56. VAKIA SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 46. suredir. Adını, ilk ayette geçen ve kaçınılmaz olay anlamına gelen “Vakıa” kelimesinden alır. Sure 96 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. O Vakıaı gerçekleştiği zaman,

ı Vakıa, “aniden meydana gelen olay, sıkıntı, kıyamet” anlamlarına gelir.

2. Onun oluşunu yalanlayacak yoktur.

3. (O vakıa) alçaltıcıdır, yükselticidir.

Ayet, iki şekilde de anlaşılabilir. Birinci görüş; o gün, her şeyi alt-üst edecektir. İkinci görüş ise; o gün, düşmüş olanları kaldıracak, dik duranları devirecektir. Yani o gün insanın zillet ve izzetinin ölçüsü Allah’ın koymuş olduğu ölçütlere göre olacaktır. Dünyada kendilerini izzet sahibi sananlar zelil olurken, zelil sayılanlar izzet sahibi olabilir.

4. Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığında,

5. Ve dağlar1, serpildikçe serpildiğinde,

1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

6. (Dağlar) un ufak olup dağılır1.

1 “بَث” (bess) sözcüğü, “dağıtmak”, “sermek”, “dökmek” ve “yaymak” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 2:164; 4:1; 12:86; 31:10; 42:29; 45:4; 56:6; 88:16; 101:4.

7. Sizler de üç eş (grup, sınıf) olursunuz.

            ı “Üç eş (sınıf)” ifadesi ile cennetlikler, araftakiler ve cehennemliklerin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.

8. İşte ashabı meymene! Nedir, ashabı meymene?

“Ashab’ul-Meymene”, “Sağın halkı” demektir. 17:71, 69:19 ve 84:7’de belirtildiği gibi mahşerde amel defteri kendisine sağdan verilecek iyi kişiler, dünyada verdikleri kulluk yeminine sadık kalanlar için kullanılmaktadır. Arapça’da da bu deyim; kuvvet ve şerefin sembolü, çok değerli, şerefli, onurlu ve önemli kimseler için kullanılmaktadır. Nitekim hürmet ettikleri kimseleri, meclislerde sağ köşeye oturturlardı. Günümüzde sağ-sol olarak tabir edilen siyasi ideolojik görüşlerle hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

9. Ve ashabı meş’eme! Nedir ashabı meş’eme?

"sol ehli", "kötülüğe uğrayanlar" veya "uğursuzluk ehli" anlamlarına gelen “Ashab’ul-Meş’eme” ise; 69:25 ve 84:10’da verilen bilgiler gereği bu defterin kendilerine sol ve arka taraftan verilecek kötü kişileri tanımladığı bilinmektedir. Arapça’da bu deyim de zillet içerisinde, aşağılık, değersiz kimseler için kullanılmaktadır.

10. Ve öncü olanlar1, (gerçek) öncü olanlardır.2

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

 2 İlk “öncü olanlar” ifadesi onların kim olduğunu belirtirken, ikinci “öncü olanlar” ifadesi onların değerine ve gerçek anlamda üstünlüklerine dikkat çekmekte ve onların, Allah katındaki özel konumunu ima etmektedir.

11. İşte onlar mukarrebûndur.1

1 “Mukarrebûn” sözcüğünün kelime anlamı “yaklaştırılanlar” demektir. Kur’an’da 8 kez geçer. Bunların ikisinde insanlar arasındaki yakınlığı ifade etmektedir (7:114; 26:42); diğer ayetlerde ise meleklerden veya insanlardan Allah’a yaklaştırılanlar konu edinilir. Bu çerçevede mukarrebîn meleklerinin canı gönülden Allah’a kullukta bulundukları (4:172) ve illiyyîne şahit oldukları (83:21), kendilerine has bir çeşmeden (tesnîm) içecekleri (83:28), bu mertebeye ulaşan kişinin rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış olacağı (56:88-89) beyan edilmektedir. Kur’an’da ayrıca İsa Nebi’nin üstünlüğüne, Allah katında mukarrebin arasında yer aldığı vurgulanarak dikkat çekilir (3:45).

