Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 94.
suredir. Adını, 25’inci ayette geçen ve
demir anlamına gelen “Hadid” kelimesinden alır. Sure 29 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih etti.ı
Ve O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde
yöneten mutlak güç sahibidir).
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
2. Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. Her şeye kadir olan (her şeye gücü yeten) da O’dur.
3. O,
Evvel’dirı ve Âhir’dir (varlığının sonu yoktur; varlıklardan sonra da var
olandır) ve Zahir’dir (varlığını ve birliğinin bildiren birçok kanıt bulunur)
ve Batın’dırı (zâtı ve mahiyeti bakımından gizli olandır). Her
şeyi bilen de O’dur.
ı “Evvel”
kelimesine, El Müfredat’ta şu anlamlar verilmektedir;1- Zaman bakımından önce
gelen. 2- Bir şeye başkanlık etme, başkasına örnek olma, kendisine uyulması
bakımından öncü olan. 3- Konum ve nispet bakımından önde gelen. 4- Oluş
bakımından önde gelen.
Dolayısıyla
bu ayetteki “evvel olandır” ifadesi “tüm varlıklardan önce de var olandır”
anlamına gelmektedir.
4. Gökleri
ve yeri altı günde yaratan O’dur. Sonra da arşa istiva edendir (hakim olandır, yerleşendir).ı
Yerin içine gireni de ondan çıkanı da gökten ineni de oraya yükseleni de bilir.2
Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görendir.
ı Gökler ve yerin yaratıldığı altı gün bizim
dünyamızdaki 6000 yıla denk gelmektedir. Gün, arş ve istiva ile ilgili
açıklamalar 7:54 ayetinde yer alır.
2 Bu cümle, aynı sözcüklerle 34:2’de de
tekrarlanmaktadır.
5. Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur. Bütün işler Allah’a arz edilir.
6. Geceyi,
gündüzün üzerine yuvarlar; gündüzü de gecenin üzerine yuvarlar.ı Göğüslerin
özünü (kalplerden geçeni) bilen de O’dur.
Benzer
mesajlar: 3:27; 22:61; 31:29; 35:13.
7. Allah
ve resulü ile iman edin (onların
aracılığıyla inanıp güvenin) ve sizi sahip kıldığı şeylerden (mallardan)
infak edin. Sizden
iman eden ve infak eden kimseler için büyük ecir (karşılık) vardır.
8. Ve size ne oluyor ki,
Resul sizi Rabbiniz ile iman etmeye çağırdığı halde Allah ile iman
etmiyorsunuz? Eğer
mümin iseniz, O (Allah),
sizden misak (kesin bir söz) da almıştı.
9. Sizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak içinı kuluna beyyineler (apaçık
kanıtlar) indiren O’dur. Allah size karşı Rauf’tur, Rahîm’dir (çok lütufkar ve şefkatlidir, merhamet
edendir).
ı Benzer mesajlar: 2:257; 5:16; 14:1; 33:43;
65:11.
10. Ve size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Göklerin
ve yerin mirası, Allah’ındır. Aranızdan, fetihten önce infak eden ile savaşan (diğerleriyle) aynı (eşit) değildir.
Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha âzîmdir1
(değerlidir). Allah onlara hüsnayı (daha güzelini, daha iyisini) vadetmiştir.
Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.
1 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
11. Kim, Allah’a güzel bir borç vermek ister?1 Onun karşılığını kat kat verecektir ve onun
için kerim (saygın, onurlu)2 bir ecir de vardır.
1 Karz-ı
hasen kavramı “güzel borç” anlamında Yüce Allah’a verilen yani karşılığı sadece
O’ndan beklenen yardım demektir. Bu kavram için şu ayetlere de bakılmalıdır: 2:245;
5:12; 57:18; 64:17; 73:20.
2 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31;
17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40;
31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27,
78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2
kez), 17; 96:3.
12.
O Gün, mümin erkekleri ve mümin kadınları, önlerinde ve sağlarında nurlarıyla çabalarkenı
görürsün. “Bugün müjdeniz, içinde ebedî kalacağınız, altlarından nehirler
akan cennetlerdir.” Âzîm (büyük, yüce) kurtuluş işte budur.
ı “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
13. O
gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, müminlere, “Bize bakın da nurunuzdan
biraz faydalanalım.” derler. “Arkanıza dönün de bir nur arayın.” denir. Sonra
aralarına, içinde rahmet, dışında ise azap bulunan, kapısı da bulunan bir sur
çekilir.
