Sure, Medine
döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 100. suredir. Adını, ilk ayette geçen
“Beyyine” (açık kanıt) kelimesinden alır. Sure 8 ayettir.
Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı
örten) ve şirk koşan kimseler, kendilerine beyyine (apaçık kanıt) gelinceye
kadar (haktan) ayrılacak1 (çözülecek) değillerdi.
1 “مُنْفَكّ۪ينَ” (munfekkîn) kelimesi, “çözülenler,
bırakanlar, kopanlar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 90:13;
98:1.
Buradaki kanıt, söylediklerine uyulması
için resulün kanıt sunduğu Kur’an’ın matematiksel kodudur (Reşat Halife, Ek 1’e
bakınız). Beyyine ifadesi Kur’an’da 19 kez geçer: 2:211; 6:57, 157; 7:73, 85,
105; 8:42, 42; 11:17, 28, 53, 63, 88; 20:133; 29:35; 35:40; 47:14; 98:1,4.
2. Allah’tan
bir resul, arındırılmış1 sayfaları
tilavet2 ediyor
(okuyup uyuyor).
1 “مُطَهَّر”
(mutahhar), kelimesi, “ط-ه-ر” (ṭ-h-r) kökünden türemiştir ve
fiziksel veya manevi olarak temizlenmiş, arındırılmış, tertemiz gibi anlamlara
gelir. Benzer anlamlara gelen “تَزْكِيَةٌ” (tezkiye) kelimesi ise ruhen
ve ahlaken arınmayı ifade eder. “ط-ه-ر” (ṭ-h-r) kökünden türemiş kelimeler
Kur’an’da 30 kez geçer: 2:25, 125, 222 (3 kez), 232; 3:15, 42, 55; 4:57; 5:6,
41; 7:82; 8:11; 9:103, 108 (2 kez); 11:78; 22:26; 25:48; 27:56; 33:33 (2 kez),
53; 56:79; 58:12; 74:4; 76:21; 80:14; 98:2.
2 "Tilavet" kelimesi Arapça "تلاوة" (tilâveh) kökünden gelir ve bu kelime
"okumak, uymak, takip etmek, izlemek" anlamlarını içerir.Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 63 kez geçer: 2:44,
102, 113, 121 (2 kez), 129, 151, 252; 3:58, 93, 101, 108, 113, 164; 4:127; 5:1,
27; 6:151; 7:175; 8:2, 31; 10:15, 16, 61, 71; 11:17; 13:30; 17:107; 18:27, 83; 19:58,
73; 22:30, 72 (2 kez); 23:66, 105; 26:69; 27:92; 28:3, 45, 53, 59; 29:45, 48,
51; 31:7; 33:34; 34:43; 35:29; 37:3; 39:71; 45:6, 8, 25, 31; 46:7; 62:2; 65:11;
68:15; 83:13; 91:2; 98:2.
3. Onun içinde doğru ve istikrarlı olan1 yazılar vardır.
1 Bu
kelime “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و
م' (k-v-m) kökünden türemiştir.
4. Kendilerine kitap verilen kimseler, ancak kendilerine beyyine (apaçık
kanıt) geldikten sonra ayrılığa düştüler.
5. Yalnızca Allah’a kulluk etmeleri ve hanifler1 (Şirk koşmadan Allah’a yönelen kimseler)
olarak dini O’na has kılmaları ve salatı doğru ve istikrarlı yapmaları2
ve zekâtı vermeleri dışında kendilerine bir şey emredilmedi. Doğru din işte budur.
1 “Hanif” kavramı, Kur’an’da 12 yerde geçer. 9
yerde de Hanif olmanın müşrik olmanın zıttı olduğu görülmektedir (2:135;
3:67, 95; 6:79; 161; 10:105; 16:120, 123; 22:31). 8 sekiz yerde İbrâhim’in
imanını ifade edilmektedir (2:135; 3:67, 95; 4:125; 6:79, 161; 16:120,
123). Bu 8 yerin 5’inde aynı zamanda din manasına gelen “millet” kelimesi yer
almakta, bir yerde de bizzat İbrâhim kendini hanîf diye nitelemektedir
(6:79). Ayrıca Yüce Allah, 3:67’de İbrahim’i “hanif bir Müslim (Teslim Olan)”
olarak nitelendirmektedir. 2 yerde de çoğul şekilde “hunefâ” (22:31; 98:5)
geçmektedir. 30:30 ayetinde de Nebimiz Muhammed’e “Sen, hanif olarak dine,
insanları üzerinde yaratmış olduğu Allah’ın fıtratına yüzünü çevir. Allah’ın
yaratmasında değişme olmaz. Kayyum (ayakta tutan, koruyup gözeten) olan din
budur, velakin insanların çoğu bilmezler.” şeklinde hitap edilmektedir.
Bütün bunlar, hanîf kelimesinin
Kur’an’da hem putperestliğin hem de Yahudiler ile Nasranilerin bozulmuş tevhid inancının
karşıtı olarak kullanıldığını göstermektedir.
2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا"
(âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi
anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة”
(akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde
yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere
uygulayın' gibi anlamlara gelir.
6. Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) ve şirk koşan kimseler,
şüphesiz cehennem ateşindedirler. Orada (ebedi olarak) kalıcıdırlar.
İşte onlar, yaratılmışların1 en şerlileridir.
1 “الْبَرِيَّةِ” (el-beriyye) sözcüğü, “yaratmak”
anlamına gelen “بَرَأَ” (bera’e) kökünden türemiştir ve “yaratılmış
olanlar, varlıklar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 yerde geçer: 98:6, 7.
7. İman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
kimseler işte onlar, yaratılmışların hayırlılarıdır.
8. Onların Rablerinin yanındaki cezaları1 (karşılıkları) altlarından
nehirler akan Adn
Cennetleridir. Orada (ebedi
olarak) kalıcıdırlar. Allah,
onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuştur. Bu, Rabbine huşu duyanlara (derin saygı ve içten sevgi besleyenlere)
mahsustur.
1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve
“karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam
taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da
"ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte
Kur’an’da 117 kez geçmektedir.