12. Naim Cennetlerindedirler.

Naim (nimet, saadet) Cennetleri; Üst Cennette ayrılmış özel yerlerdir. Naim cennetleri ve kimlere nasip olacağı ile ilgili ayetler: 5:65, 9:20-22, 22:56, 26:85, 37:40-49, 56:10-26, 82:13 ve 83:22-28.

13. Çoğu öncülerdendir. (Aynı ayet: 56:39)

İman eden ve yalnızca Allah’a kulluk (hizmet) ederek ruhlarını besleyenler, bu Üst Cennet için mukadderdirler. Her resulün çağdaş takipçileri, değişmez bir şekilde gelenekçilerden ve tahrif edilmiş dinlerinin mensuplarında zulüm görürler. Böylece, kendileri için Üst Cennette ayrılmış özel bir yere sahiptirler. 40 yaşından önce ölen tüm insanlar en azından Alt Cennete giderler (46:15).

14. Birazı da sonrakilerdendir.

Bir yerde ilk ilahi mesajı alıp iman edenler, inkârcıların ve çevrelerinin baskı ve zulümlerine karşı direnen öncülerdir. Buna göre, Naim cennetine girecek olan ‘mukarrebin’ sınıfının büyük bir kısmı bu öncülerden oluşmaktadır. Bu sınıfa dahil olanların az bir kısmı ise sonraki nesillerdendir.  

15. İşlemeli tahtlar üzerinde,

16. Karşılıklı yaslanırlar.

17. Ve kalıcı kılınmış1 çocuklar2 onların üstlerinde tavaf eder (döner, dolaşır).3

1 “خَلَّدَ” (hâllede) fiili, “kalıcı kılmak”, “sürekli kılmak”, "sonsuzlaştırmak" veya anlamına gelir.

2 “ولد” (veled) erkek oğul demektir. Çoğul anlamındaki “vildan” sözcüğü ise “çocuklar” demektir ve kız-erkek tüm çocukları kapsar. Bu sözcük Kur’an’da 6 yerde geçer (Bkz: 4:75, 98, 127; 56:17; 73:17; 76:19).

3 Bu cümle 76:19 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

18. Pınarlardan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle1,

            1 “اَكْوَابٍ” (ekvâb) kelimesi "kaplar" veya "kadehler" demektir. Bu kelime, Kur’an’da 4 kez geçer: 43:71; 56:18; 76:15; 88:14.

19. Ondan başları dönmez, sarhoş da olmazlar.

20. Ve beğendikleri meyveler,

21. Ve canlarının çektiği kuş etleri,

22. Ve iri gözlü huriler;

23. İnciler1 gibi saklı2,

1 “اللُّؤْلُؤُ۬” (el-lu’lu) sözcüğü “inci” anlamına gelmektedir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 22:23; 35:33; 52:24; 55:22; 56:23; 76:19.

            2 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

24. Yaptıklarının cezası1 (karşılığı) olarak.2

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

2 Kur’an’da hurilerin cinsiyeti ile ilgili bir açıklama yoktur.  Ödüllendirmede ve cezalandırmada cinsiyet ayırımcılığında ısrar etmek de Yüce Allah’a iftira etmektir. Huriler ile ilgili ayrıntılı açıklama 44:54 ayetinde yer alır.

25. Orada boş söz de işitmezler, bir ismı (Allah’ın yasakladığı bir fiil) de…

ı İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

26. Sadece, “Selam, selam” denir.

Benzer mesajlar: 37:47; 52:23; 78:35.

27. Sağın arkadaşları! Nedir sağın arkadaşları?

“Sağın arkadaşları” deyimi, Arapça’da saygın, onurlu, güçlü, seçkin gibi sıfatlara sahip olmayı ifade etmektedir. Kur’an’daki bu ifadenin günümüzdeki “sağcılık” ideolojisi ile bir ilgisi yoktur.

