Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 66.
suredir. Adını, 21’inci ayette geçen “Ahkaf” (kum tepecikleri) kelimesinden
alır. Sure 35 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
Ha, Mim.
“Ha,
Mim” Başlangıç harfleri ile başlayan 7 surede (40:1, 41:1, 42:1, 43:1, 44:1,
45:1, 46:1) toplam 292 tane “hâ” ve 1855 tane de “mîm” harfi var. Bunların
toplamı 2147’dir (19’un tam 113 katı).
Başlangıç harflerindeki 19
kodlu matematiksel sistem ile bağlantılı olarak
bazı surelerde dikkat çekici “harf oyunları” yapılmıştır. Örneğin; bu surede
yer alan “ha” harflerinin toplamı 19 sisteminin tam katı olsun diye; 46:21
ayetinde “Hud’u da an” ifadesi yerine, içinde “ha” harfi içermeyen “Vezkur eha
ad” (Ad’ın kardeşini de an) ifadesi kullanılmıştır. Benzer bir durum 50:13’te Lut’un
Kavmi ile ilgili olarak da vardır.
Huruf-u
Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.
2. Kitabın
(Kur’an’ın) indirilmesi, Azizil-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak
güç sahibi) olan Allah’tandır.
Bu
ayet, 39:1, 45:2’de de tekrarlanmaktadır.
3. Biz,
gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir hak (amaç)
ile ve belirlenmiş bir ecel (ölüm zamanı) için yarattık.ı Kâfirler,
uyarıldıkları şeylerden yüz çevirirler.
ı Bu
ayet, aslında edebi bir üslup ile ve dikkat çekmek için devrik olarak yazılmış.
Ancak aynı şekilde Türkçeye çevrilememektedir. Ayetin birebir tercümesi
şöyledir. “Biz yaratmadık! Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları; illaki
bir hak ile ve belirlenmiş bir ecel ile.”
“Ecel-i
müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.
4. De
ki: “Allah’ın dışında1 dua ettiklerinize
bir bakın. Yeryüzünde ne yaratmışlar, bana gösterin. Yoksa onların göklerde bir
ortaklıkları mı varmış?2 Eğer doğru sözlü iseniz, bana, bundan önce (indirilmiş)
bir kitap veya bir bilgi kırıntısı getirin.
1 “مِنْ
دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın
dışında" anlamlarına gelir.
2 Bu
ifadeler, aynı sözcüklerle 35:40’ta da tekrarlanmaktadır.
5. Allah’ın dışındaki kimselere (ölülere,
putlara) yalvarandan da daha sapkın kim olabilir ki! Onlar (dua
ettikleri), Kıyamet gününe kadar kendisine karşılık1
vermeyecekler, bunların yalvarmalarından da habersizdirler.
1 “icabet” “ج-ب-ب"
(c, b, b) kökünden türemiştir ve bir
davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten
türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109;
6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22,
44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29;
35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.
6. (Mahşerde)
toplandıkları zaman insanlar da onlara (taptıklarına) düşman kesilir ve
kendilerine kulluk ettiklerini inkâr ederler.
Bu
ayet “tapınılanların tapanlara düşman kesileceği” şeklinde
de anlamlandırılabilir. Benzer mesajlar: 10:28-29; 14:22;
16:86; 19:82; 25:18-19; 28:63; 29:25; 30:13; 34:41; 35:14.
Ayrıca
Matta 7:21-23’e de bakın. İsa, kendisini “Rab” (Efendi) diye çağıranları
cehennemi hak etmekle uyarmaktadır. İncil’deki bu ayet çeşitli İncil
nüshalarında tahrif edilmesine rağmen nüshaların karşılaştırılması ile bu
çarpıcı gerçeği çok net bir biçimde ortaya çıkarmaktadır.
7. Ayetlerimiz
tüm açıklığıyla onlara tilavet
edildiğinde (okunup takip
edildiğinde) de kafirler, (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) kendilerine
ulaşan hak (doğru, gerçek) için o, “bu, apaçık bir sihirdir.” dediler.
