21. ENBİYÂ SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 73. suredir. İçinde birçok nebinin kıssası anlatıldığı için “Nebiler” anlamına gelen “enbiyâ” adını almıştır. Sure 112 ayettir.

Nebe: çok önemli haber anlamının yanında, faydalı ve şüphe içermeyen ilim anlamına da gelmektedir. Hem “nebe” sözcüğünün tanımı hem de 6:89 ayetinde yer alan “Onlar, kendilerine kitap, hüküm (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve nübüvvet (nebilik görevi) verdiklerimizdir.” ifadesi bir bütün olarak ele alındığında; “nebi” sözcüğünün de Kur’an’a göre kendilerine kitap ve faydalı ve şüphe içermeyen ilim (lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) verilen elçi” anlamına geldiği kanaati oluşmaktadır.

 “nebi” נביא sözcüğü, İbranice’de de nebi, önceden haber veren, öngören, resul anlamlarına gelir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. İnsanlar için hesap yaklaştı. Oysa onlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.

2. Onlar, Rablerinden kendilerine gelen her yeni zikri (vahyi) ancak eğlenerek (oyun konusu edinerek, alay ederek) dinlerler.

Kur’an, Nebimiz Muhammed’e verilen biricik mucizedir (29:51). Onun dönemindeki müşrikler, bir kitabın tek başına mucize olamayacağını ileri sürerek, geçmişteki elçilerinkine benzer mucizeler istediler (11:12; 17:90-95; 25:7, 8; 37:7-8). Kur’an’ın matematiksel mucizesinin 1974 yılında ortaya çıkması karşısında günümüz müşrikleri de aynı tavrı gösterdiler. Matematiksel mucize ile gelen elçi, dinin sadece Allah’a hasredilmesini ve sadece Kur’an’a uyulması gerektiğini bildirince, “Kur’an’da matematik mi olurmuş?” diye mesajı inkâr ettiler. Kur’an’ın matematiksel mucizesini keşfetmek için seçilen adam, Müslimleri sadece Allah’a kul olmaya, din adamlarını ve nebileri O’na ortak koşmamaya çağırdığında müşriklerin tepkisini aldı ve 1990 yılında mescitte öldürüldü. Benzer mesaj: 26:5.

3. Kalpleri pervasızdır. Zalimler de gizlice fısıldaştılar: “Bu, sizin misliniz (benzeriniz) bir beşer (canlı, insan) değil mi? Şimdi göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?”

Tevrat (Malaki 3:1) ve Kuran (3:81), Allah’ın Antlaşma Resulü’nin gelişini önceden haber vermesine rağmen, ‘en büyük mucizelerden biri’ (74:30-35) ile desteklenerek göründüğü zaman ilgisizlikle ve muhalefetle karşılandı. Her bir ‘yeni’ kanıta karşı gelinir şeklindeki ilahi beyan, Arapların Kuran’ın mucizesine muhalefeti ile kanıtlanmış oldu (Bakınız: Reşat Halife Ek 1 & 2).

4. De ki: “Rabbim, gökte ve yerde konuşulanı bilir. Ve O, semiul-alim’dir (Her şeyi Bilip İşitendir).

5. Bilakis, dediler ki: “Boş bir hayaldir. Bilakis, onu o uydurdu. Bilakis, o, bir şairdir. Öyleyse, öncekilere gönderilenler gibi bize bir ayet (kanıt, mucize) gösterse ya!”

6. Kendilerinden önce helak ettiğimiz hiçbir şehir (halkı) iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler!

7. Senden önce de adamlardan başkasını resul olarak göndermedik. Onlara vahyediyorduk. Bilmiyorsanız Ehl-i Zikir’e sorun. 2

ı Burada geçen “rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı içermeksizin insan türüne verilmiş bir sıfattır. Bu ayette erkeklerle birlikte kadınlar da zikredilmektedir.

2 Bu ayet aynı cümlelerle 16:43 ayetinde de tekrarlanmaktadır. 21:48 ayetine göre zikirden kastedilenin Tevrat olduğu kanaatindeyiz.

8. Onları (elçileri), yemek yemeyen varlıklar olarak da yaratmadık; (bu dünyada ebedi) kalıcı da değillerdi.

Bu ayet 21:34 ve 39:30 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Bu ayet ile, İsa ve Muhammed de dâhil bütün elçilerin ebedî bir hayat sahibi ve görevli olmadıkları bildirilmektir.

9. Sonra onlara verdiğimiz vaadi yerine getirdik. Böylece onları ve istediklerimizi kurtardık; müsrifleriı (haddi aşanları) de helak ettik.

ı “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.

10. “Andolsun ki size bir kitap indirdik; içinde zikriniz (size bildirilen öğütleri) vardır. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?”

11. Ve zalim olan beldelerden nicelerini kırıp geçirdik. Onların ardından da başka bir topluluk inşa ettik (yarattık).

12. Azabımızı hissettikleri zaman da ondan kaçmaya çalışıyorlardı.

13. “Kaçmayın! Şımartıldığınız şeylere ve yurtlarınıza dönün. Hesaba çekileceksiniz!”

