Sure,
Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 67. suredir. Adını, ilk ayette geçen ve esip savuran,
dağıtan anlamına gelen “Zariyat” kelimesinden alır. Sure 60 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Veı
esip savuranlara2 (andolsun ki)!
ı “وَ”
(ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan
bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki ‘وَ’ (ve) bağlacı, bağlamına göre
cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme edilebilir. Bu bağlaç,
ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat çekmek için yemin anlamı taşır. Bu
ayet, 43:2’de de tekrarlanmaktadır.
2 “Zariyat”
kelimesine; Esip savuran, toz kaldıran; denizlerden milyonlarca ton su buharını
bulut şeklinde kaldıran rüzgarları gibi anlamlar verilmektedir.
2. ve
ağırlık yüklenenlere,
3. ve
kolayca akıp gidenlere,
4. ve
işi taksim edenlere,
5.
Size vadedilenler elbette doğrudur.
6.
Ve bu din (yargı günü) gerçekleşecektir.
7. Yollara
(rotalara ve yörüngelere) sahip göğe andolsun ki,
8. Şüphesiz
ki sizler, gerçekten de1 ihtilaflı (çelişkili)
bir sözün içindesiniz.
1 “لَفِي”
(lefi) ifadesi, “Gerçekten de bu, ... içindedir” şeklinde çevrilebilir. “لَ”
(le) burada vurgulama yapmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 10 kez geçer: 12:95;
15:72; 26:97, 196; 36:24; 51:8; 82:13, 14; 83:22; 87:18.
9. Ondan,
haktan sapmış1 olan sapar1.
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
10. Canı
çıkası1 o saçmalayanlar (uydurdu şeyi savunanlar)!
1
“قُتِلَ” (kutila) ifadesi, birinin aşırı derecede sıkıntı
çekmesini ya da kötü bir şekilde etkilenmesini anlatan bir tabirdir ve “öldürüldü”
ya da “canı çıkası” anlamında kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer:
51:10; 74:19, 20; 80:17; 85:4.
11. İşte
onlar, gaflet içinde umursamazları.
ı “سَاهُونَۙ”
(sahun) “gaflet içinde olmak, dikkatsizlik, umursamazlık veya bir şeyi
unutmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2 yerde geçer: 51:11; 107:5.
12. Din
günü ne zaman, diye sorarlar.
Benzer
mesajlar: 10:48; 21:38; 27:71; 32:28; 34:29; 36:48; 67:25; 75:6.
13.
O gün onlar, ateşte sınanacaklar.
14. Fitnenizin
tadına bakın! İşte bu çabucak istediğinizdir.
Fitne
kelimesi burada iki mana taşıyor. Biri, “Bu azabınızı tadınız.” İkincisi, “Dünyada
çıkardığınız fitnelerin tadına bakınız” demektir. Arapça’da bu kelimeye aynı
anda bu iki mananın verilmesi mümkündür. Benzer mesajlar: 30:56; 36:63; 37:21;
44:50; 50:20; 52:14; 55:43; 67:27; 70:44; 83:17.
15. Muttakiler1 ise cennetlerde, pınarlardadır.2
1 “وَقَى”
(vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu
kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى”
(takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten
sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
2 Bu ayet, 15:45 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
16. Rablerinin
kendilerine verdiğini alıyorlar.ı Onlar daha önce muhsinlerden (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlardan)
idiler.
17. Geceleri
az uyurlardı.
18. Seher
vakitlerinde de bağışlanma dilerlerdi.
Müminlerin
geceyi değerlendirmesi ile ilgili mesajlar: 3:17,113; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16;
39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49; 73:2-4,20; 76:26
19. Mallarında,
isteyenler ve mahrum olanlar (yardıma muhtaçlar) için
pay vardır. (Benzer mesajlar: 6:141; 9:103; 17:26; 30:38; 70:24)
20. Yeryüzünde
de mukinlerı (kesin olarak iman edenler) için
ayetler (kanıtlar) vardır.
ı “Kesin
gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı ile ilgili açıklama 2:4’te yer
alır.
21. Nefislerinizde
(benliğinizde, canınızda) de. Yine de görmüyor musunuz?
22. Gökte
de rızkınız ve size vadedilenler vardır.
23. Göklerin
ve yerin Rabbine andolsun ki, sizin söylemlerinizı gibi şüphesiz ki haktır
(gerçektir, hakikattir).
ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü
“نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek,
söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini
ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85;
37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
24.
İbrahim’in o kerim (onurlu,
saygın)1 konuklarının haberi sana ulaştı mı?
1
Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ”
(kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18,
50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11,
27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40;
70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.
25. Yanına geldiklerinde, “Selam” dediler. “Selam size, yabancı
topluluk.” dedi.
26. Ardından ailesinin
yanına gitti ve besili bir buzağı getirdi.