28. Düzgün (dalbastı) kiraz ağaçları içinde,

29. Ve salkım salkım muz ağaçları,

30. Ve yayılmış1 gölgeler2,

1 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “yayılmış, genişlemiş” anlamlarına gelir.

            2 “ظِلَال” (zilâl) “gölge” demektir. Bu kelime Kur’an’da 24 kez geçer: 2:57, 210; 4:57 (2 kez); 7:160, 171; 13:15, 35; 16:48, 81; 22:45; 26:189; 28:24; 31:32; 35:21; 36:56; 39:16 (2 kez); 56:30, 43; 76:14; 77:30, 31, 41.

31. Ve çağlayan sular,

32-33. Ve koparılmamış ve de yasaklanmamış bol bol meyveler,

34. Ve yükseltilmiş (kabartılmış, lüks) döşekler.

35. Elbette ki onları yepyeni bir yaratılışla inşa ettik.

36. Ve onları ebkâr1 yaptık;

1 “اَبْكَار” (ebkâr) kelimesi بكر(b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

37. Kusursuzı yaşıtlar.

ı “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “kusursuz”, mükemmel”, “apaçık olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan” anlamlarına da gelebilmektedir.

Birçok çeviride söz konusu sözcük “Arapça olarak” şeklinde çevrilmekte ve bu ifade ile Arapça lisanından söz edildiği belirtilmektedir. Her Arapça metin arabiyyen, yani “anlaşılır olan”, “apaçık olan”, “kusursuz”, “mükemmel” veya “fasih (güzel ve akıcı)” olmayabilir. Kuran ise arabiyyendir; yani anlaşılırdır, kusursuzdur, apaçıktır ve fasihtir (güzeldir ve akıcıdır).

Kur’an’da başka sadece bu ayette kullanılmış olan ve mükemmel/kusursuz anlamına gelen “عُـرُباً” (uruben) sözcüğünün de bu sözcüğünün kökünden türediği kanaati oluşmaktadır.

2 “اَتْـرَاباًۙ” (atrāben) kelimesi, “yaşıtlar, akran, aynı yaşta olanlar” anlamına gelir. Genellikle fiziksel özelliklerin ve yaşın eşit olduğu durumları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu sözcük Kur’an’da 3 yerde geçer: 38:52; 56:37; 78:33.

38-40. (Bunlar) çoğu öncülerden, bir kısmı da sonrakilerden olan sağın arkadaşları içindir.

41. Ve solun arkadaşları! Nedir solun arkadaşları?

“Solun arkadaşları” deyiminin günümüzde bir ideoloji olan “solculuk” düşüncesiyle bir ilgisi yoktur. Bu deyim, Arapça’da zillet içerisinde, aşağılık durumda olmayı, değersiz gibi sıfatlara sahip olmayı ifade etmektedir. Ayrıca, 56:13 ayetindeki açıklamaya bakınız.

42. İliklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,

43. Ve kara bir dumandan bir gölgede,

44. Soğuk da değil, kerim (saygın, onurlu)1 de değil.

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

45. Çünkü onlar bundan önce (dünyada) şımartılmışlardı.

46. Ve âzîm1 (büyük) bir yemini bozmada2 ısrar ediyorlardı.

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

            2 “حِنْثِ” (hins) sözcüğü, “yemin bozma, verilen sözü ihlal etme” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 38:44; 56:46.

47. Ve “Öldüğümüz, toprak olduğumuz ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, biz mi yeniden diriltileceğiz?” diyorlardı. (Benzer mesajlar: 36:32; 37:17-18)

48. Önceki atalarımız da mı?” (Aynı ayet: 37:17)

49-50. De ki: “(Siz ey) öncekiler ve sonrakiler! bilinen bir günün belirlenen vaktinde mutlaka toplanacaksınız.”

51. Sonra siz ey yalancılar… sapkınlar!

52. Zakkum ağacından yiyeceksiniz,

53. Karnınızı onunla dolduracaksınız.

Zakkum ağacı ile ilgili açıklama 17:60 ayetinde yer alır.

