18. KEHF SÛRESİ

    Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 69. Suredir. Adını, tevhide inandıkları için müşriklerin zulmünden kaçan gençlerin sığındığı “kehf” yani “mağara”dan almaktadır. Sure 110 ayettir.

Bu surede anlatılan kişilerin kim olduğu ile ilgili görüşler:

1. Görüş: Efes, antik İznik’in 200 mil güneyinde ve günümüz Türkiye’sinde bulunan İzmir’in 30 mil güneyinde yer alır. Mağara sakinleri, İsa’nın öğretilerini takip etmek ve yalnızca Allah’a kulluk etmek isteyen genç Nasranilerdi. Onlar, Üçlü Birlik öğretisinin ilan edildiği Nicene (İznik) konsülünün (MS 325) kararından sonra, İsa’dan üç asır sonra tevhid dinine aykırı bir Hıristiyanlığı ilan eden neo-Nasranilerin müşrik yönetimine başkaldırmış ve onların zulmünden kaçıyorlardı. 1928 yılında, Avusturyalı bir arkeolog olan Franz Miltner, Efes’in yedi uyuyanlarının mezarını keşfetti. Onların tarihi birkaç ansiklopedide iyi belgelenmiştir.

Ancak

Eğer bu tarihi bulgular doğruysa; Kur’an’da, bu surede kıssaları anlatılan gençler, Nebimiz Muhammed’in Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra uyanmışlar.

2. Görüş: Hıristiyan kaynaklarda da Roma imparatoru Decius döneminde (MS 250) Ephesus’ta (Efes’te) yaşayan ve Nasrani oldukları için zulme uğradıkları için mağaraya sığınan Yedi Uyuyanlardan söz edilmektedir. (Katolik Ansiklopedisi: Efes’in Yedi Uyuyanları)

3. Görüş: Aristoteles (İ.Ö. 384-322) de Physike adlı kitabında; Düşüncemizde hiçbir şey değişmediğinde ya da değişmeyi fark etmediğimizde biz zamanın da geçmediğini düşünüyoruz. Sardenya’da uyanıkken uyudukları anlatılan kahramanlar için de bu böyle olsa gerek, çünkü onlar duyumsamadıklarından ötürü aradakini atıp önceki an ile sonraki anı birleştirip tek yaparlar. (Fizik 4, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, s:189)

Bu surenin 22’nci ayetinde yer alan “Onlar hakkında, zahiri (bilinen) bilgi dışında onlarla tartışma ve onlar hakkında hiçbirine soru sorma!” şeklindeki ifadeden; Mağara ehli hakkında ancak, onların kıssalarından çıkarılacak aşikâr dersi insanlara ulaştırmak üzere konuşulması ve kıssanın mesajının ön plana çıkarılması gerektiğini kanaatindeyiz.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Hamd Allah’ındır. O ki, kendi kuluna Kitabı indirdi1 ve ona (kuluna) hiçbir eğri (çarpık)2 yapmadı.

            1 “اَنْزَلَ” (enzele), doğrudan ve tek seferde bir indirme eylemini ifade eder. “نزّل” (nezzele) ise, sürece yayılan ve aşama aşama gerçekleşen bir indirme eylemini anlatır.

            2 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.

2. Kendi katından şiddetli bir azaba karşı uyarmak ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen müminlere ahsen (en güzel, en iyi) bir ecir (karşılık) olduğunu müjdelemek için.

3. Onda (cennette) kalacakları; ebedi olarak.

ı “مُكْثٍ” (muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10; 27:22; 28:29; 43:77.

4. Ve “Allah, evlat (doğmuş bir oğul) edindi.” diyenleri uyarmak için.

5. Onların da atalarının da bu konuda bilgisi yoktur. Ağızlarından ağır1 söz çıkıyor. Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

1 “كَبُرَ” (keburâ), "Büyük geldi" ya da "ağır geldi" anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 6:35; 10:71; 18:5; 40:35; 42:13; 61:3.

6. Bu hadis (söz, Kur’an ayetleri) ile iman etmiyorlar diye, onların ardından kederlenerek neredeyse nefsini (kendini) helak edeceksin!

Esef; hüzün, keder, tasa, şiddetli üzüntü, kızgınlık (Bkz: 7:150)

7. Biz, (insanlardan) hangisinin ahsen amel (en güzel, en iyi iş) yapacağını deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi süslü yaptık.

8. Onun üzerindeki (yeryüzündeki) her şeyi de verimsiz toprağa1 dönüştüreceğiz.

1 “جُرُزًا” (curuzan) kelimesi, “kurumuş” veya “verimsiz” anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçer: 18:8; 32:27.

2 “صَعِيد” (sâ'iyd) kelimesinin sözlük anlamı da “toprak”, “düz alan” veya “yüzey” gibi anlamlara gelir. Bunun yanı sıra, kelime “toprak yüzeyi”, “toprak parçası” veya “temiz toprak” anlamlarında da kullanılır. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 4:43; 5:6; 18:8, 40.

9. Yoksa sen, Ashab-ıı Kehf’i (mağara arkadaşlarını) ve Rakiym’i2, Bizim acayip3 olan ayetlerimizden mi sandın?

ı “صحب” (sahib); dost, kafadar, arkadaşlık etmek, yoldaşlık etmek ve eşlik etmek anlamlarına gelir. “أَصْحَـٰب” (eshab) da aynı kökten türemiş olan ve “yoldaşlar, yol arkadaşları” gibi anlamlara gelen bir sözcüktür.

