22. HAC SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 103. suredir. Sure, 27’nci ayet ve devamında hac ibadetinden söz edildiği için bu adı almıştır. Sure 78 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı olun (emirlerine uyun, yasaklarından da kaçının). O Saatin (Kıyametin) sarsıntısı âzîm1 (dehşetli) bir şeydir.

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

2. Onu gördüğünüz gün, her emziren emzirdiğini bırakır, her hamile de yükünü düşürür. Sarhoş olmadıkları halde de insanları sarhoş gibi görürsün. Ancak Allah’ın azabı daha şiddetlidir!

3. İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah hakkında bilgisizce cedelleşir1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışır) ve her azgın şeytana (aldatana, saptırana) uyar.2

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

            2 Benzer mesajlar: 22:8; 31:20.

4. Onun (şeytan) hakkında yazıldı (hüküm verildi): “Kim onu mütevelli (dost, rehber, kendi haklarını koruyup gözeten) edinirse, onu saptırır ve onu yakıcı ateşin azabına yönlendirir.”

ı “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

5. Ey insanlar! Eğer dirilmekten şüphenizı varsa; Sizi; topraktan, sonra nutfeden (bir damla sıvıdan), sonra bir alakadan (ana rahmine tutunan embriyodan), sonra yapısı belli belirsiz mudğadan (çiğnemlik etten) yarattık. Ne olduğunuzu bilin diye de size açıklıyoruz. İstediğimizi belirlenmiş bir ecele2 (ölüm zamanına) kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız. Sonra kiminiz ergenlik çağına ulaşır, sizden bir kısmınız ise vefat ettirilir. İçinizden kimi de ömrünün en rezil (düşkün) çağına3 döndürülür; bir şey bilmez, yaşlı bir bunak haline gelir. Yeryüzünü kurumuş görürsün. Ama üzerine su indirdiğimiz zaman (toprak) yeniden hareketlenir, kabarır ve ihtişamlı4 çiftlerin tümünden bitirir.v

ı Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.

2 “Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

Kuran’ın matematiksel mucizesi 19 sayısı üzerine kurulmuştur. Anlaşıldığı üzere, bu sayı Yaratıcının yarattıkları üzerindeki imzasını temsil ediyor. Nitekim tam süreli bir fetüs için gebelik süresi 266 gündür (19x14).

3 16:70’te de geçen “erzel-i umr” denen ömrün en sıkıntılı döneminde kişinin hem bedensel özellikleri hem de akıl ve muhakeme yönü zayıflamaya başlamaktadır. Bu yüzden, ayette “Bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelmek”ten söz edilmektedir. İnsanlar nasıl ki bebeklik ve çocukluk dönemlerinde eylemlerinden sorumlu değillerse erzel-i ‘umr denen dönemde de eğer melekeleri yok olmuş ve ne yaptığını bilemez hale gelmişlerse artık bu durumda onlar da çocuklaşmış olurlar.

            4 “بَهْجَة” (behcet) sözcüğü, “güzellik, ihtişam, neşe veren manzara” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 22:5; 27:60; 50:7.

v Bilgi ayeti: 19’uncu yüzyılda, botanikçi Robert Brown’ın, “Brown Titremesi” ismini verdiği kuramında, suyun toprağa düşmesiyle başlayan üç aşama vardır. Bunlar, toprağın ögelerinin (mineraller, organizmalar, organik maddeler vb) titreşmesi, toprağın kabarması ve bitkilerin erkek ve dişi biçiminde ürün vermesi olarak sıralanır. Bitkilerin, betonları çatlatacak denli güçlü basınç düzenleri, suyu metrelerce yukarıya çıkaracak güçte pompaları vardır. Evrim Kuramını ortaya atan Darwin bile, şöyle demiştir: “Bitkilerin birdenbire gelişimlerinden daha olağanüstü bir olay yoktur.”

6. Bu böyledir. Allah, haktır (yegâne gerçek, hakikattir). O, ölüleri diriltir. O, her şeye de Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

7. O Saat mutlaka gelecektir. Onda reyb (şüphe, belirsizlik) yoktur. Allah kabirlerde olanları (ölüleri) da diriltecektir.

