25. FURKÂN SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 42. suredir. Adını, ilk ayette geçen “Furkan” kelimesinden alır. Sure 77 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Alemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ıı indiren (Allah) Tebarek’tir2.

            ı Furkan; Hak ile batılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran ölçü demektir. Allah’ın indirdiği bütün kitaplar Furkan’dır. Furkan kelimesinin çoğul kalıbı olmadığı için tekil veya çoğul anlam verilir. Türkçeye bu kökten ‘fark’, ‘farkındalık’ kelimeleri geçmiştir.

2 Bereket, Sami dillerinde köken olarak bolluğu, artışı, sürekli hayrı ve kutsamayı ifade eder. Bu kavram, sadece maddi anlamda değil, aynı zamanda manevi bir lütuf olarak da değerlendirilir ve Allah’ın rahmetinin bir sembolü olarak görülür.

Bereket sözcüğünden türemiş olan “Tebâreke” kelimesi de Allah için kullanıldığı yerlerde; “Bereket kaynağı”, “bitmeyen hayır ve lütuf sahibi”, “Cömert” ve “Mukaddes (kutsal) olan” gibi anlamlarda kullanıldığı kanaatindeyiz. Tebâreke sözcüğü Kur’an’da 9 yerde geçer: 7:54; 23:14; 25:1, 10, 61; 40:64; 43:85; 55:78 ve 67:1

2. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Evlat edinmedi, mülkte de ortağı yoktur. Her şeyi de bir ölçüye göre yaratıp düzenledi.ı

ı Astronotlar uzaya gönderildiğinde onlar için gerekli yaşam ortamları, yiyecek, içecek ve oksijeni titizlikle ölçüp hazırlanır. Yüce Allah ise; bir uzay gemisi olan bu yerküreyi çalışan ve üreyen, bakterilerden balinaya kadar milyarlarca canlı için oksijen, su ve sayısız lezzetli yiyeceklerle donatmış ve bu sayısız nimeti de kendi kendini besleyen bir eko-sistemle bereketlendirmiştir.

3. Buna rağmen, kendileri yaratıldıkları halde hiçbir şey yaratamayan, nefislerine (kendilerine) dahi bir fayda veya zarar veremeyen, öldürmeye de yaşatmaya da yaymaya1 da güçleri yetmeyen O’nun dışında ilahlar edindiler.

1Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

4. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler), “Bu, onun gerçeği saptırdığı1 iftiradan başka bir şey değildir. Bunda başkaları da ona yardım etmiştir.” dediler.  Böylece onlar bir zulümle ve uydurduklarıyla2 geldiler.

1 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

2 “زُور” (Zûr) kelimesi, "yalan", "uydurma", "aslı olmayan şey" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 22:30; 25:4, 72; 58:2.

5. Ve dediler ki: “O yazdığı1, öncekilerin masallarıdır. Şüphesiz böylece o (vahiy) fecir vakti2 ve akşamüstü (ikindi)3 ona dikte4 ettiriliyor.”

            1 “كَتَبَ” (ketebe) üç harfli fiilidir. Bu kök, Arapça'da "yazmak" anlamına gelir. Bu fiil Kur’an’da 69 kez geçer.

2 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

3 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

4 “تُمْلٰى” kelimesi, Arapça'da "ملأ" (emlā) kökünden türemiştir ve “yazdırmak”, dikte ettirilmek” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

Bu ayette belirtildiği gibi Nebimiz Muhammed okuma-yazma biliyordu. Allah’tan aldığı ayetleri de kendi elleriyle yazıya döküyordu. O dönemde yaşayanlar da onun okuryazar olduğunu biliyorlardı.

6. De ki: “Onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indirdi. Şüphesiz ki O, Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır, merhamet edendir).

7. Dediler ki: “Bu nasıl bir resul ki yemek yiyor, çarşılarda da dolaşıyor? Ona, onunla birlikte uyarıda bulunan bir melek indirilmesi gerekmez miydi?

