17. İSRÂ SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde indirilmiş ve nüzul sırasına göre 50. sıradadır. Adını, ilk ayetinde geçen ve “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ” kelimesinden almıştır. Bir diğer adı ise “İsrail”dir. Sure 111 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Bir gece, kulunu Mescid-i Haram’dan1 (Kabe’den), çevresini bereketli2 kıldığımız Aksa Mescidine3 yürüten Allah Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Böylece kendisine apaçık ayetlerimizden (kanıtlardan) gösterdik. Şüphesiz ki O, Semiul-Basir’dir (Her şeyi görüp, işitendir).

1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir. Kur'an'da genellikle Allah tarafından yasaklanmış fiiller, davranışlar veya nesneler için kullanılır. Kur’an’da haram kılınmış olan hususlar şunlardır:

a- Ölü (leş), akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına yapılan (sunular; ikramlar, ziyafetler) (16:115, 116) haram kılınmıştır.

b- Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye (zina eden kadın) ile evlenmek (24:3) haram kılınmıştır.

c- Mescidi Haram’a müşriklerin girmesi (9:28), o bölgede  savaşmak (2:191), orayı ziyaret edenleri engellemek (22:25; 48:25), o bölgede olanlara zarar vermek veya zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen hediyeleri (hayvan veya yiyecek sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak (5:95) haram kılınmıştır.

d- Haram Aylarda ise savaşmak (9:5, 36, 37: 2:191) haram kılınmıştır.

e- Masum bir canı haksız yere katletmek (3:21, 22; 6:151; 17:33; 25:68) haram kılınmıştır.

2 “Bereket”, Sami dillerinde “faydalı, kutsal, bolluk kaynağı” gibi anlamlara gelir.

3 “Aksa Mescidi,” milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki “secdenin olduğu en uzak yer” anlamındadır. Bu ayet, Peygamberimizin Kur'an'ın indirilişi için en yüksek makama götürüldüğünü ifade eder. (Bkz: 2:185, 44:3, 53:1-18 ve 97:1).

Nebimiz Muhammed’in, söz konusu gece ilk önce Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya gittiği, sonra gökyüzünde Allah’ın karşısına çıktığı biçiminde, “Miraç yolculuğu” ismiyle çok sayıda öyküler anlatılmaktadır. Oysa Süleyman Nebi tarafından Yeruşalim’de (Kudüs’te) yapılmış olan mabet, Nebimiz Muhammed döneminde “Beytü’l-Makdis” olarak anılıyordu ve yalnızca kalıntıları kalmıştı.

Ancak Nebimiz Muhammed’in vefatından yaklaşık 70 yıl sonra Emevi halifesi 1. Velid b. Abdülmelik, “Beytü’l-Makdis’in kalıntıları üzerine, 709-714 yıllarında bir mescit yaptırmış ve adını “Mescid-i Aksa” koymuştur. Söz konusu mescidin, Nebimizin miraçta götürülmüş olduğu gerçek Aksa Mescidi ile bir ilgisi yoktur. Jerusalem’e 11. yüzyıldan itibaren “Kudüs” denilmeye başlanıyor. 

Muhammed Hamidullah da “Aziz Kur’an” isimli çevirisinde; İsra Suresi’nin 1’inci ayette geçen “en uzak mescit” anlamındaki “Mescidi Aksâ”nın Kudüs’teki yapı olamayacağını, çünkü Kur’an’da Filistin’den “en yakın yer” (Rum, 30/3) şeklinde bahsedildiğini, bu nedenle bunun semavî bir mescit olması gerektiğini savunmuştur.

2. Musa’ya Kitabı (Tora’yı) verdik ve onu İsrailoğullarına bir hidayet (kılavuz) kıldık. “Benim dışımda bir vekil (yönetici, güven kaynağı, dayanak) edinmeyin.”

3. (Musa), Nuh ile (gemide) taşıdığımız kimselerin neslindendi. Şüphesiz ki o, şükreden (minnettar olan) bir kuldu.

4. İsrailoğulları için Kitap’ta şunu kararlaştırdık1: “Yeryüzünde kesinlikle iki defa fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yüceltmeyle kendinizi yücelteceksiniz2.”

            1 “قَضَى” (kadâ) fiili, “bir şey hakkında kesin hüküm vermek, kararlaştırmak, yerine getirmek” anlamlarına gelir.

2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

5. Birincisinin vakti geldiğinde, üzerinize kuvvetli kullarımızdan gönderdik. Böylece evlerine kadar araştırdılar. Bu da yerine getirilmiş bir vaatti.1

1 Burada, Asurluların ve Babillerin İsrailoğullarını helak etmesi kastediliyor olabilir. Bunun anlaşılabilmesi için İsrailoğullarının tarihini özetle zikretmekte fayda vardır.

İsrailoğullarının yeryüzünde bozgunculuk yapması, Tevrat, Yasanın Tekrarı 28:47-49 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Madem bolluk zamanında Allah’ınız RAB’be sevinçle, hoşnutlukla kulluk etmediniz, RAB’bin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. RAB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.”

6. Sonra onlara karşı bir kez daha size (zaferi) döndürdük1. Ve sizi, mallarla ve çocuklarla destekledik2, çoğunuzu da neferler (savaşçılar) kıldık.

1 “الْكَرَّةُ” (al-karrat) sözcüğü “tekrar” anlamına geldiği gibi “bir şeyin geri verilmesi, yeniden sağlanması” anlamına da gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 2:167; 17:6; 26:102; 39:58; 67:4; 79:12.

2 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “destekledik, çoğalttık” anlamlarına gelir.

7. Eğer ahsen (en güzel, en iyi) şeyler yaparsanız, o zaman nefsiniz (kendiniz) için yapmış olursunuz. Kötülük de yaparsanız yine onun için... Sonuncunun (ikinci vaadin) vakti geldiği zaman da oraya ilk girdikleri gibi mescide (Beytül Makdise) girsinler ve yücelttikleri  her şeyi bir yıkışla yıksınlar1.

            1 “تَتْبِيرًا” (tetbirâ) sözcüğü, bir şeyin tamamen yok edilmesi, harabe edilmesi, kökünden kazınması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 7:139; 17:7 (2 kez); 25:39 (2 kez); 71:28.

8. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Siz dönerseniz, Biz de döneriz. Cehennemi kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) için kuşatma yeri kıldık.

9. Şüphesiz ki bu Kur’an, hidayete (en doğru yola) iletir, salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen müminlere de muhakkak ki büyük bir ecri1 müjdeler.

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

10. Ahiret ile iman etmeyenlere ise şüphesiz ki elem verici bir azap hazırladık.

11. İnsan, hayra dua ettiği gibi şerre de dua eder. İnsan acelecidir.

12. Geceyi ve gündüzü iki ayet (delil, işaret) kıldık. Gecenin ayetini (ayı) de böylece sildik. Rabbinizin fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) arayasınız diye de gündüzün ayetini (güneşi) de aydınlatıcı kıldık. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye de her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık.

