48. FETİH SÛRESİ

Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 111. suredir. Adını, müminlere büyük bir zaferi müjdeleyen ilk ayetinden almıştır. Sure 29 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Biz, sana apaçık bir fetih (zafer) açtık.

Bu ifade tam 19 Arapça harften oluşmaktadır ve Bu Mekke’nin fethedileceğinin müjdesi yanında, Kur’an’daki kodlu matematiksel sistemin keşfi ile de Nebimiz Muhammed’e verilen mucizenin zaferi de müjdelenmektedir.

2. Böylece Allah, senin geçmiş ve sonraki günahlarını1 bağışlasın, sana nimetini tamamlasın ve seni sırat-ı müstakime2 (dosdoğru olan yola) erdirsin.

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

2 “Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

3. Allah da sana aziz (yüce, şanlı) bir yardım ile yardım etsin.

4. Müminlerin imanlarını arttırmak için kalplerine sekinet indiren O’dur.ı Göklerin ve yerin orduları da Allah’ındır.2 Alim (her şey bilen), Hâkîm (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) olan da Allah’tır.

ı Sekinet; Arapça’da sakinlik, gönül huzuru, itminan ve kalp huzuru anlamına gelir. Benzer mesajlar: 3:173; 8:2; 9:124; 18:13; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 74:31.

2 Benzer mesajlar: 48:7; 74:31.

5. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde kalıcı olacakları altından nehirler akan cennetlere yerleştirecek ve onların kötülüklerini1 örtmek içindir. Allah katında âzîm2 (yüce) kurtuluş işte budur.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

            2 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

6. Ve (yine bu yardım), Allah hakkında kötü zanlarda (varsayımlarda) bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara da azap etmek içindir.  Kötülükleri onlara dönsün! Allah onlara gazap etmiştir; onları lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü varış yeridir!

7. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Aziz olan (mutlak güç ve otorite sahibi olan), Hakîm olan (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) da Allah’tır.

8. Biz, seni bir tanık, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

9. Allah ve resulü ile (onların aracılığıyla) iman etmeniz ve O’nu (Allah’a) savunup desteklemeniz1 ve O’na tazarruda2 bulunmanız (acziyetinizi ifade ederek tevazu üstüne tevazu göstererek istekte bulunmanız) ve fecir vakti3 ve akşamüstü (ikindi)4 O’nu tesbih5 etmeniz içindir.

            1 Tuazziru; savunup destekleyin demektir. Bu fiil Kur’an’da 3 kez geçer: 5:12; 7:157; 48:9.

2 Tazarru: Allah’ın yüceliği karşısında küçülerek, basitliğinin, muhtaçlığının bilincinde olarak, acziyetini ifade ederek tevazu üstüne tevazu göstererek istekte bulunmak, demektir.

3 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

4 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

5 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

10. Sana biat eden kimseler, aslında Allah’a biat etmişlerdir.1 Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. O halde kim ahdini bozarsa, şüphesiz ki kendi aleyhine bozmuş olur ve kim de Allah ile olan ahdine (sözüne) vefa gösterirse, bundan dolayı (Allah), ona âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verecektir.

1 Biat kelimesi, bağlılık yemini yapmak üzere ellerin birbirinin üzerine konulması işlemidir. Allah’ın o biatı onayladığı ve rızası olduğu da görülmektedir. 60:12’de de Resul’e biatten söz edilmektedir.

11. Araplardan geride kalmış olanlar sana, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Bizim için bağışlanma dile!” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “(Allah) size bir zarar vermek veya size bir fayda sağlamak isterse, Allah’ın sizin için istediğine kim engel olabilir ki?” Bilakis, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

12. “Bilakis, siz resul ile müminlerin bir daha ailelerine dönmeyeceği varsayımında bulundunuz. Bu da gönüllerinizde süslü göründü (pek de hoşunuza gitti). Kötü bir zan ile la zanda (varsayımda) bulundunuz ve yok olmayı hak eden bir topluluk oldunuz.

13. Kim, Allah ve resulü ile iman etmezse, bilsin ki kafirler için yakıcı bir ateşı hazırladık.

ı “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

14. Göklerin ve yerin mülkü (egemenliği) Allah’ındır. O istediğini bağışlar, istediğini de cezalandırır. Allah, Gafur (günahları örten ve bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden) olandır.

Benzer mesajlar: 2:284; 3:129; 5:18, 40; 29:21.

15. Ganimetleri almak için gittiğinizde, geri bırakılanlar, “Müsaade edin sizinle gelelim.” diyecekler. Onlar, Allah’ın kelamını (sözlerini, hükmünü) değiştirmek istiyorlar. De ki: “Siz, asla bizimle gelemezsiniz. Allah, daha önce böyle bildirdi.” O zaman da: “Hayır, siz bize haset ediyorsunuz (bizi çekemiyorsunuz).” diyecekler. Bilakis, onlar anlayışı kıt kimselerdir.

            Haset: Çekememezlik; bir kimsede olan bir şeyin onda olmayıp, kendinde olmasını veya onun da mahrum kalmasını istemektir. Haset sözcüğü Kur’an’da 5 defa (2:109; 4:54; 48:15; 113:5-2-) geçmektedir.

16. Araplardan geride kalmış olanlara de ki: “Siz ileride çok güçlü bir kavme karşı çağrılacaksınız. Onlar teslim oluncaya kadar onlarla savaşacaksınız. İtaat ederseniz, Allah size hasen (güzel, iyi, hoş) bir ecir (karşılık) verecektir. Daha önce döndüğünüz gibi yine (ahitten) dönecek olursanız size acıklı bir azapla azap eder.

