Sure, Mekke döneminde
inmiştir ve nüzul sırasına göre 73. suredir. İçinde birçok nebinin kıssası
anlatıldığı için “Nebiler” anlamına gelen “enbiyâ” adını almıştır. Sure 112
ayettir.
Nebe: çok
önemli haber anlamının yanında, faydalı ve şüphe içermeyen ilim anlamına da
gelmektedir. Hem “nebe” sözcüğünün tanımı hem de 6:89 ayetinde yer alan “Onlar,
kendilerine kitap, hüküm (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği,
bilgelik) ve nübüvvet (nebilik görevi) verdiklerimizdir.” ifadesi bir bütün
olarak ele alındığında; “nebi” sözcüğünün de Kur’an’a göre “kendilerine kitap ve faydalı ve şüphe içermeyen
ilim (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) verilen elçi” anlamına geldiği kanaati oluşmaktadır.
“nebi” נביא
sözcüğü, İbranice’de de nebi, önceden haber veren, öngören, resul anlamlarına
gelir.
Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla
1. İnsanlar için hesap yaklaştı. Oysa onlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.
2. Onlar, Rablerinden kendilerine gelen her yeni
zikri (vahyi) ancak eğlenerek (oyun konusu
edinerek, alay ederek) dinlerler.
Kur’an, Nebimiz Muhammed’e verilen biricik mucizedir
(29:51). Onun dönemindeki müşrikler, bir kitabın tek başına mucize
olamayacağını ileri sürerek, geçmişteki elçilerinkine benzer mucizeler
istediler (11:12; 17:90-95; 25:7, 8; 37:7-8). Kur’an’ın matematiksel
mucizesinin 1974 yılında ortaya çıkması karşısında günümüz müşrikleri de aynı
tavrı gösterdiler. Matematiksel mucize ile gelen elçi, dinin sadece Allah’a
hasredilmesini ve sadece Kur’an’a uyulması gerektiğini bildirince, “Kur’an’da
matematik mi olurmuş?” diye mesajı inkâr ettiler. Kur’an’ın matematiksel mucizesini
keşfetmek için seçilen adam, Müslimleri sadece Allah’a kul olmaya, din
adamlarını ve nebileri O’na ortak koşmamaya çağırdığında müşriklerin tepkisini
aldı ve 1990 yılında mescitte öldürüldü. Benzer mesaj: 26:5.
3. Kalpleri pervasızdır. Zalimler de gizlice fısıldaştılar:
“Bu, sizin misliniz (benzeriniz) bir beşer (canlı, insan) değil
mi? Şimdi göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?”
Tevrat (Malaki 3:1) ve Kuran (3:81), Allah’ın
Antlaşma Resulü’nin gelişini önceden haber vermesine rağmen, ‘en büyük
mucizelerden biri’ (74:30-35) ile desteklenerek göründüğü zaman ilgisizlikle ve
muhalefetle karşılandı. Her bir ‘yeni’ kanıta karşı gelinir şeklindeki ilahi
beyan, Arapların Kuran’ın mucizesine muhalefeti ile kanıtlanmış oldu (Bakınız:
Reşat Halife Ek 1 & 2).
4. De ki: “Rabbim, gökte
ve yerde konuşulanı bilir. Ve O, semiul-alim’dir (Her
şeyi Bilip İşitendir).
5. Bilakis, dediler ki: “Boş bir hayaldir. Bilakis,
onu o uydurdu. Bilakis, o, bir şairdir. Öyleyse, öncekilere gönderilenler gibi
bize bir ayet (kanıt, mucize)
gösterse ya!”
6. Kendilerinden önce helak ettiğimiz hiçbir
şehir (halkı) iman
etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler!
7. Senden önce de adamlardan başkasını resul olarak
göndermedik. Onlara vahyediyorduk. Bilmiyorsanız Ehl-i Zikir’e sorun. 2
ı Burada geçen “rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı
içermeksizin insan türüne verilmiş bir sıfattır. Bu ayette erkeklerle birlikte
kadınlar da zikredilmektedir.
2 Bu ayet aynı cümlelerle 16:43 ayetinde de
tekrarlanmaktadır. 21:48 ayetine göre zikirden kastedilenin Tevrat olduğu
kanaatindeyiz.
8. Onları (elçileri),
yemek yemeyen varlıklar olarak da yaratmadık; (bu dünyada ebedi)
kalıcı da değillerdi.
Bu
ayet 21:34 ve 39:30 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Bu ayet ile, İsa ve Muhammed
de dâhil bütün elçilerin ebedî bir hayat sahibi ve görevli olmadıkları bildirilmektir.
9. Sonra onlara
verdiğimiz vaadi yerine getirdik. Böylece onları ve istediklerimizi kurtardık;
müsrifleriı (haddi aşanları) de helak ettik.
ı “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi
aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
10. “Andolsun ki size bir
kitap indirdik; içinde zikriniz (size bildirilen
öğütleri) vardır. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?”
11. Ve zalim olan beldelerden nicelerini kırıp geçirdik. Onların
ardından da başka bir topluluk inşa ettik (yarattık).