8. İnsanlardan öylesi de vardır ki, hiçbir bilgisi, kılavuzu ve aydınlatıcı1 bir kitabı olmaksızın Allah hakkında cedelleşirler (delil sunarak haklı çıkmaya çalışırlar).2

1 “مُّنِيرٍ” (mûniyr) sözcüğü, “nur saçan”, “ışık yayan” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 6 kez geçer: 3:184; 22:8; 25:61; 31:20; 33:46; 35:25.

            2 Bu ayet aynı sözcüklerle 31:20’de de tekrarlanmaktadır.

9. Allah’ın yolundan saptırmak için böbürlenerek büyüklük taslar. Ona, dünyada aşağılanma vardır; kıyamet günü de ona yakıcı ateşin azabını tattıracağız.

10. İşte bu, kendi elleriyle takdim ettiği şeyler (işlediği fiiller) yüzündendir. Allah, kullara zulmedici de değildir.

11. İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’a harfte (kıyıda, kenarda, sınırda) kulluk (hizmet) eder. Kendisine bir hayır (iyilik, bolluk, refah) ulaşırsa, onunla mutlu olur. Başına bir fitne (sınav, darlık, sıkıntı) isabet ederse, hemen yüzüstü dönüverir (vazgeçer, yüz çevirir). O, dünyada da ahirette de hüsrandadır. Apaçık hüsran (kayıp) işte budur.

12. O, Allah’ın dışında1 kendisine yararı ve zararı dokunamayacak şeylere dua eder. Dalaletin (sapkınlığın) aşırısı işte budur.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

13. Zararı faydasından daha yakın olana dua ediyorlar.ı O, ne kötü mevlâ (yoldaş, gözetici, kılavuz)2 ve ne kötü yoldaştır!

ı “Zararın faydasından yakın olması” burada sözü edilenlerin cansız putlar olmadığını göstermektedir. Zaten ayette geçen ve bilinçli varlıklar için kullanılan men edatı da bu durumu desteklemektedir. Benzer bir sapkınlık ifadesi 46:5’te de geçmektedir. Dolayısıyla dünyevî veya uhrevi menfaatler elde etmek için birilerinden medet ummak, kişilerin imanlarını götüreceği için onlara verilen zarar, görünen yararlardan çok daha büyüktür.

2 Mevla ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır

14. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Şüphesiz ki Allah istediğini yapandır.

“Allah istediğini yapar.” İfadesi geçen benzer mesajlar: 2:253; 3:40, 47; 5:1; 11:107; 14:27; 22:14, 18; 85:16.

15. Allah’ın, kendisine dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, göğe (Allah’a) bir sebeple uzansını, sonra onu kessin ve bir baksın. Bu planı, kendisini rahatsız eden şeyi giderecek mi?2

ı “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “uzansın, arttırsın” anlamlarına gelir.

 2 Bu ayet 22:11 ayetinden itibaren ele alınan ve iman ile inkâr arasındaki çizgide bulunan olumsuz insan tipiyle ilgilidir.

16. Onu (Kur’an’ı), işte böyle apaçık ayetler hâlinde indirdik, Allah istediğini hidayete erdirir (istediğine kılavuzluk eder).

17. İman edenler, Yahudi olanlar, Sabiiler,ı Nasara (Mesihiler), Mecusiler2 ve müşrikler arasında, şüphesiz ki Allah kıyamet günü hükmünü verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeye şahittir.

ı Sabiiler, ile ilgili açıklama 2:62 ayetinde yer alır.

2 Mecusilik; Zerdüşt’ün tebliğ ettiği, monoteist bir teoloji içeren inanç ve düşüncelerin eski İran inanç ve gelenekleriyle mezcedilmesinden oluşan bir dindir. Mecusilerin kutsal kitabı Avesta’dır. Zerdüşt, başlangıçtan beri var olan bir tek üstün gücün, Ahura Mazda’nın varlığını savunmuştu. Ancak günümüzde Mecusi dini metinlerinde ilah inancı açısından monoteizmden (tektanrıcılık) politeizm (çoktanrıcılık) ve düalizme [Ahura Mazda (iyilik tanrısı) ile antitezi Angra Mainyu’nun (kötülük tanrısı) mücadelesi] kadar farklı inanç özellikleri yer almıştır.

