14. İBRAHİM SÛRESİ

    Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 72. suredir. Adını, İbrahim Nebi’nin duasının dile getirildiği 35-41’inci ayetlerden almıştır. Sure 52 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam, Ra.ı Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa; Azizil-Hamid’in (övgü ve şükre lâyık olan mutlak güç sahibinin) yoluna iletmen için sana indirdiğimiz bir kitaptır.

ı “Elif, Lam, Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan beş (10, 11, 12, 14 ve 15) surede; 5091 tane “Elif”, 3295 tane “Lam” ve 1095 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 9481’dir ve bu sayı 19’un 499 katıdır. Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1’de yer alır.

2. Allah; göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Görecekleri şiddetli azaptan dolayı kafirlere (hakkı bildiği halde inkar edenlerin, onun üstünü bilerek örtenlerin) veyl olsun!ı

ı Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

3. Onlar, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler, Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek (çarpıtmak)1 isterler. Onlar, derin bir sapkınlık içindedirler.2

            1 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.

2 Bu ayette yer alan “Allah’ın yolunu eğriltmek isterler.” ifadesi; 7:45, 11:13 ve 14:3 ayetlerinde benzer şekilde geçmektedir.

4. Onlara açıklasın diye her elçiyi kendi halkının lisanıyla (diliyle) gönderdik. Allah, istediğini saptırır, istediğini de hidayete erdirir (kılavuzluk eder). Ve Azizul-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) O’dur.

5. Musa’yı da ayetlerimiz ile gönderdik. “Halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat!” Bunda şükredip sabreden (kararlılık göstermeniz, zorluklara dayanan) kimseler için ayetler (ibretler) vardır.

Benzer mesajlar: 14:5; 31:31; 34:19; 42:33

6. Musa, kavmine demişti ki: “Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın, sizi firavunun yandaşlarından1 kurtardı. Onlar size azabın en kötüsünü yapıyorlardı; oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı da (iğrenç işlerde) utandırıyorlardı2. Bunda, Rabbinizden, sizin için âzîm (büyük) bir bela (sınav) vardı.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

2 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü "haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.

İsrailoğullarının oğullarının öldürülerek, kadınlarının sağ bırakılması, Tevrat’ta, Çıkış, (İşaya) 1:16-22’de şöyle yazılıdır: “Bir gün Mısır kralı, Şifra ve Pua adlı İbrani ebelerle konuştu ve hatta şunu emretti: “İbrani kadınların doğum yapmalarına yardım ederken onları doğum oturağında gördüğünüzde, çocuk erkekse öldüreceksiniz, kızsa yaşayacak.” Fakat ebeler Yüce Olan’dan korkan insanlardı; Mısır kralının dediğini yapmadılar, erkek çocukları sağ bıraktılar.  Bir süre sonra, Mısır kralı ebeleri çağırıp “Neden böyle yaptınız, neden erkek çocukları sağ bıraktınız?” diye sordu. Ebeler, firavuna “Çünkü İbrani kadınlar Mısırlı kadınlar gibi değil” diye karşılık verdi. “Onlar güçlü kuvvetli kadınlar, daha ebe gelmeden doğuruyorlar.” Bundan dolayı Yüce Olan, ebelere iyilik etti. İsrailoğulları da gitgide çoğaldılar ve güçlendikçe güçlendiler. Ebeler, Allah korkusuyla davrandıkları için daha sonra Allah da onları ev bark sahibi etti.  Sonunda firavun tüm halkına “Yeni doğan her erkek çocuğu Nil nehrine atacaksınız, kızları sağ bırakacaksınız” diye emretti.”

7. Rabbiniz de “Şükrederseniz, size daha bol veririm; nankörlük ederseniz, azabım pek çetindir!” diye bildirmişti.

İsrailoğullarına, Allah’a şükrederlerse onlara bol nimet vereceğine dair Allah’ın vaadi, Tevrat, Yeremya 33:11-14 ayetlerinde yer alır.

