8. ENFÂL SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde, Bedir Savaşı’ndan sonra inmiştir ve nüzul sırasına göre 88. suredir. Adını, ilk ayette geçen “enfâl” (ganimetler) kelimesinden alır. Sure 75 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Sana enfalıı soruyorlar. De ki: “Enfal, Allah ve Resul’ündür. Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının) ve aranızdaki hali düzeltin, müminler iseniz Allah’a ve Resulüne de itaat edin.

ı Enfal; nfl (nafile) kökünden gelmektedir. Mastar olarak; karşılıksız vermek, bağışta bulunmak anlamına gelmektedir. Nfl; zorunlu yapılması gereken bir şeye, ayrıca gönüllü olarak fazladan ilave yapmaktır. Savaşta elde edilen ganimetler, savaşın değeri/önemi yanında, ancak nafile türünden bir öneme sahiptir. Bu kavramla yapılan vurgu; savaşın, ganimet için değil cihat maksadıyla yapıldığınadır. Sözcük olarak, Türkçede “boş” anlamında kullanılan nafile sözcüğü, Kur’an yukarıda verilen anlamda kullanmaktadır.

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve Resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

2. Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir ve kendilerine O’nun ayetleri tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) imanları artar ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.

Tevekkül; birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme anlamına gelir.  Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene de vekil denir. El-Vekil, Allah’ın isimlerinden biridir. Terim olarak “bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan” manasına gelmektedir.

Tevekkül ile ilgili şu üç hususun bilinmesi gerekmektedir:

Birincisi; insanın, Allah’ın yol göstermesine (hidayetine) tam bir teslimiyetle güvenip, dayanması ve O’nun tüm hakikati bildiğine inanmasıdır. Ahlaki kaideler, helâl ve haramın sınırları, yeryüzünde yaşamanın kural ve prensipleri, kısaca Allah’ın koyduğu tüm kanunların hak olduğunu bilmek ve onları uygulamakla insan felaha ulaşır.

İkincisi; insan Allah’tan başkasına tevekkül etmemeli, kendi kuvvet, kabiliyet ve imkanlarına güvenmemelidir. İnsan, dünyada da ahirette de başarının sadece Allah’ın yardım ve inayetiyle olacağına inanmalıdır.

Üçüncüsü; Allah’ın vadettiği şeyler, ancak Allah’a tevekkül edip, iman eden ve salih amel işleyen kimseleredir. Tevekkül eden kimseler, Allah’ın helâl kıldığı yollarda rızıklarını ararlar. Bu yüzden sıkıntılarla karşılaşsalar bile hak yolda yürümekte ısrar ederler. Sadece iman ettiğini söylemek, ancak, Allah’a güvenmeden ve O’na tevekkül etmeden ve helâl haram sınırını hesaba katmadan rızık kazanmaya çalışmak, Allah’ın yukarıdaki vaadini elde etmeye yetmez.

Kur’an’da ‘tevekkül’ kavramı, 40 ayette değişik fiil kalıplarında, 4 ayette de mütevekkil şeklinde yer alır. Vekil kelimesi ise, çoğu Allah’ın sıfatı şeklinde 24 yerde geçer.

3. Onlar, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar1, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak (karşılıksız olarak yapılan yardım, harcama, destek) ederler.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

4. İşte onlar, hak (doğru, gerçek) olan müminlerdir. Onlar için Rableri katında dereceler, mağfiret (bağışlanma) ve kerim (bol, değerli)1 bir rızık vardır. (Benzer mesajlar: 2:2-5; 27:1-3; 31:1-5)

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

5. Rabbin hak (bir amaç) uğruna seni evinden çıkardı. Oysa müminlerden bir kısmı bundan hoşlanmamıştı.

 Bedir Savaşı, Miladi 624 yılında oldu. Suriye’den dönmekte olan kervan 30-40 kişi tarafından korunuyordu ve içinde Amr bin As gibilerin de bulunduğu Ebû Süfyan komutasındaydı. Müslimleri yurtlarından çıkarmış ve mallarına el koymuş olan Kureyşlilerden öç almak için bu durum çok önemli bir fırsat oluşturmuştu. Müslimlerin 300 veya 310 kişilik bir orduyla kervanı vuracağı haberi kervana ulaşmıştı. Bunun üzerine Ebû Süfyan, kervanı sahile yönlendirerek Mekke’den yardım talebinde bulunmuştu. Bunu duyan Kureyşliler, 1000 kişilik silahlı bir orduyla kervanı korumak için yola çıktı. Durumu öğrenen Müslimler, artık 30-40 kişinin değil, kendilerinden üç kattan daha fazla yani 1000 kişilik güçlü bir orduyla savaşacaktı. Böyle bir savaş için hazırlıklı olmayan İslam ordusunda, savaşa girmekten çekinenler vardı. Ancak ileri gelen Müslimler, Allah’a ve Resulüne sonsuz güven duyduklarını ve ölünceye kadar resulün yanından ayrılmayacaklarını söyleyerek tereddütleri bertaraf ettiler. Bedir’de, işte böyle bir ortamda savaş yapıldı.