54. Ve üzerine kaynar su içecekler,

55. Susamış devenin içişi gibi içecekler.

56. Onların, hesap günündeki ağırlanışı işte böyledir.

57. Sizi biz yarattık, haydi tasdik etsenize (doğrulasanıza)!

58. Akıttığınız meniyi gördünüz mü?

59. Onu siz mi yaratıyorsunuz? Yoksa yaratan Biz miyiz?

60. Biz, aranızda ölümü takdir ettik. Biz geçilmiş1 de değiliz;

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

61. Sizleri emsallerinizle değiştirmez yahut sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşa etmemiz (yaratmamız) hususunda.

62. Üstelik ilk inşayı (yaratılışı) biliyorsunuz. Düşünüp ibret alsanıza!

63. Ektiklerinizi (tohumu) görmüyor musunuz?

64. Onu siz mi yetiştiriyorsunuz? Yoksa yetiştiren Biz miyiz?

“Yaratılışınızda sizin, babanız tarafından annenizin rahmine bir sperm olarak bırakılmaktan başka bir payınız yoktur. Bir çiftçi de toprağa tohum eker, birçok tohumu besleyen toprak bu tohumun gerekli ihtiyaçlarını karşılar ve sonunda tohumun ağaç, bitki, vs. olmasını sağlar. Elbette toprağa bu özellikleri veren sizler değilsiniz. O tohumların yetişmesi için belli bir oranda su, ısı, hava, belli mevsimler meydana getiren Allah’tır. Ayrıca aynı cins tohumdan aynı cins ağacın çıkması da Allah’ın hikmetidir. Sizleri yaratan ve rızıklandıran Allah iken sizler ne cüretle başkalarına kulluk edebiliyorsunuz?”

65. İsteseydik onu çer çöp1 ederdik de hayretler içinde konuşmaya başlardınız2.

1 “حُطَاماً” sözcüğü, “parçalanmış, çerçöp olmuş, değersiz, kırıntı, döküntü, toz haline gelmiş kalıntı” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 27:18; 39:21; 56:65; 57:20; 104:4, 5.

2 “فَكِهِينَ” (fekihiyn) ifadesi, “keyifli, neşeli, mutlu” anlamlarına gelir.  Aynı kökten türemiş olan bu ayetteki “تَفَكَّهُونَ” (tefekkehuvne) ifadesi ise “Hayrete düşmek,” “şaşkınlıkla konuşmak” ya da “durum hakkında şakalaşmak” anlamına gelir. Bu ifade, genellikle bir olayın etkisiyle insanların durumu kavrayamayıp şaşkınlıkla tepki vermelerini ifade eder. Kimi bağlamlarda, alaycı bir tavır ya da eğlenme anlamı da taşıyabilir.  “تَفَكَّهُونَ” (tefekkehuvne)ifadesi Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

66. (Dediler ki), “Elbette ki zarara uğratılanlardan olduk.

            “مُغْرَمُونَ” (muğramuvn) sözcüğü, “zarara uğratılanlar, iflas edenler, perişan edilenler anlamlarına gelir.

67. Bilakis, bizler mahrum (yoksun) bırakılanlarız!”

Bu ayet, 68:27’de de tekrarlanmaktadır.

68. İçtiğiniz suya hiç baktınız mı?

69. Onu bulutlardan siz mi indirdiniz? Yoksa indirenler Biz miyiz?

70. İsteseydik onu da tuzlu yapardık.ı Şükretmeniz gerekmez mi?