8. Yoksa
“Onu uydurdu” mu diyorlar?ı
De ki: “Ben onu uydurursam, Allah tarafından bana gelecek şeyi (azabı)
savmaya gücünüz yetmez. O, bu konuda yaptığınız taşkınlıkları en iyi Bilendir. Sizinle
benim aramda tanık olarak O yeter. Gafurur-Râhîm (merhamet edip günahları örtüp bağışlayan) O’dur.
Muhammed’in
“müfteri” olarak suçlamasıyla ilgili benzer mesajlar: 10:38; 11:13; 16:101; 21:5;
25:4; 32:3; 34:8; 42:24.
9. De
ki: “Ben resuller arasında yeni bir şey türetmiş biri değilim. (İnsanlara
ilk defa tebliğ eden değilim). Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum.ı
Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam.2 Ben apaçık bir uyarıcıdan
başka bir şey de değilim.”
ı Bu
ifade Nebi de dahil olmak üzere kimsenin mahşerle ilgili bir garantisinin
olamayacağını bildirilmektedir.
2 Vahye
uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3,
144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.
10. De ki: “Hiç düşündünüz mü, ya bu (vahiy, ayet, delil) Allah katından
ise ve siz de onu inkâr ettiyseniz? İsrailoğullarından bir tanık da onun (vahyin,
ayetin, delilin) bir misline (benzerine) tanık olup iman ettiği hâlde
siz büyüklük taslamışsanız!”ı Allah, zalim bir toplumu hidayete
erdirmez.
ı Reşat
Halife, bu şahidin; M.S. 11’inci yüzyılda, aynı 19 temelli matematiksel kodu
kutsal yazıların bozulmamış parçalarında keşfeden takva ehli haham Juda
olduğunu belirtmektedir. (Reşat Halife Ek 1).
11. Kâfir
kimseler, iman eden kimseler için de dedi ki: “Şayet (o
vahiyde) bir hayır olsaydı onda (ona uymada) bizi geçemezdiler1.”
Onunla hidayete ermedikleri zaman da “Bu, kadim (eski) uydurulmuş bir
yalandır2!” diyeceklerdir.
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek,
öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36
defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40;
11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32;
36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10;
70:41; 79:4 (2 defa).
2 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
12. Ondan
(Kur’an’dan)
önce de Musa’nın Kitabı bir imam (rehber, önder) ve bir rahmet. Bu (Kur’an)
da zalimleri uyarmak ve Muhsinlere (Allah rızası için karşılıksız iyilik
yapanlara) müjde olmak üzere arabi (apaçık olan, anlaşılır) bir
lisanlaı tasdik eden (doğrulayan) bir kitaptır.
ı Arapça teriminin anlamları
ile ilgili açıklama 12:2 ayetinde yer alır. Tasdik, haberin ve haber
verenin doğruluğunu kabul etmektir. Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil’i doğrulamaktadır,
aynı zamanda onları tebliğ eden elçilerin de doğruluğunu onaylamaktadır.
13. “Rabbimiz
Allah’tır!” diyen, sonra da doğru istikamette olanlara korku yoktur, onlar üzülecek
de değildirler.
14. Cennet
halkı işte onlardır. Amellerinin cezası (karşılığı) olarak da
orada kalacaklardır.
15. İnsana
da ebeveynine ihsanda
bulunmasını (iyi ve güzel karşılık vermesini) vasiyet
ettik.ı Annesi onu zahmetle (karnında) taşıdı. Zahmetle
de doğurdu. Onun hamileliği (taşınması) ve sütten kesilmesi de otuz
aydır2. Nihayet olgunluk çağına erişince
ve kırk yaşına3 varınca dedi ki: “Rabbim! Bana ve ebeveynime verdiğin nimetlere şükretmem
ve razı olacağın salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlemem
için benie teşvik et.4 Benim için soyumda da
ıslah edici ol. Şüphesiz ki ben, Sana tevbe ettim (sana
yöneldim) ve şüphesiz ki ben Müslim (teslim) olanlardanım.”
