Sure, Mekke döneminde
indirilmiş ve nüzul sırasına göre 50. sıradadır. Adını, ilk ayetinde geçen ve “gece
yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ” kelimesinden almıştır. Bir diğer adı ise “İsrail”dir.
Sure 111 ayettir.
Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla
1. Bir gece, kulunu Mescid-i Haram’dan1 (Kabe’den), çevresini
bereketli2 kıldığımız Aksa Mescidine3 yürüten
Allah Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve
kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Böylece kendisine apaçık ayetlerimizden (kanıtlardan) gösterdik. Şüphesiz ki O,
Semiul-Basir’dir (Her şeyi görüp, işitendir).
1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men
edilmiş” anlamına gelir. Kur'an'da genellikle Allah tarafından yasaklanmış
fiiller, davranışlar veya nesneler için kullanılır. Kur’an’da haram kılınmış
olan hususlar şunlardır:
a- Ölü (leş), akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan
başkası adına yapılan (sunular; ikramlar, ziyafetler) (16:115,
116) haram kılınmıştır.
b-
Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye (zina eden kadın) ile evlenmek (24:3)
haram kılınmıştır.
c- Mescidi Haram’a müşriklerin girmesi (9:28), o
bölgede savaşmak (2:191), orayı ziyaret
edenleri engellemek (22:25; 48:25), o bölgede olanlara zarar vermek veya
zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen hediyeleri (hayvan veya yiyecek
sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak
(5:95) haram kılınmıştır.
d- Haram Aylarda ise savaşmak (9:5, 36, 37:
2:191) haram kılınmıştır.
e- Masum bir canı haksız
yere katletmek (3:21,
22; 6:151; 17:33; 25:68) haram kılınmıştır.
2 “Bereket”, Sami dillerinde “faydalı, kutsal,
bolluk kaynağı” gibi anlamlara gelir.
3 “Aksa Mescidi,” milyarlarca ışık yılı
uzaklıktaki “secdenin olduğu en uzak yer” anlamındadır. Bu ayet,
Peygamberimizin Kur'an'ın indirilişi için en yüksek makama götürüldüğünü ifade
eder. (Bkz: 2:185, 44:3, 53:1-18 ve 97:1).
Nebimiz
Muhammed’in, söz konusu gece ilk önce Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya
gittiği, sonra gökyüzünde Allah’ın karşısına çıktığı biçiminde, “Miraç
yolculuğu” ismiyle çok sayıda öyküler anlatılmaktadır. Oysa Süleyman Nebi
tarafından Yeruşalim’de (Kudüs’te) yapılmış olan mabet, Nebimiz Muhammed döneminde
“Beytü’l-Makdis” olarak anılıyordu ve yalnızca kalıntıları kalmıştı.
Ancak
Nebimiz Muhammed’in vefatından yaklaşık 70 yıl sonra Emevi halifesi 1. Velid b.
Abdülmelik, “Beytü’l-Makdis’in kalıntıları üzerine, 709-714 yıllarında bir
mescit yaptırmış ve adını “Mescid-i Aksa” koymuştur. Söz konusu mescidin, Nebimizin
miraçta götürülmüş olduğu gerçek Aksa Mescidi ile bir ilgisi yoktur. Jerusalem’e
11. yüzyıldan itibaren “Kudüs” denilmeye başlanıyor.
Muhammed
Hamidullah da “Aziz Kur’an” isimli çevirisinde; İsra Suresi’nin 1’inci ayette
geçen “en uzak mescit” anlamındaki “Mescidi Aksâ”nın Kudüs’teki yapı
olamayacağını, çünkü Kur’an’da Filistin’den “en yakın yer” (Rum, 30/3) şeklinde
bahsedildiğini, bu nedenle bunun semavî bir mescit olması gerektiğini
savunmuştur.
2. Musa’ya Kitabı (Tora’yı)
verdik ve onu İsrailoğullarına bir hidayet (kılavuz)
kıldık. “Benim dışımda bir vekil (yönetici, güven
kaynağı, dayanak) edinmeyin.”
3. (Musa), Nuh ile (gemide)
taşıdığımız kimselerin neslindendi. Şüphesiz ki o, şükreden (minnettar olan)
bir kuldu.
4. İsrailoğulları için Kitap’ta
şunu kararlaştırdık1: “Yeryüzünde kesinlikle
iki defa fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yüceltmeyle kendinizi
yücelteceksiniz2.”
1 “قَضَى”
(kadâ) fiili,
“bir şey hakkında kesin hüküm vermek, kararlaştırmak, yerine getirmek” anlamlarına
gelir.
2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen
“عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو”
(ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir.
Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
5. Birincisinin vakti geldiğinde,
üzerinize kuvvetli kullarımızdan gönderdik. Böylece evlerine kadar
araştırdılar. Bu da yerine getirilmiş bir vaatti.1
1 Burada, Asurluların ve Babillerin
İsrailoğullarını helak etmesi kastediliyor olabilir. Bunun anlaşılabilmesi için
İsrailoğullarının tarihini özetle zikretmekte fayda vardır.
İsrailoğullarının
yeryüzünde bozgunculuk yapması, Tevrat, Yasanın Tekrarı 28:47-49 ayetlerinde,
şöyle yazılıdır: “Madem bolluk zamanında Allah’ınız RAB’be sevinçle,
hoşnutlukla kulluk etmediniz, RAB’bin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik
edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız.
RAB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.”
6. Sonra onlara karşı bir
kez daha size (zaferi) döndürdük1. Ve sizi,
mallarla ve çocuklarla destekledik2, çoğunuzu da neferler (savaşçılar)
kıldık.
1 “الْكَرَّةُ” (al-karrat) sözcüğü “tekrar”
anlamına geldiği gibi “bir şeyin geri verilmesi, yeniden sağlanması” anlamına
da gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 2:167; 17:6; 26:102; 39:58;
67:4; 79:12.
2 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara
gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “destekledik,
çoğalttık” anlamlarına gelir.
7. Eğer ahsen (en güzel, en iyi)
şeyler yaparsanız, o zaman nefsiniz (kendiniz) için yapmış
olursunuz. Kötülük de yaparsanız yine onun için... Sonuncunun (ikinci
vaadin) vakti geldiği zaman da oraya ilk girdikleri gibi mescide (Beytül
Makdise) girsinler ve yücelttikleri her
şeyi bir yıkışla yıksınlar1.
1 “تَتْبِيرًا”
(tetbirâ) sözcüğü, bir şeyin tamamen yok edilmesi, harabe edilmesi, kökünden
kazınması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 7:139;
17:7 (2 kez); 25:39 (2 kez); 71:28.
8. Umulur
ki Rabbiniz size merhamet eder. Siz dönerseniz, Biz de döneriz. Cehennemi
kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü
örtenler) için kuşatma yeri kıldık.
9. Şüphesiz ki bu Kur’an, hidayete (en doğru yola) iletir, salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyen müminlere de muhakkak ki büyük bir ecri1
müjdeler.
1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır
ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül
vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle
birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
10. Ahiret
ile iman etmeyenlere ise şüphesiz ki elem verici bir azap hazırladık.
11. İnsan, hayra dua ettiği
gibi şerre de dua eder. İnsan acelecidir.
12. Geceyi ve gündüzü iki ayet (delil, işaret) kıldık. Gecenin ayetini (ayı)
de böylece sildik. Rabbinizin fazlından (nimet, lütuf ve
rahmetinden) arayasınız diye de gündüzün ayetini (güneşi) de aydınlatıcı
kıldık. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye de her şeyi ayrıntılı olarak
açıkladık.
