29. ANKEBÛT SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inen en son suredir ve nüzul sırasına göre 85. suredir. Adını, 41’inci ayette geçen “Ankebût” (örümcek) kelimesinden alır. Sure 69 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam Mim.

‘Elif, Lam, Mim’ Başlangıç harfleri ile başlayan 6 surede (2:1, 3:1, 29:1, 30:1, 31:1, 32:1) toplam; 8944 tane ‘Elif’, 6494 tane ‘Lam’, 4436 tane de ‘Mim’ harfi vardır. Hepsinin de toplamı 19874’tür. Bu da 19’un 1046 katıdır. Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1’de yer alır.

Ayrıca; Kur’an’daki 19 Asal Sayı Sistemi Mucizesi ile ilgili olarak bu surede tespit edilebilen diğer hususlar ise şunlardır;

a- Tevrat’ta Allah Nuh’un yaşını 950 yıl olarak söylüyor. (Tekvin/Yaratılış 9:29). Kur’an’da ise Nuh’un yaşı; “Elif, Lam, Mim” harflerinin geçtiği surelerdeki 19 sistemi bozulmasın diye; bu surenin 14’üncü ayetinde 2 tane “Mim” harfi içeren “tis’amiayat wahamsin seneten” (dokuzyüz elli yıl) yerine 1 tane “Mim” harfi içeren “elfe senetin illa hamsine” (bin seneden elli sene eksik) ifadesi kullanılmıştır.

b- “عوم” (ââm) ve “سنو” (sene) sözcükleri eş anlamlıdır. Ancak “عوم” (ââm) sözcüğü mecazen bir dönemi, çağı ya da belirli bir zaman aralığını da ifade edebiliyor. Ancak, huruf-u mukatta (başlangıç harfleri) ile oluşturulmuş olan Kur’an’daki matematiksel sayı sistemi doğrultusunda bu ayette “سنو” (sene) yerine eş anlamlısı olan “عوم” (ââm) sözcüğünün kullanıldığı kanaati oluşmaktadır. Çünkü “عوم” (ââm) sözcüğü yerine “sene” sözcüğü kullanılmış olsaydı, ‘Elif, Lam, Mim’ Başlangıç harfleri ile başlayan bu suredeki “mim” harfi 1 eksik olacaktı.

c- 29:14 ayetinde doğrudan 950 denmemesi ve onun yerine “1000 seneden 50 sene eksik” denmesinin nedeni 19 sayı sistemidir. Çünkü Kur’an’da sadece burada “50” sayısı geçmektedir. Kur’an ayetlerinde tekrarsız olarak; 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 19, 20, 30, 40, 50, 60, 70, 80, 99, 100, 200, 300, 1000, 2000, 3000, 5000, 50000 ve 100000 olmak üzere 30 tane tam sayı geçmektedir ve bu sayıların toplamı 162146’dır. Bu da 19’un 8534 katıdır.

2. İnsanlar, iman ettik (inandık ve güvendik) demekle fitne edilmeden (sınanmadan) bırakılacaklarını mı sanıyorlar.

Benzer mesajlar: 2:214; 3:142; 9:16; 75:36. Fitne ile ilgili açıklama 8:25 ayetinde yer alır.

3. Biz, onlardan öncekileri de sınadık. Allah, kimin sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir) olanlardan olduğunu elbette bilecek, kimin de yalancılardan olduğunu bilecek.

             Bu ayetteki “Allah bilecek” ifadesi, “Allah’ın bildirecek ve/veya ortaya çıkaracak” demektir. Benzer mesajlar: 2:143; 3:142, 166, 167; 5:94; 9:16; 18:12; 29:3, 11; 34:21; 47:31; 57:25.

4. Yoksa kötülük1 işleyenler, bize üstün gelebileceklerini2 mi sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

5. Kim Allah ile buluşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın (belirlediği) zamanı gelecektir. Ve O, semiul-alim’dir (her şeyi bilip işitendir).