12. Azabımızı hissettikleri zaman da ondan kaçmaya çalışıyorlardı.
13. “Kaçmayın! Şımartıldığınız şeylere ve
yurtlarınıza dönün. Hesaba çekileceksiniz!”
14. Dediler ki: “Veylı olsun bize!
Gerçekten de zalimlermişiz!”
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş
bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı,
felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun”
ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2;
18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27;
39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34,
37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
15. Onları yere serilmiş, biçilmiş (bir ekin gibi) yapıncaya kadar bu feryatları
kesilmedi.
16. Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun
olsun diye de yaratmadık. (Benzer mesajlar: 3:191; 38:27;
44:38)
17. Bir oyalanma edinmek isteseydik, onu kendi
katımızdan edinirdik. Eğer yapacak olsaydık böyle yapardık.
18. Bilakis, Hakkı (gerçeği, hakikati) batılın (Allah’ın buyruklarına aykırı olanın, geçersiz
olanın) üzerine atarız. O da onu ezer
ve böylece batıl yok olur.ı
Yanlış nitelemelerinizden2 dolayı da size veyl (yazıklar)3
olsun!
ı
“زَهَقَ” (zeheke) sözcüğü,
yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer:
9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.
2 “تَصِفُو”
(tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış
nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir
etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf)
kökünden türemiştir.
3 Veyl,
kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır. Benzer mesajlar: 7:118; 17:81; 34:48-49.
19. Ve göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. Ve O’nun
yanında bulunanlar (mele-i âla), O’na kulluk (hizmet,
ibadet) etmekten kibirlenmezler
(büyüklük
taslamazlar) ve yorulmazlar (usanmazlar).
20. Onlar, gece gündüz ara
vermeden1 tesbih2 ederler.
1 “يَفْتُرُونَ” (yefturune),
"Gevşetilmek", "hafifletilmek", "ara verilmek"
gibi anlamlara gelen “ف-ت-ر” (fe, te, râ) kökünden türemiştir. Kur’an’da
bu kökten türemiş 3 kelime geçer: 5:19; 21:20; 43:75.
2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
21. Yoksa onları yerden yayacakı birtakım
ilahlar mı edindiler?
ı “Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir
edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ”
(neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16;
21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7;
62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.
22. Eğer ikisinde (göklerde
ve yerde) Allah’ın dışına ilahlar olsaydı, ikisi de fesada (kaosa) uğrardı.
Sûbhân (her türlü eksiklikten
ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) olan Arşın Rabbi Allah’ı nasıl yanlış niteliyorları?
ı “عَمَّا
يَصِفُونَ” (amme
yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından, nitelemelerinden, tanımlamalarından,
isnat ettiklerinden, yanlış nitelemelerinden, yakıştırmalarından” gibi
anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek”
anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.
23. O’na ne yaptığı sorulmaz; ancak onlar (yaptıklarından ve yapmaları gerekirken
yapmadıklarından) sorulurlar (sorgulanırlar).
24. Yoksa O’nun peşi sıra birtakım ilahlar mı
edindiler? De ki: “Burhanınızı (ilahi delilinizi, kanıtınızı) getirin! Bu,
benimle birlikte olanların zikridir, benden öncekilerin de.” Ancak onların çoğu
hakkı (gerçeği) bilmedikleri için yüz çevirirler.
25. Senden önce de hiçbir elçi göndermedik ki
ona, “Benim dışımda ilah (Yüce
olan) yoktur, bana kulluk (hizmet) edin!” diye vahyetmiş (bildirmiş)
olmayalım.
26. Ve “Râhmân evlat edindi.” dediler. O Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir
-uzaktır- ve yücedir). Bilakis onlar (melekler), kerim (saygın, onurlu)1 kullardır.2
1 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31;
17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40;
31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27,
78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2
kez), 17; 96:3.
2 Meleklerin de Yüce Allah’ın birer kulu olduklarıyla ilgili ayetler:
4:172; 18:65; 43:19.
27. O’nunla sözü ile çekişmezler1 (üstün gelmeye
çalışmazlar) ve onlar, O’nun emrine göre çalışırlar.2
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek,
öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36
defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40;
11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32;
36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10;
70:41; 79:4 (2 defa).
2 Melekler kendi tercihlerine göre hareket
edemezler; Yüce Allah’ın verdiği emirleri harfiyen uygularlar ve herhangi bir
kusurda bulunamazlar. Benzer mesajlar: 6:61; 16:50; 19:64; 21:27; 66:6.
28. Onların önlerinde olanı da arkalarında olanı
da bilir. Razı olduğundan başkasına da şefaat edemezler. Onlar, O’nun
haşyetinden (O’na olan saygıları ve
korkularından dolayı) titrerler!
Şefaat efsanesi, Şeytan’ın en etkili yemidir. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır. 🔗
29. Onlardan kim, “O’nun dışında ben de bir
ilahım” derse; işte ona cehennemle ceza (karşılık) veririz. Zalimlere işte böyle ceza veririz.
30. Kafirler (hakkı
bilerek inkar edenler, onun üstünü bilerek örtenler) görmediler mi ki gökler ve yer bir bütündü. Sonra Biz
ikisini ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Buna rağmen iman etmeyecekler
mi?
