51. ZARİYÂT SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 67. suredir.  Adını, ilk ayette geçen ve esip savuran, dağıtan anlamına gelen “Zariyat” kelimesinden alır. Sure 60 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Veı esip savuranlara2 (andolsun ki)!

ı “وَ” (ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki ‘وَ’ (ve) bağlacı, bağlamına göre cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme edilebilir. Bu bağlaç, ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat çekmek için yemin anlamı taşır. Bu ayet, 43:2’de de tekrarlanmaktadır.

2 Zariyat” kelimesine; Esip savuran, toz kaldıran; denizlerden milyonlarca ton su buharını bulut şeklinde kaldıran rüzgarları gibi anlamlar verilmektedir.

2. ve ağırlık yüklenenlere,

3. ve kolayca akıp gidenlere,

4. ve işi taksim edenlere,

5. Size vadedilenler elbette doğrudur.

6. Ve bu din (yargı günü) gerçekleşecektir.

7. Yollara (rotalara ve yörüngelere) sahip göğe andolsun ki,

8. Şüphesiz ki sizler, gerçekten de1 ihtilaflı (çelişkili) bir sözün içindesiniz.

1 “لَفِي” (lefi) ifadesi, “Gerçekten de bu, ... içindedir” şeklinde çevrilebilir. “لَ” (le) burada vurgulama yapmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 10 kez geçer: 12:95; 15:72; 26:97, 196; 36:24; 51:8; 82:13, 14; 83:22; 87:18.

9. Ondan, haktan sapmış1 olan sapar1.

1 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

10. Canı çıkası1 o saçmalayanlar (uydurdu şeyi savunanlar)!

1 “قُتِلَ” (kutila) ifadesi, birinin aşırı derecede sıkıntı çekmesini ya da kötü bir şekilde etkilenmesini anlatan bir tabirdir ve “öldürüldü” ya da “canı çıkası” anlamında kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 51:10; 74:19, 20; 80:17; 85:4.

11. İşte onlar, gaflet içinde umursamazları.

            ı “سَاهُونَۙ” (sahun) “gaflet içinde olmak, dikkatsizlik, umursamazlık veya bir şeyi unutmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2 yerde geçer: 51:11; 107:5.

12. Din günü ne zaman, diye sorarlar.

Benzer mesajlar: 10:48; 21:38; 27:71; 32:28; 34:29; 36:48; 67:25; 75:6.

13. O gün onlar, ateşte sınanacaklar.

14. Fitnenizin tadına bakın! İşte bu çabucak istediğinizdir.

Fitne kelimesi burada iki mana taşıyor. Biri, “Bu azabınızı tadınız.” İkincisi, “Dünyada çıkardığınız fitnelerin tadına bakınız” demektir. Arapça’da bu kelimeye aynı anda bu iki mananın verilmesi mümkündür. Benzer mesajlar: 30:56; 36:63; 37:21; 44:50; 50:20; 52:14; 55:43; 67:27; 70:44; 83:17.

15. Muttakiler1 ise cennetlerde, pınarlardadır.2

1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.

2 Bu ayet, 15:45 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

16. Rablerinin kendilerine verdiğini alıyorlar.ı Onlar daha önce muhsinlerden (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlardan) idiler.

17. Geceleri az uyurlardı.

18. Seher vakitlerinde de bağışlanma dilerlerdi.

Müminlerin geceyi değerlendirmesi ile ilgili mesajlar: 3:17,113; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49; 73:2-4,20; 76:26

19. Mallarında, isteyenler ve mahrum olanlar (yardıma muhtaçlar) için pay vardır. (Benzer mesajlar: 6:141; 9:103; 17:26; 30:38; 70:24)

20. Yeryüzünde de mukinlerı (kesin olarak iman edenler) için ayetler (kanıtlar) vardır.

ı “Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı ile ilgili açıklama 2:4’te yer alır.

21. Nefislerinizde (benliğinizde, canınızda) de. Yine de görmüyor musunuz?

22. Gökte de rızkınız ve size vadedilenler vardır.

23. Göklerin ve yerin Rabbine andolsun ki, sizin söylemlerinizı gibi şüphesiz ki haktır (gerçektir, hakikattir).

ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek, söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85; 37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.

24. İbrahim’in o kerim (onurlu, saygın)1 konuklarının haberi sana ulaştı mı?