İki ordu, Bedir’de karşı karşıya geldi. Allah’ın yardımıyla da Müslimler, Kureyş ordusunu bozguna uğratarak büyük bir zafer kazandı. Müşriklerin 70 tanesi öldürüldü ve bir o kadarı da esir alındı.

6. Hak (gerçek, hakikat) açığa çıktıktan sonra bile, sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi sana karşı mücadele1 ediyorlar.

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

7. Allah, iki gruptan (kervan ve Kureyş ordusundan) birinin sizin olacağını vadediyordu. Şüphesiz ki sizler ise şevketsiz olanın (güçsüz, meşakkati olmayan kervanın) sizin olmasını arzuluyordunuz1. Allah ise kelimeleriyle (sözleriyle, ayetleriyle) hakkı gerçekleştirmek ve kafirlerin ardını (devamını) kesmek istiyordu.

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

8. Bu, mücrimlerin (azılı suçluların) hoşuna gitmese de hakkı ortaya çıkarmak, batılı da ortadan kaldırmak içindi.

9. Rabbinizden yardım dilediğinizde, O da “Ben, birbiri ardınca bin melek ile sizi destekleyeceğim1.” diye karşılık vermişti.

1 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “artıracağım, destekleyeceğim” anlamlarına gelir.

10. Allah, bunu, sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yaptı. Allah’ın katından da başka nusret (zafer verecek) yoktur. Şüphesiz ki Allah, Aziz’dir, Hâkîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

11. O, katından bir güvence olarak sizi hafif bir uyku kuşatmıştı1. Onunla, sizi arındırmak, şeytanın (aldatanın, saptıranın) riczini2 sizden gidermek, kalplerinizi bağlamak (güçlendirmek) ve onunla ayakları sabit kılmak (onları pekiştirmek, adımlarınızı sağlamlaştırmak) için üzerinize gökten su (yağmur) indirmişti.

1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

2 “رِجْز” (ricz) sözcüğü “azap”, “ceza”, “sıkıntı” anlamlarına gelir. “Ricz” sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 10 kez geçer: 2:59; 7:134 (2 kez), 135, 162; 8:11; 29;34; 34:5; 45:11; 74:5.

Açıklama: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir.

12. Rabbin, meleklere, “Ben sizinleyim, öyleyse iman edenleri pekiştirin (cesaretlendirin). Kâfirlerin yüreğine şiddetli korku1 salacağım. “Boyunlarına2 vurun!” ve “tüm parmaklarına vurun!” diye vahyediyordu (bildiriyordu).3

1 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”, "şiddetli korku" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.

            2 “(أَعْنَاق)” (‘ânâk) sözcüğü, “boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33; 40:71.

3 Bu surenin 11 ve 12’nci ayetlerinde Yüce Allah’ın müminlere nasıl yardımda bulunduğuna dair bilgiler verilmektedir. Savaş hukuku, 60:8-9 ayetlerinde bildirilen genel prensipler doğrultusundadır.

13. Bu, onların, Allah’a ve Resulüne karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah’a ve resulüne karşı gelirse; şüphesiz ki Allah, cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.

14. Şimdi onu tadıverin. Şüphesiz ki kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) için ateş azabı da vardır.

15. Ey iman edenler! Toplu hâlde kâfirlerle karşılaşırsanız onlara arkanızı dönmeyin (kaçmayın)!

16. Savaşmak için bir harfe (tarafa, kenara) çekilmek veya kendi grubuna katılmak amacı dışında, kim o gün arkasını dönerse; Allah’tan, gazabı üzerine çekmiştir. Onun varacağı yer Cehennemdir ve o, ne kötü bir varış yeridir.

Allah, savaş ortamından kaçmayı yasaklamakta ve bunun iki istisnası olabileceğini ifade etmektedir. Arkasını dönenler, yeni savaş planı kurmak veya kendi grubuna katılmak dışında kim geri dönüp kaçarsa, onlar için ilahi gazabın olacağını haber vermektedir.