Evrenin 10-15 milyar yıl kadar önce büyük bir
patlama sonucu oluştuğunu ileri süren Bing Bang teorisi, Kur’an tarafından 14
asır önceden bildirilmektedir. Bu teori, artık kozmik bir gerçektir. 51:47
ayeti de evrenin genişlemekte olduğunu bildirir. Biyolojik hayat için suyun
vazgeçilmez bir koşul olduğu da bilinen bir gerçektir.
31. Ve onları sarsar diye yeryüzüne sabitleniş
kütleler yerleştirdik.ı Yollarını
da bulsunlar diye orada geniş yollar yaptık.
ı “Ravasiye” “sabitlenmiş ağırlıklar, kütleler” ile ilgili
açıklama 13:3 ayetinde yer alır.
32. Göğü de korunup gözetilen bir tavan yaptık. Onlar, hâlâ O’nun ayetlerinden (kanıtlarından) yüz çeviriyorlar.
Bilgi ayeti: Işınım ve diğer evrensel ışınlarla
birlikte sonsuz sayıdaki gökcisimleri de uzay boşluğundan dünyaya doğru sürekli
olarak yağarlar. Yaklaşık sekiz yüz kilometre kalınlığındaki atmosfer katmanları,
bu saldırılara karşı dünyayı korumaktadır.
33. O, geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı
yaratandır. Hepsi bir felekte (rotada, yörüngede) yüzerler.
34. Senden önce de
hiçbir beşere (canlıya, insana) ebedi bir hayat vermedik. Sen
öleceksin de onlar ebedi mi kalacaklar?
35. Her nefs (can) ölümü tadıcıdır.ı Sizi imtihan etmek için
hayır (iyilik, bolluk, refah) ile de şer (sıkıntı, kötülük) ile de sınarız. Bize döndürüleceksiniz. (ı Benzer mesajlar: 3:185; 21:35; 29:57; 39:30)
36. Kafirler seni gördükleri zaman, “Sizin
ilahlarınızı zikreden (onları diline dolayan) bu mu?” diye alaya
alırlar. Onlar, Râhmân’ın zikrini (vahyini) küfrediyorlar (örtüyor, inkâr
ediyorlar).
37. İnsan aceleden (tezcanlı, sabırsız bir tabiata sahip) yaratılmıştırı.
Size ayetlerimi göstereceğim. O halde benden acele istemeyin.
38. Ve diyorlar ki: “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir) iseniz, bu
vaat ne zaman?”
Bu ayet, 10:48, 21:38, 27:71, 34:29, 36:48 ve 67:25
ayetinde de tekrarlanmaktadır.
39. Kafirler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi
savamayacaklarını ve onlara yardım edilmeyeceğini bir bilselerdi!
40. Bilakis o (azap), ansızın onlara gelir ki dona kalırlar ve onu (azabı)
geri döndüremezler. Kendilerine mühlet de verilmeyecek.
Benzer mesajlar: 6:31, 47; 7:187; 12:107; 21:40; 22:55;
26:202; 29:53; 39:55; 43:66; 47:18.
41. Senden önceki resullerle de alay edilmişti.
Fakat alaya aldıkları şey, alay edenleri kuşatıverdi.
Bu ayet, 6:10 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
Allah’ın görevlendirdiği elçilerle alay edildiğinin belirtildiği ayetler: 9:65,
66; 13:32; 15:10, 11, 95; 18:106; 25:41; 40:83.
42. De ki: “Gece ve gündüz Râhmân’dan sizi kim koruyabilir?” Hayır,
onlar Rablerinin zikrinden (mesajından)
yüz çevirirler.
43. Yoksa onları, Bize karşı savunacak ilahları
mı varmış? Onların kendilerine bile yardım etmeye güçleri
yetmez. Biz
de onlara sahip çıkmayız.
44. Hayır! Onları da babalarını da uzun ömürleri
boyunca faydalandırdık. Yeryüzüne de gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi
görmüyorlar mı?ı Üstün gelen onlar mıymış?
ı Bu ayet 13:41 ayetiyle birlikte okunmalıdır.
45. De ki: “Ben, sizi sadece vahiy ile uyarıyorum.” Ancak
sağırlar uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmez.
46. Onlara da Rabbinin azabından ufak bir esinti
dokunsa, “Veylı (yazıklar) olsun bize! Demek ki biz zalimlerdenmişiz!”
derler.
ı Veyl,
kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır.
47. Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız.
Kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. (Yapılan iş) bir hardal danesi
(habbesi, tahıl tanesi) ağırlığınca da olsa, onu (teraziye) getiririz. Hesap gören olarak Biz
yeteriz.
48. Musa ile Harun’a da takva sahipleri (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) için bir ışık ve bir zikir (hatırlatıcı, dikkat çeken) olan Furkan’ıı
verdik.
ı Furkan; Hak ile batılı,
iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran ölçü demektir.
49. Onlar,
Rablerini görmedikleri halde, O’na huşu
(içten derin bir saygı) duyarlar. Onlar, Kıyamet Gününün hesabından
ürperirler.
50. Bu,
indirdiğimiz mübarek (kutsanmış, mukaddes, bereketli) bir
zikirdir. Şimdi onu inkâr mı edeceksiniz?