6. Ve kim cihad (mücadele ederse, çabalarsa) ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Allah, alemlerden Gani’dir (Her şey O’nundur; hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir).

7. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlerin de seyyilelerini (kötülüklerini) örteceğiz1 ve işledikleri amellerden onlara daha iyisi ile ceza (karşılık) vereceğiz.2

1 Ayette geçen “Kafir edeceğiz.” İfadesinde yer alan ‘Kefere’ fiilinin ism-i faili olan “kafir” sözcüğü, örtmek, nankörlük etmek, inkâr etmek demektir. Kafir/küfür aynı kökten türemişlerdir. Kur’an, kafir sözcüğünü daha çok birincil anlamı olan “gerçeğin üzerini örtmek” ve “gerçeğe karşı nankörlük etmek anlamında kullanmaktadır. Karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye de kafir denmiştir.

            Benzer mesajlar: 9:121; 16:96, 97; 24:38; 39:35; 46:16.

8. İnsana da ebeveynine hüsna (iyi, güzel) davranmasını vasiyet ettik.ı Onlar senin hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa onlara itaat etme.2 Dönüşünüz sadece Banadır. Sonra, yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.

ı Benzer mesajlar: 2:83; 4:36; 6:151; 17:23-24; 19:14, 32; 31:14; 46:15.  2 Benzer mesaj: 31:15.

9. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri de salihlerin (ahlaklıların, dürüst ve erdemlilerin) arasına katarız.

10. İnsanlardan kimisi “Allah ile iman ettik.” derler. Fakat Allah yolunda bir eziyete uğrayınca, insanların fitnesini (sınamasını, eziyetini) Allah’ın azabı ile bir tutar. Ama Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka “Doğrusu biz de sizinleydik.” derler. Allah, insanların göğüslerinde olanları (içlerinden geçirdiklerini) en iyi Bilen değil midir?

11. Allah, iman edenleri bilir; münafıkları da bilir.

12. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler), müminlere “Bizim yolumuza uyun, sizin suçlarınızıı da biz yükleniriz.” derler. Oysa onların suçlarından hiçbir şeyi yüklenecek değildirler.2 Onlar yalancıdırlar.

ı Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9, 37; 71:25; 96:16)

2 Benzer mesajlar: 2:48, 123; 6:164; 17:15; 29:12; 31:33; 35:18; 39:7; 53:38; 60:3.

13. Onlar hem kendi yüklerini hem kendi yükleri ile birlikte başka yükleri taşıyacaklar, uydurdukları şeylerden de Kıyamet Günü hesaba çekilecekler.

14. Nuh’u da halkına resul (elçi) gönderdik. Böylece onların içinde bin sene, elli yılı eksik kaldı.2 Sonunda zalimleri tufan aldı.

ı Bu ifadeler ile ilgili açıklama 1’inci ayette yer alır.

Kur’an’da, insanların nasıl o kadar uzun yaşadıklarına dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Ancak Tevrat’ı (Yaratılış 6:1-7) incelediğimizde; Nuh tufanı öncesinde insanların yüzlerce yıl yaşayabilmekte olduğu, cin oldukları düşünülen varlıkların da insanların kızlarıyla evlenebildiği ve bu çiftleşme neticesinde devasa büyüklükte ve güçte çocuklarının olduğu anlaşılmaktadır. Tufan öncesinde dünya ekosisteminin de buna uygun olduğu, ancak tufandan sonra o ekosistemin de bozulduğu; bunun sonucunda da nefiller adı verilen dev yaratıklar da dahil tüm canlıların yeryüzünden silindikleri ve böylece günümüz dünyasının oluştuğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca; Tüm canlıların tufandan önce sadece bitkiler ile beslendikleri (Başlangıç, 1:30), tufandan sonra ise insanlara da dahil et yenmesine izin verildiği, ancak insanlara canlı bir hayvanın etini yemenin yasaklandığı görülmektedir. 

