Sure, Mekke döneminde
inmiştir ve nüzul sırasına göre 39. suredir. Adını, 46-48 ayetlerinde geçen ve
bilgi, marifet, tanıma anlamına gelip, cennet ile cehennem arasındaki yüksek mevkileri
ifade eden “Araf” kelimesinden alır. Sure 206 Ayettir.
Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Elif, Lam, Mim, Sad.
“Elif,
Lam, Mim, Sad” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan bu surede 2510 tane “Elif”, 1530
tane “Lâm”, 1164 tane “Mim” ve 97 tane de “Sad” harfi vardır. Bunların toplamı
5301’dur, 19’un da tam 279 katıdır.
2. Bu, sana indirilmiş bir Kitaptır. Onunla
uyarman ve müminlere öğüt vermen hususunda göğsünde bir sıkıntı olmasın.
3. Rabbinizden size indirilene tabi olun.ı O’nun
dışında evliya (dostlar, rehberler) edinerek
onlara tabi olmayın.2 Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
ı Vahye uymayla ilgili
mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15,
109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.
2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka
anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.
4. Ve beldelerden nicelesi helak ettik! Onlara
musibetimizı geliverdi; gece uyurlarken ya da söyleşirlerken...
ı “بَأْس” (be’s), “belâ, musibet, zarar, sıkıntı, savaş,
mücadele” anlamlarına gelir.
2
“قَٓائِلُونَ” (kailuvn)
ifadesi, bağlama göre “söylemek”, savunmak veya iddialaşmak” anlamlarına gelir.
Bu ifade, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
5. Azabımız kendilerine geldiğinde “Şüphe yok ki bizler zalimlermişiz!” demekten ve
yalvarmaktan başka sözleri de olmadı.
6. Kendilerine elçi gönderilenlere soracağız, resullere
de soracağız.
7. Onları da tam bir bilgi ile anlatacağız. Zira
Biz, onlardan habersiz değildik.
8. O gün tartı hakka (gerçeğe, doğruya) uygundur. Tartısı ağır gelenler
felaha (kurtuluşa, ebedi saadete) erenlerdir.
9. Ve
kimin tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimiz ile1 zulmetmeleri nedeniyle nefislerini (kendilerini) hüsrana uğratanlardır.2
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek zulmettikleri anlaşılır. Konu ile
ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
2 Benzer mesajlar: 7:8-9; 21:47; 23:102-103; 101:6-9.
10. Andolsun ki sizi yeryüzünde mekin kıldık1 ve size orada nice geçim kaynağı sağladık. Ne kadar az
şükrediyorsunuz!
1 “مَك۪ينٍ”
sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen”
anlamlarına gelir.
2 Bu
sözcük “عَاشَ” (‘âşe)” kökünden türemiştir ve “geçimlikler” “geçim
kaynakları” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, bu kökten türemiş 8 sözcük
geçmektedir: 7:10; 15:20; 20:124; 28:58; 43:32; 69:21; 78:11; 101:7.
11. Sizi yarattık, ardından şekillendirdik.ı
Sonra meleklere, Adem’e secde edin dedik. İblis (saptıran) hariç, hepsi secde ettiler. O,
secde edenlerden olmadı.
ı Bu cümle “siz”, “sizi” zamirleri gereği ilk insanların en az üç
kişi, 35:11 ve 78:8 gereği en az üç çift şeklinde yaratıldığının
delillerindendir.
12. “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten
alıkoyan nedir?” dedi. “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten, onu ise çamurdan
yarattın.” dedi. (Benzer
mesajlar: 15:33; 17:61; 38:7)
13. “İn oradan, orada büyüklük taslamak senin haddin
değil. Oradan çık, sen aşağılanmış olanlardansın.” dedi.
“صَّغِر۪” (sağir) ifadesi, “küçük”
demektir. Ancak mecazi olarak da “değeri düşmüş, aşağılanmış” gibi anlamlarda
da kullanılmaktadır.
14. Dedi ki: “Diriltilecekleri güne (kıyamete) kadar bana süre
ver!”
15. “Pekâlâ, sen, süre
verilmişlerdensin!” dedi.
Ayetten de anlaşılacağı üzere ömürlü varlık olan
şeytana kıyamet gününe kadar süre tanınmış. İlgili diğer ayetler: 15:37, 38:80.
16. Dedi ki: “Beni sapıttırdığındanı
dolayı ben de onlar için Senin sırat-ı müstakimin2 (dosdoğru olan yolunun) üzerine oturacağım.3
ı “غَوٰىۚ” (ğava) sözcüğü, bilinçli olarak ve isteyerek “sapıtmak,
yoldan çıkmak, kötü yola girmek” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 16 kez geçer: 7:16, 175;
11:34; 15:39 (2 kez), 42; 20:121; 26:91; 28:18, 63 (3 kez); 37:32 (2 kez):
38:82; 53:2.
2 “Sırat-ı Müstakim” ile
ilgili açıklama 1:6’da yer alır.
3 İblis kendisine diriliş gününe kadar mühlet
verilip bu işini sağlama aldıktan sonra, yine inatlaşmaya başladı ve isyana
koyularak şöyle dedi: “Daha hayırlı olduğum halde benden düşük bir varlığa
secde etmemi isteyerek beni azgınlığa mahkûm ettiğin için ben de onları
saptırmaya alışacağım”
Şeytan, kanıtlanmış bir yalancıdır ve onun yandaşları da öyledir. (Bkz: 2:36,
6:22-23, 7:20-22)
17. Sonra da önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından yanlarına sokulacağım ve onların
çoğunu şükredenlerden olarak bulamayacaksın.
İbn Abbâs der ki:
Önlerinden maksat ahiret, arkalarından maksat dünya tarafı, sağlarından maksat
iyilikler, sollarından maksat kötülükler tarafıdır. Önlerinden denilmekle;
bilip sakınma İmkanları olan tarafları, arkalarından denilmekle; bilmeyip sakınmayacakları
tarafları, sağlarından ve sollarından denilmekle; bilip sakınabilecekleri ancak
uyanık ve ihtiyatlı olmadıkları için bilip sakınamadıkları tarafları kastedilmiş
olabilir.
18. Dedi ki: “Kınanmış ve kovulmuş olarak oradan çık! Onlardan sana uyanlara
gelince; cehennemi, kesinlikle sizden olan toplulukla dolduracağım1.
1 “لَاَمْلَـَٔنَّ” (Le’emlenne) ifadesi “kesinlikle
dolduracağım” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 7:18; 38:85; 11:119;
32:13.
Benzer mesajlar: 7:12-18; 15:42; 16:99; 17:61-63;
34:21; 38:75-82. Bu ayet, 11:119 ve 32:13 ayetleri ile birlikte okunmalıdır.
19. Ey Adem! ‘Sen ve eşin cennete yerleşin ve
dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden
olursunuz!’”
20. Böylece şeytan (aldatan, saptıran), kendilerine örtünmüş1
olan mahrem2 yerlerini açıp kendilerine göstermek için onlara vesvese
verdi ve dedi ki: “Rabbiniz, melek ya da ölümsüz olmayasınız diye size bu ağacı
yasakladı.”
1 “وُ۫رِيَ:” (vûriye) sözcüğü, “Örtünmüş,
gizlenmiş” anlamlarına gelir. Kur’an’da, bununla aynı kökten türemiş 4 sözcük
yar almaktadır: 7:20, 26: 5:31 (2 kez).
2 Arapça'da
kök olarak “kötü, çirkin, nahoş, ayıp” anlamlarına gelen “س-و-أ”
(s-v-â) harflerinden türemiş olan “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü,
genellikle “Mahrem yer, ayıp, çirkinlik ve örtülmesi gereken bir kusur” anlamlarına
gelir. “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü Kur’an’da 6 kez geçer: 5:31 (2 kez);
7:20, 22, 26, 27; 20:121.
21 “Ben size nasihat edenlerdenim!” diye de onlara
yemin etti.
22. Böylece, onları
yalanlarla aldattı1. Ağacı tattıkları zaman da ayıldılar ve mahrem yerleri
kendilerine göründü ve hemen2 cennetin yapraklarından iliştirip üstlerini
örtmeye başladılar2. Rableri de onlara seslendi: “Sizi o ağaçtan
menetmedim mi, şeytan da sizin apaçık düşmanınızdır demedim mi?”
1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak,
yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21
ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49;
17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20;
67:20; 82:6.
2 “طَفِقَا” (tefika)
sözcüğü, “hemen başlamak, hemen işe koyulmak” anlamlarına gelir.
Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 7:22; 20:121; 38:33.
23. “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Bizi bağışlamaz
ve bize merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz.” dediler.
Bu ayetteki tevbe ifadesi “Derken Adem Rabbinden
kelimeler aldı ve O’na yalvardı. Allah da onun tevbesini kabul etti.” (2:37) şeklindeki
ayette belirtilen Adem’in Rabbinden öğrendiği kelimelerle söylendiği
anlaşılmaktadır.
Ayrıca: Kur’an, bu kıssasında, aşağıdaki şu önemli konuları izaha
kavuşturmaktadır: İnsandaki utanma ve haya duyguları tabiî ve fıtrîdir. Bu,
yaratıldığı ilk günden beri insanda bulunan doğuştan bir duygudur. İnsan,
yapısı kötülüğe ve iğrenç olana açık bir çağrıyı kolay kolay kabul etmez. Ancak
şeytan, insanı kendi tuzağına düşürmek için onun yararına ve iyiliğine
çalışıyormuş gibi gözükerek kendi tuzağına düşürmeye çalışmaktadır.
24. Dedi ki: “Birbirinize
düşman olarak inin. Belirli bir süreye kadar, yeryüzü size barınak ve metaı
olacak.”
ı “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
Bu
cümle 2:36 ayetiyle birlikte okunmalıdır. Ayrıca bu surenin 13’üncü ayetinde belirtildiği
gibi İblis de kovulmuştu.
25. Dedi
ki: “Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan (hesap
vermek üzere) çıkarılacaksınız.”
Benzer mesajlar: 20:55; 22:6; 30:19; 35:9; 50:11,42; 43:11;
71:18.
26. Ey ademoğulları, mahrem yerlerinizi1
örtecek2 ve süslenmenizi sağlayacak giysiler indirdik. Fakat takva (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma) elbisesi daha hayırlıdır. Bunlar, Allah’ın ayetleridir (işaretlerindendir); belki düşünüp öğüt
alırlar.
1 Arapça'da
kök olarak “kötü, çirkin, nahoş, ayıp” anlamlarına gelen “س-و-أ”
(s-v-â) harflerinden türemiş olan “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü,
genellikle “Mahrem yer, ayıp, çirkinlik ve örtülmesi gereken bir kusur” anlamlarına
gelir. “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü Kur’an’da 6 kez geçer: 5:31 (2 kez);
7:20, 22, 26, 27; 20:121.
2 “يُوَار۪ي” (yuvâriy) sözcüğü, “örtecek,
gizleyecek” anlamlarına gelir. Kur’an’da, bununla aynı kökten türemiş 4 sözcük
yar almaktadır: 7:20, 26: 5:31 (2 kez).
27. Ey Ademoğulları! Şeytan,
ana babanızın mahrem yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten
çıkardığı gibi sizi de aldatmasın! O ve yandaşları, sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları iman etmeyenlere evliya (dost,
rehber) kıldık.”
Benzer
mesajlar: 19:83; 26:221-222; 41:25; 43:36.
Veli/Evliya
ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.
28. Bir fuhuşı (aşırılık, hayasızlık, kötülük) işledikleri zaman da “Biz, atalarımızı bunu
işlerken bulduk, bunu da bize Allah emretti” derler. De ki: “Allah fuhşu emretmez. Allah hakkında bilmediğiniz
şeyleri mi söylüyorsunuz?”
ı Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili
açıklama 2:169’da yer alır.
29. De ki: “Rabbim adaleti emretti, bütün mescitlerde
(secde yerinde) de yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini (ibadetleri)
yalnızca O’na has kılarak dua edin. Sizi yoktan var ettiğiı gibi O’na
döneceksiniz.”
ı “بَدَأَ”
(bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan
var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır.
Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13;
10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.
30. (Allah) bir kısmını
hidayete erdirdi, bir kısmı da dalaleti hak etti. Onlar, Allah’ın dışında şeytanları
evliya (yönetici, gözetici, kılavuz) edindiler,
yine de kendilerini hidayette sanıyorlar!
31. Ey Ademoğulları!
Bütün mescitlerde ziynetlerinizi alın;ı yiyin, için fakat israf2
etmeyin. O, israf edenleri sevmez.
ı Bu ifade
ile ibadetlerde temiz ve güzel giyimli olmak emrediyor.
2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak,
savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.
32. De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı ziyneti ve O’nun
rızkından temiz olan şeyleri kim haram etti?”ı De ki: “Bunlar, dünya hayatında ancak iman
edenler içindir. Kıyamet Günü ise onlara mahsus olacaklar.” Bilen bir toplum
için ayetleri böyle detaylı açıklıyoruz.2
ı Bu
ayet 7:33, 157, 8:24, 9:29, 18:26 ve 66:1 ayetleriyle okunmalıdır. Bu cümle
dinde haram kılma yetkisinin yalnızca Yüce Allah’a ait olduğunun delilidir.
Diğer insanlar yasak koyabilirler, ancak kesinlikle haram kılamazlar. Çünkü
Yüce Allah bu yetkiyi hiç kimse ile paylaşmamıştır.
2 Kur’an’daki
ayetlerin her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55,
97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2;
17:12; 30:28; 41:3, 44.
33. De ki: “Rabbim, fuhşun (aşırılığın, hayasızlığın, kötülüğün) açık ve gizli olanını da ism’iı
(Allah’ın yasakladığı fiili) de azgınlık
yapmayı da hakkında sultan (güçlü bir delil) indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmayı da Allah hakkında bilmediğiniz
şeyleri söylemenizi de haram kılmıştır.
ı “İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan
uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve
kötü düşünceye verilen isimdir.
34. Her toplumun bir eceli (ölüm zamanı) vardır. Ecelleri gelince, onu bir an bile geciktiremezler, önüne de geçemezler.
Benzer mesajlar: 10:49; 15:5; 16:61; 23:43.
35. Ey Ademoğulları! İçinizden size ayetlerimi
kıssa eden (aktaran) resuller geldiğinde kim takvalı davranır (Allah’ın emirlerine uyup,
yasaklarından kaçınır) ve kendini ıslah ederse, onlara korku yoktur
ve onlar üzülmeyecekler.
36. Ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimseler ve bununla
kibirlenenler, işte onlar ateş halkıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer:
2:39; 4:56; 5:10, 86; 6:39, 49; 7:36, 40; 54:42; 78:28.
37. Allah’a yalan uydurarak iftira edenden veya
O’nun ayetleriyleı yalanlayandan daha zalim kim olabilir?2
İşte onlar, Kitap’tan nasiplerini (paylarına düşeni) alacaklardır. Nihayet
resullerimiz (ölüm melekleri),3 onları vefat ettirmek için
yanlarına gelince, “Allah’ın dışında dua ettikleriniz nerede?”
dediler. Kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine tanıklık ettiler ve “Bizden saptılar
(ayrıldılar)!” dediler.
ı “Ayetleriyle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve
tefsirde “ayetlerini” şeklinde anlamlandırılmaktadır.
Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 Benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 10:17;
11:18; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7. Günümüzde de cemaatler,
tarikatlar, dini ekoller ve din üzerinden siyasi, ticari, itibari rant elde
edenler; dini geçim kaynağı haline dönüştürenler, sünnet, hadis adı altında
uydurdukları yalanları Allah’a dayandırmaya çalışıyorlar.
3 Ölüm melekleriyle ilgili benzer kullanımlar için
Bkz: 4:97; 6:61, 93; 8:50; 16:28, 32; 47:27.
38. Dedi ki: “Sizden önceki cin ve insandan olan
topluluklar ile siz de ateşe girin.” Her topluluk girince, öncekine (atalarına) lanet eder. Nihayet hepsi
toplandığında, sonrakiler öncekilere derler ki: “Rabbimiz! Bunlar bizi saptırdı,
bunlara ateşten iki kat azap ver.” Dedi ki: “Her biri için iki kat vardır,ı
ama siz bilmezsiniz.”
ı Benzer mesajlar: 7:39; 28:63; 33:67-68; 34:31-33;
37:33; 40:48; 43:37-39.
39. Öncekiler, sonrakilere “Sizin bizden hiçbir farkınız yokmuş; siz de
yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!” derler.
40. Şüphesiz
ki ayetlerimiz ile1
yalanlayan ve bununla kibirlenen kimselere, onlara semanın kapıları açılmayacak.
Deve2 de iğne deliğinden
geçmedikçe onlar Cennete girmeyecekler!3 Mücrimleri işte böyle cezalandırırız (onlara
karşılıklarını veririz).
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer: 2:39; 4:56;
5:10, 86; 6:39, 49; 7:36, 40; 54:42; 78:28.
2
Arapça’da, develeri ifade eden genel terim “إبل” (ibil) kelimesidir. Bu
kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 6:144; 88:17. “جَمَل” (cemel) kelimesi ise güzel,
süslü ve zarif bir deveyi ifade etmek için kullanılan bir terimdir. “جَمَل”
(cemel) kelimesi Kur’an’da 2 kez geçer: 7:40; 77:33.
Bazı
müfessirler, cemel (deve) kelimesinin, cummel (halat)
olabileceğini söylemektedirler. (Bkz: İbni Kesir Tefsiri 7:40 ayeti ile ilgili açıklama)
3 Benzer
mesaj Yeni Ahit’te 3 İncil’de de yer alır: “Devenin iğne deliğinden geçmesi,
zengin adamın Allah’ın krallığına (cennetine) girmesinden daha kolaydır (Matta.
19:24; Markos. 10:25; Luka. 18:25).
41. Onlar için cehennemden hazırlanmış bir yer,1 üstlerinden de kuşatışlar2 vardır. Zalimleri işte böyle cezalandırırız (onlara karşılıklarını veririz).
1 “مهد” (mehede)
kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde
hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış
yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
2 “غشي”
(ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi
anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7;
3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez);
24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez);
71:7; 88:1; 91:4; 92:1.
42. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere gelince;
-ki Biz hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir yük yüklemeyiz- onlar da cennet
halkıdır. Orada sürekli kalıcıdırlar.
43. Biz de göğüslerinde kinden1 ne varsa çıkardık.2 Altlarında nehirler vardır
ve derler ki, “Bizi
buna hidayet eden (yönlendiren) Allah’a hamd (övgü)
olsun! Eğer Allah, bize hidayet (kılavuzluk)
etmeseydi, hidayete eremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin resulleri hak (gerçek,
hakikat) ile gelmişler!”
Onlara
seslenildi: “İşlediğiniz amellere karşılık olarak mirasçı kılındığınız Cennet işte budur.”
1 “غِلًّۭ”
(ğille) sözcüğü kelime anlamı “kin” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer:
7:43; 15:47; 59:10.
2 Benzer mesaj 15:47
44. Cennet halkı, ateşin halkına seslendi: “Rabbimizin
bize vadettiğinin hak (doğru,
gerçek) olduğunu gördük. Siz de Rabbinizin size söylediklerinin hak olduğunu
gördünüz mü?” “Evet.” derler. Derken aralarından bir müezzinı, “Allah’ın
laneti zalimlerin üzerine olsun.” diye seslenilir.
ı Müezzin (çağrıcı, duyurucu) ifadesi Kur’an’da 2 defa (7:44;
12:70) geçmektedir.
45. Onlar, Allah’ın yolundan alıkoyarlar, onda da
eğrilik (çarpıklık)1 ararlar,
onlar, ahireti de inkâr edenlerdi.
1 “عِوَجٍ”
(‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar
gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1;
20:107, 108; 39:28.
46. Aralarında bir perde1 (engel,
sur) vardır. Arafta2 da herkesi yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennet
halkına “Selamün aleyküm” (Size
selam olsun) diye seslendiler. Onlar kuruntuları yüzünden henüz oraya (Cennete) girmediler.
1
“حِجَابٌۭ ۚ” (hicâbûn) sözcüğü, “hicap” yani “perde, örtü,
engel” anlamına gelmektedir ve “örtmek, perdelemek, gizlemek” anlamına gelen “حجب”
(hacb) kökünden türemiştir. Kur’an’da, “hacb” kökünden türemiş 8 sözcük
geçmektedir: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15. Bu engelin yüksek bir sur
olduğu 57:13 ayetinden anlaşılmaktadır.
2 Sureye adını veren Araf kelimesi; yüksek yer,
cennetle cehennem arasındaki yüksek surun en tepesi veya bilgililer anlamına
gelmektedir.
Ahiretteki mekanlar, başlangıçta 4 yer
olacaktır: Üst Cennet, Alt Cennet,
Araf ve Cehennem. Araftakiler de alt Cennete dahil edilecektir. (7:49)
47. Basiretlerini ateş ehline çevirdiklerinde “Rabbimiz, bizi zalim toplulukla birlikte bulundurma.” derler.
48. Araftakiler, yüzlerinden tanıdıkları
kimselere seslendiler: “Ne topluluğunuz ne de kibriniz size bir yarar
sağlamadı.”
49. “Allah’ın onlara rahmet etmeyecek” diye
yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Araf’taki insanlara sonra şöyle seslenilecek), “Cennete
girin, artık size korku yoktur, artık üzülmeyeceksiniz de.”
50. Ateş halkı, Cennet halkına, “Üzerimize sudan
veya Allah’ın size verdiği rızıklardan dökün” diye seslenirler. Derler ki: “Allah,
onları kâfirlere haram kıldı.”
Bu ayet, Yüce Allah’ın, azabı hafifletebilecek
veya ateştekileri serinletebilecek her ne varsa onu cehennemliklerden uzak
tutacağını ve onları bu nimetlerden mahrum bırakacağını ifade etmektedir.
51. Onlar dinlerini hafife alan kimselerdirler.
Dünya hayatı da onları aldattı. Onlar, bugünlerine karşılaşmayı unuttukları,
ayetlerimiz ile1 de bile bile inkâr
ettikleri gibi, biz de bugün onları unuturuz.2
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya
“ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39
ayeti dipnotunda yer alır.
2 Dünya hayatının aldatmasına kananlar aynı zamanda Yüce Allah’ın
ayetlerini inkâr eden ve mahşerde Allah’ın huzurunda hesap vereceğini de
unutanlardır. Yüce Allah, bu tiplerin suçunu gündeme getirmekte ve onlar dünya
hayatında böyle bir unutma yaşamışlarsa, kendilerinin de azapta unutulacağını
kendilerine haber vermektedir. Benzer mesajlar: 9:67; 20:126; 32:14; 45:34; 59:19.
52. Biz, iman eden bir topluluk için ilim ile
açıkladığımızı hidayet (kılavuz) ve rahmet olan bir kitap getirdik.
ı Kur’an
ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı
nitelikte olduğu ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32,
52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.
53. Onlar, ille de onun tevilini1 mi gözetiyorlar? Tevili geldiği gün, daha önce onu unutmuş
olanlar, “Demek ki Rabbimizin resulleri hak (doğru, gerçek) olanı getirmişler.
Bize şefaat edecek şefaatçilerimiz var mı?2 Yahut tekrar (dünyaya) geri döndürülsek de işlediğimiz amellerden başkasını
işlesek!” diyecekler. Onlar, nefislerini (birbirlerini) hüsrana uğrattılar,
uydurdukları şeyler de onlardan uzaklaştı.
1 Tevil; Bir sözün varabileceği muhtemel
manalardan biriyle yorumlanmasıdır. Lafızlara (terimlere) anlam vermek demektir.
2 Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayette yer alır. 🔗
54. Rabbiniz, gökleri (evreni)
ve yeri (Dünya’yı) altı günde yaratan,1 sonra arşa
istiva eden (hakim olan, yerleşen) Allah’tır.2 Gündüzü, onu aceleyle isteyen gece ile kaplar3. Güneş’i ve Ay’ı ve yıldızları da emrine boyun eğdirdi. İyi
bilin ki, yaratmak da emretmek (yönetmek) de O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah Tebarek’tir4.
1 Burada sözü edilen “gün” terimi, dünya günü değildir. Çünkü göklerin ve
yerin yaratılışı henüz tamamlanmamıştır. Bu kelime 22:47’de aynı mana ile “Rabbinin katında bir gün,
sizin saymakta olduklarınızdan bin sene gibidir.” şeklinde kullanılmış ve Allah
katındaki 1 günün 1000 dünya yıla eşit olduğu belirtilmiştir. Yine 70:4
ayetinde “Melekler ve ruh, 50000 yıla eşit bir gün içinde O’na yükselir.” şeklinde
farklı 1 günün de dünyanın 50000 yılına denk geldiği anlaşılmaktadır. Görüldüğü
gibi zaman kavramı dünyada, her gezegende, samanyolu galaksisinde ve arşta
farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle ayette geçen zamanın gerçek anlamını
yalnız Allah bilir. Bu
ifade; 7:54, 10:3, 11:7, 25:59, 32:4, 50:38 ve 57:4 ayetlerinde tekrarlanır.
Göklerin
(evrenin) ve yerin (Dünya’nın) altı günde yaratılması hususu Tevrat’ta Başlangıç
Kitabı’nın 1 ve 2’nci bölümünde şöyle anlatılmaktadır: “1:1- Başlangıçta Elohim
(Yüce Melekler, Mele-i ala) gökleri (evrenleri) ve yeri yarattılar. 2-
Ve yeryüzü şekilsiz ve boştu. Karanlık da derinliklerin yüzeyindedir. Ve Yücelerden Bir Ruh suyun yüzeyinde hareket
halindeydi. 3- Ve yüceler, “Işık olsun!” dediler ve ışık var oldu. 4- Ve yüceler, ışığın hayırlı olduğunu gördüler ve
yüceler, ışık ve karanlığı birbirinden ayırdılar. 5- Ve yüceler, ışığa ‘gündüz’;
karanlığa da “gece” dediler. Ve akşam oldu ve sabah olduı ve ehad
gün. 6- Ve yüceler, “Suların ortasında bir gök kubbe olsun ve
suları sulardan (birbirinden) ayırsın.” dediler. 7- Ve yüceler, gök kubbeyi
yarattılar ve gök kubbenin altındaki suları, gök kubbenin üstündeki sulardan
ayırdılar. Ve öyle oldu. 8- Ve yüceler, göğün genişliğine (uzay boşluğuna) sema
dediler. Ve akşam oldu ve sabah oldu ve ikinci bir gün (oluştu). 9- Ve
yüceler, “Semanın altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün.”
dediler. Ve öyle oldu. 10- Ve yüceler, kuru toprağa “ard” (yer/kara) dediler.
Suların birikintisine de “denizler” dediler. Yüceler bunun da hayırlı olduğunu
gördüler. 11- Ve yüceler, “Yeryüzü ot (çimen) ve tohum veren ot (tahıl) ve
tohumu kendi olup türüne göre meyve veren ağaçlar (sebzeler, meyveler) oluşsun.”
dediler. Ve öyle oldu. 12- Yer (toprak) de ot ve tohum veren ot ve tohumu kendi
olup türüne göre meyve veren ağaçlar çıkardı. Yüceler, bunun da hayırlı
olduğunu gördüler.13- Ve akşam oldu ve sabah oldu ve üçüncü bir gün
(oluştu). 14- Ve yüceler dedi ki: “Gündüzü geceden ayırmak için gök kubbede
ışıklar olsun. Bunlar da alâmetler ve vakitler ve günler ve seneler için
olsunlar. 15- Ve yeryüzünü aydınlatmak için gök kubbedeki ışıklar olsunlar.” Ve
öyle oldu. 16- Ve yüceler, büyüğü gündüze, küçüğü
de geceye egemen olacak iki büyük ışığı (güneş ve ay) ve yıldızları yarattılar.
17- Ve yüceler, yeryüzüne ışık vermeleri için onları göklerin kubbesine
yerleştirdiler. 18- Ve gündüze ve geceye egemen olmak ve ışığı karanlıktan ayırmak
için (ışıkları yerleştirdiler). Yüceler, bunun da hayırlı olduğunu
gördüler. 19- Akşam oldu ve sabah oldu
ve dördüncü bir gün (oluştu). 20- Ve yüceler, “Sular, nefes alan
canlılarla dolup taşsın ve yerin üstünde ve gökte kuşlar uçsun.” dediler. 21-
Ve yüceler, büyük deniz canavarlarını ve sularda nefesi olan ve hareket eden
canlıları ve uçan çeşitli varlıkları var ettiler. Yüceler, bunun da hayırlı
olduğunu gördüler. 22- Ve yüceler, onları kutsadılar ve “Verimli olun ve
çoğalın ve denizleri doldurun. Ve yeryüzünde kuşlar çoğalsın.” dediler. 23- Ve
akşam oldu ve sabah oldu ve beşinci bir gün (oluştu). 24- Ve yüceler, “Yeryüzü
çeşit çeşit nefes alan canlılar ve debelenenler çıkarsın (türetsin).” dediler.