14. Dediler ki: “Veylı olsun bize! Gerçekten de zalimlermişiz!”

ı  Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

15. Onları yere serilmiş, biçilmiş (bir ekin gibi) yapıncaya kadar bu feryatları kesilmedi.

16. Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye de yaratmadık. (Benzer mesajlar: 3:191; 38:27; 44:38)

17. Bir oyalanma edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Eğer yapacak olsaydık böyle yapardık.

18. Bilakis, Hakkı (gerçeği, hakikati) batılın (Allah’ın buyruklarına aykırı olanın, geçersiz olanın) üzerine atarız. O da onu ezer ve böylece batıl yok olur.ı Yanlış nitelemelerinizden2 dolayı da size veyl (yazıklar)3 olsun!

            ı “زَهَقَ” (zeheke) sözcüğü, yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi anlamlara  gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.

2 “تَصِفُو” (tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

3 Veyl, kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır. Benzer mesajlar: 7:118; 17:81; 34:48-49.

19. Ve göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. Ve O’nun yanında bulunanlar (mele-i âla), O’na kulluk (hizmet, ibadet) etmekten kibirlenmezler (büyüklük taslamazlar) ve yorulmazlar (usanmazlar).

20. Onlar, gece gündüz ara vermeden1 tesbih2 ederler.

            1 “يَفْتُرُونَ” (yefturune), "Gevşetilmek", "hafifletilmek", "ara verilmek" gibi anlamlara gelen “ف-ت-ر” (fe, te, râ) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 3 kelime geçer: 5:19; 21:20; 43:75.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

21. Yoksa onları yerden yayacakı birtakım ilahlar mı edindiler?

ıAçılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

22. Eğer ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’ın dışına ilahlar olsaydı, ikisi de fesada (kaosa) uğrardı. Sûbhân (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) olan Arşın Rabbi Allah’ı nasıl yanlış niteliyorları?

ı عَمَّا يَصِفُونَ” (amme yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından, nitelemelerinden, tanımlamalarından, isnat ettiklerinden, yanlış nitelemelerinden, yakıştırmalarından” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

23. O’na ne yaptığı sorulmaz; ancak onlar (yaptıklarından ve yapmaları gerekirken yapmadıklarından) sorulurlar (sorgulanırlar).

24. Yoksa O’nun peşi sıra birtakım ilahlar mı edindiler? De ki: “Burhanınızı (ilahi delilinizi, kanıtınızı) getirin! Bu, benimle birlikte olanların zikridir, benden öncekilerin de.” Ancak onların çoğu hakkı (gerçeği) bilmedikleri için yüz çevirirler.

25. Senden önce de hiçbir elçi göndermedik ki ona, “Benim dışımda ilah (Yüce olan) yoktur, bana kulluk (hizmet) edin!” diye vahyetmiş (bildirmiş) olmayalım.

26. Ve “Râhmân evlat edindi.” dediler. O Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Bilakis onlar (melekler), kerim (saygın, onurlu)1 kullardır.2

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

2 Meleklerin de Yüce Allah’ın birer kulu olduklarıyla ilgili ayetler: 4:172; 18:65; 43:19.

27. O’nunla sözü ile çekişmezler1 (üstün gelmeye çalışmazlar) ve onlar, O’nun emrine göre çalışırlar.2

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

2 Melekler kendi tercihlerine göre hareket edemezler; Yüce Allah’ın verdiği emirleri harfiyen uygularlar ve herhangi bir kusurda bulunamazlar. Benzer mesajlar: 6:61; 16:50; 19:64; 21:27; 66:6.

28. Onların önlerinde olanı da arkalarında olanı da bilir. Razı olduğundan başkasına da şefaat edemezler. Onlar, O’nun haşyetinden (O’na olan saygıları ve korkularından dolayı) titrerler!

Şefaat efsanesi, Şeytan’ın en etkili yemidir. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

29. Onlardan kim, “O’nun dışında ben de bir ilahım” derse; işte ona cehennemle ceza (karşılık) veririz. Zalimlere işte böyle ceza veririz.

30. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler, onun üstünü bilerek örtenler) görmediler mi ki gökler ve yer bir bütündü. Sonra Biz ikisini ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Buna rağmen iman etmeyecekler mi?

Evrenin 10-15 milyar yıl kadar önce büyük bir patlama sonucu oluştuğunu ileri süren Bing Bang teorisi, Kur’an tarafından 14 asır önceden bildirilmektedir. Bu teori, artık kozmik bir gerçektir. 51:47 ayeti de evrenin genişlemekte olduğunu bildirir. Biyolojik hayat için suyun vazgeçilmez bir koşul olduğu da bilinen bir gerçektir.