2 “رَّقِيمِ” (rakiym) sözcüğü, “rakamlandırılmış, işaretlenmiş, kayıt altına alınmış belge” anlamlarına gelir. “رقم” (rakam) sözcüğü “numaralandırmak, yazı yazmak, kaydetmek, işaretlemek ve çizmek” ile ilgili bir kavramdır. Kur’an’da, bu kökten türemiş 3 sözcük geçmektedir: 18:9; 83:9, 20.

            3 “عَجِيب” (‘acîb) sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9, 63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59. Dolayısıyla bu ayet “Yoksa sen, ashab-ı kehfin ve onlarla ilgili rakamların Bizim “hayret verici”, “şaşılacak”, “harikulade” ayetlerimizden mi sandın?” şeklinde de anlaşılmaktadır.

Bu ve izleyen birkaç ayet bu surede gizli bir matematiksel sistemin varlığına işaret ediyor. Rakamlıların aynı zamanda Mağaralılar olarak tanımlanması burada bir gizemin olduğu biçimindeki hissimizi destekliyor. Nitekim Müddessir (Gizlenen) hitabıyla başlayan surenin 19 kodlu matematiksel sistemi 1406 yıl boyunca gizlediğini biliyoruz.

Yedi Uyuyanlar olarak bilinen mümin gençlerin tarihi, 18:9 ve 21’de belirtildiği gibi doğrudan Dünya’nın sonu ile bağlantılıdır. Dünya’nın sonunun ortaya çıkmasında bu imanlıların rolü Reşat Halife Ek 25’te detaylıca anlatılmıştır.

10. Gençler, mağaraya sığındıklarında, “Rabbimiz! Bize kendi katından bir rahmet ver ve bu işimizde irşad et.” dediler.

ıRüşd, doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek demektir. Rüşd ile ilgili açıklama 2:186 ayetinde yer alır.  Bu sözcük, Kur’an’da, türevleriyle birlikte 19 defa (2:186, 256; 4:6; 7:146; 11:78, 87, 97; 18:10, 17, 24, 66; 21:51; 40:29, 38; 49:7, 72:2, 10, 14, 21) geçmektedir. Bu sözcükten türeyen “râşid” doğru yolda olan, “reşad” doğru yolda yürüme, “irşâd” da doğru yola ulaştırmak anlamına gelmektedir.

11. Biz de mağarada, yıllarca onların kulaklarını darp ettik (onları dünyadan habersiz kıldık).

            “Darebe” sözcüğü ile ilgili açıklama 4:34’te yer alır.

12. Sonra, kaldıkları süreyi iki hizipten (gruptan) hangisinin daha iyi hesaplayacağını1 bilmek için onları uyandırdık.

            1 Bu sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”, “hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6; 65:1; 72:28; 73:20; 78:29.

13. Biz, onların haberini bir hak (bir amaç) için kıssa olarak sana aktarıyoruz. Elbette ki onlar, Rableri ile (O’nun aracılığıyla) iman etmiş gençlerdi. Biz de onların hidayetini (rehberliğini) artırdıkı.

 ı Onları doğru yolda güçlendirdik” anlamına gelen hidayetin artmasıyla ilgili benzer mesajlar: 3:173; 8:2; 9:124; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 48:4; 74:31.

14. Kalplerini de sağlamlaştırdık. Kıyam ettiler ve dediler ki “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O ilahtan başkasına dua etmeyiz. Aksi halde saçmalamış oluruz.

15. Şu bizim kavmimiz, O’ndan (Allah’tan) başka ilahlar edindiler. Onların apaçık bir sultan (güçlü bir delil) getirmesi gerekmez mi? Allah’a yalan uydurarak iftira edenden daha zalim kim olabilir!

16. “Mademki onlardan ve Allah’ın dışında kulluk (hizmet) ettiklerinden uzaklaştınız, öyleyse mağaraya sığının. Rabbiniz, size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için bir kolaylık sağlasın.”

17. Onlar, onun (mağaranın) geniş bir boşluğundaydılar. (Orada olsaydın) Güneşin, doğarken mağaranın sağına doğru yöneldiğini, batarken1 de sol yanlarından geçtiğini görürdün.2 İşte bu Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet ederse, işte o dosdoğru yola ulaştırılmıştır; kimi de saptırırsa, artık ona mürşit (yol gösteren) bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) bulamazsın.

1 “غرب” (ğarb) sözcüğü, bağlama göre “uzaklaşmak”, “yabancı olmak”, “garip olmak”, veya coğrafi yön olarak “batı” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu kökten türemiş 16 sözcük geçmektedir: 2:115, 142, 277, 258; 18:17, 86 (2 kez); 20:130; 24:35; 26:88; 28:44; 35:27; 50:39; 55:17; 70:40; 73:9.

2 Bu işaret veya ipucu bize mağaranın kuzeye baktığını söylemektedir.

18. Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz, onları sağ yanlarına da sol yanlarına da çeviririz.1 Köpekleri de eşikte kollarını yaymıştı2. Onların durumunu görseydin, onlardan dehşete düşer3 ve dönüp kaçardın.4

1 Onların sağa sola çevrilmesinin gerekçesi, hep bir tarafta yatmalarının çürümeye neden olmasını engellemek olabilir. Mağaradakilerin bu durumundan anlaşılabilecek şey, sebeplere sarılmanın insan olmanın gereği olduğudur. Olayın mucizevi yönü bir tarafa, insanlar herhangi bir işte ellerinden geleni yapmalı, sebeplere sarılmalı, varsa alınacak önlemler onları mutlaka almalıdırlar. Mucizevi bir olayda bile olağan sebeplere sarılmak tedbirli olmanın bir gereğidir.

