Sure, Mekke
döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 81. suredir. Adını, ilk ayette geçen “Naziât”
kelimesinden alır. Sure 46 ayettir.
Rahmânir-Râhiym (Merhamet
eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ve
suda gömülenlere1 ve söküp çıkaranlara2 (andolsun
ki),3
1 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
2 “Nazıât”
sözcüğünün, “nez’e” kökünden geldiği ve “bir şeyi yerinden söküp çıkarma, çekip
alma veya zorla ayırma” gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir.
3 Ayetin
başındaki “وَ” (ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya
yemin için kullanılan bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki “ve”
bağlacı, bağlamına göre cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde
tercüme edilebilir. Bu bağlaç, ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat
çekmek için yemin anlamı taşır.
2. Ve
hareketlendikçe1 hareketlenenlere (andolsun ki),
1
“نَشْطًۭا” sözcüğü, genellikle “harekete geçmek”,
“güçlü bir şekilde hareket etmek”, “enerjiyle çalışmak” ya da “gayretle iş
yapmak” anlamlarına gelir. Bu ifade sadece bu ayette geçmektedir.
3. Ve
yüzdükçe1 yüzenlere (andolsun ki),
1 “سبح”
(sebh) sözcüğü, “yüzmek”, demektir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 21:33;
36:40; 79:3 (2 kez).
4. Böylece
yarıştıkça1 yarışanlara (andolsun ki),
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek,
öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36
defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40;
11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32;
36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10;
70:41; 79:4 (2 defa).
5. Ve
böylece, emri (işi) düzenleyenlere1 (andolsun ki),2
1 “المُدَبِّرَاتِ”
(el-mudabbirât), “تدبير” (tedbir) kökünden türetilen ve “düzenleyen,
planlayan, yönetici” anlamına gelen bir sıfatıdır. Buradaki “مُدَبِّرَاتِ”
kelimesi, bir işi, durumu veya süreci dikkatlice yöneten ya da düzenleyen
varlıkları ifade eder.
2 İlk
beş ayete; yıldızlarla veya meleklerle bağlantı kurarak anlam verenlerin yanı
sıra; meleklerle, atlarla ve gemilerle bağlantı kurarak anlam verenler de
bulunmaktadır. Bu ayetlerde, Rabbimiz yıldız, gemi, at gibi nimetlere,
evrendeki mükemmelliğe ve onları yaratan güce vurgu yapılmaktadır.
6. O
gün, sarsıntı1 sarsar,
1 “ٱلرَّجْفَةُ”
(er-recfe) sözcüğü, “sarsıntı”, titreme” demektir. Bu sözcük
Kur’an’da 8 kez geçer: 7:78, 91, 155; 29:37; 33:60; 73:14; 79:6 (2 kez).
7. Artçısı
takip eder.
8. O
gün yürekler çırpınır1,
1 “وَاجِفَةٌ”
(wâcifatun), “çırpınmak”, “titremek” ve “heyecanlanmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da,
aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 59:6; 79:8.
9. Gözleri
huşu içinde (korkuyla öne düşmüş).
10. (Kafirler)
derler: “Bizler çukurun1 içindeyken gerçekten (önceki
halimize) döndürülecek miyiz?
1 “حَافِرَة”
(hâfirâ) sözcüğü, “حَفَرَ” (h-f-r) kökünden türetilmiş bir
sözcüktür ve “kazı”, “çukur”, “yer açmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı
kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 3:103; 79:10.
11. Çürüyüp
un ufak olmuş1 kemikler olduğumuzda mı (yeniden diriltileceğiz)?”
1 “نَخِرَةً”
sözcüğü, “çürümüş”, “içi boşalmış”, “un ufak olmuş” anlamlarına gelir. Bu
sözcük, Kur’an’da, sadece bu ayette geçmektedir.
12. Dediler
ki: “Öyleyse bu, hüsran dolu bir tekrardır1 (dönüştür).”
1 “الْكَرَّةُ” (al-karrat) sözcüğü “tekrar” anlamına geldiği
gibi “bir şeyin geri verilmesi, yeniden sağlanması” anlamına da gelmektedir. Bu
ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 2:167; 17:6; 26:102; 39:58; 67:4; 79:12.
13. Şüphesiz
ki o, sadece bir haykırıştır1.
1 “زَجْرَةٌ”
(zecrâtûn) sözcüğü, “haykırış”, “güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر”
(z-c-r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer:
37:2 (2 kez), 19; 54:4, 9; 79:13.
14. O
zaman onlar açık alandadırlar1.
1 “سرَ
هِرَةِ” (sahirâ) sözcüğü, “açık alan” veya “düz ve geniş alan” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da, sadece bu ayette geçmektedir.
15.
Musa’nın haberi sana ulaştı mı?
