23. MÜMİNÛN SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 74. suredir. Adını, bütün müminlerde bulunması gereken özelliklerin anlatıldığı ilk ayetlerden almıştır. Sure 118 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Müminler felaha (kurtuluşa ve saadete) erdi.

2. Onlar, salatlarında1 huşu (derin saygı ve tevazu) içindedirler,

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

3. Ve onlar boş sözden yüz çevirirler,

4. Ve onlar zekâtları (zorunlu bağışı vermek; her türlü kötülükten, yanlıştan ve batıldan arınmak) için çalışırlar,

5. Ve onlar, ferçlerini korurlar.

Arapça’da ferc, kollar ve bacaklar arasında olan organlar anlamınadır. Burada edep yerlerini, ırzlarını, namuslarını korumaktan söz edilmektedir.

6. Eşleri veyaı eyman (sözleşme) ile sahip oldukları2 hariç. Bundan dolayı kınanmazlar.3

ı Bu cümle “Ancak eşleri veya eyman (sözleşme) ile sahip oldukları kişiler istisna” şeklinde de tercüme edilebilir. Dikkat edilirse ayette “ve” değil “veya” bağlacı kullanılmış. Hem eşi hem de eyman (yemin, antlaşma) ile sahip olduğu ile aynı anda değil.

2 “Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile sahip olduğunuz kimseler) ile ilgili açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Kur’an, 24:31 ayeti ile; kim olursa olsun, nikah yapılmaksızın, yani sözleşme olmaksızın ilişkiye girmeyi yasaklamakta ve zina olarak tanımlamaktadır. Sorumluluğunu üstlendiğiniz, koruyucu ailesi olduğunuz kişiler de bu kapsama girer.

3 Bu şu anlama gelmektedir: ya eşleri ile ya da sağ ellerinin sahip oldukları ile birlikte olabilirler.

7. Artık kim bunun ötesini ararsa (gayrı meşru bir ilişki isterse), işte onlar haddi aşanlardır.

8. Onlar, emanetlerine ve ahitlerine (sözlerine) sadık kalırlar.

Arapça “emanet” kelimesi geniş bir anlama sahiptir. Allah, toplum ve bireyler tarafından kişilere “tevdi” edilen her şeyi içine almaktadır. Aynı şekilde, ahit ve Allah’la insan ve insanla insan arasında yapılan tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Benzer mesajlar: 5:1; 6:152; 13:20; 16:91; 17:34; 70:32.

            5-8’inci ayetler, 70:29-32 ayetlerinde tekrarlanmaktadır.

9. Onlar, salavatlarını1 da gözetip korurlar.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

Salavat”, salatın çoğuludur. Dolayısıyla “Nebi’ye salavat etmek” ifadesini “onu övmek veya selam söylemek” şeklinde yorumlamak büyük bir hatadır.

10. İşte onlar varis olanlardır.

11. Onlar, Firdevs’e varis olanlardır; orada ebedi kalacaklar.

Bir defa da 18:107’de geçen “Firdevs” cenneti “cennetlerin en yükseği, has bahçe” gibi anlamlara gelir.  Bu ayetlere göre Firdevs Cennetlerini hak eden Müminlerin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

* İman edip doğru bir hayat sürerler,

* Salavatlarını (Yönelme dualarını, ibadetlerini, desteklerini) muhafaza ederler (korurlar),

* Salatlarında huşu (derin saygı ve tevazu) gösterirler,

* Boş şeylerden yüz çevirirler,

* Zekâtları (zorunlu bağışı vermek; her türlü kötülükten, yanlıştan ve batıldan arınmak) için çalışırlar,

* Mahrem yerlerini (iffetlerini, ırzlarını) korurlar,

* Sadece eşleri veya meşru olarak sahip oldukları ile cinsel münasebete bulunurlar.

12. İnsanı, salsaldan (ses çıkaran kupkuru balçıktan) yarattık.

13. Sonra onu mekin bir konaktaı bir nutfe (bir damla sıvı) kıldık.

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir. “قَرَارٍ” sözcüğü de “dinlenme, konaklama, karar verme” gibi anlamlara gelir.

14. Sonra o nutfeyi alaka (anne rahmine tutunan embriyoya) dönüştürdük. Derken alakı, mudğaya (bir çiğnem et parçasına) çevirdik. Ardından da mudğadan kemikler inşa ettik (yarattık). Sonra kemiklere et (ve sinir, kas, damar, deri) giydirdik ve sonunda onu, bambaşka bir varlık (düşünebilen, farklı şekillerde konuşabilen, diğer varlıkları yönetebilen bir varlık) hâline getirdik. Yaratıcıların en güzeli Allah Tebarek’tir.