51.
İbrahim’e de rüşdünüı vermiştik. Biz, onu
biliyorduk.
ıRüşd, doğru yolu bulup
kararlılıkla benimsemek, o yetkinlikte olmak demektir. Rüşd ile ilgili açıklama
2:186 ayetinde yer alır.
Bu
ayet, 6:74-77’deki mesajın doğru anlaşılması için son derece önemlidir. Allah’ı
keşfetme konusunda İbrahim mi çok zekiydi yoksa onun kurtulmayı hak ettiğini
bildiği için Yüce Allah mı ona anlayış bahşetti? Anlaşıldığı üzere, tüm bu
dünya, aramızda kurtarılmayı hak edenleri günahtan kurtarmak için yaratıldı.
Melekler tüm asilerin, insanların ve cinlerin, Yüce Allah’ın hükümranlığından
sürülmesi gerektiğini önerdiklerinde, Yüce Allah ‘Şüphesiz ki Ben,
bilmediklerinizi bilirim.’ (2:30) demişti.
52. Babasına ve kavmine,
“Sizin şu tapıp durduğunuz heykeller nedir?” demişti.
53. “Atalarımızı onlara kulluk
(hizmet) ederken gördük.” dediler.
54. “Doğrusu siz ve
atalarınız apaçık bir sapkınlık içindesiniz!” dedi.
55. “Bize hak (gerçek, hakikat) olanı mı getirdin, yoksa
bizimle oyun mu oynuyorsun?” dediler.
56. Dedi
ki: “Hayır! Sizin Rabbiniz,
göklerin (evrenlerin) ve yerin (Dünya’nın)
Rabbidir. Onları yarıp/yaratıp ortaya çıkarandır. Ben de buna tanıklık
edenlerdenim.”
57. Ve tallahiı, siz arkanızı dönüp
gittikten sonra putlarınıza bir plan2 uygulayacağım!”
ı “Tallahi”
(Allah’a yemin olsun ki), Kur’an’da 9 defa geçen bir yemindir (12:73,85,91,95;
16:56,63; 21:57; 26:97; 37:56)
2 “كَيْد”
(keyd) sözcüğü, Arapça’da genellikle “plan, komplo, hile ve tuzak” anlamlarına
gelir.
58. Sonunda
onları parça parça etti. Ancak belki
ona müracaat ederler diye en büyük puta dokunmadı.
59. “İlahlarımıza
bunu kim yaptıysa o zalimlerdendir.” Dediler.
60. “Kendisine İbrahim
denilen bir gencin onları zikrettiğini (diline
doladığını) duyduk.” dediler.
61. “Onu insanların
huzuruna çıkarın, belki tanıklık eden çıkar” dediler.
62. Dediler ki: “Ey
İbrahim! İlâhlarımıza bunu sen mi yaptın?”
63. “Bilakis! O halde
onların şu büyükleri yapmıştır. Kendilerini ifade edebiliyorlarsaı onlara
sorun!” dedi.
ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve
“konuşmak, ifade etmek, söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk
atarlar” ya da “kendilerini ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85; 37:92; 41:21 (2 kez);
45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
64. Kendilerine döndüler
(şaşkın bir şekilde) ve dediler ki: “Zalim olanlar
sizlersiniz sizler!”
65. Sonra eski fikirlerine
döndüler, “Sen de biliyorsun ki bunlar kendilerini ifade edemez.” dediler.
66. Dedi
ki: “O halde, size fayda da zarar da sağlamayan Allah’ın
dışındaki şeylere mi kulluk (hizmet) ediyorsunuz?
67. Size de Allah’ın
dışında kulluk ettiklerinize de öf1
olsun! O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?
1 “uffin” ifadesi ile ilgili açıklama 17:23’te yer
alır.
68. “Bir şeyler yapacaksanız, onu yakıp ilahlarınıza
(sizin
için en Yüce olanlara) destek çıkın!” dediler.
69. Dedik ki: “Ey ateş! İbrahim’e
serinlik ve selâmet ol!”
“selâmet”
(esenlik) olmadan “serinlik”, İbrahim’in donmasına neden olurdu.
70. Ona
bir komplo kurmak istediler, Biz de onları hüsrana uğrattık!
71. Ve onu da
(yeğeni) Lut’u
da âlemler için bereketliı kıldığımız toprağa
ulaştırdık ve kurtardık.
ı Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami
dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve
kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan
ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
72. Ve ona (oğlu) İshak’ı ve (torunu)
Yakub’u nafile olarakı armağan ettik2
ve hepsini salihlerden (ahlaklı ve erdemli) kıldık.
ı “نَافِلَة”
(nafile) sözcüğü, “fazladan, ek olarak” veya “isteğe bağlı”
bağlı gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Nafile sözcüğü Kur’an’da 2 kez
geçer: 17:79; 21:72.
2 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve
armağan etmek” anlamlarına gelir.
73. Ve onları, emirlerimizle hidayet eden (insanlara rehberlik eden) önderler kıldık. Ve onlara hayrat (hayırlı işler) yapmayı, salatı doğru ve
istikrarlı biçimde yapmayı1 ve zekâtı vermeyi vahyettik (bildirdik).2
Onlar da Bize kulluk (hizmet) eden kimselerdi.
