Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 63.
suredir. Adını, 35’inci ayette geçen “zuhruf” kelimesinden alır. Sure 89
ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
Ha, mîm.
“Ha,
Mim” Başlangıç harfleri ile başlayan 7 surede (40:1, 41:1, 42:1, 43:1, 44:1,
45:1, 46:1) toplam 292 tane “hâ” ve 1855 tane de “mîm” harfi var. Bunların
toplamı 2147’dir (19’un tam 113 katı).
Huruf-u
Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır
2. Ve
Mübin (açık ve anlaşılır) Kitab’a
(andolsun ki),
ı “وَ”
(ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan
bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki ‘وَ’ (ve) bağlacı, bağlamına göre
cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme edilebilir. Bu bağlaç,
ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat çekmek için yemin anlamı taşır. Bu
ayet, 44:2’de de tekrarlanmaktadır.
3.
Biz onu, akıl edesiniz diye Arabiı (apaçık
olan, anlaşılır) bir kitap yaptık.
Arapça teriminin
anlamları ile ilgili açıklama 12:2 ayetinde yer alır.
4. Ve
şüphesiz ki O, elimizdeki aliy (yüce), Hâkîm (lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile
hüküm veren) olan ana Kitap’tadır.
“Ümmü’l-Kitab” ifadesiyle
tüm nebilere indirilen ayetlerin, kendisinden alındığı asıl “el-Kitab”
kastedilmektedir. Söz konusu kitap, 56:78’de “Kitab-ı Meknûn” (saklı ve
korunmuş kitap) diye nitelenirken, 85:22’de ise “Levh-i Mahfuz” (her
türlü değişiklikten korunmuş, silinmez yazı) şeklinde zikredilmiştir. Kur’an için de “Ümmu’l-Kitab” ifadesinin kullanılmasının
nedeni, önemli bir hakikatin açıklanmak istenmesidir. Yüce Allah muhtelif
zaman, mekân ve toplumlarda, yine muhtelif nebilere farklı dillerde farklı
kitaplar indirmiştir. Ancak bu kitapların tebliğ ettikleri akide bir olduğu
gibi, ayrıca hak ile batılın, hayır ve şerrin ölçüsü de aynıdır. Yani tüm
semavi kitaplar, insanları bir tek dine davet eder, ahlaki sosyal konularda
olsun, ya da hayatın tüm cephelerinde olsun aynı ilkeleri öngörür. Dolayısıyla
bu kitapların dilleri farklı olsa bile, neşet ettikleri kaynak birdir. Bu
kitapların asıl kaynağı “Levh-i Mahfuz” olarak Allah indinde bulunur ve
ihtiyaca göre, yeri ve sırası geldiğinde nebilere kendi dillerinde mesajlar
halinde vahyolunur.
5. Müsrif1 (haddi
aşan) bir kavim oldunuz diye sizden vazgeçip2 size
zikretmeyi (uyarmayı, hatırlatmayı) bırakalım mı?
1 “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar,
savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
2 Bu kelime “görmezden gelmek”, “aldırmamak”, “vazgeçmek"
gibi anlamlara gelen “صَفَحَ” (safaha)
kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da 8 kez
geçer: 2:109; 5:13; 15:85; 24:22; 43:5, 89, 64:14.
6. Öncekilerin
içinde de nice nebiye risalet (elçilik) verdik.
7. Gönderilen
nebilerden alaya almadıkları da yoktu.
8. Biz
de onlardan en zorba olanlarını yakalayarak helak ettikı ve
öncekilerin misali (benzeri) oldular.
ı Benzer
mesajlar: 30:9; 35:44; 40:21, 82; 47:13; 50:36.
9. Onlara
“Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, onları, “Azizul-Aliym (Her şeyi bilen mutlak
güç ve otorite sahibi) yarattı.” derler.
Benzer mesajlar: 10:31; 23:84-89; 29:61,63; 31:25; 39:38; 43:87.
10. O,
yeryüzünü sizin için hazırlanmış bir yer1 yaptı.
