Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 74.
suredir. Adını, bütün müminlerde bulunması gereken özelliklerin anlatıldığı ilk
ayetlerden almıştır. Sure 118 ayettir.
Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla
1. Müminler felaha
(kurtuluşa ve saadete) erdi.
2. Onlar, salatlarında1 huşu (derin saygı ve tevazu)
içindedirler,
1 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
3. Ve onlar boş sözden
yüz çevirirler,
4. Ve onlar zekâtları (zorunlu
bağışı vermek; her türlü kötülükten, yanlıştan ve batıldan arınmak) için
çalışırlar,
5. Ve onlar, ferçlerini korurlar.
Arapça’da
ferc, kollar ve bacaklar arasında olan organlar anlamınadır. Burada edep
yerlerini, ırzlarını, namuslarını korumaktan söz edilmektedir.
6. Eşleri veyaı eyman (sözleşme) ile sahip oldukları2
hariç. Bundan dolayı kınanmazlar.3
ı Bu cümle “Ancak eşleri veya eyman (sözleşme) ile
sahip oldukları kişiler istisna” şeklinde de tercüme edilebilir. Dikkat edilirse ayette “ve” değil “veya”
bağlacı kullanılmış. Hem eşi hem de eyman (yemin, antlaşma) ile sahip olduğu ile
aynı anda değil.
2 “Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile sahip olduğunuz
kimseler) ile ilgili açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Kur’an, 24:31 ayeti ile;
kim olursa olsun, nikah yapılmaksızın, yani sözleşme olmaksızın ilişkiye
girmeyi yasaklamakta ve zina olarak tanımlamaktadır. Sorumluluğunu
üstlendiğiniz, koruyucu ailesi olduğunuz kişiler de bu kapsama girer.
3 Bu şu
anlama gelmektedir: ya eşleri ile ya da sağ ellerinin sahip oldukları ile
birlikte olabilirler.
7. Artık kim bunun ötesini ararsa (gayrı meşru bir ilişki isterse), işte onlar haddi
aşanlardır.
8. Onlar, emanetlerine ve ahitlerine (sözlerine) sadık kalırlar.
Arapça “emanet” kelimesi geniş bir anlama
sahiptir. Allah, toplum ve bireyler tarafından kişilere “tevdi” edilen her şeyi
içine almaktadır. Aynı şekilde, ahit ve Allah’la insan ve insanla insan
arasında yapılan tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Benzer
mesajlar: 5:1; 6:152; 13:20; 16:91; 17:34; 70:32.
5-8’inci
ayetler, 70:29-32 ayetlerinde tekrarlanmaktadır.
9. Onlar, salavatlarını1 da gözetip korurlar.
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
“Salavat”, salatın çoğuludur. Dolayısıyla “Nebi’ye salavat etmek” ifadesini “onu övmek veya selam
söylemek” şeklinde yorumlamak büyük bir hatadır.
10. İşte onlar varis olanlardır.
11. Onlar, Firdevs’e varis olanlardır; orada ebedi kalacaklar.
Bir defa da 18:107’de geçen “Firdevs” cenneti
“cennetlerin en yükseği, has bahçe” gibi anlamlara gelir. Bu ayetlere göre Firdevs Cennetlerini hak eden
Müminlerin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
* İman edip doğru bir hayat sürerler,
* Salavatlarını (Yönelme dualarını, ibadetlerini,
desteklerini) muhafaza ederler (korurlar),
* Salatlarında huşu (derin saygı ve tevazu)
gösterirler,
* Boş şeylerden yüz çevirirler,
* Zekâtları (zorunlu bağışı vermek; her türlü
kötülükten, yanlıştan ve batıldan arınmak) için çalışırlar,
* Mahrem yerlerini (iffetlerini, ırzlarını)
korurlar,
* Sadece eşleri veya meşru olarak sahip
oldukları ile cinsel münasebete bulunurlar.
12. İnsanı, salsaldan (ses çıkaran kupkuru balçıktan) yarattık.
13. Sonra onu mekin bir
konaktaı bir nutfe (bir damla sıvı) kıldık.
ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı,
saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir. “قَرَارٍ” sözcüğü
de “dinlenme, konaklama, karar verme” gibi anlamlara gelir.