Tevrat’ta şöyle buyuruluyor: “Düşmanlarınla savaşmak üzere sefere çıktığında karşında atlar, savaş arabaları ve senden kalabalık bir ordu görürsen onlardan korkmayacaksın. Çünkü seni Mısır diyarından çıkaran İlahın Yahve seninledir.  Savaşa gireceğin zaman kâhin halkın yanına gelip onlara seslenecek.  ‘Dinle ey İsrail! Bugün düşmanlarınızla savaşa giriyorsunuz. Yüreksiz olmayın. Korkmayın, telaşa kapılarak kaçmayın, onlardan gözünüz yılmasın.’ diyecek” (Yasa’nın Tekrarı 20:1-3)

17. Gerçek şu ki onları siz katletmediniz, Fakat onları Allah katletti. Fırlattığın1 zaman da sen fırlatmadın1, Fakat Allah fırlattı1. Allah, müminleri hasen (iyi, güzel) bir sınavdan geçirmek için bunu yaptı. Şüphesiz ki Allah, her şeyi İşitendir ve Bilendir.2

1 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي” (r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.

2 Allah ile iman etmek, O’nun belirtiği şekilde iman etmeyi gerektirir. Bunlardan biri de her şeyi O’nun yapıyor oluşudur. Allah’ı tanımadan iman olmaz (23:84-90). Kötü şeyler, Allah’ın kanunlarına uygun olarak bizden kaynaklanır ve Şeytan tarafından gerçekleştirilir (4:78,79; 42:30)

18. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin tuzağını işte böyle boşa çıkarır.

Yüce Allah’ın tuzak kurması veya tuzakları boşa çıkarması bu ayet ışığında anlaşılmalıdır. Benzer mesajlar: 3:54; 6:123; 8:30; 13:42; 14:46; 27:47; 35:10, 43; 40:25; 52:42; 86:15-16.

19. Fetih (galibiyet) istiyorsanız, işte size fetih geldi. Vazgeçerseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Topluluğunuz çok olsa bile size fayda sağlamaz. Şüphesiz ki Allah, müminlerle beraberdir.

20. Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin ve işittiğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.

21. Duymadıkları hâlde “Duyduk!” diyen kimseler gibi de olmayın.

22. Allah katında canlılarını en şerlisi, dilsizler ve sağırlardır.2 Onlar akıllanmazlar.

ı Dabbe ile ilgili açıklama 27:82 ayetinde yer alır.

2 Bu ayette bazı kişilerde var olan bedensel bir engel değil; bilgi ve ibret alınmaması ile ilgili kınama ifadesi yer alır. Benzer bir mesaj, 8:55’te de söz konusu edilmektedir.

23. Allah, onlarda bir hayır (iyilik, doğruluk) olduğunu bilseydi, onlara işittirirdi. Onlara işittirseydi bile (vahiyden) yüz çevirip dönerlerdi.

24. Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi davet ettiğinde, Allah’a ve Resulüne icabet edinı ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına muhakkak girer.2 Şüphesiz O’nun huzurunda da toplanacaksınız.

1 Kur’an’ın ruhları diriltici oluşuyla ilgili benzer mesajlar içeren ayetler için Bkz: 36:69-70; 42:53; 59:21.

2“icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

3 Vahiy, insanın aklına, bilincine ve düşüncesine yön vererek; doğru yola yönelmesine aracı olur. Söz konusu edilen kalp, kan pompalayan organ değil; aklın, düşünmenin ve idrak etmenin merkezidir. Yüce Allah’ın kullarına yakınlığıyla ilgili benzer mesajlar: 2:186; 11:61; 50:16; 56:85; 58:7.

25. Sadece aranızdaki zalimlere isabet etmeyecek bir fitneye2 (sınava) karşı da takvalı olun (sakının) ve bilin ki Allah, şüphesiz cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.

1 Bu kelime, "خ-ص-ص" (ḥa-sad-sad) kökünden türemiştir ve “tahsis etmek, “ayrıcalık tanımak”, “seçmek”, “ayırmak” gibi anlamlara gelir.  Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:105; 3:74; 8:25; 59:9.

2 Fitne; samimiyet sınavı, aldatma, aldatılma, baskı ve zulüm gibi anlamları bulunmaktadır. Ateşte yakmak anlamındaki fetn kökünden türemiştir. “Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kendileriyle kaynaşmış olan değersiz maddelerinden ayrıştırılması, yani saflaştırılması amacı ile yüksek ateşte eritilmesi” işlemidir. Fitne sözcüğü, kişinin samimiyetinin ortaya çıkması için; savaş, baskı, zulüm, zenginlik, yoksulluk, hastalık, ölüm, ün, mevki, mal, mülk gibi konularda tabi tutulduğu samimiyet sınavıdır. Kişinin durumunun arı duru şekilde ortaya çıkmasıdır.