Size onda yollar2 da yaptı. Umulur ki hidayete erersiniz.3
1 “مهد” (mehede)
kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde
hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış
yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
2 Ayetteki
“Sebil” sözcüğü de “iki şey arasından birini seçmek anlamında “tercih edilen
yol” demektir. Yaşamınızı doğru yoldan temin edersiniz. Hidayet de gerçeğe
yönelmek, gerçeği kavramak, gerçeğe ve doğruya ulaşmak demektir.
3 Benzer
mesajlar: 16:15; 20:53; 21:31; 71:20.
11. O,
gökten bir ölçüyle su da indirdi. Böylece onunla ölü bir beldeyi teşhir ettikı.
İşte böyle (kabirden) çıkarılacaksınız.
ı “Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir
edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ”
(neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16;
21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7;
62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.
12. O,
bütün çiftleri de yarattı, gemilerden ve hayvanlardan1 da
size binekler yarattı.
1 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer:
4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80;
20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12;
47:12; 79:33; 80:32.
13. Sırtlarına
binip yerleşmeniz, sonra da onlara yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anmanız
ve şöyle demeniz için (yarattı): “Bunu bizim hizmetimize sunan
Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve
yücedir), yoksa
bunlara boyun eğdiren biz değiliz.
14.
Ve biz (sonunda) Rabbimize döneceğiz.”
15. Ve
Ona, O’nun kullarından bir pay biçtiler. Doğrusu insan, apaçık bir kafirdir.
Buradaki
insandan kasıt, insanların tamamını değil, belli bir insan gurubudur. “El insan”
da ki “el” takısı; belli olanı, bilineni işaret etmektedir. Bazı Hıristiyanlar,
İsa’nın (5:17, 72, 73; 9:30), bazı Yahudiler ise Üzeyir’in (9:30, bazı Yahudi
ve Nasranilerin da bizzat kendilerinin Allah’ın çocukları (5:18) oldukları
iddiasında bulunmuşlar. Müşriklerin bir kısmı ise melekleri Yüce Allah’ın
kızları, bir kısmı ise şeyhlerinin veya azizlerinin (fenafillah vb) olduğu
iddiasında bulunmaktadırlar. Kur’an bütün bu iddiaları kökten reddetmekte ve
böyle inananları da kâfir olarak isimlendirmektedir.
16. (Allah)
yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi seçti?
17. Ve
ne zamanki onlardan birine, Rahmân’a yakıştırdığının (kızların)
misali (benzeri) müjdelense içi öfkeyle dolar, yüzü de kapkara kesilir.
Benzer mesaj: 16:58.
18. “Süs
içinde yetiştirilen, mücadelede de edemeyen mi
(kız mı)?”
19. Rahmân’ın
kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına mı tanık oldular?
Tanıklıkları yazılacak ve (ondan) yargılanacaklar.
20.
Ve dediler ki: “Eğer Rahmân isteseydi, biz onlara tapmazdık.”ı
Onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece saçmalıyorlar.
ı Bu
tavır, tipik İblis ve müşrik tavrıdır. Ancak onlarda biliyor ki yalnızca Allah’a
tapıp tapmamak hususunda mutlak seçim özgür bırakıldılar. Benzer mesajlar: 6:148;
14:21; 16:35.
21. Yoksa
bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar!
22. Bilakis,
dediler ki: “Biz atalarımızı bir ümmetı üzerinde bulduk, biz de
onların izinden gidiyoruz.”
ı Bir
inanç etrafında toplanan topluluklara ümmet denir. Ümmet sözcüğünün aynı
zamanda din, cemaat, familya, nesil, boy, zaman gibi anlamları da
bulunmaktadır.
23. İşte
böyle! Senden önce hangi şehre uyarıcı gönderdiysek oranın şımarmış seçkinleri dediler
ki: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, biz de onların izinden
gidiyoruz.
Benzer mesajlar: 2:170; 5:104; 7:28; 10:78; 11:53-54, 62, 87; 21:52-53;
26:70-74; 31:21; 34:43; 37:69-74; 43:22.