Tevrat’taki “Yahve, “Ruhum, insanda sonsuza dek kalmayacak. Çünkü o, etten başka bir şey değildir (ölümlüdür). İnsanın ömrü 120 yıl olacak.” dedi.” ayetiyle de tufandan sonra insan ömrünün kısaltıldığı da görülmektedir. (Başlangıç, 6:3)

15. Fakat onu da gemideki ashabını (halkını) da kurtardık ve onu âlemlere bir ayet (kanıt, ibret) yaptık.  (Bakınız 11:40-44)

            Tevrat’ta da İncil’de de Nuh ile birlikte 7 kişinin daha gemiye binerek kurtulduğu belirtilmektedir:

“Ve Nuh ve Nuh’un oğulları Sam ve Ham ve Yafet ve Nuh’un eşi ve oğullarının üç eşi tam olarak o gün gemiye bindiler.” (Başlangıç, 7:13)

“Allah, eski dünyayı da esirgemedi. Ama tanrısızların dünyası üzerine tufanı gönderdiği zaman, doğruluk yolunu bildiren Nuh’u ve yedi kişiyi daha korudu.” (2. Petrus, 2:5)

16. İbrahim’i de (elçi gönderdik). Halkına dedi ki: “Allah’a kulluk (hizmet) edin ve O’na karşı takva sahibi (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olun. Bilirseniz, bu sizin için en hayırlısıdır.

17. Sizler, Allah’ın dışında1 birtakım putlara kulluk (hizmet) ediyor ve yalan şeyler uyduruyorsunuz!2 Allah’ın dışında kulluk1 ettikleriniz size rızık vermeye güç yetiremezler. Öyleyse, rızkı Allah’ın yanında arayın ve yalnızca O’na kulluk edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

2 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

18. Ve eğer yalanlarsanız, sizden önceki toplumlar da yalanladı. Resul’e düşen, açıkça çağrı yapmaktan başka bir şey değildir.”

Tebliğle ilgili olarak Bkz: 5:67, 99; 13:40; 16:35, 82; 24:54; 36:17; 42:48; 64:12; 88:21

19. Görmüyorlar mı, Allah nasıl yoktan var ederekı yaratıyor, sonra onu yeniden başlatıyor?2 Şüphesiz ki bu, Allah için kolaydır.3

ı “بَدَأَ” (bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.

2 “يُعِيدُ” (yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.

3 Kur’an’dan öğreniyoruz ki evrim ilahi olarak yönlendirilen bir süreçtir. Detaylar için Reşat Halife Ek 31’e bakınız. Benzer mesajlar: 7:29; 10:34; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 85:13.

20. De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve nasıl yoktan var ederek inşa ettiğimize bakın.  Allah, son inşayı da aynı şekilde yapacaktır. Allah, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

21. O, istediğine azap eder, istediğine de rahmet eder. Hepiniz O’na döndürüleceksiniz. (Benzer mesajlar: 2:284; 3:129; 5:18, 40; 48:14.)

22. Ve sizler, yerde de gökte de (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz. Allah’ın dışında1 ne bir veliniz (dostunuz, rehberiniz, koruyup gözeteniniz) vardır ne de bir yardımcınız!2

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

3  Bu cümle, 2:107, 9:116, 29:22 ve 42:31’de tekrarlanmaktadır.

23. Ve o kimseler Allah’ın ayetleri ile küfrettiler, O’nunla karşılaşmayı da (inkar ettiler). İşte onlar rahmetimden ye’se2 düşmesindeler. İşte onlar için elem verici bir azap da vardır.

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

2 “يَأْس” (ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110; 13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa); 65:4.

24. Sonra onun halkının cevabı, “Onu katledin veya yakın!” demekten başka bir şey olmadı. Bunun üzerine Allah, onu ateşten kurtardı.1 Bunda iman eden bir toplum için ayetler (ibretler) vardır.