1 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا"
(âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi
anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة”
(akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde
yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere
uygulayın' gibi anlamlara gelir.
2 Kur’an’ın indirildiği dönemde de Allah’ın
emrettiği dini görevler, bazı tahrifatla birlikte İbrahim’den geldiği biçimiyle
biliniyordu. Mekke müşrikleri de oruç, salat, zekât ve hac ibadetinden habersiz
insanlar değildi. Bakınız: 2:128; 16:123; 22:78.
74. Lut’a da hüküm (bir konuda lehte ve
aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve ilim (bilgi) verdik ve onu habisı işler yapan kentten
kurtardık. Onlar sapkın ve kötü bir halktı.
ı Habis:
Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267
ayetindedir.)
75. Ve onu merhametimize dahil ettik. O da salihlerden
idi.
76. Ve Nuh’u (an).
Bize dua etmişti, Bunun üzerine ona karşılık verdik; böylece onu ve ehlini (ailesini)
âzîm (büyük) bir sıkıntıdan kurtardık.
37:76 ve 115’te de geçen “karbi’l-’azîym”
tamlaması “büyük sıkıntı”, “müthiş felaket”, “korkunç bela” gibi anlamlar
içermekte ve yaşanan olay bağlamında kavminin tufanda boğulması hadisesi
kastedilmektedir.
77. Ve kavmine karşı ona yardım ettik. Onlar,
ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimselerdi.
Şüphesiz ki onlar kötü bir halktı, bunun üzerine hepsini suya gömdük2.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, Nuh
kavminin kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan
birer “müşrik” olduğu ve Allah’ın ayetlerini (Nuh’tan önce gelen nebilere ait
ayetleri) kendilerince delil göstererek Nuh’a
indirilmiş vahye karşı çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini”
şeklinde yanlış çevrildiğinde ise, Nuh
kavminin, Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç
haberdar olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
78. Davud’u ve Süleyman’ı da (an)! İçinde, halkın koyunlarının yayıldığı
bir ekin ile ilgili hüküm veriyorlardı. Biz de onların hükmüne tanıklık ettik.
Benzer bir hakemlik olayı da Tevrat’ta (I.
Krallar, 3:16-28) yer alır. Davud Nebi ile ilgili açıklamalar
2:251’de, oğlu Süleyman Nebi ile ilgili açıklamalar ise 2:102’de yer alır.
79. Süleyman’a da onu anlama yeteneği verdik. Hepsine
de hüküm (hikmet, bilgelik) ve
ilim verdik. Davud ile beraber (Allah’ı) tesbih1
etsinler diye de dağları ve kuşları
buyruk altına aldık.2 Bunları
yapan Bizdik.
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
2 Benzer mesajlar: 21:79; 27:16-17; 34:10; 38:18-20
80. Ve ona, sizi sıkıntıdan (çarpışmanın şiddetinden) koruyacak (zırhlı)
giysiler yapmayı öğrettik. Şükredecek misiniz?
81. Savuranı rüzgar da Süleyman’ın
emriyle içini bereketliı kıldığımız topraklara eserdi. Ve her şeyi bilen
Biziz.
ı “عَاصِفٍۜ”
(‘âsifîn) sözcüğü, “savuran, dağıtan” anlamlarına gelir. Kur’an’da 6 yerde bu kökten
türemiş sözcük geçmektedir: 10:22; 14:18; 21:81; 55:12; 77:2; 105:5.
2 Arapça,
İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü;
sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta
bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
82. Şeytanlardan (cinlerden, aldatanlardan, saptıranlardan) da
kendisi için dalgıçlık eden, ondan başka işler de yapanlar vardı. Onların gözeteni
de koruyucuları da Bizdik.
83. Eyyub’u da (an)! Hani o, “Bana bir dert dokundu, Sen de Erhamur
Rahiminsin (Merhamet edenlerin en merhametlisisin).” diye Rabbine
seslenmişti.
Duanın sözleri çok ilgi çekicidir. Nebi Eyyub,
çektiği sıkıntıdan bahseder, ancak Rabbine, “Sen Merhamet edenlerin en
merhametlisisin” demekten başka bir şey söylemez. Bu, onun sabırlı, soylu ve
mutmain olan kişiliğinin bir göstergesidir. Eyyub’un şikâyet ettiği rahatsızlığın, bedensel mi yoksa
manevi bir hastalık mı olduğu belirtilmiyor.
Bkz: 38:41.
84. Biz de ona karşılık verdik ve ne derdi varsa
giderdik. Katımızdan da bir rahmet, kulluk edenlere de bir zikir (hatırlatıcı) olarak hem ehlini (yakınlarını)
hem de benzerini kendisine verdik.
Eyyub
Nebi’nin öyküsü, Tevrat’ın Eyüp bölümünde ayrıntılı olarak yazılıdır. Zebur,
Eyüp 42:10-13 ayetleri, özetle, şöyledir: “Eyüp, dostları için yakarışta
bulunduktan sonra, Rab, onu eski gönencine kavuşturup, önceki varlığının iki
katını verdi. Erkek ve kız kardeşleri, eski tanıdıklarının hepsi Eyüp’ün yanına
gelerek, onunla birlikte evinde yemek yediler. Acısını paylaşıp, Rabbin başına
getirmiş olduğu yıkımlardan ötürü onu avuttular. Her biri, ona bir parça gümüş,
bir de altın halka verdi. Rab, Eyüp’ün sonrasını, öncesinden bereketli kıldı.
