Sure, Medine döneminde
inmiştir ve nüzul sırasına göre 102. suredir. Adını 35’inci ayette anlatılan “nur”
ifadesinden almıştır. Sure 64 ayettir.
Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Bu, indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. Belki
zikredersiniz diye onda hakikati ortaya çıkaran ayetlerı koyduk.
ı Yüce Allah, Kur’an’da verdiği bilgilerin apaçık olduğunu
belirtilmek için bu surenin 1, 34 ve 46’ncı ayetlerinde “âyâtin mübeyyinâtin”
yani hakikati ortaya koyan, açığa çıkaran ayetler (kanıtlar, işaretler)
ifadesini üç kez kullanmaktadır.
2. Zaniye (zina eden kadın) ve zaniden
(zina eden erkekten) her birine yüz celde (değnek) vurun!ı
Allah ve ahiret günü ile iman ediyorsanız, Allah’ın dininde onlara şefkatiniz
tutmasın! Müminlerden bir grup da onlara (uygulanan) cezaya şahit olsun!2
ı Burada, kendi arzusuyla evlilik dışı cinsel ilişkiye giren ve en
az dört şâhitle (erkek kadın fark etmiyor) suçu ispatlanan veya zina işlediğini
itiraf eden kadından söz edilmektedir. Caydırıcı olarak verilen sopa cezası
cilde (baş, göğüs ve karın bölgesi, kol ve bacaklara hariç) vurulur.
2 Bu ayetler hem Tevrat’ta ve İncil’de bulunan recm ayetlerini,
hem de Nebinin de zina yapmış Yahudilere, Tevrat’a göre uyguladığı taşlayarak
öldürme cezasını (Yasanın Tekrarı (Yasanın Tekrarı) 22:28,29) kaldırmıştır. Ayrıca bu ayette evli bekar ayırımı da yapılmamış, hepsine
yüzer değnek sopa cezası verilmiştir.
Bu cezalar, fuhşun ve zinanın yaygınlaşmasını;
sadakat, dürüstlük, fedakârlık gibi toplumun değerlerini silinip yok etmesini,
ailelerin parçalanarak başıboş nesillerin yetişmesini önlemeye yöneliktir. Yine
bu cezalar, bir toplumu dünyada ve ahirette bekleyen akıbetten çok daha
hafiftir.
3.
Zani (zina
eden erkek), zaniyeden (zina eden kadından) veya müşrik bir kadından
başkası ile evlenmez; Zaniye (zina eden kadın) de zani (zina eden
erkek) veya müşrik erkekten (başkasıyla) evlenmez. Bu müminlere haram
kılınmıştır.
Bu
ayetteki hüküm, 5’inci ayette de belirtildiği gibi tevbe hâli yoksa bu tür
evliliklerin haram olduğunu içermektedir.
4. Muhsanâta atan1 (iffetli kadınları zina ile suçlayan), sonra da dört şahit
getiremeyenlere, seksen celde atın1 ve artık onların
şahitliğini ebediyen kabul etmeyin, fasık olanlar da işte onlardır.2
1 Bu
sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي”
(r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:
4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.
2 Zina suçunun sabit görülmesi (âdil, güvenilir) dört kişinin tanıklığına
bağlanmıştır. 2:282 ayetinde yer alan alışveriş dışındaki konularda şahitlerde
cinsiyet ayırımı yoktur. Fuhşun ispatı için dört tanık aranmasının bir nedeni
de Yüce Allah’ın, çağımızdaki teknolojik imkanlarımızı kullanmamızı
istemesidir. Genetik test yoluyla cinsel tecavüzde bulunanların kimlikleri,
genetik kalıntılarla belirlenebiliyor, çocukların kime ait olduğu da
bulunabiliyor. Genetik yapımız dört asit molekülünün belirlenmiş kombinasyonlar
halindeki dizilişinden oluşuyor. Adenin, Guanin, Citozin ve Timin adındaki bu
moleküller genetik zincirin bazı bölümlerinde her insan için farklı
kombinasyonda dizilirler. Böylece, genetik yapımızdaki bu dört molekül, sürekli
olarak ardımızda kimliğimizi kanıtlayan tanıklar olarak işlev görürler.
Tanıklık, illa gözle görülmesi biçiminde
olmasını gerektirmez. Nitekim biz Allah’ın varlığına ve birliğine bilincimiz ve
zekamızla tanıklık ederiz. Ayrıca “Kadının ailesinden bir şahit şöyle şahitlik
etti: “Gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir ve o (Yusuf)
yalancılardandır.” şeklindeki 12:26 ayetindeki erkek tanık olaya gözüyle tanık
olduğu için tanık olarak kabul edilmiyor. Kendisi de “ben olayı gözlerimle
gördüm” demiyor. Ancak, Yusuf’a yöneltilen suçlamaya karşılık o tanık, gözlem
ve deney elde edilebilecek mantıksal çıkarımın bilgisini tanık olarak sunuyor.
Bir başka deyişle onun tanıklığı verilere dayanan entelektüel bir tanıklıktan
ibarettir.
5. Ancak, bundan sonra
tevbe edenler (O’nun emrine yönelenler) ve kendilerini
ıslah edenler istisna. Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret
eden, günahları örtendir, merhamet edendir).
Bu
ayet, 3:89 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Tevbe ile ilgili açıklama da söz
konusu ayette yer alır.
6. Eşlerine atan1 (eşlerini zina ile suçlayan) ve nefislerinden (kendilerinden)
başka şahidi olmayanlara gelince; onların her birinin şahitliği, kendisinin sadıklardan
(doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) olduğuna dair dört defa Allah’ı
şahit tutmasıdır.