13. Her insanın boynuna1 da kuşunu (yaptıklarını kaydedip) bağladık. Kıyamet Günü de her şeyi teşhir eden2 bir kitap onu karşılayacak.3

                1 “(أَعْنَاق)” (‘ânâk) sözcüğü, “boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33; 40:71.

2 Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

 3 Sizin hayatınız, doğumdan ölüme kadar, bir video gibi hâlihazırda kaydedilmektedir. Bu kayıt, yeniden diriltildiğimizde bize gösterilecektir. (57:22)

14. “Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak kendi nefsin yeter!”

15. Kim hidayete ererse (Kur’an’ı kılavuz edinirse), şüphesiz ki kendi yararına hidayete ermiş olur. Kim de sapmışsa1, o zaman elbette ki kendi aleyhine sapmış olur.2 Hiçbir yüklü (günahkâr), başkasının yükünü3 yüklenmez. Biz, bir resul göndermedikçe de (kimseye) azap edecek değiliz.

1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

            2 Bu cümle, aynı sözcüklerle 10:108’de de tekrarlanmaktadır.

3 Vizr: Günah, yük, borç (Açıklama için bakınız:6:31)

16. Bir memleketi helâk etmek istersek, onun şımarıklarına emrederiz. Böylece onlar da orada haddi aşarlar, o zaman da onun üzerine söz (azap) hak (doğru, gerçek) olur. O zaman da orayı tam bir helak edişle helak ederiz1.

1 “تَدْم۪يراً” (tedmîrân), "tam bir yok etme”, “tamamen helak" demektir. Aynı kökten gelen “دمر” (demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip etmek" demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.

17. Nuh’tan sonra da nesillerden nicesini helâk ettik. Basir (Gören) olan Rabbinin, kullarının günahlarından1 haberdar olması yeter!

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

18. Kim acele olanı dilerse; istediğimiz kimseye, istediğimiz kadarını çabuklaştırırız. Sonra ona Cehennemi mekân yaparız; kınanmış ve dışlanmış1 olarak ona yaslanır2.

1 “مَّدْحُورًۭا” (medhuvr) sözcüğü, “reddedilmiş, kovulmuş, dışlanmış ve küçümsenmiş” anlamlarına gelir. Bu ifade 4 yerde geçer: 7:18; 17:18, 39; 37:9.

            2يَصْلٰيهَٓا” (yeslāhā) ifadesi “ulaşır, atılır, girer” anlamlarına gelir.

19. Kim de ahireti isterse ve onun için çalışıp1 çabalarsa1 ve mümin (Allah ile iman etmiş ve güvenmiş) ise; işte bunların gayreti1 teşekküre değer.

1 “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma” anlamlarına gelir. Sözcük sadece bu ayette (3 kez) geçer.

20. Hepsine, onlara da öbürlerine de Rabbinin verdiklerinden yayarız1. Rabbinin verdikleri kısıtlanmış değildir.

            1 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “uzatırız, yayarız, arttırırız” anlamlarına gelir.

21. Bak, nasıl da kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Ahiretin dereceleri ve fazileti ise daha büyüktür.

22. Allah’ın dışında başka bir ilah (Yüce olan) edinme. O zaman kınanmış ve terkedilmiş olarak kalırsın.

23. Rabbin, kendisinin dışında bir şey kulluk (hizmet) etmemenizi ve ebeveyne ihsanda bulunmanızı (en güzeliyle davranmanızı, gerekenden daha güzelini yapmanızı) emretti. İkisinden biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, o zaman onlara “Öf!”1 bile deme. Onları azarlama ve kendilerine kerim (onurlu, saygın)2 sözler söyle!

1 “أُف” (uff) kelimesinin aslı, kir, tırnağın kıvrılıp düşen uçları ve bu manadaki değersiz veya pis şeyler anlamına gelir. “أُفٍّ” “uffin” sözcüğü de bir şeyin pisliğinden/çirkinliğinden duyulan rahatsızlığı ifade etmek için kullanılan bir ünlemdir. “أُفٍّ” “uffin” ifadesi ise, Kur’an’da 3 yerde geçer. 21:67’de Nebi İbrahim, halkına hitaben kullanıyor. Bu ayet ile 46:17’de ise ana babaya hitaben kullanılmaktadır. Söz konusu ayetlerde “ayıp size, yuh size, öf sizden, öf be, of size, yazık size” gibi anlamlarda kullanıldığı kanaatine varılmaktadır.

                2 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

24. Ve onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir1 ve de ki: “Rabbim! Onlar beni küçükken besleyip büyüttükleri2 gibi, Sen de onlara merhamet et!”

1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

2 ‘Murabbî’ kelimesi de “beslemek/ besleyip büyütmek” anlamına gelmektedir. Bazı çevirilerde buna ‘eğitmek (terbiye etmek)’ anlamı verilmektedir, Oysa Arapça’da eğitim sözcüğünün karşılığı edeb; eğitmek sözcüğünün karşılığı da te’dib etmektir. Bu ifadenin bir benzeri de 26:18’te “Sen, daha bir bebekken aramızda besleyip büyütmedik mi” şeklinde yer alır.

25. Rabbiniz, içinizden geçenleri en iyi Bilendir. Eğer salih (ahlaklı ve erdemli) olursanız; Şüphesiz ki O, geri dönenler1 için Gafur’dur (günahlarını Örten ve Bağışlayandır).

            1 Bu sözcük, “أ-و-ب” (evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29, 36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40, 44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.

26. Akrabaya, miskine1 ve yol oğluna hakkını (hakkı olan zekâtı) ver2 ve saçıp savurma.3

1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi.

2 Burada sayılan kişiler, zekâtın verileceği kişilerdendir. Zekât ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer alır.

3 Saçıp savurmak, kişiyi savurduğu şeylere bir süre sonra muhtaç duruma düşürebilir. Bu nedenle amaçsız bir şekilde servetin harcanmamasına dikkat çekiliyor. Benzer mesajlar: 17:29; 25:67.

27. Şüphesiz ki saçıp savuranlar, şeytanların (aldatanların, saptıranların) kardeşleridir. Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür.

28. Rabbinden umduğun bir rahmeti beklediğin için onlardan yüz çevirirsen (imkânın olmadığı için onlara yardım edemezsen), o zaman onlara yumuşak (gönül alıcı) bir söz söyle.1

1 Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Maruf (vahye uygun, meşru olan) söz söylemek ve bağışlayıcı olmak, ardından eziyet edilen sadakadan daha hayırlıdır.” (2:263)

29. Ve elini boynuna bağlı1 kılma (cimri olma); tamam bir açışla da açma2 (savurgan olma). O zaman kınanmış, mahsur (kısıtlanmış, hasret içinde kalmış bir halde) kalırsın.

1 “غُلٌّ” (ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”, “pranga” veya “bağlama aracı” anlamına gelir. “مَغْلُولَ” (mağlul) ifadesi de “bağlı”, “bağlanmış” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64 (2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71; 69:30; 76:4.