31. Ve onları sarsar diye yeryüzüne sabitleniş kütleler yerleştirdik.ı  Yollarını da bulsunlar diye orada geniş yollar yaptık.

ı “Ravasiye” “sabitlenmiş ağırlıklar, kütleler” ile ilgili açıklama 13:3 ayetinde yer alır.

32. Göğü de korunup gözetilen bir tavan yaptık. Onlar, hâlâ O’nun ayetlerinden (kanıtlarından) yüz çeviriyorlar.

Bilgi ayeti: Işınım ve diğer evrensel ışınlarla birlikte sonsuz sayıdaki gökcisimleri de uzay boşluğundan dünyaya doğru sürekli olarak yağarlar. Yaklaşık sekiz yüz kilometre kalınlığındaki atmosfer katmanları, bu saldırılara karşı dünyayı korumaktadır.

33. O, geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratandır. Hepsi bir felekte (rotada, yörüngede) yüzerler.

34. Senden önce de hiçbir beşere (canlıya, insana) ebedi bir hayat vermedik. Sen öleceksin de onlar ebedi mi kalacaklar?

35. Her nefs (can) ölümü tadıcıdır.ı Sizi imtihan etmek için hayır (iyilik, bolluk, refah) ile de şer (sıkıntı, kötülük) ile de sınarız. Bize döndürüleceksiniz. (ı Benzer mesajlar: 3:185; 21:35; 29:57; 39:30)

36. Kafirler seni gördükleri zaman, “Sizin ilahlarınızı zikreden (onları diline dolayan) bu mu?” diye alaya alırlar. Onlar, Râhmân’ın zikrini (vahyini) küfrediyorlar (örtüyor, inkâr ediyorlar).

37. İnsan aceleden (tezcanlı, sabırsız bir tabiata sahip) yaratılmıştırı. Size ayetlerimi göstereceğim. O halde benden acele istemeyin.

38. Ve diyorlar ki: “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir) iseniz, bu vaat ne zaman?”

Bu ayet, 10:48, 21:38, 27:71, 34:29, 36:48 ve 67:25 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

39. Kafirler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacaklarını ve onlara yardım edilmeyeceğini bir bilselerdi!

40. Bilakis o (azap), ansızın onlara gelir ki dona kalırlar ve onu (azabı) geri döndüremezler. Kendilerine mühlet de verilmeyecek.

Benzer mesajlar: 6:31, 47; 7:187; 12:107; 21:40; 22:55; 26:202; 29:53; 39:55; 43:66; 47:18.

41. Senden önceki resullerle de alay edilmişti. Fakat alaya aldıkları şey, alay edenleri kuşatıverdi.

Bu ayet, 6:10 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Allah’ın görevlendirdiği elçilerle alay edildiğinin belirtildiği ayetler: 9:65, 66; 13:32; 15:10, 11, 95; 18:106; 25:41; 40:83.

42. De ki: “Gece ve gündüz Râhmân’dan sizi kim koruyabilir?” Hayır, onlar Rablerinin zikrinden (mesajından) yüz çevirirler.

43. Yoksa onları, Bize karşı savunacak ilahları mı varmış? Onların kendilerine bile yardım etmeye güçleri yetmez. Biz de onlara sahip çıkmayız.

44. Hayır! Onları da babalarını da uzun ömürleri boyunca faydalandırdık. Yeryüzüne de gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?ı Üstün gelen onlar mıymış?

ı Bu ayet 13:41 ayetiyle birlikte okunmalıdır.

45. De ki: “Ben, sizi sadece vahiy ile uyarıyorum.” Ancak sağırlar uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmez.

46. Onlara da Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, “Veylı (yazıklar) olsun bize! Demek ki biz zalimlerdenmişiz!” derler.

ı  Veyl, kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır.

47. Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. (Yapılan iş) bir hardal danesi (habbesi, tahıl tanesi) ağırlığınca da olsa, onu (teraziye) getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

48. Musa ile Harun’a da takva sahipleri (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) için bir ışık ve bir zikir (hatırlatıcı, dikkat çeken) olan Furkan’ıı verdik.

ı Furkan; Hak ile batılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran ölçü demektir.

49. Onlar, Rablerini görmedikleri halde, O’na huşu (içten derin bir saygı) duyarlar. Onlar, Kıyamet Gününün hesabından ürperirler.

50. Bu, indirdiğimiz mübarek (kutsanmış, mukaddes, bereketli) bir zikirdir. Şimdi onu inkâr mı edeceksiniz?

51. İbrahim’e de rüşdünüı vermiştik. Biz, onu biliyorduk.

ıRüşd, doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek, o yetkinlikte olmak demektir. Rüşd ile ilgili açıklama 2:186 ayetinde yer alır. 