18. Görmüyor musun? Şüphesiz ki göklerde ve yerde bulunanların; Güneş’in, Ay’ın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve insanlardan birçoğunun Allah’a secde eder. Birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah, kimi aşağılarsa, artık onu kerim (saygın, onurlu)1 kılacak yoktur. Allah istediğini yapar.2

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

2 “Allah istediğini yapar.” ifadesi geçen benzer mesajlar: 2:253; 3:40, 47; 5:1; 11:107; 14:27; 22:14, 18; 85:16.

19. Bu iki kişi, Rableri hakkında düşmanca davranan1 iki hasımdır1. Bundan dolayı kafirlere (hakkı inkar edenlere, onun üstünü örtenlere) ateşten giysiler giydirilir; başlarından aşağı kaynar su dökülür.

1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (hasama) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

20. Bununla, iç organlarından ne varsa ve derileri eritilir.

Benzer mesajlar: 4:56; 14:16-17; 22:19-20; 23:104; 47:15.

21. Onlar için demir kamçılar da vardır.

Benzer mesajlar: 13:5; 34:33; 40:71; 69:32; 73:12; 76:4.

22. Ne vakit o ızdıraptan kurtulmaya çalışsalar, oraya geri döndürülürler. “Yakıcı azabı tadın!”

19-22 ayetlerinde, Cehenneme gitmek için diretmiş olan insanlar kaçınılmaz olarak şöyle şikâyet edecekler: ‘Biz bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu bilmiş olsaydık farklı davranırdık.’ Cehennem dehşetlerinin sembolik olsa da en açık ve net terimlerle kendilerine belirtildiği söylenecektir. Şuna dikkat edilmelidir ki Kur’an’da Cennetten ve Cehennemden hemen hemen her zaman birlikte bahsedilmektedir.

23. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Bunlar, orada altın bilezikler ve inciler1 ile süslenirler. Orada giysileri ipektir.

1 “اللُّؤْلُؤُ۬” (el-lu’lu) sözcüğü “inci” anlamına gelmektedir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 22:23; 35:33; 52:24; 55:22; 56:23; 76:19.

Mücevherler, tarih boyunca sadece kadınlar için değil, aynı zamanda erkekler, krallar ve güçlü liderler için de statü simgesiydi. Kur'an’daki benzetmelerde ise bu tür zenginlik, gücün ve prestijin göstergesi olarak kullanılır.

24. Onlar, sözün tayyib (hoş, güzel, sağlıklı) olanına erdirilmiştir. Onlar, Hamid’in (çok övülen ve şükredilenin) yoluna erdirilmiştir.

25. Şüphesiz ki kafir kimseler, başkalarını da Allah’ın yolundan ve dışarıdan gelen insanlar için eşit yaptığımız Mescid-i Haramdan alıkoyanlara (kulluk etmelerine engel olanlara) ve orada zulmederek haktan (adaletten) sapanlara acıklı bir azap tattıracağız.

26. Bir zamanlar İbrahim’e Beyt’in (Kâbe’nin) yerini de göstermiştik. “Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû edenler ve secde edenler için arındır.

Tahhir” sözcüğüne “temizle, temiz tut” anlamının verilmesi doğru değildir. Tahir; fiziki değil, değersel /manevi bir temizliği ifade eder. Yani Kabe’nin sadece silinip süpürülmesi anlamında değil; her türlü şirkten, çıkarcılıktan, kötülükten ve yanlış şeylerden arındırmaktır. Benzer mesaj: 2:125

27. Ve insanlar arasında haccı1 ilan et.2 Tüm uzak diyarlardan, yaya olarak ya da tüm yorgun düşmüş binekler (yorulmuş taşıtlar) üzerinde sana gelsinler.

1 Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir. Hac kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 12 kez geçer: 2:158, 189, 196 (3), 197 (3); 3:97; 9:3, 19; 22:27; 28:27.

2 “ve ezzin” (ilan et). Türkçeye ezan olarak geçmiştir.  İlk Hac duyurusunun İbrahim Nebi ile başlatıldığı ve Hac görevinin nasıl yapılacağının Allah tarafından ilk olarak İbrahim’e öğretildiği ayette bildirilmiştir.