8. Musa dedi ki: “Siz ve yeryüzündekilerin hepsi nankörlük etseniz bile Allah Ğani’dir, Hamid’dir (Zengindir, övülmeye layık olandır).

9. Sizden önce gelip geçenlerin; Nuh’un, Ad’ın ve Semud’un kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberi size ulaşmadı mı?ı Onları, Allah’tan başka kimse bilmez. Resulleri, onlara Allah’tan beyyineler (apaçık kanıtlar) getirdi, fakat ellerini ağızlarına götürüp dediler ki: “Biz, sizinle gönderilen şeyi küfrediyoruz (örtüyoruz, reddediyoruz)2 ve biz, bizi davet ettiğiniz şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz!”

ı Bu ifade bir olayın başka kutsal kitaplarda da söz edildiğini göstermektedir. Benzer ifade (14:7; 38:21; 51:24; 64:5; 79:15; 85:17)

2 Önceki nesillerdeki kâfirlerin elçilerine yönelik olarak birbirine benzer tepkiler vermeleri nedeniyle Kur’an’da onların bu durumu aynı anda yaşanmış gibi sunulmakta, küfrün benzer bahaneler söylediğine dikkat çekilmektedir. Bu konuda Bkz: 7:94-102; 14:9-18; 23:51-53; 34:34-35; 36:13-32; 64:5; 89:11-12.

10. Resulleri, “Gökleri (evrenleri) ve yeri (Dünya’yı) yarıp/yaratıp ortaya çıkaran, günahlarınızı1 bağışlamak ve belirlenmiş bir ecele2 (ölüm zamanına) kadar geciktirmek için sizi (hakka) davet eden Allah hakkında mı kuşkudasınız?” dediler. Dediler ki: “Siz de bizim mislimiz (benzerimiz) bir beşerden (insandan) başkası değilsiniz. Siz, bizi atalarımızın tapıyor olduğundan alıkoymak istiyorsunuz.  Öyleyse bize açık bir sultan (güçlü bir delil) verin!”

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

2 Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

11. Resulleri onlara dediler ki: “Biz de sizin benzeriniz bir beşeriz (insanız). Fakat Allah, kullarından istediğine lütufta bulunur. Allah’ın izni olmadan size bir sultan getirmemiz de mümkün değildir. Müminler Allah’a tevekkül etsinler (O’na güvenip dayansınlar).

“Tevekkül” ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

12. O da bizi yollarımıza hidayet (rehberlik) etmişken, biz neden Allah’a tevekkül etmeyelim ki? Bize verdiğiniz eziyetlere sabredeceğiz, tevekkül edenler de Allah’a tevekkül etsinler.”

13. Kafirler, kendi resullerine dediler ki: “Ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız ya da bizim milletimizeı (dinimize) döneceksiniz.” Bunun üzerine Rableri şöyle vahyetti: “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!

ı Yaşam biçimimize, inanç sistemimize. Benzer mesaj: 7:88.

14. Onların ardından da sizi o yere mutlaka yerleştireceğiz. Bu, benim makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir.”

15. Ve (elçiler) fetih (zafer) diledilerı. Tüm inatçı cebbarlar (zorbalar, istediğini güç kullanarak yapanlar) da kaybetti2.

ı Bu kalıpta Kur’an’da sadece bu ayette geçen vesteftehû “zafer istemek” fiili “elçiler” için kullanılmışsa ayette “icabet ettim; kabul ettim, fetih verdim, amaçlarına ulaştılar” anlamında gizli bir fiilin bulunduğu kabul edilmelidir.

2 “خَابَ” (khāba) Arapça bir fiildir ve “hüsrana uğramak, başarısız olmak, kayıp yaşamak, hayal kırıklığına uğramak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 3:127; 14:15; 20:61, 111; 91:10.

16. Ardından da cehennem; ona irinli su içirilir.

17. Onu yutmaya çalışır, fakat boğazından geçiremez. Ona, her yanından ölüm gelir; yine de ölemez. Ardından da çok ağır bir azap.