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

25. Yanına geldiklerinde, “Selam” dediler. “Selam size, yabancı topluluk.” dedi.

26. Ardından ailesinin yanına gitti ve besili bir buzağı getirdi.

27. Onu onlara yaklaştırdı ve “Yemez misiniz?” dedi.

28. Derken onlardan dolayı bir korkuya kapıldı. “Korkma!” dediler ve ona, (İshak adında) alim bir delikanlısıı olacağını müjdelediler.2

            ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

2 Benzer mesajlar: 11:69-70.

29. Karısı çığlık atarak, yüzüne vurdu ve “kısır ve yaşlı bir kadınım!” dedi.

İncil’deki anlatıma göre İbrahim’in yüz yaşında, eşi Sara’nın da doksan yaşındaymış. (Tekvin: 18-17)

30. Dediler ki Senin Rabbin böyle buyurdu. O, Hakîm olandır (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir), Alim olandır (Her şeyi Bilendir).

Bazı kaynaklarda elçiler ellerini yemeğe uzatmadıkları için İbrahim’in onlardan korktuğu yönünde yorumlar yapılmaktadır. Oysa Kur’an’da öyle bir husus geçmemektedir. Tevrat ayetlerinden de söz konusu elçilerin yemek yedikleri anlaşılmaktadır:

18:1- İbrahim günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, Yahve kendisine göründü. 2- İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü. Onları görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak; 3- “Ey efendim, eğer gözünde lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma” dedi, 4- “Biraz su getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında dinlenin. 5- Madem kulunuza konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler getireyim. Biraz dinlendikten sonra yolunuza devam edersiniz.” Adamlar, “Peki, dediğin gibi olsun” dediler. 6- İbrahim hemen çadıra, Sara’nın yanına gitti. Ona, “Hemen üç ölçek ince un al, yoğurup pide yap” dedi. 7- Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. 8- İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken o da yanlarında, ağacın altında durdu. 9- Konuklar, “Karın Sara nerede?” diye sordular. İbrahim, “Çadırda” diye yanıtladı. 10- O (Yahve), “Gelecek yıl bu zamanda kesinlikle yanına döneceğim” dedi, “O zaman karın Sara’nın bir oğlu olacak.” Sara onun arkasında, çadırın girişinde durmuş, dinliyordu. 11- İbrahim’le Sara kocamışlardı, yaşları hayli ileriydi. Sara âdetten kesilmişti. 12- İçin için gülerek, “Bu yaştan sonra bu sevinci tadabilir miyim?” diye düşündü, “Üstelik efendim de yaşlı.” 13- Yahve İbrahim’e sordu: “Sara ‘Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım?’ diyerek güldü? 14- Yahve için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara’nın bir oğlu olacak.” 15- Sara korktu, “Gülmedim” diyerek yalan söyledi. Yahve, “Hayır, güldün” dedi. (Tevrat, Başlangıç, 18:1-15)

31. “Ey resuller, asıl göreviniz nedir?” dedi.

Meleklerin insan şeklinde gelmesi İbrahim’i şaşırttığından dolayı onların asıl geliş sebebini merak etti.

32. Dediler ki: “Biz, mücrim (sapkın, suçlu) bir kavme gönderildik.

31 ve 32’nci ayetler, aynı sözcüklerle 15:57 ve 58 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.

33. Üzerlerine balçıktan taşlar yağdırmak için.

34. Müsriflerı için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlar).2

ı “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.

2 Bu ayetlerde Lut’un kavmi kastedilmektedir. Hud (11:82-83) ve Hicr (15:73-74) surelerinde onların şehirlerinin şiddetli yer sarsıntısıyla altüst edildiği, depremden kurtularak kaçanların ise taş yağmuruna tutularak yok edildiği ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. 

35. Oradaki bütün müminleri de çıkardık.

36. Orada, Müslimlere (Teslim Olanlara) ait bir evden başkasını bulmadık.

 Müslim ismi, Nebimiz Muhammed’e tabi olan ümmetin adı değildir. Ondan önceki bütün nebiler ve onlara tabi olanların ortak adıdır. İbrahim, Musa ve İsa da Müslimdi; dinleri de İslam’dı. Kur’an’da bu gerçek hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlatılmaktadır. Örnek ayetler: 2:128, 131, 132, 133; 3:67; 5:44, 111; 7:126; 10:72, 84; 12:101; 27:31, 42, 44.

37. Ve elem verici azaptan korkanlar için orada bir ayet bıraktık.

Burada geçen âyeh “ayet” kelimesi, helak/yok edilme sonrasında geride kalan harabelerden oluşan “ibret nişanesi” yani bir ders anlamına gelmektedir.

38. Musa’da da (ibretler) vardır. Onu firavuna apaçık bir sultan (güçlü bir delil ve yetki) ile göndermiştik.

39. Bunun üzerine dayanaklarıyla1 (danışmanlarıyla) sırt çevirdi2 ve “Sihirbazdır ya da mecnundur.” dedi.

            1 Bu ifade, “dayanmak, sağlam durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن” (r-k-n) kökünden türemiştir.  Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.