28. Böylece, bunun kendilerine sağlayacağı birtakım faydalara tanık olsunlar ve dört ayaklı1 hayvanlardan2 kendilerine rızık olarak verilenlerin üzerine malum (bilinen) günlerde Allah’ın adını ansınlar (kurban kessinler). Onlardan yiyin, sıkıntı içinde olan fakirlere3 de yedirin.

1 “بَه۪يمَ” (behime) kelimesi, genelde "dört ayaklı hayvan" veya "evcil hayvan" anlamında kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 5:1; 22:28, 34.

2 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

3 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Fakir Kelimesi Kur’an’da 15 kez geçer: 2:268, 271, 273; 3:181; 4:6, 135; 9:60; 22:28; 24:32; 28:24; 35:15; 47:38; 59:8; 72:25.

29. Sonra da kirlerini gidersinler (arınsınlar), adaklarını1 yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i2 (eski evi) tavaf etsinler.

            1 “نَذْر” (nezr) kelimesi, bir şeyi yapmayı “taahhüt etmek” “söz vermek” ve “adamak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:270 (2 kez); 3:35; 19:26; 22:29; 76:7.

2 “Beyt-i Atik” (eski ev) ifadesi ile Kâbe  kastedilmektedir. Allah’ın, iki ayrı ayette de “Evim” tanımlamasıyla yeryüzündeki evinin yalnızca Kâbe olduğunu Kur’an’da bildirilmesine rağmen, camiler için de Allah’ın Evi tanımı kullanılmaktadır.

30. Bu böyledir. Kim de Allah’ın haram kıldıklarına tazim (saygı) gösterirse, o zaman bu Rabbinin yanında onun için hayırlı olandır. Size tilavet edilen (okunup uyulan) hayvanların dışındakiler size helâl kılınmıştır.1 Artık putların ricsinden2 kaçının, uydurulmuş3 sözden de kaçının.

1 Kur’an’da; leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanlar size haram kılınmıştır. Bakınız: 2:173; 6:145; 16:15; 5:3. Yüce Allah’ın Kur’an’da haram kıldığı etler dışında başka etlerin de haram olduğunu iddia edenlere uymak şirktir ve puta tapmakla eşdeğerdir. Haram etlerle ilgili ayrıntılı açıklama 6:145 ayetinde yer alır.

2 “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

1- Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

2- Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

3- Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

3 “زُور” (Zûr) kelimesi, "yalan", "uydurma", "aslı olmayan şey" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 22:30; 25:4, 72; 58:2.

31. O’na ortak koşmadan Allah için Hanifler olun. Allah’a ortak koşan kimse; sanki gökten düşmüş de onu kuşlar kapmış ya da rüzgar tarafından uzak bir yere savrulmuş gibi olur.

“Hanif” kavramı ile ilgili açıklama 2:135’te yer alır.

32. Bu böyledir. Kim, Allah’ın şiarlarına (buyruklarına, sembollerine) tazim (saygı) gösterirse; bu saygı kalplerdeki takvadandır.

33. Sizin için onlarda belirlenmiş bir süreye kadar faydalar (yavru, süt, yün vb) vardır. Sonra onların varacakları yer Beyt-i Atik’tir.

34. Kendilerine rızık olarak verilen dört ayaklı1 hayvanların2 üzerine Allah’ın adını anmaları için bütün ümmetlere mensek3 (yapmaları gereken dini ritüeller) tayin ettik. Sizin ilahınız (sizin için en Yüce olan) bir tek ilahtır, O’na teslim olun ve muhbitin4 olanları (Tevazu içinde Allah’ın emirlerine boyun eğen ve kendini ona adayanları) müjdele!

1 “بَه۪يمَ” (behime) kelimesi, genelde "dört ayaklı hayvan" veya "evcil hayvan" anlamında kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 5:1; 22:28, 34.

2 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

3 Mensek ile ilgili açıklama 2:128’de yer alır.

4 Arapça “muhbitin” kelimesini tek bir kelime ile tercüme etmek mümkün değildir. Bu ifade 1) Allah önünde gurur ve kibri bırakıp tevazuyu seçenleri, 2) Kendilerini Allah’ın hizmetine (kulluğuna) adayanları, 3) Allah’ın emirlerine samimiyetle boyun eğenleri içerir.

35. Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir ve kendilerine isabet edene (sıkıntılara) sabrederler.1 Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar2 ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler (Allah rızası için yardım ederler, harcarlar).3

1 Sabretmek: Dayanmak, direnmek, yılgınlık ve usanç göstermemek, kararlı ve azimli olmak ve sıkıntılara göğüs germek gibi, anlamlara gelmektedir.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 Benzer mesaj, 8:2-4 ayetlerinde de yer alır.

36. Büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın şiarlarından (işaretlerden) kıldık. Onlarda sizin için hayır (iyilik, yarar, güzellik) vardır. O hâlde, (kurban edilmek için) sıra halinde ayakta dururlarken üzerlerine Allah’ın adını zikredin. Yanları üzerine düştüğünde (kurban olarak takdim edildiklerinde) onlardan siz de yiyin, isteyene de kanaat edip istemeyene de yedirin.ı Şükredesiniz diye bunları işte böyle size boyun eğdirdik.

ı Hacılardan gelen hayvan sunuları, kutsal yolculuk bölgesindeki kaynakları korur. Milyonlarca hacının kutsal yolculuk sırasında Mekke’de buluştuğuna dikkat edin.

37. Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Ancak sizin takvanız O’na ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı yüceltmeniz (tekbirler getirmeniz) için onları sizin yararınıza sundu. Muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) müjdele.

38. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri (şerre karşı) savunur. Şüphesiz ki Allah, hainleri ve nankörlük edenleri sevmez.

39. Zulme uğrayanlara, savaşmaları için izin verildi. Allah, onlara yardım etmeye Kâdirdir (her şeye gücü yeter).

Bu ayet 2:190-193, 256, 4:89-91, 8:39-40, 9:2-4, 12, 36, 123 ve 60:8-9 gibi ayetlerle okunmalıdır.

40. Onlar, sadece “Rabbimiz Allah’tır.” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bazılarını bazılarıyla savmasaydı; içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah, kendisine yardım edene yardım eder. Şüphesiz ki Allah, Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir; Mutlak güç sahibidir).

41. Onları yeryüzünde mekin1 (itibarlı, saygın) kılarsak; salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar2, zekâtı da verirler (mallarını arındırırlar). Maruf3 ile emrederler, münkerden de nehyederler (sakındırlar). İşlerin akıbeti Allah’adır.

            1 “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 Maruf; Allah’ın belirlediği sınırlar çerçevesinde, razı olacağı doğru, iyi ve yararlı kabul edilen ve vahye uygun olan davranışlar demektir. Münker ise; Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü, günah veya haram olarak bildirdikleri filler demektir.

42.  Ve eğer seni yalanlarlarsa (üzülme); onlardan önce Nuh’un ve Âd’ın ve Semud’un kavmi de yalanlamıştı.

43. Ve İbrahim’in kavmi ve Lut’ın kavmi de,

44. Ve Medyen halkı da. Musa da yalanlanmıştı. Ben de o kafirlere bir süre tanıdım, sonra da onları yakaladım. Benim inkârım (onları yok saymam) nasılmış!

45. Zulmettikleri için helak ettiğimiz nice beldeler; yıkılmış1 çatılar, kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve yüksek ve sağlam2 bir yapı3 vardır.

1 “خَاوِيَةً” (Haviye) sözcüğü, “boş, terk edilmiş, harabe, yıkılmış” gibi anlamlar. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:259; 18:42; 22:45; 27:52; 69:7.

2 “مَّشِيدٍ” (meşiyd) kelimesi “yüksek ve sağlam yapı”, “sağlam” gibi anlamlara gelir.  Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçmektedir: 4:78; 22:45.

            3 “الْقَصْرِ” (el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.

46. Hâlâ yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı? Akıl edecek kalpleri veya duyacak kulakları olurdu. Zira basiretler (sezgi) kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olur.

47. Senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Allah, vadinden dönmez.ı Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınız bin (yıl) gibidir.2

ı Benzer mesajlar: 3:9, 194; 13:31; 14:47; 30:6; 39:20.