27. Onu onlara yaklaştırdı ve “Yemez misiniz?” dedi.
28. Derken onlardan dolayı bir korkuya kapıldı. “Korkma!”
dediler ve ona, (İshak
adında) alim bir delikanlısıı
olacağını müjdelediler.2
ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok
çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy)
demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün
Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer:
12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.
2 Benzer mesajlar: 11:69-70.
29. Karısı çığlık atarak, yüzüne vurdu ve “kısır ve yaşlı bir kadınım!”
dedi.
İncil’deki anlatıma göre İbrahim’in yüz
yaşında, eşi Sara’nın da doksan yaşındaymış. (Tekvin: 18-17)
30. Dediler ki “Senin
Rabbin böyle buyurdu. O, Hakîm olandır (Lehte
ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir), Alim olandır (Her şeyi Bilendir).”
Bazı kaynaklarda elçiler ellerini yemeğe
uzatmadıkları için İbrahim’in onlardan korktuğu yönünde yorumlar yapılmaktadır.
Oysa Kur’an’da öyle bir husus geçmemektedir. Tevrat ayetlerinden de söz konusu
elçilerin yemek yedikleri anlaşılmaktadır:
“18:1- İbrahim günün
sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, Yahve
kendisine göründü. 2- İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü. Onları
görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak; 3- “Ey efendim, eğer gözünde
lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma” dedi, 4- “Biraz su
getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında dinlenin. 5- Madem kulunuza
konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler getireyim. Biraz dinlendikten
sonra yolunuza devam edersiniz.” Adamlar, “Peki, dediğin gibi olsun” dediler.
6- İbrahim hemen çadıra, Sara’nın yanına gitti. Ona, “Hemen üç ölçek ince un
al, yoğurup pide yap” dedi. 7- Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir
buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. 8- İbrahim
hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar
yerken o da yanlarında, ağacın altında durdu. 9- Konuklar, “Karın Sara
nerede?” diye sordular. İbrahim, “Çadırda” diye yanıtladı. 10- O (Yahve), “Gelecek yıl bu zamanda kesinlikle yanına
döneceğim” dedi, “O zaman karın Sara’nın bir oğlu olacak.” Sara onun arkasında,
çadırın girişinde durmuş, dinliyordu. 11- İbrahim’le Sara kocamışlardı, yaşları
hayli ileriydi. Sara âdetten kesilmişti. 12- İçin için gülerek, “Bu yaştan
sonra bu sevinci tadabilir miyim?” diye düşündü, “Üstelik efendim de yaşlı.”
13- Yahve İbrahim’e sordu: “Sara ‘Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi
olacağım?’ diyerek güldü? 14- Yahve için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen
vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara’nın bir oğlu olacak.” 15-
Sara korktu, “Gülmedim” diyerek yalan söyledi. Yahve, “Hayır, güldün” dedi.
(Tevrat, Başlangıç, 18:1-15)
31. “Ey
resuller, asıl göreviniz nedir?” dedi.
Meleklerin
insan şeklinde gelmesi İbrahim’i şaşırttığından dolayı onların asıl geliş
sebebini merak etti.
32. Dediler ki: “Biz, mücrim (sapkın, suçlu)
bir kavme
gönderildik.
31
ve 32’nci ayetler, aynı sözcüklerle 15:57 ve 58 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.
33. Üzerlerine balçıktan taşlar yağdırmak için.
34. Müsriflerı için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlar).”2
ı “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi
aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
2 Bu ayetlerde Lut’un kavmi
kastedilmektedir. Hud (11:82-83) ve Hicr (15:73-74) surelerinde onların
şehirlerinin şiddetli yer sarsıntısıyla altüst edildiği, depremden kurtularak
kaçanların ise taş yağmuruna tutularak yok edildiği ayrıntılı olarak
anlatılmaktadır.
35. Oradaki bütün müminleri de çıkardık.
36. Orada, Müslimlere (Teslim Olanlara) ait bir evden başkasını bulmadık.
Müslim ismi, Nebimiz Muhammed’e tabi olan
ümmetin adı değildir. Ondan önceki bütün nebiler ve onlara tabi olanların ortak
adıdır. İbrahim, Musa ve İsa da Müslimdi; dinleri de İslam’dı. Kur’an’da bu
gerçek hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlatılmaktadır. Örnek ayetler: 2:128,
131, 132, 133; 3:67; 5:44, 111; 7:126; 10:72, 84; 12:101; 27:31, 42, 44.
37. Ve elem verici azaptan korkanlar için orada bir ayet
bıraktık.
Burada
geçen âyeh “ayet” kelimesi, helak/yok edilme sonrasında geride kalan
harabelerden oluşan “ibret nişanesi” yani bir ders anlamına gelmektedir.
38. Musa’da
da
(ibretler) vardır. Onu firavuna apaçık bir sultan (güçlü
bir delil ve yetki) ile
göndermiştik.
39. Bunun üzerine dayanaklarıyla1 (danışmanlarıyla) sırt çevirdi2
ve “Sihirbazdır ya da mecnundur.” dedi.