1 Bu
sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي”
(r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:
4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.
7. Beşincisinde de “Eğer yalan söylüyorsam,
Allah’ın lâneti benim üzerime olsun!” …
8. Onun yalan söylediğine şahitlik eden, dört
kez de Allah’ı şahit tutanın (o kadının) azabı (değnek cezası) kendisinden kaldırılır.
9. Beşincisinde de “Eğer (kocam) sadıklardan (doğrulukta sebat
eden, güvenilir olanlardan) ise, Allah’ın gazabı üzerime olsun!
Bu ayetlerde, sonucu etkileyen yeminin kadınınki
olduğu açıkça görülmektedir. Bu şekilde yemin eden bir kadın artık
iffetsizlikle suçlanamaz.
10. Ya Allah’ın size lütfu ve merhameti
olmasaydı! Ve şüphesiz ki Allah, Tevvab’tır, Hâkîm’dir (istiğfar eden kuluna tekrar yönelendir; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).
11. Kuşkusuz ki o ifki atanlar1, muhakkak
aranızdaki bir gruptur. Bunu (iftirayı) kendiniz için bir kötülük
sanmayın; bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her birine, ismden2
(Allah’ın yasakladığı fiillerden) işlediği vardır. Onlardan en büyüğünü
yüklenen kimseye (elebaşıya) âzîm (dehşetli) bir
azap3 vardır.
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
Bu ayette, Nebinin eşi Aişe’nin yanlışlıkla
çölde unutulduğu ve sonrasında kendisini gören genç bir adam Nebinin kervanına
yetişmesi için ona yardım etmesi neticesinde ortaya atılan bir iftiraya atıfta
bulunulmaktadır. Bu olay, Aişe’ye atılan büyük bir iftirayı tetikledi.
2 “İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan
uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve
kötü düşünceye verilen isimdir.
3 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
12. Onu işittiğinizde, mümin erkeklerin ve mümin
kadınların kendilerinin hayırlı zanda bulunmaları ve “Bu, apaçık gerçeği
saptırmaktır!” demeleri gerekmez miydi?
13. Bunun için dört şahit getirselerdi ya! Mademki
şahitler getirmediler, o halde onlar Allah katında yalancıdırlar.
14. Eğer Allah’ın size dünyada ve ahirette lütuf ve
merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu şey hakkında size de âzîm (korkunç) bir azap dokunurdu.
15. Onu dilinize doluyor, hakkında hiç bilgi sahibi
olmadığınız bir şeyi aranızda yayıyor ve onu önemsizmiş gibi hesap ediyordunuz.
Oysa o, Allah’ın yanında âzîmdir (büyük suçtur).
16. Onu işittiğinizde, “Bunu konuşmamız bize
yakışmaz. Sen Sûbhân’sın (her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehsin -uzaksın- ve yücesin). Bu, âzîm (büyük) bir bühtandır (ithamdır,
karalamadır)!” demeniz gerekmez miydi?
17. Allah, onun benzeri bir şeye tekrar yönelmemeniz için
size vaaz eder (öğüt verir, uyarır). Eğer
müminler iseniz…
18. Allah, size ayetleri beyan ediyor. Ve Allah, Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).
19. İnananlar arasında fuhşiyatını (aşırılığın, hayasızlığın) yayılmasını
arzulayanlar için dünyada da ahirette de acıklı bir azap vardır. Allah bilir,
siz ise bilmezsiniz.
ı Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili
açıklama 2:169’da yer alır.
20. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı… Şüphesiz
ki Allah, Rauf’tur,
Rahîm’dir (çok lütufkar ve şefkatlidir, merhamet edendir).
21. Ey iman edenler! Şeytanın (aldatanın, saptıranın) adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarını izlerse,
o fahşayı emreder. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, aranızdan kimse asla
temize çıkamazdı. Fakat Allah istediği kimseyi arındırır. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).
“Şeytanın
(aldatanın, saptıranın) adımlarına uymayın.” ifadesi, aynı sözcüklerle 2:168,
208 ve 6:142 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.
22. Sizden
fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara ve miskinlere1 ve Allah yolunda hicret edenlere vermekten (yardım,
infak etmekten) geri durmasınlar2 ve affetsinler ve aldırmasınlar3.
Haydi,
Allah’ın sizi bağışlamasını istesenize! Ve Allah
Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet edendir).
1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.)
dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak
miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177,
184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38;
58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.
2 “يَأْتَلِ” (ye’tel) sözcüğü, Arapçadaki “اَلْتِ”
(el’ti) kökünden türetilmiştir ve “yemin etmek” veya “karar vermek” anlamlarına
gelir. Fakat bu fiil, bir kişinin bir eylemi yapmama konusunda yemin ettiği
durumlar için de kullanılabilir, yani “geri durmamak” veya “yemin etmemek” gibi
anlamlara da gelebilir.
3 Bu kelime “görmezden gelmek”, “aldırmamak”, “vazgeçmek"
gibi anlamlara gelen “صَفَحَ” (safaha)
kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da 8 kez
geçer: 2:109; 5:13; 15:85; 24:22; 43:5, 89, 64:14.
23. Her şeyden habersiz mümin muhsanâta atanlar1 (iffetli kadınları zina
ile suçlayanlar) dünyada ve ahirette
lanetlenmişlerdir. Onlar için âzîm (dehşet verici) bir azap vardır.
1 Bu
sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي”
(r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer:
4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.
24. O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yapmış
olduklarıyla ilgili olarak aleyhlerinde şahitlik edecektir.