13. Her insanın boynuna1 da kuşunu (yaptıklarını
kaydedip) bağladık. Kıyamet Günü de her şeyi teşhir eden2 bir
kitap onu karşılayacak.3
1 “(أَعْنَاق)”
(‘ânâk) sözcüğü, “boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde
arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5;
17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33; 40:71.
2 “Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir
edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ”
(neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16;
21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7;
62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.
3 Sizin hayatınız, doğumdan ölüme kadar, bir video gibi
hâlihazırda kaydedilmektedir. Bu kayıt, yeniden diriltildiğimizde bize
gösterilecektir. (57:22)
14. “Kitabını oku! Bugün hesap
görücü olarak kendi nefsin yeter!”
15. Kim hidayete ererse (Kur’an’ı kılavuz edinirse), şüphesiz ki kendi
yararına hidayete ermiş olur. Kim de sapmışsa1, o zaman
elbette ki kendi aleyhine sapmış olur.2 Hiçbir yüklü (günahkâr),
başkasının yükünü3 yüklenmez. Biz, bir resul göndermedikçe de
(kimseye) azap edecek değiliz.
1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma,
uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da
27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108;
16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74;
46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
2
Bu cümle, aynı
sözcüklerle 10:108’de de tekrarlanmaktadır.
3 Vizr: Günah, yük, borç (Açıklama için bakınız:6:31)
16. Bir memleketi helâk etmek istersek, onun şımarıklarına
emrederiz. Böylece onlar da orada haddi aşarlar, o zaman da onun üzerine söz (azap) hak (doğru, gerçek) olur. O
zaman da orayı tam bir helak edişle helak ederiz1.
1 “تَدْم۪يراً”
(tedmîrân), "tam bir yok etme”, “tamamen helak" demektir. Aynı
kökten gelen “دمر” (demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip
etmek" demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer:
7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
17. Nuh’tan sonra da nesillerden nicesini helâk
ettik. Basir (Gören) olan
Rabbinin, kullarının günahlarından1 haberdar olması yeter!
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
18. Kim acele olanı dilerse; istediğimiz kimseye,
istediğimiz kadarını çabuklaştırırız. Sonra ona Cehennemi mekân yaparız;
kınanmış ve dışlanmış1 olarak ona yaslanır2.
1 “مَّدْحُورًۭا” (medhuvr) sözcüğü, “reddedilmiş, kovulmuş,
dışlanmış ve küçümsenmiş” anlamlarına gelir. Bu ifade 4 yerde geçer: 7:18; 17:18,
39; 37:9.
2 “يَصْلٰيهَٓا”
(yeslāhā) ifadesi “ulaşır, atılır, girer” anlamlarına gelir.
19. Kim de ahireti isterse ve onun için çalışıp1 çabalarsa1 ve mümin (Allah ile iman etmiş ve güvenmiş) ise; işte bunların
gayreti1 teşekküre değer.
1 “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma” anlamlarına gelir. Sözcük sadece bu ayette (3 kez)
geçer.
20. Hepsine, onlara da öbürlerine de Rabbinin verdiklerinden yayarız1. Rabbinin verdikleri kısıtlanmış değildir.
1 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara
gelen “مد” (med) kökünden
türemiş olan bu sözcük, “uzatırız, yayarız, arttırırız” anlamlarına gelir.
21. Bak, nasıl da kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Ahiretin
dereceleri ve fazileti ise daha büyüktür.
22. Allah’ın
dışında başka bir ilah (Yüce
olan) edinme.
O zaman kınanmış ve terkedilmiş olarak kalırsın.
23. Rabbin, kendisinin dışında bir şey kulluk (hizmet) etmemenizi ve ebeveyne ihsanda
bulunmanızı (en güzeliyle davranmanızı,
gerekenden daha güzelini yapmanızı) emretti. İkisinden biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,
o zaman onlara “Öf!”1 bile deme. Onları azarlama ve kendilerine kerim
(onurlu, saygın)2 sözler söyle!
1 “أُف” (uff) kelimesinin aslı, kir, tırnağın kıvrılıp düşen
uçları ve bu manadaki değersiz veya pis şeyler anlamına gelir. “أُفٍّ” “uffin”
sözcüğü de bir şeyin pisliğinden/çirkinliğinden duyulan rahatsızlığı ifade etmek
için kullanılan bir ünlemdir. “أُفٍّ” “uffin” ifadesi ise, Kur’an’da 3 yerde
geçer. 21:67’de Nebi İbrahim, halkına hitaben kullanıyor. Bu ayet ile 46:17’de
ise ana babaya hitaben kullanılmaktadır. Söz konusu ayetlerde “ayıp size, yuh
size, öf sizden, öf be, of size, yazık size” gibi anlamlarda kullanıldığı kanaatine
varılmaktadır.
2 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62,
70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31,
44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77;
57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.
24. Ve onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir1 ve de ki: “Rabbim! Onlar beni küçükken besleyip
büyüttükleri2 gibi, Sen de onlara
merhamet et!”
1 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer:
2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134;
27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
2 ‘Murabbî’ kelimesi de “beslemek/ besleyip
büyütmek” anlamına gelmektedir. Bazı çevirilerde buna ‘eğitmek
(terbiye etmek)’ anlamı verilmektedir, Oysa Arapça’da eğitim sözcüğünün
karşılığı edeb; eğitmek sözcüğünün karşılığı da te’dib etmektir.
Bu ifadenin bir benzeri de 26:18’te “Sen, daha bir bebekken aramızda besleyip
büyütmedik mi” şeklinde yer alır.
25. Rabbiniz, içinizden
geçenleri en iyi Bilendir. Eğer salih (ahlaklı ve erdemli) olursanız;
Şüphesiz ki O, geri dönenler1 için Gafur’dur
(günahlarını Örten ve Bağışlayandır).
1 Bu
sözcük, “أ-و-ب” (evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri
dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29, 36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40,
44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.
26. Akrabaya, miskine1 ve yol oğluna
hakkını (hakkı olan zekâtı) ver2
ve saçıp savurma.3
1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.)
dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi.
2 Burada sayılan kişiler, zekâtın verileceği
kişilerdendir. Zekât ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer
alır.
3 Saçıp savurmak, kişiyi savurduğu şeylere bir
süre sonra muhtaç duruma düşürebilir. Bu nedenle amaçsız bir şekilde servetin
harcanmamasına dikkat çekiliyor. Benzer mesajlar: 17:29; 25:67.
27. Şüphesiz ki saçıp
savuranlar, şeytanların (aldatanların, saptıranların) kardeşleridir.
Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür.
28. Rabbinden umduğun bir rahmeti beklediğin
için onlardan yüz çevirirsen (imkânın olmadığı için onlara yardım edemezsen),
o zaman onlara yumuşak (gönül alıcı) bir söz söyle.1
1 Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Maruf (vahye
uygun, meşru olan) söz söylemek ve bağışlayıcı olmak, ardından eziyet edilen
sadakadan daha hayırlıdır.” (2:263)
29. Ve elini boynuna bağlı1 kılma (cimri
olma); tamam bir açışla da açma2 (savurgan olma). O
zaman kınanmış, mahsur (kısıtlanmış, hasret içinde kalmış bir halde)
kalırsın.
1 “غُلٌّ” (ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”,
“pranga” veya “bağlama aracı” anlamına gelir. “مَغْلُولَ” (mağlul)
ifadesi de “bağlı”, “bağlanmış” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64 (2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71;
69:30; 76:4.
