42. ŞURÂ SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 62. suredir. Adını, 38’inci ayette geçen şurâ (danışma, istişare) kelimesinden alır. Sure 53 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Hâ, Mim.

2. Ayn, Sin, Kâf.

“Ha, Mim” Başlangıç harfleri ile başlayan 7 surede (40:1, 41:1, 42:1, 43:1, 44:1, 45:1, 46:1) toplam 292 tane “hâ” ve 1855 tane de “mîm” harfi var. Bunların toplamı 2147’dir (19’un tam 113 katı).

Ayrıca surenin 2’nci ayetinde de ‘Ayn-Sin-Kaf’ ‘Başlangıç Harfleri’ vardır. Bu surede; 98 tane ‘Ayn’ ve 54 tane de ‘sin’ ve 57 tane de “Kaf” harfi vardır. Bu harflerin toplamı 209 olup 19’un tam 11 katıdır.

Bu 42’nci sure 53 ayet içerir. Bu da 42 + 53 = 95 eder, yani 19’un tam 11 katıdır ve “kaf” harfi ile başlayan 50’nci sure ile aynı sayıya eşittir. Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

3. Azizul-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) Allah, sana da senden öncekilere de böyle vahyetmektedir (bildirmektedir).

4. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Ve O, Aliyyul-Azim’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olan yüce).

5. Gökler, üstlerinden çatlayacak gibi oluyor!1 Melekler de Rablerinin hamdiyle tesbih ederler2 ve yeryüzündekiler için istiğfar (mağfiret) dilerler. İyi bilin ki, Şüphesiz ki Allah, Gafurur-Râhîm (merhamet edip günahları örtüp bağışlayan) Olandır.

1 Bu kelimenin kökü, “ف-ط-ر” (f-t-r), "yarılmak, çatlamak" anlamına gelir. Benzer mesaj: 19:88-91.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

6. Allah, kendisinin dışında evliya (yönetici, gözetici, rehber) edinenleri gözetimi altında tutmaktadır, sen de onların vekili (sorumlusu) değilsin.

7. Ve sana Arabiı (Apaçık olan, anlaşılır olan) bir Kur’an vahyettik ki, anakenti (Mekke) ve çevresindekileri uyarasın. Onda reyb2 olmayan Toplanma Gününe karşı da uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise yakıcı ateştedir3.

ı Arapça ve Kur’an terimlerinin anlamları ile ilgili açıklama 12:2 ayetinde yer alır.

2 Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.

3 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

8. Allah isteseydi onları tek bir ümmet yapardı, fakat O, istediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise hiçbir velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) ve yardımcısı yoktur.

Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

9. Yoksa O’nun dışında veliler mi edindiler? Oysa veli olan O Allah’tır. Ölüleri O diriltir ve O, her şeye Kadir olandır.

10. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeylerde de artık hükümı Allah’a aittir. “Rabbim olan Allah işte budur. Ben, O’na güvendim ve O’na yönelirim.”

ı Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.

11. Gökleri (evrenleri) ve yeri (Dünya’yı) yarıp/yaratıp ortaya çıkarandır.” Size nefsinizden (sizden) eşler yarattı. Hayvanlardan1 da çiftler (yarattı). Orada sizi yaratıp yayıyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.2 O da Semiul-Basir’dir (Her şeyi görüp, iştendir).

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 Yüce Allah ile ilgili akla her ne geliyorsa bilinmelidir ki Allah o değildir. Hiçbir şey Yüce Allah’a denk ve benzer de değildir. Benzer ifadeler: 16:74 ve 112:4

12. Göklerin ve yerin kilitleri (kontrolü) O’nundur. O, istediğine rızkı genişletir ve kısar. O, her şeyi Bilendir (Alim’dir).

13. Nuh’a vasiyet ettiği dinden ne varsa size şeriat yaptı.1 Sana vahyettiğimiz ve İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettik: Dini ikame edin (diri tutun, hayatınıza egemen kılın) ve onda ayrılığa düşmeyin.”2 Kendisine davet ettiğin (bu vahiy), müşrikler için ağır gelir.3 Allah, istediği kimseyi kendisi için seçer, kendisine yönelen kimseyi de hidayete erdirir.

1 “Din”, bir kimseyi otorite kabul etmek suretiyle, onun kılavuzluğuna uymak ve böylece onun emirlerine tabi olmak demektir.