Benzer mesajlar: 17:36; 36:65; 41:20.
25. O gün Allah, hak ettikleri cezaları onlara tam verir.
Şüphesiz ki Allah’ın, Hakkul-Mubin (gizli her şeyi ortaya çıkaran gerçek, apaçık gerçek)
olduğunu da öğrenecekler.
26. Habisât (kötü,
iffetsiz, zararlı kadınlar), habisîn (kötü, iffetsiz, zararlı erkekler)
içindir; habisîn de habisât içindir. Tayyibât (temiz,
iffetli, iyi kadınlar), tayyibîn (temiz,
iffetli, iyi erkekler) içindir; tayyibîn de tayyibât içindir. Bunlar, onların söylediği şeylerden uzaktır.1
Onlar için bir bağışlanma ve kerim (değerli, bol)2 bir rızık vardır.
1 Yüce Allah, bu ayet ile iftiraya uğrayan insanların yani başta
Ayşe olmak üzere Muhammed’in ailesi ile yine zina iftirasına maruz bırakılan
sahabenin masum olduğunu bildirmektedir.
2 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31;
17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40;
31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27,
78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2
kez), 17; 96:3.
27. Ey iman edenler! Ev halkına selam vermeden ve
izin almadan, kendi evlerinizden başka evlere girmeyin. Öğüt alırsanız, bu
sizin için daha hayırlıdır.
Bu ve devam eden ayetlerde, başkalarına ait
meskenlere girmek istendiğinde nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğine dair
sosyal hayatın en önemli ilkelerinden bir kısmı belirtilmektedir.
28. Orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe
içeri girmeyin. Size “Dönün!” dendiğinde de geri dönün. Bu, sizin için en arı (ezka) olandır. Ve Allah, yapmakta olduklarınızı
bilendir.
29. Oturulmayan ve sizin bir metanız1 bulunan evlere girmenizde size bir cünah2 (sakınca, vebal) yoktur. Ve
Allah, açığa vurduğunuzu da gizlediklerinizi3 de bilir.
1 “المتعة” (metâ),
faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a)
sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
2 “cünah” ile ilgili açıklama, 2:158’de yer alır.
3 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
30. Mümin erkeklere söyle, bakışlarını kıssınlar1 ve ferçlerini2 muhafaza etsinler. Bu,
onlar için en arı (ezka) olandır. Şüphesiz ki Allah, yapmakta
olduklarından haberdardır.
1 Bu ayette ve bir sonraki ayette, harama bakmaktan sakınma ve
namusu koruma emirlerinin hem erkek hem de kadınlar için birebir aynı
ifadelerle kullanılması, bu emirlerin erkekler için de kadınlarla aynı ölçüde
geçerli olduğunun delilidir.
2 Arapça’da
ferc, kollar ve bacaklar arasında olan organlar anlamınadır. Burada edep
yerlerini, ırzlarını, namuslarını korumaktan söz edilmektedir.
31. Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını kıssınlar ve
ferçlerini muhafaza etsinler. Görünen kısımları hariç olmak üzere, ziynetlerini
göstermesinler.1 Ve örtüleriyle göğüslerinin üzerini darp
etsinler (salsınlar).2 Ziynetlerini de eşleri,
babaları, eşlerinin babaları, oğulları, eşlerinin oğulları, erkek kardeşleri,
erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınların tamamı, eyman
(sözleşme) ile sahip
oldukları3 yahut kadına ihtiyaç duymayan erkekler veya
kadınların cinsel yönlerini henüz anlamayan çocuklar hariç, açığa vurmasınlar.4 Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye de ayaklarıyla
darp etmesinler. Ey müminler! Hepiniz topluca Allah’a tevbe edin (istiğfar
edip O’na yönelin). Belki felaha erersiniz.
1 Ayette kastedilen ziynet, malla, zenginlikle, makamla,
şöhretle ve bezenerek gösterişli hale gelmek, gösterişli olmak demektir. Sadece
süs eşyası cinsinden takılar değil; yaratılış/biyolojik yapısı
itibarı ile karşı cinsin ilgisini çeken, cinselliği çağrıştıran bölgeler de
ziynet kapsamına girer. Kısacası; dünyada ve ahirette insanın onurunu yükselten
maddi ve manevi her şey de ziynet anlamına gelebilmektedir. Örneğin; mal-mülk,
para-pul, süs eşyası, güzellik, yakışıklılık, sağlık, makam-mevki gibi basit
dünya süsü cinsinden şeyler olabileceği gibi, iman, güzel amel, güzel huy,
ahlak, edep, vakar gibi şeyler de olabilir.
2 Bu ayet “Kadınların başlarını örtmesi, Allah’ın buyruğu mu,
değil mi?” tartışmalarına konu olan ayettir. Birçok Kur’an çevirisinde ‘Başörtüsü’
olarak yazılmış olan “Yadribne bi humuri-hinne ala cuyubi-hinne” tümcesindeki
Humuri sözcüğünün, Arapça’da yazılı olan gerçek anlamı örtüdür.
Ceyb: göğüs, yaka, cep, koyun (göğüs bölgesi), sine, bağır, oyuk,
gerdanlık anlamlarına gelir. “ceyb” sözcüğü 27:12 ve 28:32 ayetlerindeki “Elini
göğsüne (koynuna) sok!” buyruğunda da geçer. Kelimenin çoğulu “Cüyub” sözcüğü
de bu ayette “cuyubihinne” (göğüslerini, bağırlarını, gerdanlık kısmını)
şeklinde geçmektedir.