1 Bu ifade, “dayanmak, sağlam
durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن”
(r-k-n) kökünden türemiştir. Bu kökten
türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.
2 “تَوَلَّى” (tevellâ) sözcüğü, “yönelmek, dönmek,
sırt çevirmek, uzaklaşmak” anlamlarına gelir.
40. Bunun üzerine onu ve askerlerini yakaladık, ardından da onları
su kütlesinin1 içinde terk ettik2. O da kendini kınayıp duruyordu.
1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük
su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136;
20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.
2 “نَبَذْنَاهُمْ”
(nebeznahum) sözcüğü, “onları attık, onları fırlattık, onları terk ettik” anlamlarına
gelir.
41. Âd’de
de (ibretler) vardır. Üzerlerine köklerini kurutan bir rüzgar
gönderdik.
Ayette geçen er-rîha’l-’akîme
tamlaması “kısır bırakan rüzgar” anlamında kasırganın şiddetini göstermektedir.
Kur’an’da 19 kez geçen “er-rîh” kelimesi, genellikle olumsuz anlamda,
yani felaket getiren rüzgar, koku ve güç anlamlarında kullanılmıştır. “er-riyâh”
kelimesi ise, Kur’an’da 10 kez geçmektedir ve nimet, huzur getiren rüzgarlar anlamında
kullanılmaktadır.
42. Üzerinden
geçtiği her şeyi yok edip kül gibi savuruyordu.
43. Semud’da
da (ibretler) vardır. Onlara, “Bir süre faydalanın1.”
denmişti.
1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
44. Rablerinin
emrine karşı geldiler ve öylece bakınırlarken yıldırım onları yakalayıverdi.
45. Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım edenleri de olmadı.
46. Ve daha önce Nuh’un kavmini de. Onlar fasık (Allah’ın
emirlerinden sapan, itaat etmeyen) bir
topluluktu.
47. Ve
göğü ellerimizle Biz bina1
yaptık, (onu) genişleten de Biziz.2
1 Bu sözcük, “ب ن
ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”,
“bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da,
bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez);
37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.
2 Bilgi
notu: Amerikalı gökbilimci Vesto Slipher, gökcisimlerinin dünyadan hızla
uzaklaştığını ilk kez 1912 yılında gözlemledi. Amerikalı ünlü gökbilimci Edwin
Hubble ise gökcisimlerinin dünyadan uzaklaşmadığını ve hızlarının uzaklıkları
ile orantılı olduğunu 1929 yılında saptadı. Bu bulgular, kütle çekiminin
etkisiyle evrenlerin sürekli genişlediği sonucunu ortaya çıkardı.
48. Yeri
de döşedik1. O halde ne güzel2
hazırlayıcılarız!
1 “مهد” (mehede)
kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde
hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış
yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
2 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136,
173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75;
38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.
49. Düşünüp
öğüt alasınız diye de her şeyden iki çift (dişi ve erkek)
yarattık.
Allah
varlıkları dişi-erkek, artı-eksi, anot-katot, soğu-sıcak, yaz-kış, gece-gündüz
gibi birbirini tamamlayan çiftlerden yaratmıştır. Benzer mesajlar: 36:36; 43:12;
50:7.
50. Allah’a
koşun! Ben, sizin için O’ndan (gelmiş) apaçık bir uyarıcıyım.
51. Allah’ın
dışında da başka ilah (En
Yüce olan) edinmeyin! Ben, sizin için O’ndan (gelmiş)
apaçık bir uyarıcıyım.
Mecnun: Deli, cinlenmiş demektir.
Benzer mesajlar: 15:6; 23:70; 34:8; 44:14; 52:29; 68:51.
53. Bunu
birbirlerine mi öğütlediler? Hayır, doğrusu onlar haddi
aşan bir topluluktur.
54. Öyleyse onlardan yüz çevir, sen (bu
nedenle) kınanacak değilsin.
55. Sen
yine de zikret (hatırlat); zikir müminlere fayda sağlar.
56. Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk (hizmet) etmeleri için yarattım.
Cinler
ile ilgili açıklama 72:1,2 ayetinde yer alır.
57. Onlardan
rızık istemiyorum, Beni doyurmalarını da istemiyorum. (Benzer
mesajlar: 6:14; 23:88; 112:2)
58. Şüphesiz
ki Allah, rızık veren O’dur; Metin (güçlü ve dayanıklı) kuvvet
sahibi olandır.
59. Zulmedenlerin
günahı1, (geçmişteki) yoldaşlarının günahının1 misli
(benzeri) gibidir. O halde acele etmesinler.
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
60.
Kendilerine vadedilen o günlerinden dolayı veylı olsun kafirlere! (hakkı bildiği halde inkar edenlere, onun üstünü
bilerek örtenler!)
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş
bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı,
felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun”
ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2;
18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27;
39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37,
40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.