Bu ayet, 6:74-77’deki mesajın doğru anlaşılması için son derece önemlidir. Allah’ı keşfetme konusunda İbrahim mi çok zekiydi yoksa onun kurtulmayı hak ettiğini bildiği için Yüce Allah mı ona anlayış bahşetti? Anlaşıldığı üzere, tüm bu dünya, aramızda kurtarılmayı hak edenleri günahtan kurtarmak için yaratıldı. Melekler tüm asilerin, insanların ve cinlerin, Yüce Allah’ın hükümranlığından sürülmesi gerektiğini önerdiklerinde, Yüce Allah ‘Şüphesiz ki Ben, bilmediklerinizi bilirim.’ (2:30) demişti.

52. Babasına ve kavmine, “Sizin şu tapıp durduğunuz heykeller nedir?” demişti.

53. “Atalarımızı onlara kulluk (hizmet) ederken gördük.” dediler.

54. “Doğrusu siz ve atalarınız apaçık bir sapkınlık içindesiniz!” dedi.

55. “Bize hak (gerçek, hakikat) olanı mı getirdin, yoksa bizimle oyun mu oynuyorsun?” dediler.

56. Dedi ki: “Hayır! Sizin Rabbiniz, göklerin (evrenlerin) ve yerin (Dünya’nın) Rabbidir. Onları yarıp/yaratıp ortaya çıkarandır. Ben de buna tanıklık edenlerdenim.”

Buradaki tanıklığın, 12:26-28 ayetlerindeki gibi akıl ve delil yoluyla bir şeye tanık olunması şeklinde olduğu düşünülmektedir.

57. Ve tallahiı, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınıza bir plan2 uygulayacağım!”

ı “Tallahi” (Allah’a yemin olsun ki), Kur’an’da 9 defa geçen bir yemindir (12:73,85,91,95; 16:56,63; 21:57; 26:97; 37:56)

            2 كَيْد” (keyd) sözcüğü, Arapça’da genellikle “plan, komplo, hile ve tuzak” anlamlarına gelir.

58. Sonunda onları parça parça etti. Ancak belki ona müracaat ederler diye en büyük puta dokunmadı.

59. “İlahlarımıza bunu kim yaptıysa o zalimlerdendir.” Dediler.

60. “Kendisine İbrahim denilen bir gencin onları zikrettiğini (diline doladığını) duyduk.” dediler.

61. “Onu insanların huzuruna çıkarın, belki tanıklık eden çıkar” dediler.

62. Dediler ki: “Ey İbrahim! İlâhlarımıza bunu sen mi yaptın?”

63. “Bilakis! O halde onların şu büyükleri yapmıştır. Kendilerini ifade edebiliyorlarsaı onlara sorun!” dedi.

ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek, söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85; 37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.

64. Kendilerine döndüler (şaşkın bir şekilde) ve dediler ki: “Zalim olanlar sizlersiniz sizler!”

65. Sonra eski fikirlerine döndüler, “Sen de biliyorsun ki bunlar kendilerini ifade edemez.” dediler.

66. Dedi ki: “O halde, size fayda da zarar da sağlamayan Allah’ın dışındaki şeylere mi kulluk (hizmet) ediyorsunuz?

67. Size de Allah’ın dışında kulluk ettiklerinize de öf1 olsun! O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

1 “uffin” ifadesi ile ilgili açıklama 17:23’te yer alır.

68. Bir şeyler yapacaksanız, onu yakıp ilahlarınıza (sizin için en Yüce olanlara) destek çıkın!” dediler.

69. Dedik ki: “Ey ateş! İbrahim’e serinlik ve selâmet ol!”

“selâmet” (esenlik) olmadan “serinlik”, İbrahim’in donmasına neden olurdu.

70. Ona bir komplo kurmak istediler, Biz de onları hüsrana uğrattık!

71. Ve onu da (yeğeni) Lut’u da âlemler için bereketliı kıldığımız toprağa ulaştırdık ve kurtardık.

ı Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.

72. Ve ona (oğlu) İshak’ı ve (torunu) Yakub’u nafile olarakı armağan ettik2 ve hepsini salihlerden (ahlaklı ve erdemli) kıldık.

ı “نَافِلَة” (nafile) sözcüğü, “fazladan, ek olarak” veya “isteğe bağlı” bağlı gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Nafile sözcüğü Kur’an’da 2 kez geçer: 17:79; 21:72.

2 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

73. Ve onları, emirlerimizle hidayet eden (insanlara rehberlik eden) önderler kıldık. Ve onlara hayrat (hayırlı işler) yapmayı, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapmayı1 ve zekâtı vermeyi vahyettik (bildirdik).2 Onlar da Bize kulluk (hizmet) eden kimselerdi.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Kur’an’ın indirildiği dönemde de Allah’ın emrettiği dini görevler, bazı tahrifatla birlikte İbrahim’den geldiği biçimiyle biliniyordu. Mekke müşrikleri de oruç, salat, zekât ve hac ibadetinden habersiz insanlar değildi. Bakınız: 2:128; 16:123; 22:78.

74. Lut’a da hüküm (bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve ilim (bilgi) verdik ve onu habisı işler yapan kentten kurtardık. Onlar sapkın ve kötü bir halktı.