26. Bir zamanlar yeryüzünde sayıca az ve mustazaf (ezilip baskı altında tutulan) kimseler olduğunuzu da hatırlayın. İnsanların, sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. O (Allah), sizi barındırdı ve yardımıyla sizi destekledi, şükredesiniz diye de tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel ve hoş şeyler) ile sizi rızıklandırdı.

27. Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize (sorumluluklarınıza) de ihanet etmeyin.

28. Ve bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız birer fitnedir1 (sınavdır). Âzîm2 (muazzam) ecir3 ise şüphesiz ki Allah’ın yanındadır.4

1 Fitne ile ilgili açıklama 25’inci ayette yer alır.

            2 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

3 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

4 Benzer mesaj: 64:15.

29. Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olursanız; size furkanı verir, kötülüklerinizi de örter ve sizi bağışlar. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir.2

1 Furkan: Hak ile batılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran ölçü demektir. Allah’ın indirdiği bütün kitaplar Furkan’dır. Türkçeye bu kökten ‘fark’, ‘farkındalık’ kelimeleri geçmiştir.

2 “Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Âzîm” ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.

30. Bir zamanlar kâfirler, seni bağlamak (hapsetmek), katletmek veya (yurdundan sürüp) çıkarmak için sana karşı bir plan yapıyorlardı. Onlar bir plan yaptılar, Allah da bir plan yaptı. Allah, plan yapanların en hayırlısıdır.

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

31. Onlara, ayetlerimiz tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) “İşittik! İsteseydik biz de bunun benzerini söyleyebilirdik. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” dediler.

Kafirler, bu sözleriyle büyük bir çelişkide olduklarını göstermişlerdir. Çünkü Kur’an’da meydan okuma ayetleri bulunduğu için böyle bir imkanları olsaydı o meydan okumaya cevap verirlerdi. Bu ayet 2:23-24, 10:38, 11:13, 17:88 ve 52:34 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

32. “Allah’ım, eğer bu, Sen’den gelen bir hak (doğru, gerçek) ise, üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıklı bir azap ver.” de dediler.

33. Sen onların arasında iken Allah, onlara azap edecek değildir. Onlar istiğfar dilerken (bağışlanma dilerken) de Allah, onlara azap edecek değildir.

Bu ayet; 6:131, 11:117 ve 28:59 ayetleri ile okunmalıdır.

34. Onun velisi (dost, rehber, koruyup gözeten) olmadıkları halde ve Mescid-i Haram’a girmeye engel oldukları halde, Allah, onlara neden azap etmesin! İyi bilin ki, O’nun evliyası takvalı olanlardır. Fakat onların çoğu bilmez.

35. Onların, beytin (Kabe’nin) yanındaki salatları (duaları, ibadetleri), ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. O halde inkar ediyor olmanızdan dolayı azabı tadın!

İslam’daki tüm dini pratikler bize İbrahim aracılığıyla geldi; Kur’an vahyedildiği zaman “Teslimiyet”teki tüm ibadet şekilleri halihazırda mevcuttu (21:73, 22:78). Ancak günümüzde olduğu gibi, o zamanın müşrikleri de bunları tahrif etmişti.

36. Kâfirler, Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcıyorlar ve daha da harcayacaklar. Sonra bu, onlara hasret (pişmanlık sebebi) olacak, en sonunda da yenilecekler ve kâfirler cehenneme sürüleceklerdir.

37. Böylece Allah, habisı olanı tayyib (yararlı, temiz, güzel, hoş) olandan seçip ayıklasın, bütün pislikleri de birbiri üzerine yığarak hepsini cehenneme yollasın. Hüsrana uğrayanlar işte onlardır.

ı Habis: Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267 ayetindedir.)

38. Kafirlere (hakkı bildiği halde inkar edenlere, onun üstünü bilerek örtenlere) de ki; eğer vazgeçerlerse geçmiştekiler bağışlanacak. Tekrar (inkâra) geri dönerlerse, evvelkilerin sünneti geçerlidir.