2 “الْبَسْطِ” (el-bâst) sözcüğü Arapçada “yaymak”, “genişletmek”, “uzatmak”, “açmak” anlamlarına gelir. Bu kelime, bir şeyin yayılması, genişletilmesi, ya da bir şeyin daha geniş bir alanda, rahatlıkla sağlanması anlamında kullanılır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 2:245, 247; 5:11, 28 (2 kez), 64; 6:93; 7:69; 13:14, 26; 17:29 (2 kez), 30; 18:18.

3 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”, "şiddetli korku" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.

4 Bu konu hakkında, 22’nci ayette mağaradakilerin sayısı ile ilgili ileri geri konuşanların yaptığı gibi davranılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu ayetlerde ele alınan konuların içyüzüyle ilgili net ve kesin kanaatler ortaya koymaktan özellikle kaçınmaktan yanayız. Bu konuda kastedilenin tam olarak ne olduğunu anlayamadığımızı, diğer kardeşlerimizin bu noktada ileri sürecekleri fikirleri beklediğimizi belirtmemiz gerekir. Gerçeği Yüce Allah bilir.

19. Onları uyandırdık. Birbirlerine sormaya başladılar. İçlerinden biri, “Ne kadar kaldınız?” dedi. Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün bir bölümü kadar.” Dediler ki: “Ne kadar kaldığımızı Rabbimiz daha iyi bilir. İçinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek en arı (ezka) ise size ondan rızık (azık) getirsin. Tedbirli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin!

20. Şüphesiz ki onlar elllerine geçirseler, sizi recmederler ya da kendi milletlerine (dinlerine, düzenlerine) döndürürler. O takdirde de ebedi olarak iflah olamazsınız.

            ı رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.

21. Ve böylece onlara, Allah’ın vaadinin (cennet ve cehennem) hak olduğunu ve o saatte (kıyamette) reybı (şüphe belirsizlik) olmadığını bildirdik. Onların durumu hakkında tartıştıklarında, “Onlara bir bina2 inşa edin2, onları Rableri daha iyi bilir.” dediler. Görüşleri baskın çıkanlar ise “Onların üzerlerine bir mescit yapalım.” dediler.3

ı Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.

            2 Bu sözcük, “ب ن ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”, “bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da, bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez); 37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.

3 Allah’ın Elçisi Reşat Halife, bu olay ile ilgili sayısal bilgilerin Kıyamet saatine ışık tuttuğunu belirtmektedir. Bu konuyu da Ek 25’te detaylıca anlatmaktadır.

22. “Onlar üç kişidir; dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler ve “Beş kişidir; altıncıları köpekleridir.” diyecekler.  Gaybı recmeder (taşa tutar) gibi de “Yedi kişidir; sekizincileri köpekleridir.” diyecekler. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir, pek az kişi dışında da onları bilen yoktur.” Onlar hakkında, zahiri (bilinen) bilgi dışında onlarla tartışma ve onlar hakkında hiçbirine soru sorma!

23. Hiçbir şey için de “Yarın1 bunu yapacağım.” deme.

1 “غَدًۭا” (ğâden), “yarın” demektir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 12:12; 18:23; 31:34; 54:26; 59:18.

24. İnşallah (Allah isterse) de. Unuttuğunda da Rabbini an ve “Rabbim daha iyisini yapmak için bana irşad et (doğru yolu göster).” de.

Bu buyruk, bize Allah’ı hatırlamak için günlük fırsatlar verir.

25. Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler.

Yüce Allah bu ayette 300+9 ifadesini kullanarak mağarada kalış süresini hem güneş ve hem ay yılı ile veriyor. Nitekim 300 güneş yılı, 309 ay yılına denk gelir. Kıyamet tarihi de o tarihten (2280’den) 300 güneş yılı (309 ay yılı) önce, yani 1980 MS (1400 HS) yılında, bildirildi. Açıklama için 15:87 ayetine bakınız. 

Ayrıca; bu surenin 9’uncu ayetinden bu ayetteki sayıya kadar kullanılan kelimelerin sayısı tam 309’dir.

26. De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı (sırları) O’nundur. O, en iyi Görendir ve en iyi İşitendir! Onların (insanların), O’nun dışında bir velisi1 (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) yoktur ve O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.”2

1 Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 Bu cümlede dinin sahibinin Yüce Allah olduğu ve hüküm koymada hiçbir ortak kabul etmediği bildirilmektedir.

27. Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedileni de tilavet et (oku ve uy)! Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O’ndun dışında sığınılacak kimse de bulamazsın.

28. O’nun rızasını isteyerek Rablerine günün erken vakitlerinde1 ve akşam vaktinde2 dua edenlerle birlikte olmada da sabırlı ol. Dünya hayatının süsüne kapılarak da gözlerini onlardan ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve ihmalkarlık3 yapan kimseye de uyma!

1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.

2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak" demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle "akşam vakti" veya "karanlığın başlangıcı" anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 “فُرُطًۭا” (furuten) kelimesi, "ihmal etmek", "gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط” (fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 8 kelime geçer: 6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.

29. Ve de ki: “Hak (doğru, gerçek), Rabbinizdendir.” Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen de küfretsin (gerçeği örtsün)! Şüphesiz ki zalimler için bir ateş hazırladık; perdeleriyle onları kuşatmıştır. Feryat edip yardım dilediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne fena bir içecektir ne kötü de bir ağırlanmadır!

30. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler var ya, Biz ahsen (en güzel, en iyi) amel işleyenlerin ecrini (yaptıklarının karşılığını) zayi etmeyiz.

