79. NAZİÂT SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 81. suredir. Adını, ilk ayette geçen “Naziât” kelimesinden alır. Sure 46 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Ve suda gömülenlere1 ve söküp çıkaranlara2 (andolsun ki),3

1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

2 “Nazıât” sözcüğünün, “nez’e” kökünden geldiği ve “bir şeyi yerinden söküp çıkarma, çekip alma veya zorla ayırma” gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir.

3 Ayetin başındaki “وَ” (ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki ve” bağlacı, bağlamına göre cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme edilebilir. Bu bağlaç, ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat çekmek için yemin anlamı taşır.

2. Ve hareketlendikçe1 hareketlenenlere (andolsun ki),

            1 “نَشْطًۭا” sözcüğü, genellikle “harekete geçmek”, “güçlü bir şekilde hareket etmek”, “enerjiyle çalışmak” ya da “gayretle iş yapmak” anlamlarına gelir. Bu ifade sadece bu ayette geçmektedir.

3. Ve yüzdükçe1 yüzenlere (andolsun ki),

            1 “سبح” (sebh) sözcüğü, “yüzmek”, demektir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 21:33; 36:40; 79:3 (2 kez).

4. Böylece yarıştıkça1 yarışanlara (andolsun ki),

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

5. Ve böylece, emri (işi) düzenleyenlere1 (andolsun ki),2

1 “المُدَبِّرَاتِ” (el-mudabbirât), “تدبير” (tedbir) kökünden türetilen ve “düzenleyen, planlayan, yönetici” anlamına gelen bir sıfatıdır. Buradaki “مُدَبِّرَاتِ” kelimesi, bir işi, durumu veya süreci dikkatlice yöneten ya da düzenleyen varlıkları ifade eder.

2 İlk beş ayete; yıldızlarla veya meleklerle bağlantı kurarak anlam verenlerin yanı sıra; meleklerle, atlarla ve gemilerle bağlantı kurarak anlam verenler de bulunmaktadır. Bu ayetlerde, Rabbimiz yıldız, gemi, at gibi nimetlere, evrendeki mükemmelliğe ve onları yaratan güce vurgu yapılmaktadır.

6. O gün, sarsıntı1 sarsar,

            1 “ٱلرَّجْفَةُ” (er-recfe) sözcüğü, “sarsıntı”, titreme” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:78, 91, 155; 29:37; 33:60; 73:14; 79:6 (2 kez).

7. Artçısı takip eder.

8. O gün yürekler çırpınır1,

            1 “وَاجِفَةٌ” (wâcifatun), “çırpınmak”, “titremek” ve “heyecanlanmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 59:6; 79:8.

9. Gözleri huşu içinde (korkuyla öne düşmüş).

10. (Kafirler) derler: “Bizler çukurun1 içindeyken gerçekten (önceki halimize) döndürülecek miyiz?

            1 “حَافِرَة” (hâfirâ) sözcüğü, “حَفَرَ” (h-f-r) kökünden türetilmiş bir sözcüktür ve “kazı”, “çukur”, “yer açmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 3:103; 79:10.

11. Çürüyüp un ufak olmuş1 kemikler olduğumuzda mı (yeniden diriltileceğiz)?”

            1 “نَخِرَةً” sözcüğü, “çürümüş”, “içi boşalmış”, “un ufak olmuş” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da, sadece bu ayette geçmektedir.

12. Dediler ki: “Öyleyse bu, hüsran dolu bir tekrardır1 (dönüştür).”

1 “الْكَرَّةُ” (al-karrat) sözcüğü “tekrar” anlamına geldiği gibi “bir şeyin geri verilmesi, yeniden sağlanması” anlamına da gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 2:167; 17:6; 26:102; 39:58; 67:4; 79:12.

13. Şüphesiz ki o, sadece bir haykırıştır1.

1 “زَجْرَةٌ” (zecrâtûn) sözcüğü, “haykırış”, “güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر” (z-c-r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 37:2 (2 kez), 19; 54:4, 9; 79:13.

14. O zaman onlar açık alandadırlar1.

            1 “سرَ هِرَةِ” (sahirâ) sözcüğü, “açık alan” veya “düz ve geniş alan” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da, sadece bu ayette geçmektedir.

15. Musa’nın haberi sana ulaştı mı?

16. Rabbi ona, mukaddes1 Tuva2 vadisinde seslenmişti:3

1 “مُقَدَّسَةَ” (mukaddes) ifadesi, "kutsallık", "yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21, 110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.