Bu ayetteki “evvelkilerin Sünneti” ifadesi, Allah’ın geçmiş toplumların azgınlıklarına karşı uyguladığı cezalandırma yasasını hatırlatır. Kur’an’da “Sünnet” kelimesi, “yasa” anlamına gelir. Bir tek geçerli Sünnet vardır, o da Allah’ın Sünneti (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Muhammed, Kur’an’dan ayrı bir Sünnete (yasaya) sahip değildi.

39. Fitne (baskı ve zulüm) kalmayıncaya, din (inanç yasaları) de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını görendir.

Bu ayet; 2:190-193, 256, 4:89-91, 9:2-4, 12, 36, 123; 22:39, 60:8-9 gibi ayetlerle okunmalıdır. Bu ayet bir bağlam içerisinde geçmekte ve Müslimlerle savaşan, onları yurtlarından çıkaran ve düşmanlıkta kararlı ve ısrarcı olan, insanları mabetten ve Allah yolundan engelleyen müşrik Mekkelilerle savaşılması gerektiği belirtilmektedir.

40. Ve eğer dönerlerse; bilin ki sizin mevlânız (gözeteniniz, rehberiniz) Allah’tır. Ne güzel1 mevlâdır ve ne güzel1 yardımcıdır.

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

41. İki topluluğun karşılaştığı günde, Furkan (ayrışma) Gününde, kulumuza (hizmetkarımıza) indirdiğimiz ile iman ediyorsanız; bilin ki ganimet olarak aldığınız her bir şeyin beşte biri Allah’a, Resulüne, akrabalara, yetimlere, miskinlere1 ve yol oğluna2 aittir.3 Allah da her şeye Kadir olandır (her şeye gücü yetendir).

1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Bu kelime Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Bu kelime Kur’an’da 15 kez geçer: 2:268, 271, 273; 3:181; 4:6, 135; 9:60; 22:28; 24:32; 28:24; 35:15; 47:38; 59:8; 72:25.

2 Yol oğlu ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer alır.

3 Bu ayet 8:1 ve 59:7-9 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

42. Hani (Bedir savaşında) siz vadinin yakın kenarındaydınız, onlar da uzak kenarındaydılar. Binekler (kervan) ise sizden daha aşağıdaydı. Eğer (savaşmak için mekanda) sözleşmiş olsaydınız, zaman hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz (öyle rast getiremezdiniz), fakat Allah, belirlenmiş bir emri (kararlaştırılmış olan işi) gerçekleştirecekti. Helak olan, apaçık bir beyyine (kanıt) ile helak olsun; yaşayan da apaçık bir kanıt ile yaşasın. Şüphesiz ki Allah da Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

Ayetteki ifadelere göre Müslimlerin vadinin Medine’ye yakın yerinde, muhtemelen olumsuz şartları olan ve kuzeye düşen bir mekânda oldukları, müşriklerin ise öte yakada, muhtemelen bölgenin daha müsait bir yerinde Mekke’ye yakın tarafında ve güney kısımda bulunduğu ifade edilmektedir. Bu arada Ebû Süfyan’ın başında bulunduğu ve Şam’dan dönmekte olan kervanın ise daha aşağıda, sahilde bulunduğu, güney tarafa doğru hareket halinde olduğu hatırlatılmakta, yine de kervanın potansiyel bir tehlike oluşturduğuna dolaylı da olsa dikkat çekilmektedir. Demek ki gerek asker sayısı gerek mühimmat, su kuyularına yakınlık, arazi durumu, gerekse savaş taktiği, araç, gereç, donanım bakımından müşriklerin çok daha avantajlı bir durumu söz konusuydu; çünkü iki taraf arasında gerçekten çok büyük bir üstünlük farkı vardı.

43.  Allah, uykunda onları sana az göstermişti. Onları sana çok gösterseydi, yılgınlığa kapılır ve bu konuda çekişirdiniz. Fakat Allah, selamete (barışa, huzura) çıkardı.  Şüphesiz ki O, göğüslerin içindekini bilendir.

44. Allah’ın takdir ettiği emrin (işin, hükmün) gerçekleşmesi için karşılaştığınız zaman onları size az gösteriyor; sizi de onlara az gösteriyordu. Bütün işler de Allah’a döndürülecektir.

45. Ey iman edenler! Bir topluluk ile karşılaştığınızda sebat edinı ve Allah’ı zikredin (anın) ki, felaha (kurtuluşa, saadete) eresiniz.

ı Sebat edin; kararlı, dirençli ve istekli olun, demektir. Yüce Allah müminlere kendilerine savaş açanlarla savaş ortamında karşılaştıkları topluluğa karşı sebat göstermelerini, dayanmalarını, yılmamalarını emretmektedir. Burada saldırmaktan söz edilmemektedir.

