24. NUR SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 102. suredir.  Adını 35’inci ayette anlatılan “nur” ifadesinden almıştır. Sure 64 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Bu, indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. Belki zikredersiniz diye onda hakikati ortaya çıkaran ayetlerı koyduk.

ı Yüce Allah, Kur’an’da verdiği bilgilerin apaçık olduğunu belirtilmek için bu surenin 1, 34 ve 46’ncı ayetlerinde “âyâtin mübeyyinâtin” yani hakikati ortaya koyan, açığa çıkaran ayetler (kanıtlar, işaretler) ifadesini üç kez kullanmaktadır.

2. Zaniye (zina eden kadın) ve zaniden (zina eden erkekten) her birine yüz celde (değnek) vurun!ı Allah ve ahiret günü ile iman ediyorsanız, Allah’ın dininde onlara şefkatiniz tutmasın! Müminlerden bir grup da onlara (uygulanan) cezaya şahit olsun!2

 ı Burada, kendi arzusuyla evlilik dışı cinsel ilişkiye giren ve en az dört şâhitle (erkek kadın fark etmiyor) suçu ispatlanan veya zina işlediğini itiraf eden kadından söz edilmektedir. Caydırıcı olarak verilen sopa cezası cilde (baş, göğüs ve karın bölgesi, kol ve bacaklara hariç) vurulur.

2 Bu ayetler hem Tevrat’ta ve İncil’de bulunan recm ayetlerini, hem de Nebinin de zina yapmış Yahudilere, Tevrat’a göre uyguladığı taşlayarak öldürme cezasını (Yasanın Tekrarı (Yasanın Tekrarı) 22:28,29) kaldırmıştır. Ayrıca bu ayette evli bekar ayırımı da yapılmamış, hepsine yüzer değnek sopa cezası verilmiştir.

Bu cezalar, fuhşun ve zinanın yaygınlaşmasını; sadakat, dürüstlük, fedakârlık gibi toplumun değerlerini silinip yok etmesini, ailelerin parçalanarak başıboş nesillerin yetişmesini önlemeye yöneliktir. Yine bu cezalar, bir toplumu dünyada ve ahirette bekleyen akıbetten çok daha hafiftir.

3. Zani (zina eden erkek), zaniyeden (zina eden kadından) veya müşrik bir kadından başkası ile evlenmez; Zaniye (zina eden kadın) de zani (zina eden erkek) veya müşrik erkekten (başkasıyla) evlenmez. Bu müminlere haram kılınmıştır.

Bu ayetteki hüküm, 5’inci ayette de belirtildiği gibi tevbe hâli yoksa bu tür evliliklerin haram olduğunu içermektedir.

4. Muhsanâta atan1 (iffetli kadınları zina ile suçlayan), sonra da dört şahit getiremeyenlere, seksen celde atın1 ve artık onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin, fasık olanlar da işte onlardır.2

1 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي” (r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.

2 Zina suçunun sabit görülmesi (âdil, güvenilir) dört kişinin tanıklığına bağlanmıştır. 2:282 ayetinde yer alan alışveriş dışındaki konularda şahitlerde cinsiyet ayırımı yoktur. Fuhşun ispatı için dört tanık aranmasının bir nedeni de Yüce Allah’ın, çağımızdaki teknolojik imkanlarımızı kullanmamızı istemesidir. Genetik test yoluyla cinsel tecavüzde bulunanların kimlikleri, genetik kalıntılarla belirlenebiliyor, çocukların kime ait olduğu da bulunabiliyor. Genetik yapımız dört asit molekülünün belirlenmiş kombinasyonlar halindeki dizilişinden oluşuyor. Adenin, Guanin, Citozin ve Timin adındaki bu moleküller genetik zincirin bazı bölümlerinde her insan için farklı kombinasyonda dizilirler. Böylece, genetik yapımızdaki bu dört molekül, sürekli olarak ardımızda kimliğimizi kanıtlayan tanıklar olarak işlev görürler.

Tanıklık, illa gözle görülmesi biçiminde olmasını gerektirmez. Nitekim biz Allah’ın varlığına ve birliğine bilincimiz ve zekamızla tanıklık ederiz. Ayrıca “Kadının ailesinden bir şahit şöyle şahitlik etti: “Gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir ve o (Yusuf) yalancılardandır.” şeklindeki 12:26 ayetindeki erkek tanık olaya gözüyle tanık olduğu için tanık olarak kabul edilmiyor. Kendisi de “ben olayı gözlerimle gördüm” demiyor. Ancak, Yusuf’a yöneltilen suçlamaya karşılık o tanık, gözlem ve deney elde edilebilecek mantıksal çıkarımın bilgisini tanık olarak sunuyor. Bir başka deyişle onun tanıklığı verilere dayanan entelektüel bir tanıklıktan ibarettir.

5. Ancak, bundan sonra tevbe edenler (O’nun emrine yönelenler) ve kendilerini ıslah edenler istisna. Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir, merhamet edendir).