16. Rabbi ona, mukaddes1 Tuva2 vadisinde seslenmişti:3
1 “مُقَدَّسَةَ” (mukaddes) ifadesi, "kutsallık",
"yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden
türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21,
110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.
2 20:12’de de geçen bu ayetteki “tuvâ” kelimesi,
“temizlenmiş, bereketli” anlamına geldiği gibi, Musa’nın bulunduğu o vadinin
ismi de olabilir. Ayrıca bu kelimenin “iki kere mukaddes ve bereketli kılınmış
olma” anlamına geldiği ve Yüce Allah’ın Nebi Musa’ya iki kere seslendiği de
ifade edilmektedir.
3 Söz konusu mukaddes yer Tevrat’ta şöyle
anlatılmaktadır: “Musa
da kayınpederi Medyenli kohen (din adamı) Yitro’nun davarını güdüyordu.
Sürüyü çölün en uzak ucuna götürdü ve Horeb’teki Yücelerin Dağı’na kadar geldi”
... “Yüce melekler de çalının arasından ona seslendi ve ‘Musa! Musa!’ dedi.
‘Buyur, emret!’ dedi. ‘Buraya yaklaşma! Ayakkabılarını ayağından çıkar, çünkü
üzerinde durduğun yer mukaddes topraktır.’ dedi. (Çıkış, 3:1, 5)
Horeb'in
kesin coğrafi yeriyle ilgili çeşitli tartışmalar olsa da, en yaygın görüş,
Horeb ve Sina Dağı'nın Suudi Arabistan'da bulunan Cebel el-Lavz (Lavz Dağı)
veya çevresindeki dağlarla özdeşleştirildiği yönündedir. Bu dağ, tarihsel ve
dini açıdan önemli bir yer olarak kabul edilmektedir.
Ayrıca, bazı
kaynaklara göre Horeb, Sina Yarımadası'nın güneyinde, Cebel Musa (Musa Dağı)
olarak bilinen dağın bulunduğu bölgeyle de ilişkilidir. Bu bölge, Mısır'dan
yaklaşık 3 günlük mesafede ve Lut Gölü'nden (Ölüdeniz) 40 mil uzaklıkta olduğu
belirtilmektedir. Sina Dağı ise, Horeb'in kuzeydoğusunda yer alan ve alçak bir
tepe olarak tanımlanan bir dağdır.
17. “Haydi firavuna git! Şüphesiz ki o azdı!1
1 Bazı kimselerin sandığı gibi Musa,
yalnız İsrailoğullarını kurtarmak için gönderilmemiştir. Musa’nın elçi olarak
gönderilmesinin birinci nedeni, firavuna ve kavmine yol göstermek idi. Bunun en
açık delili 7:132-136 ayetleridir. Aynı mesaj, 20:24 ayetinde de
vardır.
İkinci neden ise; onlar tebliğe karşı
koydukları takdirde, kendisine itaat eden İsrailoğullarını firavuna köle
olmaktan kurtararak ve onları Mısır’dan çıkarmaktı. Görüldüğü gibi bu ayetlerde
İsrailoğullarının adı bile geçmemektedir. Sadece firavunu İslâm’a davet etmek
için Musa’ya emir verildiğinden bahsetmektedir. Diğer yerlerde ise, Musa hem firavuna
İslam’ı tebliğ ediyor hem de İsrailoğullarını bırakmasını istiyor. (Bkz: 7:104-105;
20:44-52; 26:16-17 ve 23-28)
18. Bundan dolayı de ki: “Seni arındıracak bir şey var mı?
19. Seni de Rabbine yönlendireyim.1 Böylece huşu (saygı, korku) duyarsın.”
1 “هداية” (hidayet) sözcüğü, “rehberlik
etmek”, “kılavuzluk etmek”, “yol göstermek”, “yönlendirmek” anlamlarına gelir.
20. Ardından ona büyük ayeti (kanıtı, mucizeyi) gösterdi.
21. Bunun üzerine yalanladı ve isyan etti.
22. Sonra geri döndü, yürüdü1.
1 “سَعْي” (sa’y), “çabalamak”, “gayret
göstermek”, “yürümek” “koşmak” anlamlarına gelir.
23. Ardından (yandaşlarını)
topladı, ardından (onlara) seslendi:
24. Ardından
dedi ki: “Ben, en yüce rabbinizim!”1
1 Firavun,
halkını kendine köle yaptığı için “Bizim gibi iki insana mı inanacağız?