ı Benzer
mesajlar: 2:83; 4:36; 6:151; 17:23,24; 19:14,32; 29:8; 31:14.
2 Yüce
Allah, 31:14 ayetinde çocuğun annesini emme süresinin iki yıl olduğunu
söylemektedir ki bu ifade 2:233 ile aynıdır. Bu arada 46:15 ayetinde hamilelik
ile sütten ayrılmanın toplam süresinin 30 ay olduğu ifade edilerek çocukların
iki yıl (24 ay) civarında emzirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Aradaki “altı
aylık” zaman farkı ise bir çocuğun ana rahminde altı ay kaldıktan sonra en
erken doğabileceği süreyi işaret etmektedir.
Diğer
bir açıklama ise; Bu ayet ile, insanın gebelik döneminde ana karnında geçirdiği
süre ile emzirme süresinin toplam 30 ay olduğu bildiriyor. Bu ayet, emzirme
süresini 24 ay olarak bildiren 31:14 ayetiyle birlikte değerlendirilirse;
bebeğin ana karnında sadece son 6 ay (180 gün) insan/fetüs/nefs kabul edildiği
anlaşılır.
Gebelik
süresinin döllenmeden itibaren tam 266 gün olduğunu biliyoruz (Döllenme süresi
ile birlikte 280 gün/40 haftadır). Bu, Allah’ın doğadaki bir ayetidir
(delilidir). Altı ay, 180 gün olduğuna göre bunu 266’dan çıkarırsak, gebeliğin
ilk 86 gününde ceninin insan veya “nefs” sayılmadığı anlaşılır. Nitekim insanın
ana karnındaki gelişimini dört evrede açıklayan 22:5 ve 23:14 ayetleri
gebeliğin ilk günlerini “nefs” yahut “insan” olarak değil de başka kelimelerle
ifade eder. Bunlar sırasıyla: 1. Nutfe (bir damla sıvı) 2. Alaka (anne rahmine
tutunan embriyo, zigot), 3. Mudğa (on santim büyüklüğündeki cenin evresinde
kemiklerin ve etin oluşması), ve nihayet 4. Fetüs (nefs/yeni bir yaratık). Yeni
bir yaratığın döllenmeden 86 gün sonra yaratıldığı anlaşılıyor. Bir başka
deyişle “nefs”in (bilinç/kişilik) ilk belirtileri, döllenmeden yaklaşık üç ay
sonra ceninin beyninde zuhur etmektedir. Kur’an’daki ayetlerle doğadaki
ayetlerin birlikte değerlendirilmesinden elde edilen bu bilgiler, tıbbı açıdan
kürtaj için belirlenmiş olan süre (ilk 10 hafta) ile uyuşmaktadır.
3 Sorumluluk
çağına (bilinç düzeyi, bilgelik yaşı) kırk yaşında erişildiği bu ayetten
anlaşılmaktadır. Yüce Allah, kimin Cennete gitmeyi hak ettiğini ve kimin
Cehenneme gitmeyi hak ettiğini tam olarak bilir. Bu O’nun bir yasasıdır ki kimi
40 yaşından önce vefat ettirirse o kişi Cennete gidecektir. Yüce Allah’ın engin
rahmeti, çoğu insanın bu ilahi merhameti kabul etmekte zorluk yaşadığı
gerçeğinde yansır; şöyle karşı gelirler: “Onları Cehenneme koy!” Reşat Halife, Ek
32’ye bakınız.
Ayrıca;
12:22’nci ayetinde Yusuf’a ve 28:14 ayetinde de Musa’ya yetişkinlik çağlarında,
19:12 ayetinde ise Yahya’ya çocukken nebilik verildiği bildirilmiştir.