1 Konuyla ilgili ayetlerde geçen nüneccî, encâ, enceynâ vs. aynı kökten gelen -bazı kullanımlar hariç- (2:49; 6:63; 7:165; 10:22, 23, 92; 12:45; 20:40; 21:88), diğer yerlerde “azaba veya sıkıntıya girmeden kurtarılmak” anlamını vermektedir. Nitekim elçilerin ve müminlerin, helak edilen kendi kavimlerinin akıbetinden kurtarıldıklarından söz eden ayetlerdeki ifadelerde de bu kökten kelimeler kullanılmıştır. Bununla kastedilen “helakin içinden” değil de “helake uğramadan” kurtarıldıklarıdır.  

25. Ve (İbrahim, ateşten kurtulunca) dedi ki: “Sizler, dünya hayatında aranızdaki sevgi1 uğruna Allah’ın dışında putlar edindiniz.2 Sonra Kıyamet Günü, bir kısmınız bir kısmınızı tekfir eder, bir kısmınız da bir kısmınızı lanetlersiniz. Varacağınız yer ateştir, sizin için bir yardımcı da yoktur.”

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

2 Çevre baskısının, özellikle din ve kültür gibi konularda gerçeğin araştırılması, değerlendirilmesi, görülmesi ve kabul edilmesi önünde aşılması güç psikolojik, sosyal, politik ve ekonomik engeller diktiği deneylerle kanıtlanmış bir gerçektir. Din ve mezheplerin coğrafik sınırlarla paralellik arz etmesi bunun bir delilidir. Çevrenin ve kalabalıkların oluşturduğu karanlık duvarlara karşı gelmek ve onlara direnmek güçtür. İbrahim buna güzel bir örnektir.

26. Bunun üzerine Lut ona iman etti. (İbrahim) dedi ki: “Ben, Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz ki O, Azizul-Hâkîm olandır (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibidir).

27. Ona da (oğlu) İshak’ı ve (torunu) Yakub’u armağan ettik. Onun soyundan gelenlere nebilik ve kitap verdik. Böylece ona dünyada ecrini (yaptıklarının karşılığını) verdik. O, ahirette de salihlerden (dürüst ve erdemli) olacaktır.

28. Lut'u da (an). Kavmine demişti ki: “Şüphesiz ki siz, fuhşu (ahlaksızlığı) yapıyorsunuz. Sizden önce alemlerden kimse sizin yaptığınız gibi yapmamıştır.”

29. Demek siz, erkeklere yöneliyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda çirkin işler yapıyorsunuz,ı öyle mi?” Kavminin cevabı, “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) isen, o zaman Allah’ın azabını haydi getir!” oldu.

ı Bu ifade Lut’un sapkın kavminin bu sapkınlığı gruplar halinde, kalabalık yerlerde, topluca yaptıklarının delilidir.

30. Dedi ki: “Rabbim, fesatçı (bozguncu) şu kavme karşı bana yardım et.”

31. Resullerimiz (elçilerimiz), İbrahim’e bir müjdeı ile geldiklerinde, “Biz, şu beldenin (Sodom’un) halkını helak edeceğiz. Zira o beldenin halkı zalimler (haksızlık yapanlar) oldular!” dediler.

ı Bu müjde bir oğulları olacağı müjdesidir. Bkz: 11:71-73, 15:53-54 ve 51:28.

32. (İbrahim) dedi ki: “Ama içinde Lut var!”1 “Şüphesiz ki içinde kimlerin olduğunu daha iyi biliriz! Onu ve ailesini kurtaracağız; karısı hariç. O, geride bırakılanlardan2 imiş!” dediler.

ı İbrahim Nebi, iç yüzünü bilmediği bir konuda meleklere karşı “Orada Lut da var” diyerek helakin geleceği endişesini dile getirmiştir. Ancak meleklerin “orada kimin olduğunu iyi biliyoruz” şeklindeki ifadeden sonra ısrarını sürdürmemiş olmalıdır. Çünkü bu diyalogdan sonrasına dair Kur’an’da herhangi bir açıklama yer almamaktadır.

2 “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57; 29:32, 33; 37:138; 80:40.

