Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 101.
suredir. Adını ikinci ayette geçen ve “toplanma”
anlamına gelen “el-Haşr” kelimesinden alır. Sure 24 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Göklerde
ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih1 etti.
Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde
yöneten mutlak güç sahibidir).2
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
2 Bu ayet 61:1’de de tekrarlanmaktadır.
2. Ehl-i
Kitap’tan kâfir olan kimseleri, ilk haşr1
için yurtlarından çıkartan O’dur.2 Onların
çıkacaklarını sanmadınız3. Şüphesiz
onlar da kendi kalelerinin Allah’tan (O’nun
hükmüyle) kendileri için engel olacağını zannettiler3. Bunun
üzerine Allah, hiç hesap etmedikleri bir yerden onlara geldi ve onların
kalplerine şiddetli bir korku4 saldı. Kendi elleriyle ve
müminlerin elleriyle kendi evlerini harap5 ediyorlar. Ey
basiret sahipleri, ibret alın!
1 “الْحَشْرِ” (haşr) kelimesi, “ح-ش-ر” (ḥ-ş-r) kökünden
türemiştir. Bu kökün temel anlamı da "bir araya getirmek, toplamak"
demektir. “الحشر” (el-haşr) kelimesi de "toplama”, “bir araya
getirme”, “zorla bir yere sevk etme" anlamlarına gelir. Bu kelime
Kur’an’da 42 kez geçer: 2:203; 3:12, 158; 4:172; 5:96; 6:22, 38, 51, 72, 111,
128; 7:111; 8:24, 36; 10:28, 45; 15:25; 18:47; 19:68, 85; 20:59, 102, 124, 125;
23:79; 25:17, 34; 26:36, 53; 27:17, 83; 34:40; 37:22; 38:19; 41:19; 46:6;
50:44; 58:9; 59:2; 67:24; 79:23; 81:5.
“İlk haşr” ifadesi ile de dünyada başka
bir yere sürgünden söz edilmekle birlikte, onlara, son toplanma yeri olan hesap
günü de hatırlatılmaktadır.
Rivayetlere göre, Hicri kameri 4.
Yılında Kureyşli müşriklerden olan Ömer bin Ümeyye, Muhammed Nebi ile anlaşması
Amir oğulları kabilesinden iki kişiyi kendilerine saldıracağını zannederek
öldürür. Amir oğullarının reisi Amir bin Tufeyl de bunun üzerine Allah’ın
elçisinden diyet talebinde bulunur. Muhammed Nebi de diyeti ödemek için Amir
oğullarının müttefiki olan Nadir oğullarından yardım ister. Nadir oğulları
kabilesi de Allah’ın Elçisine yardım etmeyi kabul eder. Ancak kalenin yanında
bulunan büyük bir taşı yuvarlayarak, Allah’ın Elçisine suikast girişiminde
bulunurlar. Vahiy yoluyla onların bu hilesinden haberdar olan Allah’ın Elçisi,
bunun üzerine onlara silah haricindeki menkul mallarıyla Medine’den ayrılmaları
ve her yıl sadece hurma hasadı zamanı geri dönmeleri için on gün mühlet
verir. Ancak Nadir oğulları bunu reddeder.
Bu ültimatom, 8:58’de belirtilen
Allah’ın şu hükmüne uygundur: “Ve eğer bir topluluğun ihanetinden korkarsan,
o zaman onların yaptığı gibi (antlaşmayı) boz. Şüphesiz ki Allah,
hainleri sevmez.”
Bu bağlamda, Beni Nadir’i yurtlarından
çıkaran aslında Yüce Allah’tı; çünkü bu davranış, O’nun yasaları doğrultusunda
gerçekleştirilmişti. Üstelik ilerleyen ayetlerde Yüce Allah, onların
yurtlarından çıkarılmasını kendi fiili olarak nitelemiştir.
21 gün süren kuşatmanın ardından,
Nadiroğulları barış talep etmek zorunda kaldılar ve Muhammed Nebi, onlara her
üç evlerinden diledikleri eşyayı seçip yalnızca bir deveye yüklemeleri şartıyla
sürgüne gitmelerine izin verdi. Bunun üzerine söz konusu kabile de buna razı
oldu.
2 Bu kelime Bu kelime, "منع" (mene‘a) kökünden
türemiştir ve bu kök, "engel olmak", “önlemek”, "durdurmak"
veya "korumak" gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 17 kez geçer: 2:114; 4:141; 7:12; 9:54; 12:63; 17:59, 94; 18:55;
20:92; 21:43; 38:75; 50:25; 56:23; 59:2; 68:12; 70:21; 107:7.