8. Ya da kendisine bir hazine1 ulaştırılması veyahut ona, kendisinden yediği bir bahçenin verilmesi (gerekmez miydi?)” O zalimler deliler ki: “Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz.”

1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet, zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez); 11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.

ı Mucize beklentisi ile ilgili benzer mesajlar: 6:7-8; 10:15-16,20; 11:12; 13:27; 15:7,14,15; 17:59,90-93; 21:5; 25:4,5,21; 29:50,51; 43:53

9.  Bak, senin için ne biçim misaller vererek delalete düştüler. Artık bir yol bulamazlar.

10. O, öyle Tebarek’tir ki, isterse sana bundan daha hayırlı olan, içinden nehirler akan bahçeler verir ve senin için saraylar1 yapar.

            1 “الْقَصْرِ” (el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.

11. Bilakis, onlar Saati (kıyameti, hesabı) yalanladılar. Biz de o saati yalanlayanlara yakıcı ateşi hazırladık.

ı “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

12. Onları uzak bir yerden görünce onun öfke dolu kükremesini ve uğultusunu duyarlar.ı

ı Cehennemin, bir canlı gibi konuşmasıyla ilgili benzer mesajlar: 50:30; 67:8; 70:17.

13. Bağlı bir şekilde, daracık bir yerden ona atıldıkları zaman oracıkta tamamen yok olmayıı davet ederler.

ı “ثُبُور” (sübûr) sözcüğü “helâk olmak, yok oluş, perişanlık, mahvolma” anlamına gelmektedir. “Yok olmayı davet ederler” ifadesi de “yok olmak isterler” şeklinde anlaşılmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:102; 25:13 (2 kez), 14; 84:11.

14. “Bugün bir yok oluş değil, birçok yok oluş isteyin.”

15. De ki: “Hayırlı olan bu mudur, yoksa muttakiler (Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınan) için bir ceza (karşılık) ve kalıcı bir varış yeri olarak vadedilen cennet mi?

16. Onlara, orada diledikleri her şey vardır ve onlar orada ebedi kalacaklar. Bu, Rabbinin değişmez vaadidir.

17. Onları ve Allah’ın dışında kulluk ettikleri şeyleri1 mahşerde topladığı gün “Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?” der.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir. Burada kendilerine soru sorulanlar, müşriklerin aracı edindikleri canlı-cansız, bilinçli-bilinçsiz bütün varlıklardır. O gün onların hepsi konuşturulacak.

18. “Sen Sûbhân’sın (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehsin -uzaksın- ve yücesin). Sen’in dışında evliyaı (yönetici, yoldaş, gözetici, kılavuz) edinmek bize yakışmaz. Fakat sen onları ve atalarına meta1 verdikçe zikrini (vahyi) unuttular ve yok olmayı hak eden bir topluluk oldular.” derler.

ı “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir.

19. “İşte, sizin söylediklerinizi yalanladılar. Artık geri çevirmeye de yardıma da gücünüz yetmez. Sizden kim zulmetmişse, ona büyük bir azap da tattırırız!”

20. Senden önce de senden farklı resuller göndermedik. Onlar da yemek yer, çarşılarda da dolaşırlardı. Bir kısmınızı da bir kısmınız için bir fitne (sınav) kıldık.ı Sabredecek misiniz? Ve Rabbin, Basir (basiret sahibi) olandır.

21. Ve Bizimle buluşacaklarını ummayanlar, “Ya bize de melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik!” dediler.ı Onlar, kendi kendilerine büyüklük tasladılar, büyük bir taşkınlıkla da haddi aştılar.

ı Benzer mesajlar: 2:55; 4:153; 17:92.

22. Melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere (azılı suçlulara) müjde yoktur ve “engellerleı engellendik!” derler.

ı “حِجْرًۭا” (ḥicran), “engelleme, koruma ve muhafaza etme” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 6:138; 25:22 (2 kez); 25:53 (2 kez); 89:5.

23. İşledikleri amellerin (işlerin) tamamını da saçılmış1 toz zerresi gibi boşa çıkaracağız.