2 “تَوَلَّى” (tevellâ) sözcüğü, “yönelmek, dönmek, sırt çevirmek, uzaklaşmak” anlamlarına gelir.

40. Bunun üzerine onu ve askerlerini yakaladık, ardından da onları su kütlesinin1 içinde terk ettik2. O da kendini kınayıp duruyordu.

1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.

            2 “نَبَذْنَاهُمْ” (nebeznahum) sözcüğü, “onları attık, onları fırlattık, onları terk ettik” anlamlarına gelir.

41. Âd’de de (ibretler) vardır. Üzerlerine köklerini kurutan bir rüzgar gönderdik.

 Ayette geçen er-rîha’l-’akîme tamlaması “kısır bırakan rüzgar” anlamında kasırganın şiddetini göstermektedir. Kur’an’da 19 kez geçen “er-rîh” kelimesi, genellikle olumsuz anlamda, yani felaket getiren rüzgar, koku ve güç anlamlarında kullanılmıştır. “er-riyâh” kelimesi ise, Kur’an’da 10 kez geçmektedir ve nimet, huzur getiren rüzgarlar anlamında kullanılmaktadır.

42. Üzerinden geçtiği her şeyi yok edip kül gibi savuruyordu.

43. Semud’da da (ibretler) vardır. Onlara, “Bir süre faydalanın1.” denmişti.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

44. Rablerinin emrine karşı geldiler ve öylece bakınırlarken yıldırım onları yakalayıverdi.

45. Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım edenleri de olmadı.

46. Ve daha önce Nuh’un kavmini de. Onlar fasık (Allah’ın emirlerinden sapan, itaat etmeyen) bir topluluktu.

47. Ve göğü ellerimizle Biz bina1 yaptık, (onu) genişleten de Biziz.2

            1 Bu sözcük, “ب ن ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”, “bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da, bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez); 37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.

 2 Bilgi notu: Amerikalı gökbilimci Vesto Slipher, gökcisimlerinin dünyadan hızla uzaklaştığını ilk kez 1912 yılında gözlemledi. Amerikalı ünlü gökbilimci Edwin Hubble ise gökcisimlerinin dünyadan uzaklaşmadığını ve hızlarının uzaklıkları ile orantılı olduğunu 1929 yılında saptadı. Bu bulgular, kütle çekiminin etkisiyle evrenlerin sürekli genişlediği sonucunu ortaya çıkardı.

48. Yeri de döşedik1. O halde ne güzel2 hazırlayıcılarız!

1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

2 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

49. Düşünüp öğüt alasınız diye de her şeyden iki çift (dişi ve erkek) yarattık.

Allah varlıkları dişi-erkek, artı-eksi, anot-katot, soğu-sıcak, yaz-kış, gece-gündüz gibi birbirini tamamlayan çiftlerden yaratmıştır. Benzer mesajlar: 36:36; 43:12; 50:7.

50. Allah’a koşun! Ben, sizin için O’ndan (gelmiş) apaçık bir uyarıcıyım.

51. Allah’ın dışında da başka ilah (En Yüce olan) edinmeyin! Ben, sizin için O’ndan (gelmiş) apaçık bir uyarıcıyım.

52. Onlardan öncekilere de onlara bir resul gelmedi ki ona da işte böyle “Bu ya sihirbazdır ya da mecnundur.” demesinler.

Mecnun: Deli, cinlenmiş demektir. Benzer mesajlar: 15:6; 23:70; 34:8; 44:14; 52:29; 68:51.

53. Bunu birbirlerine mi öğütlediler? Hayır, doğrusu onlar haddi aşan bir topluluktur.

54. Öyleyse onlardan yüz çevir, sen (bu nedenle) kınanacak değilsin.

55. Sen yine de zikret (hatırlat); zikir müminlere fayda sağlar.

56. Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk (hizmet) etmeleri için yarattım.

Cinler ile ilgili açıklama 72:1,2 ayetinde yer alır.

57. Onlardan rızık istemiyorum, Beni doyurmalarını da istemiyorum. (Benzer mesajlar: 6:14; 23:88; 112:2)

58. Şüphesiz ki Allah, rızık veren O’dur; Metin (güçlü ve dayanıklı) kuvvet sahibi olandır.

59. Zulmedenlerin günahı1, (geçmişteki) yoldaşlarının günahının1 misli (benzeri) gibidir. O halde acele etmesinler.

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

60. Kendilerine vadedilen o günlerinden dolayı veylı olsun kafirlere! (hakkı bildiği halde inkar edenlere, onun üstünü bilerek örtenler!)

ı  Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.