3 Zan, bir konu hakkında kesin bilgiye sahip
olmadan, bilinçli olarak varsayımlarda bulunmaktır.
4 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”,
"şiddetli korku" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez
geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.
5 “خَرَاب” (hârab) kelimesi, “harabe”,
“terkedilmiş”, “kullanılmaz hale gelmiş yer" anlamına gelir. Bu kelime
Kur’an’da 2 kez geçer: 2:114; 59:2.
3. Ve eğer Allah (yaptıklarına
karşılık olarak) onların (yurtlarından) çıkarılmalarını yazmamış (hükmetmemiş)
olsaydı, muhakkak dünyada onları azaba
uğratırdı. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır.
1 “الْجَلَٓاءَ”
(el-celâ’e) ifadesi, “görünür hale gelmek", "açığa çıkmak" anlamına
gelen “جَلَاءَ” (celâ’e) kelimesinden türemiştir ve “açığa alınmak”, "yerinden
edilmek" anlamlarına gelmektedir. “الْجَلَٓاءَ” (el-celâ’e) ifadesi
Kur’an’da sadece bu ayette geçer.
4. Bu,
onların Allah’a ve resulüne karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim
Allah’a karşı gelirse Allah, cezalandırması çetin olandır.
5. Bir
hurma ağacını kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız da Allah’ın izniyledir.ı
ve fasıkların aşağılanması içindir.
ı Nadir
oğullarının kalesinin kuşatılması esnasında, bazı münafıkların
ve diğer Yahudilerin “Muhammed arzı ifsat etmeyi yasaklıyor ama, kendisi bu ağaçları
kesmekle asıl, arzda fesat çıkarıyor” şeklinde bir dedikodu yaymaları üzerine
bu ayetin indiği belirtilmektedir. Normal şartlar altında, ağaçları kesmek,
sınırları aşmak olur. Ancak savaş şartlarında, savaşın gereklilikleri Allah’ın
emir ve yasakları çerçevesinde yapılır.
6. Allah’ın,
onlardan Resul’e fey1 olarak verdiği için, o zaman ne bir at üzerinde
çırpındınız2 ne de bir binek.3 Ancak Allah, resullerini istediği
kimselere üstün kılar4. Ve Allah her şeye Kadirdir (her
şeye gücü yeter).
1 Fey,
düşmanın, savaşmadan çekildiği yerlerden ele geçen ganimetlerdir.
Savaşmadan elde edilen feylerin paylaştırılma yöntemi ile savaşarak ele edilen
ganimetlerin paylaştırılma yöntemi farklıdır. Feyler, 7’nci ayette belirtildiği
gibi kamuya mal edilmek üzere belirtilen kişilere dağıtılırken, ganimetlerin
şartları ve paylaştırılması farklıdır. Bkz: 8:41.
2 “اَوْجَفْتُمْ”
(evcâftûm) sözcüğü, “çırpındınız”, “titrediniz” ve “heyecanlandınız” anlamlarına
gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 59:6; 79:8.
3 “ركب” (rekâbe)
sözcüğü, “terkip etmek” yani bağlama göre “bindirmek, düzenlemek, bir araya
getirmek, oluşturmak, tasarlamak, dizayn etmek, monte etmek” gibi anlamlar
taşır. Kur’an’da, bu sözcükten türemiş 15 sözcük geçmektedir: 2:239; 6:99;
8:42; 11:41, 42; 16:8; 18:71; 29:65; 36:42, 72; 40:79; 43:12; 59:6; 82:8;
84:19.
4 “يُسَلِّطُ”
(yusallitu) fiili, “hükmetmek”, “yönetmek”, zorla yönlendirmek”, “musallat
etmek”, “üstün kılmak”, “başına getirmek” veya “zorlamak” gibi anlamlara gelir.
Bu fiil, “سَلَّطَ” (sallata) kökünden türetilmiştir ve bir şeyin ya da
birinin üzerine bir başka şeyin veya olayın güç ya da etki ile gelmesini ifade
etmektedir. Kur’an’da “sallata” kökünden türemiş 2 sözcük geçmektedir: 4:90;
59:6.
7. Allah’ın,
(fethedilen)
beldeler halkından resulüne verdiği feyler; Allah’a, resulüne,
akrabalara, yetimlere, miskinlere1 ve yol oğluna aittir.