46. Allah’a ve Resulüne de itaat edin, birbirinizle de çekişmeyin. Yoksa yılgınlığa düşersiniz ve rüzgarınız (gücünüz, cesaretiniz) gider. Sabredin, şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

Tefrika ve ihtilaf ile ilgili açıklama 3:105 ayetinde yer alır.

47. Allah’ın yolundan alıkoymak için, çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak1 yurtlarından çıkanlar gibi de olmayın. Allah da onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

1 “riya yapmak, gösteriş yapmak, başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi anlamlara gelen “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş olan “رِئَآءَ” (ri’ae) sözcüğü, “riyakar olanlar, gösteriş yapanlar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.

48. Şeytan (aldatan, saptıran), onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve “Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizinleyim!” demişti. İki ordu karşılaştığı zaman da (şeytan) arkasını döndü ve dedi ki: “Ben sizden uzağım! Ben, sizin göremediklerinizi görüyorum. Elbette ki Ben, Allah’tan korkarım. Allah da cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.”

49. Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, “Bunları dinleri aldatmış1.”2 diyorlardı. Kim Allah’a tevekkül ederse,3 Şüphesiz ki Allah, Aziz’dir, Hâkîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

2 Yüce Allah, Mekkeli müşriklere karşı savaşa çıkan Müslimlerin yanında bulunan münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların sözlerine yer vermektedir. Onlara göre İslam, yani Muhammed’in öğretileri o Müslimleri aldatmaktaydı.

3 “Tevekkül” ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

50. Kafirleri vefat ettirdiklerinde, meleklerin onların yüzlerine ve sırtlarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” derlerken bir görsen!

Ölüm melekleriyle ilgili benzer kullanımlar için Bkz: 4:97; 6:61, 93; 7:37; 16:28, 32; 47:27

51. Bu, kendi ellerinizin önden gönderdiklerinin neticesidir. Şüphesiz ki Allah, kullarına zulmedecek (haksızlık edecek) değildir.

52. Firavunun yandaşlarının1 durumu gibi ve onlardan öncekilerin durumu gibi, Allah’ın ayetleri ile2 küfrettiler (hakkı örttüler). Bunun üzerine Allah da onları gğnahları3 nedeniyle yakaladı. Şüphesiz ki Allah Kaviy’dir (Güçlüdür), cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

2 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, firavun ve yandaşlarının kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan birer “müşrik” olduğu ve Allah’ın ayetlerini (muhtemelen Yusuf Nebi’ye indirilmiş olan ayetleri) kendilerince delil göstererek Musa’ya indirilmiş vahye karşı çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini” şeklinde yanlış  çevrildiğinde ise, firavunun ve yandaşlarının Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç haberdar olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

3 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

53. Bu böyledir. Şüphesiz ki bir toplum kendisini değiştirmedikçe (buna gayret etmedikçe); Allah, onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir.1 Şüphesiz ki Allah, Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

1 Benzer mesaj: 13:11

54. Bu, firavunun yandaşlarının ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. Allah’ın ayetleri ile1 yalanlamışlardı. Bunun üzerine onları günahlarıyla helak ettik ve firavunun yandaşlarını suya batırdık2. Hepsi de zalim idi.

1 “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, firavun ve yandaşlarının kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan birer “müşrik” olduğu ve Allah’ın ayetlerini (muhtemelen Yusuf Nebi’ye indirilmiş olan ayetleri) kendilerince delil göstererek Musa’ya indirilmiş vahye karşı çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini” şeklinde yanlış  çevrildiğinde ise, firavunun ve yandaşlarının Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç haberdar olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. Bu ayete göre benzer durum önceki kavimler için de geçerlidir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

2 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

55. Allah’ın yanında canlılarını en şerlisi şüphesiz ki kâfirlerdir. Onlar, iman etmezler.

 ı Dabbe ile ilgili açıklama 27:82 ayetinde yer alır.

56. Kendileriyle ahit (antlaşma) yaptığın halde, her defasında ahitlerini bozarlar. Onlar takvalı davranmazlar (Allah’ın emirlerine uymaz, yasaklarından da kaçınmazlar).

57. Savaşta onları yakaladığın zaman da onları darmadağın et ki geride kalanlar ibret alsınlar.

58. Ve eğer bir topluluğun ihanetinden korkarsan, o zaman onların yaptığı gibi (anlaşmayı) boz1. Şüphesiz ki Allah, hainleri sevmez.