Ve öyle oldu. 25- Ve yüceler, canlıları ve hayvanları ve debelenenleri
(dabbeleri) yarattılar. Yüceler, bunun da hayırlı olduğunu gördüler. 26- Ve yüceler dediler ki: “Kendi suretimizde, kendimize benzer adam
(insan) yaratalım. Ve
denizdeki balıklara ve gökteki kuşlara ve canlılara ve debelenenlere ve
yeryüzünün tümüne egemen olsun.” 27- Ve yüceler,
adamı (insanı) kendi suretinde yarattılar; onu yücelerin suretinde yarattılar.
Onları da erkek ve dişi olarak yarattılar. 28- Ve yüceler onları kutsadılar
ve dediler ki: “verimli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve onu
denetiminize alın. Ve denizin balıklarına da göklerin kuşlarına da
debelenenlere de egemen olun.” 29- Ve yüceler dediler ki: “İşte, yeryüzünde
tohum veren her otu ve tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size
veriyoruz; bunlar size yiyecek olacak. 30- Hayvanlara da gökteki kuşlara da
yaşam nefesi olanlar da debelenenlere de yiyecek olarak yeşil otları veriyoruz.”
Ve öyle oldu. 31- Ve yüceler, yaptıkları her şeyi gördüler. Ve işte, her şey
hayırlıydı. Ve Akşam oldu ve sabah oldu ve altıncı gün (oluştu). 2:1- Ve
gökler ve yeryüzü ve onların tüm orduları (tüm öğeleri) bitti. 2- Ve yedinci
güne gelindiğinde yüceler, yapmış oldukları işi tamamladılar ve o gün
yapmış oldukları tüm işleri bıraktılar.
3- Ve yüceler, yedinci günü (cumartesi gününü) kutsadılar ve onu kutsal
(mübarek, bereketli) bir gün olarak belirlediler. Çünkü yüceler, yapmak üzere
yarattıkları tüm işleri o gün bıraktılar. 4- Bu, Yücelerin Yahve’si (Allah)
yeri ve gökleri yarattığı gün, göklerin ve yerin yaratıldıkları zamanki
anlatımıdır.”
2 Tevrat ve İncil’de de “arş” “kralın
tahtı, hükümranlık, Allah’ın tahtı” olmak üzere üç manada kullanılmıştır. Luka, 1:32 ayetinde Davud Nebi’nin,
I. Krallar, 1:46 ayetinde Süleyman Nebi’nin, Yeremya, 22:30 ayetinde ise firavunun
tahtı için “arş” adı verilmiştir.
Zebur’da
(Mezmurlarda) ise; ayetinde Rabb’in egemenlik sürdüğü ve öteden beri kurulmuş
olan (93:1-2), ebediyen devam edeceği, bu saltanatın hak ve adalet temellerine
dayanan (45:6) hükümranlık için “arş” adı verilmiştir.
Yine Mezmurlar’da; Allah’ın ezelden beri
üzerinde oturduğu (Mezmurlar, 9:4, 6, 7, 47:8, 55:19; Vahiy, 6:13, 7:10) ve
evrenin en yüksek noktasında bulunan (Mezmurlar, 11:4; JE, XII, 141) Allah’ın tahtı için “arş” adı
verilmiştir.
Tevrat
ve İncil’de Allah’ın tahtı üzerinde oturduğunu anlatan diğer pasajlar: (I.
Krallar 22:19; Yeşaya 6:1; Hezekiel 1:4-28; Daniel 7: 9-10).
Kur’an’da
bazı ayetlerde arş, Yusuf’un ve Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtı anlamında (12:100;
27:23, 38, 41, 42) kullanılmıştır.
Ayetteki
el-’arş/’arş kelimesi Yüce Allah’ın mutlak hükümranlık alanı anlamında
21 yerde geçer Bu ayetlerin bir kısmında Rabbü’l-arş (9:129; 43:82), bir
kısmında da zü’l-arş (17:42; 40:15) tabirleri kullanılmıştır ki her ikisini de “arş
sahibi” manasında anlamak mümkündür. Göklerin ve yerin yaratılmasından bahseden
bir ayette O’nun arşının su üzerinde olduğu belirtilir (11:7). Bazı ayetlerde
de arşın büyük, değerli ve şerefli (azîm, kerim) oluşundan söz edilir (9:129; 23:116).
Arş’ın melekler tarafından taşınmakta olduğu (40:7) ve yine meleklerin, arşın
çevresini sarmış olduğu, yüce Allah’ı övgü ve tesbih ile andıkları (39:75, 69:17)
da belirtilmektedir. Kâinatı yaratan ve idare eden Allah arşa istiva etti
(hakim oldu, yerleşti).
Bu
ayette ve başka ayetlerde (10:3; 13:2; 20:5; 25:59; 32:4; 57:4) belirtilen
ve Allah’ın makamı olan Arş’ın mahiyetini anlayabilmek ve kavrayabilmek
bizim için oldukça zor bir mesele. Yalnızca şöyle anlamak mümkün: Kâinatın
yaratılmasından sonra Allah “Arş” diye adlandırılabilecek, sınırsız
hükümranlığının merkezi olarak bir yer belirlemiş olabilir. Oradan bütün alemi
yönetmektedir. Arapça, “el-Arş” kelimesi, ayrıca, mecazi olarak, “O’nun
hakimiyeti”, “arşa oturuşu” da “hükümranlığının bütün idare vasıtalarını kendi
elinde tutması anlamlarına da gelebilmektedir. Ayetin açıklaması nasıl
yapılırsa yapılsın; Kur’an, bunu, aslında Allah’ın kâinatın yalnızca Yaratıcısı
olmadığını, aynı zamanda Hâkimi ve Müdebbiri (yöneticisi) olduğunu vurgulamak
için zikretmektedir.
İstiva ise; “mutedil, düzgün ve eşit olmak; karar kılmak,
oturup yerleşmek; yönelmek, yukarı çıkmak; hâkim olmak, tahta oturmak” anlamlarına
gelir.
İstiva
kavramı yedi ayette arşa, iki yerde semaya yönelik bir fiil olarak Allah’a isnat
edilmiştir. Bu ayetlerde belirtildiğine göre Allah yeri yarattıktan sonra
gökleri yaratmaya yönelip onları yedi olarak düzenlemiş, sonra da arşa istiva
etmiş (hakim olan, yerleşmiş) (2:29; 7:54; 10:3; 13:2; 20:5; 25:59; 32:4; 41:11;
57:4). İstiva Musa’nın olgunluk çağına ermesi (28:14), Nuh’un ve
beraberindekilerin gemiye yerleşmesi (23:28) gibi anlamlarda da kullanılmıştır.
Bu
cümle aynı sözcüklerle 10:3 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
3 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”,
“kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5;
12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11;
45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.
4 Arapça,
İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü;
sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta
bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
Bereket sözcüğünden türemiş olan “Tebâreke”
kelimesi Allah için kullanıldığı yerlerde; “Bereket kaynağı”, “bitmeyen hayır
ve lütuf sahibi”, “Cömert” ve “Mukaddes (kutsal) olan” gibi anlamlarda
kullanıldığı kanaatindeyiz.
Tebâreke sözcüğü Kur’an’da 9 yerde geçer:
7:54; 23:14; 25:1, 10, 61; 40:64; 43:85; 55:78 ve 67:1.
55. Rabbinize tazarru1 ve gizlice2 dua edin. Şüphesiz ki O,
haddi aşanları sevmez.
ı
“تَضَرُّعاً” (tedarru’an):
“muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu
ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer:
6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.
2 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına
gelir.3:29
56. Islah olduktan sonra da yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmayın ve O’na korku ve
ümit ile dua edin. Allah’ın rahmeti muhsinlere (Allah rızası için
karşılıksız iyilik yapanlara) yakındır.
57. Rüzgarları, rahmetinin önünde bir müjdeci
olarak gönderen O’dur. Bulutlar, ağır yükler taşıyınca, onları (rüzgar ile) ölü bir beldeye sevk ederiz, sonra onunla
su indirir ve onunla her türlü ürünü bitiririz. Ölüleri de işte böyle
çıkarırız. Belki öğüt alırsınız.
58. Tayyib (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel, hoş olan) olan
beldenin bitkisi, Rabbinin
izni ile çıkar. Habisı olandan ise pek yararlı bitki çıkmaz.
Şükreden bir kavim için ayetleri böyle detaylı açıklıyoruz.2
ı Habis:
Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267
ayetindedir.)
2 Kur’an
ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı
nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32,
52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.
59. Andolsun ki Nuh’u
kavmine gönderdik. Bunun üzerine dedi ki “Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (sizin
için O’nun dışında Yüce olan) yoktur.1 Şüphesiz ki ben, sizin
için âzîm2 (korkunç) günün azabından korkuyorum.”
1 “Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’nun
dışında ilahınız yoktur.”
bildirimi, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde de aynı
sözcüklerle tekrarlanmaktadır.
2 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
60. Halkının meleleri (ileri
gelenleri), “Biz, seni apaçık bir
sapkınlık içinde görüyoruz.” dediler.
61. Dedi ki: “Ey halkım, bende herhangi bir sapıklık yok. Ama
şüphesiz ki ben, alemlerin Rabbinden bir resulüm (evrendeki tüm varlıkların Efendisi tarafından
görevlendirilen bir elçiyim).
62. Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum. Size
nasihat ediyorum ve Allah katından da sizin bilmediklerinizi biliyorum.”
63. Takvalı olmanız (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınmanız) ve umulur ki size merhamet edilir diye sizi
uyarması için içinizden bir adama Rabbinizden bir zikrin (öğüdün,
uyarının) gelmesi size garip mi geldi?2
1
“عَجِيب” (‘acîb)
sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9,
63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.
2 Bütün elçiler buna benzer mesajı iletmişlerdir: 7:68-69.
64. Böylece onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla
gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimiz ile1 yalanlayanları da suya batırdık2. Onlar, kör (basiretleri
kapanmış) bir topluluktu.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen Nuh kavminin, kendi zihinlerinde
tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
65. Ve Ad’a, kardeşleri
Hud’u (gönderdik). Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet)
edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (Yüceniz olan) yoktur. O’na
karşı takvalı olmayacak mısınız?”
66. Halkının kafir meleleri (ileri
gelenleri), “Biz, senin sefih (akılsız, aklı kıt)ı olduğunu
görüyoruz ve yalancılardan olduğunu zannediyoruz.” dediler.
68. Size, Rabbimin mesajlarını bildiriyorum ve ben,
sizin için emin (güvenilir) bir öğütçüyüm.”
69. Sizi uyarsın diye içinizden olan
bir adam aracılığıyla Rabbinizden bir zikrin (vahyin,
uyarının) gelmesi size garip mi geldi? Nuh’un
kavminden sonra da sizi halefler yaptığını zikredin (anın).
Ve yaradılışça da sizi yaydı (arttırdı).1 O halde Allah’ın
nimetlerini2 anın ki felaha (kurtuluşa, saadete) eresiniz.
1
“بَسْطَةً” (bâstâtân)
sözcüğü Arapçada “yaymak, genişletmek, açmak” ve “kolaylaştırmak” anlamlarına
gelir. Bu kelime, bir şeyin yayılması, genişletilmesi, ya da bir şeyin daha
geniş bir alanda, rahatlıkla sağlanması anlamında kullanılır. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 2:245, 247; 5:11, 28 (2 kez), 64; 6:93; 7:69;
13:14, 26; 17:29 (2 kez), 30; 18:18;
19 kodlu matematiksel sistem sayesinde 7:69 ayetinde bulunan “bâstâtân”
kelimesinin (Sad) harfiyle yani “بَصْۣـطَةًۚ” şeklinde değil (Sin)
harfiyle yani “بَسْطَةً” şeklinde yazılması gerektiği tespit edildi. Söz
konusu kelimenin, 2:247 ayetinde de (Sin) harfiyle yani “بَسْطَةًۭ”
şeklinde yazılmış olduğu görülebilmektedir.
Birçok Kur’an nüshasında yanlış yazılan bu kelimenin, en eski kufi
nüshalardan biri olan Taşkent nüshasında da “Sin” harfiyle yazılmış olduğu,
dolayısıyla da 19 kodlu matematiksel sistemi doğrulamış olduğu görülmüştür. Konu
ile ilgili eski Kur’an nüshalarına şu linkten bakabilirsiniz: https://elktb.net/A/7/69
2 “لَاء”
(ālā') kelimesi, “nimetler” “ihsanlar” ve “lütuflar” gibi anlamına gelir. Bu
kelime, Allah’ın kullarına sunduğu çeşitli nimetleri ve iyilikleri ifade etmek
için kullanılmaktadır. Bu sözcük Kur’an’da 34 kez geçer: 7:69, 74; 53:55; 55:13,
16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57,
59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77.
70. Dediler ki: “Sen
bize bir tek Allah’a kulluk (hizmet) etmemiz, atalarımızın da kulluk (hizmet)
etmekte oldukları şeyleri terke etmemiz için mi geldin? O halde eğer sadıklardan (doğrulukta
sebat eden, güvenilir olanlardan) isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir!”
Ad kavminin tevhidi reddetme sebebi atalarının şirk
dinini taklittir. İnkarcılar bir hatası olduğunda yani herhangi bir çirkinlik
işlediğinde bahane olarak 7:28’de belirtildiği gibi “atalarını böyle buldukları”,
dahası “Allah’ın böyle emrettiği” yalanına sarılmışlardır. Mekkeli müşrikler
işte bu ateşe çağıran hatalı yolu izleyenler olmuştur ancak mesaj onlarla
sınırlı değildir. Şeytanın izini takip eden herkesin bu noktada muhatap olduğu
unutulmamalıdır.
71. Dedi ki: “Rabbinizden, hakkınızda bir rics1 ve gazap (öfke)
kesinleşti. Haklarında Allah’ın hiçbir sultan (güçlü bir delil)
indirmediği, sizin ve atalarınızın taktığı isimler (ilahlar ve kuralları)
hususunda mı benimle cedelleşiyorsunuz?2 (delil sunarak
haklı çıkmaya mı çalışıyorsunuz?) Öyleyse bekleyin, şüphesiz ki ben de sizinle
bekleyenlerdenim.”
