34. SEBE SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 58. suredir. Adını, Sebe kavminin anlatıldığı 15’inci ayetinden almıştır. Sure 54 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Hamd (övgü), göklerde ve yerde ne varsa kendisine ait olan Allah’ındır ve ahirette de hamd O’nundur. O, Hâkîm-ul Habir’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren ve Her şeyden Haberdar olandır).

2. Yerin içine gireni de ondan çıkanı da, gökten ineni de oraya yükseleni de bilir.1 O, Râhîm-ul Ğafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayan ve Merhamet edendir).

1 Bu cümle, aynı sözcüklerle 57:4’te de tekrarlanmaktadır.

3. Kâfirler, “Bize o saat (hesap günü) gelmeyecek.” dediler. De ki: “Bilakis! Gaybı (bilinmeyeni) Bilen Rabbime andolsun ki, o kesinlikle size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar da olsa hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz. Ondan daha küçüğü de daha büyüğü de yoktur ki, hepsi Kitab-ı Mubin’de olmasın.1

1 Kitab-ı Mübin, apaçık ve anlaşılır kitap demektir. Her şeyin kendisinde yazıldığı ve Allah katında bulunan “levh-i mahfuz” olarak açıklayanlar da vardır.

4. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere cezalandırması (yaptıklarının karşılığını vermek) için. Onlar için bağışlanma ve kerim (değerli, bol)1 bir rızık vardır.

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

5. Ayetlerimizi aciz bırakmaya çalışanlar,1 işte onlar için elem verici riczten2 bir azap vardır.3

ı “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.

2 “رِجْز” (ricz) sözcüğü “azap, ceza, sıkıntı” anlamlarına gelir. “Ricz” sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 9 ayette 10 kez geçer: 2:59; 7:134 (2 kez), 135, 162; 8:11; 29;34; 34:5; 45:11; 74:5.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir.

3 Allah’ın ibret ve uyarı amaçlı gönderdiği mesajları başarısız kılmak için düşmanca davrananların ise çok şiddetli bir azapla karşılaşacağını söylemektedir.

Ayrıca ayetlerin iptal edilmesi ve işlevsiz bırakılması anlamına gelen nesh anlayışı da bu kapsamda ve 4:82, 22:51, 34:38 ve 41:42’nci ayetler ışığında değerlendirilmelidir.

6. Kendilerine ilim verilmiş olanlar, Rabbinden sana indirilenin hak (gerçek, hakikat) olduğunu ve onun, Azizil-Hamid’in (övgü ve şükre lâyık olan mutlak güç sahibinin) yoluna ilettiğini görürler.

7. İnkar edenler dediler ki: “Parçalanıp darmadağın olduktan sonra yeni bir yaratılış ile diriltileceğinizi bildiren adamı size gösterelim mi?

Mahşerde yeniden diriltilmeyi inkâr edenlerin sözleriyle ilgili benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 27:67; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11.

8. Allah’a iftira mı atıyor, yoksa cinnet mi geçirmiş (delirmiş mi)?” Hayır! Ahiret ile iman1 etmeyenler, azap ve derin bir sapkınlık içindedir.

            1 Ahiret ile iman etmek, Allah’ın Ahiret ile ilgili belirttikleri doğrultusunda inanıp güvenmek demektir.

9. Hâlâ ellerinin arasındakini yada arkalarındakini görmüyorlar mı? Gökten ve yerden olanı (görmüyorlar mı?). İstersek, onları yere batırırız ya da üzerlerine gökten parçaları (kütleler) düşürürüz. Bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ayet (ders, ibret) vardır.

            1 “كِسَفًا” (kisefen) sözcüğü, “parçalar, dilimler, parça parça” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:92; 26:187; 30:48; 34:9; 52:44.

10. Davud’a da katımızdan bir fazilet (ayrıcalık, üstün özellik) verdik. “Ey dağlar ve kuşlar, onunla birlikte (Allah’a) yönelirdi.”1 Ona demiri de yumuşattık (demiri işlemesini öğrettik).2

            1 Bu sözcük, “أ-و-ب” (evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29, 36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40, 44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.