 Yüce Allah, 2:69 ve 5:69 ayetlerinde de Allah ve ahiret günü ile iman ederek salih ameller işleyen herkesin, hakkettiği mükâfata kavuşacağı ve onlar için korku ve üzüntü olmayacağı bildirilmektedir Benzer mesajlar: 2:143; 3:171, 195; 7:170; 9:120; 11:115; 12:56, 90; 18:30; 21:94.

31. Onlar için altlarından nehirler akan Adn1 Cennetleri vardır. Altın bileziklerle süslenirler2, ipekten ve kadifeden dokunmuş yeşil giysiler giyerler. Orada tahtlar üzerine yaslanırlar. Ne güzel bir sevap3 ve ne ahsen (en güzel, en iyi) bir mesken.

1 Adn kelimesi Tevrat’ta “Aden” şeklinde geçmektedir ve İbranice’de ‘mutluluk’ veya ‘sevinç’ gibi anlamlara gelir.  Adn Cennetleri ifadesi Kur’an’da 11 kez geçer: 9:72; 13:23; 16:31; 18:31; 19:61; 20:76; 35:33; 38:50; 40:8; 61:12; 98:8.

2 Mücevherler, tarih boyunca sadece kadınlar için değil, aynı zamanda erkekler, krallar ve güçlü liderler için de statü simgesiydi. Kur'an’daki benzetmelerde ise bu tür zenginlik, gücün ve prestijin göstergesi olarak kullanılır.

            3 “ثَوَاب” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

32. Onlara şu iki adamı misal ver. Her birine iki üzüm bağı vermiştik ve onların da çevresini hurmalarla donatmıştık, aralarında da ekinler yetiştirmiştik.

33. O iki bağ da yemişlerini vermişti, ondan da hiçbir şey eksik etmemişti. İkisinin arasından bir de nehir fışkırtmıştık1.

1 “فَجَّرَ” (feccere) kelimesi "fışkırtmak" anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 11 kez geçer: 2:60, 74; 17:90, 91 (2 kez); 18:33; 36:34; 54:12; 76:6 (2 kez); 82:3.

34. Üstelik onun ürünü (serveti) de vardı, sahipleriyle (yoldaşlarıyla, arkadaşıyla) hararetli konuşurken1 ona da dedi ki: “Ben, senden daha zenginim, nüfus olarak da daha güçlüyüm!”

1 “يُحَاوِر” (yuhavir), “hararetli konuşur” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 18:34, 37; 58:1.

35. Ve kendisine zulmederek bahçesine girdi ve dedi ki: “Bunun hiçbir zaman biteceğini de sanmıyorum.

36. O saatin (hesap gününün) gerçekleşeceğini de sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem de bundan daha hayırlı bir akıbet (sonuç) bulurum.

37. Hararetle konuştuğu sahibi (arkadaşı, yoldaşı) ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir nutfeden (bir damla sıvıdan) yaratan, sonra da seni adam şeklinde tesviye edeni (şekillendireni) inkâr mı ediyorsun?1

1 Kur’an, insanların Allah’ın yanında taptığı birçok farklı ilah örneğini aktarmaktadır; evlatlar (7:190), dini liderler ve âlimler (9:31) mal-mülk (18:42), ölmüş azizler ve nebiler (16:20-21, 35:14 ve 46:5-6) ve ego (25:43, 45:23).

Bu ayetlerde (32-42) de; Allah’ı “inkâr” etmenin sadece Allah’ın varlığını kabul etmemekle sınırlı olmadığını; gurur, kibir, kendini beğenmişlik ve ahireti inkârın da küfür olduğunu göstermektedir. Bu kişi Allah’ın varlığını inkâr etmemesine ve “Şayet Rabbime döndürülürsem” ifadesi ile onun varlığına şehadet etmesine rağmen komşusu onu Allah’ı inkâr etmekle suçlamaktadır. Çünkü zenginlik ve servetini Allah’ın bir lütfu olarak değil de kendi güç ve becerilerinin bir meyvesi olarak kabul eden, bu nimetlerin sonsuz olduğuna ve kimsenin bunları kendisinden alamayacağına inanan ve kendisini hiç kimseye karşı hesap vermekle sorumlu hissetmeyen bir kimse Allah’a inandığını söylese bile “Allah’ı inkâr” etmektedir. Çünkü böyle bir kimse Allah’ı tek hâkim, mabut (ibadet edilen) ve malik değil de sadece bir varlık olarak kabul etmektedir. Gerçekte, Allah ile iman, sadece O’nun varlığını kabul etmeyi değil, aynı zamanda O’nu tek hâkim, tek mabut ve tek hüküm koyucu olarak kabul etmeyi de gerektirir.

38. Oysa benim Rabbim (efendim, sahibim) Allah’tır. Ben, kimseyi de Rabbime ortak koşmam!”

39. Benim, senden daha az mal (servet) ve evlada sahip olduğumu da görüyorsan; bahçene girerken, “Mâşaallah, le kuvvete ille billâh.” (Allah’ın istediği olur, güç ve kudret ancak Allah iledir) demen gerekmez miydi?

40. Rabbim, belki bana senin bahçenden daha hayırlısını verir. Onun (bahçen) üzerine de gökten yıldırımlar gönderir, böylece kupkuru1 bir toprak2 (olmuş olarak) sabahlarsın3.

1 “زلق” (zelâk) kelimesi “kaymak”, “kayarak düşmek” anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçer: 18:40; 68:51.