ı Bu cümle, Allah’ın hikmet ve kudretine işaret etmektedir. Çünkü suyun hayat verici özelliğinden başka bir özelliği de belli bir derece ısıda buharlaştığında içinde buharlaşan suyun saf olmasıdır. Şayet su bu özelliğe sahip olmasaydı, denizlerden buharlaşan su, muhtevasında tuz da bulunduracak ve sonuçta yağmur yağdığında tüm yeryüzü çorak bir hale gelecekti. Aynı zamanda bu suyu insanlar içemeyecek ve hiçbir bitki yetişemeyeceği için de yeşillik olmayacaktı. Şimdi bir düşünün, sağır ve kör bir kuvvet böylesine hikmet ve kudrete dayalı bir nizam kurabilir mi? Öyle ki denizlerden saf su yükselmekte ve bulutlar halinde yeryüzünün belli bölgelerine belli zamanlarda ve belli noktalara yağmaktadır. Bu sular vasıtasıyla tatlı sular, çeşmeler, dereler, nehirler, kuyular oluşarak hayati ihtiyaçların sağlandığı, hikmete dayalı bir nizam kurulmuştur. Bu nizamda denizlerde yaşayan varlıklar tuzlu suda hayatlarını devam ettirebilirken, karada yaşayan varlıklar ise yağmur vasıtasıyla (tatlı su elde ederek) hayatlarını sürdürebilmektedirler.

71. Yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?

72. Onun ağacını siz mi inşa ettiniz (yarattınız)? Yoksa inşa eden Biz miyiz?

73. İşte, Biz onu bir ibret ve ihtiyacı olanlar için meta1 yaptık.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey demektir. Bu ayetteki de mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir.

74. Öyleyse, Âzîm (Yüce) Rabbinin adını tesbih1 et!2

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

2 Aynı ayet: 56:96; 69:52.

75. Yıldızların konumlarınaı kasem2 ederim ki,

ı Yedi evrenin en küçüğü ve en içteki olan bizim evrenimiz, milyarlarca ışık yılı mesafede, bir milyar galaksi, bir milyar trilyon yıldız içerir. Bu sayısız desilyonlarca gök cismi, ilahi olarak kontrol edilen bir hassasiyet altında kendi yörüngelerini korurlar. Ne kadar çok öğrenirsek, bunun ne müthiş bir yemin olduğunu o kadar çok idrak ederiz. (Reşat Halife Ek 6’ya bakınız)

2 “قسم” (kasem) sözcüğü, “yemin etmek, kastetmek veya emin olmak” gibi anlamlara gelen önemli bir fiildir. Yüce Allah, yemin ederek sözüne başlamak suretiyle sözlerinin önemini ve doğruluğunu vurgulamaktadır. Bu yemin (kasem) ifadesi Kur’an’da 8 kez geçer: 56:75; 69:38; 70:40; 75:1, 2; 81:15; 84:16; 90:1.

76. Eğer bilirseniz, şüphesiz o âzîm (büyük) bir yemindir.

Yedi evrenden biri olan evrenimiz, milyonlarca yıldızdan oluşan milyonlarca galaksiden meydana gelmiştir. Saymaktan aciz kaldığımız bu göksel varlıkların her biri kendileri için belirlenmiş yörüngelerde düzen ve uyum içinde hareket etmektedir. Astronomi bilgimiz arttıkça bu yeminin büyüklüğünü daha iyi kavrıyoruz.

Tıpkı onlar gibi Kur’an da sağlam ve birbirine bağlantılı bir sözdür. Dolayısıyla kainattaki bu gezegenler sistemini yaratan Zat ile Kur’an’ı indiren Zat aynıdır. Yıldızlar gökte nasıl yayılmışlarsa ve görünüşte hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünüyorlarsa -ki aslında birbirlerine sıkıca bağlı bir sistem içindedirler- Kur’an’ın ayetleri de aynı şekilde birbirlerine bağlı, uyum ve ahenk içindedirler. Bir hayat nizamını tebliğ eden bu kitaptaki sistem, bir inanca dayalı ahlak, ibadet, medeniyet, kültür, ekonomi, adalet, barış ve savaş kanunlarını, kısaca hayatın tüm yönlerini kapsamaktadır. Ve bu hayat nizamının el kitabında emredilen tüm talimatlar birbiriyle uyum içinde olmalarına rağmen ayrı mahal ve zamanlarda indirilmiştir. Ayrıca bu gezegenler sistemi nasıl bağımsız ise ve kendisinde hiçbir değişiklik yapılamazsa, Kur’an da aynı şekilde sağlam ve birbirine bağlantılı bir kılavuzdur.