 2 Davud Nebi, Beytüllahim’de yaşayan Yuda kabilesinden sıradan bir gençti. Filistinlilere karşı açılan bir savaşta, İsrail’in en büyük düşmanı olan Calut’u öldürdükten sonra İsrailoğulları arasında değeri yükseldi (2:249-251). Öyle ki Talut’un (seul) ölümünden sonra, ilk önce Hebron’da (bugünkü el-Halil) Yuda kralı seçildi, daha sonra da bütün İsrail kabilelerinin kralı oldu. Kudüs’ü aldı ve orayı İsrail krallığının başşehri yaptı. Onun liderliğinde tarihte ilk defa, sınırları Akabe körfezinden Fırat nehrinin batı kıyılarına kadar uzanan Allah’a ibadet eden bir krallık kurulmuş oldu. Bu nimetlerin yanı sıra Allah ona ilim, hikmet, adalet, merhamet ihsan etmişti.  Ayrıca; Davud’la beraber tesbih etsinler diye dağların ve kuşların buyruk altına alındığı (21:79; 27:16-17; 34:10; 38:18-20); Ona, savaşta koruyacak zırhlı giysi yapımının öğretildiği (21:80; 34:11) de Kur’an’da belirtilmektedir.

11. “Bedeni örten zırhlar yap, dokumasını da güzel tasarla. Salihat (doğru ve erdemli davranışlar) da yapın. Ben, yaptıklarınızı Görenim.”

1 Davud Nebi ile ilgili açıklamalar 2:251’de; Süleyman Nebi ile ilgili açıklamalar ise 2:102’de yer alır.

12. Süleyman’a da bir ay başlayan (yol alan) ve bir ay esen rüzgârı vermiştik.1 Ve onun için katran (petrol/bakır) pınarını akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun emri altında çalışanlar vardı ve içlerinden buyruğumuzdan sapana yakıcı ateşin2 azabını tattırırdık.3

1 Benzer mesajlar: 21:81; 38:36. Süleyman Nebi, yaşadığı dönem itibariyle deniz yolculuklarını ve deniz taşımacılığını sürdürdüğü için, Yüce Allah onun bu yolculuklarını estirdiği bir rüzgâr sayesinde normalde “kara yolculuğu olarak” gidişi bir ay, dönüşü de bir ay sürecek mesafeleri kısa sürede katettiğini bildirmiş olmaktadır.

2 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

3 Benzer mesajlar: 21:78-84.

13. Ona, dilediği gibi mabetler, heykeller, havuz gibi leğenler ve kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan pek azı şükreder.

14. Ölümüne hükmettiğimiz zaman da onun öldüğünü ancak minseeyi (ahşap oturak veya baston) kemiren bir dabbetularz (yer canlısı) göstermişti.1 (Süleyman) düştüğü zaman da anlaşıldı ki, cinler (şeytan olan cinler) eğer gaybı (bilinmeyeni) biliyor olsalardı, o onur kırıcı azap2 içinde kalmazlardı.

1 Dabbe ile ilgili açıklama 27:82 ayetinde yer alır.

Ayrıca; bu ayetten ayrıca, cinlerin gayb bilgisine sahip olmadıkları da anlaşılmaktadır.

2 “azabil muhin” (onur kırıcı azap) ifadesi Kur’an’da 2 yerde (34:14, 44:60) geçmektedir. İkisinde de İsrailoğullarının çektikleri azap için kullanılmıştır.  Bu ifadeden, firavunun, arzuları için insanları tüketen, insanları aşağılayan ve bunda aşırılık yapıp haddi aşan zorba biriydi olduğu anlaşılmaktadır.

15. Sebe’liler1 (halkı) için yurtlarında bir ayet (ibret, işaret) vardı. Sağlarında ve sollarında iki cennet (bahçe); “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin.” Tayyib (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel) bir belde ve günahları Örten ve Bağışlayan bir Rab!

