Sure, Medine döneminde
inmiştir ve nüzul sırasına göre 111. suredir. Adını, müminlere büyük bir zaferi
müjdeleyen ilk ayetinden almıştır. Sure 29 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Biz,
sana apaçık bir fetih (zafer)
açtık.
Bu ifade tam 19 Arapça harften
oluşmaktadır ve Bu Mekke’nin fethedileceğinin müjdesi yanında, Kur’an’daki kodlu
matematiksel sistemin keşfi ile de Nebimiz Muhammed’e verilen
mucizenin zaferi de müjdelenmektedir.
2. Böylece Allah, senin geçmiş ve sonraki günahlarını1 bağışlasın, sana nimetini tamamlasın ve
seni sırat-ı müstakime2 (dosdoğru olan yola) erdirsin.
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık
duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk",
"günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın
çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte
Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6;
7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40;
33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11;
71:4; 81:9; 91:14.
2 “Sırat-ı Müstakim” ile
ilgili açıklama 1:6’da yer alır.
3. Allah
da sana aziz (yüce, şanlı) bir yardım ile yardım etsin.
4. Müminlerin
imanlarını arttırmak için kalplerine sekinet indiren O’dur.ı Göklerin
ve yerin orduları da Allah’ındır.2 Alim (her
şey bilen), Hâkîm (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren)
olan da Allah’tır.
ı Sekinet; Arapça’da
sakinlik, gönül huzuru, itminan ve kalp huzuru anlamına gelir. Benzer mesajlar:
3:173; 8:2; 9:124; 18:13; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 74:31.
2 Benzer
mesajlar: 48:7; 74:31.
5. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde kalıcı
olacakları altından nehirler akan cennetlere yerleştirecek
ve onların kötülüklerini1 örtmek
içindir. Allah katında âzîm2 (yüce)
kurtuluş işte budur.
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”,
“zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten
türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü
eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
6. Ve
(yine bu yardım), Allah hakkında kötü zanlarda (varsayımlarda)
bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik
kadınlara da azap etmek içindir. Kötülükleri
onlara dönsün! Allah onlara gazap etmiştir; onları lanetlemiş ve
cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü varış yeridir!
7. Göklerin
ve yerin orduları Allah’ındır. Aziz olan (mutlak
güç ve otorite sahibi olan), Hakîm olan (Lehte ve aleyhte hak ile ve
hikmet ile hüküm veren) da Allah’tır.
8. Biz,
seni bir tanık, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
9. Allah ve resulü ile (onların aracılığıyla) iman etmeniz
ve O’nu (Allah’a) savunup desteklemeniz1 ve O’na tazarruda2
bulunmanız (acziyetinizi ifade ederek tevazu üstüne tevazu göstererek
istekte bulunmanız) ve fecir
vakti3
ve akşamüstü (ikindi)4 O’nu tesbih5 etmeniz içindir.
1 Tuazziru;
savunup
destekleyin demektir. Bu fiil Kur’an’da 3 kez geçer: 5:12; 7:157; 48:9.
2 Tazarru:
Allah’ın yüceliği karşısında küçülerek, basitliğinin, muhtaçlığının bilincinde
olarak, acziyetini ifade ederek tevazu üstüne tevazu
göstererek istekte bulunmak, demektir.
3 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi
“بكر” (b-k-r)
kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”,
“temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da
fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42;
40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.
4 “اَصِيل” (asîl) kelimesi,
Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu
kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve
gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da
10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5;
76:25.
“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ),
yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42;
48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir
ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ”
(ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ”
(ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ”
(‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2
kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak),
yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.
5 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
10. Sana
biat eden kimseler, aslında Allah’a biat etmişlerdir.1
Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. O halde kim ahdini bozarsa, şüphesiz
ki kendi aleyhine bozmuş olur ve kim de Allah ile olan
ahdine (sözüne)
vefa gösterirse, bundan dolayı (Allah),
ona âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verecektir.
1 Biat
kelimesi, bağlılık yemini yapmak üzere ellerin birbirinin üzerine konulması
işlemidir. Allah’ın o biatı onayladığı ve rızası olduğu da görülmektedir. 60:12’de
de Resul’e biatten söz edilmektedir.