2 Demek ki gökler ve yerin yaratıldığı altı gün (7:54) bizim dünyamızdaki 6000 yıla denk gelmektedir. Konu ile ilgili açıklama 7:54 ayetinde yer alır.

48. Zulmedip duran nice beldeye de süre tanıdım, sonra da onları yakaladım. Dönüş Banadır.

49. De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”

50. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler için mağfiret (bağışlanma) ve kerim (değerli, bol) bir rızık vardır.

51. Ayetlerimizi aciz (etkisiz) bırakmak için çalışanlar ise; işte onlar Cehennem halkıdır!

52. Biz, senden önce bir temennide bulunduğu zaman, onun temennisine şeytanın bir şeyler katmaya çalışmadığı bir resul veya nebi  göndermedik.ı Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, şeytanın attığını nesheder, ardından Allah kendi ayetlerini sağlamlaştırır.  Allah, her şey Bilendir, Hakîm’dir (güzel ve yerli yerince hüküm verendir ve hükmünde de hikmet sahibidir).

ı Bu ayet, Nebi ve Resul arasında bir farkın olduğunu açıkça gösteren ayetlerden biridir. Resul ve Nebi ile ilgili açıklama 2:136’da yer alır.

Resul ve Nebilerin insanların kurtuluşuna yönelik yaptıkları çağrıya bozguncular (insan şeytanlar) çağrıyı etkisiz kılmak için kendi yanlarından bir şeyler katmaya çalışırlar.

Bu dünyevi sınav boyunca, kendi bakış açısını sunması için Şeytana izin verilmiştir. Bizler, vücudumuzda şeytanın bir temsilcisi (cin) ile birlikte doğarız. Yüce Allah, ayetleri (delilleri) ile Şeytanın delili arasında insana bir seçim yapmasına olanak tanır. Şeytanın delili her zaman yalanlar üzerine kuruludur. Bu sistem, şeytanın temsilcilerinin sürekli olarak her Resul’e karşı en absürt yalanları, hakaretleri ve suçlamaları ileri sürmesi gerçeğini açıklar (Bkz:6:33-34; 8:30; 17:76-77; 27:70).

53. Böylece kalplerinde hastalık bulunanlar ve kalpleri katılaşmış kimseler için şeytanın (insanlardan ve cinlerden olan aldatanların ve saptıranların) attığı şeyi bir fitne (sınav) vesilesi kılsın. Zalimler derin bir ayrılık içindedirler.

54. Kendilerine ilim verilenler de şüphesiz onun (Kur’an’ın) Rabbinden gelen bir hak (doğru, gerçek) olduğunu bilsinler, böylece onunla iman etsinler. Böylece kalpleri ona karşı yumuşar. Ve şüphesiz ki Allah, iman edenleri sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) eriştirir.

Benzer mesajlar: 3:173; 8:2; 18:13; 9:124; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 48:4; 74:31

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

55. İnkâr edenler ise, o saat (kıyamet) ansızın gelip çatıncaya veya onların üzerine kısır (hayırsız, helak edici) bir günün azabı gelinceye kadar ondan şüphe içinde kalacaklardır.

56. O gün mülk (otorite, yönetim), aralarında hükmedecek olan Allah’ındır. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler Naim (saadet, nimet) Cennetlerindedirler.

57. İnkâr eden kimseler ve ayetlerimiz ile1 yalanlayanlar ise, işte onlar için onur kırıcı bir azap2 vardır.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

 2 “azabun muhin” (onur kırıcı bir azap) ifadesi ile ilgili açıklama 2:90’da yer alır.

58. Allah yolunda hicret edenleri, sonra katledilenleri veya ölenleri Allah, hasen (iyi, güzel, makbul) bir rızıkla rızıklandırır. Şüphesiz ki Allah, gerçekten de rızık verenlerin hayırlısıdır.

59. Onları, hoşnut olacakları bir yere elbette yerleştirecektir. Şüphesiz ki Allah, Alim’dir, Halim’dir (Her şeyi bilendir; Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  edendir).