1 Sebe’nin, bir zamanlar Yemen’de hüküm süren ve o devrin en verimli bahçelerine sahip olan bir kavim olduğu belirtilmektedir.

16. Ancak onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine arim selini gönderdik. İki cennetlerini de acı meyveli ağaçlara, ılgınlara (meyvesiz bodur ağaçlara), biraz da sedir bulunan iki cennete (bahçeye) dönüştürdük.

1 “Arim seli”, büyük barajları su altında bırakabilen, onları yıkabilen hacimde, çok büyük bir felakettir. el-’Arim kelimesine “köstebek” diyenler olduğu gibi, bunun seddin veya vadinin adı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu barajı, Sebelilerin, Belkıs’ın, Himyer’in veya Lokman b. Âd’in yaptığı rivayet edilmektedir. Tarihte bu olayın tam olarak ne zaman gerçekleştiği bilinmemekte, ancak Mağrib Barajı’nın ilk yıkılış tarihinin MS 2. yüzyıl olabileceği bildirilmektedir. Bu olaydan sonra Sebe Krallığı büyük ölçüde harap olmuş, yöre halkının önemli bir bölümü kuzeye doğru göç etmek zorunda kalmıştı (Esed, Kur’an Mesajı, s. 876’da 24. not).

17. Nankörlükleri yüzünden onları böyle cezalandırdık (karşılık verdik). Biz kafirden (vahyi inkâr eden, nankörden) başkasını cezalandırır mıyız?

18. Onlar ile bereketlendirdiğimiz1 şehirler arasında, kolayca görünen şehirler var ettik. Bunlar arasında da yürümelerini (seyahat etmelerini) takdir ettik.  “Oralarda geceleri ve gündüzleri güven içinde yürüyün.”

1 Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.

19. Ve “Rabbimiz, seferlerimizin (yolculuk yaptığımız şehirlerin) arasını uzaklaştır.” dediler ve kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmettiler. Biz de onları dillerde dolaşan hadis (söz, masal) yaptık ve onları darmadağın ettik. Bunda, şükredip sabreden (dayanan, direnen) kimseler için ayetler (dersler, ibretler) vardır.

20. İblis de onların hakkındaki zannını (varsayımını) doğru çıkardı. Müminlerden bir grup dışında hepsi ona (iblise) uydu.

1 Allah’ın dışında bir de ayrıca Güneş’e tapan Sebe toplumuna egemen olan kadının (Belkıs) Süleyman Nebi’nin sarayına geldiği ve Allah’a teslim olmayı kabul ettiği 27:22-44 ayetlerinde bildirilmişti. M.Ö. 10’uncu yüzyılda yaşadığı varsayılan Süleyman Nebiden sonra, Sebe toplumunun büyük çoğunluğunun, sapkın inanışlarına tekrar döndüğü, bu ayetlerden anlaşılmaktadır.

21. Oysa onun (iblisin), onlar üzerinde bir sultanı (yetkisi, gücü) yoktu. Ancak ahiret ile iman eden (inanıp güvenen) kimseyi, (ahiret hakkında) kuşku içinde olandan öğrenelim diye (böyle yaptık). Rabbin de her şeye hafız olandır (koruyan, gözetendir).1

1 Benzer mesajlar: 7:12-18; 15:42; 16:99; 17:61-63; 38:75-82. Bu ayetlerde şeytanın insanlarla ilişkisine değinilmektedir. Bu çerçevede iman edip Yüce Allah’a tevekkül edenlere şeytanın bir etkide bulunamayacağı, ancak şeytanı dost edinenlere etkisinin olacağı belirtilmektedir.

Ahiret ile iman edip etmediğimizi bildiren kıstaslar 6:113, 17:45 ve 39:45 ayetlerinde yer alır. Bu üç kıstas, sözlü ifadelerimiz ne olursa olsun gerçek inançlarımızı ortaya çıkarmaktadır.