33. Resullerimiz Lut’a geldiği zaman, onların yüzünden fenalaştı ve onlardan dolayı içi daraldı. Dediler ki: “Korkma! Ve üzülme! Elbette ki seni ve aileni kurtaracağız! Eşin hariç! O, geride bırakılanlardan imiş.

ı “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57; 29:32, 33; 37:138; 80:40.

34. Bu belde halkına, sapkınlıkları nedeniyle gökten bir riczı indiren şüphesiz ki Biziz!”

ı “رِجْز” (ricz) sözcüğü “azap, ceza, sıkıntı” anlamlarına gelir. “Ricz” sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 9 ayette 10 kez geçer: 2:59; 7:134 (2 kez), 135, 162; 8:11; 29;34; 34:5; 45:11; 74:5.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir.

35. Aklını kullanan bir topluluk için ondan apaçık bir ayet (kalıntı, ibret, işaret) bıraktık.

36. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (elçi gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, ahiret gününü umut edin ve yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmayın!”

37. Böylece onu yalanladılar. Ve onları bir sarsıntı yakaladı ve evlerinde dizüstü çökmüş olarak sabahladılar1.2

 1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

2 Bu ifade, aynı sözcüklerle 7:78 ve 91’de tekrarlanmaktadır.

38. Ad’ı ve Semûd’u da (helak ettik). (Akıbetleri), meskenlerinden size belli olmaktadır. Şeytan (aldatan, saptıran), yaptıkları işleri kendilerine süslü gösterdi ve onları yoldan çıkardı. Oysa gerçeği görebilirlerdi.

39. Karun da, Firavun da, Haman da. Musa onlara açık beyyinelerle (kanıtlarla) geldiğinde, yeryüzünde büyüklük tasladılar. Ve onlar asla önümüze geçemeyecekti1.

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

Mısır’daki zalim yönetimin üç önemli kurumu üç isimle sembolize ediliyor: Firavun, politika ve propagandayı; Karun, ekonomik gücü; Haman ise hükümeti ve silahlı kuvvetleri temsil ediyordu. 7:112-116; 40:24.

40. Onların her birini günahlarıyla1 yakaladık. Onlardan kimine taş savuran bir fırtına gönderdik, onlardan kimini de korkunç bir ses ile yakaladı, onlardan kimini de yere batırdık, onlardan kimini de suya gömdük. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmediyorlardı.

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

41. Allah’ın dışında evliya1 (dostlar, rehberler) edinenlerin misali (benzeri) yuva yapan örümceğin misali gibidir. Yuvaların en dayanıksız olanı örümcek yuvasıdır.2 Eğer biliyor olsalardı!

1 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 ankeb” erkek örümcek demektir. Ayetteki el-’ankebût sözcüğü ise “dişi örümcek” anlamına geldiği için bu durum çok önemli bir Kur’an mucizesine işaret etmektedir. Çünkü örümceklerin ağlarını dişi örümcekler yapmaktadır. Dolayısıyla el-’ankebût sözcüğü bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Burada şirkin ve putperestliğin ne kadar sakat ve zayıf bir inanış biçimi olduğuna dikkat çekilmektedir.

42. Şüphesiz ki Allah, onların, kendisinin dışında dua ettikleri şeyleri bilir. Ve O, Azizul-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) Olandır.

43. Bu misalleri (benzetmeleri) de insanlara veriyoruz. Ama ilim sahiplerinden başkası akletmez.

 ‘Kara Dul’ örümceğinin eşini öldürdüğünü bilmek, ilim sahibi bir kişi olmayı gerektirir. 29:41’de örümceğe dişi referansın kullanılması da bu nedenle önemlidir. Bu, örümcek ağının fiziksel olarak çok dayanıksız olduğu gerçeğine ektir. Bilgili (alim) olmak için akletmek şarttır. Akletmek/tefekkür-iman-akıl-ilim ilişkisi hakkında Bkz: 6:125; 8:22, 55; 10:100; 29:43; 35:27-28; 59:21.

44. Allah, gökleri ve yeri Hak (bir amaç, hakikat) için yarattı.ı Bunda iman edenler için ayetler (dersler, ibretler) vardır.