1 “مَّنثُورً” (menşûrân), “saçılmış”, dağılmış, “teşhir edilmiş” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 3 yerde geçer: 25:23; 76:19; 82:2.

24. O gün cennet halkı hayırlı yerde kalacaklar ve ahsen (en güzel, en iyi) yerde dinlenecekler.

25. Göğün, beyaz bulutlar şeklinde yarıldığı, meleklerin de kademeli olarak indirildiği1 o gün,

            1 “تَنْز۪يلاً” (tenzilen) kelimesi, “kademeli olarak indirme”, “aşama aşama indirme”, “bölümler halinde indirme” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 17:106; 25:55; 76:23.

26. İşte o gün, mülk Râhmân’ındır. Kâfirler için de çetin bir gündür.

27. Ve o gün, zalim kişi, ellerini ısırarak diyecek ki: “Keşke1 resul ile aynı yolu tutmuş olsaydım.2

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

2 Bu ayette dinde elçilerin önemi ortaya konulmakta, bir anlamda resulsüz bir din algısının ne kadar korkunç bir hata olduğuna dair uyarıya yer verilmektedir.

28. Veyl1 olsun! Keşke2 falanı kendime halil (dost) edinmeseydim!

ı Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

2 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

29. Zikr (vahiy) bana geldikten sonra o beni saptırdı.” Şeytan (aldatan, saptıran), insanı yüzüstü bırakandır.ı

ı Bu ayetlerde Resulü ve Kur’an’ı dost edinmenin önemine ve vahiyden uzaklaştıran şeytanlaşmış ins ve cinlere dikkat çekilmektedir.

30. Resul dedi ki: “Eyı Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk etti.”2

ı Allah’ın, yarattığı varlıklara seslenirken kullandığı, “Ey” anlamına gelen “Ya” ünlemi, elçilerin, insanların ve diğer varlıkların Allah’a yakarışlarını bildiren ayetlerde geçmez. Yani “Ey Allah’ım!” veya “Ey Rabbim!” biçiminde değil, “Allah’ım veya Rabbim” biçiminde yer alır. Ancak bu ayette ve 43:29 ayetinde, Muhammed’in Allah’a yakarış ifadesinde “Ya” ünlemiyle bildirilerek, bu ilkenin dışına çıkılmıştır. Ne ilginçtir ki, bu iki ayette de Nebimiz Muhammed, kendi Müslim toplumu hakkında Allah’a yakınmaktadır.

2 Nebimiz Muhammed, kendi toplumu hakkında Allah’a yakınmasına neden olan Kur’an’ın terk edilmiş olması, tümüyle gerçekleşmiş bir olgudur. Kur’an’ın abdestsiz ele alınamayacağı, onu belirli kişilerin anlayabileceği, Kur’an dışında hadis ve alimlerin de haram-helal belirleyebileceği, Kur’an’da olmayan recm, para ile satın alınan kölelik ve cariyelik gibi uygulamalar uydurdular. Ayrıca Kur’an’ın tek başına anlaşılamayacağını, onu anlamak için alim ve mezhep görüşlerine uyulması gerektiği gibi uydurma görüşleri de savunarak Kur’an’ın öğrenilmesini engellediler. Bu tuzaklara uyan tüm gelenekçi Müslüman toplumlar, Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktılar.

Benzer bir ifadeyi Nebi İsa da Matta 7:21-23’te söylemektedir: Bana, ‘Ya Rab! Ya Rab!’ diye seslenen herkes Göklerin Egemenliğine girmeyecek. Ancak göklerdeki Babamın isteğini yerine getiren girecektir. O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab! Ya Rab! Biz senin adınla nebilik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’ O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!’ diyeceğim.

31. Ve böylece her nebi için mücrimlerden (azılı suçlulardan) bir düşman yaptık.ı Hadi (Hidayet eden, kılavuz) ve yardımcı olarak Rabbin yeter.