1 “رجس” (rics)
sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu
kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için
kullanılmıştır. Örneğin:
1-
Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde
hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics
katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)
2-
Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler
arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan
domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla
anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir
kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)
3-
Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir
(şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş
taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi
konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer
ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)
Bu
yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi
(fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu
görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100;
22:30; 33:33.
Bilgi
notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü
arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik,
iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı”
gibi anlamlara gelir.
2 Bu ifade,
“cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme”
anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32
(2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5,
35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime
Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara)
kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu
kelime de Kur’an’da geçmez.
72. Bunun
üzerine onu ve beraberindekileri Bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimiz ile1 yalanlayanların ve iman
etmeyenlerin de kökünü kestik.2
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya
“ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
ilgili ayetlerde bahsedilen Ad kavminin, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri
bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini
kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı
çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına
gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39
ayeti dipnotunda yer alır.
2 Âd kavminin inkârcılarının akıbetiyle ilgili
olarak da Kur’an’da çeşitli bilgiler yer alır. Bu bağlamda “kendilerine
köklerini kesen bir kasırga gönderildiği” (7:72; 51:41), “dünyada olduğu gibi
kıyamet gününde de lanete uğratılacakları” (11:60), “korkunç bir gürültünün
onları yakaladığı, sel süprüntüsü haline getirildikleri” (23:41), “helak
edildikleri” (26:139), “üzerlerine uğursuz, uğultulu ve her şeyi alt üst eden
kasırgaların gönderildiği” (41:16; 46:25) ve “köklerinden sökülmüş hurma
kütükleri gibi oldukları” (54:19-20), “üzerlerine azap kamçılarının salındığı”
(89:13) bildirilmektedir.
73. Semûd’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki “Ey
kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (Yüceniz) yoktur.ı Size, Rabbinizden
apaçık beyyineler (kanıtlar) geldi.ı Allah’ın şu devesi sizin
için bir ayettir (derstir, işarettir). Onu bırakın da Allah’a ait olan arzda2
otlasın ve ona bir kötülükle dokunmayın. Yoksa sizi elem verici bir azap
yakalar.3
ı Bu cümle, aynı sözcüklerle 7:85’te de
tekrarlanmaktadır.
2 Arz; Dünya, yeryüzü, toprak,
yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına gelir.
3 Bu cümle, aynı sözcüklerle 11:64’te de
tekrarlanmaktadır.
74. Ad’dan sonra da sizi halifeler (sorumlular) kıldığını ve yeryüzüne
yerleştirdiğini hatırlayın. Onun ovalarında köşkler1 yapıyorsunuz,
evler için de dağlarını2 yontuyorsunuz.3
Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesat yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
1 “الْقَصْرِ”
(el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”,
“kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45;
25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.
2 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu
sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31;
14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43;
26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9;
73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.
3 Ad kavminin yaşadığı bölge Arabistan’ın
güneyinde Ahkâf adıyla bilinen Umman ve Hadramevt taraflarıydı. Semûd kavmi ise
Arabistan’ın kuzeyinde yaşamıştı. Semûd kavminin yaşadığı bölge bugün Medâin-i
Sâlih adıyla bilinen ve Arabistan’ın kuzeyindeki Hicr bölgesidir. Kastedilen
yöre Elçi Salih’in kavminin yaşadığı ve kayalardan oyularak şekillendirilen
kaya şehirdir. Burada yaşamaları Yüce Allah’ın bir lütfuydu ve Elçi Salih de
onlara bu nimeti hatırlamalarını öğütlemekteydi. Demek ki Semûd kavmi, Âd
kavminin yaşadığı topraklara yerleştirilmemişti. Onların helakinden sonra
yaşadıkları bölgenin sorumluları oldukları hatırlatılmaktadır.
75. Halkının kibirli meleleri (ileri gelenleri), içlerinden
iman eden mustazaflaraı, “Salih’in, gerçekten Rabbi
tarafından gönderildiğini mi biliyorsunuz?” dediler. Dediler ki: “Biz, onunla
gönderilen ile iman ediyoruz (inanıyor ve güveniyoruz).”
ı Burada ve diğer ayetlerde sözü edilen mustazaflar
“zayıf düşürülenler” her zaman bu baskıya boyun eğmiş de değillerdir. Nitekim firavunun
karşısına dikilen büyücüler son derece net bir iman duruşu ortaya koymuş ve firavunun
tehditlerine aldırış etmemişlerdi. İşte bu ayette de durum aynıdır. Semûd
kavminin azgın yöneticileri içlerinden iman etmiş ve zayıf düşürülmüş müminlere
soru sormuşlar ve belki de hiç tahmin etmedikleri bir cevapla karşılamışlardı.
76. Büyüklük taslayanlar, “Biz, sizin iman ettiğiniz (inanıp güvendiğiniz) şeyi inkâr ediyoruz.”
dediler.
ı “عَقَرَ”
(akar) sözcüğü, “kesmek, yaralamak, öldürmek” anlamlarına gelir.
“akarû”
fiilinin, “hayvanın ayaklarının kesilerek veya kırılarak yere düşürüldükten
sonra boğazlanması” anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir. Bu ifade, Kur’an’da 5 kez geçer. Bunların
hepsi de vahşice katledilen deve için kullanılmaktadır: 7:77; 11:65; 26:157;
54:29; 91:14.
78. Onları bir sarsıntı
yakaladı, böylece evlerinde dizüstü çökmüş olarak sabahladılar1.2
1 "صَبَاح"
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53,
102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45;
22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25;
49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.
2 26:157’de ifade edildiği gibi, Semûd kavmi dişi deveyi hunharca
katlettikten sonra pişman olmuşlardı; ancak iş işten geçtiği için bunun
kendilerine bir faydası dokunmamış, hak ettikleri azapla buluşturulmuşlardı. Bu ayet, 7:91 ve 29:37 ayetlerinde
tekrarlanmaktadır.
80. Lut'u da (an). Kavmine demişti ki: “Şüphesiz ki siz, sizden önce1
alemlerde kimsenin yapmadığı bir fuhşu (ahlaksızlığı) mu yapıyorsunuz?
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden
geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez
geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17,
25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66;
37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).
81. Kadınlardan başka şehvetle erkeklere mi
yanaşıyorsunuz? Bilakis sizler, müsrifı bir toplumsunuz.
ı “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar,
savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
Bu söz açıkça alaycılık içermektedir. Sözü “Onlar
temiz kalmak istiyorlarmış, bizim aramızda kalarak kirlenmesinler” demeye
getirerek, kendilerince muhataplarını aşağılamaktan da geri kalmamışlardı.
Benzer mesaj: 27:56.
83. Bunun üzerine onu ve
ailesini kurtardık; karısı hariç. O, geride bırakılanlardanı imiş.
ı “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar,
arkada kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez
geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57; 29:32, 33; 37:138; 80:40.
84. Üzerlerine (taştan)
yağmur yağdırdık. Böylece mücrimlerin (azılı suçluların) akıbeti nasıl
olmuş, bir bak!
27:58’de de bildirildiği üzere, Yüce Allah 15:73’te
bu azap kasırgasından önce Lut Nebi’nin kavminin helakiyle ilgili olarak gün
doğarken korkunç bir gürültüyle meydana gelen depremin kendilerini yakaladığını
haber vermektedir. Lut Nebi’nin kavminin helak başlangıcının sabaha karşı
gerçekleşen bu korkunç gürültü olduğu anlaşılmaktadır.
85. Medyen’eı de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a
kulluk edin. Sizin O’nun dışında ilahınız (Yüceniz) yoktur. Size,
Rabbinizden apaçık beyyineler (kanıtlar) geldi.2 Ölçüyü ve
tartıyı da tam yapın, insanların eşyalarını da noksan vermeyin ve yeryüzünde
düzen sağlanmışken bozgunculuk yapmayın. Eğer imanlılar iseniz böylesi
sizin için daha hayırlıdır.
ı Medyen Şuayb’ın elçi olarak görevlendirildiği
şehirdi. Medyen kelimesi Kur’an’da 10 kez geçer. Medyen’in aslında İbrahim’in
çocuklarından birisi olduğu, nüfus artınca çocuklarının isminin şehre verildiği
de rivayet edilmektedir. Şuayb’ın nesebinin de Şuayb b. Nüveyb b. Medyen b.
İbrahim Halilullâh olduğu ifade edilmektedir.
2 Bu cümle, aynı sözcüklerle 7:73’te de
tekrarlanmaktadır.
86. Müminleri tehdit ederek de Allah’ın yolundan
çevirmek ve o yolu eğri (çarpık,
sapkın)1 göstermeye çalışmak için her yolun başına oturmayın. Sayıca
az iken (Allah’ın) sizi nasıl çoğalttığını hatırlayın, bozgunculuk çıkaranların
akıbetinin de nasıl olduğuna bir bakın!
1 “عِوَجٍ”
(‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar
gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1;
20:107, 108; 39:28.
87. Eğer sizden bir grup onunla gönderildiğimle (ayetlerle) iman ediyorsa, bir grup iman
etmiyorsa, o zaman Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. Ve O, Hakimlerin
(hüküm verenlerin) en hayırlısıdır.
88. Halkının büyüklük taslayan meleleri (ileri gelenleri) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle iman edenleri
ya şehrimizden çıkaracağız ya da milletimize (dinimize) geri döneceksiniz.” Dedi ki: “Biz istemesek
de mi?
89. Allah bizi sizin
dininizden kurtardıktan sonra, eğer yeniden ona dönecek olursak, muhakkak ki Allah’a
iftira etmiş oluruz. Allah istemedikçe ona
(batıl olan dine) dönmemiz söz konusu değildir. Rabbimiz
ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Biz, Allah’a tevekkül ettik. “Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını hak (gerçek, hakikat) ile aç. Sen hakkı ortaya çıkaranların en hayırlısısın.”
90. Ve kavminin kâfir olan ileri gelenleri, “Eğer Şuayb’a uyarsanız, hüsrana
uğrayanlardan olursunuz!” dediler.
91. Onları bir sarsıntı
yakaladı ve evlerinde dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.2
1 Bu ayet, 7:78 ve 29:37 ayetlerinde
tekrarlanmaktadır.
92. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç
kalmamış gibiydiler. Şuayb’ı yalanlayanlar hüsrana uğrayanların ta
kendileridir.
93. Bunun üzerine onlardan yüz çevirdi ve dedi
ki: “Ey kavmim! Ben, size Rabbimin mesajlarını duyurdum ve size öğüt verdim.
Şimdi kâfir bir topluluğa nasıl üzülebilirim!”
94. Ne zaman bir beldeye bir nebi gönderdiysek,
o beldenin halkını tazarruı etsinler diye sıkıntı ve zorluğa uğrattık2.
ı “تَضَرُّعاً”
(tedarru’an): “muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek,
alçalarak, tevazu ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da
7 yerde geçer: 6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.
2 Bu, Allah’ın kanunudur (sünnetullahtır).
İnsanlar kendilerine gelen nebilerin dinlemez ve mevcut düzenlerini terk etmek
istemezler. Bu direnişi kırmak için Allah onları baskı ve zorluklara maruz
bırakır. (bkz: 6:42-45)
95. Sonra kötülüğü
hasene ile değiştirdik. Afiyete (esenliğe) erdiklerinde de “Muhakkak ki atalarımıza da sıkıntı
ve sevinç isabet1 etmişti.” dediler. Bunun üzerine Biz de
onları ansızın yakaladık, farkına bile varmadılar.2
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”,
“zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten
türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü
eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 “Sevinç,
keyif, mutluluk” anlamına gelen “سُرُور” (surûr) sözcüğünden türemiş
olan bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 2:69; 7:95; 76:11; 84:9, 13.
3 Benzer mesajlar: 7:94-102; 14:9-18; 23:51-53; 34:34-35;
36:13-32; 41:14; 64:5; 89:11-12.
96. O şehirlerin halkı iman edip takva sahibi
olsalardı, üzerlerine göklerin ve yerin bereketlerini açardık, fakat
yalanladılar. Biz de yaptıklarına karşılık onları kıskıvrak yakaladık.
ı Arapça,
İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü;
sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta
bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
97. Beldelerin halkı, gece uyurlarken azabımızın
kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?
98. Ya da o beldelerin halkı, gündüzünı serin vaktinde dünya
işleriyle oyalanırlarken, azabımızın onlara gelmeyeceğinden emin midirler?
ı Ayetin Arapçasında geçen ‘duha’ kelimesi, günün bir
bölümüne karşılık kullanıldığında kuşluk vakti, yani 20:59’da olduğu gibi,
güneşin yükselmeye başladığı vaktini; geceye karşılık kullandığında ise 7:98’de
olduğu gibi gündüz vaktini etmektedir.
99. Allah’ın planından emin miydiler! Hüsrana uğrayan bir toplumdan başkası Allah’ın
planından emin olmaz (kendini güvende hissetmez).
1
“مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına
gelir. Bu
kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez);
7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez);
14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43
(2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).
100. Önceki topluluklardan sonra yeryüzüne
mirasçı olanların hidayete ermeleri gerekmez mi? İstersek onları da günahlarından1 dolayı cezalandırırız (onlara karşılıklarını veririz) ve kalplerini damgalarız2
da artık duymaz olurlar.
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
2 Bu ifade Kur’an’da 11 defa (4:155; 7:100, 101; 9:87,
93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir. 2:7, 6:46, 42:24,
45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin mühürlendiğinden söz edilmektedir.
101. Sana o beldelerden kıssalar (dersler)
aktarıyoruz.ı Resulleri, onlara apaçık beyyinat
(kanıtlar) getirmişlerdi.
Fakat onlar önceden yalanladıkları şeylerle iman edecek değillerdi. Allah,
kâfirlerin kalplerine böyle damga vurur.
ı Benzer mesajlar: 3:62 6:34; 11:120; 20:99; 28:3.
102. Onların çoğunda, ahde (söze) bağlılık bulmadık, onların çoğunu fasık (ayetlerden sapan, uymak istemeyen) olarak bulduk.