22. De ki: “Allah’ın dışında (ilah) sandıklarınız şeylere dua edin. Göklerde de yerde de zerre ağırlığınca bir şeye sahip değildirler. Bu ikisinde de onların hiçbir ortaklığı yoktur. O’nun (Allah’ın), onlardan bir yardımcısı da yoktur.”

23. O’nun katında, izin verdiği kimseden başkasının şefaati1 de fayda vermez. Nihayet, yüreklerinden korku giderildiğinde (birbirlerine), “Rabbiniz ne buyurdu?” derler, “Hak olanı” derler. Ve O, Aliyyul-Kebir’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olan yücedir, büyüktür).

1 Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

24. De ki: “Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kimdir?” De ki: “Allah!” O halde ya biz hidayet üzereyiz ya da siz hidayet üzeresiniz ya da apaçık bir sapkınlık içinde.”

25. De ki: “Bizim suçlarımızdan sorumlu değilsiniz. Biz de sizin işlediklerinizden sorumlu değiliz.”1

1 Benzer mesajlar: 10:41; 28:55; 109:6.

26. De ki: “Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızdakini hak ile açacaktır. O, Fettah’tır (taraflar arasında hüküm verendir, açandır), Her şeyi Bilendir.”

27. De ki: “O’na (Allah’a) ortak olarak kattığınız1 kimseleri bana gösterin!” Bilakis O, Azizul-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) Allah’tır.

1 أَلْحَقْتُم” (elhaktum), sözcüğü, “kattınız” veya “birleştirdiniz” anlamlarına gelir. “لَحِقَ” (laḥika) fiilinden türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye eklenmesi veya katılması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 3:170, 12:101; 26:83; 34:27; 52:21; 62:3.

28.  Biz seni bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olma dışında da göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

29. Ve diyorlar ki: “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) iseniz, bu vaat ne zaman?”1

1 Bu ayet, 10:48, 21:38, 21:71, 34:29, 36:48 ve 67:25 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

30. De ki: “Size öyle bir gün vadedilmiştir ki ondan ne bir saat geri kalabilir ve ne de ileri geçebilirsiniz.”

31. Ve inkâr edenler “Biz ne bu Kur’an ile iman ederiz ne de yanlarında olana (Tevrat’a, İncil’e)!” dediler. Bu zalimleri, Rablerinin huzurunda tevkif edilmiş (tutuklanmış) bir hâlde suçu birbirlerinin üzerine atarlarken bir görsen.1 Mustazaflar (ezilmiş, baskı altında tutulmuş olanlar), Müstekbirler (büyüklük taslayanlar), “Siz olmasaydınız, elbette müminler (iman edenler) olurduk.” dediler.

1 Sorgu esnasında kafirlerin birbirlerini suçlayacaklarına dair benzer mesajlar: 7:38-39; 10:28-29; 14:21-22; 16:86; 19:82; 25:18-19; 28:63; 29:25; 30:13; 34:41; 35:14; 37:27; 46:6; 68:30.

32. Müstekbirler, mustazaflara “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi engelledik? Bilakis, suç işleyen sizdiniz!” dediler.

33. Mustazaflar, müstekbirlere: “Hayır! Gece gündüz yaptığınız planlarla1 Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz.” Dediler. Azabı gördüklerinde de içlerinde pişmanlıklarını gizlediler/açıkladılar.2 Biz de kafirlerin boyunlarına3 prangalar4 geçirdik. Onlar, yapıyor oldukları şeylerden başkasıyla mı cezalandırılacaklar (karşılıkları verilecek)!

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

2 Burada geçen eserrû fiili ezdâd yani çift anlamlı kelimelerdendir; dolayısıyla hem “gizlemek” hem de “açıklamak” anlamına gelmektedir. Benzer mesaj: 10:54.

            3 “(أَعْنَاق)” (‘ânâk) sözcüğü, “boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33; 40:71.