ı Habis: Kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, kötü, hileli demektir. (Açıklama 2:267 ayetindedir.)

75. Ve onu merhametimize dahil ettik. O da salihlerden idi.

76. Ve Nuh’u (an). Bize dua etmişti, Bunun üzerine ona karşılık verdik; böylece onu ve ehlini (ailesini) âzîm (büyük) bir sıkıntıdan kurtardık.

37:76 ve 115’te de geçen “karbi’l-’azîym” tamlaması “büyük sıkıntı”, “müthiş felaket”, “korkunç bela” gibi anlamlar içermekte ve yaşanan olay bağlamında kavminin tufanda boğulması hadisesi kastedilmektedir.

77. Ve kavmine karşı ona yardım ettik. Onlar, ayetlerimiz ile1 yalanlayan kimselerdi. Şüphesiz ki onlar kötü bir halktı, bunun üzerine hepsini suya gömdük2.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, Nuh kavminin kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan birer “müşrik” olduğu ve Allah’ın ayetlerini (Nuh’tan önce gelen nebilere ait ayetleri) kendilerince delil göstererek Nuh’a  indirilmiş vahye karşı çıktıkları anlaşılır. “Allah’ın ayetlerini” şeklinde yanlış  çevrildiğinde ise, Nuh kavminin, Allah’ın ayetlerini hiç görmemiş ya da Allah’ın ayetlerinden hiç haberdar olmamış kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algıya neden olur. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

2 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

78. Davud’u ve Süleyman’ı da (an)! İçinde, halkın koyunlarının yayıldığı bir ekin ile ilgili hüküm veriyorlardı. Biz de onların hükmüne tanıklık ettik.

Benzer bir hakemlik olayı da Tevrat’ta (I. Krallar, 3:16-28) yer alır. Davud Nebi ile ilgili açıklamalar 2:251’de, oğlu Süleyman Nebi ile ilgili açıklamalar ise 2:102’de yer alır.

79. Süleyman’a da onu anlama yeteneği verdik. Hepsine de hüküm (hikmet, bilgelik) ve ilim verdik. Davud ile beraber (Allah’ı) tesbih1 etsinler  diye de dağları ve kuşları buyruk altına aldık.2  Bunları yapan Bizdik.

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

2 Benzer mesajlar: 21:79; 27:16-17; 34:10; 38:18-20

80. Ve ona, sizi sıkıntıdan (çarpışmanın şiddetinden) koruyacak (zırhlı) giysiler yapmayı öğrettik. Şükredecek misiniz?

81. Savuranı rüzgar da Süleyman’ın emriyle içini bereketliı kıldığımız topraklara eserdi. Ve her şeyi bilen Biziz.

ı “عَاصِفٍۜ” (‘âsifîn) sözcüğü, “savuran, dağıtan” anlamlarına gelir. Kur’an’da 6 yerde bu kökten türemiş sözcük geçmektedir: 10:22; 14:18; 21:81; 55:12; 77:2; 105:5.

2 Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.

82. Şeytanlardan (cinlerden, aldatanlardan, saptıranlardan) da kendisi için dalgıçlık eden, ondan başka işler de yapanlar vardı. Onların gözeteni de koruyucuları da Bizdik.

83. Eyyub’u da (an)! Hani o, “Bana bir dert dokundu, Sen de Erhamur Rahiminsin (Merhamet edenlerin en merhametlisisin).” diye Rabbine seslenmişti.

Duanın sözleri çok ilgi çekicidir. Nebi Eyyub, çektiği sıkıntıdan bahseder, ancak Rabbine, “Sen Merhamet edenlerin en merhametlisisin” demekten başka bir şey söylemez. Bu, onun sabırlı, soylu ve mutmain olan kişiliğinin bir göstergesidir. Eyyub’un şikâyet ettiği rahatsızlığın, bedensel mi yoksa manevi bir hastalık mı olduğu belirtilmiyor.  Bkz: 38:41.

84. Biz de ona karşılık verdik ve ne derdi varsa giderdik. Katımızdan da bir rahmet, kulluk edenlere de bir zikir (hatırlatıcı) olarak hem ehlini (yakınlarını) hem de benzerini kendisine verdik.

 Eyyub Nebi’nin öyküsü, Tevrat’ın Eyüp bölümünde ayrıntılı olarak yazılıdır. Zebur, Eyüp 42:10-13 ayetleri, özetle, şöyledir: “Eyüp, dostları için yakarışta bulunduktan sonra, Rab, onu eski gönencine kavuşturup, önceki varlığının iki katını verdi. Erkek ve kız kardeşleri, eski tanıdıklarının hepsi Eyüp’ün yanına gelerek, onunla birlikte evinde yemek yediler. Acısını paylaşıp, Rabbin başına getirmiş olduğu yıkımlardan ötürü onu avuttular. Her biri, ona bir parça gümüş, bir de altın halka verdi. Rab, Eyüp’ün sonrasını, öncesinden bereketli kıldı. On dört bin koyuna, altı bin deveye, bin çift öküze, bin eşeğe sahip oldu; yedi oğlu, üç kızı oldu.”