“Tebarek” sözcüğü ile ilgili açıklama 25:1’de yer alır.

15. Sonra, bunun ardından öleceksiniz.

16. Sonra, Kıyamet Günü döndürüleceksiniz (diriltileceksiniz).

17. Sizin üstünüzde de yedi yol (7 evren, yörüngeler) yarattık, yaratmaktan da gafil (habersiz) olmadık.

Yüce Allah, bütün yaratılışları belirli bir plan ve amaç çevresinde mükemmel bir biçimde meydana getirmiştir.

18. Gökten de bir ölçüye göre su indirdik, onu da yeryüzüne (denizlere, göllere, nehirlere, yer altına) yerleştirdik. Biz, onu gidermeye de kadiriz.

19. Onunla, sizin için hurmalıklardan ve üzümlerden bahçeler inşa ettik. İçlerinde sizin için birçok meyve vardır, onlardan da yersiniz.

20. Yiyenler için de yağ1 ve katık olan, Tur-i Sina’da2 yetişen bir ağaç…

            1 “دهن” (dâhen), “yağ demektir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 23:30; 55:37; 56:81; 68:9 (2 kez).

2 “Tur” sözcüğü ile ilgili açıklama 2:63 ayetinde yer alır. Bu ayette “Tûriseynâ” yani “Sina dağı”; 95:2 ayetinde de “Tûri sînîn” Sinin (Sina) dağı şeklinde kullanılmıştır.

2:138’de “boya” anlamındaki sıbğah kelimesiyle aynı kökteki sıbğ sözcüğü ekmeğe tıpkı bir boya gibi sürülen “yağ, zeytinyağı” olabileceği ve ayette Sina dağı ve çevresinde yetiştiği belirtilen ağacın da “zeytin ağacı” olduğu kanaatine varılmaktadır.

21. Ve şüphesiz ki hayvanlarda1 da sizin için bir ibret vardır. Size onların karınlarındakinden içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar var. Ve onlardan yersiniz.2

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 Benzer mesajlar: 16:5-8, 66-69, 80; 23:21-22; 36:71-73; 40:79-80; 43:12-13.

22. Onların üzerinde de gemiler üzerinde de taşınırsınız.

23. Nuh’u da halkına gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (Yüceniz olan) yoktur.1 O’na karşı takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?”

ı “Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’nun dışında ilahınız  yoktur.” bildirimi, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde de aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır.

24. Kavminin kafir olan meleleri (ileri gelenler) dediler ki: “Bu, sizin misliniz bir beşerden başka bir şey değildir.ı Size üstünlük kurmak istiyor. Allah isteseydi melek indirirdi. Atalarımızdan böyle bir şey işitmiş de değiliz.2

ı İnkârcıların bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.

2 İnkarcılar, genelde, seleflerini, atalarını körü körüne izleyen taklitçi tiplerdir. Taklitçi, müşrik ve inkârcı anlayışı ortaya koyan bu ifadelerin benzerleri daha sonraki dönemlerde elçilere (örneğin Musa’ya 28:36 ve Muhammed’e 38:7) karşı da dile getirilmiştir.

25. O, cinlenmiş (cin etkisinde kalmış, delirmiş) bir adamdan başkası değildir.  Onu bir süre gözetleyin!”

26. “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.ı

            ı Bu ayet, 39’uncu ayette de tekrarlanmaktadır.

27. Bunun üzerine ona vahyettik: “Gözetimimizde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Ve emrimiz gereği tandır kaynadığı zaman ona ‘Haydi, her türden iki çifti içine girdir; aleyhinde hüküm geçmiş olan hariç aileni de. Zalimler hakkında da sakın Benimle konuşma! Şüphesiz ki onlar suya gömülecek1 olanlardır.”2

1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

2 Nuh tufanı, Tevrat, Yaratılış 7:15-21 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Soluk alan her türden canlı, çifter çifter Nuh’un yanına gelip gemiye bindi. Allah’ın, Nuh’a verdiği buyruk uyarınca, gemiye giren hayvanlar, erkek ve dişiydi. Rab, Nuh’un ardından kapıyı kapadı. Tufan, kırk gün sürdü. Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi, suyun üzerinde yüzmeye başladı. Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki tüm yüksek dağlar su altında kaldı; yeryüzünde yaşayan tüm canlılar yok oldu. Kuşlar, evcil ve yabanıl hayvanlar, insanlar; soluk alan tüm canlılar öldü.”