14. Sonra o nutfeyi alaka
(anne rahmine tutunan embriyoya) dönüştürdük.
Derken alakı, mudğaya (bir çiğnem et parçasına) çevirdik. Ardından da
mudğadan kemikler inşa ettik (yarattık). Sonra kemiklere et (ve sinir,
kas, damar, deri) giydirdik ve sonunda onu, bambaşka bir varlık (düşünebilen,
farklı şekillerde konuşabilen, diğer varlıkları yönetebilen bir varlık) hâline
getirdik. Yaratıcıların en güzeli Allah Tebarek’tir.
“Tebarek”
sözcüğü ile ilgili açıklama 25:1’de yer alır.
15. Sonra, bunun
ardından öleceksiniz.
16. Sonra, Kıyamet Günü
döndürüleceksiniz (diriltileceksiniz).
17. Sizin üstünüzde de yedi yol (7 evren, yörüngeler) yarattık, yaratmaktan da
gafil (habersiz) olmadık.
Yüce Allah, bütün yaratılışları belirli bir plan
ve amaç çevresinde mükemmel bir biçimde meydana getirmiştir.
18. Gökten de bir ölçüye göre su indirdik, onu da yeryüzüne (denizlere,
göllere, nehirlere, yer altına) yerleştirdik. Biz, onu gidermeye de kadiriz.
19. Onunla, sizin için hurmalıklardan ve
üzümlerden bahçeler inşa ettik. İçlerinde sizin için birçok meyve vardır, onlardan
da yersiniz.
20. Yiyenler için de yağ1 ve katık
olan, Tur-i Sina’da2 yetişen bir ağaç…
1 “دهن”
(dâhen), “yağ demektir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 23:30; 55:37;
56:81; 68:9 (2 kez).
2 “Tur” sözcüğü ile ilgili açıklama 2:63 ayetinde yer alır. Bu
ayette “Tûriseynâ” yani “Sina dağı”; 95:2 ayetinde de “Tûri sînîn” Sinin (Sina)
dağı şeklinde kullanılmıştır.
2:138’de “boya” anlamındaki sıbğah kelimesiyle aynı
kökteki sıbğ sözcüğü ekmeğe tıpkı bir boya gibi sürülen “yağ, zeytinyağı”
olabileceği ve ayette Sina dağı ve çevresinde yetiştiği belirtilen ağacın da “zeytin
ağacı” olduğu kanaatine varılmaktadır.
21. Ve şüphesiz ki hayvanlarda1 da sizin için bir ibret vardır. Size
onların karınlarındakinden içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar var. Ve onlardan yersiniz.2
1 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi
Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179;
10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71;
40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.
2 Benzer mesajlar: 16:5-8, 66-69, 80; 23:21-22; 36:71-73;
40:79-80; 43:12-13.
22. Onların üzerinde de gemiler üzerinde de
taşınırsınız.
23. Nuh’u da halkına gönderdik. Dedi ki: “Ey
kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (Yüceniz olan) yoktur.1 O’na
karşı takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?”
ı “Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’nun
dışında ilahınız yoktur.” bildirimi, 7:59,
65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde de aynı sözcüklerle
tekrarlanmaktadır.
24. Kavminin kafir olan meleleri (ileri
gelenler) dediler ki: “Bu, sizin misliniz bir beşerden başka bir şey değildir.ı Size üstünlük kurmak
istiyor. Allah isteseydi melek indirirdi. Atalarımızdan böyle bir şey işitmiş
de değiliz.2
ı İnkârcıların bir insan olan elçilerle alay
edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24,
33-34, 47; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.
2 İnkarcılar, genelde, seleflerini, atalarını körü
körüne izleyen taklitçi tiplerdir. Taklitçi, müşrik ve inkârcı anlayışı ortaya
koyan bu ifadelerin benzerleri daha sonraki dönemlerde elçilere (örneğin Musa’ya
28:36 ve Muhammed’e 38:7) karşı da dile getirilmiştir.
25. O, cinlenmiş (cin etkisinde kalmış, delirmiş) bir adamdan
başkası değildir. Onu bir süre
gözetleyin!”