Kavimleri zaten bizim kölelerimizdir.” (23:47) diyerek Musa ve Harun Nebilere
karşı çıkıyordu. Firavun, köleleştirdiği insanlar üzerinde efendilik “rablik”
iddiasındaydı. İnsanları köleleştirmek yoluyla efendilik (rablik) iddia etmek,
kendini Allah’a ortak koşmaktır. Elçilerin, insanları, Allah’tan başkasına köle
olmamaya çağırması, firavunun düzenini temelden sarstığı için böyle bir
girişimde bulunmuştu. (Benzer mesajlar: 12:39-42; 90:13; 4:25)
Firavunun
bu rablik iddiasına Kur’an’ın çeşitli yerlerinde değinilmiştir. Firavun bir
yerde, “Eğer Benim dışımda ilah edinirsen seni zindana atacağım!” (26:29)
diyerek Musa’yı tehdit ederken, yine başka bir yerde firavun dedi ki: “Ey
yöneticiler! Sizin için benden başka ilah bilmiyorum.” (28:38).
Aslında
firavun, bu sözleri “Allah’a hiç inanmıyorum, kâinatın yaratıcısı benim”
anlamında söylememiştir. Firavun alemlerin Rabbi olduğunu ve ayrıca insanların
tek mabudunun kendisi olduğunu da iddia etmiyordu. Kur’an’a göre firavun başka
ilahlara tapıyordu. Bir mecliste onun ileri gelenleri şöyle diyorlardı: “Musa’yı
ve kavmini bırakıyorsun ki, senin ilahlarını terk edip yeryüzünde fesat mı
çıkarsınlar?” (7:127) Ayrıca Kur’an’da, onların şu iddialarını da görmekteyiz: “(Musa,
elçi ise), üzerine altından bilezikler yağdırılsaydı ya! Ya da beraberinde
melekler gelseydi ya!” (43:53)
Buraya
kadar söylediklerimizi özetlersek, firavunun dinî anlamda değil, özellikle siyasî
anlamda ilahlığını ilân ettiğini görürüz. Yani onun iddiası; “İktidarın tek
sahibi benim ve bu halka benim dışımda hükmedecek bir güç tanımıyorum, kimseye
de bu hakkı vermiyorum.” demektedir.
25. Bunun
üzerine Allah, sonranın ve öncenin ibretlik cezasıyla1 onu yakaladı.
1 “نَكَالَ”
(nâkale) sözcüğü, Arapça'da bir çeşit cezayı, uyarıyı veya ibreti ifade eden
bir kelimedir. Bu nedenle Türkçe’ye “ibretlik ceza” olarak çevrilebilir. Bu
sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:66; 4:84; 5:38; 73:12; 79:25.
26. Şüphesiz ki bunda, huşu duyan kimseler1 için elbette ki ibret vardır.2
1 Huşu,
“derin saygı ve içten sevgi beslemek”, “üstün ve yüce görmenin sonucu olarak
hayranlık duymak”, demektir. Bu sözcüğün korku, korkmak anlamına gelen “havf”
sözcüğü ile bir ilişkisi yoktur.
2 Kıssaların
anlatılma gerekçeleriyle ilgili bilgi için ayrıca Bkz: 7:176; 11:120; 12:111; 20:99;
50:37; 69:12.
27. Sizi
yaratmak mı daha zor, yoksa göğü inşa etmek mi?
28. Onun
kalın kısmını1 (evrenin kütlelerini) yükseltti, ardından onu tesviye etti (düzenledi,
biçimlendirdi, son şeklini verdi).
1 “سَمْكَهَا”
(semkehâ) sözcüğü “onun yüksekliğini”, “onun kalınlığını”, “onun kalın
kısmını” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
29. Ve
gecesini örtüp kararttı ve sabahın aydınlığını1
çıkarttı.
1 “ضُحًۭى” (dûhâ)
sözcüğü, “kuşluk vakti”, “sabah aydınlığı”, “güneşin ilk ışıkları” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 kez geçer: 7:98; 20:59; 79:29, 46; 91:1; 93:1.
30. Ve
yeri yayıp yumurta1 biçimine soktu.
1 Arapça
“dahaha” kelimesinin yalın hali olan “dahya” kelimesi “yumurta” anlamına gelir.
Dünyanın yumurta gibi yuvarlak olamayacağına inanan eski Kur’an yorumcuları, “onu
yumurta biçimine soktu” ifadesini bir mecaz olarak kabul etmişler ve yumurta
kelimesiyle yumurtanın konduğu kuluçkanın kastedilmiş olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Böylece çok açık olan ayetin anlamını bozarak “Ve yeri de kuluçka
gibi düzenledi” diye tefsir etmişlerdir.
Bak 4:82.
31. Ondan
suyunu ve merasını (otlağını) çıkardı.
32. Ve
dağları1 yerleştirdi.
1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu
sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31;
14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43;
26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9;
73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.
33. (Bunlar)
Sizler ve hayvanlarınız1 için bir faydalanmadır2.
1 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer:
4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80;
20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12;
47:12; 79:33; 80:32.
2 “المتعة” (metâ),
faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a)
sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Bu
ayet, 80:32’de de tekrarlanmaktadır.