24. Dedi
ki: “Babalarınızı üzerinde bulduğunuz yoldan daha doğrusunu getirmişsem de mi?”
Dediler ki: “Biz sizinle gönderileni tekfir (inkâr) ediyoruz!”
25. Biz de onlardan intikam aldık. Bir bak! yalanlayanların akıbeti
nasıl oldu!
Allah’ın intikam
almasıyla ilgili açıklama 3:4’te yer alır.
26. İbrahim de babasına ve kavmine demişti ki: “Ben sizin kulluk
(ibadet,
hizmet) ettiklerinizden uzağım.
27. Beni yaratıp ortaya çıkaran hariç. Çünkü o beni doğruya ulaştırır.”
28. Bunu da belki dönerler diye, ondan sonrakiler için kalıcı
bir kelime (ayet,
ilke) yaptı.
29.
Doğrusu, kendilerine hak (doğru,
gerçek) ve apaçık bir resul gelinceye kadar bunları ve atalarını faydalandırdımı.
ı “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
30. Hak
kendilerine gelince ise “Bu (Kur’an), bir sihirdir ve
biz onu tekfir ederiz (tanımayız)!” dediler.
31.
Ve dediler ki: “Bu Kur’an iki şehirden âzîm1 (büyük,
değerli) bir adama indirilseydi ya!”2
1 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
2 Bu
mesaj, “Şayet elçiler insanlar arasından seçiliyorsa, niçin
servet sahibi, meşhur, etkili ve önemli şahsiyetler değil de sıradan biri
elçilik görevine layık görülüyor” diyenlere bir cevaptır.
32. Rabbinin
rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar.1
Dünya hayatında onların geçim kaynaklarını2
aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kimini
ötekine derecelerle faziletli (fazlalıklı) kıldık.
Rabbinin rahmeti de onların biriktirdiklerinden hayırlıdır.
ı
Buradaki rahmet kelimesi Yüce Allah’ın insanlara en büyük nimeti olan vahiydir. Benzer mesajlar: 2:105-106 ve 6:124.
2 “مَعَاشاًۖ”
(meâşen) kelimesi, “عَاشَ” (‘âşe)” kökünden türemiştir ve “yaşam”, “geçim”,
“geçim kaynağı” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, bu kökten türemiş 8 sözcük
geçmektedir: 7:10; 15:20; 20:124; 28:58; 43:32; 69:21; 78:11; 101:7.
33. Ve
eğer insanlar bir tek ümmete (topluma) dönüşmeyecek
olsaydı, Rahmân’ı küfreden (örten) kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkmalar (teraslar) yapardık;
34. Ve
evleri için kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar,
35. Ve
süsler.1 Bunlar, sadece dünya hayatının metaıdır (faydalanılan
ürünleridir). Ahiret ise Rabbinin yanında muttakiler2 içindir.3
1 “زُخْرُفٍ”
(zuhruf) sözcüğü, “altın süs” veya “değerli süs” anlamlarına gelir. Bu ifade
Kur’an’da4 kez geçer: 6:112; 10:24; 17:93; 43:35.
2 “وَقَى”
(vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu
kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى”
(takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten
sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
3 Benzer
mesaj: 7:32.
36. Kim
Rahmân’ın zikrinden (vahiyden)
yüz çevirirse, bir şeytanı (aldatanı, saptıranı) ona sardırırız. Artık o yakın arkadaşı1
olur.2
1 “قَر۪يناً” (kâriyn), “yakın arkadaş”,
“yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 4:38 (2 kez);
37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27
2 Her birimiz, daimî bir yoldaş olarak Şeytan’ın bir temsilcisine
(bir cine) sahibiz. Benzer mesajlar: 7:27; 19:83; 26:221-222; 41:25.
37. Böylece
onlar, bunları yoldan alıkoyarlar, bunlar da hidayet üzere (doğru yolda)
olduklarını sanırlar.