2 20:12’de de geçen bu ayetteki “tuvâ” kelimesi, “temizlenmiş, bereketli” anlamına geldiği gibi, Musa’nın bulunduğu o vadinin ismi de olabilir. Ayrıca bu kelimenin “iki kere mukaddes ve bereketli kılınmış olma” anlamına geldiği ve Yüce Allah’ın Nebi Musa’ya iki kere seslendiği de ifade edilmektedir.

            3  Söz konusu mukaddes yer Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır: “Musa da kayınpederi Medyenli kohen (din adamı) Yitro’nun davarını güdüyordu. Sürüyü çölün en uzak ucuna götürdü ve Horeb’teki Yücelerin Dağı’na kadar geldi” ... “Yüce melekler de çalının arasından ona seslendi ve ‘Musa! Musa!’ dedi. ‘Buyur, emret!’ dedi. ‘Buraya yaklaşma! Ayakkabılarını ayağından çıkar, çünkü üzerinde durduğun yer mukaddes topraktır.’ dedi. (Çıkış, 3:1, 5)

            Horeb'in kesin coğrafi yeriyle ilgili çeşitli tartışmalar olsa da, en yaygın görüş, Horeb ve Sina Dağı'nın Suudi Arabistan'da bulunan Cebel el-Lavz (Lavz Dağı) veya çevresindeki dağlarla özdeşleştirildiği yönündedir. Bu dağ, tarihsel ve dini açıdan önemli bir yer olarak kabul edilmektedir.

Ayrıca, bazı kaynaklara göre Horeb, Sina Yarımadası'nın güneyinde, Cebel Musa (Musa Dağı) olarak bilinen dağın bulunduğu bölgeyle de ilişkilidir. Bu bölge, Mısır'dan yaklaşık 3 günlük mesafede ve Lut Gölü'nden (Ölüdeniz) 40 mil uzaklıkta olduğu belirtilmektedir. Sina Dağı ise, Horeb'in kuzeydoğusunda yer alan ve alçak bir tepe olarak tanımlanan bir dağdır.

17. “Haydi firavuna git! Şüphesiz ki o azdı!1

1 Bazı kimselerin sandığı gibi Musa, yalnız İsrailoğullarını kurtarmak için gönderilmemiştir. Musa’nın elçi olarak gönderilmesinin birinci nedeni, firavuna ve kavmine yol göstermek idi. Bunun en açık delili 7:132-136 ayetleridir. Aynı mesaj, 20:24 ayetinde de vardır.

İkinci neden ise; onlar tebliğe karşı koydukları takdirde, kendisine itaat eden İsrailoğullarını firavuna köle olmaktan kurtararak ve onları Mısır’dan çıkarmaktı. Görüldüğü gibi bu ayetlerde İsrailoğullarının adı bile geçmemektedir. Sadece firavunu İslâm’a davet etmek için Musa’ya emir verildiğinden bahsetmektedir. Diğer yerlerde ise, Musa hem firavuna İslam’ı tebliğ ediyor hem de İsrailoğullarını bırakmasını istiyor. (Bkz: 7:104-105; 20:44-52; 26:16-17 ve 23-28)

18. Bundan dolayı de ki: “Seni arındıracak bir şey var mı?

19. Seni de Rabbine yönlendireyim.1 Böylece huşu (saygı, korku) duyarsın.”

            1 “هداية” (hidayet) sözcüğü, “rehberlik etmek”, “kılavuzluk etmek”, “yol göstermek”, “yönlendirmek” anlamlarına gelir.

20. Ardından ona büyük ayeti (kanıtı, mucizeyi) gösterdi.

21. Bunun üzerine yalanladı ve isyan etti.

22. Sonra geri döndü, yürüdü1.

1 “سَعْي” (sa’y), “çabalamak”, “gayret göstermek”, “yürümek” “koşmak” anlamlarına gelir.

23. Ardından (yandaşlarını) topladı, ardından (onlara) seslendi:

24. Ardından dedi ki: “Ben, en yüce rabbinizim!”1

1 Firavun, halkını kendine köle yaptığı için “Bizim gibi iki insana mı inanacağız? Kavimleri zaten bizim kölelerimizdir.” (23:47) diyerek Musa ve Harun Nebilere karşı çıkıyordu. Firavun, köleleştirdiği insanlar üzerinde efendilik “rablik” iddiasındaydı. İnsanları köleleştirmek yoluyla efendilik (rablik) iddia etmek, kendini Allah’a ortak koşmaktır. Elçilerin, insanları, Allah’tan başkasına köle olmamaya çağırması, firavunun düzenini temelden sarstığı için böyle bir girişimde bulunmuştu. (Benzer mesajlar: 12:39-42; 90:13; 4:25)

Firavunun bu rablik iddiasına Kur’an’ın çeşitli yerlerinde değinilmiştir. Firavun bir yerde, “Eğer Benim dışımda ilah edinirsen seni zindana atacağım!” (26:29) diyerek Musa’yı tehdit ederken, yine başka bir yerde firavun dedi ki: “Ey yöneticiler! Sizin için benden başka ilah bilmiyorum.” (28:38).