Böylece (servet) zenginlerinizin arasında dolaşıp duran bir güce
dönüşmesin.2 Resul size ne verdiyse onu alın
ve sizi neyden alıkoyduysa o zaman o şeyden sakının.3 O halde Allah’a karşı
takvalı4 olun. Şüphesiz
ki Allah, cezalandırması
çetin olandır.
1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını
(beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken
kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak
miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da
25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60;
17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18;
90:16; 107:3.
2 İslam’ın
servete bakışını özetleyen bu cümlede Yüce Allah miskinlerin gözetilmesini,
onları kendi hallerine terk etmemek gerektiğini, işleyen ekonominin bir parçası
haline gelmelerini sağlamayı, hayatın sadece zenginlerin hakkı değil, aynı
zamanda miskinlerin de hakkı olduğu gerçeğini haykırmamız gerektiğini Muhammed
zamanındaki bir örnekle öncelikle bizim dikkatlerimize, ardından bütün
insanlığın bilgisine sunmaktadır.
3 Bu
cümle bağlam gereği fey’ denen ve savaşsız elde edilen ganimetlerle ilgili
olarak Muhammed’in verdiklerinin alınması, engellediklerinden de kaçınılması
gerektiği mesajını içermektedir. Resul yani Yüce Allah’ın kendisine gönderdiği
mesajları ileten kişi olarak resulün vahiy adına söylediklerini kabul etmek
iman gereğidir.
4 “وَقَى”
(vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu
kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى”
(takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten
sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
8. (Bu mallar) muhacir fakirlerindir.
Onlar, yurtlarından ve mallarından kovuldular, Allah’ın fazlını (nimetleri,
lütufları ve rahmeti) dilerler. Allah’a ve resulüne de yardım ederler. Sadık
olanlar (doğrulukta sebat eden,
güvenilir olanlar) işte onlardır.
9. Onlardan
önce (Medine’yi) yurt edinmiş ve kalplerine imanı yerleştirmiş
olan kimseler, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Onlara verilenlerden
dolayı da göğüslerinde hacet (istek, rahatsızlık, haset) etmezler. Kendileri
ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih1
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felaha (kurtuluşa,
saadete) erenlerdir.
1 Bu kelime, "خ-ص-ص"
(ḥa-sad-sad) kökünden türemiştir ve “tahsis etmek, “ayrıcalık tanımak”,
“seçmek”, “ayırmak” gibi anlamlara gelir.
Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:105; 3:74; 8:25; 59:9.
10. Onlardan
sonra gelen kimseler diyorlar ki, “Rabbimiz, Bize mağfiret et; iman ile bizi geçmiş1
olan kardeşlerimize de. Müminlere karşı da kalplerimizde bir kin2 oluşturma.
Rabbimiz, sen Rauf’sun, Rahîm’sin (çok lütufkar ve
şefkatlisin, merhamet edensin).”
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek,
öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36
defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40;
11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32;
36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10;
70:41; 79:4 (2 defa).
2 “غِلًّۭ”
(ğille) sözcüğü kelime anlamı “kin” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer:
7:43; 15:47; 59:10.
11. Nifak1
yapan kimselerin, Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı
örten) kardeşlerine, “Eğer (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka
sizinle çıkarız. Sizinle ilgili olarak da kimseye asla itaat etmeyiz, eğer
sizinle kital yapılırsa (sizinle çarpışılırsa) mutlaka size yardım
ederiz.” dediklerini görmedin mi? Oysa Allah, onların kesinlikle yalancı
olduklarına şahitlik eder.
1 “نِفَاقُ”
(nifak), “ikiyüzlülük”, “içten içe inkâr
edip dışarıdan inanmış gibi görünmek” anlamına gelir. “مُنَافِقُ”
(münafık) da nifak yapan kişi anlamına gelir. Yani inanmadığı hâlde inanmış
gibi görünen kişiye denir.
12. Eğer
(onlar) çıkarılırlarsa, onlarla
birlikte çıkmazlar. Ve eğer (onlarla) kitâl yapılırsa, onlara yardım
etmezler. Ve eğer onlara yardım edecek olsalar bile, mutlaka onlara arkalarını
dönerler. Sonra (o ehli kitaptan olan küfreden kimseler) yardım
görmezler.
13. Onların
yüreklerine, Allah’tan korktuklarından daha çok korku veriyorsunuz. Bu, onların
(hakikati) kavrayamayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.