7:30 ve 18:104-105’te de her yaptığını güzel sananların en çok
ziyanda olanlar oldukları bildirilmektedir. Kendini doğru sananlar kendilerini
düzeltme ihtiyacı hissetmezler.
38. Nihayet
bize geldiğinde (arkadaşına) der ki: “Keşke1 seninle benim
aramda iki doğu2 kadar uzaklık olsaydı; sen ne kötü bir yoldaşsın!”
1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni
bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle
pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40;
89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.
2 “شرق”
(şark) “doğmak” veya “doğu” anlamındadır. Özellikle güneşin doğması ile
ilişkilidir ve “ışık, aydınlanma, güneşin doğuşu” gibi kavramlarla
bağlantılıdır. Kur’an’da bu kökten türemiş 16 sözcük geçmektedir: 2:115, 142,
258; 7:137; 15:73; 19:16; 24:25; 26:28, 60; 37:5; 38:18; 39:69; 43:38; 55:17;
70:40; 73:9.
Kur’an’da “iki doğu” ve “iki batı” ile “doğular” sözcüğü geçen
ayetlerde genellikle insanlar ve cinler birlikte kastedilmektedir. Benzer
mesajlar: 55:17; 37:5 70:40.
39. Haksızlık
ettiğiniz için bugün (pişmanlığınız) fayda sağlamaz; azapta ortaksınız.
40. Sağıra
sen mi işittireceksin? Yahut ve apaçık bir sapıklık içinde olanı sen mi hidayete
(hak olan yola) erdireceksin?
41.
Seni alıp götürdüğümüz zaman da muhakkak onlardan intikam alırız.
42. Ya
da onlar için vadettiğimizi sana gösteririz. Elbette ki onlar üzerinde muktediriz.
43. Öyleyse
sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen sırat-ı müstakim (dosdoğru
olan yol) üzeresin.
“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da
yer alır.
44. O
(Kur’an), senin ve
kavmin için zikirdir (hatırlatmadır), yakında sorgulanacaksınız.
Birçok ayette Kur’an’dan hesaba çekileceğimiz açık bir biçimde
bildirildiği halde, Müslim olmanın 5 şartının olduğu; İslam’da 32 veya 54
farzın tek olduğu gibi yaklaşımlar Kur’an ile bağdaşmaz. Vahye
uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3,
144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.
45. Senden
önce gönderdiğimiz resullere de sor! Râhmân’ın dışında kulluk (hizmet) edilecek ilahlar kılmış
mıyız?
Buradaki ifade ile önceki ilahi kitaplarda Allah’tan başkasının
kulluğa layık olduklarıyla ilgili herhangi bir talimatın olup olmadığının
araştırılmasıdır.
46. Musa’yı
da ayetlerimizle firavuna ve melelerine (ileri gelenlere)
gönderdik. Dedi ki: “Ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm.”
47. Onlara
ayetlerimizle (delillerimize) geldiği zaman da
onlara gülüverdiler.
Burada,
Musa’nın firavuna gösterdiği ilk iki mucizeden “asa ve yed-i beyza”dan söz
edilmektedir. (26:32,33)
48. Onlara gösterdiğimiz her bir ayet (mucize) de kardeşinden (diğerinden)
daha büyüktü. Belki dönerler diye de onları azapla yakaladık.
Firavunu
ve kavmini ikna etmesi için Musa’ya verilen 9 mucize ile ilgili açıklama 17:101
ayetinde yer alır.
49. Dediler ki “Ey sihirbazı, sana verdiği söz
hürmetine bizim için Rabbine dua et, artık biz hidayete ereceğiz.”
50. O azabı onlardan kaldırdığı zaman da hemen sözlerinden caydılar.
51. Firavun, kavmine seslendi (bağırdı) ve dedi ki: “Ey kavmim! Mısır’ın
mülkü (hükümranlığı) ve şu altımdan akıp giden nehirler benim değil mi? Görmüyor
musunuz?
Firavunun
bağırması ve konuşma şeklinden, Musa’nın gösterdiği mucizeler nedeniyle
tahtının sallantıda olduğunu hissettiği anlaşılıyor. Bu nedenle firavun telaşa
düşüp bağırmaya ve halkına gözdağı vermektedir.