Ayette
“yetişkinlik çağına geldiği ve kırk yaşına vardığında” ifadesi
geçmektedir. İlginçtir ki; Yahudilerin bir nevi hadis, fıkıh ve tefsir kitabı
olan Talmut’ta da yaşlar tasvir edilirken 30’a “yetişkinlik (güç, kuvvet) yaşı”,
40 yaşının ise “ayırt etme, bilgelik yaşı” şeklinde tarif edildiğini ve Yüce
Allah’ın, bu ayetle benzer ifadelerin bulunduğu Talmut’a göndermede bulunduğunu
görüyoruz. (Talmut, Mıshna (Mişna) Pirke avot 5:21. İng. Çev. s:2777)
4 “وَزَعَ”
(veze’a) sözcüğü “yönlendirmek, sevk etmek, ilham etmek veya bir şeyi
yapmaya teşvik etmek” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu fiilden türemiş 5 tane sözcük
geçmektedir: 27:17, 19, 83; 41:19; 46:15. Bu cümle aynı sözcüklerle 27:19’da da tekrarlanmaktadır.
16. Onlar,
işledikleri amelleri ahsen (en güzel, en iyi şekilde) kabul
edeceğimiz, seyyielerini1 de görmezden geldiğimiz Cennet halkından
olan kimselerdir. Bu, kendilerine verilen doğru vaadin gerçekleşmesidir.
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”,
“zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten
türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü
eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
17. O
kimse ise ebeveynine, “Öf size!1
Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, (mezardan)
çıkarılacağımı mı bana vadediyorsunuz?”
dedi. Onlar ise Allah’a sığınarak “Yazıklar
olsun sana! Allah’ın vaadi haktır, iman et (inan ve güven).” dediklerinde
“Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir!” dedi.
ı “uffin” ifadesi ile ilgili açıklama 17:23’te yer
alır.
18. Onlar,
kendilerinden önceki cinler ve insanlardan olanlar içinı geçerli
olan sözün (hükmün; azabın) hak (doğru, gerçek) olduğu kimselerdir.
Onlar hüsrana uğrayanlardır.2
ı Bu
ayette geçen “kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları”
ifadesinden, cinlerin de öldüğü anlaşılmaktadır.
2 Bu
cümle, aynı sözcüklerle 41:25’te de tekrarlanmaktadır.
19. Her
biri için amellerine göre dereceleri vardır. Ve onlara yaptıklarının karşılığı tam verilir. Ve
onlara zulmedilmez.
20. Ateşe
sunulacakları1 gün ise küfredenlere (örtenlere): “Dünya
hayatında onlardan da faydalandığınız ve sahip olduğunuz tayyibatı (iyi,
güzel, yararlı, hoş olan şeyleri) heba ettiniz. Bugün ise; yeryüzünde haksız
olarak kibirlenmeniz ve yoldan çıkmanızdan dolayı, küçük düşürücü bir azapla
cezalandırılacaksınız! (karşılık bulacaksınız)”
1
“عَرَضَ” (‘aredâ)
ifadesi “arz etti, sundu, teklif etti, gösterdi” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48,
100; 33:72; 38:31; 40:46; 42:45; 46:20, 34; 69:18.
21. Ad’ın
kardeşini de an!1 Hani o, Ahkaf’taki2 kavmini uyarmıştı. Ondan
önce de sonra da “Allah’ın dışında bir şeye kulluk etmeyin! Ben, âzîm3
(dehşetli) bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum!” diyen nice
uyarıcılar gelip geçti. (diye uyarmıştı).
1 Buradaki
‘Ad’ın kardeşi’nden kasıt, Ad Kavmine gönderilen elçi Hud’dur. Bu ifadenin başlangıç
harflerindeki 19 kodlu matematiksel sistemi ile olan
bağlantısı hakkındaki açıklama 1’inci ayette yer alır.
2 Ahkâf;
kum yığınları, kum tepecikleri anlamına gelmektedir.
3 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
22. Dediler
ki: “Sen, bizi ilahlarımızdan saptırmak1
için mi bize geldin? O halde eğer sadıklardan (doğrulukta
sebat eden, güvenilir olanlardan) isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir!2”
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
2 Benzer
mesajlar: 7:70, 77; 8:32; 11:32; 29:29.