ı Her elçiye suçlulardan düşmanlar yapılması, kendileri suçlu olmayı tercih edenlerin bu tercihlerinin sonucudur. Yoksa elçilere düşman olsun diye özel olarak yaratılmış değiller. Eğer öyle olsaydı, ayette “suçlulardan” değil, “insanlardan” denirdi. Kur’an’ı yeterli kabul etmediği için Nebinin en azılı düşmanları olarak nitelenenleri tanımak için 6:112-116 ayetlerine bakınız.

32.  Kâfirler “Kur’an, ona bir defada indirilseydi ya!” dediler. Fuadınıı onunla iyice pekiştirmek için böyle yaptık, onu da tertil ederek okudukı.

 ıFuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.  Bu ayette Kur’an’ın topluca değil de peyderpey indirilmesinin gerekçesinin, muhatapların gönlünü pekiştirmesi, sağlamlaştırması, vahyin bir anlamda hayata okunması ve hayata dokunması olduğuna dikkat çekilmektedir.  Benzer mesaj: 17:106.

ı Tertîl kelimesi Kur’an’ı ağır-ağır, harf-harf ve manalarını düşünerek okumayla ilgili bir kavramdır. Bu ifade Kur’an’da 2 ayette, 4 defa (25:32; 73:4) geçmektedir.

33. Onların size getirdiği her misale karşılık, Biz de sana hakkı (gerçeği) ve ahsen (en güzel, en iyi) tefsiri (açıklamayı) getiririz.

Bu ayet en güzel tefsirin Yüce Allah’a ait olduğunun delilidir. Kur’an’ın Yüce Allah tarafından açıklanmış oluşuyla ilgili benzer mesajlar: 17:41, 89; 18:54; 29:43; 30:58; 39:27; 59:21.

34. Cehenneme yüzüstü toplanacak olanlar, işte onlar; en şerli konuma ve en sapkın yola sahip olanlardır.

35. Musa’ya da Kitabı (Tora’yı) verdik, kardeşi Harun’u da ona vezir (yardımcı) yaptık.ı

ı Benzer mesajlar: 20:29-30; 26:13; 28:34.

36. Böylece ‘Ayetlerimiz ile1 yalanlayan o topluma gidin’ dedik. Ardından onları bir yok ediş ile helak ettik.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, firavunun ve halkının, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan birer “müşrik” olduğu ve Allah’ın ayetlerini (muhtemelen Yusuf Nebi’ye indirilmiş olan ayetleri) kendilerince delil göstererek Musa’ya indirilmiş vahye karşı çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini” şeklinde yanlış  çevrildiğinde ise, firavunun ve halkının Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç haberdar olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.

2 “تَدْم۪يراً” (tedmîrân), "tam bir yok etme”, “tamamen helak" demektir. Aynı kökten gelen “دمر” (demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip etmek" demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.

37. Nuh’un kavmi de resulleri1 yalanladığında onları suya gömdük2 ve insanlar için bir ayet (ibret, kanıt) yaptık ve zalimlere acıklı bir azap hazırladık.

1 Buradaki “elçiler” ifadesindeki elçilerin kim olduğu önemli bir sorudur. Bazıları, tercümeyi “elçiler(den birin)i yalanladıklarında” şeklinde yaparak, kastedilenin sadece Nuh olduğunu düşünmüşlerdir. Hâlbuki sadece burada değil, 26:105’te de o kavmin yalanladığı “elçiler” için el-murselîne kelimesi kullanılmaktadır. Nuh’un kendisine kitap verilen nebi olduğu ve onun zamanında, ona destek olan resullerin (elçilerin) de bulunduğu kanaatine varılmaktadır.

2 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

38. Âd’ı, Semûd’u, Ress ashabınıı (halkını) ve bunların arasında daha birçoğunu…

ı “Ress Ashabı” hakkında kesin bir bilgi yoktur. Haklarında söylenebilecek tek şey, onların nebilerini bir “rese”e (susuz bir kuyuya) atarak veya içine asarak öldüren bir topluluk olduğudur.