26. “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı
bana yardım et!” dedi.ı
ı
Bu ayet, 39’uncu ayette
de tekrarlanmaktadır.
27. Bunun üzerine ona vahyettik: “Gözetimimizde
ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Ve
emrimiz gereği tandır kaynadığı zaman ona ‘Haydi, her türden iki çifti içine girdir; aleyhinde
hüküm geçmiş olan hariç aileni de. Zalimler hakkında da sakın Benimle konuşma! Şüphesiz
ki onlar suya gömülecek1 olanlardır.”2
1 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
2 Nuh tufanı, Tevrat, Yaratılış 7:15-21
ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Soluk alan her türden canlı, çifter çifter Nuh’un
yanına gelip gemiye bindi. Allah’ın, Nuh’a verdiği buyruk uyarınca, gemiye
giren hayvanlar, erkek ve dişiydi. Rab, Nuh’un ardından kapıyı kapadı. Tufan,
kırk gün sürdü. Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi, suyun üzerinde
yüzmeye başladı. Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki tüm yüksek dağlar su
altında kaldı; yeryüzünde yaşayan tüm canlılar yok oldu. Kuşlar, evcil ve
yabanıl hayvanlar, insanlar; soluk alan tüm canlılar öldü.”
28. Sen ve beraberindekiler gemiye istiva
ettiğinizde (yerleştiğinizde) de
ki: “Hamd, bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’ındır!”
29. Ve de ki: “Rabbim! Beni
kutlu, mübarek (kutsanmış, bereketli) bir yere indir. Ve
Sen, menzile ulaştıranların hayırlısısın.”
30. Bunda nice ayetler (ibretler) vardır. Biz kesinlikle sınarız.
31. Sonra, onların ardından başka bir nesil inşa ettik.
Bunlar, Elçi Hud’un halkı olan Ad kavmi
olabilir. Çünkü Elçi Hud ve kavminden söz edilen 7:69, 11:50-60 ve 26:123-140’ta
Hud ve Nuh’un halkından sonra söz edilmektedir.
32. Onlara aralarından “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız yoktur.1 O’na karşı takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınan) olmayacak mısınız?” diyen bir resul (Hud’u)
gönderdik.
ı “Allah’a kulluk edin. Sizin, O’nun dışında
ilahınız yoktur.” bildirimi, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32
ayetlerinde aynı sözcüklerle tekrarlanır.
33. Dünya hayatında refaha kavuşturduğumuz,
kafirlik eden ve ahiretteki buluşmayı yalanlayan kavminin meleleri (ileri gelenler) dedi ki: “Bu da sizin misliniz bir beşerden başka bir şey değildir.ı Sizin
yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden içiyor.
ı İnkârcıların
bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11;
17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.
34. Sizin misliniz bir
beşere itaat ederseniz, o zaman hüsrana uğrarsınız.
35. Size, öldükten, toprak
olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra (yeniden diriltilip topraktan) çıkarılacağınızı mı vadediyor?
Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35,
82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11
36. Size vadedilene çok yazık!
37. Hayat, yalnızca bu dünyadan ibarettir; yaşarız ve ölürüz; (yeniden hayata) döndürülecek de değiliz.
38. O (Hud), Allah’a karşı iftira atan (yalan uyduran) bir
adamdan başkası değildir ve biz ona inanacak değiliz!”
39. “Rabbim! beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
Bu ayet, 26’ncı ayette de tekrarlanmaktadır.
40. (Allah) dedi ki: “Kısa bir süre sonra pişman olarak
sabahlayacaklar1!”
1 "صَبَاح"
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53,
102; 6:96; 7:78, 91; 11:67; 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45;
22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25;
49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.
41. Derken, onları hak (gerçek) olan korkunç bir çığlık yakaladı ve
onları çer çöp haline getirdik. O zalimler topluluğu uzak olsun!ı
ı Uzak olsun şeklinde çevirdiğimiz “بُعْداً” (bu’den) sözcüğü; “Hüsrana uğrasınlar, helâk
olsunlar, yok olsunlar, ölsünler” anlamlarına gelir.
42. Sonra onların ardından, başka bir nesil inşa
ettik (yarattık).