52. Yoksa ben, şu mehin (basit, önemsiz)1 ve
konuşmasını dahi beceremeyenden daha hayırlı değil miyim?
1 “مَه۪ين” (mehin) kelimesi “basit”,
“değersiz”, “hor”, “hakir”, “önemsiz” demektir. Kur’an’da 4 kez geçer: 38:8;
43:52; 68:10; 77:20.
Bazı
müfessirlere göre firavunun bu iması Musa’nın kekeme oluşuna yöneliktir. Ancak
bu düşünce doğru değildir. Çünkü Musa’ya elçilik verildiğinde, onun diğer
talepleriyle birlikte, dilinin açılması hakkındaki duası da kabul edilmiş ve
Musa’nın dili açılmıştır (20:27-36).
Nitekim Musa’nın firavun, sarayın ileri gelenleri ve halkın karşısında sürekli
kendisinin konuştuğu görülmektedir. Kur’an’da anlatılmakta olan Musa’nın muhtelif
yerlerdeki konuşmaları belagatin en güzel örneklerindendir. Ancak Firavunun böyle
bir ifade kullanmasının nedeni, kendisinin mesajı anlamamak konusundaki
inadındandır. Bunun için de halkın Musa’nın anlattıklarından söylemlerinden
etkilenmemesi için Musa’yı küçük düşürmeye çalışarak dikkati başka bir yöne
çekmek suretiyle saldırgan bir tutum sergilemektedir.
53. (Eğer
Musa elçi ise), üzerine altından bilezikler yağdırılsaydı ya! Ya da ona
arkadaşlık1 eden melekler gelseydi ya!”2
1 “قَر۪يناً” (kâriyn), “yakın arkadaş”,
“yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 4:38 (2 kez);
37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27
2
Firavun, şayet Musa gökyüzünün hükümdarını temsil etmiş olsaydı,
benim gibi yeryüzünün hükümdarına gelirken, kıymetli elbiseler giyinmiş, altın
bilezikler takmış ve emri altında meleklerden bir grup bulunduğu halde yanıma
gelirdi. Bu nasıl bir elçi ki elinde bir asayla, bir fakir gibi çıkageliyor? iddiasında
bulunuyor. Melek elçi beklentisiyle ilgili benzer mesajlar: 6:8; 15:7; 23:24; 25:7;
41:14.
54. (Firavun) böylece kavmini küçümsedi. Bunun
üzerine onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar, fasık (Allah’ın
emirlerinden sapan, sapkın) bir toplumdu.
Bu
ayette önemli bir gerçeğe temas edilmiştir. Her diktatör, her kuralı açıkça bir
kenara iterek, hileye başvurur, rüşvet vasıtasıyla bazı kimseleri çıkarları
için satın alır. Yiğit ve dürüst kimseleri de satın alamıyorsa onlara
zulmederek susturmaya çalışır veya onları öldürtür. Firavun da iman eden eşine
ve sihirbazlara işkence yapıp öldürmüştü. Bu şekilde halkının aklını, ahlâkını
ve hatta onların yiğitliğini bile hiçe saymış ve halkı aptal yerine koymuştur.
Çünkü onları korkak ve şahsiyetsiz kimseler yerine koyarak, adeta “Ben bu
insanları istediğim gibi evirir-çevirir ve yönlendiririm” demiş olmaktadır.
Ancak bir ülke bu şekilde teslim alınmış ve halk, hükümdarın önünde
köleleşmişse; gerçekten de o halk, tıpkı o hükümdarın düşündüğü gibi
şahsiyetsiz ve değersizdir. Çünkü, halkın bu zillet içinde yürümesinin asıl
nedeni, onların fasık kimseler olmalarıdır. Onlar hak ve batılın ne olduğuna
aldırmadıkları gibi, adalet ve zulüm arasında bir fark da gözetmezler. Doğruluk
ve şeref ile yalan ve zillet aynıdır onların nezdinde. Çünkü onlar, bu gibi
değerlerin keyfiyetiyle ilgilenmeyip, kendi şahsi çıkarları için her zulme
boyun eğerler, zorbalıktan korkarak batılı kabul ederler. Aralarından hak bir
ses yükselirse, bu kez de kendileri onu hemen susturmaya hazırdırlar.
