır geldi" anlamına gelir.
Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 6:35; 10:71; 18:5; 40:35; 42:13; 61:3.
4. Şüphesiz
ki Allah kendi yolunda kenetlenmiş yapılar1
gibi saf tutarak çarpışanları sever.
1 Bu sözcük, “ب ن
ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”,
“bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da,
bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez);
37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.
5. Musa,
kavmine “Ey kavmim! Benim, Allah tarafından gönderilen resulü olduğumu
bildiğiniz hâlde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti.ı Saptıkları zaman, Allah
da kalplerini saptırdı. Allah fasık bir topluluğu hidayete erdirmez.
ı İsrailoğullarının,
Musa’nın, Allah’ın resulü olduğunu ve kendilerine onca ihsanda bulunduğunu
bilmelerine rağmen, yine de onu incittikleri ve defalarca ona ihanet ettikleri
Kur’an’da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu husus için Bkz: 2:51, 55, 60, 67,
71; 4:153, 5:20, 26; 7:138, 141, 148, 151; 20:86, 98. Tevrat’taki örneklerden
birkaçı için Bkz: Çıkış, 5:20, 21, 14:11-13, 16:2-3, 17:3-4; Sayılar, 11:1-15,
14:1-10, 16:1-50, 20:1-5.
Bu
hadiselere işaret edilmekle ve İsrailoğullarının kendi elçilerine davrandıkları
gibi, Müslimlerin de kendi elçilerine aynı şekilde davranmamaları hususunda
uyarılmışlardır.
6. Meryem
oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Ben size önümdeki Tevrat’ı tasdik edici (doğrulayıcı),
benden sonra gelecek ve ismi Ahmed (övgüye daha layık) olan resulü de müjdeleyici
olan Allah’ın resulüyüm.” dedi. (Muhammed) Kendilerine beyyinelerle (apaçık
kanıtlarla, mucizelerle) geldiği zaman da “Bu apaçık bir sihirdir!” dediler.
Bu gerçek, Tevrat’ta şöyle yer alır:
(Musa dedi ki), “Yücen Olan Yahve size aranızdan, kendi kardeşlerinizden benim
gibi bir nebi çıkaracak (onu dinlemelisin)” (Tekrar, 18:15) “Onlara kendi
kardeşleri arasından senin gibi bir nebi çıkaracağım; sözlerimi onun ağzından
bildireceğim, kendisine emredeceğim her şeyi onlara anlatacak.” (Tekrar, 18:18)
İncil’de ise şöyle geçmektedir: “Aslında
size daha çok söyleyeceklerim var, fakat şu anda bunları kaldıramazsınız. Ancak o, hakikat ruhu gelince, her hakikati
anlamanız için size yol gösterecek. Çünkü o kendiliğinden konuşmayıp
duyduklarını söyleyecek ve size ilerideki şeyleri bildirecek. O beni yüceltecek, çünkü benden aldıklarını
size aktaracak.” (Yuhanna, 16:12-14), (İsa şöyle dedi), “Bu yüzden, şunu bilin,
Allah’ın krallığı sizden alınacak ve meyvelerini yetiştirecek bir millete
verilecek.” (Matta, 21: 43) “… Mademki sen Mesih, İlya veya o nebi değilsin,
neden vaftiz ediyorsun?” (Yuhanna, 1:25)
7. İslam’a
çağrıldığı hâlde Allah’a yalan uydurandan
daha zalim kim olabilir?ı Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez.
ı Benzer
mesaj benzer ifadelerle şu ayetlerde tekrarlanmaktadır: 3:94; 6:21, 93, 144,
157; 7:37; 10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32.
Günümüzde
de cemaatler, tarikatlar, dini ekoller ve din üzerinden siyasi, ticari, itibari
rant elde edenler, kısacası dini geçim kaynağı haline dönüştürenler, sünnet ve
hadis adı altında uydurdukları yalanları Allah’a dayandırmaya çalışıyorlar.
8. Allah’ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.ı Kâfirler istemeseler de
Allah nurunu tamamlayıcıdır.
ı
Benzer mesajlar: 9:32; 14:9; 71:7.
9. Müşrikler
hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidayet (kılavuz)
ve hak (doğru, gerçek) din ile gönderen O’dur.
Ayetteki “dini bütün dinlere üstün kılmak”
ifadesiyle Yüce Allah, Resulü görevlendirmesinin gerekçesini ortaya
koymaktadır. Çünkü 3:19, 83 ve 85’te de belirtildiği gibi, Allah katında tek
din İslam’dır. Bunun dışındaki din edinme arayışları kabul edilmeyecektir.
Bu ayet, 9:33 ayetinde
de tekrarlanmaktadır.
10. Ey
iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
“Ticaret”
özetle; kişinin mal, vakit, emek, zihin ve yeteneklerini ortaya koyarak kâr
elde etmesidir. 9 ve 10’uncu ayetlerde belirtilen alışverişin bir benzeri de 9:111
ve 112’nci ayetlerde şöyle ele alınmıştır: “Allah, müminlerden, canlarını ve
mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da (Allah’ın) hak
olan vaadidir. Ahdine Allah’tan daha vefalı kim olabilir ki! Onunla yapmış
olduğunuz bu alışverişiniz için sevinin. Büyük kurtuluş işte budur. Onlar tevbe
edenler, ibadet edenler, hamd edenler, arayanlar, rükû edenler, secde edenler, maruf
ile emredip münkerden alıkoyanlar ve Allah’ın hududunu koruyup gözetenlerdir.
Müminleri müjdele!”. Bu ayetlerle, kurtuluşa erebilmenin, fedakarlıklara bağlı
olduğuna dikkat çekilmektedir.
11. Allah
ve resulü ile iman edersiniz (onları aracılığıyla inanır ve güvenirseniz).
Mallarınız ve canınız ile de Allah yolunda cihad edersiniz. Bu sizin için hayırlı olandır, eğer
bilirseniz!
12. Suçlarınızı1
bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve adn cennetlerindeki meskenlere
yerleştirir. Âzîm (muazzam) kazanç işte budur.
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
13. Seveceğiniz
başka bir şey daha var; Allah’tan yardım ve yakın bir fetih (zafer).
Müminleri müjdele!
14. Ey
iman edenler! Meryem oğlu İsa’nın, Havarilere dediği gibi sizler de
Ensarullah (Allah’ın yardımcıları) olun!
(İsa) “Ensarullah kimlerdir?” diye sordu. Havariler de “Ensarullah
bizleriz!” dediler. İsrailoğullarından bir grup iman etti, bir grup ise inkâr
etti (küfrü seçti). Biz de müminleri düşmanlarına karşı destekledik.
Böylece üstün gelenlerden olarak sabahladılar1.2
1 "صَبَاح"
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. "صَبَاح" (sabah) kelimesi, Kur’an’da 41
kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94;
15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37;
30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21;
74:34; 81:18; 100:3.
2 Bu
ifadeden de anlaşıldığı gibi insanları topyekûn değerlendirmek doğru değildir.
Çünkü içlerinden kötüler olduğu gibi iyiler de çıkmaktadır.