43. Hiçbir toplum, kendi ecelinin (ölüm zamanının) önüne geçemez,1
onu da geciktiremez.2
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek,
öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36
defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40;
11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32;
36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10;
70:41; 79:4 (2 defa).
2 Bu ayet, 15:5 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 10:49; 16:61
44. Sonra elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Ne
zaman bir topluma bir resul geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları ardı ardınca devirdik ve onları
hadislere (haberlere) dönüştürdük.
İman etmeyen toplum uzak olsun!
45. Sonra,
Musa’yı ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir sultan (güçlü bir delil ve yetki) ile gönderdik;
46. Firavuna ve onun melelerine (ileri
gelenlere). Ancak onlar büyüklük tasladılar. Kendilerini de yüceltenı
bir topluluktular.
ı “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen
“عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو”
(ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir.
Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
47. Ve dediler ki: “Kavimleri bize kulluk (hizmet) ederken, bizim benzerimiz olan iki beşere
mi iman edeceğiz? (inanıp güveneceğiz?)”
48. Böylece ikisini
yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.
Musa
ile firavun arasında geçenler ile ilgili olarak Bkz: 2:49-50; 7:103-136; 10:75-92;
11:96-99; 17:101-104; 20:9-80.
49. Onlar
da hidayete ererler diye Musa’ya Kitabı (Tora’yı)
verdik.
50. Meryem oğlunu ve annesini de bir ayet kıldık.ı
ve onları barınmaya elverişli ve suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.
ı Bu ayette; Meryem’in Oğlu ve Anasının ayrı ayrı
değil de her ikisinin birlikte bir ayet (mucize) oldukları ifade edilmektedir.
Bu ayet, Meryem’in herhangi bir erkekle birleşmeden bir oğul doğurduğunun ve
İsa’nın babasız olduğunun açık bir kanıtıdır. Konunun tüm ayrıntıları için Bkz:
3:45-49, 4:156-171, 19:16-35,
51. “Ey Resuller! Tayyibattan (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel şeylerden) yiyin ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyin. Ben
sizin yaptığınız her şeyi bilirim.
52. Sizin ümmetiniz bir ve tek ümmettir.ı
Ben de sizin Rabbinizim. Bana karşı takva sahibi olun.
ı “Ümmet” kelimesi, temel müştereklere
sahip kişilerden oluşan topluluğu ifade eder. Aynı inanç, aynı ortak kurallar
ve aynı mesaja sahip olduklarından tüm elçiler bir ve aynı ümmete aittiler.
Benzer mesajlar: 2:213; 10:19; 21:92.
53. Fakat işlerini (vahyi, kitabı) aralarında parçalayıp sayfalara
ayırdılar. Her hizip (grup) de sahip olduklarıyla sevinmektedir.
54. Artık onları belli bir süreye kadar gafletleri
ile baş başa bırak.
55. Onları mallar ve çocuklarla arttırdığımızıı
sanıyorlar!
ı “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara
gelen “مد” (med) kökünden
türemiş olan bu sözcük, “arttırdığımızı, genişlettiğimizi, yaydığımızı” anlamlarına
gelir.
56. Onlara hayırlarda (iyilik, bolluk, refah) yardım ediyoruz? Fakat
algılamazlar.
57. Şüphesiz ki işte onlar, Rablerine olan
haşyetten (korkudan) dolayı titrerler.
58. Ve işte onlar Rablerinin ayetleri ile1 iman ederler.
1 “بِاٰيَاتِ
رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya
“Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviri
düzeltildiğinde, Allah ile iman eden kişilerin, Allah’ın gönderdiği vahiy
kitabında belirttiği şekilde iman etmelerinin gerektiği; kendi kafalarına göre
niteledikleri bir Allah ile iman etmemeleri gerektiğinin belirtildiği
anlaşılacaktır. Allah’ın Ayetleriyle iman etmeyen kişilerin, yalan uyduran
yalancılar oldukları hususu da 16:105 ayetinde belirtilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti
dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim)
ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.
59. Ve işte onlar Rablerine
ortak koşmazlar.
60. Ve o kimseler, Rablerine dönecekleri için
verdiklerini kalpleri ürpererek (derin bir saygı içerisinde) verirler.
61. İşte onlar, hayırlarda (iyi
ve doğru fillerde) acele ederler. Ve onlar onda (hayır) önde
gidenlerdir.