55. Bizi eseflendirdikleri1 zaman da onlardan intikam aldık2
ve hepsini suya gömdük3.
1 Esef; hüzün, keder, tasa, şiddetli üzüntü ve
kızgınlık anlamlarına gelir. Açıklama 7:150’de yer alır.
2 Allah’ın
intikam alması hususu 25’inci ayette yer alır.
3 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak,
suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer:
2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27;
25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.
56. Onları, sonrakiler için selef (geçmiş) ve misal (örnek) kıldık.
57. Meryem
oğlu (İsa, Kur’an’da) örnek verilse, kavmin bunu engellemeye
çalıştı.
Sed
(engel) sözcüğü türevleri ile birlikte bu surede 3 defa (43:37, 57, 62)
geçmektedir.
58. Ve
dediler ki: “Bizim ilahlarımız mı hayırlı, yoksa o mu?” Bu örneği, seninle cedelleşmekten1 başka
bir amaçla vermediler. Onlar, hasım2 (düşmanca
davranan, kavgacı) bir topluluktur.
1 Bu ifade,
“cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme”
anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32
(2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5,
35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
2 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (hasama) şeklinde geçer ve “çekişmek”,
“düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden
türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45;
36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.
59. O
(İsa), kendisine nimet verdiğimiz bir kuldan başkası
değildir. Onu da İsrailoğullarına örnek kıldık.
60. İsteseydik,
yeryüzüne sizden de halef olan (birbiri ardına gelen) melekler
yapardık.
61. Ve
O (İsa), Saat (kıyamet) için bir ilimdir; ondan hiç
şüphe etmeyin ve bana uyun. Sırat-ı müstakim (dosdoğru olan yol) işte budur.
“O”
zamirinin Kur’an’ı ya da Nebi İsa’yı kastettiği yönünde iki farklı görüş
vardır.
Reşat
Halife’nin Ek 25’te detaylıca anlattığı gibi, Dünya’nın Sonu Kur’an’da
verilmektedir ve İsa’nın doğum tarihi, hesaplamaların doğru olduğuna dair
önemli işaretlerden birini sağlamaktadır. Dünya’nın, İsa’nın doğumundan sonra
2280 (19x120) yılında sona ereceğini öğreniyoruz (47:18’e bakınız). Ek olarak,
hem ay yılı (1710) hem de güneş yılı (2280) İsa’nın doğumundan Muhammed’in
doğumuna kadarki yıl sayısı olan 570’e de (19x30) bölünür. Nitekim İsa’nın
doğumu bir işaretleyicidir. Açıklama için 15:85 ayetine bakınız.
62. Sakın
şeytan (aldatan, saptıran),
sizi engellemesin! O, sizin apaçık düşmanınızdır.
Şeytanın
insana düşman oluşuyla ilgili mesajlar: 2:168, 208; 4:101; 6:142; 7:22; 12:5; 17:53;
18:50; 20:117; 28:19; 36:60; 43:62.
63. İsa,
apaçık beyyinelerle (kanıtlarla, mucizelerle) geldiğinde dedi ki: “Ben size
hikmetı ile ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size
açıklamak için geldim. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da itaat edin.2
ı Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth”
sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin
ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda
bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
2 “Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.” ifadesi,
aynı sözcüklerle toplam sekiz
ayette (108, 110, 126, 131, 144,
150, 163, 179; 43:63 ve 71:3’te) daha
tekrarlanmaktadır.
64. Şüphesiz
ki Allah, O, benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. Sırat-ı müstakim (doğru olan yol) budur.”
İsa hiçbir zaman, “ben ilahım, ben Allah’ın oğluyum ve bana
kulluk edin” dememiştir. O’nun daveti de diğer elçilerin daveti gibidir. İsa
Nebi’nin bu mesajıyla ilgili Bkz: 3:51; 5:117; 19:36.