2 “الْبَسْطِ” (el-bâst) sözcüğü Arapçada “yaymak”, “genişletmek”, “uzatmak”, “açmak” anlamlarına gelir. Bu kelime, bir şeyin yayılması, genişletilmesi, ya da bir şeyin daha geniş bir alanda, rahatlıkla sağlanması anlamında kullanılır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 2:245, 247; 5:11, 28 (2 kez), 64; 6:93; 7:69; 13:14, 26; 17:29 (2 kez), 30; 18:18.

30. Şüphesiz ki Rabbin, rızkı istediğine açar veya kısar. Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla Habir’dir (haberdardır), Basir’dir (Görendir).1

            1 “Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla Habir’dir, Basir’dir.” cümlesi 96’ncı ayette de tekrarlanmaktadır.

31. Yoksulluk endişesiyle de evlatlarınızı katletmeyin! Onları da sizi de Biz rızıklandırıyoruz. Onları katletmek şüphesiz ki büyük bir suçtur1.

1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9, 37; 71:25; 96:16)

32. Zinaya1 da yaklaşmayın. Çünkü o, bir fuhuştur2 ve kötü bir yoldur.

1 Zina; meşru olmayan, yani dine ve ilkelerine uygun olmayarak yapılan cinsel ilişki demektir.

2 Fuhuş ise, her türlü gayrimeşru ve sapık ilişkilerdir. Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır. Benzer mesajlar: 4:31; 53:32.

33. Allah’ın haram (yasak) kıldığı canı da haksız yere katletmeyin.1 Kim haksız yere katlederse, muhakkak ki onun velisine (dostuna, rehberine, koruyup gözetenine) bir sultan (yetki) verdik. Fakat katletmede israf etmesin2 (velisi haddi aşmasın, ille de kısas istemesin)! Çünkü kendisine (öldürülene katımızda) yardım edilmiştir.

1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır.  “Allah’ın haram kıldığı nefis (can)” ifadesiyle de Allah tarafından öldürülmesi yasaklanmış olan masum insanlar için kullanılmaktadır. Benzer ayetler: 2:84; 3:21, 22; 5:32; 6:151; 17:33; 25:68.

2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.

34. Yetimin malına da, rüşt (olgunluk) çağına erişinceye kadar, ahsen (en güzel, en iyi) olan dışında yaklaşmayın1 ve ahde vefa gösterin!2 Çünkü verilen ahit sorumluluktur.

1 Bu ayet 4:2, 6, 10, 220 ve 6:152’nci ayetlerle birlikte okunmalıdır.

2 Benzer mesajlar: 2:177; 5:1; 6:152; 13:20; 16:91; 23:8; 70:32.

35. Ölçtüğünüz zaman da ölçüyü tam tutun ve doğru teraziyle tartın. Hayırlı olan işte budur, sonuç itibariyle de ahsendir.

36. Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin de ardına düşme.1 Çünkü işitme de görme de fuad2 da bunların hepsi ondan sorumludur.

1 Yüce Allah, 49:6 ayetinde de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Bir fasık size bir haber getirirse (onun doğruluğunu) araştırın! (Yoksa) bir topluluğa cahilce (bilmeden) kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” Bu ayet ile birlikte ele aldığımızda; sorumluluk içerisinde hareket edilmesi gerektiği ve araştırmadan “görmediğine gördüm, duymadığına duydum, bilmediğine bildim” denilmemesi gerektiğine dikkat çekildiği anlaşılmaktadır.

2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

37. Yeryüzünde de büyüklük taslayarak yürüme! Çünkü sen, yeri de  yaramazsın, boyca dağlara da erişemezsin!

38. Bunların hepsi Rabbin tarafından hoş görülmeyen kötü şeylerdir.

39. Bunlar, Rabbinin sana hikmetten1 vahyettiği şeylerdendir. Allah’ın dışında da başka bir ilah (Yüce olan) edinme. O zaman kınanmış ve dışlanmış2 olarak Cehenneme atılırsın.

2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

2 “مَّدْحُورًۭا” (medhuvr) sözcüğü, “reddedilmiş, kovulmuş, dışlanmış ve küçümsenmiş” anlamlarına gelir.

40. Rabbiniz, oğulları size seçti de kendisine meleklerden dişiler mi edindi?1 Sizler, gerçekten de âzîm2 (büyük) söz ediyorsunuz!3

1 Benzer mesajlar: 16:57; 37:152-153; 43:15-16.

            2 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

3 Bu iddia ile ilgili diğer ayetler: Ne onların ve ne de atalarının bu konuda bir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük bir söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka şey söylemiyorlar.” (18:5) “Siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Râhmân’a çocuk yakıştırdılar diye, neredeyse gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacak.” (19:89-92)

41. Ve andolsun ki düşünüp anlasınlar diye bu Kur’an’da her türlü açıklamayı yaptık.1 Oysa bu, onların nefretlerinden başkasını artırmıyor.

1 Benzer masajlar: 17:89; 18:54; 25:33; 29:43; 30:58; 39:27; 59:21.

42. De ki: “Dedikleri gibi O’nun dışında ilahlar olsaydı, onlar da Arş’ın Sahibine (Allah’a varmak için) bir yol ararlardı.

1 Bu ayet 57’nci ayet ile birlikte okunmalıdır.

43. Sûbhân (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) ve Teâla (yüce) olan O (Allah), onların söylediklerinden çok yüksek ve büyüktür.

1 “عَمَّ” (âmme) sözcüğü, “hangi şeyden”, “ne hakkında” anlamlarına gelir.

2 “عُلُواًّ” (uluvven) kelimesi “Yükseklik, yücelik.” demektir.

44. Yedi sema (gök) ve yeryüzü ve bunların içindeki ne varsa O’nun (Allah’ın) hamdi ile tesbih eder1. Ancak onların tesbihlerini anlamazsınız.1 Şüphesiz ki O, Halim’dir, Gafur’dur (Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  edendir. Günahları örten ve bağışlayandır).

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

45. Ve Kur’an’ı kıraat ettiğinde (okuduğunda, bildirdiğinde), ahiret ile iman etmeyen kimseler ile senin arana gizli1 bir hicab2 çekeriz.

            1 “س ت ر” (s-t-r), anlamı “örtmek, gizlemek”tir. Mestûr ise “örtülmüş, gizlenmiş, saklanmış” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 yerde geçer: 15:45; 18:90; 41:22.

2 “حِجَاب” “Hicab” “örtmek, gizlemek” anlamına gelir ve Kur’an’da 8 yerde geçer: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15.