85. İsmail’i de İdris’i de Zülkifl’i de (an). Onların hepsi de sabredenlerdendi. (Allah’a dayanan ve kendilerine yapılanlara boyun eğmeyen kişilerdi).

86. Ve onları rahmetimize kattık. Onlar, salihlerdendiler (dürüst ve erdemli).

87. Zan-nun’uı da (an)! Hani gazaplanmış (öfkelenmiş) ve gitmişti.2 Ve gücümüzün yetmeyeceğini sandığı bir anda, karanlıklar içinde, “Senin dışında ilah (Yüce olan) yoktur. Sen Sûbhân’sın! Gerçekten de ben zalimlerdenmişim!” diye yalvarmıştı.3

Yunus Nebi ve kavmi ile ilgili açıklama 10:98’de yer alır.

ı Zan-nun: İsminde ‘Nun’ harfi bulunan demektir ve bununla Nebi Yunus kastedilmektedir. Yunus ismi Kur’an boyunca dört kez Yunus olarak geçer. Fakat Nun harfi ile başlayan Nun diye ünlenen surede Yunus, Sahib-ül Hut yani Balığın Arkadaşı biçiminde söz edilir (68:48). İsminde Nun harfi bulunan bir nebiye, Nun harfi ile başlayan bir surede, içinde Nun harfi bulunmayan bir ifadeyle referansta bulunması o suredeki Nun harfinin tekrarlanma sayısıyla (133 = 7x19) yakından ilgili olup Yüce Allah, bunu 21:87 ayetinde desteklemektedir.

2 Yunus, elçilik görevinin ilk aşamasında bir tercih hatası yapmış, ancak bu davranışı kendisine oldukça pahalıya mal olmuştu. O, Yüce Allah’ın izin vermesini beklemeden görev yerini terk ederek başka bir yere doğru yola çıkmıştı.

3 “la ilahe illa ente Sûbhâneke inni kuntu minez zalimin” duası çok özel dualardan biridir. Anlamı; Senin dışında ilah yoktur. Sen Sûbhân’sın. Senin buyrukların uymayarak zulmedenlerden oldum.

88. Ona (duasına) karşılık verdik ve onu gamdan kurtardık. Müminleri işte böyle kurtarırız.

Benzer mesajlar: 37:139-142; 68:48-50.

Yunus’un balık karnındaki yakarışı, Tevrat (Yunus 2:1-10) ve İncil’de (Matta 12:40) de yer alır.

89. Zekeriya’yı da (an)! Rabbine “Rabbim! Beni yalnız bırakma. Ve Sen vârislerin hayırlısısın.” diye yalvarmıştı.

90. Ve ona karşılık verdikı ve ona Yahya’yı armağan ettik2. Eşini de kendisi için ıslah ettik. Şüphesiz ki onlar, hayırlı işlerde yarışırlardı. Huşu (saygı ve korku) ile de Bize yönelerek3 dua ederlerdi. Ve Bize karşı huşulu idiler.

ı Kur’an boyunca çoğul kipinin kullanılması meleklerin iştirakine işaret etmektedir. 3:39 ayetinden ve  konu ile ilgili olan Tevrat ayetlerinden görüleceği üzere, melekler Yahya ile ilgili müjdeyi verirken Zekeriya ile yoğun olarak ilgilendiler.

2 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

3 “فَارْغَبْ” (fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.

91. Mahremini1 koruyanı2 (Meryem’i) da (an)3. Ona ruhumuzdan üfledik4 ve hem onu hem de oğlunu âlemler için bir ayet (mucize) kıldık.5

                1 Bu kelime, “açıklık”, “boşluk” veya “yarık” anlamlarına gelen “فَرْجٌ” (ferc) kökünden türemiştir. “Ferc” kelimesi, Kur’an’da ayrıca bedenin açık ya da ayrık alanlarını belirtmek ve insanların mahrem bölgeleriyle ilgili durumları ifade etmek için de kullanılmıştır.  Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:21:91; 23:5; 24:30, 31; 33:35; 50:6; 66:19; 70:29; 77:9.

            2 “اَحْصَنَتْ” (ahsenet) kelimesi, “korunak,” “sığınak” anlamına gelen “حصن” (h-s-n) kökünden türemiştir ve “korudu”, “sığınak yaptı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5 (3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.

3 Nebilerden söz edilen bu sure dikkatlice incelendiğinde Meryem’den de söz edilmekte olduğunu görüyoruz. İlk bakışta İsa için söz ediliyormuş gibi görünüyor olsa da “Nuh’u da (an).” … Zekeriya’yı da (an)!” şeklindeki ifadenin bu ayette de “Mahremini koruyanı (Meryem’i) da (an).” şeklinde Meryem için de kullanıldığını görüyoruz. Bu nedenle Nebiler Suresinde anılan Meryem’in de nebi olduğu kanaatindeyiz. 