28. Sen ve beraberindekiler gemiye istiva ettiğinizde (yerleştiğinizde) de ki: “Hamd, bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’ındır!”

29. Ve de ki: “Rabbim! Beni kutlu, mübarek (kutsanmış, bereketli) bir yere indir. Ve Sen, menzile ulaştıranların hayırlısısın.”

30. Bunda nice ayetler (ibretler) vardır. Biz kesinlikle sınarız.

31. Sonra, onların ardından başka bir nesil inşa ettik.

Bunlar, Elçi Hud’un halkı olan Ad kavmi olabilir. Çünkü Elçi Hud ve kavminden söz edilen 7:69, 11:50-60 ve 26:123-140’ta Hud ve Nuh’un halkından sonra söz edilmektedir.

32. Onlara aralarından “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız yoktur.1 O’na karşı takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?” diyen bir resul (Hud’u) gönderdik.

ı “Allah’a kulluk edin. Sizin, O’nun dışında ilahınız yoktur.” bildirimi, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde aynı sözcüklerle tekrarlanır.

33. Dünya hayatında refaha kavuşturduğumuz, kafirlik eden ve ahiretteki buluşmayı yalanlayan kavminin meleleri (ileri gelenler) dedi ki: “Bu da sizin misliniz bir beşerden başka bir şey değildir.ı Sizin yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden içiyor.

ı İnkârcıların bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.

34. Sizin misliniz bir beşere itaat ederseniz, o zaman hüsrana uğrarsınız.

35. Size, öldükten, toprak olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra (yeniden diriltilip topraktan) çıkarılacağınızı mı vadediyor?

Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11

36. Size vadedilene çok yazık!

37. Hayat, yalnızca bu dünyadan ibarettir; yaşarız ve ölürüz; (yeniden hayata) döndürülecek de değiliz.

38. O (Hud), Allah’a karşı iftira atan (yalan uyduran) bir adamdan başkası değildir ve biz ona inanacak değiliz!”

39. “Rabbim! beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

            Bu ayet, 26’ncı ayette de tekrarlanmaktadır.

40. (Allah) dedi ki: “Kısa bir süre sonra pişman olarak sabahlayacaklar1!”

1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67; 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

41. Derken, onları hak (gerçek) olan korkunç bir çığlık yakaladı ve onları çer çöp haline getirdik. O zalimler topluluğu uzak olsun!ı

ı Uzak olsun şeklinde çevirdiğimiz “بُعْداً (bu’den) sözcüğü; “Hüsrana uğrasınlar, helâk olsunlar, yok olsunlar, ölsünler” anlamlarına gelir.

42. Sonra onların ardından, başka bir nesil inşa ettik (yarattık).

43. Hiçbir toplum, kendi ecelinin (ölüm zamanının) önüne geçemez,1 onu da geciktiremez.2

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

2 Bu ayet, 15:5 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 10:49; 16:61

44. Sonra elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Ne zaman bir topluma bir resul geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları ardı ardınca devirdik ve onları hadislere (haberlere) dönüştürdük. İman etmeyen toplum uzak olsun!

45. Sonra, Musa’yı ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir sultan (güçlü bir delil ve yetki) ile gönderdik;

46. Firavuna ve onun melelerine (ileri gelenlere). Ancak onlar büyüklük tasladılar. Kendilerini de yüceltenı bir topluluktular.

ı “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

47. Ve dediler ki: “Kavimleri bize kulluk (hizmet) ederken, bizim benzerimiz olan iki beşere mi iman edeceğiz? (inanıp güveneceğiz?)

48. Böylece ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.

Musa ile firavun arasında geçenler ile ilgili olarak Bkz: 2:49-50; 7:103-136; 10:75-92; 11:96-99; 17:101-104; 20:9-80.

49. Onlar da hidayete ererler diye Musa’ya Kitabı (Tora’yı) verdik.

50. Meryem oğlunu ve annesini de bir ayet kıldık.ı ve onları barınmaya elverişli ve suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.

ı Bu ayette; Meryem’in Oğlu ve Anasının ayrı ayrı değil de her ikisinin birlikte bir ayet (mucize) oldukları ifade edilmektedir. Bu ayet, Meryem’in herhangi bir erkekle birleşmeden bir oğul doğurduğunun ve İsa’nın babasız olduğunun açık bir kanıtıdır. Konunun tüm ayrıntıları için Bkz: 3:45-49, 4:156-171, 19:16-35,

51. “Ey Resuller! Tayyibattan (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel şeylerden) yiyin ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyin. Ben sizin yaptığınız her şeyi bilirim.