46. Kalplerinin üzerine de onu (ayetleri) anlamalarını engelleyen perdeler1, kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbinin vahdaniyetini2 Kur’an’da andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp kaçarlar.3

            1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

2 Arapça “vahdehu” (bir ve tek, yalnızca) kelimesi ile 7:70, 39:45, 40:12, 84 ve 60:4 ayetlerinde Allah’a atıfta bulunur. Bunların sure ve ayet numaralarını topladığınız (7+70+39+45+40+42+84+60+4) zaman 361 (19x19) sayısını elde edersiniz. Fakat eğer Kuran’a atıfta bulunan 17:46’yı dâhil ederseniz, ortaya çıkan sonuç 19’un katı değildir. “Yalnızca” ifadesi, bu nedenle 17:46’da Kuran’a atıfta bulunur (Reşat Halife Ek 18).

3 Kur’an’ı yeterli görmeyen zihniyetin sahipleri, kendilerini tanımlayan bu ayetten hoşlanmadıkları için bu ayeti çevirirken “vahdehu” kelimesinin yerini değiştirerek “Kur’an” kelimesinden sonraya gelecek şeklide çevirirler.  Kur’an’ı betimleyen bu kelimenin yerini değiştiren, Kur’an’ın yanı sıra insanlar tarafından uydurulmuş şeyleri de kaynak edinen gelenekçi Müslimler de Yahudilerin geçmişte yaptıklarının bir benzerini tekrarlamışlardır (4:46; 5:41).

47. Bizler, seni, ne amaçla dinlediklerini biliyoruz; zalimlerin, kendi aralarında fısıldaşırlarken “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz.” dediklerini de.

48.  Bak, senin hakkında nasıl misaller (benzetmeler) verdiler, bu nedenle delalete düştüler. Artık bir yol bulamazlar.

49. Ve dediler ki: “Kemiklere ve ufak parçalara dönüştükten sonra biz mi yeniden diriltileceğiz?”

50. De ki: “Taş olun ya da demir;

51. Veya göğsünüzde büyüyen (abarttığınız varlıklardan) herhangi bir yaratık!” Ardından diyecekler ki: “Bizi kim döndürecek?” De ki: “Sizi önceden yoktan var eden!” Ardından (alaylı bir şekilde) başlarını sallayacaklar ve “Ne zaman?” diyecekler. De ki: “Belki de çok yakında!”

52. Sizi çağırdığı gün, o zaman O’nun hamdi ile icabet edersiniz1 (karşılık verirsiniz) ve (dünyada) kısa bir süre kaldığınızı zannedersiniz.

            1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

53.  Kullarıma da de ki, ahsen olanı (en güzel, en iyi sözü) söylesinler.1 Çünkü şeytan (aldatan, saptıran) onların arasını açmak ister. Şüphesiz ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

1 Bu ayet 4:63, 29:46 ve 39:23 ile birlikte okunmalıdır.

54. Rabbiniz, sizi bilendir. Eğer isterse size merhamet eder, eğer isterse de size azap eder. Seni de onlara vekil (güven kaynağı, koruyucu) olarak göndermedik.

55. Rabbin, göklerde ve yerde olanları da bilendir. Andolsun ki  nebilerin kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.

1 Zebûr, (çoğulu zübur) “yazılı metin, kitap” demektir. Zebur, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik inançlarına göre kutsal bir kitaptır. Yahudilik ve Hıristiyanlıkta Tevrat’a benzeyen bir önem ve değere sahiptir. İçeriği, İbranice yazılmış şiirsel bir yapıya sahip olup, 150 adet mezmurdan (sureden) oluşmaktadır.

Zebur Kitabı’nda yer alan mezmurlar, dini inançların yanı sıra insanların duygusal durumları, şükranları, haykırışları ve yakarışları gibi birçok konuyu ele almaktadır. Mezmurlar, genellikle Allah’a duyulan saygı ve hayranlığı ifade etmek, onun gücünü ve yüceliğini yüceltmek için yazılmıştır. Kitapta ayrıca, insanların kendi kişisel sorunlarıyla başa çıkmasına yardımcı olacak öğütler, dualar ve övgüler yer alır. Zebur, insanların hayatlarında yaşadıkları deneyimlerle ilgili konuları ele alan, günlük yaşamdaki zorluklarla mücadele etmelerine yardımcı olan ve manevi açıdan ilham veren bir kaynak olarak kabul edilir.

Zebûr, Kur’an’da Dâvûd Nebi’ye nispetle 3 ayette (4:163; 17:55; 21:105), çoğul şekli olan zübur ise 6 ayette (3:184; 16:44; 26:196; 35:25; 54:43, 52) geçer.

56. De ki: “O’nun dışında (ilah) sandıklarınıza dua edin.” O zaman sizden bir zararı gidermeye malik olmazlar (güçleri yetmez), onu döndürmeye1 de.

1 “تَحْو۪يلاً۟” (tehvilen) sözcüğü, “dönüşüm, yönlendirme, döndürme” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 17:56, 77; 35:43.

57. İşte dua ettikleri o kimseler de Rablerine (yakın olmak için) bir vesile ararlar. Ve O’nun rahmetini umarlar, azabından da korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkulandır.1

1 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan, tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

58. Beldelerden yoktur ki, Kıyamet Gününden önce onu yok etmeyelim veya onu şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım. Bu, Kitap’ta kayıtlıdır1.

1 “مَسْطُوراً” (mesṭûrân) sözcüğü, “yazılı, kaydedilmiş, kayıtlı” anlamına gelir. Türkçede kullanılan satır (yazı) sözcüğü de bundan türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:58; 33:6; 52:2; 54:53; 68:1.

59. Ayetler ile1 (kanıtlarla) (elçi) göndermekten Bizi alıkoyan yoktur; Ancak onu, önceki nesiller yalanladı. Semûd’a da açık bir biçimde dişi deve verdik, bunun üzerine onunla zulmettiler. Ve ayetler ile1 korkutmak dışında (elçi) göndermeyiz.

1 “بِالْاٰيَاتِ” (bil-âyâti) ifadesi “ayetler ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetleri” veya “ayetlere” şeklinde çevrilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Ayetlerle” anlamına gelen “بِالْاٰيَاتِ” (bil-âyâti) ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 17:59 (2 kez), 98.

60. Sana da demiştik ki: “Şüphesiz ki Rabbin insanları kuşatmıştır. Sana gösterdiğimiz o rüyayı1 da Kur’an’daki lanetlenmiş ağacı2 da insanlar için fitne (imtihan, test) dışında bir şey yapmadık. Ve onları korkutuyoruz. O zaman da onların büyük azgınlığından başkasını artırmıyor.

1 17:1 ve 53:1-18’de belirtildiği gibi, Muhammed’in, Kur’an’ı almak için en yüksek cennete olan yolculuğu bir testtir çünkü insanlar güven ve itimat üzere Muhammed ile iman etmek zorundaydılar.

2 Burada sözü edilen “lanetlenmiş ağaç” ile kastedilen 37:62, 44:43-44 ve 56:52’de belirtildiği gibi nasıl olduğunu tam olarak bilemediğimiz zakkum ağacıdır. Cehennem ateşi içinde biten Zakkum ağacına değiniliyor (37:62-66) “Cehennem ateşi” ifadesini mecazi olarak anlamak istemeyenler, “ateşin içinde ağaç mı yetişir?” diyerek inkârlarında fanatikleştiler. Allah, ikiyüzlülere ve inkâr etmek isteyenlere özellikle bahane verir (2:26; 3:7; 17:82; 74:31).