2 “صَعِيد” (sâ'iyd) kelimesinin sözlük anlamı da “toprak”, “düz alan” veya “yüzey” gibi anlamlara gelir. Bunun yanı sıra, kelime “toprak yüzeyi”, “toprak parçası” veya “temiz toprak” anlamlarında da kullanılır. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 4:43; 5:6; 18:8, 40.

3 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

41. Ya da suyu dibe çekilmiş olarak sabahlarsın. Onu aramaya da gücün yetmez.

42. Ve onun ürünleri kuşatıldı (yok edildi).  Böylece ona (bahçeye) yaptığı harcamalar için (çaresizlik içinde) ellerini çevirip durarak sabahladı. Ve o (bahçe), çardakları üzerine yıkılmıştı.1 Ve “Keşke2 Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım!” diyordu.

1 “خَاوِيَةً” (Haviye) sözcüğü, “boş, terk edilmiş, harabe, yıkılmış” gibi anlamlar. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:259; 18:42; 22:45; 27:52; 69:7.

2 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir. Bu sözcük, Kur’an’da genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

43. Allah’ın dışında1 kendisine yardım eden bir topluluk da olmadı, kendini de kurtaramadı.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

44. O anda velayet (yönetim, otorite),1 hak olan Allah’ındır. O, sevabı hayırlı olandır, akıbeti de hayırlı olandır.

1 Velayet (otorite) Allah’a aittir. Şia mezhebinde imanın şartlarından sayılan “velayet-i fakih” yani fıkıh alimlerinin veya mollaların velayeti sahte bir velayettir. Benzer şey “velayet” kavramını kendi şeyhleri için kullanan siyasi ve ruhban oluşumlar için de geçerlidir.

45. Bu dünya hayatının misalini onlara örnek ver. Gökten indirdiğimiz su gibidir. Böylece onunla yeryüzünün bitkileri karışır (çoğalır). Sonra (bitkiler) rüzgarın savurduğu çer çöp olarak sabahlar.1 Ve Allah, her şeye Muktedir olandır (her şeye gücü yetendir).

1 Önceki ayetlerde (32-42) iki bahçe sahibi kişi servetle övündüğü için kınanmış, onun itibar ettiği servetin yok edilebileceği ifade edilmişti. Şimdi ise sadece servetin değil, bütünüyle dünya hayatının bile bir mevsimlik bitki gibi olduğu üzerinden mesaj verilmekte, fâni bir âleme gereğinden fazla bel bağlamanın yanlışlığı vurgulanmaktadır. Benzer mesajlar: 10:24; 39:21; 57:20.

46. Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) ise; Rabbinin yanında, sevap bakımından da umut beslemek bakımından da daha hayırlıdır.

47. Dağları yürüteceğiz. Yeryüzünü de dümdüz göreceğin o gün, hiçbirini geride bırakmadan onları bir araya toplayacağız.

48. Ve senin Rabbine sırayla sunulurları. “Andolsun ki sizi ilk yarattığımız gibi Bize geldiniz. Yoksa size vadedileni gerçekleştirmeyeceğimizi mi sanmıştınız?”

                ı “عَرَضَ” (‘aredâ) ifadesi “arz etti, sundu, teklif etti, gösterdi” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48, 100; 33:72; 38:31; 40:46; 42:45; 46:20, 34; 69:18.

49. Kitap (amel defteri) da ortaya kondu. Mücrimlerin (azılı suçluların) onda olanlardan korktuklarını ve “Bize veyl olsun!1 Bu nasıl bir kitapmış; küçük, büyük hiçbir şey bırakmıyor, her şeyi kayıt altına alıyor2!” dediklerini görürsün. Yaptıkları her şeyi hazır buldular. Rabbin, kimseye haksızlık etmez.

1 Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

            2 Bu sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”, “hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6; 65:1; 72:28; 73:20; 78:29.

50. Meleklere “Adem’e secde edin.” dedik. İblis (saptıran) hariç, hepsi secde ettiler. O cinlerdendi, bu yüzden Rabbinin emrinden saptı.ı Benim yerime onu ve onun soyunu mu evliya2 (dostlar, rehberler) ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişimdir!

ı Göksel toplumda büyük tartışma baş gösterdiğinde (38:69), yaratıklar, ayrılarak melek, cin ve insan olarak sınıflandırıldılar.  Sapkının daha önce melek olduğunu bildiren ayetleri hesaba katmayanlar, 18:50 ayetinin “cinlerden oldu” bölümünü yanlış anlamışlardır. “Cin” kelimesinin ve “kane minel cinni” ifadesinin anlamı 2:34 ayetiyle açıklanır. (Reşat Halife Ek 7).

2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

51. Ne göklerin ve yerin yaratılışına ne de kendilerinin yaratılışına onları şahit tutmadım. Sapıtanları, yardımcılar da edinmedim.

Yüce Allah, Şeytan’ın ve destekçilerinin (cinler ve insanlar) yanlış karar vereceklerini biliyordu. Yaratılış sürecine tanık olmaktan dışlanmaları bu nedenledir

52. Ve “Ortaklarım olduğunu sandıklarınızı çağırın!” diyeceği gün, onları çağırdıkları halde onlara karşılık vermediler1. Biz, onların arasına aşılmaz engel koyduk.

            1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

53. Mücrimler ateşi gördüklerinde, ona düşeceklerini sandılar. O ondan kaçacak bir yer de bulamadılar.

54. Biz, bu Kur’an’da tüm örneklerden açıkladık.1 Fakat insan, cedelleşmeye2 (delil sunarak haklı çıkmaya) çok düşkündür.