77. Şüphesiz ki o, Kur’an-ı Kerim’dir1 (O, saygın, onurlu bir öğretidir).

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

78. Bir kitabın içinde saklı1.

            1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

 Yani, Levh-i Mahfuz’da. Öyle ki, hiç kimse ona yaklaşamaz. Yani Kur’an, Nebimiz Muhammed’e nazil olmadan önce Allah indinde mahfuz idi. Dolayısı ile hiç kimse onu değiştiremez ve ona yaklaşamaz.

79. Ona arınmışlardan başkası dokunamaz.

Allah ve ahiret günü ile iman etmeyenler (inanıp güvenmeyenler), Kur’an’ı anlamaktan engellenirler. Bu husus Kur’an boyunca tekrarlanmaktadır (17:45, 18:57). Sonuç olarak, onlar bu ayeti de anlayamazlar.

80. Alemlerin Rabbinden (evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların Efendisinden/Yöneticisinden) indirilmedir (vahiydir). (Aynı ayet: 69:43)

81. Şimdi siz bu söz ile yağcılık1 mı ediyorsunuz?

            1 “دهن” (dâhen), “yağ demektir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 23:30; 55:37; 56:81; 68:9 (2 kez).

82. Yalanlamayı (inkar etmeyi) da iş mi ediniyorsunuz?

83. (ecel gelip can) boğaza dayandığı zaman,

84. O zaman bakıp durursunuz.

85. Biz ona (can çekişene) da sizden daha yakınız, ancak siz görmezsiniz. (Benzer mesajlar: 2:186; 8:24; 11:61; 50:16; 58:7)

86. Mademki hesaba çekilmeyeceksiniz,

Ayetteki “ğayra medînîne” ifadesi; “yalanlamanın cezasını çekmemek”, “cezalandırılmamak”, anlamlarına gelir.

87. Doğru sözlü iseniz, haydi (can çekişeni) geri döndürsenize!

88. (O), mukarrebinlerden (Allah’a yaklaştırılanlardan) olduğu zaman da,

89. Onda revhı ve reyhan (hoş kokulu bitkiler) ve Naim Cenneti vardır.

            ı “رَوْحِ” (revh) sözcüğü, “ferahlık, rahatlama, esenlik, huzur” gibi  anlamlara gelmektedir. “ruh” sözcüğüyle aynı kökten türemiştir ve “can, ruh, hayat verici nefes” anlamlarını da içermektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 12:87 (2 kez); 56:89.

90. Ve o, sağın arkadaşlarından ise,

91. Sağın arkadaşlarından sana selâm olsun!

“Sağın arkadaşları” deyimi, Arapça’da saygın, onurlu, güçlü, seçkin gibi sıfatlara sahip olmayı ifade etmektedir. Kur’an’daki bu ifadenin günümüzdeki “sağcılık” ideolojisi ile bir ilgisi yoktur.

92. Ama o sapkın yalancılardan ise,

93. Kaynar sudan bir ziyafet,

94. Ve cehenneme yaslanma (vardır).

Burada yani 88-94’üncü ayetlerde sözü edilen üç grup, surenin 7-10’uncu ayetlerde dile getirilen gruplardır. Burada onların  mahşerdeki durumu anlatılmaktadır.

95. İşte bu hakk’ul yakindir.

“hakk’ul yakin” tabiri ile ilgili açıklama 2:4’te yer alır.

96. Öyleyse, Âzîm (yüce) Rabbinin adını tesbih1 et!2

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

2 Kur’an’da 3 defa tekrarlanan (56:74, 96; 69:52) bu ayete istinaden rükûlarda, “Sûbhâne Rabbiyel-âzîm” (Âzîm olan Rabbim, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir) tesbihi okunur.