39. Onların her birine (iman etmeleri için) de misaller verdik, hepsini de bir yıkışla yıktık.

ı “تَتْبِيرًا” (tetbirâ) sözcüğü, bir şeyin tamamen yok edilmesi, harabe edilmesi, kökünden kazınması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 7:139; 17:7 (2 kez); 25:39 (2 kez); 71:28.

40. Felaket yağmuruna tutulan beldeye uğramışlardır. Onu hâlâ görmediler mi? Onlar da teşhir edilmeyi ummuyorlardı.

ıAçılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

41. Seni de gördüklerinde alaya alıyorlar: “Allah’ın resul olarak gönderdiği bu mu?

İnkârcıların, bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.

42. Eğer ona sabretmemiş (dediklerine katlanıp direnmemiş) olsaydık, neredeyseı bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.” dediler. Azabı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler.

ı “كَادُو” (kaduv) sözcüğü, Arapça bir fiildir ve “yaklaşmak” veya “neredeyse” anlamına gelir. Bu fiil, bir şeyin gerçekleşmeye çok yakın olduğunu, fakat tam olarak gerçekleşmediğini ifade eder. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:71; 17:73, 76; 25:42; 72:19.

43. İlahını, kendine hevaı edinen kişiyi gördün mü? Sen mi ona vekil olacaksın?

            ı Heva, insanın kendi nefsinin arzuları, istekleri ve tutkularıdır. Bu ayette, “ilah” edinmiş olduğu varlığı, kendi istek ve arzuları için kullanan kişiden söz edilmektedir. Aynı ifade 45:23 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

44. Yoksa onların çoğunun gerçekten kulak verdiğini veya akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar tıpkı hayvanlar1 gibidirler. Hatta yol bakımından, daha şaşkını bir durumdalar.

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 Dalalet sözcüğü ile ilgili açıklama 1:7 ayetinde yer alır.

45. Rabbinin, gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra Güneş’i ona delil (gölgeye kılavuz) yaptık.

Üç boyutlu görüntü, gölge sayesinde sağlanır. Gölge, günün her zamanında aynı boyutlarda değildir. Güneşin devinimlerine bağlı olarak boyu değişen gölge, Kur’an’da çok söz edilen bir olgudur.

46. Sonra da onu kendimiz için kolay bir tutuşla kaptık1.

1 “قبض” (kabz) sözcüğü, ““yakalamak”, “tutmak”, “sıkıştırmak” ve “kapmak” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 8 kez geçer: 2:245, 283; 9:67; 20:96 (2 kez); 25:46 (2 kez); 39:67; 67:19.

47. Ve sizin için geceyi bir örtü, uykuyu da bir dinlenme anı1, gündüzü ise bir yayılış2 (vakti) kılan O’dur.

            1 “سُبَاتاً” (subâten) kelimesi, “سَبَتَ” (sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme anı” “rahatlama anı” gibi anlamlara gelir. “Sebt”, yani “cumartesi” sözcüğü de bu kökten türemiş. Kur’an’da, bu kökten türemiş 9 sözcük geçmektedir: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez); 16:124; 25:47; 78:9.

2Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

48. Rüzgârları, rahmetinin müjdecileri olarak gönderen de O’dur. Gökten de tertemiz bir su indiririz;

49. Ki o yağmurla, ölü bir beldeyi diriltelim, yaratmış olduğumuz hayvanları ve insanları da sulayalım.ı

            ı Benzer mesajlar: 7:57; 20:53; 24:43; 27:63; 30:48; 35:9.

50. Andolsun ki zikretsinler diye aralarında onu etraflıca açıkladık. Ancak insanların çoğu küfürden başkasını istemediı.

ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

51. Biz isteseydik her beldeye bir uyarıcı gönderirdik.ı

ı Ancak her ümmete (topluma, millete) uyarıcı gönderilmektedir: “ve hiçbir ümmet yoktur ki içinde uyarıcı olmasın.” (35:24) Benzer mesajlar: 6:42; 10:47; 13:7; 16:36; 17:5; 43:6.