Arapça’da; şeriat “kanun”, şerai “kanunlar”, teşri “anayasa”, şari’ kelimesi de “Kanun Koyucu” demektir. Surenin 4-9 ve 10’uncu ayetlerinde, kâinatın ve her şeyin sahibinin, insanların gerçek velisinin, insanların aralarındaki ihtilafı çözüme kavuşturanın Allah olduğu beyan edilmektedir.

Bu buyruk Tevhidinancı ile Allah’a yönelme duası, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: 2:83, 183; 3:39; 5:12; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31, 55, 59; 20:14; 22:26-30, 34-37; 21:73; 31:17; 53:56.

2 Tevhid, yani aracı koymadan, vesile kılmadan, Allah’ın hükümlerine birilerini ortak koşmadan, sadece vahye yönelmek, her kime ağır geliyorsa bilsin ki onda şirkle ilgili bir sorun vardır.

3 “كَبُرَ” (keburâ), "Büyük geldi" ya da "ağır geldi" anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 6:35; 10:71; 18:5; 40:35; 42:13; 61:3.

14. Kendilerine ilim geldikten sonra da aralarındaki azgınlık ve kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Ve eğer Belirlenmiş bir eceleı (ölüm zamanına) kadar Ve eğer Rabbinden geçmiş bir kelime (söz, karar) olmasaydı, aralarındaki bitirilirdi (haklarında hüküm verilirdi). Onlardan ardından kitaba (Tevrat, İncil ve Kur’an’a) vâris olanlar da ondan (vahiyden) şüpheye kapıldılar.

ı Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

15. O halde sen de (hakka) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine de uyma ve de ki: “Ben, Allah’ın, Kitap’tan (Esas olan Kitap’tan) indirdiğine (vahye) iman ettim ve aranızda adil davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizedir, sizin işledikleriniz de sizedir. Sizinle bizim aramızda deliller sunarak iddialaşmak1 yoktur. Allah aramızı icma eder (derleyip toplar, karar verir), dönüş de O’nadır.

 1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi "delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

16. O’na icabet etmedikten1 sonra Allah hakkında delil sunarak iddialaşanların2 hüccetleri3 (bahaneleri, argümanları) Rableri yanında geçersizdir. Onlar için bir gazap (öfke, kızgınlık) da vardır, onlar için şiddetli bir azap da vardır.

1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 “حاجّ” (hâcce) kelimesi "delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

            3 “حُجَّة” (hüccet), “gerekçe”, “argüman”, “bahane” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:150; 4:165; 6:83, 149; 42:16; 45:25.

17. Allah, işte O! Kitabı hak (amaç) ile indirdiı. Mizanı (ölçüyü) da… Sen de ne bilirsin ki,2 belki saat (kıyamet) yakındır.

ı Arapça’daki “أَنْزَلَ” (anzala) ve “نَزَّلَ” (nazzala) fiilleri arasında anlam açısından bazı benzerlikler bulunsa da, aralarındaki farklar dilin inceliklerine dayanır. İki fiil de “indirmek” veya “göndermek” anlamına gelir, ancak “أَنْزَلَ” (anzala) daha yaygın olarak “indirmek” anlamında kullanılırken, “نَزَّلَ” (nazzala) fiili, daha spesifik olarak “süregeldikçe indirmek” veya “aşama aşama indirmek” anlamına gelir.

ı Ayette geçen el-Kitab kelimesi, son ilahî mesaj olması bakımından “Kur’an” ve evrensel anlamda bütün ilahî mesajlardır. Buradaki “Mizan” kavramı ile; terazi gibi tartarak doğru ve yanlışın, hak ve batılın, zulüm ve adaletin, iyilik ve kötülüğün farkını bildiren “şeriat” kastediliyor.

2 Kur’an’da ve (mâ edrâke) ifadelerinin aksine, 33:63 ve 80:3’te de geçen bu ifade cevabı verilmeyen bir hitaptır.

18. Onunla iman etmeyenler, onunla ilgili olarak acele ederler. İman edenler ise ondan korkarlar ve onun hak (gerçek) olduğunu bilirler. İyi bilin ki, O Saat hakkında çekişenler1, uzak bir sapkınlık içindedir.

1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (hasama) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

19. Allah, kullarına Latif’tir (kullarına iyilik ve merhamet edendir; ihtiyaçlarını bilen ve karşılayandır). İstediğini rızıklandırır. Kaviyyul-Aziz (her şeye gücü yeten, kudret sahibi olan Mutlak Güç Sahibi) de O’dur.

20. Kim ahiret ekinini (kazanç) istiyorsa, onun için ekinini artırırız. Kim de dünya ekinini istiyorsa ona ondan veririz. Fakat onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.