On dört bin koyuna, altı bin deveye, bin çift öküze, bin eşeğe sahip oldu; yedi
oğlu, üç kızı oldu.”
85. İsmail’i
de İdris’i de Zülkifl’i de (an).
Onların hepsi de sabredenlerdendi. (Allah’a
dayanan ve kendilerine yapılanlara boyun eğmeyen kişilerdi).
86. Ve onları rahmetimize
kattık. Onlar, salihlerdendiler (dürüst ve erdemli).
87. Zan-nun’uı da (an)! Hani gazaplanmış (öfkelenmiş) ve
gitmişti.2 Ve gücümüzün yetmeyeceğini sandığı bir anda, karanlıklar
içinde, “Senin dışında ilah (Yüce olan) yoktur. Sen Sûbhân’sın! Gerçekten
de ben zalimlerdenmişim!” diye yalvarmıştı.3
Yunus
Nebi ve kavmi ile ilgili açıklama 10:98’de yer alır.
ı Zan-nun:
İsminde ‘Nun’ harfi bulunan demektir ve bununla Nebi Yunus kastedilmektedir.
Yunus ismi Kur’an boyunca dört kez Yunus olarak geçer. Fakat Nun harfi ile
başlayan Nun diye ünlenen surede Yunus, Sahib-ül Hut yani Balığın Arkadaşı
biçiminde söz edilir (68:48). İsminde Nun harfi bulunan bir nebiye, Nun harfi
ile başlayan bir surede, içinde Nun harfi bulunmayan bir ifadeyle referansta
bulunması o suredeki Nun harfinin tekrarlanma sayısıyla (133 = 7x19) yakından
ilgili olup Yüce Allah, bunu 21:87 ayetinde desteklemektedir.
2 Yunus, elçilik görevinin ilk aşamasında bir
tercih hatası yapmış, ancak bu davranışı kendisine oldukça pahalıya mal
olmuştu. O, Yüce Allah’ın izin vermesini beklemeden görev yerini terk ederek başka
bir yere doğru yola çıkmıştı.
3 “la ilahe illa ente Sûbhâneke inni kuntu minez
zalimin”
duası çok özel dualardan biridir. Anlamı; Senin
dışında ilah yoktur. Sen Sûbhân’sın. Senin buyrukların uymayarak zulmedenlerden
oldum.
88. Ona (duasına) karşılık verdik ve onu gamdan kurtardık. Müminleri
işte böyle kurtarırız.
Benzer mesajlar: 37:139-142;
68:48-50.
Yunus’un
balık karnındaki yakarışı, Tevrat (Yunus 2:1-10) ve İncil’de (Matta 12:40) de yer
alır.
89. Zekeriya’yı da (an)! Rabbine “Rabbim! Beni
yalnız bırakma. Ve Sen vârislerin hayırlısısın.” diye yalvarmıştı.
90. Ve ona karşılık verdikı ve ona
Yahya’yı armağan ettik2. Eşini de kendisi için ıslah ettik. Şüphesiz
ki onlar, hayırlı işlerde yarışırlardı. Huşu (saygı ve korku) ile de Bize yönelerek3 dua ederlerdi.
Ve Bize karşı huşulu idiler.
ı Kur’an boyunca çoğul kipinin kullanılması
meleklerin iştirakine işaret etmektedir. 3:39 ayetinden ve konu ile ilgili olan Tevrat ayetlerinden
görüleceği üzere, melekler Yahya ile ilgili müjdeyi verirken Zekeriya ile yoğun
olarak ilgilendiler.
2 “وَهَبَ”
(wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.
3 “فَارْغَبْ”
(fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ”
(rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir
şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.
91. Mahremini1 koruyanı2 (Meryem’i) da (an)3.
Ona ruhumuzdan üfledik4 ve hem onu hem de oğlunu
âlemler için bir ayet (mucize) kıldık.5
1 Bu
kelime, “açıklık”, “boşluk” veya “yarık” anlamlarına gelen “فَرْجٌ” (ferc) kökünden türemiştir. “Ferc”
kelimesi, Kur’an’da ayrıca bedenin açık ya da ayrık alanlarını belirtmek ve
insanların mahrem bölgeleriyle ilgili durumları ifade etmek için de
kullanılmıştır. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:21:91; 23:5; 24:30, 31; 33:35; 50:6; 66:19;
70:29; 77:9.
2 “اَحْصَنَتْ” (ahsenet) kelimesi,
“korunak,” “sığınak” anlamına gelen “حصن” (h-s-n) kökünden türemiştir ve
“korudu”, “sığınak yaptı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da
9 kez geçer:4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5 (3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33;
59:2, 14; 66:12.