14. “Biz,
sizinle değil miydik?” diye onlara seslenirler. “Evet ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz,
bekleyip kuşkulandınız, Allah’ın emri gelinceye kadar da temennilere (istek
ve hayallere) aldandınız1. O çok aldatan da sizi Allah ile aldattı.”2
1 “غَرَّ”
(ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70,
112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4;
45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.
2 Şeytan
ve dostları, bazen din adamı kisvesiyle karşınıza çıkıp Allah’ın ayetlerini çarpıtarak,
hakkı batıl, batılı hak göstererek, bazen de Rabbinizin şefkat ve merhametine
güvendirerek sizi Allah ile aldattı. Benzer mesaj: 45:35.
15. Bugün artık sizden de kâfirlerden da bedel (fidye, karşılık) kabul edilmez.ı
Barınağınız ateştir. Sizin mevlânız (sahibiniz, gözeticiniz) odur.2
Ne kötü varış yeridir!
ı Benzer
mesajlar: 2:48, 123; 3:91; 5:36; 6:70; 10:54; 13:18; 39:47; 70:11-14.
2 Mevla ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.
16. İman
edenlerin, Allah’ı zikretmeye ve hak (doğru, gerçek) olarak indirilene
kalplerinin boyun eğmesinin zamanı gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine
kitap (Tevrat, İncil, Kur’an)
verilen, sonra üzerinden uzun zaman geçen, sonra da kalpleri
katılaşan ve içlerinden çoğu da fasık olan kimseler gibi olmasınlar.
Bu
ayet, dinde gevşeklik göstererek, giderek yaşadığı gibi inanmaya başlayan
kimseler için önemli bir uyarıdır. İnananlar, Allah’ın kendilerine verdiği
nimetleri Allah’ın buyruklarına göre değerlendirmezlerse, kalplerinin
katılaşıp, haktan sapacaklarını bilmelidirler.
17. Bilin
ki, ölümünden sonra yeryüzüne hayat veren şüphesiz ki Allah’tır. Akıl edesiniz
diye ayetleri size böyle açıkladık.
18. Sadaka
veren erkekler ve kadınlar, Allah’a güzel bir borç vermişlerdir.ı (Karşılığı)
onlara kat kat ödenir ve onlar için kerim (saygın, onurlu) bir ecir (karşılık)
de vardır.1
1 Benzer
mesajlar: 2:245; 5:12; 57:11; 64:17; 73:20.
19. Allah ve resulleri ile iman eden (onların
aracılığıyla inanıp güvenen) kimseler; işte onlar, Rableri katında sıddîk (doğrulukta sebat eden, güvenilir) ve şahit
(gerçeğe tanık) olanlardır. Onların ecirleri (yaptıklarının
karşılığı) ve
nurları vardır. İnkar edip ayetlerimiz ile1 yalanlayanlar ise, onlar da cahim halkıdır.2
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya
“ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39
ayeti dipnotunda yer alır.
2 Cahim
(cehennem, ateş) ile ilgili açıklama 102:6 ayetinde yer alır. Cahim ehli
(halkı) anlamına gelen “ashabil cahim” ifadesi de Kur’an’da 4 ayette (2:119;
5:86; 9:113; 57:19) geçmektedir.
20. Bilin ki, dünya hayatı, oyun, eğlence, ziynet ve aranızda böbürlenme
ile mal (servet)
ve evlat çoğaltma yarışından1 başka bir şey değildir. Bir
yağmur gibidir; ürünleri kafirlerin (hakkı bilerek
örtenlerin) hoşuna
gider2. Sonra (ekin) kurur. Böylece onu sararmış görürsün.
Sonra çerçöp olur.3 Ahirette ise hem şiddetli bir azap hem de
Allah’tan bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır. Dünya hayatı da aldatıcı bir
metadan4 başka bir şey değildir.
1 “Tekasür” sözcüğü, “dünyalık bir şey biriktirme veya çoğaltma
yarışı” anlamına gelmektedir. Bu sözcük Kur’an’da 2 yerde geçer: 57:20; 102:1.
2 Bu sözcük, bağlama göre
"şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara
gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221
(2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.
3 “حُطَاماً” sözcüğü, “ezilmiş,
parçalanmış, çerçöp olmuş, değersiz, kırıntı, döküntü, toz haline gelmiş
kalıntı” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 27:18; 39:21;
56:65; 57:20; 104:4, 5.
4 “المتعة” (metâ),
faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a)
sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Bu cümle 3:185’te
de tekrarlanmaktadır.
21. Rabbinizden
bir mağfirete ve genişliği göklerle yer kadar olan bir cennete doğru yarışın1. Allah ve resulleri ile iman eden
kimseler için hazırlandı. İşte bu, Allah’ın fazlıdır (nimetleri, lütufları ve
rahmetidir),
onu istediği kimseye verir. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir2.3
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde
olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade
Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100;
10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4,
28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60;
57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).