62. Kimseye de gücünün yettiğinden başkasını
yüklemeyiz.1 Katımızda hakkı (gerçeği) söyleyen2 bir
kitap vardır. Ve onlara zulmedilmez.
1 “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü
“نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek,
söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini
ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85;
37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
2 Benzer mesajlar: 2:233, 286; 4:84; 5:48; 6:152,
165; 7:42; 65:7
63. Fakat, kalpleri bundan gaflet (şaşkınlık) içindedir. Bunun dışında amel
ettikleri başka (boş, kötü) işleri de vardır.
64. Refahtan şımaran ileri gelenlerini azaba
uğrattığımızda hemen feryat etmeye başlarlar.
65. “Bugün feryat etmeyin; size yardım
etmeyeceğiz.”
66. Şüphesiz ki ayetlerim size tilavet
ediliyordu (okunup uyuluyordu). Ancak
sizler, topuklarınızın üzerinde arkanızı dönüyordunuz.
67. Ona karşı büyüklük taslıyordunuz, geceleri (vahiy hakkında) saçmalıyordunuz.
68. Hâlâ sözü düşünüp
anlamaya çalışmıyorlar mı?ı
Yoksa atalarına gelmeyen onlara mı geldi?
ı “اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ”
(efele tedebberuvn) ifadesi hem Kur’an üzerinde tefekkür etmeleri hem de
anlamları üzerinde yoğunlaşmaları gerektiğine dair bir çağrıdır. “تَدَبُّر”
kelimesi, bir şeyin derinlemesine düşünülmesi ve onun anlamına vakıf olunması
anlamına gelir. Benzer mesaj: 4:82; 23:68; 38:29; 47:24.
69. Yoksa, resullerini tanımadıkları için mi onu
inkâr ediyorlar?
70. Yoksa, onda bir cinlenmişlik (delilik) olduğunu mu söylüyorlar? Bilakis o,
kendilerine hakkı (gerçeği) getirdi. Onların çoğu ise haktan nefret eder.
71. Hak, onların hevalarına (arzu
ve isteklerine) uysaydı, gökler de yer de onların içindekiler de fesada (bozguna)
uğrardı. Bilakis, onlara bir zikir (hatırlatıcı) getirdik, fakat
onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
72. Yoksa onlardan bir karşılık mı istiyorsun?
Rabbinin katındaki karşılık daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en
hayırlısıdır.
73. Sen onları sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) çağırıyorsun.
74. Ahiret ile iman etmeyenler ise yoldan saparlar.
75. Eğer onlara merhamet etseydik ve onlardaki sıkıntılarını
giderseydik, yine de azgınlıkları içinde kör olarak devam ederlerdi.
76. Andolsun ki onları azap ile yakaladık. Yine
de Rablerine boyun eğmediler ve O’na tazarrudaı bulunmadılar.
ı
“تَضَرُّعاً” (tedarru’an):
“muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu
ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer:
6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.
77. Sonunda onlara çetin bir azap kapısını
açtığımızda, çaresiz bir halde kalakalırlar. (Benzer mesaj: 6:43-44)
78. Sizin için duyum (algı) ve basiret (sezgi) yetisini ve fuadıı
inşa eden O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz!
ı ‘Fuad’
(idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110
ayetinde yer alır.
79. Sizi yeryüzüne yerleştiren
O’dur ve O’nun huzurunda toplanacaksınız.
80. Hayat veren de öldüren de O’dur. Gece ile
gündüzü değiştiren de O’dur. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?
81. Bilakis, onlar eskilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
82. Dediler ki: “Biz, öldüğümüz, toprak olduğumuz ve kemik haline
geldiğimiz zaman mı diriltileceğiz?
Benzer mesajlar: 13:5; 17:49,
98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11.
83. Bize ve atalarımıza daha önce bu (uyarı) vadedilmişti. Bu, eskilerin
efsanelerinden başka bir şey değildir.
84. De ki: “Eğer biliyorsanız; yeryüzü
ve içindekiler kimindir?”