3 Nebilerden
söz edilen bu sure dikkatlice incelendiğinde Meryem’den de söz edilmekte
olduğunu görüyoruz. İlk bakışta İsa için söz ediliyormuş gibi görünüyor olsa da
“Nuh’u da (an).” … “Zekeriya’yı da (an)!” şeklindeki ifadenin bu
ayette de “Mahremini koruyanı (Meryem’i) da (an).” şeklinde
Meryem için de kullanıldığını görüyoruz. Bu nedenle Nebiler Suresinde anılan Meryem’in
de nebi olduğu kanaatindeyiz.
Ayrıca; Nebilerin, kendilerinden önceki kitapları tasdik ettiğini de birçok
ayette görüyoruz. Bu nedenle; 66:12 ayetinde yer alan “İffetini
koruyan İmran kızı Meryem’i de (örnek vermektedir). Rabbinin kelimelerini (ayetlerini,
sözlerini) ve kitaplarını da tasdik etti (doğruladı).” şeklindeki
ifadeden, Meryem’in de Allah’ın kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden
bir Nebi olduğunu anlıyoruz.
4 İsa
Nebi’nin doğumunun Adem’inkinden farklı olmadığına dikkat edilmelidir. Çünkü
her iki durumda da Arapça metindeki ifadeler aynıdır. (Bkz: 38:71-72) Bunun
yanı sıra 91’inci ayette İsa Mesih’in doğuşu anlatılırken hemen hemen aynı
kelimeler kullanılmıştır. (Bkz: 4:171 ve 66:12) Bizzat Allah, İsa’nın
yaratılışının Adem’in yaratılışı gibi olduğunu bildirmiştir (3:59). Bu
ayetlerin ışığında Allah’ın “Ona ruhumuzdan üfledik” gibi sözleri mucizevî
doğumlar için kullandığı sonucuna varabiliriz.
5 Benzer mesajlar: 23:50; 66:12.
92. Sizin ümmetiniz, vahid (bir ve tek) ümmettir (dindir).ı
Ben de sizin Rabbinizim (Sahibinizim, Efendinizim), Bana kulluk (hizmet)
edin.
ı Benzer mesajlar: 2:213; 10:19; 23:52
93. Ama emirlerini (kendilerine emredile ayetleri, kitapları, vahyi)
aralarında parça parça ettiler (ihtilafa düştüler). Hepsinin dönüşü
Bizedir.
94. Kim iman etmiş olarak salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse,
onun çabasıı için kafirlik yapılmaz (yaptıklarının üstü
örtülmez, görmezlikten gelinmez). Onların (eylemlerinin) katibi
Biziz.2
ı “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
2 Benzer
mesajlar: 3:181; 4:81; 10:21; 17:13; 18:49; 19:79; 21:94; 36:12; 43:80; 45:29;
50:18; 54:53; 82:10-12; 86:4.
95. Ve helâk ettiğimiz bir beldeye dönüş
haramdır. Onlar artık dönemezler.
96. Sonunda Yecuc ile Mecuc’un önü açıldığındaı
ve onlar her taraftan üşüştüğünde,
ı Ye’cûc
ve Me’cûc ifadesi, bir kez de 18:94-99 ayetlerinde geçmektedir. MS
2270 yılına kadar, Yüce Allah’ın Kur’an’daki matematiksel mucizesi sayesinde
(Reşat Halife Ek 1) dünya çapında milyarlarca kişi Kur’an’a iman etmiş
olacaktır (9:33, 41:53, 48:28, 61:9). Yecüc ve Mecüc (kötü toplumların alegorik
isimleri) putperestliğin tek kaleleri olacak ve teslim olanlara
saldıracaklardır. İşte o zaman Dünya sona erecektir (15:87, 18:94, Ek 25).
Yecüc ve Mecüc 18:94 ve 21:96 ayetlerinde her bir surenin sonundan 17 ayet önce
geçmektedir; bu onların görünme zamanını işaret ediyor olabilir.
97. Hak (doğru, gerçek) olan vaat (kıyamet) de yaklaştığında,
o kâfirlerin basiretleri (sezgileri) korkudan donakalır: “Bize veylı
(yazıklar) olsun! Şüphesiz ki bundan gaflette idik, meğer biz
zalimlermişiz!”
ı Veyl,
kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır.
98. “Şüphesiz ki sizler ve Allah’ın dışında kulluk (hizmet) ettikleriniz de Cehennemin odunusunuz. Oraya girecek olan
sizlersiniz!”
99. Onlar (o hizmet ettikleri) ilah (yüce
olan) olsalardı oraya girmezlerdi. Onların hepsi de orada ebedî kalacak.
100. Ve orada iç çekip inleyecekler. Onlar,
orada hiçbir şey (haber) de işitemezler.
101. Şüphesiz ki kendilerine Bizden bir hüsna (güzel bir ödül, nimet) geçmiş olanlar, işte
onlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılanlardır.
102. Onun (cehennemin) uğultusunu dahi duymazlar ve onlar, kendi
nefislerinin (kendilerinden olanların) arzuladığı şeylerin (nimetlerin)
içinde ebedî yaşarlar.
Bu ayetler 19:66-72, 39:61 ve 92:15-18 ayetleriyle
birlikte okunmalıdır. Takva sahibi olanlar cehennemden uzak tutulmuş
olacaklardır. Kendilerine korkmayacakları ve üzülmeyecekleri müjdelenen kişiler
de cehenneme hiç girmeyecekler. Mahşer gününün korkunç yapısından güvende
olacak kişilerin bulunacağı 27:89’da da müjdelenmektedir.