ı Yaratılış amacının bulunduğuyla ilgili benzer mesajlar: 6:73; 10:5; 14:19; 15:85; 16:3; 30:8; 39:5; 44:39; 45:22; 46:3; 64:3.

45. Kitap’tan sana vahyedileni tilavet et (oku ve uy) ve salatı da doğru ve istikrarlı biçimde yap1. Çünkü salat, fahşadan (aşırılıktan, hayasızlıktan) ve münkerden (Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü, günah veya haram olarak bildirdikleri fillerden) sakındırır.2 Allah’ı zikretmek (hatırlatması) ise elbette ki daha büyüktür.3 Allah yaptıklarınızı bilir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Bu ayette bütün ibadetler gibi Allah’a yönelme duasının da hayata dair sonuçlarına değinilmekte, ibadet-hayat ilişkisine dikkat çekilmektedir. Benzer mesaj: 11:87.

3 Zamanın çoğunda zihninizi meşgul eden her ne ise sizin ilahınız odur (20:14)

46. Ehl-i Kitap ile de cedelleşmeyin1 (karşılıklı delil sunarak haklı çıkmaya çalışmayın). Ancak onlardan zulmeden kimselerle sadece ahsen (en güzeli, en iyisi) ile (mücadele edin) ve deyin ki: “Bize indirilen (vahiy) ile de size indirilen (vahiy) ile de iman ettik. Bizim ilahımız (Yücemiz Olan Allah) da sizin ilahınız da vahîd’dir (Bir ve tektir). Ve biz, O’nun için Müslimleriz (teslim olanlarız).”2

            1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etmeanlamına gelen “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez. Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (hasama) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

2 Bu ayette de Ehl-i Kitap ile yürütülecek mücadelenin etik dışı veya meşru olmayan yollarla değil, tevhid inancı ve yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet ile olması gerektiği vurgulanmaktadır.

47. Ve işte Kitabı sana indirdik. Böylece kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onunla iman ederler. Bunlardan da onunla iman eden kimseler vardır. Kâfirlerden (hakkı örtenlerden) başkası da bile bile ayetlerimizle inkâr1 etmez!

1 “جَحَدُوا” (cehedu) fiili, “bir şeyi bilerek reddetmek, bilinçli olarak inkâr etmek” gibi anlamlara gelir.  Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 16:71; 27:14; 29:47, 49; 31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.

48. Sen, daha önce Kitap’tan tilavet eden (okuyup uyan) de değildin. Onu sağınla çiziyor1 da değildin. Öyle olsaydı, batılda olanlar şüphelenirdi.2

1 Bu kelime, “çizmek”, “yazmak”, “işaret koymak” anlamına gelen “خطط” (hâ, te, te) kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da sadece bu ayette geçmektedir.

2 Bu ayet ve aşağıdaki ayetler, Nebimiz Muhammed’in, Kur’an’dan önce herhangi bir ilahî metni okumadığını göstermektedir:

“Sen de bu Kitabın sana ulaştırılacağını umuyor değildin. Ancak bu Rabbinden bir rahmettir. O hâlde, kâfirlere arka çıkma!” (28:86)

“Böylece sana da buyruğumuzdan bir ruh vahyettik. Sen, Kitap (Tevrat, İncil) nedir, iman nedir biliyor değildin. Fakat onu (Kur’an’ı), kullarımızdan istediğimizi hidayete erdireceğimiz bir nur (kılavuzluk eden bir ışık) yaptık. Sen de sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) hidayet (kılavuzluk) etmektesin.” (42:52)

Demek ki buradaki mesaj Muhammed’in okuma-yazma bilmediğiyle ilgili değil, dini metinlerle içli dışlı olmak anlamında entelektüel bir din meşguliyetine sahip olmamasıyla ilişkilidir. Muhammed’in ümmiliği de onun Ehl-i Kitap’tan olmaması, yani İncil’i ve Tevrat’ı bilmemesi ile alakalıdır. Konunun okuma-yazma bilmemeyle bir ilgisi yoktur.