103. Sonra, onların ardından Musa’yı ayetlerimizle1 firavuna ve onun melelerine (ileri gelenlere) gönderdik.2
Bunun üzerine onunla zulmettiler. O halde
fesatçıların akıbeti nasıl olmuş, bir bak!
1 “Ayetlerimizle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) sözcüğü, genellikle bu ayet
dışında geçtiği yerlerde birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
şeklinde anlamlandırılmaktadır. Oysa “لِاٰيَاتِنَا”
(li-ayâtinâ) ifadesi “ayetlerimizi, ayetlerimize” anlamına gelir. Bu ifade
de 74:16 ayetinde geçer. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 Firavunu ve kavmini ikna etmesi için Musa’ya verilen 9 mucize
ile ilgili açıklama 17:101 ayetinde yer alır.
104. Dedi ki: “Ey firavun! Ben, alemlerin
Rabbinden bir resulüm! (Evrendeki tüm varlıkların
Efendisi tarafından gönderilen bir elçiyim)”
105. Allah adına hak (doğru, gerçek) olandan başkasını söylememek
benim üzerime borçtur. Rabbinizdenı size apaçık beyyineler (kanıtlar,
mucizeler) getirdim, öyleyse İsrailoğullarını benimle gönder.”
ı Ayette Musa Nebi’nin dile getirdiği min rabbiküm
ifadesi başta firavun olmak üzere diğer yönetici ileri gelenlere mesaj
vermektedir. Bilindiği gibi firavun kendisini ilah (Yüce olan) diye tanıtmakta
ve halka kendisinden başka ilahın bulunmadığını onlara dikte etmekteydi. İşte
böyle korkunç bir kibrin sahibi olan firavuna ve yöneticilerine Yüce Allah’tan
başka ilah olmadığını, üstelik Yüce Allah’ın, onların da Rabbi olduğunu
kendilerine bildirmiştir.
106. “Bir ayet (kanıt) getirdiysen ve doğru sözlü isen eğer,
onu getir bakalım!” dedi.
107. Bunun üzerine asasını attı. İşte o da
apaçık bir ejderhaı (oluverdi).
ı
“ثُعْبَانٌ”
(shu’bān), Türkçede “yılan” anlamına gelir. Özellikle büyük ve güçlü yılan
türleri için kullanılır. Bu sözcük, Kur’an’da 2 yerde geçer: 26:32 ve 7:107.
20:20, 27:10 ve 28:31 ayetindeki ifadelere göre
Yüce Allah; Musa’ya verdiği mucizeyi göstermek için elindeki asayı yere
atmasını istemiş ve asa hareket eden bir yılana dönüşmüş. Bunu gören Musa da
korkup kaçmış. Bunun üzerine “Ey Musa! Geri dön, korkma! Artık sen güvende
olanlardansın.” (28:31) diye hitap edilmişti. Ancak burada (26:32) ve 7:107’nci
ayette; Yüce Allah, sihirbazların hepsinin sihrini yutan bir ejderhaya (kocaman
bir yılana) dönüştürmüş.
108. Elini de (koynundan) çekip
çıkardı. İşte o da bakanlar için bembeyazdı.
107 ve 108’inci ayetler, aynı sözcüklerle 26:32
ve 33 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.
109. Firavunun meleleri (ileri gelenleri) dediler ki: “Şüphesiz ki bu bilgili bir
büyücüdür.”
110. (Firavun dedi ki), “O, sizi yurdunuzdan
çıkarmak istiyor, ne buyuruyorsunuz?”
111. Dediler ki: “Onu ve kardeşini oyala, (bu arada) şehirlere
haberciler gönder.
112. Tüm bilgili sihirbazları sana getirsinler.”
113. Sihirbazlar firavuna geldiler ve “Eğer
galip gelirsek, bize bir ecir1 var değil mi?” dediler.
1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu
bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret,
para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
114. “Evet, hatta yakınlarımdan olacaksınız.”
dedi.
115. Sihirbazlar, “Ey Musa! Ya sen at ya da biz
atıyoruz.” dediler.
116. “Siz atın!” dedi. Attıkları zaman da insanların gözlerini büyüledilerı
ve âzîm (büyük)
bir sihir yapıp onları (Musa ile Harun’u) korkuttular.
ı Bu ayet büyücülüğün insanların gözlerini
boyamaktan başka bir şey olmadığının apaçık bir delilidir. Büyü ile ilgili
bütün ayetleri bu bilgi ışığında değerlendirmek gerekir.
117. Ve Musa’ya, “Asanı at!” diye vahyettik. Bakışları
arasında onların uydurduğu1 şeyleri yutuverdiğini gördü.
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
118. Böylece hak (gerçek, hakikat) ortaya çıktı, onların yapmakta
oldukları da batıl oldu (gerçek dışı çıktı).
Büyücülük, muskacılık birer şarlatanlıktır. Bu
konunun metafizik bir yönü yoktur. Musa’nın dönemindeki sihirbazlar, halkı
hipnozla etkileri altına alıp illüzyonla gözlerini boyuyorlardı. Musa, uydurmaları
yutan bir gerçeği ortaya koyarak trans halinde hayaller gören halkı uyandırdı.
Musa’nın ortaya koyduğu şeyin sihir olmadığını herkesten iyi anlayan
sihirbazlar canları pahasına da olsa ona inandılar. Nebi olduğuna dair delil
olarak İsa’ya verilen mucizeler hariç, şifa dağıtıcılık da tıpta “placebo” diye
bilinen psikolojik etkiden ibaret bir palavradır. Şifa verme ve büyü çözme
iddialarıyla cahil halkı sömüren sahtekârlar hastalanınca hemen hastanelere
koşarlar. Ne yazık ki cehaletin yaygın bir hastalık olduğu toplumlarda
sahtekarlara ve palavracılara büyük rağbet olur.
119. Böylece orada yenildiler
ve küçük düştüler.
120. Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
121. Dediler ki: “Alemlerin Rabbine (evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların
Efendisine, Yöneticisine) iman ettik;
122. Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”
121 ve 122’nci ayetler, aynı sözcüklerle 26:47
ve 48 inci ayetlerinde de tekrarlanmaktadır. Büyücülerin imanı, ilk etapta
normal, sıradan gibi görülse de aslında karşılarında firavun gibi bir zalim
varken bunu yapabilmek herkesin harcı değildir. Çünkü firavun, onların rabbi
olduğunu (79:24) ve kendisinden başka onlar için hiçbir ilah tanımadığını (28:38)
söylemişti. Bu bildirime karşı gelmek aslında firavuna savaş açmaktı. Benzer
Mesaj: 20:70
123. Firavun dedi ki: “Ben
size izin vermeden onunla (onun aracılığıyla) mı
iman ettiniz? Demek ki bu, halkı (İsrailoğullarını) şehirden çıkarmak
için bir plan planladınız. Ama yakında göreceksiniz.
124. Ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra sizi hep birlikte çarmıha gereceğim.”
Firavun, kendisine itaatsizlikten dolayı bu
cezayı vermektedir. El ve ayakların kesilmesiyle ilgili benzer mesajlar: 5:33;
20:71; 26:49.
125. (Sihirbazlar)
dediler ki: “Biz zaten Rabbimize döneceğiz.ı
ı Benzer
mesajlar: 20:72-73; 26:50.
126. Bize gelen Rabbimizin ayetleri ile1 iman
ettiğimiz için bize eziyet etmek istiyorsun.” “Rabbimiz!
üzerimize sabır
(kararlılık ve dayanma gücü) boşalt2
ve bizi Müslimler (Teslim
Olanlar) olarak vefat ettir.”
1 “بِاٰيَاتِ
رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ) ifadesi “Rabbimizin ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rabbimizin ayetlerini” veya “Rabbimizin
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviri düzeltildiğinde,
gönderilmiş olan vahiy kitabında belirtilen şekilde Allah ile iman eden
müminlerin, kendi kafalarına göre niteledikleri bir kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler tarafından eziyet gördüğü
anlaşılacaktır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer
alır. “Rabbimizin ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ)
ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 6:27; 7:126.
2 “فَرَغَ” (fereğ)
sözcüğü “boşalmak”, “boşaltmak” ve “işi bitirmek” anlamlarına gelir. Bu sözcük
Kur’an’da 5 kez geçer: 2:250; 7:126; 18:96; 28:10; 55:31; 94:7.
127. Firavunun kavminin meleleri (ileri gelenleri) de dediler ki: “Musa ve kavminin yeryüzünde
fesat çıkarmasına, seni ve ilahlarınıı da terk etmesine izin mi
vereceksin?” Dedi ki: “Oğullarını katledeceğiz, kadınlarını da (iğrenç işlerde) utandıracağız2. Bizim, onları kahredici üstünlüğümüz var.”
ı Firavun, 79:24’te “Ben, sizin en yüce
rabbinizim!” iddiasında bulunmakla kalmamış, aynı zamanda 28:34’te de “Ben, sizin için benim dışımda ilah bilmiyorum.” ifadesiyle tek ilahın kendisi olduğunu da ilan etmektedir.
Bu iki ilah göz önünde bulundurulduğunda, bu ayetteki “ilahların” ifadesi ile
onun belirlemiş olduğu astları veya kendisine ulaşmak için belirlediği küçük
tanrılar olduğu kanaatine varılmaktadır.
2 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü
"haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi
de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez
geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.
128. Musa, halkına: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin (kararlı olun ve direnin). Yeryüzü Allah’ındır;
kullarından istediğine onu verir, akıbet (mutlu son) de muttakilerindir (Allah’ın
emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınanındır).” dedi.
129. Dediler ki: “Sen, bize (elçi olarak) gelmeden önce de eziyet edildi,
geldikten sonra da!” (Musa), “Umulur ki Rabbiniz, düşmanınızı helak eder
ve sizi onların yerine yeryüzüne halifeler (sorumlu, yönetici) kılar ve
nasıl hareket edeceğinize bakar.” dedi.
Burada, Yüce Allah’ın bakması ile kastedilen
şey; durumun ne olacağını muhataplara göstermek ve tutumlarını ortaya
koymalarını sağlamaktır. Yoksa Allah’ın bilgilenmesi değildir.
1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi,
halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir.
Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54;
7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13;
40:28, 46; 54:34, 41.
131. Onlara bir hasenat (iyi,
güzel işler, fiiller) gelse, “Bunu, biz hak ettik” derler. Kendilerine bir seyyie1
dokunursa Musa’yı ve beraberindekileri uğursuz2 sayarlardı. Oysaki,
onların uğursuzluğu Allah katındadır, ancak onların çoğu bilmez.3
1 Bu
sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök
anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 “اطَّيَّرْنَا”
(iṭṭayarnā) kelimesi, “طَیَّرَ” (ṭayyara) kökünden türetilmiştir ve Arapça’da
“uğursuzluk getirmek” ya da “kötü şans getirmek” anlamına geldiği; bu ifadenin
eski Arap kültürlerinde kuşların uçuş yönüne bakarak geleceği tahmin etmeye
dayanan bir inançtan türetildiği ve birine veya bir olaya “uğursuzluk atfetmek”
anlamına geldiği belirtilmektedir. Bu
ifade Kur’an’da elçileri uğursuzluk sebebi saymak için 3 defa kullanılmıştır. Bu
sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 7:131 (2 kez); 27:47 (2 kez); 36:18, 19.
3 Firavun
halkının yaşadıkları kuraklık ve kıtlık belasının Musa’nın ve onun yanında yer
alanlarla bir ilgisi yoktur. Bu belalar, kendi yaptıklarının karşılığı olarak
Allah tarafından bir cezalandırmadır. Ayrıca Allah, elçi gönderdiği halkları
bu şekilde sınadığını 7:94 ayetinde “hangi
beldeyi bir nebi ile risalet ettiysek, o beldenin halkını tazarru etsin diye
sıkıntı ve zorlukla (yoksullukla) yakaladık.” şeklinde bildirmektedir.
Benzer mesajlar: 27:47; 36:18-19.
132. “Bizi
büyülemek için hangi ayeti (mucizeyi,
kanıtı) getirirsen getir, sana iman edecek değiliz.” dediler.
133. Bunun üzerine onların üzerine tufanı ve çekirgeyi ve
haşereyi ve kurbağaları ve kanı gönderdik; detaylandırılmış ayetler.ı
Yine de büyüklük tasladılar ve mücrim (azılı suçlu) bir kavim oldular.
ı “اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ” (âyâtin
mufassalâtin) ifadesi, “açıklanmış ayetler”
veya “detaylandırılmış işaretler/deliller”
anlamına gelir.
134. Ne zaman üzerlerine riczı çökse,
“Ey Musa! Sana verilen ahit (söz) için Rabbine dua et, bizden bu ricziı
uzaklaştırırsan sana iman edeceğiz, İsrailoğullarını da seninle göndereceğiz.”
dediler.
ı “رِجْز”
(ricz) sözcüğü “azap, ceza, sıkıntı” anlamlarına gelir. “Ricz” sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da
9 ayette 10 kez geçer: 2:59; 7:134 (2 kez), 135, 162; 8:11; 29;34; 34:5; 45:11;
74:5.
Bilgi
notu: “رجس”
(rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından
bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik,
kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir.
135. Ricz onlardan bir süre kaldırdığında ise sözlerinden
dönüverdiler.
136. Bunun
üzerine onlardan intikam aldık1.
Ayetlerimiz ile2
yalanladıkları ve gaflet içinde
oldukları için de onları su kütlesinde3
suya batırdık4.
1 Allah’ın intikam alması ile ilgili açıklama 3:4’te
yer alır.
2 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde,
firavun ve yandaşlarının kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan birer “müşrik”
olduğu ve Allah’ın ayetlerini (muhtemelen Yusuf Nebi’ye indirilmiş olan
ayetleri) kendilerince delil göstererek Musa’ya indirilmiş vahye karşı
çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini” şeklinde yanlış çevrildiğinde ise, firavunun ve yandaşlarının
Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç haberdar
olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39
ayeti dipnotunda yer alır.
3 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük
su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu
ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.
4 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
137. Yeryüzünün doğularına da batılarına da mustazaf (ezilmiş, baskı altında tutulmuş) olanları varis
kıldık. Öyle ki orayı (kendileri için) bereketli1 kıldık. İsrailoğullarına da sabretmelerine
(kararlılık göstermelerine, zorluklara dayanmaya
çalışmalarına) karşılık Rabbinin en güzel kelimesi tamamlandı. Firavun ile
kavminin yapmakta olduklarını da yücelttiklerini (taptıklarını ve uygarlıklarını) de yok ettik.