23. (Hud)
“O bilgi sadece Allah’ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi
ulaştırıyorum. Ama şüphesiz ki ben, sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum!”
dedi.
24.
Nihayet onu (kasırgayı), vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde gördükleri
zaman da “Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur!” dediler. “Hayır! O, sizin çabucak
gelmesini dilediğinizdir. İçinde elem verici azap bulunan bir rüzgârdır!”
25. O,
Rabbinin emriyle her şeyi tamamen yok eder1.
Sabahladıklarında2 evleri dışındaki her
şey görünmez olmuştu. Biz, mücrim (kafir,
azılı suçlu) bir toplumu işte böyle cezalandırırız (karşılık veririz).
1 “تَدْم۪يراً”
(tedmîrân), "tam bir yok etme”, “tamamen helak" demektir. Aynı
kökten gelen “دمر” (demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip
etmek" demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer:
7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
2 "صَبَاح" (sabah), günün
doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir
terimdir. Bu kelime, güneşin doğuşu ile başlayan ve hareketliliğin başladığı
sabahın erken saatlerini ifade eden "غُدُوّ" (ğuduv) gibi
belirli saatlere değil, sabahın tüm zaman dilimine atıfta bulunur. “بُكْرَة”
(bukrâh) kelimesi ise, fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan
ve sabahtan önceki vakittir. "صَبَاح" (sabah) kelimesi,
Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81
(2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82;
29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20,
21; 74:34; 81:18; 100:3.
26. Size
vermediğimiz mekin1 (itibar,
saygınlık) ile onları yeryüzünde mekin kılmıştık. Onlara duyu (algı) yetisi ve basiret (sezgi)
yetisi ve fuad2 vermiştik. Fakat algıları da basiretleri de fuadları2
da kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira Allah’ın ayetleri ile3
(yeni vahyi ve elçileri) bile bile inkâr ediyorlardı. Alay edip
durdukları şey de kendilerini kuşatıverdi.
ı “مَك۪ينٍ”
sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen”
anlamlarına gelir.
2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl
yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.
3 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
“Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın
ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu
çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112,
199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63;
40:63; 46:26; 62:5.
27. Çevrenizdeki
beldeleri de helak ettik. Dönerler diye de ayetleri tekrar tekrar açıklamıştık.
28. Allah’ın
dışında yakınlık sağlamak için ilah (En Yüce olan) edindikleri
şeyler onlara yardım etselerdi ya! Bilakis, onlardan saptılar1. İşte
bu, onların uydurdukları yalanları2 ve
attıkları iftiralarıdır.
1 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan
sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek
başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140;
7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36;
37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
2 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
29. Hani
cinlerdenı neferleri (bazı kişileri), Kur’an’ı
dinlemek üzere sana yönlendirmiştik.2 Geldikleri zaman “Susun!”
dediler. (Okuman) bittiği zaman da kendi toplumlarına birer uyarıcı
olarak döndüler.3
ı Milyarlarca
yıl önce şeytan ünlü küfrünü başlattığında cinler de onunla hemfikir olan
yaratıklardı. Onlar da bu dünyaya şeytanın soyu olarak getirilirler. Ne zaman
bir insan doğsa, bir de cin doğar. Yeni doğan cin, yeni doğan insanla aynı
bedene atanır. Böylece o cin, sürekli şeytanın bakış açısıyla o insana fısıldar
(Reşat Halife Ek 7).
Cinler
ile ilgili açıklama 72:1,2 ayetinde yer alır.
2 18:34
ve 72:1’de de geçen nefer kelimesi “üçten ona”, “ondan kırka” kadar veya “on
kişiden az bir topluluk” anlamına gelmektedir. Anlaşılan o ki cinlerden az bir
grup vahiy dinlemek üzere Muhammed’e yönlendirilmişti. Benzer mesaj: 72:1-2.