4 “غُلٌّ” (ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”, “pranga” veya “bağlama aracı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64 (2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71; 69:30; 76:4.

34. Biz, ne zaman bir şehre bir uyarıcı gönderdiysek, oranın şımarıkları (kibirli zenginleri, zorbaları) “Biz size gönderilmiş olan her şeyi inkâr ediyoruz!” dediler.

35. Ve “Biz, mal ve evlat bakımından da daha çoğuz. Biz, azaba uğratılacak da değiliz.” dediler.

36. De ki: “Rabbim rızkı istediğine genişletir ve kısar. Fakat insanların çoğu bilmez.”

37. Sizi, Bize yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler, işte onlara işledikleri amellere karşılık kat kat ceza (karşılık) vardır ve onlar, yüksek makamlarda güven içindedirler.

38. Ayetlerimizi (kanıt) aciz bırakmaya çalışanları, onlar azap içinde kalacaktır.

1 “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.

Allah’ın ibret ve uyarı amaçlı gönderdiği mesajları başarısız kılmak için düşmanca davrananların ise çok şiddetli bir azapla karşılaşacağını söylemektedir.

Ayrıca ayetlerin iptal edilmesi ve işlevsiz bırakılması anlamına gelen nesh anlayışı da bu kapsamda ve 4:82, 22:51, 34:38 ve 41:42’nci ayetler ışığında değerlendirilmelidir.

39. De ki: “Rabbim rızkı kullarından istediği kimseye genişletir ve kısar. Siz ne infak ederseniz, onun karşılığını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

40. O gün (Allah) onları hep birlikte mahşerde toplayacak. Sonra meleklere “Size kulluk (hizmet) edenler bunlar mıydı?” diye soracak.1

1 Meleklerin sorgulanması onları şirklerine konu edinenleri yalanlamak içindir. Sorgulanma esnasında yaşanacaklarla ilgili benzer mesajlar: 10:28-29; 14:22; 16:86; 19:82; 25:18-19; 28:63; 29:25; 30:13; 35:14; 46:6.

Bir kişi, Allah’ın kulu olduğunu söylese, ancak O’nun sözlerine aykırı öğretileri izliyorsa, Allah’a şirk koşuyor demektir. Elçilerden, erdemli sanılan kişilerden veya meleklerden şefaat uman veya onları Allah’ın dininin ikinci kaynağı gibi kabul eden müşrikler, aslında onlara tapıyorlar. Ahiret günü, putlaştırılan elçiler ve melekler, kendilerine tapmış olanları reddedecekler.

41. Dediler ki “Sen Sûbhânsın (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehsin -uzaksın- ve yücesin). Onların dışında bizim velimiz (dostumuz, rehberimiz, koruyup gözetenimiz) Sensin. Bilakis, onlar, cinlere (şeytanlara) kulluk ediyorlardı. Onların çoğu onlarla mümin idi.1

1 “Onların çoğu onlarla (cinlerle, şeytanlarla) mümin idi” ifadesi, insanların çoğunun cinlerle insanları aldatan, kandıran şeytanlarla bir tür güven bağı veya inanç ilişkisi kurduğunu ifade eder.

42. Bugün birbirinize yarar da zarar da vermeye gücünüz yetmez. Zalimlere “Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın!” deriz.

43. Onlara apaçık ayetlerimiz tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) de “Bu, sizi babalarınızın kulluk (hizmet) ettiğinden (ilahlardan)1 çevirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Bu (Kur’an) da uydurulmuş2 bir yalandan başka bir şey değildir.” dediler. Kendilerine gelen hakkı (gerçeği) inkâr edenler, “Bu (Kur’an) apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.” de dediler.

1 Ataları taklitle ilgili mesajlar: 2:170; 5:104; 7:28; 10:78; 11:53-54,62,87; 21:52, 53; 26:70-74; 31:21; 37:69-74; 43:22,23.

2 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

44. Onlara (Mekkeli çağdaşlarına), ders aldıkları (inceledikleri) Kitaplardan da vermedik, senden önce onlara bir uyarıcı da göndermedik.