Aslında firavun, bu sözleri “Allah’a hiç inanmıyorum, kâinatın yaratıcısı benim” anlamında söylememiştir. Firavun alemlerin Rabbi olduğunu ve ayrıca insanların tek mabudunun kendisi olduğunu da iddia etmiyordu. Kur’an’a göre firavun başka ilahlara tapıyordu. Bir mecliste onun ileri gelenleri şöyle diyorlardı: “Musa’yı ve kavmini bırakıyorsun ki, senin ilahlarını terk edip yeryüzünde fesat mı çıkarsınlar?” (7:127) Ayrıca Kur’an’da, onların şu iddialarını da görmekteyiz: “(Musa, elçi ise), üzerine altından bilezikler yağdırılsaydı ya! Ya da beraberinde melekler gelseydi ya!” (43:53)

Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek, firavunun dinî anlamda değil, özellikle siyasî anlamda ilahlığını ilân ettiğini görürüz. Yani onun iddiası; “İktidarın tek sahibi benim ve bu halka benim dışımda hükmedecek bir güç tanımıyorum, kimseye de bu hakkı vermiyorum.” demektedir.

25. Bunun üzerine Allah, sonranın ve öncenin ibretlik cezasıyla1 onu yakaladı.

            1 “نَكَالَ” (nâkale) sözcüğü, Arapça'da bir çeşit cezayı, uyarıyı veya ibreti ifade eden bir kelimedir. Bu nedenle Türkçe’ye “ibretlik ceza” olarak çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:66; 4:84; 5:38; 73:12; 79:25.

26. Şüphesiz ki bunda, huşu duyan kimseler1 için elbette ki ibret vardır.2

1 Huşu, “derin saygı ve içten sevgi beslemek”, “üstün ve yüce görmenin sonucu olarak hayranlık duymak”, demektir. Bu sözcüğün korku, korkmak anlamına gelen “havf” sözcüğü ile bir ilişkisi yoktur.

2 Kıssaların anlatılma gerekçeleriyle ilgili bilgi için ayrıca Bkz: 7:176; 11:120; 12:111; 20:99; 50:37; 69:12.

27. Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü inşa etmek mi?

28. Onun kalın kısmını1 (evrenin kütlelerini) yükseltti, ardından onu tesviye etti (düzenledi, biçimlendirdi, son şeklini verdi).

1 “سَمْكَهَا” (semkehâ) sözcüğü “onun yüksekliğini”, “onun kalınlığını”, “onun kalın kısmını” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

29. Ve gecesini örtüp kararttı ve sabahın aydınlığını1 çıkarttı.

            1 “ضُحًۭى” (dûhâ) sözcüğü, “kuşluk vakti”, “sabah aydınlığı”, “güneşin ilk ışıkları” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 kez geçer: 7:98; 20:59; 79:29, 46; 91:1; 93:1.

30. Ve yeri yayıp yumurta1 biçimine soktu.

1 Arapça “dahaha” kelimesinin yalın hali olan “dahya” kelimesi “yumurta” anlamına gelir. Dünyanın yumurta gibi yuvarlak olamayacağına inanan eski Kur’an yorumcuları, “onu yumurta biçimine soktu” ifadesini bir mecaz olarak kabul etmişler ve yumurta kelimesiyle yumurtanın konduğu kuluçkanın kastedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böylece çok açık olan ayetin anlamını bozarak “Ve yeri de kuluçka gibi düzenledi” diye tefsir etmişlerdir.  Bak 4:82.

31. Ondan suyunu ve merasını (otlağını) çıkardı.

32. Ve dağları1 yerleştirdi.

1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

33. (Bunlar) Sizler ve hayvanlarınız1 için bir faydalanmadır2.

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.

2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Bu ayet, 80:32’de de tekrarlanmaktadır.