2 “الْبَسْطِ” (el-bâst) sözcüğü Arapçada “yaymak”, “genişletmek”,
“uzatmak”, “açmak” anlamlarına gelir. Bu kelime, bir şeyin yayılması,
genişletilmesi, ya da bir şeyin daha geniş bir alanda, rahatlıkla sağlanması
anlamında kullanılır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer:
2:245, 247; 5:11, 28 (2 kez), 64; 6:93; 7:69; 13:14, 26; 17:29 (2 kez), 30;
18:18.
30. Şüphesiz ki Rabbin, rızkı istediğine açar veya
kısar. Şüphesiz ki O, kendi
kullarıyla Habir’dir (haberdardır), Basir’dir (Görendir).1
1
“Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla Habir’dir, Basir’dir.” cümlesi 96’ncı
ayette de tekrarlanmaktadır.
1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ
“hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא”
(Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19
ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31;
20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9, 37; 71:25; 96:16)
32. Zinaya1 da yaklaşmayın. Çünkü o, bir fuhuştur2 ve kötü bir yoldur.
1 Zina; meşru olmayan, yani dine ve
ilkelerine uygun olmayarak yapılan cinsel ilişki demektir.
2 Fuhuş ise, her türlü gayrimeşru ve sapık
ilişkilerdir. Fahşa
ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır. Benzer
mesajlar: 4:31; 53:32.
33. Allah’ın
haram (yasak)
kıldığı canı da haksız yere katletmeyin.1 Kim haksız yere katlederse,
muhakkak ki onun velisine (dostuna, rehberine, koruyup gözetenine) bir sultan
(yetki) verdik. Fakat katletmede israf etmesin2 (velisi haddi aşmasın, ille
de kısas istemesin)! Çünkü kendisine (öldürülene katımızda) yardım
edilmiştir.
1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına
gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade
eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi
yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu
birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında
kullanılır. “Allah’ın haram kıldığı
nefis (can)” ifadesiyle de Allah tarafından öldürülmesi yasaklanmış olan
masum insanlar için kullanılmaktadır. Benzer ayetler: 2:84; 3:21, 22; 5:32; 6:151; 17:33; 25:68.
2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık
yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.
34. Yetimin malına da, rüşt (olgunluk) çağına erişinceye kadar, ahsen (en
güzel, en iyi) olan dışında
yaklaşmayın1 ve ahde vefa gösterin!2 Çünkü verilen ahit sorumluluktur.
1 Bu ayet 4:2, 6, 10, 220 ve 6:152’nci ayetlerle birlikte
okunmalıdır.
2 Benzer mesajlar: 2:177; 5:1; 6:152; 13:20; 16:91;
23:8; 70:32.
35. Ölçtüğünüz zaman da
ölçüyü tam tutun ve doğru teraziyle tartın. Hayırlı olan işte budur, sonuç
itibariyle de ahsendir.
36. Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin de ardına
düşme.1 Çünkü işitme de görme de fuad2 da bunların hepsi ondan sorumludur.
1 Yüce Allah, 49:6 ayetinde de şöyle buyuruyor: “Ey
iman edenler! Bir fasık size bir haber getirirse (onun doğruluğunu) araştırın!
(Yoksa) bir topluluğa cahilce (bilmeden) kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza
pişman olursunuz.” Bu ayet ile birlikte ele aldığımızda; sorumluluk içerisinde
hareket edilmesi gerektiği ve araştırmadan “görmediğine gördüm, duymadığına
duydum, bilmediğine bildim” denilmemesi gerektiğine dikkat çekildiği anlaşılmaktadır.
2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl
yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.
37. Yeryüzünde de büyüklük taslayarak yürüme! Çünkü sen, yeri de yaramazsın, boyca dağlara da erişemezsin!
38. Bunların hepsi Rabbin tarafından hoş
görülmeyen kötü şeylerdir.
39. Bunlar, Rabbinin sana hikmetten1 vahyettiği şeylerdendir. Allah’ın dışında da başka
bir ilah (Yüce olan) edinme.
O zaman kınanmış ve dışlanmış2 olarak Cehenneme
atılırsın.
2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth”
sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin
ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda
bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
2 “مَّدْحُورًۭا” (medhuvr) sözcüğü, “reddedilmiş, kovulmuş, dışlanmış
ve küçümsenmiş” anlamlarına gelir.
40. Rabbiniz, oğulları size seçti de kendisine meleklerden dişiler
mi edindi?1 Sizler, gerçekten de âzîm2 (büyük) söz ediyorsunuz!3
1 Benzer mesajlar: 16:57; 37:152-153; 43:15-16.
2 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
3 Bu iddia ile ilgili diğer ayetler: “Ne onların ve ne de atalarının bu konuda bir
bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük bir söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka
şey söylemiyorlar.” (18:5) “Siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Râhmân’a
çocuk yakıştırdılar diye, neredeyse gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve
dağlar yıkılıp dağılacak.” (19:89-92)
41. Ve andolsun ki düşünüp
anlasınlar diye bu Kur’an’da her türlü açıklamayı yaptık.1 Oysa bu, onların
nefretlerinden başkasını artırmıyor.
1 Benzer masajlar: 17:89; 18:54; 25:33; 29:43; 30:58;
39:27; 59:21.
42. De
ki: “Dedikleri gibi O’nun dışında ilahlar
olsaydı, onlar da Arş’ın Sahibine (Allah’a varmak için)
bir yol ararlardı.
1 Bu ayet 57’nci ayet ile birlikte okunmalıdır.
43. Sûbhân (her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) ve Teâla (yüce) olan O (Allah),
onların söylediklerinden çok yüksek ve büyüktür.
1 “عَمَّ” (âmme)
sözcüğü, “hangi şeyden”, “ne hakkında” anlamlarına gelir.
2 “عُلُواًّ”
(uluvven) kelimesi “Yükseklik, yücelik.” demektir.
44. Yedi
sema (gök)
ve yeryüzü ve bunların içindeki ne varsa O’nun (Allah’ın) hamdi ile tesbih
eder1. Ancak onların
tesbihlerini anlamazsınız.1 Şüphesiz ki O, Halim’dir, Gafur’dur (Yumuşak
huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol
edendir. Günahları örten ve bağışlayandır).
1 Bu kelime, "yüzmek”,
“uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح”
(sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح”
(tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü
eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek”
ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu
bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken kullanılan
“سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü
eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına
gelir.
Kur'an'da,
evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı
tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu
nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
45. Ve Kur’an’ı kıraat ettiğinde
(okuduğunda, bildirdiğinde), ahiret ile iman
etmeyen kimseler ile senin arana gizli1 bir hicab2 çekeriz.
1
“س ت ر” (s-t-r),
anlamı “örtmek, gizlemek”tir. Mestûr ise “örtülmüş, gizlenmiş, saklanmış” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 yerde geçer: 15:45; 18:90; 41:22.
2 “حِجَاب” “Hicab” “örtmek,
gizlemek” anlamına gelir ve Kur’an’da 8 yerde geçer: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52;
38:32; 41:5; 42:51; 83:15.
46. Kalplerinin üzerine de onu (ayetleri) anlamalarını engelleyen perdeler1,
kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbinin vahdaniyetini2 Kur’an’da
andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp kaçarlar.3
1 “كِنَّ”
(kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz
Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49;
41:5; 52:24; 56:23, 78.