21. Yoksa, Allah’ın izin vermediği dinden şeyleri kendilerine şeriat (dinî bir hüküm) kılan ortakları mı var?ı Eğer ‘ayırma kelimesi’2 olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Zalimlere de elem verici azap vardır.

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği dinden şeyleri kendilerine şeriat (dinî bir hüküm) kılan ortakları mı var? Eğer “ayırma (hesap günü cennetlikleri ve cehennemlikleri ayırma) sözü” olmasaydı aralarında hemen hüküm verilirdi ve zalimlere elem verici azap vardır.

ı Bugünün gelenekçi Müslümanların İslam inancı çok bozuldu, Şeytanî bir inanç haline geldi. Ulema veya din âlimleri, Allah tarafından asla yetkilendirilmemiş birçok harici yasalar, haramlar, kıyafet kuralları, beslenme düzenlemeleri ve dini pratikler eklediler. Bu, Allah’ın Antlaşma Elçisi’nin gönderilmesinin ana sebeplerinden biridir (9:31, 33:67 ve Reşat Halife, Ek 33).

2 Kelimetü’l-fasli tamlaması “karar verme sözü”, yani “nihai yargılamanın, hüküm vermenin mahşer gününe erteleneceği sözü” demektir. Bu tamlama “cezayı erteleme hükmü, kararı”, “ayrıntılı hesabın yapılması hükmü” gibi anlamlar içermektedir. Burada kastedilen ise azabın belirli bir süreye ertelenmesine dair önceden kararlaştırılmış olan “kelime”nin geçmiş olması demektir.

22. Kazandıkları (işledikleri fiiller) ile karşılaştıklarında, zalimlerin korkudan titrediklerini görürsün. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler ise cennet bahçelerindedirı. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.

ı Ravza, bahçe demektir. Kur’an’da 2 defa (30:15; 42:22) geçer.

23. İşte bu, iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kullarına Allah’ın verdiği müjdedir. De ki: “Ben, buna (tebliğe) karşılık, akrabalık (yakınlık) beklentisi dışında sizden bir ecir (karşılık) arzulamıyorum1.2 Kim bir hasene (iyi, güzel iş) yaparsa, onun iyiliğini ona artırırız. Allah, Gafur ve Şekur (Az iyiliğe karşılık çok mükâfat verendir) olandır.

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

2 Benzer mesajlar: 6:90; 10:72; 11:29, 51; 12:104; 25:57; 26:109,127,145,164, 180; 34:47; 36:21; 38:86; 52:40; 68:46.

24. Yoksa onlar “Allah’a iftira etti”1 mi diyorlar? Allah isterse senin kalbini hatem2 eder. Allah batılı yok eder, kelimeleriyle (ayetleriyle) de hakkı açığa çıkarır.3 O, göğüslerin özünü Bilendir.

1 Allah’ın resulüne “müfteri” suçlamasıyla ilgili benzer mesajlar: 10:38; 11:13; 16:101; 21:5; 25:4; 32:3; 34:8; 46:8.

2 “خَتَم” (hatem) sözcüğü Tevrat’ta da “חֹתָֽמְ” (hotâm) şeklinde geçmektedir ve “mühür, imza, işaretleme” anlamlarına gelir. “Hatem” sözcüğü Kur’an’da 8 kez geçer. (2:7; 6:46; 33:40; 36:65; 42:24; 45:23; 83:25, 26)

3 Buradaki mesaj, Yüce Allah’a iftira etmenin ne kadar korkunç bir hata olduğuna Muhammed üzerinden dikkat çekilmesidir. Benzer mesajlar: 8:8; 10:82.

25. O, kullarının tevbesini de kabul eder, kötülüklerini de affeder. Yaptıklarınızı da Bilendir.

26. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlerin de duasına karşılık verir ve fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) artırır. Kâfirlere ise şiddetli bir azap vardır.

27. Allah, kullarına rızkı bollaştırsaydı yeryüzünde azarlardı. Fakat O, istediği ölçüde indiriyor. O, kullarından Haberdardır, Basir’dir.

28. Umutlarını kestikten sonra da yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Hamid (övülen, şükredilen), Veli (dost, rehber, koruyup gözeten) O’dur.

29. Gökleri ve yeri ve ikisinde yaydığı1 canlıları yaratması da O’nun ayetlerindendir (işaretlerindendir). İstediği zaman onları toplamaya da Kadir olan O’dur.

