59. HAŞR SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 101. suredir.  Adını ikinci ayette geçen ve “toplanma” anlamına gelen “el-Haşr” kelimesinden alır. Sure 24 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih1 etti. Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibidir).2

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

2 Bu ayet 61:1’de de tekrarlanmaktadır.

2. Ehl-i Kitap’tan kâfir olan kimseleri, ilk haşr1 için yurtlarından çıkartan O’dur.2 Onların çıkacaklarını sanmadınız3. Şüphesiz onlar da kendi kalelerinin Allah’tan (O’nun hükmüyle) kendileri için engel olacağını zannettiler3. Bunun üzerine Allah, hiç hesap etmedikleri bir yerden onlara geldi ve onların kalplerine şiddetli bir korku4 saldı. Kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle kendi evlerini harap5 ediyorlar. Ey basiret sahipleri, ibret alın!

1 “الْحَشْرِ” (haşr) kelimesi, “ح-ش-ر” (ḥ-ş-r) kökünden türemiştir. Bu kökün temel anlamı da "bir araya getirmek, toplamak" demektir. “الحشر” (el-haşr) kelimesi de "toplama”, “bir araya getirme”, “zorla bir yere sevk etme" anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 42 kez geçer: 2:203; 3:12, 158; 4:172; 5:96; 6:22, 38, 51, 72, 111, 128; 7:111; 8:24, 36; 10:28, 45; 15:25; 18:47; 19:68, 85; 20:59, 102, 124, 125; 23:79; 25:17, 34; 26:36, 53; 27:17, 83; 34:40; 37:22; 38:19; 41:19; 46:6; 50:44; 58:9; 59:2; 67:24; 79:23; 81:5.

“İlk haşr” ifadesi ile de dünyada başka bir yere sürgünden söz edilmekle birlikte, onlara, son toplanma yeri olan hesap günü de hatırlatılmaktadır. 

Rivayetlere göre, Hicri kameri 4. Yılında Kureyşli müşriklerden olan Ömer bin Ümeyye, Muhammed Nebi ile anlaşması Amir oğulları kabilesinden iki kişiyi kendilerine saldıracağını zannederek öldürür. Amir oğullarının reisi Amir bin Tufeyl de bunun üzerine Allah’ın elçisinden diyet talebinde bulunur. Muhammed Nebi de diyeti ödemek için Amir oğullarının müttefiki olan Nadir oğullarından yardım ister. Nadir oğulları kabilesi de Allah’ın Elçisine yardım etmeyi kabul eder. Ancak kalenin yanında bulunan büyük bir taşı yuvarlayarak, Allah’ın Elçisine suikast girişiminde bulunurlar. Vahiy yoluyla onların bu hilesinden haberdar olan Allah’ın Elçisi, bunun üzerine onlara silah haricindeki menkul mallarıyla Medine’den ayrılmaları ve her yıl sadece hurma hasadı zamanı geri dönmeleri için on gün mühlet verir. Ancak Nadir oğulları bunu reddeder.

Bu ültimatom, 8:58’de belirtilen Allah’ın şu hükmüne uygundur: “Ve eğer bir topluluğun ihanetinden korkarsan, o zaman onların yaptığı gibi (antlaşmayı) boz. Şüphesiz ki Allah, hainleri sevmez.”

Bu bağlamda, Beni Nadir’i yurtlarından çıkaran aslında Yüce Allah’tı; çünkü bu davranış, O’nun yasaları doğrultusunda gerçekleştirilmişti. Üstelik ilerleyen ayetlerde Yüce Allah, onların yurtlarından çıkarılmasını kendi fiili olarak nitelemiştir.

21 gün süren kuşatmanın ardından, Nadiroğulları barış talep etmek zorunda kaldılar ve Muhammed Nebi, onlara her üç evlerinden diledikleri eşyayı seçip yalnızca bir deveye yüklemeleri şartıyla sürgüne gitmelerine izin verdi. Bunun üzerine söz konusu kabile de buna razı oldu.