Yüce Allah’a karşı isyan ettiğimizde ve büyük kavga sırasında Şeytan ile hemfikir olduğumuzda (38:69), melekler bizim Cehenneme sürülmemiz gerektiğini önerdiler. Fakat En Merhametli Olan, kendimizi günahtan kurtarmamız için bize bir şans daha vermeye karar verdi. Meleklere “Şüphesiz ki Ben, bilmediklerinizi bilirim.” dedi (2:30). Yüce Allah, şunu biliyordu ki birçok insan, Cehennemin ne kadar kötü olduğu konusunda hiçbir fikrimiz yoktu diye protesto edecekti. Cehennemin 14:17 ve 22:19-22 ayetlerindeki dehşet verici tasviri böyle bir protestoyu geçersiz kılar. Şimdi bizim Cehennemin ne kadar kötü olduğu konusunda oldukça iyi bir fikrimiz var. (Reşat Halife, Ek 7)

18. Rablerini inkâr edenlerin amelleri (yaptıkları), şiddetli rüzgârın savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler; derin delalet (sapıklık) işte budur!

ı “عَاصِفٍۜ” (‘âsifîn) sözcüğü, “savuran, dağıtan” anlamlarına gelir. Kur’an’da 6 yerde bu kökten türemiş sözcük geçmektedir: 10:22; 14:18; 21:81; 55:12; 77:2; 105:5.

19. Allah’ın, gökleri ve yeri hak (bir amaç) ile yarattığını görmüyor musun? İsterse, sizi alıp götürür ve yeni bir nesil yaratır.

Benzer mesajlar: 4:133; 5:54; 6:133; 9:39; 11:57; 14:19; 47:38.

20. Bu, Allah için güç (zor) değildir.

Bu ayet, 35:17 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

21. Hepsi de Allah’ın huzuruna çıktılar.ı Zayıf kimseler, büyüklük taslayanlara “Şüphesiz ki biz size uymuştuk. Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” dediler. Dediler ki: “Eğer Allah bize hidayet etseydi, biz de sizi hidayete erdirirdik. Sızlansak da sabretsek de bizim için birdir (eşittir); artık bizim için sığınılacak bir yer yoktur.”

ı Kur’an sıklıkla, Ahiret hakkında geçmiş zamanla konuşur. Bunun nedeni şudur, bunlar Yüce Allah tarafından hâlihazırda şahit olunan gelecekteki olaylardır ve kesinlikle gerçekleşecektir.

22. Emir (hüküm) yerine getirildiğinde, şeytan (aldatan, saptıran) da “Allah, size (vaktiyle) hak olanı vadetti. Ben de size vadettim, sonra da size verdiğim sözden döndüm. Zaten benim, sizi (küfre) davet etmekten başka bir sultanım (yetkim ve otoritem) da yoktu. Siz de bana icabet ettiniz1. O halde beni kınamayın, fakat nefislerinizi (birbirinizi) kınayın. Ne ben size yardım edebilirim ne de siz bana yardım edebilirsiniz. Şüphesiz ki ben, daha önce beni (Allah’a) ortak koşmanızı da reddetmiştim.2 Çünkü zalimler için acı bir azap vardır.”

1“icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 Bu, imanda şirkten çok, amelde işlenen şirke açık bir örnektir. Şeytan kendi takipçilerinden, kendisini Allah’a ortak kabul etmelerini ister. Fakat iman söz konusu olduğu için şeytanı ilahlıkta ve ibadette Allah’a ortak kabul eden pek kimse olmaz. Çünkü herkes onu kötü amelleri nedeniyle lanetler. Bununla birlikte insanlar; şeytana boyun eğip itaat ederler ve onu körü körüne izlerler. İşte buna “şirk” denir.