49. Bilakis, bu (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (gönüllerinde) yer eden apaçık ayetlerdir. Ayetlerimiz ile1 de zalimlerden başkası bile bile inkâr etmez.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

50. Dediler ki: “Ona, Rabbinden bir ayet (mucize, kanıt) indirilse ya!” De ki: “Ayetler Allah’ın yanındadır, ben de sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

Ona, Rabbinden bir ayet indirilse ya!” tümcesi, 6:37, 10:20, 13:7 ve 13:27’de, aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır. 2:118, 6:8, 11:12, 20:133, 25:7, 28:48 ve 43:53 ayetlerinde de Nebimiz Muhammed ile meleklerin gelmesi veya bir hazine verilmesi gibi istekler, benzer tümcelerle tekrarlanır. Nebi hakkında mucizeler uyduran günümüzdeki ikiyüzlü din sömürgecileri, Kur’an’da ikiyüzlüler olarak isimlendirilen ve “Mucize göstermezsen sana iman edecek değiliz!” diyen insanlara ne kadar da benziyorlar.

Nitekim bir sonraki ayette, Muhammed’e, tek mucizesinin Kur’an olduğu ve ondan başka bir mucize beklenmemesi bildirilmiştir.

51. Kendilerine tilavet edilmekte (okunup uyulmakta) olan Kitabı (Kur’an’ı) sana indirmemiz onlara yetmedi mi?ı İman eden bir toplum için onda bir rahmet ve zikir (hatırlatıcı) vardır.

ı Kur’an’ı, müthiş matematiksel mucizesinden 1400 yıl boyunca ayırmak Bilgeler Bilgesi’nin iradesiydi. Müslimlerin, Muhammed’i topluca nasıl putlaştırdıkları göz önüne alınırsa, belli ki eğer Kur’an’ın matematiksel mucizesi de Muhammed aracılığıyla bildirilseydi, birçok insan ona Allah’ın cisimleşmiş hali diye tapardı. Görüldüğü üzere Allah, Kur’an’ın büyük mucizesinin (74:30-35) bilgisayar çağını beklemesini ve onun, Kendi Antlaşma Resulü Reşat Halife ile bildirilmesini irade etti (Reşat Halife, Ek 1, 2 & 26’ya bakınız)

52. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Göklerde ve yerde olanları bilir.” Batıl ile iman eden ve Allah ile küfreden (hakkı örten) kimseler de, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

53. Senden de azabı çabucak getirmeni istiyorlar. Belirlenmiş bir ecel (ölüm zamanı) olmasaydı, onlara azap gelmişti.ı O, onlar şuurunda değilken (farkında değilken) kendilerine ansızın gelecektir.2

ı Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

40 yaşından önce ölen herkes Cennete gider ve herkes bunu hak etmez. İnsanlar bazen, kötü bir suçlu derhal idam edilmediği zaman adaletin yavaşlığından yakınırlar. Allah, kimin Cenneti hak ettiğini bilir (46:15 ve Ek 32’ye bakınız)

2 Benzer mesajlar: 6:31, 47; 7:187; 12:107; 21:40; 22:55; 26:202; 39:55; 43:66; 47:18.

54. Senden azabı çabucak istiyorlar. Oysa cehennem kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü bilerek örtenleri) kuşatmıştır.

55. O gün onları, üstlerinden ve ayaklarının altından bir azap kuşatır1 ve “Yapmış olduklarınızın cezasını tadın!” der.2

1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

2 Benzer mesajlar: 7:41; 39:16; 77:29-34.

56. Ey iman eden kullarım!ı Benim arzım2 geniştir. Yalnızca Bana kulluk (hizmet) edin.3

ı Benzer hitaplar için Bkz: 14:31; 39:10, 53.

2 Arz; Dünya, yeryüzü, toprak, yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına gelir.

3 Bu ayette, Müminler, Allah’a kulluk etmekten engelleniyor, baskı görüyorlarsa, başka yerlere hicret emesi de tavsiye edilmektedir.