2 Bu kelime Bu kelime, "منع" (mene‘a) kökünden türemiştir ve bu kök, "engel olmak", “önlemek”, "durdurmak" veya "korumak" gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:114; 4:141; 7:12; 9:54; 12:63; 17:59, 94; 18:55; 20:92; 21:43; 38:75; 50:25; 56:23; 59:2; 68:12; 70:21; 107:7.

3 Zan, bir konu hakkında kesin bilgiye sahip olmadan, bilinçli olarak varsayımlarda bulunmaktır.

4 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”, "şiddetli korku" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.

5 “خَرَاب” (hârab) kelimesi, “harabe”, “terkedilmiş”, “kullanılmaz hale gelmiş yer" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 2:114; 59:2.

3. Ve eğer Allah (yaptıklarına karşılık olarak) onların (yurtlarından) çıkarılmalarını yazmamış (hükmetmemiş) olsaydı, muhakkak  dünyada onları azaba uğratırdı. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır.

            1 “الْجَلَٓاءَ” (el-celâ’e) ifadesi, “görünür hale gelmek", "açığa çıkmak" anlamına gelen “جَلَاءَ” (celâ’e) kelimesinden türemiştir ve “açığa alınmak”, "yerinden edilmek" anlamlarına gelmektedir. “الْجَلَٓاءَ” (el-celâ’e) ifadesi Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

4. Bu, onların Allah’a ve resulüne karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah’a karşı gelirse Allah, cezalandırması çetin olandır.

5. Bir hurma ağacını kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız da Allah’ın izniyledir.ı ve fasıkların aşağılanması içindir. 

ı Nadir oğullarının kalesinin kuşatılması esnasında, bazı münafıkların ve diğer Yahudilerin “Muhammed arzı ifsat etmeyi yasaklıyor ama, kendisi bu ağaçları kesmekle asıl, arzda fesat çıkarıyor” şeklinde bir dedikodu yaymaları üzerine bu ayetin indiği belirtilmektedir. Normal şartlar altında, ağaçları kesmek, sınırları aşmak olur. Ancak savaş şartlarında, savaşın gereklilikleri Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yapılır.

6. Allah’ın, onlardan Resul’e fey1 olarak verdiği için, o zaman ne bir at üzerinde çırpındınız2 ne de bir binek.3 Ancak Allah, resullerini istediği kimselere üstün kılar4.  Ve Allah her şeye Kadirdir (her şeye gücü yeter).

1 Fey, düşmanın, savaşmadan çekildiği yerlerden ele geçen ganimetlerdir. Savaşmadan elde edilen feylerin paylaştırılma yöntemi ile savaşarak ele edilen ganimetlerin paylaştırılma yöntemi farklıdır. Feyler, 7’nci ayette belirtildiği gibi kamuya mal edilmek üzere belirtilen kişilere dağıtılırken, ganimetlerin şartları ve paylaştırılması farklıdır. Bkz: 8:41.

            2 “اَوْجَفْتُمْ” (evcâftûm) sözcüğü, “çırpındınız”, “titrediniz” ve “heyecanlandınız” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 59:6; 79:8.

            3 “ركب” (rekâbe) sözcüğü, “terkip etmek” yani bağlama göre “bindirmek, düzenlemek, bir araya getirmek, oluşturmak, tasarlamak, dizayn etmek, monte etmek” gibi anlamlar taşır. Kur’an’da, bu sözcükten türemiş 15 sözcük geçmektedir: 2:239; 6:99; 8:42; 11:41, 42; 16:8; 18:71; 29:65; 36:42, 72; 40:79; 43:12; 59:6; 82:8; 84:19.

            4 “يُسَلِّطُ” (yusallitu) fiili, “hükmetmek”, “yönetmek”, zorla yönlendirmek”, “musallat etmek”, “üstün kılmak”, “başına getirmek” veya “zorlamak” gibi anlamlara gelir. Bu fiil, “سَلَّطَ” (sallata) kökünden türetilmiştir ve bir şeyin ya da birinin üzerine bir başka şeyin veya olayın güç ya da etki ile gelmesini ifade etmektedir. Kur’an’da “sallata” kökünden türemiş 2 sözcük geçmektedir: 4:90; 59:6.