52. Sizin ümmetiniz bir ve tek ümmettir.ı Ben de sizin Rabbinizim. Bana karşı takva sahibi olun.

ı Ümmet” kelimesi, temel müştereklere sahip kişilerden oluşan topluluğu ifade eder. Aynı inanç, aynı ortak kurallar ve aynı mesaja sahip olduklarından tüm elçiler bir ve aynı ümmete aittiler. Benzer mesajlar: 2:213; 10:19; 21:92.

53. Fakat işlerini (vahyi, kitabı) aralarında parçalayıp sayfalara ayırdılar. Her hizip (grup) de sahip olduklarıyla sevinmektedir.

54. Artık onları belli bir süreye kadar gafletleri ile baş başa bırak.

55. Onları mallar ve çocuklarla arttırdığımızıı sanıyorlar!

ı “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “arttırdığımızı, genişlettiğimizi, yaydığımızı” anlamlarına gelir.

56. Onlara hayırlarda (iyilik, bolluk, refah) yardım ediyoruz? Fakat algılamazlar.

57. Şüphesiz ki işte onlar, Rablerine olan haşyetten (korkudan) dolayı titrerler.

58. Ve işte onlar Rablerinin ayetleri ile1 iman ederler.

1 “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviri düzeltildiğinde, Allah ile iman eden kişilerin, Allah’ın gönderdiği vahiy kitabında belirttiği şekilde iman etmelerinin gerektiği; kendi kafalarına göre niteledikleri bir Allah ile iman etmemeleri gerektiğinin belirtildiği anlaşılacaktır. Allah’ın Ayetleriyle iman etmeyen kişilerin, yalan uyduran yalancılar oldukları hususu da 16:105 ayetinde belirtilmektedir.  Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

59. Ve işte onlar Rablerine ortak koşmazlar.

60. Ve o kimseler, Rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek (derin bir saygı içerisinde) verirler.

61. İşte onlar, hayırlarda (iyi ve doğru fillerde) acele ederler. Ve onlar onda (hayır) önde gidenlerdir.

62. Kimseye de gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz.1 Katımızda hakkı (gerçeği) söyleyen2 bir kitap vardır. Ve onlara zulmedilmez.

1 “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek, söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85; 37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.

2 Benzer mesajlar: 2:233, 286; 4:84; 5:48; 6:152, 165; 7:42; 65:7

63. Fakat, kalpleri bundan gaflet (şaşkınlık) içindedir. Bunun dışında amel ettikleri başka (boş, kötü) işleri de vardır.

64. Refahtan şımaran ileri gelenlerini azaba uğrattığımızda hemen feryat etmeye başlarlar.

65. “Bugün feryat etmeyin; size yardım etmeyeceğiz.”

66. Şüphesiz ki ayetlerim size tilavet ediliyordu (okunup uyuluyordu). Ancak sizler, topuklarınızın üzerinde arkanızı dönüyordunuz.

67. Ona karşı büyüklük taslıyordunuz, geceleri (vahiy hakkında) saçmalıyordunuz.

68. Hâlâ sözü düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?ı Yoksa atalarına gelmeyen onlara mı geldi?

ı “اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ” (efele tedebberuvn) ifadesi hem Kur’an üzerinde tefekkür etmeleri hem de anlamları üzerinde yoğunlaşmaları gerektiğine dair bir çağrıdır. “تَدَبُّر” kelimesi, bir şeyin derinlemesine düşünülmesi ve onun anlamına vakıf olunması anlamına gelir. Benzer mesaj: 4:82; 23:68; 38:29; 47:24.

69. Yoksa, resullerini tanımadıkları için mi onu inkâr ediyorlar?

70. Yoksa, onda bir cinlenmişlik (delilik) olduğunu mu söylüyorlar? Bilakis o, kendilerine hakkı (gerçeği) getirdi. Onların çoğu ise haktan nefret eder.

71. Hak, onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uysaydı, gökler de yer de onların içindekiler de fesada (bozguna) uğrardı. Bilakis, onlara bir zikir (hatırlatıcı) getirdik, fakat onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar.