“وعن بل رَضِيَ
اللّهُ عَنْه: أنّ رسولَ اللّهِ مَسَحَ الخُفَّيْنِ وَالخِمَارَ” Bilâl
(r.a.) anlatıyor: “Resulullah, mestleri ve örtüsü üzerine meshetti. [Müslim,
Tahâret: 84, (275); Ebû Dâvud, Tahâret: 59, (153); Tirmizî, Tahâret: 75, (101);
Nesâî, Tahâret: 86, 96 (1, 75, 81)]
Bu hadiste görüldüğü gibi Nebi’nin hımarının üzerini
meshettiği belirtilmektedir. Arabistan yarımadasında da diğer Arap ülkelerinde
de yaşayan kadın ve erkeklerin tamamına yakını, hâlâ güneşten ve kum
fırtınalarından korunmak için başlarını örtmektedirler. Bu örtünme, tamamen
iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. 24:31 ayetinde de Yüce Allah,
başörtüsünü emretmemektedir. Dikkat edilirse “uzun olan saçlarınızı örtün” de
denilmemektedir. O dönemdeki kadınlara, açık bırakmış oldukları göğüs
bölgesini, başlarındaki örtüyü salarak kapatmalarını emretmektedir.
Ayette geçen “cuyub” sözcüğünden de bu göğüs
bölgesinin kastedildiği açıkça görülmektedir. Kadınlara özgü bir başörtüsü
anlamına gelen hiçbir sözcük Kur’an’da bildirilmemiştir. Arap dilinde
kadınların başörtüleri için Mikna veya Nasıyf sözcükleri kullanılır.
Bu cümlede vücudun kendiliğinden görünen bölgeleri
haricindeki yerlerin örtülmesi gerekliliği dile getirmektedir. Mütevazi
giyinme, imanlı erkek ve kadınların bir özelliğidir. Bir kadın için asgari
şart, elbisesini uzatmak (33:59) ve göğsünü örtmektir.
Hicab ile ilgili açıklama 33:53 ayetinde, cilbab ile ilgili
açıklama da 33:59 ayetinde yer alır.
3 “ ma meleket eymanukum” (eyman (yemin) ile sahip olduğunuz kimseler) ifadesi, yetimler ve koruyucu ailesi olunanlar olduğu kanaatine
varılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır.
İlginçtir ki; bu ayetteki “ma meleket
eymanukum” ifadesine köle ve
cariye anlamı verenler, bu ayetten sonraki ayette (24:32) “ibadikum ve imaikum” ifadesine de yine bir sonraki (24:33) ayette geçen “feteyatikum”
ifadesine de köle ve cariye anlamı vermektedirler. Ancak aynı kişiler, 12:36’daki
“feteyani” sözcüğü ise iki genç (iki delikanlı) olarak tercüme edilmektedir.
4 “açığa vurmasınlar” bildirimi ise kadınların çocuk emzirmeleri
sırasında, aynı yerde bulunmalarında sakınca olmayan kişileri tanımlamaktadır.
Çünkü kadınların çocuk emzirme sürecinin iki yıl sürdüğü 2:233 ayetinde
bildirilmiştir.
30 ve 31’inci ayette geçen “Ferc” kelimesi, iki kolun
arası ile iki bacağın arasındaki organlardır. Gerdanlık, iki kolun arasında yer
aldığı için oranın örtülmesi de emredilmiştir. Bu emir kadınlar için kesindir.
Erkekler için: “Bu, onlar için arı olandır.”
(24:30) ifadesi kullanıldığı için onlar, kadınlar kadar titiz olmayabilirler.
32. Sizden ve kullarınızdanı (erkek hizmetkarlarınızdan) ve emetundan (hanım
hizmetkarlarınızdan)2 salih (dürüst ve erdemli) olan
bekarları nikahlayın.ı Eğer onlar fakir ise, Allah kendi lütfu
ile onları zengin eder. Ve Allah, Vasi’dir, Alim’dir (ilmi, lütfu ve
merhameti her şeyi kuşatandır; her şeyi bilendir).
ı Bu ayet evlenme ve bekârları evlendirme hususunda fertlere ve
topluma sorumluluk yüklemektedir.
2 “Eme” sözcüğünden türeyen “imaikum” ifadesi hanım
hizmetkarlar/kullar demektir. “emet” sözcüğüyle ücret
karşılığı iş yapan bir hanım çalışanın kastedildiği gayet açıktır.
Burada
geçen “أَمَةٌ” (emet) sözcüğü Tevrat’ta da “אמת” (emet) şeklinde
geçmektedir ve “hanım hizmetkar” anlamına gelmektedir. Hanım sözcüğü de kız ve
kadınlara verilen sandır.
Örnek “Firavunun kızı da yıkanmak için nehre indi. Genç kız
nehir kenarında yürürken sazlıkların arasındaki sepeti gördü ve onu getirmesi
için hanım hizmetkarını gönderdi ve onu aldı.” (Çıkış, 2:5)
Örnek: “Ve (Sara) İbrahim’e dedi ki: “Bu hanım hizmetkarı
oğluyla birlikte kov! Bu hanım hizmetkarın oğlu, oğlumla (İshak ile
birlikte) mirasçı olmayacak!” (Başlangıç, 21:10)
Görüldüğü üzere “abd” yani “memur, işçi, hizmetkar ve kul” gibi
anlamlara gelen İbranice’deki “ebed” (עבד) sözcüğü ile aynı kökten
türetilmemiş. “emet” sözcüğüyle de ücret karşılığı iş yapan bir hanım çalışanın
kastedildiği gayet açıktır. Hacer’in de Sara’nın “emeti” yani hanım hizmetkarı
olduğu da yukarıdaki Tevrat ayetinden anlaşılmaktadır.