7. Allah’ın, (fethedilen) beldeler halkından resulüne verdiği feyler; Allah’a, resulüne, akrabalara, yetimlere, miskinlere1 ve yol oğluna aittir. Böylece (servet) zenginlerinizin arasında dolaşıp duran bir güce dönüşmesin.2 Resul size ne verdiyse onu alın ve sizi neyden alıkoyduysa o zaman o şeyden sakının.3 O halde Allah’a karşı takvalı4 olun. Şüphesiz ki Allah, cezalandırması çetin olandır.

1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

2 İslam’ın servete bakışını özetleyen bu cümlede Yüce Allah miskinlerin gözetilmesini, onları kendi hallerine terk etmemek gerektiğini, işleyen ekonominin bir parçası haline gelmelerini sağlamayı, hayatın sadece zenginlerin hakkı değil, aynı zamanda miskinlerin de hakkı olduğu gerçeğini haykırmamız gerektiğini Muhammed zamanındaki bir örnekle öncelikle bizim dikkatlerimize, ardından bütün insanlığın bilgisine sunmaktadır.

3 Bu cümle bağlam gereği fey’ denen ve savaşsız elde edilen ganimetlerle ilgili olarak Muhammed’in verdiklerinin alınması, engellediklerinden de kaçınılması gerektiği mesajını içermektedir. Resul yani Yüce Allah’ın kendisine gönderdiği mesajları ileten kişi olarak resulün vahiy adına söylediklerini kabul etmek iman gereğidir.

4 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.

8. (Bu mallar) muhacir fakirlerindir. Onlar, yurtlarından ve mallarından kovuldular, Allah’ın fazlını (nimetleri, lütufları ve rahmeti) dilerler. Allah’a ve resulüne de yardım ederler. Sadık olanlar (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlar) işte onlardır.

9. Onlardan önce (Medine’yi) yurt edinmiş ve kalplerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Onlara verilenlerden dolayı da göğüslerinde hacet (istek, rahatsızlık, haset) etmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih1 ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felaha (kurtuluşa, saadete) erenlerdir.

1 Bu kelime, "خ-ص-ص" (ḥa-sad-sad) kökünden türemiştir ve “tahsis etmek, “ayrıcalık tanımak”, “seçmek”, “ayırmak” gibi anlamlara gelir.  Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:105; 3:74; 8:25; 59:9.

10. Onlardan sonra gelen kimseler diyorlar ki, “Rabbimiz, Bize mağfiret et; iman ile bizi geçmiş1 olan kardeşlerimize de. Müminlere karşı da kalplerimizde bir kin2 oluşturma. Rabbimiz, sen Rauf’sun, Rahîm’sin (çok lütufkar ve şefkatlisin, merhamet edensin).

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

2 “غِلًّۭ” (ğille) sözcüğü kelime anlamı “kin” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer: 7:43; 15:47; 59:10.

11. Nifak1 yapan kimselerin, Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) kardeşlerine, “Eğer (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle çıkarız. Sizinle ilgili olarak da kimseye asla itaat etmeyiz, eğer sizinle kital yapılırsa (sizinle çarpışılırsa) mutlaka size yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Oysa Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.

1 “نِفَاقُ” (nifak), “ikiyüzlülük”, “içten içe inkâr edip dışarıdan inanmış gibi görünmek” anlamına gelir. “مُنَافِقُ” (münafık) da nifak yapan kişi anlamına gelir. Yani inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen kişiye denir.

12. Eğer (onlar) çıkarılırlarsa, onlarla birlikte çıkmazlar. Ve eğer (onlarla) kitâl yapılırsa, onlara yardım etmezler. Ve eğer onlara yardım edecek olsalar bile, mutlaka onlara arkalarını dönerler. Sonra (o ehli kitaptan olan küfreden kimseler) yardım görmezler.

13. Onların yüreklerine, Allah’tan korktuklarından daha çok korku veriyorsunuz. Bu, onların (hakikati) kavrayamayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.