65. Hizipler
(mezhepler, gruplar), kendi aralarında ayrılığa düştüler.
Elem verici günün azabı nedeniyle veylı olsun zalimlere!
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş
bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı,
felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun”
ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2;
18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27;
39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34,
37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
66. Onlar
farkında değillerken, o saatin (kıyametin) kendilerine
ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar!
Benzer mesajlar: 6:31, 47; 7:187; 12:107; 21:40; 22:55; 26:202;
29:53; 39:55; 47:18.
67.
O gün muttaki olanlar (Allah’ın
emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınan) hariç, halillerin
(dostların) bir
kısmı diğerlerine düşmandır.
68. Ey
kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.
69. Onlar,
ayetlerimiz ile1 iman eden ve teslim olanlardı.
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya
“ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
gerçek müminlerin Allah’ın ayetleri ile, yani sadece Allah’ın vahiy
kitaplarında bildirdikleri ile iman eden kişiler olduğu görülecektir. Konu ile
ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
70. “Cennete girin! Siz ve eşleriniz sevindirileceksiniz1.”
1 “يُحْبَرُونَ”
fiili, “حَبْرٌ” (hibr) kökünden türetilmiş olup "sevinmek,
neşelenmek, mutlu edilmek" anlamlarına gelir. Bu fiil kökü
Kur’an’da 2 kez geçer: 30:15; 43:70.
71. Onlar
için altın tepsiler ve kadehler1
dolaştırılır. Orada, canlarının dilediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır.
Siz orada ebedî kalacaksınız.
1
“اَكْوَابٍ” (ekvâb)
kelimesi "kaplar" veya "kadehler" demektir. Bu kelime,
Kur’an’da 4 kez geçer: 43:71; 56:18; 76:15; 88:14.
72. Yaptığınız
amellere karşılık size miras verilen Cennet işte budur.
73. Orada
sizin yemeniz için bol bol meyveler vardır.
74. Mücrimler
(azılı suçlular), Cehennem azabında kalıcıdırlar.
75. Azapları
hafifletilmeyecek1. Onlar, orada çaresiz
bir halde kalakalırlar.
2 “يُفَتَّرُ” (yufettârû), "Gevşetilmek",
"hafifletilmek", "ara verilmek" gibi anlamlara gelen “ف-ت-ر”
(fe, te, râ) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 3 kelime geçer:
5:19; 21:20; 43:75.
76.
Biz, onlara haksızlık etmedik, fakat onlar haksızlık edenlerdi.
77. Ve
(cehennemdekiler) seslendiler: ‘Ey Malik!ı Rabbin
bizim işimizi bitirsin!’ Dedi ki: ‘Sizler burada kalacaksınız2.’
ı Bu
ayetteki “Malik” sözcüğü Fatiha suresi 4’üncü ayette olduğu gibi eski mushaflarda
farklı yazılıdır. (http://elktb.net/A/43/77). Reşat
Halife, Fatiha suresinde 4 tane elif harfinin fazla yazılmış olduğunu tespit
etmiş 4’üncü ayetteki sözcüğün “melik” olduğunu ispatlamıştı. Bu nedenle Fatiha
suresi 4’üncü ayeti “Din Gününün meliki (yöneticisi)” şeklindedir.
Bu
ayetteki kelime de “malik ya da melek” şeklinde olmalıdır. Ayet bir bütün
olarak değerlendirildiğinde “Melik” şeklinde yazılmış olma olasılığı azdır.
“Malik”
şeklindeki yazılışı doğru ise; o zaman da Malik, yani oranın sahibi/yetki
sahibi gibi anlamlara gelir. “Melek” şeklinde yazılmış ise; o zaman da
Cehennemdeki bir melek (yetkili) kastedilmiştir.