            1 “نَبَذَ” (nebeze) kelimesi, “bozmak”, “dağıtmak”, “fırlatmak” anlamlarına gelir.

59. Kafirler de önde olduklarını1 sanmasınlar. Şüphesiz ki onlar aciz bırakamazlar.2

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

2 Benzer mesajlar: 6:134; 9:2, 3; 10:53; 11:20, 33; 16:46; 24:57; 29:22; 35:44; 39:51; 42:31; 46:32.

60. Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve at hazırlayın. Böylece, bunlarla hem Allah’ın düşmanını hem sizin düşmanınızı hem de onların dışında sizin bilmediğiniz, ancak Allah’ın bildiği düşmanları yıldırırsınız.ı Allah yolunda ne infak (karşılıksız olarak yapılan yardım, harcama, destek) ederseniz, size eksiksiz ödenir, hiçbir haksızlığa da uğratılmazsınız.2

ı Bu emir, düşmana karşı saldıran olmayı değil, hazırlıklı olmayı içerir. Yüce Allah düşmanlara karşı güç hazırlamanın gerekliliğine değinmekte ve tarihsel şartları içeren, ancak bütün zamanları kapsayacak evrensel bir hükme değinmektedir. Savaş atları ile ilgili mesajı günümüze uyarladığımız zaman, “savaş uçak, füze, elektronik silahlar vb. şeyler yapın, bulundurun.” olarak anlaşılmalıdır. Bu ayette geçen bizim bilmeyip Allah’ın bildiği düşmanlar” ifadesi ile ilgili olarak, biz insanların bilmediği ancak sadece Allah’ın bildiği düşmanlar hakkında akıl yürütmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz.

2 Konuyla ilgili ayetlerden anlaşılıyor ki iyiliğin ödülü “en az” o iyilik kadar, hatta sınırsız olabilir. Kötülüğü karşılığı ise affedilmezse “en fazla” o kötülük kadardır. Benzer mesajlar: 2:261, 272, 273; 6:160; 8:60; 20:27; 16:126; 22:60; 36:54; 39:10; 42:40; 73:20; 78:36.

61. Ve eğer selme (barışa) yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a tevekkül et (güven ve dayan). Şüphesiz ki O, semiul-alim’dir (her şeyi bilip işitendir).

62. Ve eğer seni aldatmak isterlerse; sana Allah yeter. O (Allah), seni, yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.

Bu ayet ile 33:43 ve 33:56’daki ifadeler; Yüce Allah’ın ve meleklerinin, müminlere ve Muhammed’e salat etmesinin “destek vermek” anlamına geldiğinin delilidir.

63. Onların da kalplerini uzlaştırdı. Yeryüzündeki her şeyi infak etseydin, yine de onların kalplerini kaynaştıramazdın. Fakat Allah, onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, Aziz Hakîm olandır (Mutlak güç ve otorite sahibi olan, Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

64. Ey nebi! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter!

65. Ey nebi! Müminleri savaşmaya teşvik et! Sizden sabreden (baskılara dayanan ve yılmayan) yirmi (kişi), iki yüze galip gelirler. Sizden yüz olursa, kâfirlerden bine galip gelirler. Çünkü onlar, anlamayan bir toplumdur.

66. Şüphesiz ki Allah, sizde zayıflık olduğunu bildi ve yükünüzü şimdi hafifletti. Artık, sizden sabreden yüz (kişi), iki yüze galip gelirler. Sizden bin olursa, Allah’ın izni ile iki bine galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir.

Bu iki ayet arasında nesh yani “hüküm iptali” yoktur. Kaliteli olan az sayıdaki mümin grubun bu özellikte olmayan çok sayıdaki insanlara galip gelebileceği göstermekte ve savaşan sayısı yarıya gelse de savaştan kaçılmaması gerektiğini hükme bağlanmaktadır. Benzer mesajlar: 2:249; 8:19; 9:25.

67. Yeryüzünde ağır basmadıkça (galip gelmedikçe), bir nebiye esir1 almak yakışmaz. Siz, dünya malını istiyorsunuz; Allah ise ahireti istiyor.2 Allah da Aziz, Hakîm olandır.

1 “اَس۪يراً” (esir) kelimesi, bir şeye veya birine bağımlı olmuş, teslim olmuş kişiye “esir”, tutsak” denir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:85; 8:67, 70; 33:26; 76:8, 26.