Ayrıca; Nebilerin, kendilerinden önceki kitapları tasdik ettiğini de birçok ayette görüyoruz. Bu nedenle; 66:12 ayetinde yer alan “İffetini koruyan İmran kızı Meryem’i de (örnek vermektedir). Rabbinin kelimelerini (ayetlerini, sözlerini) ve kitaplarını da tasdik etti (doğruladı).” şeklindeki ifadeden, Meryem’in de Allah’ın kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden bir Nebi olduğunu anlıyoruz.

4 İsa Nebi’nin doğumunun Adem’inkinden farklı olmadığına dikkat edilmelidir. Çünkü her iki durumda da Arapça metindeki ifadeler aynıdır. (Bkz: 38:71-72) Bunun yanı sıra 91’inci ayette İsa Mesih’in doğuşu anlatılırken hemen hemen aynı kelimeler kullanılmıştır. (Bkz: 4:171 ve 66:12) Bizzat Allah, İsa’nın yaratılışının Adem’in yaratılışı gibi olduğunu bildirmiştir (3:59). Bu ayetlerin ışığında Allah’ın “Ona ruhumuzdan üfledik” gibi sözleri mucizevî doğumlar için kullandığı sonucuna varabiliriz.

5 Benzer mesajlar: 23:50; 66:12.

92. Sizin ümmetiniz, vahid (bir ve tek) ümmettir (dindir).ı Ben de sizin Rabbinizim (Sahibinizim, Efendinizim), Bana kulluk (hizmet) edin.

ı Benzer mesajlar: 2:213; 10:19; 23:52

93. Ama emirlerini (kendilerine emredile ayetleri, kitapları, vahyi) aralarında parça parça ettiler (ihtilafa düştüler). Hepsinin dönüşü Bizedir.

94. Kim iman etmiş olarak salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, onun çabasıı için kafirlik yapılmaz (yaptıklarının üstü örtülmez, görmezlikten gelinmez). Onların (eylemlerinin) katibi Biziz.2

ı “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.

2 Benzer mesajlar: 3:181; 4:81; 10:21; 17:13; 18:49; 19:79; 21:94; 36:12; 43:80; 45:29; 50:18; 54:53; 82:10-12; 86:4.

95. Ve helâk ettiğimiz bir beldeye dönüş haramdır. Onlar artık dönemezler.

96. Sonunda Yecuc ile Mecuc’un önü açıldığındaı ve onlar her taraftan üşüştüğünde,

ı Ye’cûc ve Me’cûc ifadesi, bir kez de 18:94-99 ayetlerinde geçmektedir. MS 2270 yılına kadar, Yüce Allah’ın Kur’an’daki matematiksel mucizesi sayesinde (Reşat Halife Ek 1) dünya çapında milyarlarca kişi Kur’an’a iman etmiş olacaktır (9:33, 41:53, 48:28, 61:9). Yecüc ve Mecüc (kötü toplumların alegorik isimleri) putperestliğin tek kaleleri olacak ve teslim olanlara saldıracaklardır. İşte o zaman Dünya sona erecektir (15:87, 18:94, Ek 25). Yecüc ve Mecüc 18:94 ve 21:96 ayetlerinde her bir surenin sonundan 17 ayet önce geçmektedir; bu onların görünme zamanını işaret ediyor olabilir.

97. Hak (doğru, gerçek) olan vaat (kıyamet) de yaklaştığında, o kâfirlerin basiretleri (sezgileri) korkudan donakalır: “Bize veylı (yazıklar) olsun! Şüphesiz ki bundan gaflette idik, meğer biz zalimlermişiz!”

ı  Veyl, kelimesi ile ilgili açıklama 21:14 ayetinde yer alır.

98. “Şüphesiz ki sizler ve Allah’ın dışında kulluk (hizmet) ettikleriniz de  Cehennemin odunusunuz. Oraya girecek olan sizlersiniz!”

99. Onlar (o hizmet ettikleri) ilah (yüce olan) olsalardı oraya girmezlerdi. Onların hepsi de orada ebedî kalacak.

100. Ve orada iç çekip inleyecekler. Onlar, orada hiçbir şey (haber) de işitemezler.

101. Şüphesiz ki kendilerine Bizden bir hüsna (güzel bir ödül, nimet) geçmiş olanlar, işte onlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılanlardır.

102. Onun (cehennemin) uğultusunu dahi duymazlar ve onlar, kendi nefislerinin (kendilerinden olanların) arzuladığı şeylerin (nimetlerin) içinde ebedî yaşarlar.

Bu ayetler 19:66-72, 39:61 ve 92:15-18 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Takva sahibi olanlar cehennemden uzak tutulmuş olacaklardır. Kendilerine korkmayacakları ve üzülmeyecekleri müjdelenen kişiler de cehenneme hiç girmeyecekler. Mahşer gününün korkunç yapısından güvende olacak kişilerin bulunacağı 27:89’da da müjdelenmektedir.