1 Kur’an’ın Yüce Allah tarafından açıklanmış oluşuyla ilgili benzer mesajlar: 17:41, 89; 18:54; 29:43; 30:58; 39:27; 59:21.

2 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

55. Kendilerine hidayet (rehber, vahiy) geldiğinde, insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey; öncekilerin sünnetinin (ilahi hükmün) kendi başlarına da gelmesini veya azabın gelmesini beklemeleridir.

56. Resulleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmaları dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. Kafirler, hakkı (gerçeği) batıl ile çürütmek için onunla (elçi ile) cedelleşirler (delil sunarak haklı çıkmaya çalışırlar). Ayetlerimi ve kendilerine yapılan uyarıları da alaya alırlar.

Benzer mesajlar: 2:213; 4:164-165; 6:48

57. Rabbinin ayetleriyle1 kendisine zikredilen, böylece onlardan yüz çeviren ve kendi elleriyle yaptıklarını unutandan daha zalim kim olabilir? Kalplerine, onu (Kur’an’ı) anlamalarını engelleyen perdeler2, kulaklarına da bir ağırlık veririz. Onları hidayete (kılavuz olan Kur’an’a) çağırsan da artık onlar asla hidayete eremezler.

1 “Ayetleriyle” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetleri” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “بِاٰيَاتِ رَبِّه۪” (bi-âyâti rabbihi) ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 18:57; 20:127; 32:22.

            2 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

58. Gafur olan (günahları Örten ve Bağışlayan) Rabbin de rahmet (şefkat ve merhamet) sahibidir. Onları, kazandıklarından dolayı hemen hesaba çekseydi, onlara azabı çabuk verirdi. Bilakis onlara vadedilen bir süre vardır. O’nun dışında bir sığınak bulamayacaklar.

59. İşte o beldeler; zulmettikleri zaman onları helâk ettik. Onları helak etmek için de bir süre belirlemiştik.

60. Ve Musa, yardımcısına (Yuşa’ya) demişti ki: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar uzun bir zaman1 yürüyeceğim.”

1 “أَحْقَابًا” (eḥkâben) sözcüğü “devirler”, “dönemler”, “uzun bir zaman”, “çağlar” anlamlarına gelir. Bu ifade, Kur’an’da 2 kez geçer: 18:60; 78:23.

61. İki denizin birleştiği yere vardıkları zaman da ikisi de (yemek için) tuttukları balıklarını unuttular. O, (Balık, Yuşa’nın şaşkın bakışları arasında) denizde bir yol tuttu ve o yol, serap1 gibi oldu.

            1 “سَرَابًا” (serâbe) sözcüğü, “serap” demektir ve göz aldanması sonucu görülen ancak aslında var olmayan bir şey anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer: 18:61; 24:39; 78:20.

62. Epey bir mesafe aldıktan sonra da genç arkadaşına “Bize yemeğimizi getir, gerçekten bu yolculuk nedeniyle yorulduk.” dedi.

63. (Yol arkadaşı) dedi ki: “Gördün mü (bak), Kayaya1 sığındığımız vakit ben balığı unuttum. Onu da şeytandan (aldatandan, saptırandan) başkası unutturmadı ve acayip2 bir şekilde denizde yolunu tuttu!”

            1 “صَّخْرَ” (sahr) sözcüğü, “kaya”, “büyük taş” demektir. Bu kelime Kur’an’da 3 kez geçer: 18:63; 31:16; 89:9.

            2 “عَجِيب” (‘acîb) sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9, 63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.

64. “İşte aradığımız şey.” dedi ve ayak izlerini takip ederek geri döndüler.

65. Ve kullarımızdan bir kul buldular. Biz, yanımızdan ona bir rahmet vermiştik, katımızdan da ona bir ilim öğretmiştik.

66. Musa, ona “Sana öğretilenden bir rüşd (doğru yola ulaştıran bir ilim) öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi.

67. Dedi ki: “Sen, benimle birlikte olmaya sabredip dayanamazsın.

68. Haberdar edilmediğin, iç yüzünü tam olarak bilmediğinı bir şeye nasıl sabredebilirsin?”

ı “اَحَطْتُ” (ahatu) fiili “kapsamak, kuşatmak, tamamen bilmek” anlamlarına gelir.

69. Musa, “İnşallah (Allah isterse) beni sabırlı bulacaksın, senin işlerine de karşı çıkmayacağım.” dedi.

70. “Eğer bana uyacaksan, sana anlatıncaya kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma.” dedi.

71. Bunun üzerine yola çıktılar. Bir gemiye bindiklerinde onu (gemiyi) deliverdi. Musa, “İçindekilerini suya gömmek1 için mi onu deldin? Şüphesiz ki sen çok tehlikeli bir iş yaptın.” dedi.

1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

72. Sana, benimle beraberliğe sabredip dayanamazsın, demedim mi?” dedi.

73. “Unutkanlığımdan dolayı beni kınama ve işimde bana zorluk yükleme1!” dedi.

1 “Bu sözcük, “zorlamak”, “baskı yapmak”, “zorlamak”, “bürümek”, “sarmak” anlamlarına gelen “رَهَقَ” (rehekâ) kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 10:26, 27; 18:73, 80; 68:43; 70:44; 72:6, 13; 74:17; 80:41.

74. Tekrar yola koyuldular. Derken bir delikanlıylaı karşılaştıklarında onu katlediverdi. Musa, “Bir cana karşılık olmadan, masum bir cana nasıl kıydın? Şüphesiz ki sen çirkin bir iş yaptın!” dedi.

            ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

75. “Sana, benimle beraberliğe sabredip dayanamazsın, demedim mi?” dedi.