33. Nikahlanamayanlar ise; Allah, onlara lütfundan
bir imkân verinceye dek iffetlerini korusunlar. Onlar için hayırlı olduğunu
bilirseniz; eyman ile sahip olduklarınızdan, mukatebe (sözleşme) yapmak isteyenlerle hemen antlaşma
yapın. Allah’ın size verdiği mallardan da onlara verin.ı Dünya
hayatının menfaatini elde etmek için de, iffetli kalmak isteyen gençlerinizi
bigaya2 zorlamayın. Kim onları zorlarsa; şüphesiz ki Allah,
zorlanmalarından dolayı onlara karşı Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet edendir).”
ı “Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile sahip olduklarınız)
ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Bu deyimle, esas olarak
kastedilen şey, bakımları üstlenilen yetimler ve koruyucu ailesi olunanlar
olduğu kanaatine
varılmaktadır. Onlarla da kabul
etmeleri durumunda nikahlanarak (antlaşma yaparak) ve mehirlerini vererek meşru
yollarla evlenilebileceği belirtilmektedir.
2 Bu ayette geçen “feteyâtikum” sözcüğü geçen
ve “gençleriniz” anlamına gelmektedir. Aynı sözcük 4:25 ayetinde de geçmektedir.
Burada kendi gençleriniz (kız/erkek)
ve bakmakla yükümlü olduğunuz gençler veya genç hizmetliler/köleler olsun,
evlenmek istiyorlarsa onlara engel olup, onları bigaya (isyana, taşkınlık
yapmaya veya gayri meşru ilişki kurmaya) neden olmayın, denilmektedir.
34. Size apaçık ayetlerı, sizden öncekilerden
misaller (benzetmeler) ve takva sahipleri (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınanlar) için bir vaaz (öğüt,
uyarı) indirdik.
ı “âyâtin
mübeyyinâtin” ifadesi ile ilgili açıklama 1’inci ayette yer alır.
35. Allah, göklerin ve arzın nurudur. O’nun nuru, ışık
saçan bir kaynak1 gibidir. Kandilin2 içinde bir kandil. Cam bir kabın3 içinde cam bir kap; sanki akan4 bir gezegen (kevkeb). Yakıtı, mübarek (kutsanmış, bereketli) bir ağaçtandır. Batıya ve doğuya ait olmayan bir zeytin5 ağacı. Sanki onun yağı aydınlatıyor; ateş değmese de nur
üstüne nurdur. Allah, istediği kimseyi nuruna ulaştırır. Ve Allah, insanlara misaller
verir. Ve Allah, her şeyi Bilendir.1*6
1
“كَمِشْكَوٰةٍۢ” (kemişkatin)
“nurdan bir kaynak” veya “ışık saçan bir şey” gibi anlamlara gelebilir. Bu ifade, Kur’an’da yalnızca bu ayette
geçmektedir.
2
“مِصْبَاحٌ” (misbah)
sözcüğü, “fener, lamba” gibi anlamlara gelmektedir ve
Kur’an’da 3 yerde geçer: 24:35; 41:12; 67:5.
3
“زُجَاجَ” (zucace)
kelimesi, Arapça’da “cam şişe, cam, cam kap” gibi anlamlara gelir. Zücaciye de cam eşyaların genel adıdır. Bu
sözcük, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
4 “مِّدْرَارًۭ” (midraren) kelimesi, Arapça’da “akan, yağan,
süzülen, akıntılı” anlamlarına gelir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da
4 yerde geçer: 6:6; 11:52; 24:35; 71:11.
5 “زَيْتُونا”
(zeytûn) sözcüğü, “zeytin” ve “yağ elde edilen” anlamlarına gelir. Bu
sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 6:99, 141; 16:11; 24:35; 80:29 (2 kez); 95:1.
6 Bu ayet, Yüce Allah’ın mutlak otoritesini göstermektedir. Benzer
mesajlar: 2:255; 3:2, 26-27; 6:101-103; 42:11; 59:22-24; 112:1-4.
Yüce Allah’ın mutlak otoritesini gösteren bu örnek,
Kuran’ın önemli özelliklerini anlatır. Kuran, Allah’ın ışığını ileten bir lamba
gibidir. Kuran, şifreli bir matematiksel sistemle mükemmel biçimde korunmasına
rağmen saydam bir dile sahiptir (cam kap). Allah’ın bilgisini yansıtır (yol
gösteren inciye benzeyen bir gezegen). Mesajı evrensel olup belli bir ırk veya
coğrafya ile sınırlı değildir (ne doğuya ne batıya bağıntılı olmayan yakıt).
Mesajı, gönülleri gerçeği onaylamaya açık olanları az bir gayretle
karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir özelliktedir (neredeyse ateş değmeden
aydınlatır). Buna rağmen, anlam içinde anlama, mesaj içinde mesaja sahiptir
(ışık üzerine ışık). Onu anlamak Yüce Allah’ın bir lütfudur ve onu öğreten O’dur
(Yüce Allah istediğini/dileyeni ışığına ulaştırır).
36. (Bu nur) Allah’ın, içerisinde adının anılmasına ve
yücelmesine izin verdiği evlerdedir. Orada sabahın erken vaktinde1
ve ikindi vaktinde2 O’nu tesbih3 ederler.
1 “غُدُوّ” (ğuduv),
güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken
vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205;
13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.
2 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin
“esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”,
günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif
etmek için kullanılmış. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36;
25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.