2 Arapça “vahdehu” (bir ve tek, yalnızca) kelimesi
ile 7:70, 39:45, 40:12, 84 ve 60:4 ayetlerinde Allah’a atıfta bulunur. Bunların
sure ve ayet numaralarını topladığınız (7+70+39+45+40+42+84+60+4) zaman 361 (19x19)
sayısını elde edersiniz. Fakat eğer Kuran’a atıfta bulunan 17:46’yı dâhil
ederseniz, ortaya çıkan sonuç 19’un katı değildir. “Yalnızca” ifadesi, bu
nedenle 17:46’da Kuran’a atıfta bulunur (Reşat Halife Ek 18).
3 Kur’an’ı yeterli görmeyen zihniyetin sahipleri,
kendilerini tanımlayan bu ayetten hoşlanmadıkları için bu ayeti çevirirken “vahdehu”
kelimesinin yerini değiştirerek “Kur’an” kelimesinden sonraya gelecek şeklide
çevirirler. Kur’an’ı betimleyen bu kelimenin
yerini değiştiren, Kur’an’ın yanı sıra insanlar tarafından uydurulmuş şeyleri
de kaynak edinen gelenekçi Müslimler de Yahudilerin geçmişte yaptıklarının bir
benzerini tekrarlamışlardır (4:46; 5:41).
47. Bizler, seni, ne amaçla dinlediklerini biliyoruz;
zalimlerin, kendi aralarında fısıldaşırlarken “Siz, büyülenmiş bir adamdan
başkasına uymuyorsunuz.” dediklerini de.
48. Bak, senin hakkında nasıl misaller (benzetmeler) verdiler, bu nedenle delalete
düştüler. Artık bir yol bulamazlar.
49. Ve dediler ki: “Kemiklere ve ufak parçalara
dönüştükten sonra biz mi yeniden diriltileceğiz?”
50. De ki: “Taş
olun ya da demir;
51. Veya göğsünüzde büyüyen
(abarttığınız varlıklardan) herhangi bir
yaratık!” Ardından diyecekler ki: “Bizi kim döndürecek?” De ki: “Sizi önceden
yoktan var eden!” Ardından (alaylı bir şekilde) başlarını sallayacaklar
ve “Ne zaman?” diyecekler. De ki: “Belki de çok yakında!”
52. Sizi çağırdığı gün, o zaman O’nun hamdi ile icabet edersiniz1 (karşılık verirsiniz) ve
(dünyada) kısa bir süre kaldığınızı zannedersiniz.
1 “icabet” “ج-ب-ب"
(c, b, b) kökünden türemiştir ve bir
davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten
türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109;
6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22,
44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29;
35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.
53. Kullarıma da de ki, ahsen olanı (en güzel, en iyi sözü) söylesinler.1
Çünkü şeytan (aldatan, saptıran) onların
arasını açmak ister. Şüphesiz ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
1 Bu ayet 4:63, 29:46 ve 39:23 ile birlikte
okunmalıdır.
54. Rabbiniz, sizi bilendir.
Eğer isterse size merhamet eder, eğer isterse de size azap eder. Seni de onlara
vekil (güven kaynağı, koruyucu) olarak göndermedik.
55. Rabbin, göklerde ve yerde olanları da bilendir. Andolsun
ki nebilerin kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.
1 Zebûr, (çoğulu zübur) “yazılı metin, kitap”
demektir. Zebur, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik inançlarına
göre kutsal bir kitaptır. Yahudilik ve Hıristiyanlıkta Tevrat’a benzeyen bir
önem ve değere sahiptir. İçeriği, İbranice yazılmış şiirsel bir yapıya sahip
olup, 150 adet mezmurdan (sureden) oluşmaktadır.
Zebur
Kitabı’nda yer alan mezmurlar, dini inançların yanı sıra insanların duygusal
durumları, şükranları, haykırışları ve yakarışları gibi birçok konuyu ele
almaktadır. Mezmurlar, genellikle Allah’a duyulan saygı ve hayranlığı ifade
etmek, onun gücünü ve yüceliğini yüceltmek için yazılmıştır. Kitapta ayrıca,
insanların kendi kişisel sorunlarıyla başa çıkmasına yardımcı olacak öğütler,
dualar ve övgüler yer alır. Zebur, insanların hayatlarında yaşadıkları
deneyimlerle ilgili konuları ele alan, günlük yaşamdaki zorluklarla mücadele
etmelerine yardımcı olan ve manevi açıdan ilham veren bir kaynak olarak kabul
edilir.
Zebûr,
Kur’an’da Dâvûd Nebi’ye nispetle 3 ayette (4:163; 17:55; 21:105), çoğul şekli
olan zübur ise 6 ayette (3:184; 16:44; 26:196; 35:25; 54:43, 52) geçer.
56. De ki: “O’nun dışında (ilah)
sandıklarınıza dua edin.” O zaman sizden bir zararı gidermeye malik olmazlar (güçleri
yetmez), onu döndürmeye1 de.
1 “تَحْو۪يلاً۟” (tehvilen) sözcüğü, “dönüşüm,
yönlendirme, döndürme” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer:
17:56, 77; 35:43.
57. İşte dua ettikleri o
kimseler de Rablerine (yakın olmak için) bir vesile ararlar. Ve O’nun
rahmetini umarlar, azabından da korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkulandır.1
1 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan,
tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez
geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez),
122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.
58. Beldelerden yoktur
ki, Kıyamet Gününden önce onu yok etmeyelim veya onu şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım.
Bu, Kitap’ta kayıtlıdır1.
1 “مَسْطُوراً” (mesṭûrân) sözcüğü, “yazılı,
kaydedilmiş, kayıtlı” anlamına gelir. Türkçede kullanılan satır (yazı) sözcüğü
de bundan türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:58; 33:6; 52:2; 54:53;
68:1.
59. Ayetler
ile1 (kanıtlarla)
(elçi) göndermekten Bizi alıkoyan yoktur; Ancak onu, önceki nesiller
yalanladı. Semûd’a da açık bir biçimde dişi deve verdik, bunun üzerine onunla
zulmettiler. Ve ayetler ile1 korkutmak dışında (elçi) göndermeyiz.
1 “بِالْاٰيَاتِ”
(bil-âyâti) ifadesi “ayetler ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetleri” veya “ayetlere”
şeklinde çevrilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti
dipnotunda yer alır. “Ayetlerle”
anlamına gelen “بِالْاٰيَاتِ” (bil-âyâti) ifadesi Kur’an’da
3 kez geçer: 17:59 (2 kez), 98.
60. Sana da demiştik ki:
“Şüphesiz ki Rabbin insanları kuşatmıştır. Sana gösterdiğimiz o rüyayı1 da Kur’an’daki lanetlenmiş ağacı2 da insanlar için fitne (imtihan,
test) dışında bir şey yapmadık. Ve onları korkutuyoruz. O zaman
da onların büyük azgınlığından başkasını artırmıyor.
1 17:1 ve 53:1-18’de belirtildiği gibi, Muhammed’in, Kur’an’ı
almak için en yüksek cennete olan yolculuğu bir testtir çünkü insanlar güven ve
itimat üzere Muhammed ile iman etmek zorundaydılar.