14. Onlar, korunaklı kaleler içinde veya duvarların (siperlerin) ardından olmadıkça toplu halde sizinle savaşamazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri (savaşları) ise şiddetlidir. Sen onları derli toplu sanırsın, oysa kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların aklını kullanamayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.

Bu husus münafıklarla Yahudilerin ortak özelliğidir. Onlar sadece Müslimlere karşı değil, kendi aralarında da birbirlerine karşı münafık (ikiyüzlü) oldukları için onların birlikteliğinden, birlik ve beraberliğinden söz edilemez.

15. Onların misali kendilerinden öncekiler gibidir. Onlar da yakın bir zamanda yaptıklarının vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.

16. Onların misali şeytanınki (aldatanınki, saptıranınki) gibidir. İnsana “inkâr et!” der, o (insan) inkâr ettiği zaman da der ki: “Şüphesiz ki ben senden uzağım; elbette ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”

Kur’an’a göre şeytan; haktan uzak olan, gerçekliğe aykırı hareket eden her türlü güç, kurum ve kişinin ortak karakteristik adıdır.

17. Artık ikisinin de (şeytan ve ona uyanların) sonu içinde ebedî kalacakları ateştir.  Zalimlerin cezası (karşılığı) işte budur.

18. Ey iman edenler, Allah’a karşı takvalı olun ve herkes yarın1 için ne hazırladığına baksın. Allah’a karşı takvalı olun, Allah yaptıklarınızdan Haberdardır.

1 “غَدًۭا” (ğâden), “yarın” demektir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 12:12; 18:23; 31:34; 54:26; 59:18.

19. Ve Allah’ı unuttuklarından dolayı, O’nun da kendi nefislerini (kendilerinden olanları) unutturduğu kimseler gibi olmayın.ı  Fasıklar işte onlardır.

ı Benzer mesajlar: 7:51; 9:67; 20:126; 32:14; 45:34; 59:19.

20. Ateş halkı ile cennet halkı eşit (aynı) olmaz. Cennet halkı faizli olanlardır (kazançlı çıkanlardır).

21. Biz bu Kur’an’ı bir dağa1 indirseydik, onu Allah’a olan derin saygısından boyun eğmiş ve paramparça olmuş görürdün.ı Biz bu misalleri (örnekleri) insanlara düşünsünler diye anlatıyoruz.

1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

2 Ayette yer alan ve çevirilerde “korkmak” olarak anlam verilen “huşu” sözcüğünün, korku veya korkmak anlamına gelen ‘havf’ sözcüğü ile bir ilgisi yoktur. Dolayısı ile korkma anlamı doğru değildir.

22. O, kendisinin dışında ilah (En Yüce olan) olmayan Allah’tır. O, gaybı ve şehadeti bilen, Râhmânir-Râhîm (merhamet eden merhametli) odur.

“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

23. O, Allah (Yüce Olan Yüce) olandır. O’nun dışında ilah (yüce olan) yoktur. O, Mütekebbir (Her konuda yüce), Cebbar1 (her şeyi düzenlemeye gücü yeten), Aziz (mutlak güç sahibi) Müheymin (evrenleri yöneten), Mümin (inanılıp güvenilen), Selam (esenlik kaynağı), Kuddüs2 (kutsal) olan Melik’tir (hükümdardır). Süphan (Her türlü nitelemeden, benzetmeden uzak) olan Allah, onların ortak koştuklarından yücedir.

1 Cebbar: Bozuk olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine güç, zor kullanarak iş yaptırmak, demektir. Kur’an’da 10 kez geçer. 1 ayette Allah için kullanılmış, 9 ayette beşer için kullanılmış.

2 “قُدُّوسُ” (kuddüs) ifadesi, "kutsallık", "yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21, 110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.

24. Ve O, Musavvir (her varlığa istediği şekli veren), Bâri (her şeyi yoktan var eden), Hâlık (yaratıcısı) olan Allah’tır. En güzel isimler O’na aittir.1 Göklerde ve yerde bulunanlar O’nu tesbih ederler.2  Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibidir).

1 “Esma’ul Husna” ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24) geçmektedir. Bu ifade ile ilgili açıklama 7:180 ayetinde yer alır.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.