11. Araplardan
geride kalmış olanlar sana, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Bizim
için bağışlanma dile!” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle
söylerler. De ki: “(Allah) size bir zarar vermek veya size bir fayda sağlamak
isterse, Allah’ın sizin için istediğine kim engel olabilir ki?” Bilakis, Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
12. “Bilakis,
siz resul ile müminlerin bir daha ailelerine dönmeyeceği varsayımında
bulundunuz. Bu da gönüllerinizde süslü göründü (pek de hoşunuza gitti). Kötü
bir zan ile la zanda (varsayımda) bulundunuz ve yok olmayı hak eden bir
topluluk oldunuz.
13. Kim,
Allah ve resulü ile iman etmezse, bilsin ki kafirler için yakıcı bir ateşı
hazırladık.
ı “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş,
yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55;
17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5,
10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.
14.
Göklerin ve yerin mülkü (egemenliği) Allah’ındır. O istediğini
bağışlar, istediğini de cezalandırır. Allah, Gafur (günahları örten ve bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden)
olandır.
Benzer
mesajlar: 2:284; 3:129; 5:18, 40; 29:21.
15. Ganimetleri
almak için gittiğinizde, geri bırakılanlar, “Müsaade edin sizinle gelelim.” diyecekler.
Onlar, Allah’ın kelamını (sözlerini, hükmünü) değiştirmek istiyorlar. De
ki: “Siz, asla bizimle gelemezsiniz. Allah, daha önce böyle bildirdi.” O zaman
da: “Hayır, siz bize haset ediyorsunuz (bizi çekemiyorsunuz).”
diyecekler. Bilakis, onlar anlayışı kıt kimselerdir.
Haset: Çekememezlik;
bir
kimsede olan bir şeyin onda olmayıp, kendinde olmasını veya onun da mahrum
kalmasını istemektir. Haset sözcüğü Kur’an’da 5 defa (2:109; 4:54; 48:15; 113:5-2-)
geçmektedir.
16. Araplardan
geride kalmış olanlara de ki: “Siz ileride çok güçlü bir kavme karşı
çağrılacaksınız. Onlar teslim oluncaya kadar onlarla savaşacaksınız. İtaat
ederseniz, Allah size hasen (güzel, iyi, hoş) bir ecir (karşılık)
verecektir. Daha önce döndüğünüz gibi yine (ahitten) dönecek olursanız
size acıklı bir azapla azap eder.
17. Köre
(amaya) zorluk (sorumluluk) yoktur, topala zorluk
yoktur, güçlük çeken hastaya da zorluk yoktur. Kim Allah’a ve resulüne
itaat ederse, Allah onu altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse, ona da acıklı
bir azapla azap eder.
“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92
ayetinde yer alır. Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92;
8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12
18. O
ağacın altında sana biat ettiklerinde, Allah o müminlerden razı olmuştur.
Kalplerinde olanı bildi, onlara sekinet (huzur ve güven duygusu)
indirdi ve onlara yakın bir fetih (zafer) verdi.
19.
Ve alacakları birçok ganimetler (bahşetti). Aziz olan (mutlak güç ve otorite sahibi olan), Hakîm olan (Lehte ve
aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) da Allah’tır.
20. Allah,
size elde edeceğiniz birçok ganimet vadetti. Bunları hemen size verdi,
insanların ellerini de sizden çekti (size el uzatmalarına,
saldırmalarına engel oldu). Müminler için ayet (kanıt) olsun ve sizi sırat-ı
müstakime (dosdoğru olan yola) erdirsin diye.
21. Henüz
elde edemediğiniz ama Allah’ın kuşattığı başka şeyler de
var. Her şeye Kadir olan (her şeye gücü yeten) da Allah’tır.
22. Kâfirler
sizinle savaşacak olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı. Kendilerine de ne bir
veli (dost, rehber, koruyup gözeten) bulabilirlerdi ne de bir yardımcı.
23. Bu,
Allah’ın öteden beri süregelen sünnetidir (yasasıdır). Allah’ın
sünnetiı ile de asla bir değişikliğe2 ulaşamazsın3.
ı “سُنَّة”
(sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah”
(Allah’ın Sünneti) terimi de Allah’ın
koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman
değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde
tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38,
62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).
2 “تَبْدِيل”
(tebdil) sözcüğü, “Bir şeyi başka bir şeyle değiştirme” veya “yerine başka bir
şey koyma” anlamlarına gelir.