14. Onlar,
korunaklı kaleler içinde veya duvarların (siperlerin)
ardından olmadıkça toplu halde sizinle savaşamazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri
(savaşları) ise şiddetlidir. Sen onları derli toplu sanırsın, oysa
kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların aklını kullanamayan bir topluluk
olmalarından dolayıdır.
Bu
husus münafıklarla Yahudilerin ortak özelliğidir. Onlar sadece Müslimlere karşı
değil, kendi aralarında da birbirlerine karşı münafık (ikiyüzlü) oldukları için
onların birlikteliğinden, birlik ve beraberliğinden söz edilemez.
15. Onların
misali kendilerinden öncekiler gibidir. Onlar da yakın bir zamanda
yaptıklarının vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.
16. Onların
misali şeytanınki (aldatanınki,
saptıranınki) gibidir. İnsana “inkâr et!” der, o (insan)
inkâr ettiği zaman da der ki: “Şüphesiz ki ben senden uzağım; elbette ki ben, âlemlerin
Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Kur’an’a
göre şeytan; haktan uzak olan, gerçekliğe aykırı hareket eden her türlü güç,
kurum ve kişinin ortak karakteristik adıdır.
17. Artık
ikisinin de (şeytan ve ona uyanların) sonu içinde ebedî kalacakları ateştir.
Zalimlerin cezası (karşılığı) işte
budur.
18. Ey
iman edenler, Allah’a karşı takvalı olun ve herkes yarın1 için ne hazırladığına baksın. Allah’a
karşı takvalı olun, Allah yaptıklarınızdan Haberdardır.
1 “غَدًۭا” (ğâden), “yarın” demektir.
Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 12:12; 18:23; 31:34; 54:26; 59:18.
19. Ve
Allah’ı unuttuklarından dolayı, O’nun da kendi nefislerini (kendilerinden
olanları) unutturduğu kimseler gibi olmayın.ı Fasıklar işte onlardır.
ı Benzer
mesajlar: 7:51; 9:67; 20:126; 32:14; 45:34; 59:19.
20. Ateş
halkı ile cennet halkı eşit (aynı)
olmaz. Cennet halkı faizli olanlardır (kazançlı
çıkanlardır).
21. Biz
bu Kur’an’ı bir dağa1 indirseydik, onu Allah’a
olan derin saygısından boyun eğmiş ve paramparça olmuş görürdün.ı Biz
bu misalleri (örnekleri) insanlara düşünsünler diye anlatıyoruz.
1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu
sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31;
14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43;
26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9;
73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.
2 Ayette
yer alan ve çevirilerde “korkmak” olarak anlam verilen “huşu” sözcüğünün, korku
veya korkmak anlamına gelen ‘havf’ sözcüğü ile bir ilgisi yoktur. Dolayısı ile
korkma anlamı doğru değildir.
22. O,
kendisinin dışında ilah (En
Yüce olan) olmayan Allah’tır. O, gaybı ve şehadeti bilen, Râhmânir-Râhîm (merhamet eden merhametli) odur.
“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10
yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18)
geçmektedir.
23.
O, Allah (Yüce Olan Yüce) olandır. O’nun dışında ilah (yüce olan) yoktur. O, Mütekebbir (Her
konuda yüce), Cebbar1 (her şeyi düzenlemeye gücü
yeten), Aziz (mutlak güç sahibi)
Müheymin (evrenleri yöneten), Mümin (inanılıp güvenilen), Selam (esenlik
kaynağı), Kuddüs2 (kutsal) olan Melik’tir (hükümdardır).
Süphan (Her türlü nitelemeden, benzetmeden uzak) olan Allah, onların
ortak koştuklarından yücedir.
1 Cebbar: Bozuk
olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine güç, zor kullanarak iş yaptırmak,
demektir. Kur’an’da 10 kez geçer. 1 ayette Allah için kullanılmış, 9 ayette
beşer için kullanılmış.
2 “قُدُّوسُ” (kuddüs) ifadesi, "kutsallık",
"yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden
türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21,
110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.
24. Ve
O, Musavvir (her varlığa istediği şekli veren), Bâri (her şeyi yoktan
var eden), Hâlık (yaratıcısı) olan Allah’tır. En güzel isimler
O’na aittir.1 Göklerde ve yerde bulunanlar O’nu tesbih
ederler.2 Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde
yöneten mutlak güç sahibidir).
1 “Esma’ul Husna” ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24)
geçmektedir. Bu ifade ile ilgili açıklama 7:180 ayetinde yer alır.
2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.