34. Böylece büyük olan felaket1 geldiğinde,

            1 “طامَّة” (tâmmet) sözcüğü, “büyük felaket”, “kıyamet”, “çok büyük yıkım” veya “korkunç olay” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

35. O gün insan (dünyada) ne için çabalamışsa1 onu zikredecek (anacak, hatırlayacak).

1 “سَعْي” (sa’â), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.

36. Ve cehim (ateş, cehennem), gören kimseler için ortaya çıkarıldı1.

            1 “بُرِّزَتِ” (bûrrizet) sözcüğü, “karşısına çıkarılmak”, “açığa çıkarılmak”, “görünür hale getirilmek”, “sergilenmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 2:250; 3:154; 4:81; 14:21, 48; 18:47; 26:91; 40:16; 79:36.

37. O halde kim azdı1,

            1 “طَغَ” (tâğâ), sözcüğü, “azdı”, “tuğyan etti”, “haddini aştı” anlamlarına gelir.

38. Ve dünya hayatını (ahirete) tercih etti1,

1 “ءَاثَرَ” (esârâ) sözcüğü, “tercih etti” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 12:91; 20:72; 59:9; 79:38; 87:16.

39. Elbette ki cehim (ateş, cehennem), onun için barınaktır.1

            1 “الْمَأْوَ” (el-me’vâ) sözcüğü, “barınak”, “sığınak”, gibi anlamlara gelir.  

40. Ancak, kim Rabbinin makamında (suçlu) olmaktan korkarsa ve nefsini hevadan1 menetmişse;

1 “هَوٰ” (hevâ) sözcüğü, “nefsin arzuladığı şeyler” demektir.

41. Elbette ki cennet, onun için barınaktır.

42. Sana saatten soruyorlar: “Ne zaman1 sabitlenecek2?”

            1 “اَيَّانَ” (eyyâne) sözcüğü, “ne zaman” veya “hangi zaman” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 51:12; 75:6; 7:187; 79:42; 16:21; 27:65.

            2 “مُرْسٰيهَا” (mursâyhe) sözcüğü, “sabitlemek”, “yerleştirmek”, “sabit kılmak”, “durdurmak” gibi anlamlara gelmektedir ve bir şeyin sabitlenmesi veya yerleştirilmesi anlamına gelen “رسو” (resev) kökünden türemiştir. Kur’an’da, bu kökten türemiş 14 sözcük geçmektedir: 7:187; 11:41; 13:3; 15:19; 16:15; 21:31; 27:61; 31:10; 34:13; 41:10; 50:7; 77:27; 79:32; 42.

43. Sen onun zikri hakkında ne durumdasın?1

            1 “فِيمَ” (fīymā) sözcüğü, “Ne (şeyde)?” veya “Nedir (şey)?” şeklinde çevrilebilecek bir ifadedir. Bağlama göre “ne konuda” ya da “ne hususta”, gibi anlamlar da taşıyabilir. “ف۪يمَ اَنْتَ” (fiymâ ente) ifadesi de “ne içindesin” veya “ne durumdasın” gibi anlamlar taşıyabilir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:235; 3:66 (2 kez); 4:65; 7:190; 8:68; 22:69; 23:100; 28:77; 46:26; 79:43.

44. Onun nihayeti (son bilgisi)1 Rabbinindir.2

            1 “مُنْتَهَا” (muntehâ) sözcüğü, “son” veya “nokta” anlamına gelir. Bu kelime, bir şeyin son bulduğu, tamamlandığı veya sona erdiği yeri ifade eder.

2 Benzer mesajlar: 7:187; 20:15; 21:109; 31:34; 33:63; 41:47; 42:17; 43:85; 47:18; 67:26; 79:42-46.

45. Sen ancak ondan huşu duyan kimseler için uyarıcısın.1

1 Bu ayetin anlamı; ‘Muhammed Kıyametten huşu duyanlara tebliğ etsin’ demek değildir. Bu ayet ‘senin tebliğine sadece “huşu duyanlar” kulak verecek ve ancak onlar bundan istifade edeceklerdir’ anlamına gelmektedir.

46. Onlar, onu gördükleri gün, (dünyada) sadece bir yatsı veya kuşluk vakti1 kadar kaldıklarını zannedecekler.2

            1 “ضُحًۭى” (dûhâ) sözcüğü, “kuşluk vakti”, “sabah aydınlığı”, “güneşin ilk ışıkları” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 kez geçer: 7:98; 20:59; 79:29, 46; 91:1; 93:1.

2 Benzer mesajlar: 10:45; 20:103; 23:112-114; 30:55; 46:35.