3 Bu
ayetten de anlaşılıyor ki dinlenilen ve öğrenilen Allah’ın Kur’an’da bize
anlattığı hakikatler başkalarına da aktarılmalıdır.
30. (O cinler): “Ey kavmimiz! Biz, Musa’dan sonra indirilen, yanlarındakini tasdik edici
(doğrulayıcı), hak (doğru, gerçek) olana ve müstakim
olan yola1 eriştiren bir Kitap dinledik.
1
Kur’an’da
32 defa “Sırat-ı Müstakim” ifadesi geçiyorken, sadece bu ayette “Tarikun
müstakim” ifadesi geçmektedir.
“الصِّرَاطَ ٱلْمُسْتَقِيمَ”
(Sırat-ı Müstakim) ifadesindeki “sırat” sözcüğü, “yol”,
“geniş ve düz bir yol” anlamlarına gelir. “Müstakim” sözcüğü ise “istikamet
üzere olan” ve “eğriliği olmayan” anlamlarına
gelir.
“الطَّرِيقُ ٱلْمُسْتَقِيمُ”
(Tarik-i Müstakim) ifadesindeki “tarik” sözcüğü ise, “yol”, “izlenecek
güzergâh” anlamlarına gelir.
31. Ey
kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin1 ve onunla
(elçi aracılığıyla) iman edin ki (Allah), günahlarınızdan2
(bir kısmını) mağfiret etsin (bağışlasın) ve sizi elem verici bir
azaptan çeksin.”3
1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya
“karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde
geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89;
11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88,
90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38,
47; 46:5, 31, 32.
2 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin
sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu
tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade
eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi
anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah"
şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11,
16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97;
14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31;
47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
3 Buradan
da anlaşılıyor ki, bu cinler daha önce Musa’ya ve diğer semavi kitaplara
inanıyorlardı. Kur’an’ı işittikten sonra bunun da daha önceki Nebilerin tebliğ
ettiği aynı kelam olduğunu anladılar. Bu yüzden bu kitaba ve onu getiren
Nebimize hemen iman ettiler.
32. Kim
Allah’ın davetçisine icabet etmezse, bilsin ki yeryüzünde kimse O’nu (Allah’ı) aciz bırakamaz.1
Böyle kişilerin O’nun dışında evliyası2 (dostu,
rehberi, koruyup gözeteni) da
olamaz. İşte onlar, apaçık bir sapkınlığın içindedirler.
1 Benzer mesajlar: 6:134; 8:59; 9:2, 3; 10:53;
11:20, 33; 16:46; 24:57; 29:22; 35:44; 39:51; 42:31.
2 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından
çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer
alır.
33. Gökleri
ve yeri yaratan, bunları yaratmakla da yorulmayanı Allah’ın, ölüleri
diriltmeye de kadir olduğunu düşünmezler mi? Bilakis O, her şeye Kadirdir (her
şeye gücü yetendir).
ı Benzer
mesajlar: 31:28; 50:15, 38; 56:62.
34. Kafirleri
(hakkı örtenleri) ateşe
sunulacakları gün de “Bu, hak ile (adil) değil miymiş?”
(diye sordu). Dediler ki: “Rabbimize andolsun
ki evet!” Dedi ki: “O halde küfretmenizden
(gerçeği örtmenizden)
dolayı tadın azabı.”
Bu ayetteki diyaloglar, aynı sözcüklerle 6:30’da
da tekrarlanmaktadır.
35. Resullerden kararlılık ve azim (azametli,
yüce) sahibi olanlar gibi sen de sabret ve onlar için
acele etme! Onlara vadedileni gördüklerinde, sanki (dünyada) gündüzden
bir saat kadar yaşamış gibi olurlar. Bu, bir tebliğdir (duyurudur). Fasık
topluluktan başkası mı helak edilir?
İnsanlar,
ahirete intikal etmeden önceki geçen tüm zamanı, gündüz saatiyle bir saat kadar
kısa sanacaklar. Benzer mesajlar: 10:45; 20:103; 23:112-114; 30:55; 79:46.