2 Bu ayet ile Müslimlerin, fidye almak amacıyla esir edinme şeklindeki dünyalık kazanç peşinde olmaları kınanmaktadır. Bu ayet, kölelik kurumunun bitirilmesi için en önemli ilkeyi içermektedir. Ayrıca esirlerin bedelli veya bedelsiz bırakılmaları (47:4), durumu müsait olanlarla özgürlük sözleşmesi yapılması (24:33), iman etmiş erkek veya kadın kölelerin müşrik erkek ve kadınlardan hayırlı olduğu ifade edilerek onlarla evlenerek özgürlüklerine kavuşturulmaları teşvik edilmektedir (2:221). Bazı kefaret uygulamalarında da bazen ilk sırada olmak üzere seçenek olarak sunulması (4:92; 5:89; 58:3), sadaka verilecek sekiz gruptan biri olması (9:60), iyilik ve takvada onlara yardımın öne çıkartılması (2:177; 4:36; 24:33) ve akabe denen sarp yokuşu aşmanın ilk uygulaması olarak belirlenmesi (90:13) hususu da hatırlanmalıdır.

68. Eğer Allah’tan önceden geçmiş1 bir kitap (yazı, hüküm) olmasaydı, aldıklarınız (fidye ve ganimet) hakkında size âzîm (korkunç) bir azap temas ederdi.

            1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

69. Artık aldığınız ganimetten, helal ve tayyib (temiz, güzel, hoş) olarak yiyin, Allah’a karşı da takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının). Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayan, merhamet edendir).

70. Ey nebi! Elindeki esirlere de ki: “Eğer Allah, kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse; size, sizden alınandan daha hayırlısını verir, sizi de bağışlar. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir.

Yüce Allah, Bedir savaşı sonrasında Müslimlerin ellerinde bulunan esirlerle ilgili olarak Muhammed’in onlara bir hakikati iletmesini emretmektedir. Bu çerçevede Yüce Allah onların kalplerinde hak ve hakikate yani imana ve İslam’a dair bir meyil olduğunu bilirse, Bedir’de kaybettiklerinden, verdikleri fidyelerden, ellerinden alınmış olan mal, servet ve ganimetlerden, yitirdikleri itibarlarından çok daha hayırlılarının kendilerine verileceği bildirilmektedir. İşte bu ifade, savaşta ele geçirilen tutsakların öldürülmemesi gerektiğinin en net gerekçesini ortaya koymaktadır.

71. Ve eğer sana ihanet etmek isterlerse (şaşırma); (Allah) onlardan bazılarını (Allah) mekin kıldığındaı da Allah’a ihanet etmişlerdi. Bunun üzerine Allah, onlara karşı sana olanaklar verdi. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi Bilendir, Lehte ve aleyhte hak ile, hikmet ile hüküm verendir).

            ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

72. İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ve koruma altına alanları ve yardım edenler, işte onlar birbirlerinin velisidir (dost, rehber, koruyup gözetendir). İman edip de hicret etmeyenlere gelince; hicret edinceye kadar onların velayetinden size bir şey (sorumluluk) yoktur. Eğer din konusunda senden yardım isterlerse, (yardım talepleri) aranızda ahit (antlaşma) bulunan bir topluluğa karşı da değilse, o zaman yardım etmek üzerinize borçtur.2 Ve Allah yapmakta olduklarınızı Görendir.

            ı “ءَاوَوا۟” (âvâv) sözcüğü, “birini bir yere yerleştirmek”, “birine barınak sağlamak” veya “korumak” anlamlarına gelir.

2 İslam, fetih hareketlerinin dayandığı ayet budur ve dünyanın neresinde bulunursa bulunsunlar, eğer Müslimler herhangi bir baskı altındaysa ve diğer Müslimlerden yardım istemişlerse, onlara yardım etmek bir dini bir sorumluluktur ve kendilerine mutlak surette yardım edilmelidir.

73. Kâfirler de birbirlerinin evliyalarıdır (yoldaş, gözetici, kılavuz). Eğer bunu yapmazsanız (bu buyruklara uymazsanız), yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.

74. İman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler1 ve koruma altına alanlar ve yardım edenler, işte onlar hak (doğru, gerçek) müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve kerim (değerli, bol)2 bir rızık vardır.

1 ‘Cihad’ sözcüğü ile ilgili açıklama 4:95 ayetinde yer alır.

                2 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

75. Sonradan iman edip hicret edenler ve sizinle cihat edenler; işte onlar sizdendir. Allah’ın Kitabında rahim sahipleri (yardım etme ve destekleme konusunda) önceliklidir.ı Şüphesiz ki Allah, her şeyi Bilendir.

            ı Benzer mesaj: 33:6.