2 Burada
sözü edilen “lanetlenmiş ağaç” ile kastedilen 37:62, 44:43-44 ve 56:52’de
belirtildiği gibi nasıl olduğunu tam olarak bilemediğimiz zakkum ağacıdır. Cehennem
ateşi içinde biten Zakkum ağacına değiniliyor (37:62-66) “Cehennem ateşi” ifadesini mecazi olarak anlamak
istemeyenler, “ateşin içinde ağaç mı yetişir?” diyerek inkârlarında
fanatikleştiler. Allah, ikiyüzlülere ve inkâr etmek isteyenlere özellikle
bahane verir (2:26; 3:7; 17:82; 74:31).
61. Biz, meleklere de “Adem’e
secde1 edin.” dedik. Böylece iblis
(saptıran) hariç, hepsi secde ettiler. (İblis)
dedi ki: “Çamurdan yarattığın kimseye secde mi edeceğim!”
1 Secde; itaat etmek, emrine amade olmak, değerini takdir
etmek, üstünlüğünü kabul etmek ve saygı göstermek. İçtenlikle boyun eğmek.
Allah’ın evrene koyduğu işleyiş yasalarına tabi olmak.
Bu
ayet, ateşten yaratılan İblisin yaratılış kaynağı itibariyle kendisini insanın
yaratıldığı topraktan üstün görmesinin kibre ve haddini bilmezliğe
sürüklediğinin ifadesidir.
62. Dedi ki: “Şu benden kerim
(saygın, onurlu)1 kıldığını görüyor musun?
Eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen (bana
izin verirsen), çok azı hariç onun soyunu buyruğum altına alacağım.”
1
Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ”
(kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18,
50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11,
27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40;
70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.
63. Dedi
ki: “Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki cehenneme… Cezanız (karşılığınız)
bolca ve eksiksiz1 bir cezadır.
1 “مَّوْفُورًۭا” (mevfuren) sözcüğü, “bolca
verilmiş, dolu, eksiksiz, tamamlanmış, dolu ve eksiksiz” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
64. Haydi onlardan
gücünün yettiğini sesinle (vesvesenle)1 ayart. Piyadelerini ve süvarilerini de (bütün gücünü
de) onlara karşı seferber et. Onların mallarında ve evlatlarında da ortakları
ol2 ve onlara vaatlerde bulun. Şeytan (aldatan, saptıran),
onlara aldanmaktan3 başka bir şey vadetmez. (Benzer
mesaj: 4:120)
1 “صَوْتِ”
(savt) sözcüğü,
“ses, vesvese, ses çıkarmak, bağırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez
geçer: 17:64; 20:108; 31:19 (3 kez); 49:2 (2 kez); 49:3.
2 Mal ve evlatlarını onlara karşı kullan, kötülük
yaptır, günah işlet.
3 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak,
kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez
geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez);
33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.
65. Şüphesiz ki kullarımın
üzerinde senin bir sultanın (gücün, yetkin, otoriten) yoktur. Vekil1
olarak da Rabbin yeter.
1 Vekil: Her şeyi kontrol altında
tutan, her şeyin koruyucusu, yöneticisi, dayanağı ve kefili olan; varlığı
ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızkını veren; “canlı cansız tüm varlıkları
belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek
uygulayan.” Benzer mesajlar: 7:12-18; 15:42; 16:99; 17:61-65; 34:21; 38:75-82.
66. Rabbiniz odur ki, kendi
fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) arayasınız diye
sizin için gemileri denizde sürükleyendir1. Şüphesiz ki O,
size karşı Rahim’dir (Merhamet eden).”
1 “يُزْجِى” (yüczi) sözcüğü, “Sürüklemek,
yönlendirmek, itmek, zorla bir yere doğru gitmesini sağlamak” anlamına gelen “زَجَّ”
(zeccâ) sözcüğünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 12:88; 17:66;
24:43.
67. Ve denizde size bir sıkıntı
dokunduğu zaman yalvardıklarınız sapar.1 Sadece O (Allah) kalır. Öyle iken sizi
kurtarıp karaya çıkardığında (Allah’tan) yüz çevirirsiniz. Ve insan,
kafur (örten, nankör) olandır.
1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan
sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek
başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37,
149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41;
40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
68. Sizi karanın bir tarafına
batırmayacağından ya da üzerinize taş savuran bir kasırga göndermeyeceğinden
emin misiniz? Sonra kendiniz için hiçbir vekil bulamazsınız.
1 Vekil
sözcüğü ile ilgili açıklama 65’inci ayette yer alır.
69. Ya da sizi tekrar oraya
döndürerek bir kez daha üzerinize fırtına göndermeyeceğinden, küfretmenizden (örtmenizden,
inkarınızdan) dolayı da sizi suya gömmeyeceğinden1 emin misiniz?
Sonra kendinize Bize karşı tabi olacağınız (korumasına gireceğiniz)
birini bulamazsınız.
1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya
batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez
geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27;
25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.
70. Ve andolsun ki Ademoğlunu
kerem sahibi (saygın, onurlu) kıldık. Ve onları karada1
ve denizde taşıdık. Ve onları tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel ve
hoş şeyler) ile rızıklandırdık. Yarattıklarımızın çoğunun üzerine de faziletli
(ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık.2
1 “الْبَرِّ” (el-berr) sözcüğü, “kara” demektir. Bu
sözcük Kur’an’da 12 kez geçer: 5:96; 6:59, 63, 97; 10:22; 17:67, 68, 70; 27:63;
29:65; 30:41; 31:32.
2 İnsanın, eşref-i mahlukat (yaratılanların en
şereflisi) veya yaratılanların en üstünü olduğu şeklindeki ifadeler bu ayete
aykırıdır. Bu söylemlerin tersine, Allah’ın yarattığı varlıklar arasında,
insandan daha faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) varlıkların da olduğu bu
ayetten anlaşılmaktadır. Bu ayet 2:136, 253, 286; 3:84 ve 4:152 ayetleriyle
okunmalıdır.
71. Bütün insanları
imamlarıyla (önderleriyle) çağırdığımız gün, kimin kitabı (amel
defteri) sağıyla verilirse;1 işte onlar, kendi kitaplarını
kıraat ederler (okurlar). Ve onlara bir
kıl kadar2 da haksızlık edilmez.
1 Bu konuyla ilgili ayetlerde geçen “sağın halkı”
ifadesi, 17:71, 69:19 ve 84:7’de belirtildiği gibi mahşerde amel defteri
kendisine sağdan verilecek iyi kişiler, yaptıkları kulluk yeminlerine sadık
kalanlar; “solun halkı” ise 69:25 ve 84:10’da verilen bilgiler gereği bu defter
kendisine sol ve arka taraftan verilecek kötü kişiler demektir.
2 “فَتِيلًا” (fetiylên) sözcüğü, bir
şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade etmek için
kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça” şeklinde
çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.
72. Burada (dünyada)
kör olan kimse ise, bundan dolayı ahirette de kördür. Yolu da daha sapkındır.
73. Ve
eğer Bize iftira atman için sana yaklaşarak1 vahyettiğimiz şeyden (Kur’an’dan)
seni fitneye düşürebilselerdi, o takdirde seni halil (dost) edinirlerdi.
1 “كَادُو” (kaduv) sözcüğü,
Arapça bir fiildir ve “yaklaşmak” veya “neredeyse” anlamına gelir. Bu fiil, bir
şeyin gerçekleşmeye çok yakın olduğunu, fakat tam olarak gerçekleşmediğini
ifade eder. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:71; 17:73, 76; 25:42; 72:19.
74. Ve eğer seni dirençli (kararlı) kılmasaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin1.
1 Bu
ifade, “dayanmak, sağlam durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن” (r-k-n) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde
geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.