Allah ile iman, ancak eğer birisi Allah’ın
niteliklerini tanıyorsa geçerlidir Allah’ı kabul etmek, O’nun tüm
özelliklerini, bildirildiği gibi kabul etmektir. Örneğin Yüce Allah’ın her şeyi
kontrol ettiğini (8:17), ve O’nun, biricik hüküm kaynağı olduğunu (12:40) kabul
etmeyenler aslında Allah’ı inkâr etmektedirler.
85. “Allah’ındır”
diyecekler. De ki: “Hâlâ öğüt almayacak mısınız?”
86. De ki: “Yedi göğün1
Rabbi ve âzîm2 (muazzam, yüce) arşın Rabbiı
kimdir?”
1 Yüce Allah 7 gök, yani evren
yaratmıştır. İçinde yaşadığımız Dünya da yedinci evrendedir. Benzer
mesaj: 65:12; 67:3.
2 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük,
muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir
şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu
nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için
kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için
kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için
kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için
kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde
çevrilmesi uygun olabilir.
87. “Allah’tır.”
diyecekler. De ki: “Hâlâ takvalı olmayacak mısınız?”
88. De
ki: “Eğer biliyorsanız; her şeyin hükümranlığını elinde bulunduran ve her
şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanılmayan kimdir?”
89. “Allah’tır.”
diyecekler. De ki: “Öyle ise nasıl büyüleniyorsunuz?”
90. Bilakis! Onlara hakkı
(gerçeği) getirdik, onlar ise yalancıdırlar.
84-90
Allah ile iman, kişi Allah’ın niteliklerini tanıyorsa geçerlidir, örneğin Allah’ın
her şeyi kontrol ettiği gerçeği gibi (8:17). Allah’ı tanımayan imanlılar
gerçekte imanlılar değildirler. İmanlıların çoğu, nebiler ve azizler gibi
güçsüz putları ilahlaştırarak imanlarını geçersiz hale getirirler (6:106).
91. Allah, asla evlat edinmedi. O’nun dışında ilah
da yoktur. Eğer olsaydı, her ilah kendi yarattığına gider, bazıları da
bazılarından yüce2 olurdu. Sûbhân (her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzeh -uzak- ve yüce) olan Allah’ı nasıl yanlış nitelendiriyorları?
ı “تَصِفُو”
(tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış
nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir
etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf)
kökünden türemiştir.
2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv)
sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah
dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
92. Gaybı (bilinmeyenleri) ve şehadeti (görüleni, idrak edileni)
Bilendir. Ortak koştuklarından
yücedir.
“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10
yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18)
geçmektedir.
93. De ki: “Rabbim! Onlara
vadedileni bana göstereceksen;
94. Rabbim! Beni o zalim
topluluğun içinde bulundurma!”
95. Biz, onlara vadettiğimizi (azabı) sana göstermeye kadiriz.
96. Sen kötülükleri ahsen (en güzel, en iyi) şekilde sav!ı
Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri en iyi Bileniz.
ı Benzer
mesajlar: 13:22; 28:54; 41:34.
97. Ve de ki: “Ey Rabbim!
Şeytanların (aldatanların, saptıranların) kışkırtmalarından
Seninle (yardımınla) korunurum1.
1
“اَعُوذُ”
fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök,
“korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez
geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98;
19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
Şeytan; hakka aykırı hareket eden her türlü güç,
kurum ve kişinin ortak karakteristik adıdır. “Euzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim”
terkibine, “kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” anlamının verilmesi doğru
değildir. “Kovulmuş şeytan, Allah ile korunurum” ifadesi ise “ins” ve “cinn”nin
yani görünen görünmeyen güçlerin, kişi ve kurumların saptırıcı telkin ve
yönlendirmelerine karşı kişinin, vahyi ölçü alarak kendisini koruması demektir.
Doğruyu vahiyden öğrenip, şeytanın saptırmasını önlemektir.
98. Rabbim, bana
yaklaşmalarından Seninle korunurum!”
99. Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde der
ki: “Rabbim! Beni (dünyaya) geri döndür!
100. Böylece ihmal ettiğim salihâtı (doğru, yapıcı, erdemli fiilleri) yaparım.
Hayır! Onun bu söylediği boş bir sözden ibarettir. Onların ardında,
diriltilecekleri güne kadar bir berzahı vardır.