76. “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle sahiplik (yoldaşlık, arkadaşlık) etme. Benden yeterince özür dinledin.” dedi.

77. Yeniden yola koyuldular. Bir beldeye vardıklarında, karşılaştıkları halktan yiyecek istediler. Ne var ki onları misafir etmek istemedilerı.  Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Onu hemen düzeltti. (Musa) “Eğer isteseydin bunun için bir ecir (karşılık, ücret) alırdın.” dedi.

ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

78. “İşte bu, birbirimizden ayrılma zamanıdır. Sabredip dayanamadığın şeylerin de içyüzünü sana bildireceğim.” dedi.

79. O gemi, geçimini denizden sağlayan miskinlere1 aitti. Onu kusurlu hâle getirmeyi diledim. Çünkü güzergâhları üzerinde, bütün gemilere zorla el koyan bir kral vardı.2

1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.

2 Böylece, gemiye verdiğim küçük bu küçük zarar, çok daha büyük bir zararı önlemiş oldu.

80. Delikanlıya gelince; onun ana babası mümin kişilerdi. Bundan dolayı onları azgınlığa ve küfre zorlamasından1 korktuk2.

1 Bu sözcük, “zorlamak”, “baskı yapmak”, “zorlamak”, “bürümek”, “sarmak” anlamlarına gelen “رَهَقَ” (rehekâ) kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 10:26, 27; 18:73, 80; 68:43; 70:44; 72:6, 13; 74:17; 80:41.

2 Huşu: Derin saygı, içten sevgi duymak, canı gönülden yönelmek, alçak gönüllü, bilinçli ve duyarlı olmak. Derin saygı ve içten sevgi beslediği; üstün ve yüce görmenin sonucu olarak hayranlık duyduğu birinden ayrı düşme, uzak kalma endişesi/korkusu taşımak gibi anlamlara gelir.

Adolf Hitler, şirin ve görünüşte masum bir çocuktu. Bir çocuk olarak ölseydi, birçok kişi üzülürdü ve birçok kişi de Allah’ın hikmetini sorgulardı. Bu derin derslerden öğreniyoruz ki her şeyin arkasında güzel bir neden vardır.

81. “Rablerinin, ondan daha hayırlı ve daha merhametli birisi ile onu değiştirmesini diledik.

82. Duvara gelince; o şehirde yaşayan iki yetim delikanlıya aitti ve altında onlar için (saklanmış) bir hazine1 vardır. Babaları da salih (ahlaklı, erdemli) bir insandı. Rabbin, Rablerinden bir rahmet olarak babalarının sakladığı hazine1, yetişkinlik çağına geldiklerinde onların çıkarmasını istedi. Ben de bunları kendiliğimden yapmadım. Senin sabretmeye güç yetiremediğin (kararlılık göstermediğin, zorluklarına dayanamadığın) şeylerin iç yüzü işte budur.” dedi.2

1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet, zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez); 11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.

2 Bilge kulun bu sözü, kendisinin bir melek olduğunun delilidir. Ayrıca 79-82’nci ayetlerdeki ifadelere dikkat edilirse bu fiilleri Yüce Allah’ın izni ve emri ile yaptığı da anlaşılmaktadır. 6:61, 16:50, 19:64, 21:27 ve 66:6 ayetinde, bunun meleklere ait bir özellik olduğu ifade edilmektedir. Surenin 65-82’nci ayetlerinde anlatılan olay, ya ibret alınması için anlatılmaktadır veya Yüce Allah’ın görevlendirdiği özel bir meleğin Resul’e, dolayısıyla da bize verdiği eğitimdir. Gerçeği Allah bilir.

83. Sana Zulkarneyn’i soruyorlar. De ki: “Size ondan bir zikri tilavet edeceğim (okuyup uyacağım).”

Zulkarneyn, “İki boynuzlu” veya “İki kuşak yöneten” demektir. Bu surede on altı ayette, üstün bir güç ve bilgiyle donatıldığı ve üç ayrı yönde yola gittiği anlatılan Zulkarneyn’in, nebi (kitap verile elçi) veya resul (elçi) olup olmadığı konusunda Kur’an’da bilgi yoktur.

84. Şüphesiz ki Biz, onu yeryüzünde mekin kıldık, ona tüm şeylerden de bir sebep (imkân, vasıta) verdik.

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

85. O da bir sebebe (bir yola) uydu.

86. Güneşin battığı yere vardığında; onu (güneşi) koyu bir suda (ufukta) batıyor buldu, orada bir toplulukla da karşılaştı. “Ey Zulkarneyn, istersen onlara azap edersin ve istersen onlara güzel davranırsın.” dedik.

87. “Kim zulmederse ona azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülür, O da görülmemiş bir azap ile ona azap eder.” dedi.

88. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyene cezanın1 (karşılığın) en güzeli vardır, ona emrimizden de kolay olanı söyleyeceğiz.

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

89. Sonra bir sebebe (bir yola) uydu. (Aynı mesaj: 18:92)

90. Güneşin doğduğu yere vardığında; kendilerine bir sütreı (örtü, gölgelik) yapmadığımız bir topluluk üzerine onu (güneşi) doğarken buldu.

            ı “س ت ر” (s-t-r), anlamı “örtmek, gizlemek”tir. Mestûr ise “örtülmüş, gizlenmiş, saklanmış” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 yerde geçer: 15:45; 18:90; 41:22.

91. İşte böyle, onun yanındaki bilgiyiı de tamamen biliyorduk2.

ı “خُبْراً” (hubrân) sözcüğü, “bilgi, haber, tecrübe, derin bilgi” anlamlarına gelir.