61. Biz, meleklere de “Adem’e secde1 edin.” dedik. Böylece iblis (saptıran) hariç, hepsi secde ettiler. (İblis) dedi ki: “Çamurdan yarattığın kimseye secde mi edeceğim!”

1  Secde; itaat etmek, emrine amade olmak, değerini takdir etmek, üstünlüğünü kabul etmek ve saygı göstermek. İçtenlikle boyun eğmek. Allah’ın evrene koyduğu işleyiş yasalarına tabi olmak.

 Bu ayet, ateşten yaratılan İblisin yaratılış kaynağı itibariyle kendisini insanın yaratıldığı topraktan üstün görmesinin kibre ve haddini bilmezliğe sürüklediğinin ifadesidir.

62. Dedi ki: “Şu benden kerim (saygın, onurlu)1 kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen (bana izin verirsen), çok azı hariç onun soyunu buyruğum altına alacağım.”

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

63. Dedi ki: “Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki cehenneme… Cezanız (karşılığınız) bolca ve eksiksiz1 bir cezadır.

1 “مَّوْفُورًۭا” (mevfuren) sözcüğü, “bolca verilmiş, dolu, eksiksiz, tamamlanmış, dolu ve eksiksiz” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

64. Haydi onlardan gücünün yettiğini sesinle (vesvesenle)1 ayart.  Piyadelerini ve süvarilerini de (bütün gücünü de) onlara karşı seferber et. Onların mallarında ve evlatlarında da ortakları ol2 ve onlara vaatlerde bulun. Şeytan (aldatan, saptıran), onlara aldanmaktan3 başka bir şey vadetmez. (Benzer mesaj: 4:120)

            1 “صَوْتِ” (savt) sözcüğü, “ses, vesvese, ses çıkarmak, bağırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 17:64; 20:108; 31:19 (3 kez); 49:2 (2 kez); 49:3.

2 Mal ve evlatlarını onlara karşı kullan, kötülük yaptır, günah işlet.

3 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

65. Şüphesiz ki kullarımın üzerinde senin bir sultanın (gücün, yetkin, otoriten) yoktur. Vekil1 olarak da Rabbin yeter.

1 Vekil: Her şeyi kontrol altında tutan, her şeyin koruyucusu, yöneticisi, dayanağı ve kefili olan; varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızkını veren; “canlı cansız tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan.” Benzer mesajlar: 7:12-18; 15:42; 16:99; 17:61-65; 34:21; 38:75-82.

66. Rabbiniz odur ki, kendi fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) arayasınız diye sizin için gemileri denizde sürükleyendir1. Şüphesiz ki O, size karşı Rahim’dir (Merhamet eden).

            1 “يُزْجِى” (yüczi) sözcüğü, “Sürüklemek, yönlendirmek, itmek, zorla bir yere doğru gitmesini sağlamak” anlamına gelen “زَجَّ” (zeccâ) sözcüğünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 12:88; 17:66; 24:43.

67. Ve denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman yalvardıklarınız sapar.1 Sadece O (Allah) kalır. Öyle iken sizi kurtarıp karaya çıkardığında (Allah’tan) yüz çevirirsiniz. Ve insan, kafur (örten, nankör) olandır.

1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

68. Sizi karanın bir tarafına batırmayacağından ya da üzerinize taş savuran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendiniz için hiçbir vekil bulamazsınız.

            1 Vekil sözcüğü ile ilgili açıklama 65’inci ayette yer alır.

69. Ya da sizi tekrar oraya döndürerek bir kez daha üzerinize fırtına göndermeyeceğinden, küfretmenizden (örtmenizden, inkarınızdan) dolayı da sizi suya gömmeyeceğinden1 emin misiniz? Sonra kendinize Bize karşı tabi olacağınız (korumasına gireceğiniz) birini bulamazsınız.

1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

70. Ve andolsun ki Ademoğlunu kerem sahibi (saygın, onurlu) kıldık. Ve onları karada1 ve denizde taşıdık. Ve onları tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel ve hoş şeyler) ile rızıklandırdık. Yarattıklarımızın çoğunun üzerine de faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık.2

1 “الْبَرِّ” (el-berr) sözcüğü, “kara” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 12 kez geçer: 5:96; 6:59, 63, 97; 10:22; 17:67, 68, 70; 27:63; 29:65; 30:41; 31:32.

2 İnsanın, eşref-i mahlukat (yaratılanların en şereflisi) veya yaratılanların en üstünü olduğu şeklindeki ifadeler bu ayete aykırıdır. Bu söylemlerin tersine, Allah’ın yarattığı varlıklar arasında, insandan daha faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) varlıkların da olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır. Bu ayet 2:136, 253, 286; 3:84 ve 4:152 ayetleriyle okunmalıdır.

71. Bütün insanları imamlarıyla (önderleriyle) çağırdığımız gün, kimin kitabı (amel defteri) sağıyla verilirse;1 işte onlar, kendi kitaplarını kıraat ederler (okurlar). Ve onlara bir kıl kadar2 da haksızlık edilmez.

1 Bu konuyla ilgili ayetlerde geçen “sağın halkı” ifadesi, 17:71, 69:19 ve 84:7’de belirtildiği gibi mahşerde amel defteri kendisine sağdan verilecek iyi kişiler, yaptıkları kulluk yeminlerine sadık kalanlar; “solun halkı” ise 69:25 ve 84:10’da verilen bilgiler gereği bu defter kendisine sol ve arka taraftan verilecek kötü kişiler demektir.

2 “فَتِيلًا” (fetiylên) sözcüğü, bir şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade etmek için kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça” şeklinde çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.

72. Burada (dünyada) kör olan kimse ise, bundan dolayı ahirette de kördür. Yolu da daha sapkındır.

73. Ve eğer Bize iftira atman için sana yaklaşarak1 vahyettiğimiz şeyden (Kur’an’dan) seni fitneye düşürebilselerdi, o takdirde seni halil (dost) edinirlerdi.

            1 “كَادُو” (kaduv) sözcüğü, Arapça bir fiildir ve “yaklaşmak” veya “neredeyse” anlamına gelir. Bu fiil, bir şeyin gerçekleşmeye çok yakın olduğunu, fakat tam olarak gerçekleşmediğini ifade eder. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:71; 17:73, 76; 25:42; 72:19.

74. Ve eğer seni dirençli (kararlı) kılmasaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin1.

            1 Bu ifade, “dayanmak, sağlam durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن” (r-k-n) kökünden türemiştir.  Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.

75. İşte o zaman, hayatın sıkıntılarını1 da ölümün sıkıntılarını da sana tattırırdık. Sonra, Bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.