34. Böylece
büyük olan felaket1 geldiğinde,
1 “طامَّة”
(tâmmet) sözcüğü, “büyük felaket”, “kıyamet”, “çok büyük yıkım” veya “korkunç
olay” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
35. O
gün insan (dünyada) ne için çabalamışsa1 onu
zikredecek (anacak, hatırlayacak).
1 “سَعْي”
(sa’â), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
36. Ve
cehim (ateş, cehennem), gören kimseler için ortaya çıkarıldı1.
1 “بُرِّزَتِ”
(bûrrizet) sözcüğü, “karşısına çıkarılmak”, “açığa çıkarılmak”, “görünür
hale getirilmek”, “sergilenmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez
geçer: 2:250; 3:154; 4:81; 14:21, 48; 18:47; 26:91; 40:16; 79:36.
37. O
halde kim azdı1,
1 “طَغَ” (tâğâ),
sözcüğü, “azdı”, “tuğyan etti”, “haddini aştı” anlamlarına gelir.
38. Ve
dünya hayatını (ahirete) tercih etti1,
1 “ءَاثَرَ”
(esârâ) sözcüğü, “tercih etti” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez
geçer: 12:91; 20:72; 59:9; 79:38; 87:16.
39. Elbette
ki cehim (ateş, cehennem), onun için barınaktır.1
1 “الْمَأْوَ”
(el-me’vâ) sözcüğü, “barınak”, “sığınak”, gibi anlamlara gelir.
40. Ancak,
kim Rabbinin makamında (suçlu) olmaktan korkarsa ve nefsini
hevadan1 menetmişse;
1 “هَوٰ”
(hevâ) sözcüğü, “nefsin arzuladığı şeyler” demektir.
41. Elbette
ki cennet, onun için barınaktır.
42. Sana
saatten soruyorlar: “Ne zaman1 sabitlenecek2?”
1 “اَيَّانَ”
(eyyâne) sözcüğü, “ne zaman” veya “hangi zaman” anlamına gelmektedir. Bu
ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 51:12; 75:6; 7:187; 79:42; 16:21; 27:65.
2 “مُرْسٰيهَا”
(mursâyhe) sözcüğü, “sabitlemek”, “yerleştirmek”, “sabit kılmak”, “durdurmak”
gibi anlamlara gelmektedir ve bir şeyin sabitlenmesi veya yerleştirilmesi
anlamına gelen “رسو” (resev) kökünden türemiştir. Kur’an’da, bu kökten
türemiş 14 sözcük geçmektedir: 7:187; 11:41; 13:3; 15:19; 16:15; 21:31; 27:61;
31:10; 34:13; 41:10; 50:7; 77:27; 79:32; 42.
43.
Sen onun zikri hakkında ne durumdasın?1
1 “فِيمَ” (fīymā)
sözcüğü, “Ne (şeyde)?” veya “Nedir (şey)?” şeklinde çevrilebilecek bir
ifadedir. Bağlama göre “ne konuda” ya da “ne hususta”, gibi anlamlar da
taşıyabilir. “ف۪يمَ اَنْتَ” (fiymâ ente) ifadesi de “ne içindesin” veya “ne
durumdasın” gibi anlamlar taşıyabilir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:235;
3:66 (2 kez); 4:65; 7:190; 8:68; 22:69; 23:100; 28:77; 46:26; 79:43.
44. Onun
nihayeti (son bilgisi)1 Rabbinindir.2
1 “مُنْتَهَا”
(muntehâ) sözcüğü, “son” veya “nokta” anlamına gelir. Bu kelime, bir şeyin
son bulduğu, tamamlandığı veya sona erdiği yeri ifade eder.
2 Benzer
mesajlar: 7:187; 20:15; 21:109; 31:34; 33:63; 41:47; 42:17; 43:85; 47:18; 67:26;
79:42-46.
45. Sen
ancak ondan huşu duyan kimseler için uyarıcısın.1
1 Bu
ayetin anlamı; ‘Muhammed Kıyametten huşu duyanlara tebliğ etsin’ demek
değildir. Bu ayet ‘senin tebliğine sadece “huşu duyanlar” kulak verecek ve
ancak onlar bundan istifade edeceklerdir’ anlamına gelmektedir.
46. Onlar,
onu gördükleri gün, (dünyada) sadece bir yatsı veya kuşluk vakti1
kadar kaldıklarını zannedecekler.2
1 “ضُحًۭى” (dûhâ)
sözcüğü, “kuşluk vakti”, “sabah aydınlığı”, “güneşin ilk ışıkları” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 kez geçer: 7:98; 20:59; 79:29, 46; 91:1; 93:1.
2 Benzer
mesajlar: 10:45; 20:103; 23:112-114; 30:55; 46:35.