2 “اَحَطْتُ” (ahatu) fiili “kapsamak, kuşatmak, tamamen bilmek” anlamlarına gelir.

92. Sonra bir sebebe (bir yola) uydu. (Aynı mesaj: 18:89)

93. İki set (dağ) arasına ulaştığında; onların yanında neredeyse hiç söz anlamayan bir topluluğa rastladı.

94. Dediler ki: “Ey Zulkarneyn! Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesat çıkarmaktadır. Sana bir vergi versek de bizimle onlar arasında bir set yapsan olmaz mı?”

Yüce Allah’ın Antlaşma Resulü olarak görevlerimden biri de Dünya’nın sonundan önceki son işaret olan Yecüc ve Mecüc’ün kıyametten 10 yıl önce, M.S. 2270 yılında (Hicri 1700’de) ortaya çıkacağını belirtmektir. Dikkat edin, Yecüc ve Mecüc 18 ve 21’inci surelerde her bir surenin bitiminden tam olarak 17 ayet önce geçmektedir. Bu da 17 ay yüzyılını temsil etmektedir (72:27). (Reşat Halife Ek 25’e bakınız.)

95. Dedi ki: “Rabbimin sağladığı mekinı daha hayırlıdır. Gücünüzle bana destek olun da sizinle onlar arasına bir engel (set, duvar) yapayım.2

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

2 Zulkarneyn, Yüce Allah’ın ona verdiği servet ve otoritenin onların sağlayacağı vergi desteğinden çok daha hayırlı olduğunu ifade etmekte, onların bu anlamdaki katkılarına ihtiyaç olmadığını belirtmektedir. Allah’ın ona ikram ettiği makamın, gücün, elinde bulundurduğu çeşitli vasıtaların, onların tahminlerinden çok daha fazla olduğunu ifade etmektedir. Onlardan sadece bedensel olarak işçilik, sanatkârlık veya araç gereç temin etmek konusunda yardım talep etmektedir.

96. Bana demir kütleleri getirin!” Sonunda iki dağın arasını aynı seviyeye getirince “Körükleyin!” dedi. Onu kor hâline sokunca da “Bana erimiş bakır getirin de üzerine boşaltayım1.” dedi.

            1 “فَرَغَ” (fereğ) sözcüğü “boşalmak”, “boşaltmak” ve “işi bitirmek” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:250; 7:126; 18:96; 28:10; 55:31; 94:7.

97. Artık onu ne aşmaya güçleri yetti ve ne de geçmeye güçleri yetti.

98. “Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vaadi gelince, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır (gerçektir).” dedi.

99. Ve o gün onları terk ederiz. Dalga dalga birbirlerine karışırlar ve Sura üfürülür ve hepsini bir araya toplarız.

100. Ve o gün Cehennemi kafirlere (gerçeği örtenlere) sunacağız.

101. Onlar, bizim zikrimize karşı gözleri perdeli idi, duymaya da tahammül edemiyorlardı.

102. Yoksa kafirler, Benden ayrı olarak kullarımı kendilerine evliya (yoldaş, gözetici, kılavuz) edineceklerini mi sandılar? Biz, Cehennemi kafirlere (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) konak olarak hazırladık.

“Evliya” ile ilgili açıklama 50’nci ayette yer alır.

103. De ki: “Amellerde hüsrana uğrayanları size haber verelim mi?

104. Onlar, işlerini iyi yaptıklarını zannettikleri halde dünyadaki çabaları1 sapmıştır.2

1 “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma” anlamlarına gelir.

2 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

105. İşte onlar, Rablerinin ayetleri ile1 küfrettiler (hakkı örttüler). Onunla buluşmayı da (inkâr ettiler). Bu nedenle onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Kıyamet Günü onlar için bir tartı dahi kurmayız (onlara da amellerine hiçbir değer biçmeyiz).”

1 “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

2 Bu ayet, 28:78 ve 55:39-41 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

106. İnkâr etmeleri, resullerimi hafife almaları ve ayetlerimi alay konusu edinmeleri nedeniyle onların cezası (karşılığı) cehennemdir.

107. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler ise; onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır.

Burada ve 23:11 ayetinde de geçen “Firdevs” cenneti “saadet cennetleri, en yüksek cennetler, has bahçe” gibi anlamlara gelir.

108. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.

109. De ki: “Rabbimin kelimeleri (sözleri, ayetleri) için denizler mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri bitmeden önce denizler tükenir. Onları bir misli kadar arttırıpı getirsek de…

ı “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “uzatırız, yayarız, arttırırız” anlamlarına gelir.

2 Benzer mesaj 31:27’te de vardır.

110. De ki: “Ben de sizin misliniz (benzeriniz) bir beşerim (insanım). Bana, ilahınızın bir tek ilah (En Yüce olan) olduğu bildirildi.” Artık kim Rabbiyle buluşmayı umuyorsa salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlesin ve Rabbine kullukta (hizmette) kimseyi ortak koşmasın!

Kulluk ya Allah’a özgü olur ya da Allah’ın dışında başka şeylere olur. Kulluğun Allah’a özgü olması özgürlüktür, Allah’tan başkasına ki bu bir güce, dünya malına, insanın kendi hevasına, iktidara, düşünceye, kişiye vs. olması ise köleliktir. İnsanın yaşamında kulluğun kapsamadığı hiçbir alan yoktur. Bir Müslim için kulluk, insanın ruhen ve bedenen bütün varlığı ile Allah’a bilinçli bir bağlılık ve yönelmesidir. İbadet, kulluğun fiili halidir.