Bu
nedenle “Malik” veya “Melek” olması durumda; Yeni Ahit, Romalılar 2:16 ayetinde
yer alan “Bildirdiğim iyi habere göre, Allah’ın, Mesih İsa
aracılığıyla insanlığın gizli şeylerini yargılayacağı o günde¸ bütün bunlar
görülecek.” şeklindeki ifade ile değerlendirildiğinde bu ayette (43:77) söz
edilen kişi İsa Nebi olabilir. En iyisini Allah bilir.
2 “مُكْثٍ”
(muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak”
anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10;
27:22; 28:29; 43:77.
78. Biz
size hakkı getirdik, fakat çoğunuz haktan hoşlanmadınız.
79. Yoksa
bir iş mi kararlaştırdılar! Elbette biz de kararlıyız!
80.
Yoksa onlar, sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Bilakis
(işitiriz), yanlarındaki
elçilerimiz de yazıyorlar.
81. De
ki: “Eğer Râhmân’ın bir evladı olsaydı, elbette kulluk edenlerin ilki ben
olurdum!”
Yani, benim hiç kimseyi Allah’ın çocuğu olarak kabul etmemem,
bir inadın sonucu değildir. Ben bu düşünceyi, gerçek olmadığı reddediyorum. Şayet
Allah’ın bir çocuğu olsaydı ve Allah emretseydi ona kulluk ederdim. Çünkü Allah’ın
sadık kuluyum. Fakat Allah, bu ithamdan yakıştırmadan uzaktır.
82. Göklerin
ve yerin Rabbini, Sûbhândır (her türlü eksiklikten ve
kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Arşın Rabbini nasıl yanlış niteliyorları ?
ı “عَمَّا يَصِفُونَ” (amme yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından,
nitelemelerinden, tanımlamalarından, isnat ettiklerinden, yanlış nitelemelerinden,
yakıştırmalarından” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek,
tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden
türemiştir.
83. Kendilerine
vadedilen günle karşılaşıncaya kadar bırak dalsınlar, oynasınlar.
Bu
ayet, 70:42’de de tekrarlanmaktadır.
84. Göklerdeki ilah (En Yüce olan) da O’dur, yerdeki ilah da. O, Hakîm
olandır (Lehte
ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir), Alim olandır (her şeyi
bilendir).
85. Göklerin
de yerin de ikisi arasında bulunan her şeyin de mülkü kendisine ait olan (Allah)
Tebarek’tir. O Saat’in bilgisi de O’ndadır ve O’na döndürüleceksiniz.
“Tebarek” sözcüğü ile ilgili açıklama 25:1’de yer
alır.
86. Ve
O’nun dışında dua ettikleri şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka (gerçeğe,
hakikate) tanıklık edenler hariç.
Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır. 🔗
87. Onlara
da kendilerini kimin yarattığını sorsan “Allah” derler. O halde neden saptırılıyorlar?1
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
88. Ve
demişti ki: “Yaı Rabbi, bunlar iman etmeyen bir kavimdir.”
ı Allah’ın, yarattığı varlıklara seslenirken
kullandığı, “Ey” anlamına gelen “Ya” ünlemi, elçilerin, insanların ve
diğer varlıkların Allah’a yakarışlarını bildiren ayetlerde geçmez. Yani “Ey
Allah’ım!” veya “Ey Rabbim!” biçiminde değil, “Allah’ım veya Rabbim” biçiminde
yer alır. Ancak bu ayette ve 25:30 ayetinde, Muhammed’in Allah’a yakarış
ifadesinde “Ya” ünlemiyle bildirilerek, bu ilkenin dışına çıkılmıştır. Ne
ilginçtir ki, bu iki ayette de Nebimiz Muhammed, kendi Müslim toplumu hakkında
Allah’a yakınmaktadır.
89. Onlara
aldırma1 ve “Selâm!” de. Yakında öğrenecekler.
1 Bu kelime “görmezden gelmek”, “aldırmamak”, “vazgeçmek"
gibi anlamlara gelen “صَفَحَ” (safaha)
kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da 8 kez
geçer: 2:109; 5:13; 15:85; 24:22; 43:5, 89, 64:14