            1 “ضعف” (di’afe) sözcüğü temel anlamıyla “iki kat, çift” veya “zayıflık” demektir. Ancak bağlamına göre ‘zorluk, sıkıntı’ anlamlarını da ifade edebilir.

76. Ve o yerden (yurdundan) çıkarmak için seni neredeyse tedirgin1 ediyorlardı. Böyle olursa ardından az bir süre dışında kalamazlar.2

1 “hareket ettirmek, sarsmak, rahatsız etmek, kışkırtmak, yerinden oynatmak” anlamlarına gelen “ف-ز-ز” (f-z-z) kökünden türemiş “يَسْتَفِزُّ” (yestefizzu) sözcüğü “Kışkırtıyorlar, yerinden çıkarmaya çalışıyorlar” gibi anlamlara gelir.

2 Nitekim Nebimiz Muhammed, Medine’ye göç ettikten yaklaşık 10 yıl sonra Mekke kan dökülmeden fethedildi ve İslam’ı reddedenler orayı terk etmek zorunda kaldı.

77. Senden önce resul olarak gönderdiğimiz kimseler hakkındaki sünnetimiz (ilahi yasamız) budur. Sünnetimizle1 de asla bir dönüşüme2 ulaşamazsın3.

1 “سُنَّة” (sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah” (Allah’ın Sünneti) terimi de  Allah’ın koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38, 62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).

2 “تَحْو۪يلاً۟” (tehvilen) sözcüğü, “dönüşüm, yönlendirme, döndürme” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 17:56, 77; 35:43.

3 “لَنْ تَجِدَ” (lâ tecide) ifadesi, “bulamazsın, ulaşamazsın, göremezsin” anlamlarına gelir.

78. Zevalden ğasaka1 kadar2 salatı doğru ve istikrarlı biçimde yap3. Fecrin kur’anını4 da (yerine getir). Çünkü fecrin kur’anı tanık olandır/tanıklık edilendir.

            1 “غَسَقَ” (ğasak) sözcüğü “kararmak”, “gece olmak” veya “kararmış gece” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:78; 113:3.

2 Zevalden (güneşin batı tarafına yönelmesinden) geceye kadar ifadesiyle öğle, ikindi, akşam ve yatsı salatının  kastedildiği belirtilmektedir. Fecrin, yani sabah şafağının iyice yoğunlaştığı zaman fecir vaktinde fecir salatının yapılacağı söylenmektedir. Yönelme dualarının vakitleriyle ilgili benzer mesajlar: 2:238; 11:114; 20:130; 30:17-18; 50:39.

3 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

            4 Bu ayette geçen “fecrin kur’anı” ifadesi: “Şafak duası yani fecir salatı”, şafak çağrısı/daveti”, “şafak bildirisi”, “şafak vaktinde toplanma”, şafak vaktinde Kur’an/vahiy okuma” ve “fecir ışıklarının toplanması” anlamlarına gelir.

79. O halde gecenin bir kısmında da kendin için fazladan1 gece uykusundan uyan2. Belki Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a (övgüye değer makama) ulaştırır.3

1 “نَافِلَة” (nafile) sözcüğü, “fazladan, ek olarak” veya “isteğe bağlı” bağlı gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Ancak bu ayette elçiye bir emir verilmiş olduğundan dolayı, “isteğe bağlı” anlamının daha zayıf bir seçenek olduğu düşünülmektedir. Nafile sözcüğü Kur’an’da 2 kez geçer: 17:79; 21:72.

2 “هَجَدَ” (hecede) sözcüğü, “gece uyanmak” veya “gece uykusundan uyanmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir. “Tehecced” terimi, kimi Kur’an çevirilerinde, “Teheccüd namazı” veya “Teheccüd ibadeti” veya “Meditasyon (yani kıyam, rüku, secde gibi ibadetler)” olarak çevrilmiştir.

3 Bu ayet ile 33:50’nci ayet, Muhammed’e bildirilen her vahyin Kur’an’da yer aldığının delilidir. Zira sadece ona özel olarak inen bir hükmün Kur’an’da bulunuyor olması bunun göstergesidir.

80. De ki: “Rabbim, gireceğim yere sıdk (sadakatle, doğrulukla) girdir; çıkacağım yerden de sıdk (sadakatle, doğrulukla) ile çıkar. Katından da benim için yardımcı bir sultan (güçlü bir delil, yetki ve otorite) ver.

81. Ve de ki: “Hak1 geldi ve batıl2 yok oldu3. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkumdur.4

                1 “الْحَقّ” (el-hakk) sözcüğü, “doğru, gerçek, hakikat, hakkaniyet” anlamlarına gelir.

2 “بَاطِلَ” (batıl) sözcüğü, “geçersiz, yalan, dayanağı olmayan, haksız” anlamlarına gelir.

            3 “زَهَقَ” (zeheke) sözcüğü, yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi anlamlara  gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.

4 Benzer mesajlar: 7:118; 21:18; 34:49

82. Kur’an’dan da müminler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. (Kur’an), zalimlerin de hüsranından (kaybından, zararından) başkasını artırmaz.

83. Ve insana nimet verirsek, yüz çevirir ve yana çekilir. Ve bir şer (sıkıntı, kötülük) ona temas ederse ye’se1 düşer (olur).

            1 “يَأْس” (ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110; 13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa); 65:4.

84. De ki “Herkes kendi karakterine1 göre amel (iş, hareket) eder.” Bundan dolayı Rabbiniz, O, kimin hidayet (kılavuzluk) yolunda olduğunu en iyi bilendir.

            1 “شَاكِلَ” (şâkil) sözcüğü, “şekil”, “biçim” anlamlarına gelir. Aynı zamanda bir şeyin düzeni, yapısı veya karakteristik özelliklerini ifade etmek için de kullanılabilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:84; 38:58.

85.  Sana ruhtan1 soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Onun ilminden de pek azı dışında size (bilgisi) verilmemiştir.”

1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.

86. Ve eğer istersek, sana onunla vahyettiğimizi kesinlikle gideririz (sileriz, geri alırız). Ardından onunla ilgili olarak, Bize karşı kendin için bir vekil1 de bulamazsın.

1 Vekil sözcüğü ile ilgili açıklama 65’inci ayette yer alır.

87. Ancak Rabbinden olan rahmet hariç. Şüphesiz ki senin üzerindeki fazlı1 büyüktür.

            1 “فَضْل” (fazl) sözcüğü, “fazlalık, bolluk, nimet, lütuf ve rahmet” anlamlarına gelir.

88. De ki: “Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’an’ın benzerini getirmek için toplansalar, birbirlerine de destek olsalar1, onun benzerini getiremezler.”2

            1 “ظَه۪يراً” (zâhiyren) sözcüğü, “arka çıkmak, sırt çıkmak, sırtlamak, destek olmak, yardımlaşmak” anlamlarına gelir.