1 “بَث” (bess) sözcüğü, “dağıtmak”, “sermek”, “dökmek” ve “yaymak” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 2:164; 4:1; 12:86; 31:10; 42:29; 45:4; 56:6; 88:16; 101:4.

30. Başınıza gelen herhangi bir musibet de kendi ellerinizle yaptıklarınızdan dolayıdır. (Allah) birçoğunu da affeder.

31. Siz de (O’nu) yeryüzünde aciz bırakacak değilsiniz. Allah’ın dışında1 ne bir veliniz (dostunuz, rehberiniz, koruyup gözeteniniz) vardır ne de bir yardımcınız!2

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

2  Bu cümle, 2:107, 9:116, 29:22 ve 42:31’de tekrarlanmaktadır.

32. Denizde uzun dağlar gibi1 akıp gidenler (gemiler) de O’nun ayetlerindendir.

1 “كَالْأَعْلَامِ” kel’alâm (dağlar gibi) ifadesi Kur’an’da 2 yer de (42:32, 55:24) geçmektedir. Alem ifadesi “sembol, standart; bayrak, sancak; lider, imam; sınır, sınır taşı; uzun dağ” anlamlarına gelir. Çoğulu da “a’lâm” sözcüğüdür.

33. Allah isterse rüzgârı durdurur, sonra da (o gemiler, denizin) ortasında hareketsiz kalırlar. Bunda şükredip sabreden kimseler için ayetler (dersler, ibretler) vardır.

Sabır ile ilgili açıklama 2:153 ayetinde yer alır. Şükür ile ilgili açıklama ise 2:52 ayetinde yer alır.

Benzer mesajlar: 14:5; 31:31; 34:19; 42:33.

34. Ya da kazandıkları (işledikleri fiiller) yüzünden onları yok eder, birçoğunu da affeder.

Bu son ifade “Allah pek çok kez de insanların yapıp ettiklerinden vazgeçer, onları cezalandırmaz” demektir.

35. Ayetlerimiz hakkında cedelleşenler1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışanlar) de kaçış yollarının olmadığını da bilirler.

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.

36. Size verilenler, dünya hayatının metaıdır1. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlıdır, iman edenler için de Rablerine tevekkül2 edenler için de daha kalıcıdır.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

2 “Tevekkül” ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

37. Ve onlar, büyük ismlerdenı (Allah’ın yasakladığı büyük fiillerden) ve fahşadan (Aşırılıktan)2 kaçınan ve gazaplandıkları (öfkelendikleri, hiddetlendikleri) zaman da bağışlayan kimselerdir.

ı İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

2 Fuhuş, cinsellik kapsamına giren her türlü gayrimeşru ve sapık ilişkilerdir. Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır. Benzer mesajlar: 4:31; 53:32.

38. Ve onlar, Rablerine icabet ederler1 ve salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar2. İşleri de aralarında şura (danışma) iledir.3 Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler.

1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 İstişare, danışma. Ortak/kolektif akıl. Sözcük olarak toplamak, ortaya çıkarmak; kapalı olanı, örtülü olanı açığa çıkarmak demektir. Arının çiçeklerden bal çıkarmasına da kovanlardan bal çıkarmaya da şura denmektedir.

39. Onlara bir saldırı isabet ettiği zaman da onlar karşılık verirlerı.

ı Yardım, zafer veya üstün gelme gibi anlamlara gelen “نصر” (nasr) fiil kökünden türemiş olan “يَنْتَصِرُونَ” (yentesirûn) sözcüğü çoğul bir fiil olup, “zafer kazanırlar, yardım alırlar, intikam alırlar veya karşılık verirler” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 yerde geçer: 26:93, 42:39.

40. Bir kötülüğün cezası (karşılığı) da onun misli (benzeri) bir kötülüktür.1 Fakat kim affeder ve sulh yaparsa (barışırsa), onun ecri (yaptıklarının karşılığı) Allah’a aittir. O, zalimleri sevmez.

1 Bu ayet cezalandırmayla ilgili bütün mesajların merkezini oluşturmaktadır. Bu nedenle suça verilecek cezaların en çok suç kadar olabileceği, fazlasına izin verilmediği anlaşılmakta, böylece hukuka çok önemli bir ilke kazandırılmış olmaktadır.

41. Kim de zulme uğradıktan sonra kendini savunursa (hakkını alırsa), öylelerinin aleyhine bir yol yoktur.1

1 Bundan dolayı hiçbir şekilde kınanmaz, suçlanmaz.

42. İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ise bir yol vardır. İşte onlara elem verici bir azap vardır.