45. Onlardan öncekiler de (elçileri) yalanladılar. Oysa bunlar, onlara verdiğimizin onda birine bile ulaşmadılar. Onlardan önceki kimseler de (elçilerini) yalanlamışlardı. Bunlar, öncekilere verdiklerimizin onda birine bile ulaşamadılar. Buna rağmen resullerimi yalanladılar. O zaman da cezalandırmam (bak) nasıl olmuş!

46. De ki: Ben, size sadece vaaz ederim (öğüt verir, uyarırım). Allah için ikişer ikişer ve ayrı ayrı ayağa kalkın ve ardından sahibinizde (size yoldaşlık eden elçide) bir cinnet (delilik) olmadığını düşünün! O, şiddetli bir azabın öncesinde sizin için yalnızca bir uyarıcıdır.”

1 “صحب” (sahib); dost, kafadar, arkadaşlık etmek, yoldaşlık etmek ve eşlik etmek anlamlarına gelir. “أَصْحَـٰب” (eshab) da aynı kökten türemiş olan bir sözcüktür.

47. De ki: “Ben sizden herhangi bir ecir istemişsem o sizin olsun. Benim ecrim (yaptıklarımın karşılığı) yalnızca Allah’tandır. O da her şeye tanıktır.”

48.  De ki: “Rabbim hak (gerçek ve hakikat) olanı ortaya koyar. Gaybı (bilinmeyeni) en iyi bilen O’dur.”

1 Gayb; İnsanoğlunun görmediği, bilemediği, akıl erdiremediği, duyularıyla algılayamadığı şeyler ile gelecekte olacak şeyler, geleceğe dair bilgilerdir. Allemul guyub ise; “Bütün gaybı en iyi bilen”. Önceden gerçekleşmiş, şimdi gerçekleşen veya gerçekleşmeye devam eden; gelmiş ve gelecek her şeyi en iyi bilendir. Bu ifadenin geçtiği ayetler: 5:109; 5:116; 9:78; 34:48.

49. De ki: “Hak geldi! Batıl ise onu yoktan var edemez,1 onu yeniden de başlatamaz2.

1 “بَدَأَ” (bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.

2 “يُعِيدُ” (yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.

50. De ki: “Dalalete düşersem (saparsam), ancak ben kendi aleyhime sapmış olurum. Hidayete erersem de bu da Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. O, her şeyi İşitendir. Karib’tir (Kullarına çok yakındır).  (Benzer mesajlar: 6:51,70;14:52;21:45;25:52;50:45)

51.  Ürperdikleri anı bir görseydin! Artık kurtuluş yoktur. Yakın bir mekandan da yakalanmışlar.

1 Yani, “Kıyamet gününde her günahkâr, sanki yakın bir yerde gizleniyormuşçasına yakalanacaklar. Kaçmaya çalıştığında kıskıvrak yakalanacaklar.”

52. Ve dediler ki: “Ona (vahye) iman ettik.” Bunu uzak bir yerden1 nasıl elde edebilirler?

1 Asıl iman etme yeri dünyaydı. Dünyadayken iman etmemiş olanlar için ahirette iman etmenin bir yararı olmaz. Benzer mesajlar: 4:18; 6:158; 10:90-91; 32:29; 40:85; 44:13; 47:18.

53. Oysa daha önce onu (vahyi) inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden gayb (bilinmeyen) hakkında atıp tutuyorlardı.

1 Tüm dinlerin insanları, Allah’ın kelamını terk edip insanların kelamına sarılmaya meyillidirler. Yahudiler ve Gelenekçi Müslümanlar Mişna (Hadis) ve Gemara’ya (Sünnet) sarılırken, Hıristiyanlar ise İsa’dan 325 yıl sonra İznik Konferansı tarafından uydurulan bir üçlü birliğe sarılmaktadırlar.

54. Bundan önce de benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekildi. Onlar derin bir kuşku içindeydiler.