Bu ayet, 3:89 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Tevbe ile ilgili açıklama da söz konusu ayette yer alır. 

6. Eşlerine atan1 (eşlerini zina ile suçlayan) ve nefislerinden (kendilerinden) başka şahidi olmayanlara gelince; onların her birinin şahitliği, kendisinin sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) olduğuna dair dört defa Allah’ı şahit tutmasıdır.

1 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي” (r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.

7. Beşincisinde de “Eğer yalan söylüyorsam, Allah’ın lâneti benim üzerime olsun!” …

8. Onun yalan söylediğine şahitlik eden, dört kez de Allah’ı şahit tutanın (o kadının) azabı (değnek cezası) kendisinden kaldırılır.

9. Beşincisinde de “Eğer (kocam) sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) ise, Allah’ın gazabı üzerime olsun!

Bu ayetlerde, sonucu etkileyen yeminin kadınınki olduğu açıkça görülmektedir. Bu şekilde yemin eden bir kadın artık iffetsizlikle suçlanamaz.

10. Ya Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı! Ve şüphesiz ki Allah, Tevvab’tır, Hâkîm’dir (istiğfar eden kuluna tekrar yönelendir; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

11. Kuşkusuz ki o ifki atanlar1, muhakkak aranızdaki bir gruptur. Bunu (iftirayı) kendiniz için bir kötülük sanmayın; bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her birine, ismden2 (Allah’ın yasakladığı fiillerden) işlediği vardır. Onlardan en büyüğünü yüklenen kimseye (elebaşıya) âzîm (dehşetli) bir azap3 vardır.

1 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

Bu ayette, Nebinin eşi Aişe’nin yanlışlıkla çölde unutulduğu ve sonrasında kendisini gören genç bir adam Nebinin kervanına yetişmesi için ona yardım etmesi neticesinde ortaya atılan bir iftiraya atıfta bulunulmaktadır. Bu olay, Aişe’ye atılan büyük bir iftirayı tetikledi.

2 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

            3 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

12. Onu işittiğinizde, mümin erkeklerin ve mümin kadınların kendilerinin hayırlı zanda bulunmaları ve “Bu, apaçık gerçeği saptırmaktır!” demeleri gerekmez miydi?

13. Bunun için dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahitler getirmediler, o halde onlar Allah katında yalancıdırlar.

14. Eğer Allah’ın size dünyada ve ahirette lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu şey hakkında size de âzîm (korkunç) bir azap dokunurdu.

15. Onu dilinize doluyor, hakkında hiç bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi aranızda yayıyor ve onu önemsizmiş gibi hesap ediyordunuz. Oysa o, Allah’ın yanında âzîmdir (büyük suçtur).

16. Onu işittiğinizde, “Bunu konuşmamız bize yakışmaz. Sen Sûbhân’sın (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehsin -uzaksın- ve yücesin). Bu, âzîm (büyük) bir bühtandır (ithamdır, karalamadır)!” demeniz gerekmez miydi?

17. Allah, onun benzeri bir şeye tekrar yönelmemeniz için size vaaz eder (öğüt verir, uyarır). Eğer müminler iseniz…

18. Allah, size ayetleri beyan ediyor. Ve Allah, Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).

19. İnananlar arasında fuhşiyatını (aşırılığın, hayasızlığın) yayılmasını arzulayanlar için dünyada da ahirette de acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

ı Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır.

20. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı… Şüphesiz ki Allah, Rauf’tur, Rahîm’dir (çok lütufkar ve şefkatlidir, merhamet edendir).

21. Ey iman edenler! Şeytanın (aldatanın, saptıranın) adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarını izlerse, o fahşayı emreder. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, aranızdan kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah istediği kimseyi arındırır. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

            “Şeytanın (aldatanın, saptıranın) adımlarına uymayın.” ifadesi, aynı sözcüklerle 2:168, 208 ve 6:142 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.

22. Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara ve miskinlere1 ve Allah yolunda hicret edenlere vermekten (yardım, infak etmekten) geri durmasınlar2 ve affetsinler ve aldırmasınlar3. Haydi, Allah’ın sizi bağışlamasını istesenize! Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet edendir).

1 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

2 “يَأْتَلِ” (ye’tel) sözcüğü, Arapçadaki “اَلْتِ” (el’ti) kökünden türetilmiştir ve “yemin etmek” veya “karar vermek” anlamlarına gelir. Fakat bu fiil, bir kişinin bir eylemi yapmama konusunda yemin ettiği durumlar için de kullanılabilir, yani “geri durmamak” veya “yemin etmemek” gibi anlamlara da gelebilir.

3 Bu kelime “görmezden gelmek”, “aldırmamak”, “vazgeçmek" gibi anlamlara gelen “صَفَحَ” (safaha) kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da  8 kez geçer: 2:109; 5:13; 15:85; 24:22; 43:5, 89, 64:14.