1 Arapça,
İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü;
Sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta
bulunmak bolluk kaynağı, armağan anlamlarına gelir.
2 “دمر” (demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip
etmek" demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer:
7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
138. İsrailoğullarını denizden geçirdik, kendi putlarına tapan (ibadet eden) bir halka rastladılar. “Ey Musa!
Bize de bunların ilahları gibi bir ilah (Yüce olan) yap.” dediler. Dedi ki: “Şüphesiz ki sizler, cahil
bir kavimsiniz.
139. Muhakkak ki onların
içinde bulundukları yıkılmışlıktır (inançları helak
sebebidir), yapıyor oldukları da batıldır (geçersizdir).”
140. Dedi ki: “Sizi
âlemler üzerine faziletli kılmışken, size Allah’ın dışında bir ilah (Yüce
olan) mı arayayım?
141. Hani sizi, firavunun
yandaşlarından1 kurtarmıştık. Onlar da size azapların en kötüsünü
yapıyor, oğullarınızı da katlediyor, kadınlarınızı da (iğrenç
işlerde) utandırıyorlardı2. Bunda, Rabbinizden sizin
için âzîm (büyük) bir bela (sınav) idi.
1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi,
halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir.
Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54;
7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13;
40:28, 46; 54:34, 41.
2 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü
"haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi
de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez
geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.
142. Ve Musa ile otuz gece için sözleştik, buna da on ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı.ı
Musa, kardeşi Harun’a, “Halkım içinde halifem ol (temsilcim ol); düzeni sağla ve fesatçıların
yoluna uyma!” dedi.
ı Kur’an
ayetlerinde tekrarsız olarak; 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 19, 20,
30, 40, 50, 60, 70, 80, 99, 100, 200, 300, 1000, 2000, 3000, 5000, 50000 ve
100000 olmak üzere 30 tane tam sayı geçmektedir ve bu sayıların toplamı 162146’dır.
Bu da 19’un tam 8534 katıdır. Bu ayette belirtilen sayıların belirtilme
şekli önemlidir. Örneğin, ayette doğrudan 40 denmemiş.
Çünkü başka ayetlerde de 40 geçiyor (örnek: 2:51; 5:26, 89). Bu nedenle 30 ve
10 sayıları ayrıca belirtilerek 19 sayı sisteminin katına dahil edilmiş oldu.
Musa’nın
dönüşünün gecikmesi hususu Eski Ahit’te şu şekilde belirtilmektedir: “Bu arada
halk uzun süre geçtiği halde Musa’nın dağdan inmediğini görünce, Harun’un
yanına toplandı; “Kalk, bize önümüzden gidecek bir ilah yap, çünkü Musa’ya,
bizi Mısır diyarından çıkaran adama ne olduğunu bilmiyoruz” dediler.” (Çıkış,
32:1)
143. Musa, tayin
ettiğimiz vakitte gelince, Rabbi de onunla konuşunca, “Rabbim, bana
görün, sana bakayım.” dedi. Dedi ki: “Beni göremezsin.1 Ama şu dağa bak eğer yerinde sabit durursa o zaman beni göreceksin.”
Rabbi, dağa tecelli ettiği2 zaman da onu paramparça etti ve Musa bayılarak
düştü. Ayıldığı zaman da dedi ki: “Sûbhân’sın (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehsin
-uzaksın- ve yücesin), sana tevbe ettim (Sana yöneldim) ve ben müminlerin evveliyim3
(öncüsüyüm).”
ı “Gözler
O’nu göremez, O ise gözleri görür...” (6:103).
2 “جَلَاءَ” (celâ’e) kelimesi, “tecelli
etmek”, “görünür
hale gelmek" ve "açığa çıkmak" gibi anlamlara gelir ve Kur’an’da
4 kez geçer: 7:143, 187; 91:3; 92:2.
3 “Evvel” kelimesine, El Müfredat’ta şu
anlamlar verilmektedir;1- Zaman bakımından önce gelen. 2- Bir şeye başkanlık
etme, başkasına örnek olma, kendisine uyulması bakımından öncü olan. 3- Konum
ve nispet bakımından önde gelen. 4- Oluş bakımından önde gelen.
Dolayısıyla bu ayetteki “müminlerin
evveliyim” ifadesi “iman edenlerin öncüsüyüm” anlamına gelmektedir.
144. Dedi
ki: “Ey Musa, Ben, risaletimle (mesajlarımla)
ve seninle konuşarak, seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Sana verdiğimi al (vahye sarıl) ve şükredenlerden ol!”
145. Onun için de çeşitli vaazları (öğütleri, uyarıları) ve (onlar için
gerekli olan) tüm şeylerin açıklamasını levhalara yazdık. “Bunları kuvvetle
tut (uy), kavmine de bunları en güzel şekilde tutmalarını (uymalarını)
emret! Fasıkların (yoldan çıkmışların) yurdunu size göstereceğim.”
Musa Nebi’ye verilen emirlerin levhalara
yazılması, Tevrat’ta şöyle yazılıdır: “Rab, Musa’ya, ‘Dağa; yanıma çık!’ dedi. ‘Burada
bekle; halkın öğrenmesi için yasaları ve buyrukları üzerine yazdığım taş
levhaları sana vereceğim.” (Çıkış, 31:18); “Sina Dağı’nda, Musa ile konuşmasını
bitirince, sözleşme koşullarını kendi eliyle üzerine yazdığı taş levhaları ona
verdi.” (Çıkış, 24:12)
146. Yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar, bütün
ayetleri (kanıtları)
görseler yine de onunla iman etmezler.1 Rüşd (rehberlik) yolunu2 da görseler
onu yol edinmezler. Ancak ğayy3 (boş
ve anlamsız şeylerin) yolunu görürlerse onu yol edinirler. Öyledir, çünkü ayetlerimiz ile4 yalanladılar ve ondan gafil (habersiz)
oldular.
1 Benzer mesajlar: 6:25, 109, 111; 10:33, 96; 15:13-15;
17:93; 26:199, 201; 34:31
2 “رُشْد” (rüşd), "doğru yol, rehberlik, olgunluk,
doğruya yönelme" gibi anlamlar taşır. Aynı kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 19 kez geçer: 2:186, 256; 4:6; 7:146; 11:78, 87,
97; 18:10, 17, 24, 66; 21:51; 40:29, 38; 49:7, 72:2, 10, 14, 21.
3 “غَىِّ” (ğayy) sözcüğü, “boş ve anlamsız şeyler” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 2:256; 7:146, 202; 19:59.
4 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
147. Ve
o kimseler, ayetlerimiz ile1 yalanladılar, ahiretle karşılaşmayı da.
Amelleri boşa gitmiştir. Onlar,
yaptıkları şeylerden başkasıyla mı cezalandırılırlar? (başka bir karşılık mı bekliyorlar!)
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
148. Musa’nın kavmi, onun ardından mücevherlerden
böğürme sesi çıkaran bir buzağı heykeli edindiler.ı Onun
kendileriyle konuşmadığını ve onları hidayete erdirmeyeceğini görmediler mi?
Onu benimsediler ve zalimlerden oldular.
ı Buzağı heykelinin “böğürdüğü” değil de “böğürmeye
sahip” olduğunun bildirilmesi ilginçtir. Bu ses büyük olasılıkla heykelin
üzerindeki deliklere rüzgarın çarpmasıyla oluşuyordu. Nitekim arkeolojik
kazılar, eski Mısır tapınaklarındaki bazı heykellerin rüzgar yoluyla ses
çıkarabilen deliklere sahip olduklarını ortaya çıkardı. (Ayrıca bkz: 20:83-99).
149. (Başları) ellerinin arasına düştüğünde ve sapmış
olduklarını anladıklarında, “Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, hüsrana
uğrayanlardan oluruz.” dediler.
150. Musa, gazaplı (öfkeli, hiddetli) ve esefli (üzgün,
kızgın) bir halde halkına döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler
yapmışsınız? Rabbinizin buyruklarını beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. Levhaları
yere attı ve kardeşinin kafasını alıp (tutup) çekti. (Harun) “Ey
annemin oğlu!ı Bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse
beni katledeceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim toplulukla
bir tutma.” dedi.
ı Her iki nebi de kardeş olmasına rağmen Harun’un,
bu ayette ve 20:94 ayetinde Musa’ya “annemin oğlu” diye hitap etmesinin
muhtemel sebebi, onun şefkatini beklemesi olabilir. Bir görüşe göre de onların “ana
bir kardeş” olma ihtimalini dile getirmiştir. Bu ayet 20:92-94 ayetleriyle okunmalıdır.
Esef;
damarlardaki kanın intikam arzusuyla yüzde sirayet etmesi demektir. Bunun yanı
sıra hüzün, kederlenme ve tasalanmayı da ifade etmektedir. Ayrıca şiddetli
üzüntü ve kızgınlık manasına da gelmektedir. Geçtiği ayetler: 7:150; 12:84;
18:6; 20:86; 43:55.
151. “Rabbim, beni ve
kardeşimi bağışla ve bizi merhametine koy. Sen, erhamü’r-râhimsin (Merhamet
edenlerin en merhametlisisin).” dedi.
Bazı âlimlerimiz bağışlanma dileğinin sebebini “levhaları
yere atması” şeklinde yorumlamışlardır. Kardeşine yaptığı davranışın, onu
tartaklamasının hata olduğunu anlayan Musa, bunun için Yüce Allah’tan
bağışlanma dileğinde bulunmuş da olabilir. Her iki ihtimal de olabilir. Musa’nın,
Harun’un bağışlanması için de dua etmesinin nedeni de “kavmin putperestliğine
engel olamaması” şeklinde yorumlanabilir.
152. Buzağıyı (put) edinenler, Rablerinden bir gazaba ve
dünya hayatında da zillete1 uğrayacaklardır. Biz,
iftiracıları (putun ilah olduğu yalanını uyduranları) işte böyle
cezalandırırız (onlara karşılıklarını veririz).
1 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer:
2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134;
27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
153. Kötülük işleyen, ardından tevbe edip iman
edenlere gelince; Senin Rabbin, bundan sonra Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır; merhamet
edendir).
154. Gazabı geçince Musa levhaları aldı.
Onlardaki yazıda, Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir
rahmet vardı.
155. Musa, belirlediğimiz vakit için kavminden
yetmiş rical seçti.ı Onları sarsıntı yakaladığı zaman da dedi ki: “Rabbim! İsteseydin onları da beni de daha önce
helak edebilirdin. İçimizdeki bazı sefihlerin2 (akılsızların) yaptıkları yüzünden bizi de mi
helak edeceksin? Bu, senin imtihanından başkası değildir; onunla istediğini
hidayete erdirirsin, istediğini de saptırırsın. Sen, bizim velimizsin (dostumuz,
rehberimiz, koruyup gözetenimizsin), bize mağfiret et ve bize merhamet et.
Sen, mağfiret edenlerin (bağışlayanların) en hayırlısısın.
ı “racul/rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı
içermeksizin insan türüne verilmiş, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri
sağlam, yiğit’ anlamına gelen Türkçe karşılığı “adam” olan bir sıfattır. Bu
ayette erkekler ve kadınlar arasından seçilmiş 70 kişi zikredilmektedir.
2 Sefih ile ilgili açıklama 4:5 ayetinde yer alır.
156.
Ve
bizim için dünyada da ahirette de hasene (iyilik, güzellik) yaz. Biz, Sana yöneldik.” Dedi
ki: “Azabım istediğime isabet eder. Merhametim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, takvalı
olanlara ve zekâtı1 verenlere ve ayetlerimiz ile2
iman edenlere yazacağım.
1 Zekâtın önemi bundan daha iyi vurgulanmış olamaz. Zekâtın
zamanı, miktarı verilmesi gereken sınıflar ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer
alır.
2 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, her türlü imanın vahiy ayetlerine göre olması gerektiği
belirtilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer
alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
157. Onlar,
yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları1 o ümmi2 olan Nebi olan Resul’e uyarlar. (O elçi), Onlara maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile emreder
ve onları münkerden nehyeder (kötülük,
günah, yasaklı şeyden sakındırır);3 tayyibatı (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel, hoş olan şeyleri/yiyecekleri) da onlara helâl kılar ve habis4 (murdar, kötü, zararlı) olan şeyleri onlara haram kılar.5 Onlardan Ağır yüklerini (sorumluluklarını) ve prangaları6
(dine ekledikleri kuralları) da kaldırır. O halde onunla (Resul ile)
iman eden ve onu destekleyen7 ve ona yardım eden ve onunla
indirilen nura (Kur’an’a) tabi olanlar; işte onlar felaha (kurtuluşa,
saadete) erenlerdir.
1 61:6’ncı ayette de
“ve hani Meryem oğlu İsa “Ey İsrailoğulları! Ben size önümdeki Tevrat’ı
doğrulayıcı ve adı Ahmed (övgüye daha layık) olan benden sonra gelecek resulü
de müjdeleyici olarak Allah’ın resulüyim.” Şeklinde belirtilmiştir.
Ayrıca,
Muhammed, Tevrat’ın Yasanın Tekrarı (Yasa’nın Tekrarı) 18:15-19, İncil’in
Yuhanna 14:16-17 ve 16:13 ayetlerinde önceden haber verilmiştir. Tevrat
ve İncil ayetlerinde, şöyle yazılıdır: Tevrat, Yasanın Tekrarı 18:15-18; “Onlara,
kardeşleri arasından, senin gibi bir nebi çıkaracağım. Sözlerimi, Ondan
işiteceksiniz; kendisine verdiğim buyrukların tümünü onlara bildirecek.” İncil,
Yuhanna 14:16-17; “Ben de Baba’dan dileyeceğim. O sonsuza dek sizinle birlikte
olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhu’nu verecek. Dünya O’nu kabul
edemez. Çünkü O’nu ne görür ne de tanır. Siz O’nu tanıyorsunuz. Çünkü O
aranızda yaşıyor olacaktır.” Ve Yuhanna 16:13’te de “Ne var ki, O, yani
Gerçeğin Ruhu geldiğinde, sizi, tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden
konuşmayacak; yalnızca duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size
bildirecek. O, Beni yüceltecek. Çünkü Benim olandan alıp, size bildirecek.”
2 Ümmi kavramı ile ilgili açıklama 2:78
ayetinde yer alır.