“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten
ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer:
25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen),
yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ
وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve
ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ
وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam
vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ”
(‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2
kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak),
yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.
3 Bu kelime, "yüzmek”,
“uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح”
(sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح”
(tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten
uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek”
ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu
bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken kullanılan
“سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü
eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına
gelir.
Kur'an'da,
evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı
tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu
nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
37. Ticaretin ve satımın1, Allah’ın
zikrinden (vahiyden) ve
salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapmaktan2 ve zekâtı
vermekten alıkoymadığı o adamlar,3 kalplerin ve basiretlerin dönüp
duracağı4 bir
günden korkarlar.
1 “Bey’i” satım demektir. Yani, bir malı bir fiyat
karşılığında alıcıya satma işidir.
Bazı
çevirilerde “bey’” sözcüğü “alış-veriş” veya “ticaret” şeklinde çevrilmiştir.
Bunun doğru bir çeviri olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bu ayette her iki sözcük
de ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir.
2 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا"
(âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi
anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة”
(akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde
yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere
uygulayın' gibi anlamlara gelir.
3 “racul/rical” sözcüğü; erkek-kadın ayırımı
içermeksizin, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri sağlam, yiğit’ anlamına
gelen, Türkçe karşılığı da “adam” olan bir sıfattır.
4 “تَقَلُّبَ” (tekallub) sözcüğü, “fikir değiştirmek,
dönüp durmak, gezinip durmak, gidip gelmek” anlamlarına gelir.
38. Allah, işledikleri amellere karşılık en
güzeliyle onları cezalandıracak1 (yaptıklarının karşılığını
verecek), lütfundan
daha fazlasını da onlara verecektir. Allah, istediğini hesapsız rızıklandırır.
1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi, “bedel” ve “karşılık” gibi
anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için,
bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül"
anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez
geçer.
39. İnkâr edenlerin amelleri, düz ve geniş bir
arazideki1 serap2 gibidir. Susayan, onu su
sanır, fakat ona vardığında bir şey bulamaz. Orada sadece Allah’ı bulur;
O da onun hesabını eksiksiz görür. Ve Allah, hesabı çabuk görendir.
1 “ق۪يعَةٍ”
(kiy’at), “düz, geniş arazi” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 2 kez geçer: 20:106; 24:39.
2 “سَرَابًا”
(serâbe) sözcüğü, “serap” demektir ve göz aldanması sonucu görülen ancak
aslında var olmayan bir şey anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer:
18:61; 24:39; 78:20.
40. Veya derin bir denizin içindeki karanlıklar
gibidir. Onun üstünü bir dalga kaplar1, onun üstünde bir başka
dalga, onun üstünde bulut, karanlıklar… Eğer elini çıkarırsa, neredeyse onu bile
göremez.2 Allah da bir kimseye nur vermemişse, artık onun için
bir aydınlık yoktur.
1 “غشي”
(ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi
anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7;
3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez);
24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez);
71:7; 88:1; 91:4; 92:1.
2 Bu ayet, denizlerin ve okyanusların
derinliklerindeki ışık kırılmalarının ve karanlıkların bulunduğu bilimsel
gerçeğine işaret eden bir Kur’an mucizesidir.
41. Görmüyor musun, Göklerde
ve yerde bulunanlar, muhakkak Allah’ı, O’nu tesbih ediyorlar? Uçanlar da saflar
halinde (Allah’ı tesbih ediyorlar). Andolsun ki her biri
kendi salatını1 ve kendi tesbihini bilir.2 Ve
Allah, onların yapmakta olduklarını bilendir.
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan
uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
42. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dönüş de Allah’adır.
43. Allah’ın, bulutları bir arada sürüklediğini,
sonra onları birleştirdiğini, sonra onları bir yığın haline getirdiğini (sıkıştırır), sonra onların arasından yağmurun
çıktığını görmez misin? Gökteki dağlardan (dağ benzeyen büyük bulutlardan)
da dolu indirir ve onu istediğine isabet ettirir, istediğinden de öteye
çevirir. Şimşek parıltısıyla2 neredeyse basiretlerini götürecek.3
ı “يُزْجِى”
(yüczi) sözcüğü, “Sürüklemek, yönlendirmek, itmek, zorla bir yere doğru gitmesini
sağlamak” anlamına gelen “زَجَّ”
(zeccâ) sözcüğünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 12:88; 17:66;
24:43.
2 “ب-ر-ق”
(berekê), “parlamak”, “kamaşmak”, “şimşek çakmak” anlamlarını taşır. “بَرْقَ”
(bârk) kelimesi de kelimesi bu kökten türetilmiştir ve şimşek anlamını taşır. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 7 kez geçer: 2:19, 20; 13:12; 24:43; 30:24;
75:7.
3 Bu ayette de yağışların oluşumu esnasında bulutlardaki değişime
dikkat çekilmektedir. Benzer mesajlar: 7:57; 20:53; 25:48-49; 27:63; 30:48; 35:9.
44. Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Basiretı
sahipleri için bunda bir ibret vardır.
ı Basiret, gerçeği ve doğruyu görme, kavrama ve anlama yetisi;
kavrayış, sezgi ve aydınlanma demektir.
45. Allah, bütün canlıları sudan/sıvıdan yarattı.ı
Onlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayağı, kimi de dört ayağı
üzerinde yürür. Allah, ne isterse yaratır. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadirdir.