75. İşte o zaman,
hayatın sıkıntılarını1 da ölümün sıkıntılarını da sana tattırırdık.
Sonra, Bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.
1 “ضعف”
(di’afe) sözcüğü temel anlamıyla “iki kat, çift” veya “zayıflık” demektir.
Ancak bağlamına göre ‘zorluk, sıkıntı’ anlamlarını da ifade edebilir.
76. Ve o yerden (yurdundan) çıkarmak için seni neredeyse tedirgin1
ediyorlardı. Böyle olursa ardından az bir süre dışında kalamazlar.2
1 “hareket ettirmek, sarsmak, rahatsız etmek,
kışkırtmak, yerinden oynatmak” anlamlarına gelen “ف-ز-ز” (f-z-z) kökünden türemiş “يَسْتَفِزُّ”
(yestefizzu) sözcüğü “Kışkırtıyorlar, yerinden çıkarmaya çalışıyorlar” gibi
anlamlara gelir.
2 Nitekim Nebimiz Muhammed, Medine’ye göç ettikten
yaklaşık 10 yıl sonra Mekke kan dökülmeden fethedildi ve İslam’ı reddedenler
orayı terk etmek zorunda kaldı.
77. Senden önce resul olarak gönderdiğimiz kimseler
hakkındaki sünnetimiz (ilahi
yasamız) budur. Sünnetimizle1 de asla bir dönüşüme2
ulaşamazsın3.
1 “سُنَّة” (sünnet)
sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah”
(Allah’ın Sünneti) terimi de Allah’ın
koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman
değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde
tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38,
62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).
2 “تَحْو۪يلاً۟” (tehvilen) sözcüğü, “dönüşüm,
yönlendirme, döndürme” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer:
17:56, 77; 35:43.
3 “لَنْ تَجِدَ” (lâ tecide) ifadesi, “bulamazsın,
ulaşamazsın, göremezsin” anlamlarına gelir.
78. Zevalden
ğasaka1 kadar2 salatı doğru ve istikrarlı
biçimde yap3. Fecrin kur’anını4 da (yerine getir).
Çünkü fecrin
kur’anı tanık olandır/tanıklık edilendir.
1 “غَسَقَ”
(ğasak) sözcüğü “kararmak”, “gece
olmak” veya “kararmış gece” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 2
kez geçer: 17:78; 113:3.
2 Zevalden
(güneşin batı tarafına yönelmesinden) geceye kadar ifadesiyle öğle, ikindi,
akşam ve yatsı salatının kastedildiği belirtilmektedir. Fecrin,
yani sabah şafağının iyice yoğunlaştığı zaman fecir vaktinde fecir salatının
yapılacağı söylenmektedir. Yönelme dualarının vakitleriyle ilgili
benzer mesajlar: 2:238; 11:114; 20:130; 30:17-18; 50:39.
3 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık,
doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m)
kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât)
ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı
bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
4 Bu
ayette geçen “fecrin kur’anı” ifadesi: “Şafak duası yani fecir salatı”,
şafak çağrısı/daveti”, “şafak bildirisi”, “şafak vaktinde toplanma”, şafak
vaktinde Kur’an/vahiy okuma” ve “fecir ışıklarının toplanması” anlamlarına
gelir.
79. O halde gecenin
bir kısmında da kendin için fazladan1 gece uykusundan uyan2. Belki Rabbin seni Makam-ı
Mahmud’a (övgüye değer makama) ulaştırır.3
1 “نَافِلَة”
(nafile) sözcüğü, “fazladan, ek olarak” veya “isteğe bağlı”
bağlı gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Ancak bu ayette elçiye bir emir
verilmiş olduğundan dolayı, “isteğe bağlı” anlamının daha zayıf bir seçenek
olduğu düşünülmektedir. Nafile sözcüğü Kur’an’da 2 kez geçer: 17:79; 21:72.
2 “هَجَدَ” (hecede) sözcüğü, “gece uyanmak” veya “gece
uykusundan uyanmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette
geçmektedir. “Tehecced” terimi, kimi Kur’an çevirilerinde, “Teheccüd
namazı” veya “Teheccüd ibadeti” veya “Meditasyon (yani kıyam, rüku, secde gibi
ibadetler)” olarak çevrilmiştir.
3 Bu
ayet ile 33:50’nci ayet, Muhammed’e bildirilen her vahyin
Kur’an’da yer aldığının delilidir. Zira sadece ona özel olarak inen bir hükmün
Kur’an’da bulunuyor olması bunun göstergesidir.
80. De ki: “Rabbim, gireceğim yere sıdk (sadakatle, doğrulukla) girdir; çıkacağım yerden
de sıdk (sadakatle, doğrulukla) ile çıkar. Katından da benim için
yardımcı bir sultan (güçlü bir delil, yetki ve otorite) ver.”
81. Ve de ki: “Hak1 geldi ve batıl2 yok oldu3. Şüphesiz
ki batıl yok olmaya mahkumdur.4
1 “الْحَقّ”
(el-hakk) sözcüğü, “doğru, gerçek, hakikat, hakkaniyet” anlamlarına gelir.
2 “بَاطِلَ” (batıl) sözcüğü, “geçersiz, yalan,
dayanağı olmayan, haksız” anlamlarına gelir.
3 “زَهَقَ”
(zeheke) sözcüğü, yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi
anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da
5 kez geçer: 9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.
4 Benzer mesajlar: 7:118; 21:18; 34:49
82. Kur’an’dan da müminler
için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. (Kur’an),
zalimlerin de hüsranından (kaybından, zararından) başkasını artırmaz.
83. Ve insana nimet verirsek,
yüz çevirir ve yana çekilir. Ve bir şer (sıkıntı,
kötülük) ona temas ederse ye’se1 düşer (olur).
1 “يَأْس”
(ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110;
13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa); 65:4.
84. De ki “Herkes kendi karakterine1 göre amel (iş, hareket) eder.” Bundan
dolayı Rabbiniz, O, kimin hidayet (kılavuzluk) yolunda olduğunu en iyi
bilendir.
1 “شَاكِلَ”
(şâkil) sözcüğü, “şekil”, “biçim” anlamlarına gelir. Aynı
zamanda bir şeyin düzeni, yapısı veya karakteristik özelliklerini ifade etmek
için de kullanılabilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:84; 38:58.
85. Sana ruhtan1 soruyorlar.
De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Onun ilminden de pek azı dışında size (bilgisi)
verilmemiştir.”
1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal
Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.”
(Başlangıç 1:2)
“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve
(Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70
kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh
da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler.
(Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi
Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.
86. Ve eğer istersek, sana onunla
vahyettiğimizi kesinlikle gideririz (sileriz, geri alırız).
Ardından onunla ilgili olarak, Bize karşı kendin için bir vekil1
de bulamazsın.
1 Vekil sözcüğü ile ilgili açıklama 65’inci ayette yer
alır.
87. Ancak Rabbinden olan rahmet
hariç. Şüphesiz ki senin üzerindeki fazlı1 büyüktür.
1 “فَضْل”
(fazl) sözcüğü, “fazlalık, bolluk, nimet, lütuf ve rahmet” anlamlarına
gelir.
88. De
ki: “Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’an’ın benzerini getirmek için toplansalar,
birbirlerine de destek olsalar1, onun benzerini getiremezler.”2
1 “ظَه۪يراً”
(zâhiyren) sözcüğü, “arka çıkmak, sırt çıkmak, sırtlamak, destek olmak,
yardımlaşmak” anlamlarına gelir.