3 Maruf; Allah’ın belirlediği sınırlar
çerçevesinde, razı olacağı doğru, iyi ve yararlı kabul edilen ve vahye uygun
olan fiiller demektir. Münker; Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü,
günah veya haram olarak bildirdikleri filler demektir.
4 Habis: Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı,
kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267 ayetindedir.)
5 Bu ayet Ehl-i Kitap ile ilgilidir. Kur’an hükümleri ile
onlara yeni helal ve haramlar getirmek suretiyle onlardan bazı sorumluluklar
kaldırılmakta ve yeni bazı sorumluluklar getirilmektedir.
Bu
cümle 7:32-33, 8:24, 9:29 ve 18:26 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Çünkü
dinde helal ve haram kılma yetkisi sadece Yüce Allah’a aittir. Allah’ın Resulü
ise neyin helal, neyin haram kılındığını bildirir. Yüce Allah’ın Kur’an’da
haram kıldığı etler dışında başka etlerin de haram olduğunu iddia edenlere
uymak şirktir ve puta tapmakla eşdeğerdir. Haram etlerle ilgili ayrıntılı
açıklama 6:145 ayetinde yer alır.
6 “اِصْرَ”
(‘isr) sözcüğü “yük” demektir. Bağlama göre bu yük, hem fiziksel hem de
manevi anlamda bir sorumluluk veya zorluk olabilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez
geçer: 2:286; 3:81; 7:157.
7 “غُلٌّ”
(ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”, “pranga” veya “bağlama
aracı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64
(2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71; 69:30; 76:4.
8 Azzeruhu; savunup desteklemek demektir. Bu fiil
Kur’an’da 3 defa (5:12; 7:157; 48:9) geçmektedir.
158.
De ki: “Ey
insanlar! Şüphesi ki ben, sizin hepinizin Resulullah’ıyım1. Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O’nundur. O’nun dışında ilah (Yüce
olan) yoktur; diriltir ve öldürür. O halde Allah ve ümmi bir nebi olan resulü2
ile iman edin (inanın
ve güvenin). O (Elçi), Allah ve kelimeleri (ayetleri)
ile iman ediyor. Ve ona tabi olun ki hidayet (rehberlik) bulasınız.
1 “رَسُولُ
اللّٰهِ” (Resulullah), yani “Allah’ın elçisi” ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer:
Bunlardan 1 tanesinde Salih için (91:13), 1 tanesi İsa için (4:157), 8 tanesi
de Muhammed için kullanılmıştır: 7:158; 9:81; 33:21, 40; 48:29; 49:3, 7; 63:5.
2 Nebi ve resul ifadelerinin aynı cümle içinde geçtiği bu ayet,
iki kavramın farklılığının anlaşılması açısından çok önemlidir. Nebi ve Resul ile
ilgili açıklama 2:136 ayetinde yer alır.
159. Musa’nın kavminden,
hakka (gerçeğe, hakikate) yönlendiren ve onunla (vahiy
ile) adil davranan bir topluluk vardır.
160. Onları, oymaklar
halinde on iki topluluğa ayırdık. Kavmi, ondan su isteyince; Musa’ya, “Asanı
taşa vur!” diye vahyettik ve ondan on iki (pınar)
fışkırdı. Böylece her topluluk kendi suyunu bildi. Üzerlerine de buluttan gölge
yaptık, onlara menn (ballı gözleme/kağıt helva) ve bıldırcın da indirdik.
“Size verdiğimiz rızıkların tayyib (güzel, hoş, sağlıklı) olanlarından
yiyin.” Onlar, Bize zulmediyor değillerdi, ancak nefislerine (kendilerinden
olanlara) zulmediyorlardı.
On
iki su kaynağı, Tevrat, Sayılar, 20:2-11 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Topluluk
için içecek su yoktu. Musa’yla Harun’a karşı halk toplandı. Rab, Musa’ya: ‘Değneği
al. Sen ve ağabeyin Harun, topluluğu toplayın; halkın gözü önünde su fışkırması
için kayaya buyruk verin. Onların ve hayvanlarının su içmesi için kayadan su
çıkaracaksınız.’ dedi. Musa, kendisine verilen buyruk uyarınca, Rabbin önünden
değneği aldı. Musa ile Harun, topluluğu kayanın önüne topladılar. Musa dedi ki:
‘Ey başkaldıranlar; beni dinleyin! Bu kayadan size su çıkaralım mı?’ dedi.
Sonra, kolunu kaldırıp, değneğiyle kayaya iki kez vurdu; kayadan bol su
fışkırdı. Topluluk da hayvanları da içti.”
161. Onlara, “Şu beldeye
yerleşin ve orada dilediğiniz şeylerden yiyin ve “hıttah” (bizi
affet) deyin ve kapıdan secde ederekı girin ki sizin suçlarınızı2
bağışlayalım.” demiştik. Biz, iyilik edenlere fazlasıyla vereceğiz.
ı Yüce Allah, İsrailoğullarına olan hitabına devam
etmekte, hıttatün yani “af diliyoruz” demelerini ve kapıdan boyun eğerek
girmelerini emretmektedir. Kapıdan secde ederek girmeleri, azgın, vurdumduymaz
ve şımarık bir şekilde değil de mütevazı, saygılı ve edepli bir edayla
girmeleri anlamına gelmektedir. Ayette geçen sücceden kelimesi bilinen
anlamda “secde” değil, secdenin asıl amacını gösterecek şekilde “boyun bükerek
bir şeyi yapmak” anlamını vermektedir. Benzer ifade 2:58 ve 4:154’te de vardır.
2 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ
“hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא”
(Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19
ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31;
20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)
162. Fakat içlerinden
bazı zalimler, kendilerine söylenen sözü başkasıyla değiştirdiler.ı
Bunun üzerine zulmettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir ricz2
gönderdik.
ı Bu ayette, İsrailoğullarının içindeki bu
zalimlerin ilahi emirlere itibar etmedikleri, tam tersine işler yaptıkları ve
bu nedenle yoldan çıktıkları hatırlatılmaktadır. Ayrıca; “hıttah” ve “hıntah”
kelimeleri İbranice veya Aramice değil, Arapça oldukları için ifadeler
arasındaki bir harflik değişiklik üzerinden yorum yapmak da makul değildir.
2 “رِجْز”
(ricz) sözcüğü “azap, ceza, sıkıntı” anlamlarına gelir. “Ricz”
sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 9 ayette 10 kez geçer: 2:59; 7:134 (2 kez),
135, 162; 8:11; 29;34; 34:5; 45:11; 74:5.
Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز”
(ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları
farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik”
anlamlarına gelir.
163. Onlara,
cumartesi1 günü (yasağı uymayarak) haddi
aşan deniz kıyısındaki şehrin durumunu sor! Balıklar, cumartesi günü
onlara akın ediyor; cumartesi dışındaki günler ise gelmiyorlardı. Fasık
olduklarından dolayı onları işte böyle sınıyorduk.
1 “ٱلسَّبْتِ” (es-sebt) kelimesi, “سَبَتَ”
(sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme günü” “durgunluk günü” gibi
anlamlara gelir. Haftanın 7’nci günü olan “sebt”, yani “cumartesi” günü
Kur’an’da, 7 kez geçer: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez); 16:124. Kur’an’da, bu
kökten türemiş 2 sözcük daha geçmektedir: 25:47; 78:9.
164. Onlardan bir
topluluk, “Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azapla cezalandıracağı (karşılık
vereceği) bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz (öğüt veriyorsunuz,
uyarıda bulunuyorsunuz)?” dediğinde,
dediler ki: “Rabbinize özür olsun, belki de takvalı olurlar.”
Bu
ayette de tebliğ etme, uyarma görevinin olduğu dile getirilmektedir. Uyarının
gerekliliği, amacı, uyarıdan kimlerin yararlanacağı vs. ile ilgili mesajlar
için bakınız: 2:6; 5:63, 79; 6:69; 11:116; 36:10; 51:55; 52:29; 77:5-6; 87:9; 88:21.
165. Kendilerine
hatırlatılanı unuttukları zaman da kötülükten sakındıranları kurtardık; zalimleri
de fasıklıkları nedeniyle çetin bir azapla cezalandırdık (karşılık
verdik).
166. Kendilerine
yasaklananlardan yüz çevirdikleri zaman da onlara, “Aşağılık maymunlar olun!”
dedik. (Benzer mesaj: 5:60)
“Siz,
cumartesi yasağını çiğneyerek haddi aşanları bilirsiniz. Onlara dedik ki, “Aşağılık
maymunlar olun.” (2:65).
167. Rabbin,
kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseleri göndereceğini
bildirmişti. Rabbin, cezası hızlı olandır. Gafur
olan (günahları örten ve bağışlaya), Rahim olan (merhamet
eden) da Odur.
168. Onları
da topluluklar hâlinde yeryüzüne dağıttık. Bir kısmı salih (dürüst ve erdemli) olanlardı,
bir kısmı ise olmayanlardandı. Belki dönerler diye onları hasenelerle (iyiliklerle,
güzelliklerle) ve kötülüklerle sınadık.
169. Onların ardından
Kitaba (Tevrat’a) mirasçı olan bir nesil geldi. Şu
değersiz olanın (dünyanın) geçici menfaatlerini tercih ettiler ve “nasıl
olsa bağışlanacağız”ı dediler. Kendilerine buna benzer şeyler gelse,
onu da tercih ederler. Peki onlardan, Kitaba bağlı kalacaklarına ve Allah
hakkında ancak hakkı (gerçeği) söyleyeceklerine dair bir misak (söz)
alınmamış mıydı? Onu
(Tevrat’ı) okuyup öğrenmediler mi? Ahiret yurdu, takva sahipleri için daha
hayırlıdır; akıllanmayacak mısınız?
ı Bu söz, kişileri Yüce Allah ile aldatanların sözüne
benzemektedir ve bu ifade ile Yüce Allah’ın uyarılarını görmezden gelmenin
korkunç bir hata olduğunu hatırlatmaktadır. Benzer mesajlar: 31:33; 35:6; 57:14.
170. Kitaba sımsıkı sarılanlar ve salatı doğru ve istikrarlı
biçimde yapanlara1 gelince; Biz, salih (dürüst ve erdemli) olanların
ecirlerini (yaptıklarının karşılığını) zayi etmeyiz.
1 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا"
(âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi
anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة”
(akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde
yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere
uygulayın' gibi anlamlara gelir.
171. Dağı (Sina
Dağı’nı) da bir gölge gibi üstlerine kaldırmıştık ve üzerlerine düşecek
sanmışlardı. Size verdiğimizi (Kitabı) kuvvetle alın (ona uyun)
ve içinde olanı zikredin ki takva sahibi olasınız
172. Hani Rabbin, Ademoğullarından,
onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarmıştı ve onları kendi aleyhlerine
şahit tutmuştu: “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” “Evet, buna şâhidiz!” dediler.1 Kıyamet Günü “Biz
bundan habersizdik.” demeyesiniz!
1 Zürriyet; nesil, kuşak ve soy anlamındadır.
Kelime,
insan nesli anlamına geldiği gibi cin nesli için de kullanılmaktadır. (18:50)
“zuhurihim” (sırtları) sözcüğü Kur’an’da 5 defa
(2:101; 3:187; 6:31; 7:172; 21:39) geçmektedir. Bu sayede, her insan Allah
hakkında içgüdüsel bir bilgi ile doğar.
Bu ayetler 7:172-173, 6:156-157 ve 39:56-58 ile okunmalıdır.
173. Veya “Daha önce
babalarımız müşrikti, biz de onların soyundan geldik (onlara
uyduk); zalimlerin yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin?”
demeyesiniz.
174. Belki dönerler diye
ayetleri böyle ayrıntılı açıklıyoruz.
Bu hayat, Allah’ın vadettiği cennete
dönmek için son şansımızdır. Kur’an ayetlerinin, her şeyi açıkladığı ile ilgili
benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5,
24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.
175. Ve onlara,
kendisine ayetlerimizi (vahiy)
verdiğimiz kişinin haberini de tilavet et (oku ve uy). Böyle iken ondan
(nebilik görevinden) sıyrılıp çıktı. Bunun
üzerine şeytan (aldatan,
saptıran) onu kendine tabi etti ve böylece sapıtanlardanı oldu.2
ı “غَوٰىۚ” (ğava) sözcüğü, bilinçli olarak ve
isteyerek “sapıtmak, yoldan çıkmak, kötü yola girmek” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 16 kez geçer: 7:16, 175;
11:34; 15:39 (2 kez), 42; 20:121; 26:91; 28:18, 63 (3 kez); 37:32 (2 kez):
38:82; 53:2.
2 Bu
ayette anlatılan ve kendisine inen vahye uymayarak küfre giren eski nebi Bel’am bin Beor’dan Tevrat’ta, Levililer
Kitabının 22-25. Bablar ile 31’inci Babın 8’inci ayetinde anlatılmaktadır.
176. Şayet isteseydik, onu onlarla (ayetlerle)
yükseltirdik. Ama o, hevasına uydu ve yere saplandı. Onun durumu, köpeğin durumuna benzer; üzerine
varsan da dilini sarkıtıp solur, terk etsen de dilini sarkıtıp solur.1 Ayetlerimiz ile2 yalanlayan kavmin misali işte budur. Bu kıssayı
onlara aktar, belki düşünürler.3
1 Burada amaçlanan, ilahî iradenin bu şekilde yarattığı köpekleri
kötülemek veya aşağılamak değil, yaratılış amacına uygun davranmayanların
uyarılara itibar etmeme durumlarını eleştirmektir. 7:179 ve 25:44’te de durum
aynıdır.
Bu ayetin benzeri, Tevrat, Yeşaya 56:10, 11
ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “İsrail’in bekçileri kördür; hepsi bilgisizdir.
Havlayamayan dilsiz köpekler gibilerdir. Uzanıp düş görürler; uykuyu pek
severler. Doymak bilmeyen azgın köpeklere benzerler. Aklı kıt çobanlar bunlar;
kendi yollarına döndüler. Her biri, yalnızca kendi çıkarını düşünüyor.”
2 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı
açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
3 Kıssaların anlatılma gerekçeleriyle ilgili bilgi
için Bkz: 11:120; 12:111; 20:99; 50:37; 69:12; 79:26.
177. Ayetlerimiz ile yalanlayan ve nefislerine (kendilerine) zulmeden toplumun misali ne
kötüdür!
178. Allah, kime hidayet ederse, mühtedi (hidayete eren; doğruyu bulan) odur; kimi de
saptırırsa, hüsrana uğrayanlar onlardır.