ı Bu ayette bildiğimiz “su” veya moleküller
arası bağlarla bağlanan atomlardan veya moleküllerden oluşan akışkan madde olan
“sıvı” söz ediliyordur. Veya her ikisi de kastediliyor olabilir. “Su”
kastedilmiş deniyorsa; ilk insanın yaratılışında, toprağı balçık haline
getirmek için kullanılan su kastedilmiştir. Hayır, “Sıvı” kastedilmiş
deniyorsa; O zaman da sıvı hücre, yani embriyoyu meydana getiren erkek spermi
veya dişi yumurtası veyahut da her ikisi birlikte kastediliyordur. Benzer
mesaj: Enbiya 21:30.
Ayrıca; Tüm canlıların yapı
taşı olan hücrelerin ortalama %70’i sudur. Beynimizin %70’i ve kanımızın %80’i
sudan oluşur. İnsan, hiçbir şey yemeden bir aydan daha çok yaşayabilir, ama
susuzluğa ancak bir hafta dayanabilir. Yeryüzünde denizlerin kapladığı alanın,
insan bedeninde suyun kapladığı alanın tıpkısı olması da sıradan bir örtüşme
değildir.
46. İşte açıklayan ayetler (kanıtlar) indirdik.ı Allah da istediğini
sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) iletir.2
ı “âyâtin mübeyyinâtin” ifadesi ile ilgili açıklama 1’inci ayette yer
alır.
“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer
alır.
2 Benzer mesajlar: 2:213, 142, 272; 6:88; 10:25; 13:27; 14:4; 16:93;
22:16; 24:35; 28:56; 35:8; 39:23; 42:13; 74:31.
47. “Allah ve Resul’ü ile iman ettik ve itaat ettik!”
diyorlar. Sonra bunun (bu
sözün) ardından, onlardan bir grup yüz çeviriyor. Onlar, müminlerden
değildirler.
48. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne
çağrıldıkları zaman da içlerinden bir grup yüz çevirir.
49. Hüküm kendi lehlerine olduğunda ise, ona boyun eğmeye
gelirler.
50. Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe mi ediyorlar?
Yoksa Allah’ın ve Resulünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis,
haksızlık edenler (zalimler) onlardır.
Allah’ın en âdil hüküm vereceğini pekâlâ bilirler.
Ancak o çoğu zaman kendi çıkarlarına uymadığı için Allah’ın hükmüne uymazlar.
51. Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne
çağrıldıkları zaman; müminlerin tek sözü “İşittik ve itaat ettik!” demeleridir.
Felaha (kurtuluşa, saadete) erenler işte onlardır.
52. Kim Allah’a ve resulüne itaat eder, Allah’a karşı
huşu duyar (derin saygı ve içten sevgi besler) ve takvalı olursa (Allah’ın emirlerine uyup,
yasaklarından kaçınırsa); faizli olanlar (kazançlı
çıkanlar) işte onlardır.
53. Onlara emredersen, (savaşa) çıkacaklarına, yeminlerinin en
kuvvetlisiyle Allah ile (O’nun adını anarak) yemin ederler. De ki: “Yemin
etmeyin, nasıl itaat ettiğiniz malumdur. Şüphesiz ki Allah, yapıyor
olduklarınızdan haberdardır.
54. De ki: “Allah’a itaat edin ve Resul’e itaat edin.
Yüz çevirirseniz, ona düşen sadece kendi yükümlülüğüdür; sizin yükümlülüğünüz
de sizedir. O’na itaat ederseniz, hidayete erersiniz.ı Resul’e düşen,
açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir
şey değildir.
ıYüce Allah’a ve Resulüne itaatle ilgili Bkz: 3:32, 132; 4:59; 5:92;
8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12. 4:80’de ifade
edildiği gibi Resullere itaat Yüce Allah’a itaat demektir.
55. Allah, aranızdaki iman eden
ve salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere, kendilerinden öncekileri halife (sorumlu,
egemen) kıldığı gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını, onlar için
uygun gördüğü ve razı olduğu dini, kendileri için mekinı kılacağını,
ardından da korkularını emniyete dönüştüreceğini vadetmiştir. “Onlar, Bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk (hizmet) ederler. Bundan sonra da kim inkâr
ederse, işte onlar fasıkların (sapanların) ta kendileridir.”
ı “مَك۪ينٍ”
sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen”
anlamlarına gelir.
56. Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın1, zekâtı da verin ve Resul’e
de itaat edin. Umulur ki size merhamet edilir.
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık,
doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m)
kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât)
ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı
bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
57. Kâfirlerin, yeryüzünde aciz (çaresiz) bırakacaklarını sanma! Onların varacağı
yer ateştir. Ne kötü bir varış yeridir.
58. Ey iman edenler! Eyman (sözleşme) ile
sahip olduklarınız1 ve sizden henüz erginlik
yaşına gelmemiş olanlar2, şu
üç vakitte sizden izin istesinler; fecr salatından3 önce ve gün ortasında giysilerinizi çıkardığınızda ve yatsı salatından
sonra. Bu üç vakit avret (mahremiyet) vaktidir.
Bunlar dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda siz ve onlar için bir
sakınca yoktur. Allah, size ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm
verendir).
1 Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile
sahip olduklarınız) ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Bu
deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları üstlenilen yetimler ve koruyucu
ailesi olunanlar olduğu kanaatine varılmaktadır. Ancak bazı yorumcular buna erkek veya kadın kölelerin
de kastedildiğini belirtmektedirler. Oysa savaş esiri olan erkek veya kadın
kölelerin, kişinin evinde hatta özel odasına izinsiz girmesi güvenlik ve
mahremiyet açısından mantıklı bir yorum olmadığı kanaatine
varılmaktadır.