43. Fakat kim sabrederse ve bağışlarsa, bu (davranışı) azim (çok üstün, değerli) emirlerdendir (işlerdendir).

44. Allah kimi saptırırsaı, ondan sonra artık onun hiçbir velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin “Buradan dönüşün bir yolu var mı?” dediklerini görürsün.

ı Allah’ın saptırdığı bir kimsenin artık hidayete eremeyeceğine dair benzer mesajlar: 7:186; 13:33; 30:29; 39:23, 36; 40:33.

45. Zilletten1 dolayı da onları, başları öne eğilmiş ve gizlice2 göz ucuyla bakarlarken3 ona (ateşe) sunulduklarını4 görürsün. İman eden kimseler de dedi ki: “Şüphesiz ki hüsrana uğrayanlar, Kıyamet Gününde kendi nefislerini ve ailelerini (yakınlarını) hüsrana uğratanlardır.” Şüphesiz ki zalimler, kalıcı bir azap içindedir.

1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

2 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.

3 “لطَّرْفِ” (târfi), “bakışları, göz atışları, göz ucuyla bakmaları” gibi anlamlara gelebilmektedir. Kur’an’da aynı ifadeden türemiş 6 sözcük geçmektedir: 14:43; 27:40; 37:48; 38:52; 42:45; 55:56.

                4 “عَرَضَ” (‘aredâ) ifadesi “arz etti, sundu, teklif etti, gösterdi” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48, 100; 33:72; 38:31; 40:46; 42:45; 46:20, 34; 69:18.

46. Allah’ın dışında1 kendilerine yardım edecek velileri (dostları, rehberleri, koruyup gözetenleri) de yoktur. Allah, kimi delalette bırakırsa artık onun için bir yol da yoktur.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

47. Allah’tan, geri döndürülemeyecek bir gün gelmeden önce Rabbinize icabet edin1. O gün, sizin bir sığınağınız da yoktur, sizin için inkâr (olup biteni reddetmek, örtmeye çalışmak) da yoktur.

1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

48. Eğer yüz çevirirlerse, Biz, seni onlara muhafız olarak göndermedik.  Sana düşen, tebliğden başkası değildir.ı Biz insana katımızdan bir rahmet (bolluk) tattırdığımızda ona sevinir, ancak elleriyle işlediklerinden dolayı başlarına bir kötülük gelirse, şüphesiz ki insan kafurdur (örtendir, inkarcıdır).

ı Tebliğle ilgili olarak Bkz: 5:67, 99; 13:40; 16:35, 82; 24:54; 29:18; 36:17; 64:12; 88:21.

49. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. İstediğini yaratır. İstediğine dişiler bahşederı, istediğine de erkekler bahşeder.2

ı “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.الْوَهَّابُ(el-Vehhâb) da “çokça bağışlayan, sürekli olarak karşılıksız veren” anlamına gelmektedir.

2 Bu ayetlerde insanların cinsiyetlerini belirleyenin Yüce Allah olduğu belirtilmektedir. Benzer mesajlar: 3:6; 40:64; 64:3; 82:7-8.

50. Yahut onları erkekler ve dişilerden çiftler (ikiz, üçüz…) yapar, istediğini de kısır yapar. O, Alim’dir (her şeyi Bilendir), Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

51. Allah, insanla (doğrudan, karşılıklı) konuşmaz. Ancak bir hicabın arkasından vahyeder (bildirir) ya da ne diliyorsa, izniyle bildirecek bir resul (elçi) gönderir.ı Şüphesiz ki O, Âliy’dir, Hâkîm’dir.

1 “حِجَابٌۭ ۚ” (hicâbûn) sözcüğü, “hicap” yani “perde, örtü, engel” anlamına gelmektedir ve “örtmek, perdelemek, gizlemek” anlamına gelen “حجب” (hacb) kökünden türemiştir. Kur’an’da, “hacb” kökünden türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15.

52. Böylece sana da buyruğumuzdan bir ruhı vahyettik (bir can, vücuda hayat veren cevher verdik). (Oysa önceleri) Sen Kitap (Tevrat, İncil, Zebur) nedir, iman nedir biliyor değildin. Fakat onu (Kur’an’ı), kullarımızdan istediğimizi hidayete erdireceğimiz bir nur (kılavuzluk eden bir ışık) yaptık. Sen de sırat-ı müstakime2 (dosdoğru olan yola) hidayet (kılavuzluk) etmektesin;

ı 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.

2 “Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

53. Göklerde ve yerde ne varsa kendisinin olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler Allah’a varır.