Kur’an’da zikredilen birkaç şirk örneği:

a) Kur’an, Ehl-i Kitap’ı şirk ile suçlar. Çünkü onlar, vahiy yerine dini önderlerinin dediklerine uyarak onları “Rab” edinerek şirk koşmuş oluyorlar. (9:31)

b) Batıl gelenek ve inançlara uyanlara da müşrik adı verilmiştir. (6:136-139)

c) Hevalarına (arzu ve isteklerine) uyanlar da kendi “nefislerini” ilah (Yüce olan) edinmekle suçlanmışlardır. (25:43)

d) Şeytana uyanlar, ona ibadet etmekle suçlanmışlardır. (36:60-64; 14:22)

e) Allah’ın izni olmaksızın insanların hükümlerine uyanlar, buyruklarına uydukları kimseleri Allah’a ortak koşmaktadırlar. (42:21).

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere; ilahi bir izin olmaksızın, bilakis ilahi bir yasaklamaya rağmen kişinin Allah’tan başkasına teslim ve tabi olması da şirktir. Böyle bir kişi, tabi olduğu ve peşinden gittiği kimseyi lanetlese bile şirk koşmuş olmaktadır.

23. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler ise, Rablerinin izniyle altından nehirler akan cennetlere girecekler ve orada ebedî olarak kalacaklar. Orada onların temennileri (dilekleri) selâmdır (güven ve esenliktir).

24. Allah’ın nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun? Tayyib (hoşa giden, güzel, yararlı) bir söz, kökü (yerde) sabit ve dalları gökte olan tayyib bir ağaç gibidir.

25. Rabbinin izniyle, her mevsim ürün verir. Allah, düşünüp öğüt alırlar diye insanlara işte öyle misaller verir.

26. Habis söz ise; gövdesi yerden sökülmüş, ayakta tutunamayan ağaca benzer.

ıHabis: Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267 ayetindedir.)

27. Allah, iman edenleri, dünya hayatında da ahirette de sağlam söz ile destekler. Allah, zalimleri de saptırır. Allah istediğini yapar.

“Allah istediğini yapar.” ifadesi geçen ayetler: 2:253; 3:40, 47; 5:1; 11:107; 14:27; 22:14, 18; 85:16.

28. Allah’ın nimetini küfür ile değiştirenleri, toplumlarını da yok olma yurduna sürükleyenleri görmüyor musun?

Vahiy ve hidayet, Allah’ın en büyük nimetidir. Küfür ise; inanmamak, gerçeği kabul etmemek, gerçeğin üzerini örtmek demektir. Din adına uydurulan hadis, siyer, tefsir, fıkıh ve tasavvuf gibi uydurma bilgilerle vahyin üzeri örtülerek insanlar küfre sürüklenmektedir.

29. Cehenneme, ona yaslanırlar. Ve ne kötü bir karargahtır (duraktır).

30. Kendilerini O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Biraz faydalanın1, varacağınız yer ateştir.”

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

31. İman eden kullarıma söyle: “Salatlarını doğru ve istikrarlı biçimde yapsınlar1. Bir satımın (satış işinin) ve bir dostluğun olmadığı gün gelmeden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak etsinler (Ahiretleri için harcasınlar, yardımda bulunsunlar).

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

32. Allah, gökleri ve yeri yarattı. Gökten su indirir ve onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarır. Emri ile de denizlerde akıp giden gemileri hizmetinize sundu; nehirleri de hizmetinize sundu.

33. Düzenli hareket eden Güneş’i ve Ay’ı da sizin hizmetinize sundu; geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize sundu.

34. O’ndan dilediğiniz her şeyden de size verdi. Allah’ın nimetini saymak isteseniz hesaplayamazsınız1. İnsan, çok zalimdir, çok nankördür!1

            1 Bu sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”, “hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6; 65:1; 72:28; 73:20; 78:29.