2 “Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem
sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Âzîm” ismi, Kur’an’da 6 kez geçer:
2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.
3 Son iki cümle, aynı sözcüklerle 62:4’te
de tekrarlanmaktadır.
22. Yeryüzünde
ve sizin başınıza gelen bir musibet yoktur ki, Biz, onu yaratmadan (yoktan
var etmeden) önce bir Kitap’ta (kayıtlı) olmasın.ı Bu
Allah için kolaydır.
23. Yitirdiklerinize
üzülmeyesiniz ve size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Allah, şımarıp
böbürlenenleriı sevmez.
ı “mukhtalin fehur” ifadesi, “kibirlenip
böbürlenen”, “kendini beğenip övünen” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da
3 ayette geçer: 4:36; 31:18 ve 57:23.
24. Onlar,
cimrilik edenler1 ve insanlara da cimriliği emredenlerdir. Kim yüz çevirirse; şüphesiz ki Allah, Ğaniyyul-Hamid (şükredilmeye, övülmeye layık olan Zengin) olandır.
1
“بَخَلَ” (behâlâ)
sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten kaçınmak” gibi bir anlama
gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2 kez); 4:37 (2 kez); 9:76;
47:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.
25. Biz,
resullerimizi beyyinelerle (apaçık delillerle)
gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı) ve
ölçüyü indirdik. Biz
demiri de indirdik ki onda, büyük bir güç ve insanlar için faydalar vardır. Bu,
Allah’ın kendisine ve resullerine gıyabında kimin yardım edeceğini bilmesi
içindir.ı Şüphesiz ki Allah, Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret
sahibidir; Mutlak güç sahibidir).
ı Bir bilgi ayeti: “Demiri indirdik.”
bildirimiyle, Kur’an’daki mucizevi bilgilerden birisi daha karşımıza çıkıyor.
Gökbilimsel bulgular, demir madeninin gezegenlerden dünyaya indiğini ortaya
çıkarmıştır. Çünkü demir madeni, ancak birkaç yüz milyon derece sıcaklıkta
oluşabilmektedir. Güneşin merkezindeki sıcaklığın on beş milyon derece olduğu
bilindiğine göre, demirin oluşabilmesi için güneşin merkezindeki sıcaklığın
bile yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
26. Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik. Onların
soyundan da nebiler kıldık ve Kitabı verdik. İçlerinden
bir kısmı hidayete erdi, pek çokları ise fasıktı (yoldan
sapmıştı).
27. Sonra
onların izinden art arda resullerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da
arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik. Ona
uyanların kalplerine de şefkat ve merhamet yerleştirmiştik. Fakat onlara
yazmadığımız (bildirmediğimiz) ruhbanlığı1 uydurdular.2
Allah rızasını kazanmak için bu yaptıklarına da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman
eden kimselere ecirlerini (karşılıklarını) verdik, içlerinden çoğu ise
fasıktı.
1 “رَاهِب” (rahib) kelimesinin Türkçe karşılığı ise
“keşiş” kelimesidir. Zühd ve inziva
hayatı yaşayan Nasrani din adamıdır. Evlenmez, dünya
işlerinden uzak durur ve genellikle manastırlarda yaşar. Türkçe’de "keşiş" olarak bilinir. Rahip kelimesi
Kur’an’da 3 kez geçer: 5:82; 9:31, 34. Ruhban kelimesi de Kur’an’da 1 kez
geçer:57:27.
2 2:143’te
belirtildiği üzere Müminler, “vasat ümmet” kılındıkları için böyle bir
aşırılığa yönelmemeli. İslam, tefriti (gereğinden geri -ilgisiz- kalmayı) uygun
görmediği gibi ifratı da (aşırılığı) da reddetmektedir.
28. Ey
iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun1 ve resulü
ile iman edin ki size rahmetinden iki kat versin. Ve size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur
versin ve size mağfiret etsin. Ve Allah,
Gafur’dur, Râhîm’dir (günahları örten ve
bağışlayandır; merhamet edendir).
1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”,
“muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok
kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ)
kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak",
"kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
29. Bu,
Ehl-i Kitap’ın Allah’ın fazlından (nimetleri,
lütufları ve rahmetinden) hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini, fazlın (lütuf
ve ihsan) yalnızca Allah’ın elinde olduğunu, onu da istediğine verdiğini
bilmeleri içindir. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir.
1 “Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Âzîm”
ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.