103. En büyük korku (kıyamet) dahi onları üzmez. Melekler de “İşte
bu, size vadedilen gününüzdür.” (sözü) ile onları karşılarlar.
ı
“فَزَع” (fez’), ani
bir korku, şok veya ürkme anlamına gelir ve genellikle beklenmedik, ani ve
yoğun bir korku durumunu ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 6 yerde
geçer: 21:103; 27:87, 89; 34:23, 51; 38:22. “خَوْفٍ” (havf)
ise, daha genel bir korkuyu, sürekli endişe veya kaygıyı ifade eder. Bir
tehlike veya zarar ihtimalinden duyulan korkudur.
Yukarıdaki açıklamalar ile 21:103 ile 27:87, 89 ayetlerinden;
müminlerin hesap gününde ani bir korku veya ürperme dahi yaşamayacağı
anlaşılmaktadır.
104. O gün (kıyamet günü) gökleri düreriz; bir kitabın sayfalarını dürer
gibi de yoktan var ederekı yaratmaya başladığımız gibi yeniden
başlatılırsınız.2 Vaadimizdir budur; Şüphesiz ki Biz onu (sözümüzü)
yapacağız.
ı “بَدَأَ”
(bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan
var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez);
12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.
2 “يُعِيدُ”
(yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına
gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.
105. Zikirden
(Tevrat’tan)
sonra Zebur’da da yeryüzüne salih (dürüst ve erdemli) kullarımızın varis olacağını yazdık.
Benzer
mesajlar: 7:129, 137; 14:14; 24:55; 28:5.
Benzer Mesaj Zebur’da da yer alır: “Yeryüzünü
salihler miras alacak ve ebediyen orada oturacaklar.” (Mezmurlar, 37/29)
106. Bunda kulluk eden bir toplum için açık bir mesaj vardır.
107. Ve seni,
âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.
Yüce
Allah, Nebimiz Muhammed’i cümle aleme (insanlar ve cinlere) merhametinin
tecellisi olarak gönderdiğini ifade etmektedir. Bu ayetin vermek istediği mesaj
ile “… Resuller gönderen Biziz. Rabbinden bir rahmet olarak...” mealindeki 44:5-6’da
verilen mesaj birbirini tamamlamakta ve Yüce Allah’ın elçiler göndermesinin
ilahi rahmet ve merhametin tecellisi olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Muhammed’in Nebiliğinin evrensel olduğuyla ilgili benzer mesajlar: 4:79; 6:19; 7:158;
34:28; 36:6; 42:7; 62:2-3.
108. De ki: “Bana, sizin ilahınızın (sizin
için başka en Yüce olan) bir ve tek ilah (En
Yüce olan) olduğu vahyedildi (bildirildi).
O’na teslim olacak mısınız?”
109. Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben, size
düzgün biçimde açıkladım. Size vadedilen şeyin yakın mı yoksa uzak mı olduğunu da
bilmem!
110. Şüphesiz ki O, sözün aleni olanını1 da bilir, gizlediklerinizi2 de bilir.3
1 “جَهْرِ”
(cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek,
açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez
geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110;
49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
3 Benzer
mesajlar: 2:33; 3:29; 5:99; 6:3; 14:38; 20:7; 21:110; 24:29; 27:25; 33:54; 40:19;
60:1; 87:7
111. Onun (azabın geciktirilmesi), sizin için bir sınav mı yoksa
bir sürelik faydalanma1 olduğunu da ben bilmem.”
1 “المتعة” (metâ),
faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a)
sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
112. De ki:ı “Rabbim! hak (adalet) ile hüküm ver. Sizin yanlış
nitelemelerinize2 karşı da Râhmân olan (rahmeti,
alemlerdeki tüm varlıkları kapsayan) Rabbimizin yardımına sığınılır.”
ı Kur’an’ın matematiksel yapısı, 21:112
ayetindeki “قَالَ” (kale) sözcüğünün yanlış yazılmış olduğu, bunun dili geçmiş
zaman kipi değil, “قُلْ” (kul) şeklinde, yani “de, de ki” şeklinde emir kipi
olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. https://elktb.net/A/21/112
2 “تَصِفُو”
(tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış
nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir
etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf)
kökünden türemiştir.
Açıklama:
“Enbiya” yani “nebiler” suresinde 19 kişi doğrudan övülmektedir: Musa
(48), Harun (48), İbrahim (51), Lut, (71), İshak (72), Yakub (72), Nuh (76),
Davud (78), Süleyman (78), Eyyub (83), İsmail (85), İdris (85), Zülkifl (85),
Yunus (87), Zekeriya (89), Yahya (90), Zekeriya’nın eşi (90), Meryem (91), İsa
(91), Muhammed (107).
90’ıncı
ayette Zekeriya Nebi’nin eşinden de söz ediliyor, ancak “Eşini de kendisi için ıslah ettik.” şeklinde eşinin kendisi için ıslah edildiğinden
söz ediliyor.