52. O halde kâfirlere boyun eğme. Onlara karşı da bununla büyük bir cihad ile mücadeleye giriş.

Bu cümle asıl ve büyük cihadın Kur’an’ı anlatmak ve anlatmak olduğunun delilidir. Çünkü cihad, insan öldürmek değil, insanı kazanma çabasıdır. Cihad, insanlığın asıl değeri olan İslam’la insan arasına sokulan engelleri kaldırmak için üstün çaba sarf etmektir. Büyük cihad büyük kaynakla ve büyük çabalarla olur. Cihadınız büyükse fedakârlığınız da büyük olmalıdır. Benzer mesajlar: 6:51, 70; 14:52; 21:45; 34:50; 50:45.

53. Ve O, İki denizi birbirine karıştıran1 O’dur. Bu tatlıdır; susuzluğu giderir. Bu da tuzlu ve acıdır. Aralarına da engelleme2 ile engelleyen bir berzah3 koydu.

1 “مَرَجَ” (merece) sözcüğü, “Karıştırmak”, “birbirine salmak”, “serbest bırakmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, “merece” kökünden türemiş 4 sözcük geçmektedir: 25:53; 50:5; 55:15, 19.

2 “حِجْرًۭا” (ḥicran), “engelleme, koruma ve muhafaza etme” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 6:138; 25:22 (2 kez); 25:53 (2 kez); 89:5.

            3 “بَرْزَخاً” (berzah) sözcüğü, “engel, sınır, geçişi engelleyen perde, geçiş dönemi” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde geçer: 23:100; 25:53; 55:20.

            Benzer Mesaj: 27:61; 35:12 ve 55:19-22.

54. Ve O, beşeri (canlıyı, insanı) sudan (sıvıdan) yarattı.ı Sonra onu, soy sop ve akraba sahibi kıldı. Senin Rabbin her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

ı Bu ayette bildiğimiz “su” veya moleküller arası bağlarla bağlanan atomlardan veya moleküllerden oluşan akışkan madde olan “sıvı” söz ediliyordur. Veya her ikisi de kastediliyor olabilir. “Su” kastedilmiş deniyorsa; ilk insanın yaratılışında, toprağı balçık haline getirmek için kullanılan su kastedilmiştir. Hayır, “Sıvı” kastedilmiş deniyorsa; O zaman da sıvı hücre, yani embriyoyu meydana getiren erkek spermi veya kadın yumurtası veyahut da her ikisi birlikte kastediliyordur.

55. Kendilerine fayda da zarar da veremeyecek Allah’ın dışındaki şeylere kulluk ediyorlar. Ve kafir, Rabbine karşı olana arka çıkandır1.

            1 “ظَه۪يراً” (zahiyr) sözcüğü, “yardımcı, arka çıkan, destekçi” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 7 yerde geçer: 11:92; 17:88; 25:55; 28:17, 86; 34:22; 66:4.

56. Seni de sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.ı

ı Benzer mesajlar: 33:45; 34:28; 35:24; 48:8.

57. De ki: “Buna karşılık, Rabbine ulaşacak yolu tutmayı istemeniz dışında sizden herhangi bir ecir (karşılık) istemiyorum.”1

1 Hiçbir elçi, dini geçim kaynağı yapmadı. Nebinin yolunu izlediklerini iddia edenler, bu iddialarında samimi iseler, din ve Kur’an üzerinden para kazanmaktan vazgeçsinler. Benzer mesajlar: 6:90; 10:72; 11:29, 51; 12:104; 26:109, 127, 145, 164, 180; 34:47; 36:21; 38:86; 42:23; 52:40; 68:46.

58. Ve Hayy (diri) Olan’a, ölmeyen’e tevekkül et1 ve O’nun hamdi ile tesbih et2. Onunla ve günahlarıyla3 kullarından haberdar olması yeter.

1 “Tevekkül” ile ilgili açıklama 33:3 ayetinde yer alır.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

3 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan O’dur. Sonra Râhmân (merhametli olan) Arş’a istiva etti (hakim oldu, yerleşti). O’nu bir bilene sor.