ı “بَرْزَخاً”
(berzah) sözcüğü, “engel, sınır, geçişi engelleyen perde, geçiş dönemi” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da
3 yerde geçer: 23:100; 25:53; 55:20.
Burada geçen berzah kelimesi, ölüm sonrası bir
âlemin adı değil, dünyaya geri dönmeyi imkânsız kılan “ölüm engeli” demektir.
Bu ayet reenkarnasyonun olmadığının delillerindendir.
101. Sura üfürüldüğünde, o gün aralarında ne bir akrabalık kalır ne
de birbirlerine soru sorarlar.
102. Tartısı ağır gelenler felaha erenlerdir.
103. Tartısı hafif gelenler ise nefislerini hüsrana
uğratanlardır; Cehennemde sürekli kalanlardır.
Benzer mesajlar: 7:8-9; 21:47; 101:6-9.
Tartıların ağırlığı, iman ve salih amelden
oluşur. Hafiflik ise bunların yokluğudur. Aslında 18:105’te ifade edildiği gibi
böyleleri için tartıya bile gerek olmayacaktır.
104. Ateş, yüzlerini yalayacak. Onlar ise onun
içinde kıvranırlar.
105. Ayetlerim size tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) onları yalanlayanlar sizler
değil miydiniz?
106. Dediler ki: “Rabbimiz!
Azgınlığımız bize galip geldi. Bizler de sapkın bir topluluktuk.
107. Rabbimiz! Bizi
buradan çıkar. Tekrar dönersek, o zaman biz gerçekten zalimleriz.”
108. Dedi ki: “Aşağılanmış bir şekilde orada kalın, Benimle de konuşmayın.
109. Kullarımdan bir grup, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bize mağfiret et (bağışla)
ve bize rahmet et (bize acı). Sen, Hayrur-Rahiminsin (Merhamet
edenlerin en hayırlısısın).” derlerdi.
110. Siz ise onları alaya aldınız. Böylece Beni
zikretmeyi (anmayı, uyarılarımı
dinlemeyi) size unutturdular. Onlara da gülüyordunuz.
111. Şüphesiz
ki Ben, sabrettiklerinden dolayı onlara bugün ceza1 (karşılık) verdim. Faizli (kazançlı) çıkanlar işte onlardır.
1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve
“karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam
taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da
"ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte
Kur’an’da 117 kez geçer.
112. Dedi ki: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”
113. “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık.
Onu sayanlara sor!” dediler.
114. Dedi ki: “Siz az
bir süre kaldınız, bir bilseydiniz!
115. Yoksa sizi boş yere yarattığımızı ve Bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
Yüce Allah mahşerde cehennem azabına atacağı
inkârcılara hitap edeceğini ve yaratılışın anlam ve amaçtan yoksun olmadığını
hatırlatacağını haber vermektedir. Buna göre “insanların abes olsun diye
yaratılıp mahşerde Yüce Allah’a sunulmayacakları” inanışı eleştirilmekte ve
reddedilmektedir. Yaratılışın amaçsız olmadığıyla ilgili benzer mesajlar: 3:191;
6:73; 10:5; 14:19; 15:85; 16:3; 21:16; 29:44; 30:8; 38:27; 39:5; 44:38-39; 45:22;
46:3; 64:3; 75:36.
116. Gerçek şu ki Melikul-Hak (gerçek hükümdar) olan Allah, Teala’dır (pek yücedir).
O’nun dışında ilah yoktur. Kerim (onurlu, saygın)1 olan Arş’ın Rabbi O’dur.
1 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31;
17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40;
31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27,
78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2
kez), 17; 96:3.
117. Kim de hakkında hiçbir burhan (delil, kanıt) olmamasına rağmen Allah’ın
dışında1 başka bir ilaha dua ederse (yalvarırsa, taparsa);
onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kafirler (hakkı bilerek inkar
edenler; onun üstünü örtenler) iflah olmazlar.
1 “مِنْ
دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya
"Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.
118. Ve de ki: “Rabbim! Bana mağfiret et (beni
bağışla) ve bana rahmet et (bana acı). Sen, Hayrur-Rahiminsin
(Merhamet edenlerin hayırlısısın).”