2 Bu ayet tehaddî de denen “meydan okuma”
ayetlerinden biridir. Kur’an’ın bütünüyle ilgili bir meydan okuma olmamış,
sadece bazı bölümleriyle meydan okunmuştur. Meydan okuma ayetleri, sırasına
göre; yaklaşık 60-70 surelik meydan okuma 17:88, 52:34’te; on surelik meydan
okuma 11:13’te; tek surelik meydan okuma ise 10:38 ve 2:23-24’tedir.
Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez
oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki
metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir
kriter yoktur. Kur’an’ın Allah kelamı
oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir
değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın
matematiksel mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören
Huruf-u Mukatâ denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin
sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.
89. Andolsun ki bu Kur’an’da
insanlar için tüm örneklerden açıkladık.1 Buna rağmen insanların çoğu sadece küfürde diretti2.
1 Benzer mesajlar: 17:41,89; 18:54; 29:43; 30:58; 39:27;
59:21.
2 “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek,
karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer:
2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.
90. Ve dediler ki: “Bizim
için yerden bir pınar fışkırtıncaya1
kadar sana iman etmeyiz.
1 “فَجَّرَ” (feccere) kelimesi
"fışkırtmak" anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 11
kez geçer: 2:60, 74; 17:90, 91 (2 kez); 18:33; 36:34; 54:12; 76:6 (2 kez);
82:3.
91. Ya da hurmalıklardan
ve üzümlerden bir bahçen olmalı. Aralarından da fışkıran nehirler fışkırtırsın.
92. Ya da iddia ettiğin gibi göğü parça parça1 üzerimize indir. Ya da Allah ile ve meleklerle
karşımıza gelirsin.
1 “كِسَفًا”
(kisefen) sözcüğü, “parçalar, dilimler, parça parça” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:92; 26:187; 30:48; 34:9; 52:44.
93. Ya da süslerden1 bir evin olmalı veya göğe yükselmelisin. Kıraat
edeceğimiz (okuyacağımız, bildireceğimiz) bir kitap
indirmedikçe de yükselişine asla iman etmeyiz!” De ki: “Rabbim
Sûbhân’dır
(her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Ben sadece bir beşer (insan), bir resul (elçi) değil miyim!”
1 “زُخْرُفٍ”
(zuhruf) sözcüğü, “altın süs” veya “değerli süs” anlamlarına gelir. Bu ifade
Kur’an’da 4 kez geçer: 6:112; 10:24; 17:93; 43:35.
94. Kendilerine hidayet (rehber, vahiy) geldiğinde, insanları iman
etmekten alıkoyan şey, sadece “Allah, bir beşeri, resul mü gönderdi?” demeleridir.1
1 İnkârcıların bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili
benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 25:41; 26:154,
186; 36:15; 54:24-25; 64:6.
95. De
ki: “Eğer yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı, elbette ki onlara gökten bir
meleği resul (elçi) gönderirdik.”
96. De
ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla
Habir’dir (haberdardır),
Basir’dir (Görendir).ı
1 “Şüphesiz ki O, kendi kullarıyla
Habir’dir, Basir’dir.” cümlesi 30’uncu ayette de tekrarlanmaktadır.
97. Ve Allah, kime hidayet (kılavuzluk) ederse, mühtedi (hidayete
eren) odur. Kimi de saptırırsa, o zaman onlar için O’nun dışında bir evliya1
(dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) bulamazsın. Kıyamet Günü de
onları kör ve sağır ve dilsiz bir halde yüzüstü haşrederiz2. Varacakları
yer Cehennemdir. Ne zaman söndüyse, onlar için yakıcı ateşi3 artırdık.
1 Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de
yer alır.
2 “حَشَرَ” (haşara) sözcüğü, “bir araya getirmek, bir yere toplamak” anlamlarına
gelir.
3 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş,
yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55;
17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5,
10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.
98. Onların
cezası (karşılığı) işte budur. Çünkü onlar ayetlerimiz
ile1 küfrettiler (gerçeği örttüler) ve dediler ki: “Bizler,
kemik haline gelmişken ve ufak parçalara dönüşmüşken mi, gerçekten biz mi yeni
bir yaratılışla diriltilecek olanlarız?”2
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya
“ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35,
82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11.
99. Yoksa görmüyorlar mı?
Şüphesiz ki Allah, O, gökleri ve yeri yarattı. Onların benzerini yaratmaya da
Kadirdir. Onlar için de kendisinde reyb1 (kuşku, belirsizlik) olmayan bir ecel (ölüm
zamanı) belirlemiştir. Buna rağmen zalimler küfürden (inkârdan)
başkasını istemezler2.
1 Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik,
kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.
2 “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek,
karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer:
2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.
100. De ki: “Eğer sizler, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip
olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla infak etmez (kimseye vermez), tutardınız.” İnsan da çok
cimrilik1 edendir.
1 “قَتَرَ”
(katârâ) sözcüğü, “karanlık, duman, sıkıntı, karamsarlık, kasvet” gibi
anlamlar gelmektedir. Bu kelimenin kökeninden türeyen “قَتُورًا” (katuvran)
sözcüğü ise “çok cimrilik eden, karamsar, sıkıntılı, geçim sıkıntısı çeken”
gibi anlamlar taşır. Bu anlamlar, kelimenin kullanıldığı bağlama göre
değişebilir. Bu kökten türemiş sözcükler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:236; 10:26; 17:100; 25:67;
80:41.
101. Andolsun
ki Musa’ya beyyineler (apaçık deliller, açık
kanıtlar) olan dokuz ayet1 verdik. O halde İsrailoğullarına
sor. (Musa) onlara geldiği zaman firavun
ona demişti ki: “Ey Musa! Şüphesiz ki ben, senin büyülenmiş olduğunu zannediyorum
(düşünüyorum).”
Bunlar sırasıyla
şöyledir: Kan (Çıkış, 7:14-25), kurbağa (Çıkış, 8:1-15), bit
(Çıkış, 8:16-19), haşere (Çıkış, 8:20-32), salgın hastalık (dever)
(Çıkış, 9:1-7), çıban (Çıkış, 9:8-12), dolu (Çıkış, 9:13-35), çekirge
(Çıkış, 10:1-20) ve zifiri karanlık (Çıkış, 10:21-29)
Bu ayetler (belalar) firavuna haber
verilerek gösterilen işaretlerdir. Bu belalar, firavun ve halkı için büyük
felaketlere neden oldu.
Firavun ve halkının yaşadığı en büyük
felaket ise; insanların ve hayvanlarının İbranice’de “behor” adı verilen ilk
doğan erkek çocuklarının aynı gece ölmesidir. Bu olay Tevrat’ta Çıkış Kitabı’nda
ayrıntılı olarak anlatılmaktadır (Çıkış, 11:1-10; 12:1-32).
Bu belanın (felaketin) diğerlerinden
farkı; öncekiler İsrailoğullarını bırakması için firavuna gösterilen işaretler (uyarılar)
idi. Bu defa firavundan İsrailoğullarını serbest bırakması da istenmemiştir. İsrailoğullarını
serbest bırakmayan firavuna ve ona uyan halkına verilen cezadır.
Bu cezadan sonra firavuna ve
yandaşlarına son bir ceza daha verilecek ve hepsi suda boğulacak.