Gökler ve yerin yaratıldığı altı gün (7:54) bizim dünyamızdaki 6000 yıla denk gelmektedir. Gün, arş ve istiva ile ilgili açıklamalar 7:54 ayetinde yer alır.

60. Onlara, “Râhmân’a secde edin.” dendiği zaman, “Râhmân da neymiş?ı Senin bize buyurduğun her şeye secde mi edeceğiz?” dediler. Bu çağrın onların nefretlerini arttırdı.

ı Müşriklerin “Râhmân da neymiş?” sorusunun cevabı bütünüyle 55’inci sure olan Râhmân Suresidir.

61. Gökte, burçlar (takımyıldızlar) var eden; orada bir ışık kaynağı1 ve münir2 (nur/ışık saçan) bir ay yaratan Tebarek’tir3.

            1 “سِرَاجا” (sirac) sözcüğü, “ışık kaynağı”, “ışık yayan” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 4 kez geçer: 25:61; 33:46; 71:16; 78:13.

2 “مُّنِيرٍ” (mûniyr) sözcüğü, “nur saçan”, “ışık yayan” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 6 kez geçer: 3:184; 22:8; 25:61; 31:20; 33:46; 35:25.

3 “Tebarek” sözcüğü ile ilgili açıklama 25:1’de yer alır.

İncil’de cennet ile ilgili şöyle bir tasvir yer alır: “Artık lanet olmayacak. Allah’ın ve Kuzunun tahtı şehirde olacak ve kulları Allah’a kutsal hizmet sunacak. O’nun yüzünü görecekler ve alınlarında O’nun adı olacak. Artık gece olmayacak. Onların kandil ışığına ve güneş ışığına da ihtiyacı olmayacak, çünkü üzerlerine ilahın Yahve ışık saçacak. Sonsuza dek kral olarak hüküm sürecekler.” (Vahiy 22:3-5)

62. Zikretmek (uyarıyı almak) isteyen veya şükretmek isteyenler için geceyi ve gündüzü birbiri ardına getiren de O’dur.ı

ı Benzer mesajlar: 2:164; 3:190; 10:6; 23:80; 24:44; 45:5.

63. Râhmân’ın kulları yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler. Cahiller onlara laf attıkları zaman da “Selam” (esenlik) derler.ı  

ı Benzer mesajlar: 10:41; 25:72; 28:55; 42:15; 109:6

64. Rableri huzurunda da secde ederek ve kıyam ederek geceleri geçirirler.ı

ı Müminlerin geceleri değerlendirmesiyle ilgili Bkz: 3:17, 113; 17:79; 20:130; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49; 73:2-4, 20; 76:26.

65. Ve derler ki: “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzak tut. Çünkü onun azabı korkunçtur.

66. Orası kötü bir konaklama yeri ve kötü bir konaktır.”

67. Onlar infak ettikleri zaman israf1 etmezler, cimrilik2 de etmezler; ikisi arasında bir denge tutarlar.3

1 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.

2 “قَتَرَ” (katârâ) sözcüğü, “karanlık, duman, sıkıntı, karamsarlık, kasvet” gibi anlamlar gelmektedir. Bu kelimenin kökeninden türeyen “يَقْتُرُوا۟” (yekturû) sözcüğü ise “cimrilik eder, karamsar olur, sıkıntılı olur, geçim sıkıntısı çeker” gibi anlamlar taşır. Bu anlamlar, kelimenin kullanıldığı bağlama göre değişebilir. Bu kökten türemiş sözcükler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:236; 10:26; 17:100; 25:67; 80:41.

3 Müminler, harcamada bulunurken teraziyi dengede tutarlar ve gerekli harcamalarında haddi aşmazlar. Saçıp savurmak, kişiyi savurduğu şeylere bir süre sonra muhtaç duruma düşürebilir.

Öte yandan, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için kendi mevki ve imkanları ölçüsünde harcamada bulunmamak, ya da hayırlı işler için parayı kısmak da cimriliktir. İslâm’ın öngördüğü yol, bu konularda dengeli tutmaktır. Benzer mesajlar: 17:27, 29.