103. En büyük korku (kıyamet) dahi onları üzmez. Melekler de “İşte bu, size vadedilen gününüzdür.” (sözü) ile onları karşılarlar.

            ı “فَزَع” (fez’), ani bir korku, şok veya ürkme anlamına gelir ve genellikle beklenmedik, ani ve yoğun bir korku durumunu ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 6 yerde geçer: 21:103; 27:87, 89; 34:23, 51; 38:22.             “خَوْفٍ” (havf) ise, daha genel bir korkuyu, sürekli endişe veya kaygıyı ifade eder. Bir tehlike veya zarar ihtimalinden duyulan korkudur.

Yukarıdaki açıklamalar ile 21:103 ile 27:87, 89 ayetlerinden; müminlerin hesap gününde ani bir korku veya ürperme dahi yaşamayacağı anlaşılmaktadır.

104. O gün (kıyamet günü) gökleri düreriz; bir kitabın sayfalarını dürer gibi de yoktan var ederekı yaratmaya başladığımız gibi yeniden başlatılırsınız.2 Vaadimizdir budur; Şüphesiz ki Biz onu (sözümüzü) yapacağız.

ı “بَدَأَ” (bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.

2 “يُعِيدُ” (yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.

105. Zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yeryüzüne salih (dürüst ve erdemli) kullarımızın varis olacağını yazdık.

Benzer mesajlar: 7:129, 137; 14:14; 24:55; 28:5.

Benzer Mesaj Zebur’da da yer alır: “Yeryüzünü salihler miras alacak ve ebediyen orada oturacaklar.” (Mezmurlar, 37/29)

106. Bunda kulluk eden bir toplum için açık bir mesaj vardır.

107. Ve seni, âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.

Yüce Allah, Nebimiz Muhammed’i cümle aleme (insanlar ve cinlere) merhametinin tecellisi olarak gönderdiğini ifade etmektedir. Bu ayetin vermek istediği mesaj ile “… Resuller gönderen Biziz. Rabbinden bir rahmet olarak...” mealindeki 44:5-6’da verilen mesaj birbirini tamamlamakta ve Yüce Allah’ın elçiler göndermesinin ilahi rahmet ve merhametin tecellisi olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Muhammed’in Nebiliğinin evrensel olduğuyla ilgili benzer mesajlar: 4:79; 6:19; 7:158; 34:28; 36:6; 42:7; 62:2-3.

108. De ki: “Bana, sizin ilahınızın (sizin için başka en Yüce olan) bir ve tek ilah (En Yüce olan) olduğu vahyedildi (bildirildi). O’na teslim olacak mısınız?”

109. Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben, size düzgün biçimde açıkladım. Size vadedilen şeyin yakın mı yoksa uzak mı olduğunu da bilmem!

110. Şüphesiz ki O, sözün aleni olanını1 da bilir, gizlediklerinizi2 de bilir.3

1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

3 Benzer mesajlar: 2:33; 3:29; 5:99; 6:3; 14:38; 20:7; 21:110; 24:29; 27:25; 33:54; 40:19; 60:1; 87:7

111. Onun (azabın geciktirilmesi), sizin için bir sınav mı yoksa bir sürelik faydalanma1 olduğunu da ben bilmem.”

            1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.  

112. De ki:ı “Rabbim! hak (adalet) ile hüküm ver. Sizin yanlış nitelemelerinize2 karşı da Râhmân olan (rahmeti, alemlerdeki tüm varlıkları kapsayan) Rabbimizin yardımına sığınılır.”

ı Kur’an’ın matematiksel yapısı, 21:112 ayetindeki “قَالَ” (kale) sözcüğünün yanlış yazılmış olduğu, bunun dili geçmiş zaman kipi değil, “قُلْ” (kul) şeklinde, yani “de, de ki” şeklinde emir kipi olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. https://elktb.net/A/21/112

2 “تَصِفُو” (tasifū) fiili, “vasıflandırmak, nitelendirmek, tanımlamak, isnat etmek, yanlış nitelendirmek, yakıştırmak” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف” (vasf) kökünden türemiştir.

 

Açıklama: “Enbiya” yani “nebiler” suresinde 19 kişi doğrudan övülmektedir: Musa (48), Harun (48), İbrahim (51), Lut, (71), İshak (72), Yakub (72), Nuh (76), Davud (78), Süleyman (78), Eyyub (83), İsmail (85), İdris (85), Zülkifl (85), Yunus (87), Zekeriya (89), Yahya (90), Zekeriya’nın eşi (90), Meryem (91), İsa (91), Muhammed (107).

90’ıncı ayette Zekeriya Nebi’nin eşinden de söz ediliyor, ancak “Eşini de kendisi için ıslah ettik.” şeklinde eşinin kendisi için ıslah edildiğinden söz ediliyor.