57. Her nefis (can) ölümü tadıcıdır.ı Sonra Bize döndürüleceksiniz.

 ı “Her nefis ölümü tadıcıdır.” tümcesi, 3:185 ve 21:35 ayetlerinde aynı sözcüklerle tekrarlanır.

58. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri, içinde sürekli kalacakları Cennete, altından nehirler akan köşklere yerleştireceğiz. Çalışanların ecri ne güzeldir1!

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

59. Onlar, sabrettiler (güçlüklere dayandılar, direndiler) ve Rablerine tevekkül ettiler (O’na güvenip, dayandılar).

Bu ayetteki mesaj, 16:42’de aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır. “Tevekkül” ile ilgili açıklama 33:3 ayetinde yer alır.

60. Rızıklarını taşıyamayan nice dabbe (canlı) vardır. Onlara da size de rızık veren Allah’tır.ı Ve O, semiul-alim’dir (Her şeyi bilip işitendir).

ı Ayeti hicret bağlamında ele aldığımızda; Allah için göç edenlerin “Ne yer, ne içeriz?” endişesi taşımaması gerektiği vurgulanıyor.

Kendi geçimliğini sağlayamayan nice yarağın, Allah tarafından geçindirilmesi, İncil’de (Matta 6:25-34) de anlatılmaktadır.

61. Onlara “Gökleri ve yeri yaratan, Güneş’i ve Ay’ı emri altında tutan kimdir?” diye sorsan, “Allah” derler. Öyleyse nasıl saptırılıyorlar1!

1 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

62. Allah, kullarından istediğine rızkı genişletir ve kısar. Her şeyi bilen Allah’tır.

“Allah, rızkı istediğine genişletir ve kısar.” İfadesi; 17:30, 28:82, 29:62, 30:37, 34:36, 34:39, 39:52 ve 42:12 ayetlerinde benzer sözcüklerle tekrarlanmaktadır.

63. Ve eğer onlara “Suyu gökten su indiren, böylece onunla ölümünün ardından yere hayat veren kimdir?” diye sorsan, elbette ki “Allah” derler. De ki: “Hamd Allah’ındır.” Bilakis, onların çoğu akıllanmaz.

64. Bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Asıl hayat Ahiret yurdudur. Eğer biliyor olsalardı!

65. Gemiye bindikleri zaman da dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na dua ederler. Fakat onları karaya sağ salim çıkardığımız zaman hemen şirk koşarlar.

66. Kendilerine verdiklerine nankörlük edenler ve (onlardan) faydalananlar yakında bilecekler.

67. Görmüyorlar mı? Şüphesiz ki biz Haramı Bölgeyi emin (güvenli) kıldık.2 Oysa çevresindeki insanlar gasp ediliyor. Hâlâ batıl ile iman ediyorlar, Allah’ın nimeti ile de küfür mü ediyorlar (hakkı mı örtüyorlar)?

ı “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır.

2 Bu ayette de Mescid’i Haram’ın içinde bulunduğu Mekke şehri kastedilmektedir. Kabe ile ilgili olarak Allah’ın koyduğu yasaklar şunlardır:

1-  Müşriklerin Kabe’ye yaklaşması yasaklanmıştır. Bkz: 9:28.

2- Kabe bölgesinde birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak yasaklanmıştır. Bkz: 2:191; 29:67; 27:91.

3- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminleri engellemek yasaklanmıştır. Bkz: 48:25; 22:55.

4- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminlerin ihramlıyken avlanmaları yasaklanmıştır. Bkz: 5:95, 96.

68. Allah’a yalan uydurarak iftira edenden veya kendisine gelen hakkı (gerçeği) yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) için Cehennemde yer mi yok?

69. Uğrumuzda cihad (mücadele, gayret) edenleri de yollarımıza iletiriz.  Kuşkusuz Allah, muhsinlerle (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlarla) beraberdir.

ı ‘Cihad’ sözcüğü ile ilgili açıklama 4:95 ayetinde yer alır.