68. Ve onlar, Allah’ın dışında başka bir ilaha da dua etmezler. Öyle ki Allah’ın haram (yasak) kıldığı canı da haksız yere katledilmezler. Zina da etmezler. Ve kim bunları yaparsa ismı (Allah’ın hoşnut olmadığı fiil ile) karşılaşır.

ı İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

69. Kıyamet Günü onun azabı katlanır ve orada aşağılanmış olarak sürekli kalır.

70. Ancak tevbe eden ve iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimseler istisna.ı Allah, onların seyyielerini2, hasenat ile değiştirir.3 Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten, bağışlayandır; merhamet edendir).

ı Bu, tevbe edip kendilerini düzeltenler için bir müjdedir. Çünkü, bu ayete göre onlar Allah’ın affından yararlanacaklardır. Bu müjde, gerçek kullar tarafından büyük bir nimet olarak karşılanmaktadır. Çünkü, pek azı dışında İslâm’ı kabul edenlerin hepsi “cahiliye” günlerinde, bu günahlardan uzak değildirler ve dolayısıyla ayet 68-69’daki tehditle dehşete kapılırlar. Fakat bu af kendilerini rahatlatmakla kalmadı, aynı zamanda ümitlendirir.

2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

3 Burada iki anlam söz konusudur: 1) İçten tövbe ettiği zaman, iman ve Allah’a itaat hayatına başlar ve Allah’ın rahmet ve yardımıyla, küfür halindeki kötülüklerin yerine iyi ameller işlemeye koyulur ve kötülüklerinin yerini iyilikleri alır. 2) Yalnızca geçmişteki kötülükleri silinmekle kalmaz, ayrıca amel defterine, Rabbine isyanı bırakıp O’na itaat yolunu benimseyen bir kul olarak yazılır. Sonra, geçmiş günahlarına üzülüp tevbe ettikçe, daha çok salih ameller hanesine kaydolunur. Çünkü, günahtan tevbe etmek ve af dilemek bizzat salih bir ameldir. Böylece, amel defterinde iyilikleri bütün kötülüklerini bastırır ve böyle bir kişi yalnızca ahirette cezadan kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda Allah’ın büyük nimetlerine de kavuşur.

71. Kim de tevbe edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse; bağışlanmış olarak Allah’a yönelmiş olur.

Önceki ayetlerde sayılan günahları yapanlar eğer tevbe ederlerse Yüce Allah’a yapılacak tevbenin yani yönelişin önünde hiçbir engelin olmadığı bu iki ayette açıkça ifade edilmektedir.

72. Onlar, yalana da tanıklık etmezler.1 Uydurma2 sözlerle karşılaştıklarında da kerim (onurlu, saygın)3 olarak oradan uzaklaşırlar.4

1 Allah, 70:33 ayetinde müminlerin özelliklerini sıralarken “Ve onlar şahitliklerini yaparlar.” şeklinde tanıklığı da aralarında sayar.

2 “زُور” (Zûr) kelimesi, "yalan", "uydurma", "aslı olmayan şey" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 22:30; 25:4, 72; 58:2.

                3 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

4 Benzer mesajlar: 10:41; 25:63; 28:55; 42:15; 109:6.

73. Kendilerine Rablerinin ayetleri ile1 zikredildiğinde ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.

1 “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

74. Ve onlar derler ki: “Rabbimiz, eşlerimizden ve nesillerimizden bize göz aydınlığı bahşetı. Bizi de muttakilere (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlara) önder kıl!”

ı “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

75. İşte onlar, sabretmelerine (zorluklara katlanmalarına ve kararlılık göstermelerine) karşılık yüksek bir makamla cezalandırılacaklar (yaptıklarının karşılığı verilecek) ve orada esenlik ve selam ile karşılanacaklar.

76. Orada sürekli kalacaklar. Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.

77. De ki: “Duanız olmasaydı, Rabbim size neden değer versin ki! Fakat yalanlarsanız, sonucu kaçınılmaz olacaktır.”