2 Bu ayet tehaddî de denen “meydan okuma” ayetlerinden biridir. Kur’an’ın bütünüyle ilgili bir meydan okuma olmamış, sadece bazı bölümleriyle meydan okunmuştur. Meydan okuma ayetleri, sırasına göre; yaklaşık 60-70 surelik meydan okuma 17:88, 52:34’te; on surelik meydan okuma 11:13’te; tek surelik meydan okuma ise 10:38 ve 2:23-24’tedir.

Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur.  Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukatâ denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.

89. Andolsun ki bu Kur’an’da insanlar için tüm örneklerden açıkladık.1 Buna rağmen insanların çoğu sadece küfürde diretti2.

1 Benzer mesajlar: 17:41,89; 18:54; 29:43; 30:58; 39:27; 59:21.

2 “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

90. Ve dediler ki: “Bizim için yerden bir pınar fışkırtıncaya1 kadar sana iman etmeyiz.

1 “فَجَّرَ” (feccere) kelimesi "fışkırtmak" anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 11 kez geçer: 2:60, 74; 17:90, 91 (2 kez); 18:33; 36:34; 54:12; 76:6 (2 kez); 82:3.

91. Ya da hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçen olmalı. Aralarından da fışkıran nehirler fışkırtırsın.

92. Ya da  iddia ettiğin gibi göğü parça parça1 üzerimize indir. Ya da Allah ile ve meleklerle karşımıza gelirsin.

            1 “كِسَفًا” (kisefen) sözcüğü, “parçalar, dilimler, parça parça” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:92; 26:187; 30:48; 34:9; 52:44.

93. Ya da süslerden1 bir evin olmalı veya göğe yükselmelisin. Kıraat edeceğimiz (okuyacağımız, bildireceğimiz) bir kitap indirmedikçe de yükselişine asla iman etmeyiz!” De ki: “Rabbim Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Ben sadece bir beşer (insan), bir resul (elçi) değil miyim!”

            1 “زُخْرُفٍ” (zuhruf) sözcüğü, “altın süs” veya “değerli süs” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 6:112; 10:24; 17:93; 43:35.

94. Kendilerine hidayet (rehber, vahiy) geldiğinde, insanları iman etmekten alıkoyan şey, sadece “Allah, bir beşeri, resul mü gönderdi?” demeleridir.1

1 İnkârcıların bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 25:41; 26:154, 186; 36:15; 54:24-25; 64:6.

95. De ki: “Eğer yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı, elbette ki onlara gökten bir meleği resul (elçi) gönderirdik.”

96. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla Habir’dir (haberdardır), Basir’dir (Görendir).ı

            1 “Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla Habir’dir, Basir’dir.” cümlesi 30’uncu ayette de tekrarlanmaktadır.

97. Ve Allah, kime hidayet (kılavuzluk) ederse, mühtedi (hidayete eren) odur. Kimi de saptırırsa, o zaman onlar için O’nun dışında bir evliya1 (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) bulamazsın. Kıyamet Günü de onları kör ve sağır ve dilsiz bir halde yüzüstü haşrederiz2. Varacakları yer Cehennemdir. Ne zaman söndüyse, onlar için yakıcı ateşi3 artırdık.

1 Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 “حَشَرَ” (haşara) sözcüğü, “bir araya  getirmek, bir yere toplamak” anlamlarına gelir.

3 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

98. Onların cezası (karşılığı) işte budur. Çünkü onlar ayetlerimiz ile1 küfrettiler (gerçeği örttüler) ve dediler ki: “Bizler, kemik haline gelmişken ve ufak parçalara dönüşmüşken mi, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecek olanlarız?”2

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

2 Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11.

99. Yoksa görmüyorlar mı? Şüphesiz ki Allah, O, gökleri ve yeri yarattı. Onların benzerini yaratmaya da Kadirdir. Onlar için de kendisinde reyb1 (kuşku, belirsizlik) olmayan bir ecel (ölüm zamanı) belirlemiştir. Buna rağmen zalimler küfürden (inkârdan) başkasını istemezler2.

1 Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.

2 “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

100. De ki: “Eğer sizler, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla infak etmez (kimseye vermez), tutardınız.” İnsan da çok cimrilik1 edendir.

1 “قَتَرَ” (katârâ) sözcüğü, “karanlık, duman, sıkıntı, karamsarlık, kasvet” gibi anlamlar gelmektedir. Bu kelimenin kökeninden türeyen “قَتُورًا” (katuvran) sözcüğü ise “çok cimrilik eden, karamsar, sıkıntılı, geçim sıkıntısı çeken” gibi anlamlar taşır. Bu anlamlar, kelimenin kullanıldığı bağlama göre değişebilir. Bu kökten türemiş sözcükler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:236; 10:26; 17:100; 25:67; 80:41.

101. Andolsun ki Musa’ya beyyineler (apaçık deliller, açık kanıtlar) olan dokuz ayet1 verdik. O halde İsrailoğullarına sor. (Musa) onlara geldiği zaman  firavun ona demişti ki: “Ey Musa! Şüphesiz ki ben, senin büyülenmiş olduğunu zannediyorum (düşünüyorum).”

1 İsrailoğullarını salıvermeyi reddeden firavunu ikna etmesi için Yüce Allah’ın, firavuna ve halkına gösterdiği 9 ayetin (kanıt, işaret, mucize) neler olduğu Tevrat’ta “bela” şeklinde açıkça belirtilmektedir.

Bunlar sırasıyla şöyledir: Kan (Çıkış, 7:14-25), kurbağa (Çıkış, 8:1-15), bit (Çıkış, 8:16-19), haşere (Çıkış, 8:20-32), salgın hastalık (dever) (Çıkış, 9:1-7), çıban (Çıkış, 9:8-12), dolu (Çıkış, 9:13-35), çekirge (Çıkış, 10:1-20) ve zifiri karanlık (Çıkış, 10:21-29)

Bu ayetler (belalar) firavuna haber verilerek gösterilen işaretlerdir. Bu belalar, firavun ve halkı için büyük felaketlere neden oldu.

Firavun ve halkının yaşadığı en büyük felaket ise; insanların ve hayvanlarının İbranice’de “behor” adı verilen ilk doğan erkek çocuklarının aynı gece ölmesidir. Bu olay Tevrat’ta Çıkış Kitabı’nda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır (Çıkış, 11:1-10; 12:1-32).

Bu belanın (felaketin) diğerlerinden farkı; öncekiler İsrailoğullarını bırakması için firavuna gösterilen işaretler (uyarılar) idi. Bu defa firavundan İsrailoğullarını serbest bırakması da istenmemiştir. İsrailoğullarını serbest bırakmayan firavuna ve ona uyan halkına verilen cezadır.

Bu cezadan sonra firavuna ve yandaşlarına son bir ceza daha verilecek ve hepsi suda boğulacak.