2 Ayete dikkat edilirse, diğer aile fertleri gibi
çocuk yaştakilerin de bazı vakitlerde odaya girerken izin istemeleri
emredilmektedir. (24:28, 59)
3 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
59. Çocuklarınız da ergenlik çağına ulaştığında,
kendilerinden öncekilerinı izin istediği gibi onlar da izin
istesinler.2 Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. Ve
Allah Alim’dir, Hâkîm’dir.
ı 58’inci ayette belirtilen büyükler.
2 Bu
cümlede aile içerisindeki mahremiyet ölçülerine dair çok önemli bir konuya
değinilmekte, kişinin kendi çocuğu bile olsa çocuklar ergenliğe erişince artık
ana babalarının yanına girmelerinde özenli davranmaları, başka insanlar gibi
izin almadan yanlarına girmemeleri gerektiği hükme bağlanmaktadır. Yüce Allah
bu ayetiyle ergen çocuklarla ilgili düzenleme yapmakta, biyolojik büyümeyle
psikolojik gelişmenin bir anlamda birlikte şekilleneceğine dikkat çekmek
istemekte, Bu surenin 27-29’uncu ayetlerindeki düzenlemenin ergen çocuklar için
de geçerli olduğunu bildirmektedir.
60. Nikâh ümidi kalmayan yaşlı kadınların,ı
ziynetiyle (süsleriyle) gösteriş
yapmadan2 elbiselerini çıkarmalarında bir cünah (sakınca, vebal)
yoktur. İffetli davranmaları ise kendileri için hayırlı olandır.3 Ve
Allah Semidir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).
ı Ayette geçen “el-kavâ’ıdü mine’n-nisâi” ifadesi “oturan
(yaşlı) kadınlar”, “oturmuş, çocuktan kesilmiş kadınlar” gibi anlamlara
gelmekte, sonrasında gelen ellâtî lâ yercûne nikâhan ifadesi ise “cinsel
cazibesini kaybetmiş”, “evlenme arzusu duymayan” anlamlarını içermektedir. Bu
kullanımlar ayetteki ayrıcalıklı düzenlemenin toplumsal hayatta herhangi bir
istismara kapı aralama ihtimali kalmayan yaşlı kadınlara özel olduğunu ortaya
koymaktadır.
2 “تَبَرُّج” (teberruc) sözcüğü, “gösteriş yapmak,
kişinin süslerini açığa çıkarması, cazibesini ortaya koyması” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 24:60; 33:33 (2 kez).
3 Yüce
Allah yaşlı kadınlara özel bir esneklik ortaya koysa da yine de bir
sınırlandırma yapmakta, önceki cümlede olduğu gibi bu çerçevede “ziynetlerini
açıp saçmamalarını” hükme bağlamakta, bu cümlede ise her şeye rağmen “iffetli
davranmalarının kendileri için mutlak anlamda hayırlı olacağını” ifade
etmektedir. Yaşlı kadınlar elbette gençlerden farklı olduğu için kendilerine
alternatif bir hüküm getirilmekte, ancak temel hedef olan iffetli davranışın
her durumda akıllarda ve gündemde bulunması gerektiği özellikle
hatırlatılmaktadır.
61. Kendi evlerinizde, babalarınızın evlerinde,
annelerinizin evlerinde, erkek kardeşlerinizin evlerinde, kız kardeşlerinizin evlerinde,
amcalarınızın evlerinde, halalarınızın evlerinde, dayılarınızın evlerinde,
teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz veya dostlarınızın evlerinde
yemek yemenizde sizin için de kör için de topal için de güçlük
çeken hasta için de bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de
sakınca yoktur. O halde evlere girdiğinizde, Allah’tan tayyip (güzel, hoş) olan bereketle ve tahiyye (övgü) ile nefislarinizi (kendinizi/ailenizi) selamlayını. Akıl edesiniz
diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklıyor.
ı Yeni Ahit’te şöyle buyurulmaktadır: “Bir eve girerken ev halkını
selamlayın. Eğer ev buna layıksa, dilemiş olduğunuz barış o evi doldursun;
fakat buna layık değilse, dilemiş olduğunuz barış size geri dönsün.” (Matta,
10:12,13); Bir eve girdiğinizde, önce ‘Bu ev selamette olsun’ deyin. Eğer orada barışsever biri yoksa dilediğiniz
selamet size dönecek; varsa, onun üzerinde kalacak.” (Luka, 10:5, 6)
62. Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah ve Resulü
ile iman ederler (inanır ve güvenirler), toplumu
ilgilendiren bir durum1 üzerindeyken onunla beraber olduklarında,
ondan izin istemedikçe de gitmezler. Senden izin isteyenler, işte onlar; Allah
ve Resulü ile iman edenlerdir. Bazı işleri için senden izin istedikleri zaman, onlardan istediğine
izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile! Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur,
Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet
edendir).
1 “شَأْنٌ”
(şe’en) sözcüğü “durum, mesele, iş, konu” anlamlarına gelir. Bu sözcük
Kur’an’da 4 kez geçer: 10:61; 24:62; 55:29; 80:37.
63. Resulün çağrısını, aranızdaki herhangi birinin
daveti gibi bir tutmayın! Allah, sizden, birilerinin arkasında gizlenerek sıvışıp
gidenleri bilir. Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir fitnenin (sıkıntının, belanın) gelmesinden veya kendilerine
elem verici bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar!
64. İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır.
O, sizin ne üzerinde bulunduğunuzu da bilir. O’na döndükleri gün de onlara
yaptıklarını haber verecektir. Ve Allah, her şeyi bilendir.