Allah, sapkınlığı gerektiren şeyleri yapanı
saptırır; doğru yola iletilmeyi gerektiren şeyleri yapanı da doğru yola iletir.
Kimin neyi hak ettiği ile ilgili kararı Allah verir. Bakınız: 76:3 ayet: “Elbette ona doğru yolu gösterdik! İsterse
şükreder, isterse küfreder (nankör olur).”
179. Andolsun ki cinlerden ve insanlardan
birçoğunu cehennem için yaratıp yaydık. Onların kalpleri vardır, onunla
kavramazlar; gözleri de vardır, onunla görmezler; kulakları da vardır, onunla
işitmezler. Onlar, hayvanlar1 gibidirler, hatta daha şaşkındırlar.2 Onlar, gafil (habersiz) onlardır.
1 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer:
4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80;
20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12;
47:12; 79:33; 80:32.
2 Dalalet sözcüğü ile ilgili açıklama 1:7 ayetinde
yer alır.
180. En güzel isimler Allah’ındır. O’na, onlarla
dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın.ı Onlar,
yaptıklarının cezasını (karşılığını)
görecekler.
ı Esma’ul Husna’, ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24)
geçmektedir ve “En güzel isimler” demektir. En nitelikli özellikler; en üstün
ve anlamlı nitelikler yalnızca Allah’a aittir.” denmektedir. Diğer bir ifade
ile Allah’ın sahip olduğu; er-Râhmân, el-Âlim, el-Hâkîm, el-Ğafur, el-Kerim,
er-Rabb vb. nitelikleri isim olarak tanımlanamaz. Allah’ın sahip olduğu bu
nitelikler de başka varlıklara isnat edilemez.
Kur’an’da Allah için yüzün üzerinde değişik
sıfat-isim kullanılır. Bunlar süreklilik bildiren tanımlamalardır; Nitekim her
yazı yazan insana “yazar” denmez. Allah’ın isim ve sıfatlarının Arapça olması
gerekmez. Nitekim Birçok topluluğa konuştukları dilde kitaplar gönderen Allah,
kendisini tanıtırken onların anlayabileceği dili kullanıyordu. Bu yüzden Kur’an,
güzel niteliklerin Allah’a ait olduğunu bildirir. Maalesef, uydurma hadis
kitaplarında sunulan 99 isimli liste Allah’a yakışmayacak birkaç nitelik
içerir. Örneğin, bunlardan birisi, “zarar veren” anlamına gelen “ed-Darr”
ismidir. Halbuki Kur’an tersini söyler (42:30)
181. Yarattıklarımızdan, hakka (gerçeğe) yönlendiren ve onunla (vahiy
ile) adil davranan bir topluluk da vardır.
182. Ayetlerimiz ile yalanlayanları
da bilmedikleri yerden aşama aşama yaklaştıracağız.
“سَنَسْتَدْرِجُهُم” (senestedricuhum) sözcüğü
Kur’an’da 2 yerde (2:182; 68:44) geçmektedir.
183. Onlara süre de veriyorum. Şüphesiz ki tuzağım (planım) metindir (güçlüdür, sağlamdır).
Bu ayet, 68:45 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
184. Sahiplerinde1 (onlara yoldaşlık
edende) bir cinlenmişlik olmadığını düşünmediler mi? O, ancak apaçık bir
uyarıcıdır.
1 “صحب” (sahib); dost, kafadar, arkadaşlık etmek, yoldaşlık etmek ve
eşlik etmek anlamlarına gelir. “أَصْحَـٰب” (eshab) da aynı kökten türemiş olan bir sözcüktür.
185. Göklerin ve yerin melekutuna (düzenine, yönetimine), Allah’ın yarattığı her ne varsa ecellerinin
(ölüm zamanının) yaklaşmış olabileceğini düşünmezler mi? O halde bundan
sonra hangi hadis1 (söz, haber) ile iman edecekler?
1 “حَد۪يث” (hâdis) kelimesi, “söz”, “olay" veya
"haber" demektir. Bu kelime, Kur’an’da Allah’ın ayetlerinden başka
bir şey için kullanıldığında olumsuz bir anlam taşır. Yahudiler, Tevrat’ın yanı
sıra Mişna (Hadis) ve Gemara’ya (Sünnet)
sarılmışlar. Hıristiyanlar ise İsa’dan 325 yıl sonra İznik Konferansı
tarafından uydurulan inanç esaslarına ve teslise (üçlü birliğe) sarılmaktadırlar.
Maalesef gelenekçi Müslümanlar da Kur’an’ın yanı sıra Muhammed Nebi adına
uydurulmuş olan hadis kitaplarına sarılmışlar. Şiiler, Sünnilerin hadislerine
inanmazlar, hadis kitapları da farklıdır; Sünniler de Şiilerin hadislerine
inanmazlar ve kendi hadis kitaplarını savunurlar. Allah da Nebiler adına uydurulan
sözlere “hadis” denileceğini elbette ki biliyordu. Bkz: 12:111; 31:6; 33:38; 35:43;
45:6; 52;34; 77:50.
186. Allah kimi saptırırsa, o zaman hadi (hidayet eden, yol gösteren) yoktur. Azgınlıkları içinde de kör olarak bırakılırlar.
187. Sana, o saatin ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi
sadece Rabbimin yanındadır. Onun vaktini O’ndan başkası tecelli1
ettiremez (açığa çıkaramaz). Göklere ve yere ağır gelen o an, size
ansızın gelecektir.” Sanki sen biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun
bilgisi sadece Allah’ın yanındadır, ancak insanların çoğu bilmez.”
1 “جَلَاءَ” (celâ’e)
kelimesi, “tecelli etmek”, “görünür
hale gelmek" ve "açığa çıkmak" gibi anlamlara gelir ve Kur’an’da
4 kez geçer: 7:143, 187; 91:3; 92:2.
188. De ki: “Allah’ın istemesi dışında, kendime
herhangi bir fayda da zarar da verecek güce sahip değilim. Gaybı bilseydim daha
çok hayır yapardım, bana hiçbir kötülük de dokunmazdı.ı İnanan bir
topluluk için de bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”
ı Kimse gaybı (sırları, geleceği) bilmez (6:50; 7:188; 10:20; 27:65; 81:24).
Geleceği ancak Allah bilir ve bu bilgi insanlar tarafından ancak vahiy/ayetler
yoluyla elde edilebilir (3:44; 11:49; 12:102; 30:2; 72:27). Muhammed Nebi,
elçilik ile görevlendirilmeden önce uluslararası ticaret yapıyordu ve ondan
ötürü belli bir servete sahipti. Geleceği bilebilseydi, servetini arttırabilir
ve onu zekât ve sadaka için Müslimlerin ve onlarla anlaşma halinde olan
grupların savunması için harcayabilirdi.
189. O, sizi bir tek nefisten yarattı ve kendisi
ile sükûnet bulsun diye ondan eşini var etti. Derken
onu kuşattığı1 (onunla
birleştiği) zaman, (eşi) hafif bir yük taşıdı. Derken üzerinden (bir
zaman) geçti. Derken (yükü) ağırlaşınca, (her ikisi) Rableri olan
Allah’a dua ettiler: “Eğer bize salih (dürüst ve erdemli) bir evlat verirsen,
elbette ki Sana şükredenlerden olacağız.”
1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”,
“kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5;
12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11;
45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.
190. Sonra onlara salih bir çocuk verince,
kendilerine verdiği şey hakkında O’na ortaklar koştular. Allah, onların ortak
koştuğu şeylerden yücedir.
Burada sözü edilen durum, insanın nimete karşı
nankörlüğünü ortaya koymayla ilgilidir. Maalesef insanlar sağlıklı çocuğu
verenin Allah olduğunu unuturlar ve o çocuğun, yatırlar veya ölmüş zatlar hürmetine
verildiğini düşünürler. Hatta o çocuklara da onların isimlerini koyarlar.
Ayrıca bu ayette, Âdem ve eşinin şirke düştükleri yönünde bir mesaj verildiği
yönünde bir anlam çıkarmak doğru değildir. Çünkü ayetin sonundaki ve devam eden
bölümlerdeki ifadeler, Yasanın Tekrarı “ikili” değil, çoğuldur.
191. Hiçbir şeyi yaratamayan, ancak kendileri
yaratılmış olanları (putları) mı ortak koşuyorlar?
192. (O putları) onlara yardım edemezler, onlar da nefislerine (birbirlerine) yardım edemezler.
193. Onları hidayete (kılavuz olan Kur’an’a) çağırırsan sana uymazlar. Onları
davet etseniz de sussanız da (onlar için) aynıdır.
194. Allah’ın dışındaki dua ettikleriniz de sizin gibi kullardır.
Doğru sözlü iseniz, kendilerini çağırın da size icabet1 etsinler!
1 “مِنْ
دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya
"Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.
2 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya
“karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde
geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89;
11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88,
90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38,
47; 46:5, 31, 32.
195. Yürümek için ayakları mı var? Tutmak için
elleri mi var? Yoksa görmek için gözleri mi var? Yahut işitecekleri kulakları mı? De ki: “Ortaklarınızı
çağırın ve bana tuzak kurup göz açtırmayın.
196. Benim
velim (dostum,
rehberim, koruyup gözetenim) Allah’tır. O, kitabı indirdi ve O, salihlerin
mütevellisidir (dostu, rehberi, onların haklarını koruyup gözetendir).
“Veli”,
“mütevelli” ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.
197. Allah’ın dışında yalvardıklarınız size
yardım edemezler, onlar da nefislerine (birbirlerine) yardım edemezler.”
198. Onları hidayete çağırsan işitmezler. Sana
baktıklarını görürsün, fakat (hiçbir şey) göremezler.
199. Sen af yolunu tut ve urf (bilinen, kabul edilen, meşru olan) ile emret,
cahillere aldırış etme!
“عرف” (urf) Arapça bir kelime olup “bilmek,
tanımak veya öğrenmek” gibi anlamlara gelir. “Tanınan, saygın, kabul edilen, iyi” anlamına “maruf”,
“bilgi, tanıma, anlama, keşfetme” gibi anlamlara gelen “ma’rifet” de bu
sözcükten türemiştir.
200. Ve eğer şeytandan (aldatandan, saptırandan) dürtü1
(fitne, fesat, vesvese) seni kışkırtacak1 olursa, o
zaman hemen Allah ile korunma talebinde bulun2. Şüphesiz ki O,
Semi’dir, Aliym’dir (her şeyi işitendir, Bilendir).3
1 “نَزْغ” (nezeğe) kökünden türeyen kelimeler, "fitne
sokma", "kışkırtma", "fesat çıkarma" veya "şüphe
uyandırma" anlamlarını içerir.
2 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden
türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi
anlamlara gelir. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98;
40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
3 Bu
ayet, benzer ifadelerle 7:200 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
201. Takvalı olanlara (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlara) şeytandan bir vesvese ulaştığında hemen zikrederler (Allah’ı anarlar, hatırlarlar) ve basiretli
olurlar.
Basiret; gerçeğin ortaya çıkmasını, yani hak ile
batılın, hidayet ile dalaletin, hayır ile şerrin, doğru ile yanlışın açıklığa
kavuşmasını sağlayan şey; bilgi, kesinlik, delil, kanıt, kalp gözüdür.
202. Kardeşleri (yoldaşları)
ise onları ğayya1 sürüklerler2, sonra sınırlamazlar3.
1 “غَىِّ” (ğayy) sözcüğü, “boş ve anlamsız şeyler” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 2:256; 7:146, 202; 19:59.
2 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara
gelen “مد” (med) kökünden
türemiş olan bu sözcük, “çeker, sürükler” anlamlarına gelir.
3 “الْقَصْرِ”
(el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”,
“kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45;
25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.
203. Onlara istedikleri bir ayetle gelmediğinde,
“Onu derleseydin ya! (Uydursaydın ya!)”
derler. De ki: “Ben, ancak Rabbimden bana indirilene
uyarım. Bu (Kur’an),
Rabbinizden gelen basiretlerdir (gerçeği gösteren bilgiler ve kanıtlardır);
iman eden (inanan ve güvenen) bir toplum için hidayet (kılavuz)
ve rahmettir.”
204. Kur’an okunduğu (bildirildiği)ı zaman da onu
dinleyin ve susun. Umulur
ki size merhamet edilir!2
ı “قرا” (karae), okumak, çağırmak ve bildirmek anlamlarına
gelir. İbranice’de de “קָרָ֣א” (kara) fiili, “çağırmak”, “seslenmek”
veya “okumak” gibi anlamlara gelir. Bu
nedenle “ikra” sözcüğünün “oku”, “çağır” ve “bildir”; “Kur’an”
sözcüğünün de “Çağrı”, “Bildiri” ve “Okunan” gibi anlamlara geldiği kanaati
oluşmaktadır.
2 “Ve kafirler, ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken
gürültü yapın, belki başarılı olursunuz.’ dediler.” (41:26)
205. Ve
nefsinde tazarru1
ederek ve korkarak ve açığa vurmayan bir sözle2 sabahın erken vakitlerinde3 ve ikindi vakti4 Rabbini zikret (an) ve gafillerden olma!
1
“تَضَرُّعاً” (tedarru’an):
“muhtaçlığının bilincinde acziyetini ifade ederek küçülerek, alçalarak, tevazu
ile, içten bir şekilde” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer:
6:42, 43, 63; 7:55, 94, 205; 23:76.
2 “جَهْرِ”
(cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek,
açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez
geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110;
49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
3 “غُدُوّ”
(ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın
erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52;
7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.
4 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin
“esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”,
günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif
etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da
10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5;
76:25.
“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten
ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer:
25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen),
yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ
وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve
ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ
وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam
vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ”
(‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2
kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak),
yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.
206. Şüphesiz ki Rabbinin
yanında bulunanlar1, O’na kulluk (hizmet,
ibadet) etmekten kibirlenmezler (büyüklük taslamazlar). Ve O’nu
tesbih2 ederler ve O’na secde ederler.
1 Rabbinin yanındakilerden kastedilen, muhtemelen
O’na yakın olan meleklerdir. Bunlar 39:75’te geçen “Arş’ın çevresini kuşatan
melekler” olabilir. 4:172’deki ifadeden bu meleklerin mukarrebin, yani Allah’a
yakın/yaklaştırılmış olan melekler olduğunu söyleyebiliriz.
2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.