60. Bu böyledir. Kim de kendisine yapılan haksızlığa misli (benzeri) ile karşılık verir de ardından bir azgınlığa (saldırıya, haksızlığa) uğrarsa; Allah, ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, Afuv’dur, Gafur’dur (günahları Affedendir; günahları örten ve bağışlayandır).

61. Bu böyledir. Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar.ı Şüphesiz ki Allah, Semi’dir, Basir’dir (Her şeyi görendir, iştendir).

            Bu cümle, aynı sözcüklerle 31:29’da da tekrarlanmaktadır.

62. Bu böyledir. Allah, haktır (gerçektir, hakikattir). O’nun dışında yalvardıkları ise batıldır. Şüphesiz ki Allah, O, Aliyyul-Kebir’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olan yücedir, büyüktür).

63. Allah’ın gökten su indirdiğini, böylece yeryüzünün yemyeşil sabahladığını1 görmez misin? Şüphesiz ki Allah, Latif’tir, Habir’dir (kullarına iyilik ve merhamet edendir; ihtiyaçlarını bilen ve karşılayandır; her şeyden haberdar).

1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67; 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

64. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Şüphesiz ki Allah, gerçekten de Ğaniyyul-Hamid (şükredilmeye, övülmeye layık olan Zengin) olandır.

65. Allah’ın, yeryüzünde ne varsa sizin emrinize verdiğini görmedin mi? Gemiler, O’nun emriyle denizde akıp gider. Göğüı de O’nun izni olmadan yerin üzerine düşmesin diye (koyduğu yasalarla) tutar. Allah, insanlara Rauf’tur, Rahîm’dir (çok lütufkar ve şefkatlidir, merhamet edendir).

ı Yüce Allah kainata olan hakimiyetini ifade bağlamında es-semâ’ kelimesini kullanarak bütün gök cisimlerini kastetmekte, yıldızların ve gezegenlerin yeryüzüne düşmemesi ve çarpmaması noktasında ilahi sisteminin devrede olduğunu, dilemesi dışında bunun meydana gelebileceğini, çünkü gök cisimlerini kudretiyle mevcut sistemlerinde tuttuğunu haber vermektedir. Benzer mesajlar: 13:2; 31:10; 35:41.

66. Size de hayat veren, sonra sizi öldüren, sonra tekrar sizi dirilten O’dur. Şüphesiz ki insan gerçekten nankördür.

Bu niteleme insanların tamamı için yapılan bir niteleme değil, Kafirlik/Nankörlük yapanlarla ilgili bir nitelemedir. Zira ayette “el insan” denmektedir. Yani belli insanlardan söz edilmektedir. Bu insanlar da Nankör olan insanlardır.

67. Biz, her ümmet (toplum) için bir mensekı (yapmaları gereken dini ritüeller) belirledik. Herkes kendi mensekiniı sürdürür. O halde onlar (Ehl-i Kitap) bu işte seninle çekişmesinler.2 Sen, Rabbine davet et.3 Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hidayet (kılavuz, yol) üzerindesin.

ı Mensek ile ilgili açıklama 2:128’de yer alır.

2 Yani, “Önceki nebiler nasıl kavimlerine bir “hayat tarzı” getirmişlerse, sen de aynı hayat tarzını getirdin. Bu nedenle insanların senin getirdiğin hükümlere karşı çıkmaya ve bu konuda seninle tartışmaya hakları yoktur.”

3 Sadece Yüce Allah’a davet edilmesi ile ilgili benzer mesajlar: 3:193; 10:25; 12:108; 13:36; 14:1; 16:125; 22:67; 33:46; 41:33; 72:20

68. Ve eğer seninle cedelleşirlerse1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışırlarsa) o zaman de ki: “Allah, yaptıklarınızı en iyi bilendir!”

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

69. Allah, ayrılığa düştüğünüz hususlarda, Kıyamet Günü aranızda hüküm verecektir.

70. Bilmez misin, Allah, göklerde ve yerde olanı bilir. Bu, bir Kitap’tadır (kayıtlıdır) ve bu, Allah için kolaydır.

71. Onlar, onunla bir sultan (güçlü bir delil) indirilmemiş ve haklarında bilgi sahibi olmadıkları Allah’ın dışındaki şeylere kulluk (hizmet) ediyorlar. O zalimlerin yardımcısı yoktur.