72. Yoksa onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin katındaki karşılık daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

73.  Sen onları sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) çağırıyorsun.

74.  Ahiret ile iman etmeyenler ise yoldan saparlar.

75. Eğer onlara merhamet etseydik ve onlardaki sıkıntılarını giderseydik, yine de azgınlıkları içinde kör olarak devam ederlerdi.

76. Andolsun ki onları azap ile yakaladık. Yine de Rablerine boyun eğmediler ve O’na tazarrudaı bulunmadılar.

            ı “تَضَرُّعاً” (tedarru’an): “muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer: 6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.

77. Sonunda onlara çetin bir azap kapısını açtığımızda, çaresiz bir halde kalakalırlar. (Benzer mesaj: 6:43-44)

78. Sizin için duyum (algı) ve basiret (sezgi) yetisini ve fuadıı inşa eden O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz!

ı ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

79. Sizi yeryüzüne yerleştiren O’dur ve O’nun huzurunda toplanacaksınız.

80. Hayat veren de öldüren de O’dur. Gece ile gündüzü değiştiren de O’dur. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

81. Bilakis, onlar eskilerin söylediklerinin benzerini söylediler.

82. Dediler ki: “Biz, öldüğümüz, toprak olduğumuz ve kemik haline geldiğimiz zaman mı diriltileceğiz?

Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11.

83. Bize ve atalarımıza daha önce bu (uyarı) vadedilmişti. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir.

84. De ki: “Eğer biliyorsanız; yeryüzü ve içindekiler kimindir?”

Allah ile iman, ancak eğer birisi Allah’ın niteliklerini tanıyorsa geçerlidir Allah’ı kabul etmek, O’nun tüm özelliklerini, bildirildiği gibi kabul etmektir. Örneğin Yüce Allah’ın her şeyi kontrol ettiğini (8:17), ve O’nun, biricik hüküm kaynağı olduğunu (12:40) kabul etmeyenler aslında Allah’ı inkâr etmektedirler.

85. “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Hâlâ öğüt almayacak mısınız?”

86. De ki: “Yedi göğün1 Rabbi ve âzîm2 (muazzam, yüce) arşın Rabbiı kimdir?”

1 Yüce Allah 7 gök, yani evren yaratmıştır. İçinde yaşadığımız Dünya da yedinci evrendedir. Benzer mesaj: 65:12; 67:3.

            2 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

87. “Allah’tır.” diyecekler. De ki: “Hâlâ takvalı olmayacak mısınız?”

88. De ki: “Eğer biliyorsanız; her şeyin hükümranlığını elinde bulunduran ve her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanılmayan kimdir?”

89. “Allah’tır.” diyecekler. De ki: “Öyle ise nasıl büyüleniyorsunuz?”

90. Bilakis! Onlara hakkı (gerçeği) getirdik, onlar ise yalancıdırlar.

84-90 Allah ile iman, kişi Allah’ın niteliklerini tanıyorsa geçerlidir, örneğin Allah’ın her şeyi kontrol ettiği gerçeği gibi (8:17). Allah’ı tanımayan imanlılar gerçekte imanlılar değildirler. İmanlıların çoğu, nebiler ve azizler gibi güçsüz putları ilahlaştırarak imanlarını geçersiz hale getirirler (6:106).

91. Allah, asla evlat edinmedi. O’nun dışında ilah da yoktur. Eğer olsaydı, her ilah kendi yarattığına gider, bazıları da bazılarından yüce2 olurdu. Sûbhân (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) olan Allah’ı nasıl yanlış nitelendiriyorları?

ı “تَصِفُو” (tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

92. Gaybı (bilinmeyenleri) ve şehadeti (görüleni, idrak edileni) Bilendir. Ortak koştuklarından yücedir.

“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

93. De ki: “Rabbim! Onlara vadedileni bana göstereceksen;

94. Rabbim! Beni o zalim topluluğun içinde bulundurma!”

95. Biz, onlara vadettiğimizi (azabı) sana göstermeye kadiriz.

96. Sen kötülükleri ahsen (en güzel, en iyi) şekilde sav!ı Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri en iyi Bileniz.

ı Benzer mesajlar: 13:22; 28:54; 41:34.

97. Ve de ki: “Ey Rabbim! Şeytanların (aldatanların, saptıranların) kışkırtmalarından Seninle (yardımınla) korunurum1.

1 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.  Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.