2 Ayette yer alan “zalim ve kafir” nitelemesi, insanların tamamını kapsayan bir niteleme değildir. Belirlilik takısı (el) ile işaret edilen, yani bilinen “zalim ve nankör” insandan kasıt, Kafirler ve müşriklerdir. 32 ve 33’üncü ayetlerde ifade edilen nimetlere karşı nankörlük edenlerdir. Kâfir sözcüğünün anlamlarından biri de nankörlüktür.

35. İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) güvenli kıl, beni ve çocuklarımı da putlara tapmaktan uzak tut.

36. Rabbim! Birçok insanı onlar (müşrikler) saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir, kim de bana karşı gelirse; şüphesiz ki Sen Gafur’sun, Rahim’sin (günahları örten ve bağışlayansın; merhamet edensin).

37. Rabbimiz! Ailemden bir kısmını salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapsınlar1 diye, Senin Muharrem (kutsal, saygın) Evinin yanında, sahibi olmayan çorak bir vadiye yerleştirdim.  Rabbimiz! İnsanların bir kısmının fuadını (gönlünü)2 onlara yönelt, onları da ürünlerle rızıklandır ki şükretsinler.3

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

3 Bu hadise Tevrat’ta (Başlangıç 21:8-19) da yer alır.

Ayrıca Tevrat’ta Tekvin, 16:16 ayetinde İsmail doğduğunda, İbrahim Nebi’nin 86 yaşında; Tekvin, 21:5 ayetinde ise İshak doğduğunda İbrahim Nebi’nin 100 yaşında olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla İshak doğduğunda İsmail 14 yaşındaydı. İshak’ın sütten kesilmesi 2 yaşlarında olmuşsa, bu ayetlerde anlatılan hadisenin gerçekleştiği vakit, İsmail’in 16 yaşında olduğu anlaşılmaktadır.

38. Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, bizim gizlediğimiziı de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

ı “خَفَى” (hafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.3:29

39. Hamd (övgü), yaşlılığımda bana İsmail’i ve İshak’ı armağan eden1 Allah’ındır. Rabbim, dualarımı işitendir.

1 “وَهَبَ” (vehebe) kelimesi, “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

40. Rabbim! Beni ve soyumu salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapanlardan1 kıl. Rabbimiz! Duamı da kabul eyle.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

41. Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni de ebeveynimi de müminleri de bağışla (onlara mağfiret et).”

Bu dua, bir Müslimin sadece kendisini değil, bütün müminleri düşünmesi gerektiğini gösterir. Nebi İbrahim, vaktiyle babası için dua etmişti (19:47). Fakat onun bağışlanmasının artık mümkün olmadığı kendisine bildirilince, onun için dua etmekten vazgeçti (9:114).

42. Zalimlerin yapmakta olduklarından Allah’ı gafil (habersiz) sanma! Onları, basiretin donup kalacağı (dehşete düşecekleri) bir güne erteliyor.

43. (Kabirden çıkınca) başları yukarı dikilmiş koşarlar. Göz ucuyla etrafa bakışları1 kendilerine dönmez. Fuadları2 (gönülleri, akılları, algıları) da bomboştur.3

            1 “طَرْفُهُمْۚ” (tarfuhum), “bir tarafa bakışları, bir yöne göz atmaları veya göz ucuyla bir tarafa bakmaları” gibi anlamlara gelebilmektedir. Kur’an’da aynı ifadeden türemiş 6 sözcük geçmektedir: 14:43; 27:40; 37:48; 38:52; 42:45; 55:56.

2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

3 O günün dehşetinden dolayı akılları ve gönülleri bir şeyi anlayıp idrak edecek durumda değildir, anlamaktan yoksundur; akılları ve gönülleri anlama ve algılama yetisini kaybetmiştir. Benzer mesaj: 54:8.

44. İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Sonra zalimler, “Rabbimiz! Yakın bir ecele (ölüm zamanına) kadar bizi ertele (bize süre ver) ki senin davetine icabet edelim ve resullere uyalım.” diyecekler. Oysa siz, sonunuzun olmadığına yemin etmemiş miydiniz?

45. Nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmedenlerin yurtlarında oturuyordunuz, onlara nasıl davrandığımız da size apaçık belli olmuştu. Size misaller de vermiştik.

46. Ve bir plan planladılar. Oysa onların planları Allah’ın yanındadır (O’nun kontrolündedir); dağları1 oynatacak güçte olsa bile.

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

2 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

47. Allah’ın, resullerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allah, Züntikam olan Aziz’dir (zalimlerden intikam alan mutlak güç ve otorite sahibidir).1

1 Allah’ın intikam almasıyla ilgili açıklama 3:4’te yer alır.

48. Yerin ve göklerin başka bir hale dönüştürüleceği gün, onlar (insanlar), Vahidül-Kahhar ((Yenilmeyendir, her şeye üstün gelen ve istediğini yapan; bir ve tek) olan Allah’ın huzuruna çıkacaklar.

Benzer bilgiler, Eski Ahid, İşaya 65:17 “Çünkü işte, Ben yeni gökler ve yeni bir yer yaratıyorum. Önceki şeyler hatırlanmayacak akla gelmeyecek” ve 66:22’da “Çünkü yaratacağım yeni yer ve gök önümde nasıl duracaksa, soyunuz ve adınız da öyle duracak” diyor RAB. 23. “Yeni Ay’dan Yeni Ay’a, Şabat Günü’nden Şabat Günü’ne bütün insanlar önüme gelip bana tapınacaklar” diyor RAB. 24. “Dışarı çıktıklarında bana başkaldırmış olanların cesetlerini görecekler. Öylelerini kemiren kurt ölmez, yakan ateş sönmez. Bütün insanlar onlardan iğrenecek.” şeklinde yer alır.

49. O gün, mücrimlerin (azılı suçluların) zincirlerle bağlanmış1 olduğunu göreceksin.

            1 “اَصْفَاد” (esfâd) sözcüğü, “zincirler”, veya “bağlar” anlamına gelir. Genellikle mahkumlar veya kötü niyetli kişiler için kullanılan kısıtlayıcı unsurları ifade eder. Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçer: 14:49; 38:38.

50. Gömlekleri katrandandır,1 yüzlerini de ateş kaplayacak2.

1 Kur’an’da sadece bu ayette geçen katırân kelimesi “ebhel” adlı bir ağaçtan alınıp uyuz olmuş develerin yaralarına sürülen yakıcı bir “reçine”dir. Bunun cehennemliklerin derilerine sürüleceği ve adeta bir gömlek gibi üzerlerine yapışacağı, çok kolay tutuştuğu için kişilere can yakıcı bir acı vereceği ifade edilmektedir.

2 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

51. Allah, her nefse kazandığının cezasını1 (karşılığını) verecektir. Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

52. Bu (Kur’an), insanlara bir tebliğdir (davettir, bildiridir). Onunla da uyarılsınlar, O’nun (Allah’ın) bir ve tek ilah (Yüce olan) olduğunu da bilsinler, ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar)1 da gerçeği hatırlasınlar.2

1 “أُو۬لُو” (ûlū) kelimesi, “sahipleri, yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ (ulü’l-elbab) dasağlam anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her) sözü dinler; en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. ulü’l-elbab işte onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179, 197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52; 38:29, 43; 39:9, 18, 21; 40:54; 65:10.

2 Ayetteki mesaj; Kur’an’ın insanların vahiy ile uyarılmak için gönderildiğiyle ilgilidir. Her kim din adına uyarıcılık yapmak istiyorsa, onun sarılacağı vazgeçilmez kaynak Kur’an’dır; Nebimiz Muhammed elçilik hayatındaki devamlı sünneti yani uygulaması bu olmuştur. Vahyin ihmal edildiği her tebliğ eksiktir, yanlıştır, sonuçsuzdur. Benzer mesajlar: 6:51, 70; 21:45; 25:52; 34:50; 50:45.