3 “لَنْ
تَجِدَ” (lâ tecide) ifadesi, “bulamazsın, erişemezsin, ulaşamazsın,
göremezsin” anlamlarına
gelir.
24. Sizi,
Mekke’nin merkezinde onlara galip kıldıktan sonra, onların ellerini sizden,
sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Yapmakta olduklarınızı gören de Allah’tır.
25. Onlar,
sizin Mescid-i Haramıı ziyaretinizi ve hediyelerin2 yerine
ulaşmasını engelleyen kafirlerdir. Eğer kendilerini
tanımadığınızdan dolayı yanlışlıkla öldürüp vicdan azabı duyacağınız mümin
erkekler ve mümin kadınlar bulunmasaydı... Allah istediğini rahmetine dahil
eder. Eğer birbirinden ayrılmış olsalardı, kâfirlere acıklı bir azapla azap
ederdik.
ı “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına
gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade
eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi
yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu
birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında
kullanılır. Bu ayette de Mescid’i
Haram ile ilgili olarak Allah’ın koyduğu yasaklar şunlardır:
1- Müşriklerin Kabe’ye yaklaşması
yasaklanmıştır. Bkz: 9:28.
2- Kabe bölgesinde
birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak
yasaklanmıştır. Bkz: 2:191; 29:67; 27:91.
3- Kâbe’yi ziyaret etmek
isteyen müminleri engellemek yasaklanmıştır. Bkz: 48:25; 22:55.
4- Kâbe’yi ziyaret etmek
isteyen müminlerin ihramlıyken avlanmaları yasaklanmıştır. Bkz: 5:95, 96.
2 Hedy ile ilgili açıklama 2:196 ayetinde yer alır.
26. Kafirler,
cahiliye öfke ve bağnazlığını kalplerinde taşıyorlardı. Allah da resulüne ve
müminlere sekineti (huzur
ve dinginlik) indirdi ve onları takva (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma) sözüne bağlı kıldı. Onlar, bunu
hakketmiş ve buna ehil olan kimselerdi. Her şeyi bilen de Allah’tır.
27. Allah,
resulünün rüyasını hak (gerçek, amaç) ile doğruladı. İnşallah
(Allah isterse) güven içinde başlarınızı tıraş edilmiş ve kısaltmış1
olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a (Allah’ın bazı yasaklar koyduğu mescide) gireceksiniz.
Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka da size yakın bir fetih verdi.
1 “قَصْرِ” (kasr)
kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”,
“sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10;
37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.
28. Dinini
bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidayet (kılavuz)
ve hak (doğru, gerçek) din ile gönderen O’dur.ı Şahit olarak da Allah yeter.
ı Ayetteki
“onu bütün dinlere üstün kılmak için” ifadesiyle Allah, Muhammed’i
görevlendirmesinin gerekçesini ortaya koymaktadır. Çünkü 3:19, 83 ve 85’te de
belirtildiği gibi, Allah katında tek din İslam’dır (teslimiyet dinidir) ve
bunun dışındaki din edinme arayışları kesinlikle kabul edilmeyecektir.
29. Muhammed,
Allah’ın Resulüdür. Onun yanında olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine
karşı merhametlidirler. Onları rükû halinde, secde halinde
ve Allah’tan bağışlanma ve rızasını ararken görürsün. Onların belirtileri,
yüzlerindeki secde izleridir. Bu, onların Tevrat’taki misalidir (benzetmesidir).
İncil’deki misali (benzetmesi) ise şöyledir: Filizini yarıp çıkarmış,
onu güçlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine istiva eden (yerleşen, dik
duran, olgunlaşan) bir ekin gibidir; çiftçilerin hoşuna gider1.
Kafirleri, bunlarla öfkelendirir. Allah, onlardan iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
kimselere mağfiret (bağışlanma) ve âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık)
vadetmiştir.2
1
Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”,
“etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221
(2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.
2 Bu
niteliklerle ilgili olarak Tevrat’tan Yasanın Tekrarı 33:2 ve 3 ayetleri örnek
verilebilir. İncil’den ise Matta 13:31-32 ayetleri ile Markos 4:26-29 ayetleri
örnek verilebilir.