17. Köre (amaya) zorluk (sorumluluk) yoktur, topala zorluk yoktur, güçlük çeken hastaya da zorluk yoktur. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, Allah onu altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse, ona da acıklı bir azapla azap eder.

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12

18. O ağacın altında sana biat ettiklerinde, Allah o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bildi, onlara sekinet (huzur ve güven duygusu) indirdi ve onlara yakın bir fetih (zafer) verdi.

19. Ve alacakları birçok ganimetler (bahşetti). Aziz olan (mutlak güç ve otorite sahibi olan), Hakîm olan (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) da Allah’tır.

20. Allah, size elde edeceğiniz birçok ganimet vadetti. Bunları hemen size verdi, insanların ellerini de sizden çekti (size el uzatmalarına, saldırmalarına engel oldu). Müminler için ayet (kanıt) olsun ve sizi sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) erdirsin diye.

21. Henüz elde edemediğiniz ama Allah’ın kuşattığı başka şeyler de var. Her şeye Kadir olan (her şeye gücü yeten) da Allah’tır.

22. Kâfirler sizinle savaşacak olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı. Kendilerine de ne bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) bulabilirlerdi ne de bir yardımcı.

23. Bu, Allah’ın öteden beri süregelen sünnetidir (yasasıdır). Allah’ın sünnetiı ile de asla bir değişikliğe2 ulaşamazsın3.

ı “سُنَّة” (sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah” (Allah’ın Sünneti) terimi de  Allah’ın koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38, 62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).

2 “تَبْدِيل” (tebdil) sözcüğü, “Bir şeyi başka bir şeyle değiştirme” veya “yerine başka bir şey koyma” anlamlarına gelir.

3 “لَنْ تَجِدَ” (lâ tecide) ifadesi, “bulamazsın, erişemezsin, ulaşamazsın, göremezsin” anlamlarına gelir.

24. Sizi, Mekke’nin merkezinde onlara galip kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Yapmakta olduklarınızı gören de Allah’tır.

25. Onlar, sizin Mescid-i Haramıı ziyaretinizi ve hediyelerin2 yerine ulaşmasını engelleyen kafirlerdir. Eğer kendilerini tanımadığınızdan dolayı yanlışlıkla öldürüp vicdan azabı duyacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar bulunmasaydı... Allah istediğini rahmetine dahil eder. Eğer birbirinden ayrılmış olsalardı, kâfirlere acıklı bir azapla azap ederdik.

ı “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır. Bu ayette de Mescid’i Haram ile ilgili olarak Allah’ın koyduğu yasaklar şunlardır:

1-  Müşriklerin Kabe’ye yaklaşması yasaklanmıştır. Bkz: 9:28.

2- Kabe bölgesinde birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak yasaklanmıştır. Bkz: 2:191; 29:67; 27:91.

3- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminleri engellemek yasaklanmıştır. Bkz: 48:25; 22:55.

4- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminlerin ihramlıyken avlanmaları yasaklanmıştır. Bkz: 5:95, 96.

2 Hedy ile ilgili açıklama 2:196 ayetinde yer alır. 

26. Kafirler, cahiliye öfke ve bağnazlığını kalplerinde taşıyorlardı. Allah da resulüne ve müminlere sekineti (huzur ve dinginlik) indirdi ve onları takva (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma) sözüne bağlı kıldı. Onlar, bunu hakketmiş ve buna ehil olan kimselerdi. Her şeyi bilen de Allah’tır.

27. Allah, resulünün rüyasını hak (gerçek, amaç) ile doğruladı. İnşallah (Allah isterse) güven içinde başlarınızı tıraş edilmiş ve kısaltmış1 olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a (Allah’ın bazı yasaklar koyduğu mescide) gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka da size yakın bir fetih verdi.

            1 “قَصْرِ” (kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.

28. Dinini bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidayet (kılavuz) ve hak (doğru, gerçek) din ile gönderen O’dur.ı Şahit olarak da Allah yeter.

ı Ayetteki “onu bütün dinlere üstün kılmak için” ifadesiyle Allah, Muhammed’i görevlendirmesinin gerekçesini ortaya koymaktadır. Çünkü 3:19, 83 ve 85’te de belirtildiği gibi, Allah katında tek din İslam’dır (teslimiyet dinidir) ve bunun dışındaki din edinme arayışları kesinlikle kabul edilmeyecektir.

29. Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onun yanında olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükû halinde, secde halinde ve Allah’tan bağışlanma ve rızasını ararken görürsün. Onların belirtileri, yüzlerindeki secde izleridir. Bu, onların Tevrat’taki misalidir (benzetmesidir). İncil’deki misali (benzetmesi) ise şöyledir: Filizini yarıp çıkarmış, onu güçlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine istiva eden (yerleşen, dik duran, olgunlaşan) bir ekin gibidir; çiftçilerin hoşuna gider1. Kafirleri, bunlarla öfkelendirir. Allah, onlardan iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere mağfiret (bağışlanma) ve âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vadetmiştir.2

            1 Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir.  Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221 (2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.

2 Bu niteliklerle ilgili olarak Tevrat’tan Yasanın Tekrarı 33:2 ve 3 ayetleri örnek verilebilir. İncil’den ise Matta 13:31-32 ayetleri ile Markos 4:26-29 ayetleri örnek verilebilir.