72. Onlara, ayetlerimiz açıkça tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda), kâfirlerin yüzlerindeki hoşnutsuzluğu fark edersin. Kendilerine ayetlerimizi tilavet edenlere (okuyup uyanlara) neredeyse saldıracaklar. De ki: “Size, bundan daha kötüsünü bildireyim mi? Ateş! Allah, onu kâfirlere vadetmiştir ve (ateş) ne kötü varış yeridir!

Ayet hatırlatıldığında bir Müslime düşen görev boyun eğmektir, yüzünü ekşitmek ve vahyi okuyup aktarana neredeyse saldıracak bir tutum sergilemek değil. Vahye itibar etmeyenin Allah ile iman etmediği (inanıp güvenmediği) aşikardır. 39:23 gereği “en güzel söz olan Kur’an’a uymak” yerine, uyduğu sözü veya sözleri ya da anlayışları süsleyip güzelleştirmeye çalışmak, aldanmanın başka bir çeşididir.

73. Ey insanlar! Bir misal veriliyor, onu dinleyin: Allah’ın dışında dua ettikleriniz bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek, onlardan bir şey kapacak olsa, onu da ondan geri alamazlar! (Onlardan yardım) isteyen de âciz, istenen de (o sözde ilahları da)!

Bu ayet, 2:26 ayetiyle birlikte okunmalıdır.

74. Onlar, Allah’ı gerektiği gibi takdir edemediler.ı Şüphesiz ki Allah, Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir; Mutlak güç sahibidir).

75. Allah, meleklerden de resuller seçer insanlardan da.ı Şüphesiz ki Allah, Semi’dir, Basir’dir (Her şeyi görendir, iştendir).

 ı Benzer mesajlar: 3:179; 42:13.

76. Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir.ı İşler de Allah’a döndürülür. (ı Benzer mesajlar: 2:255; 20:110; 21:28; 22:76)

77. Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk (hizmet) edin ve hayır işleyin ki felaha eresiniz.

78. Allah için de hak ettiği şekilde cihad edin.1 O, sizi seçti. Atanız İbrahim’in2 milleti (dini) olan dinde de size bir zorluk çıkarmadı. Resulün size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O (Allah), önce de şimdi de size ‘Müslimlerin (Teslim Olanların) adını verdi.3 O halde salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın4, zekâtı da verin ve Allah’a sımsıkı sarılın.5 O, sizin Mevlânızdır6 (Rabbiniz, nimet vereninizdir.)”. Ne güzel7 Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

1 Arapça’da “cihad” kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Her tür çaba, çalışma, çatışma ve savaşı içerir. Allah uğrunda cihad etmek, O’nun yolunda, O’nun rızasını kazanmak için başkalarını O’nun yoluna uymaktan alıkoyanlara karşı koymak anlamına gelir. Allah uğrunda gerçek cihad (fedakârlık) Kur’an’ı anlatarak yapılandır. Benzer mesajlar: 6:51, 70; 14:52; 21:45; 25:52; 34:50; 50:45.

2 Tüm elçiler “Yalnızca Allah’a tapmak” olan tek ve aynı mesajı vaaz etmelerine rağmen, İbrahim, Teslimiyet (İslam) ve Müslim (Teslim Olan) sözcüklerini türeten ilk elçiydi (2:128). İbrahim’in Teslimiyete katkısı büyüktür. Çünkü 16:123’ten öğreniyoruz ki Teslimiyetteki tüm dini görevler İbrahim aracılığı ile bildirildi (Reşat Halife Ek 9, 26).

3 Burada “siz” ile insanlık tarihinin başlangıcından beri tevhide, ahirete, nebilere ve ilahi kitaplara inanan tüm insanlar kastedilmektedir. Onlar “Yahudiler”, “Nasraniler” veya “Muhammediler” değillerdir.

4 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

5 “... Allah’a sarılın”: Sadece Allah’ın hidayetine ve hükmüne uyun, sadece O’na itaat edin; O’ndan korkun ve tüm ümit ve beklentilerinizi O’na yöneltin; yardım için sadece O’na yalvarın, O’na güvenin ve tüm ihtiyaçlarınız için O’na dua edin.

6 Mevla ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

7 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.