Şeytan; hakka aykırı hareket eden her türlü güç, kurum ve kişinin ortak karakteristik adıdır. “Euzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim” terkibine, “kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” anlamının verilmesi doğru değildir. “Kovulmuş şeytan, Allah ile korunurum” ifadesi ise “ins” ve “cinn”nin yani görünen görünmeyen güçlerin, kişi ve kurumların saptırıcı telkin ve yönlendirmelerine karşı kişinin, vahyi ölçü alarak kendisini koruması demektir. Doğruyu vahiyden öğrenip, şeytanın saptırmasını önlemektir.

98. Rabbim, bana yaklaşmalarından Seninle korunurum!”

99. Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde der ki: “Rabbim! Beni (dünyaya) geri döndür!

100. Böylece ihmal ettiğim salihâtı (doğru, yapıcı, erdemli fiilleri) yaparım. Hayır! Onun bu söylediği boş bir sözden ibarettir. Onların ardında, diriltilecekleri güne kadar bir berzahı vardır.

            ı “بَرْزَخاً” (berzah) sözcüğü, “engel, sınır, geçişi engelleyen perde, geçiş dönemi” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde geçer: 23:100; 25:53; 55:20.

Burada geçen berzah kelimesi, ölüm sonrası bir âlemin adı değil, dünyaya geri dönmeyi imkânsız kılan “ölüm engeli” demektir. Bu ayet reenkarnasyonun olmadığının delillerindendir.

101. Sura üfürüldüğünde, o gün aralarında ne bir akrabalık kalır ne de birbirlerine soru sorarlar.

102. Tartısı ağır gelenler felaha erenlerdir.

103. Tartısı hafif gelenler ise nefislerini hüsrana uğratanlardır; Cehennemde sürekli kalanlardır.

Benzer mesajlar: 7:8-9; 21:47; 101:6-9.

Tartıların ağırlığı, iman ve salih amelden oluşur. Hafiflik ise bunların yokluğudur. Aslında 18:105’te ifade edildiği gibi böyleleri için tartıya bile gerek olmayacaktır.

104. Ateş, yüzlerini yalayacak. Onlar ise onun içinde kıvranırlar.

105. Ayetlerim size tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) onları yalanlayanlar sizler değil miydiniz?

106. Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bize galip geldi. Bizler de sapkın bir topluluktuk.

107. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Tekrar dönersek, o zaman biz gerçekten zalimleriz.”

108. Dedi ki: “Aşağılanmış bir şekilde orada kalın, Benimle de konuşmayın.

109. Kullarımdan bir grup, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bize mağfiret et (bağışla) ve bize rahmet et (bize acı). Sen, Hayrur-Rahiminsin (Merhamet edenlerin en hayırlısısın).derlerdi.

110. Siz ise onları alaya aldınız. Böylece Beni zikretmeyi (anmayı, uyarılarımı dinlemeyi) size unutturdular. Onlara da gülüyordunuz.

111. Şüphesiz ki Ben, sabrettiklerinden dolayı onlara bugün ceza1 (karşılık) verdim.  Faizli (kazançlı) çıkanlar işte onlardır.

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

112. Dedi ki: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”

113. “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Onu sayanlara sor!” dediler.

114. Dedi ki: “Siz az bir süre kaldınız, bir bilseydiniz!

115. Yoksa sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”

Yüce Allah mahşerde cehennem azabına atacağı inkârcılara hitap edeceğini ve yaratılışın anlam ve amaçtan yoksun olmadığını hatırlatacağını haber vermektedir. Buna göre “insanların abes olsun diye yaratılıp mahşerde Yüce Allah’a sunulmayacakları” inanışı eleştirilmekte ve reddedilmektedir. Yaratılışın amaçsız olmadığıyla ilgili benzer mesajlar: 3:191; 6:73; 10:5; 14:19; 15:85; 16:3; 21:16; 29:44; 30:8; 38:27; 39:5; 44:38-39; 45:22; 46:3; 64:3; 75:36.

116. Gerçek şu ki Melikul-Hak (gerçek hükümdar) olan Allah, Teala’dır (pek yücedir). O’nun dışında ilah yoktur. Kerim (onurlu, saygın)1 olan Arş’ın Rabbi O’dur.

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

117. Kim de hakkında hiçbir burhan (delil, kanıt) olmamasına rağmen Allah’ın dışında1 başka bir ilaha dua ederse (yalvarırsa, taparsa); onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) iflah olmazlar.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

118. Ve de ki: “Rabbim! Bana mağfiret et (beni bağışla) ve bana rahmet et (bana acı). Sen, Hayrur-Rahiminsin (Merhamet edenlerin hayırlısısın).”