Kur’an’da ise Musa’ya verilen 9 ayetten (kanıt, işaret, mucize) söz edilmekte, ancak bunların hepsinden söz edilmemektedir (Araf, 7:101; Neml, 27:12) Kur’an’da Araf, 7:133 ayetinde “tufan (sel), çekirge, haşere, kurbağa ve kan” şeklinde sadece 5 ayetten (kanıt, işaret, mucize) söz edilmektedir. Tevrat’ta söz edilmeyen, ancak Kur’an’da belirtilen “tufan” (sel) mucizesi, büyük bir ihtimalle Tevrat’ta sözü edilen “dolu” mucizesi neticesinde oluşan bir felakettir.

Ancak maalesef bu husus ile ilgili olarak Tevrat’ta neler yazılmış olduğunu araştırmayanlar, diğer 4 ayet için Musa Nebi’nin göstermiş olduğu şu mucizelerden bir kısmını sayarlar: 1- Musa’nın, elini koynuna sokunca beyaz ele dönüşmesi, 2- Asanın yılana (ejderhaya) dönüşmesi ve diğer yılanları yutması, 3- Asa ile Kızıldeniz’i yarması, 4- Firavun ve ordusunun boğulması, 5- Asa ile kayadan on iki su fışkırtması, 6- Sina Dağı’nı İsrailoğullarının üzerlerine kaldırması, 7- Çölde bıldırcın eti ve selva yağması, vb.

Yüce Allah, Neml suresi 27:12’nci ayetinde bu 9 ayetin firavun ve halkına gösterildiğini belirtmektedir. Oysa bunlar, Tevrat’ta sayılan ve firavun ve halkına haber verilerek gösterilen ve her biri onlar için felakete dönüşen 9 ayet (delil, işaret, mucize) değildir.

102. (Musa) dedi ki: “Andolsun ki, göklerin ve yerin Rabbinden başkasının bunları indirmediğini biliyorsun. (Bunlar) gerçekleri ortaya koyan delillerdir1. Ey firavun, şüphesiz ki ben de senin mahvolmuş2 biri olarak zannediyorum (düşünüyorum).”

1 “بَصَٓائِرَ” (basa’ira) sözcüğü, görüşler, aydınlatıcı işaretler veya gerçekleri ortaya koyan deliller” anlamlarına gelir.

2 “ثُبُور” (subûr) sözcüğü “helâk olmak, yok oluş, perişanlık, mahvolma” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:102; 25:13 (2 kez), 14; 84:11.

103. Böylece onları yurtlarından çıkarmak istedi. Bunun üzerine Biz de onu (firavunu) ve beraberindekileri topluca suya gömdük.

104. Onun ardından da İsrailoğullarına dedik ki: “Yeryüzünde yerleşin. Ahiretin (sonuncunun) vaadi geldiği zaman da sizleri bir araya toplayıp1 getireceğiz.”2

            1 Bu sözcük, “لَفَّ” (leffe) kökünden türemiştir ve kök anlamı “sarıp sarmalamak”, “çevrelemek”, “bir araya toplamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 3 kez geçer: 17:104; 75:29; 78:16.

2 İsrailoğullarına, yeni topraklar verilmesi, Tevrat, Yasanın Tekrarı 30:2-5 ayetlerinde de belirtilmektedir.

105. Onu (Kur’an’ı) da hak (bir amaç) ile indirdik, o da bir hak ile indi. Seni de bir müjdeci ve bir uyarıcı olman dışında (bir amaçla) göndermedik.

106. Ve bir Kur’an (okunan, bildirilen) olarak onu insanlara uzun bir süre1 kıraat etmen (bildirmen, ilan etmen) için ayırdık ve bölümler halinde indirdik.2

1 “مُكْثٍ” (muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10; 27:22; 28:29; 43:77.

            2 “تَنْز۪يلاً” (tenzilen) kelimesi, “kademeli olarak indirme”, “aşama aşama indirme”, “bölümler halinde indirme” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 17:106; 25:55; 76:23.

Bu ayette Kur’an’ın topluca değil de art arda indirilmesinin gerekçesinin, hayata okunması ve hayata dokunması olduğuna dikkat çekilmektedir. Benzer mesaj: 25:32.

107. De ki: “İster onunla iman edin ister iman etmeyin. Önceden kendilerine ilim verilmiş olan kimselere tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) elbette ki çeneleri üzerine secdeye kapanırlar.1

1 Vahiy aracılığı ile bilgi sahibi olanlar. Daha önce kendilerine kitap verilenler. Ayetteki ilim sözcüğünden kasıt vahiydir. Kur’an, ilim sözcüğünü daha çok “vahiy” anlamında kullanmaktadır.

108. Ve derler ki: “Rabbimiz Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi kesin olarak gerçekleşti.”

109. Ve çeneleri üzerine kapanarak ağlarlar ve bu, onların huşularını (saygılarını, içtenliklerini) artırır.

110. De ki: “İster ‘Allah’ diye dua edin ister ‘Râhmân’ (lütufkâr, rahmeti alemlerdeki tüm varlıkları kaplayan) diye dua edin!1 Hangisiyle dua ederseniz edin, nihayetinde en güzel isimler2 O’nundur.” Salatınla3 da gösteriş yapma,4 Onunla da gizlenme (yaptığını gizleme)5; ikisi arasında bir yol amaçla6.

1 Kur’an, ilah (Yüce olan) kelimesini birçok ayette Allah için de kullanıyor. Örneğin, Kur’an’ın son suresinde Rabbimiz (efendimiz), “ilahin nas” (İnsanların En Yücesi) olarak tanımlanıyor. “La ilahe illa Allah” ifadesi “Bilinen Allah’ın dışında ilah (En Yüce olan) yoktur” biçiminde Türkçeye çevrilebilir. Bu ayet 7:180 ayetiyle birlikte okunmalıdır.

2 “Esma’ul Husna” ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24) geçmektedir. Bu ifade ile ilgili açıklama 7:180 ayetinde yer alır.

3 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

4 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

5 خَفَتَ” (khafata) sözcüğü, kullanım bağlamına göre “sesin kısılması, ışığın azalması, bir duygunun etkisinin hafiflemesi ve bir şeyin gizli kalması veya fark edilmemesi” gibi anlamlara gelebilmektedir. “خَفَتَ” (khafata) sözcüğü, “sessiz konuşmak, kısık sesle konuşmak, sesi alçaltmak” anlamlarına gelir. “خَفَتَ” sözcüğünden türemiş ifadeler, Kur’an’da 15 kez geçer: 17:110; 20:103; 68:23.

6 “وَابْتَغِ” (vebtaği) ifadesi, “iste, talep et, ara, amaçla” anlamlarına gelir. Bir fiil olan “ابْتَغَى” kökünden gelir ve “bir şeyi samimiyetle istemek”, “ona ulaşmak için çaba göstermek” anlamlarına gelir.

111. Ve de ki: “Hamd Allah’ındır. O ki, evlat edinmez, Kendi mülkünde de ortağı yoktur. O’nun, zülden1 (zillet içinde olandan, aşağı olanlardan, acizden) bir velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) olmaz. Ve O’nu yücelterek tekbir getir.

            1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)