Kur’an’da ise Musa’ya verilen 9 ayetten (kanıt, işaret, mucize) söz edilmekte, ancak bunların
hepsinden söz edilmemektedir (Araf, 7:101; Neml, 27:12) Kur’an’da
Araf, 7:133 ayetinde “tufan (sel), çekirge, haşere, kurbağa ve kan” şeklinde
sadece 5 ayetten (kanıt,
işaret, mucize) söz edilmektedir. Tevrat’ta söz edilmeyen, ancak
Kur’an’da belirtilen “tufan” (sel) mucizesi, büyük bir ihtimalle Tevrat’ta sözü
edilen “dolu” mucizesi neticesinde oluşan bir felakettir.
Ancak maalesef bu husus ile ilgili
olarak Tevrat’ta neler yazılmış olduğunu araştırmayanlar, diğer 4 ayet için Musa
Nebi’nin göstermiş olduğu şu mucizelerden bir kısmını sayarlar: 1- Musa’nın,
elini koynuna sokunca beyaz ele dönüşmesi, 2- Asanın yılana (ejderhaya)
dönüşmesi ve diğer yılanları yutması, 3- Asa ile Kızıldeniz’i yarması, 4-
Firavun ve ordusunun boğulması, 5- Asa ile kayadan on iki su fışkırtması, 6- Sina
Dağı’nı İsrailoğullarının üzerlerine kaldırması, 7- Çölde bıldırcın eti ve
selva yağması, vb.
Yüce
Allah, Neml suresi 27:12’nci ayetinde bu 9 ayetin firavun ve halkına
gösterildiğini belirtmektedir. Oysa bunlar, Tevrat’ta sayılan ve
firavun ve halkına haber verilerek gösterilen ve her biri onlar için felakete
dönüşen 9 ayet (delil, işaret, mucize) değildir.
102. (Musa)
dedi ki: “Andolsun
ki, göklerin ve yerin Rabbinden başkasının bunları indirmediğini biliyorsun. (Bunlar) gerçekleri ortaya koyan
delillerdir1. Ey firavun,
şüphesiz ki ben de senin mahvolmuş2 biri olarak zannediyorum (düşünüyorum).”
1 “بَصَٓائِرَ” (basa’ira) sözcüğü, “görüşler, aydınlatıcı
işaretler veya gerçekleri ortaya koyan deliller” anlamlarına gelir.
2 “ثُبُور” (subûr) sözcüğü “helâk
olmak, yok oluş, perişanlık, mahvolma” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da
5 kez geçer: 17:102; 25:13 (2 kez), 14; 84:11.
103. Böylece onları
yurtlarından çıkarmak istedi. Bunun üzerine Biz de onu (firavunu)
ve beraberindekileri topluca suya gömdük.
104. Onun ardından da İsrailoğullarına dedik ki: “Yeryüzünde
yerleşin. Ahiretin (sonuncunun)
vaadi geldiği zaman da sizleri bir araya toplayıp1 getireceğiz.”2
1 Bu
sözcük, “لَفَّ” (leffe) kökünden türemiştir
ve kök anlamı “sarıp sarmalamak”, “çevrelemek”, “bir araya toplamak” gibi
anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 3 kez geçer: 17:104;
75:29; 78:16.
2 İsrailoğullarına, yeni topraklar verilmesi, Tevrat,
Yasanın Tekrarı 30:2-5 ayetlerinde de belirtilmektedir.
105. Onu (Kur’an’ı)
da hak (bir amaç) ile indirdik, o da bir hak ile indi. Seni de bir müjdeci
ve bir uyarıcı olman dışında (bir amaçla) göndermedik.
106. Ve bir Kur’an (okunan,
bildirilen) olarak onu insanlara uzun bir süre1 kıraat
etmen (bildirmen, ilan etmen) için ayırdık ve bölümler halinde indirdik.2
1 “مُكْثٍ”
(muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak”
anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10;
27:22; 28:29; 43:77.
2 “تَنْز۪يلاً”
(tenzilen) kelimesi, “kademeli olarak indirme”, “aşama aşama indirme”,
“bölümler halinde indirme” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez
geçer: 17:106; 25:55; 76:23.
Bu
ayette Kur’an’ın topluca değil de art arda indirilmesinin gerekçesinin, hayata
okunması ve hayata dokunması olduğuna dikkat çekilmektedir. Benzer mesaj: 25:32.
107. De ki: “İster onunla iman
edin ister iman etmeyin. Önceden kendilerine ilim verilmiş olan kimselere tilavet
edildiğinde (okunup uyulduğunda) elbette ki çeneleri
üzerine secdeye kapanırlar.1
1 Vahiy aracılığı ile bilgi sahibi
olanlar. Daha önce kendilerine kitap verilenler. Ayetteki ilim sözcüğünden
kasıt vahiydir. Kur’an, ilim sözcüğünü daha çok “vahiy” anlamında
kullanmaktadır.
108. Ve derler ki: “Rabbimiz Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Şüphesiz ki Rabbimizin
vaadi kesin olarak gerçekleşti.”
109. Ve çeneleri üzerine
kapanarak ağlarlar ve bu, onların huşularını (saygılarını,
içtenliklerini) artırır.
110. De
ki: “İster ‘Allah’ diye dua edin ister ‘Râhmân’ (lütufkâr,
rahmeti alemlerdeki tüm varlıkları kaplayan) diye dua edin!1 Hangisiyle dua ederseniz edin, nihayetinde en güzel
isimler2 O’nundur.”
Salatınla3 da gösteriş
yapma,4
Onunla da gizlenme (yaptığını gizleme)5; ikisi arasında bir
yol amaçla6.
1 Kur’an, ilah (Yüce olan) kelimesini birçok ayette
Allah için de kullanıyor. Örneğin, Kur’an’ın son suresinde Rabbimiz
(efendimiz), “ilahin nas” (İnsanların En Yücesi) olarak tanımlanıyor. “La ilahe
illa Allah” ifadesi “Bilinen Allah’ın dışında ilah (En Yüce olan) yoktur” biçiminde
Türkçeye çevrilebilir. Bu ayet 7:180 ayetiyle birlikte okunmalıdır.
2 “Esma’ul Husna”
ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24) geçmektedir. Bu ifade ile ilgili
açıklama 7:180 ayetinde yer alır.
3 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
4 “جَهْرِ”
(cehr) sözcüğü, “yüksek
sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez
geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110;
49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
5 خَفَتَ” (khafata) sözcüğü, kullanım
bağlamına göre “sesin kısılması, ışığın azalması, bir duygunun etkisinin
hafiflemesi ve bir şeyin gizli kalması veya fark edilmemesi” gibi anlamlara
gelebilmektedir. “خَفَتَ” (khafata) sözcüğü, “sessiz
konuşmak, kısık sesle konuşmak, sesi alçaltmak” anlamlarına gelir. “خَفَتَ”
sözcüğünden türemiş ifadeler, Kur’an’da 15 kez geçer: 17:110; 20:103; 68:23.
6 “وَابْتَغِ” (vebtaği) ifadesi, “iste, talep et,
ara, amaçla” anlamlarına gelir. Bir fiil olan “ابْتَغَى”
kökünden gelir ve “bir şeyi samimiyetle istemek”, “ona ulaşmak için çaba
göstermek” anlamlarına gelir.
111. Ve
de ki: “Hamd Allah’ındır. O ki, evlat edinmez, Kendi mülkünde de ortağı yoktur.
O’nun, zülden1 (zillet içinde olandan, aşağı olanlardan,
acizden) bir velisi (dostu, rehberi, koruyup
gözeteni) olmaz.
Ve O’nu yücelterek tekbir getir.
1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani
aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade
eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123;
5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45;
58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)