23. Her şeyden habersiz mümin muhsanâta atanlar1 (iffetli kadınları zina ile suçlayanlar) dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için âzîm (dehşet verici) bir azap vardır.

1 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي” (r-m-y) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.

24. O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarıyla ilgili olarak aleyhlerinde şahitlik edecektir.

Benzer mesajlar: 17:36; 36:65; 41:20.

25. O gün Allah, hak ettikleri cezaları onlara tam verir. Şüphesiz ki Allah’ın, Hakkul-Mubin (gizli her şeyi ortaya çıkaran gerçek, apaçık gerçek) olduğunu da öğrenecekler.

26. Habisât (kötü, iffetsiz, zararlı kadınlar), habisîn (kötü, iffetsiz, zararlı erkekler) içindir; habisîn de habisât içindir. Tayyibât (temiz, iffetli, iyi kadınlar), tayyibîn (temiz, iffetli, iyi erkekler) içindir; tayyibîn de tayyibât içindir. Bunlar, onların söylediği şeylerden uzaktır.1 Onlar için bir bağışlanma ve kerim (değerli, bol)2 bir rızık vardır.

1 Yüce Allah, bu ayet ile iftiraya uğrayan insanların yani başta Ayşe olmak üzere Muhammed’in ailesi ile yine zina iftirasına maruz bırakılan sahabenin masum olduğunu bildirmektedir.

                2 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

27. Ey iman edenler! Ev halkına selam vermeden ve izin almadan, kendi evlerinizden başka evlere girmeyin. Öğüt alırsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.

Bu ve devam eden ayetlerde, başkalarına ait meskenlere girmek istendiğinde nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğine dair sosyal hayatın en önemli ilkelerinden bir kısmı belirtilmektedir.

28. Orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe içeri girmeyin. Size “Dönün!” dendiğinde de geri dönün. Bu, sizin için en arı (ezka) olandır. Ve Allah, yapmakta olduklarınızı bilendir.

29. Oturulmayan ve sizin bir metanız1 bulunan evlere girmenizde size bir cünah2 (sakınca, vebal) yoktur. Ve Allah, açığa vurduğunuzu da gizlediklerinizi3 de bilir.

            1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.  

2 “cünah” ile ilgili açıklama, 2:158’de yer alır.

3 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

30. Mümin erkeklere söyle, bakışlarını kıssınlar1 ve ferçlerini2 muhafaza etsinler. Bu, onlar için en arı (ezka) olandır. Şüphesiz ki Allah, yapmakta olduklarından haberdardır.

1 Bu ayette ve bir sonraki ayette, harama bakmaktan sakınma ve namusu koruma emirlerinin hem erkek hem de kadınlar için birebir aynı ifadelerle kullanılması, bu emirlerin erkekler için de kadınlarla aynı ölçüde geçerli olduğunun delilidir.

2 Arapça’da ferc, kollar ve bacaklar arasında olan organlar anlamınadır. Burada edep yerlerini, ırzlarını, namuslarını korumaktan söz edilmektedir.

31. Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını kıssınlar ve ferçlerini muhafaza etsinler. Görünen kısımları hariç olmak üzere, ziynetlerini göstermesinler.1 Ve örtüleriyle göğüslerinin üzerini darp etsinler (salsınlar).2 Ziynetlerini de eşleri, babaları, eşlerinin babaları, oğulları, eşlerinin oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınların tamamı, eyman (sözleşme) ile sahip oldukları3 yahut kadına ihtiyaç duymayan erkekler veya kadınların cinsel yönlerini henüz anlamayan çocuklar hariç, açığa vurmasınlar.4 Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye de ayaklarıyla darp etmesinler. Ey müminler! Hepiniz topluca Allah’a tevbe edin (istiğfar edip O’na yönelin). Belki felaha erersiniz.

1 Ayette kastedilen ziynet, malla, zenginlikle, makamla, şöhretle ve bezenerek gösterişli hale gelmek, gösterişli olmak demektir. Sadece süs eşyası cinsinden takılar değil; yaratılış/biyolojik yapısı itibarı ile karşı cinsin ilgisini çeken, cinselliği çağrıştıran bölgeler de ziynet kapsamına girer. Kısacası; dünyada ve ahirette insanın onurunu yükselten maddi ve manevi her şey de ziynet anlamına gelebilmektedir. Örneğin; mal-mülk, para-pul, süs eşyası, güzellik, yakışıklılık, sağlık, makam-mevki gibi basit dünya süsü cinsinden şeyler olabileceği gibi, iman, güzel amel, güzel huy, ahlak, edep, vakar gibi şeyler de olabilir.

2 Bu ayet “Kadınların başlarını örtmesi, Allah’ın buyruğu mu, değil mi?” tartışmalarına konu olan ayettir. Birçok Kur’an çevirisinde ‘Başörtüsü’ olarak yazılmış olan “Yadribne bi humuri-hinne ala cuyubi-hinne” tümcesindeki Humuri sözcüğünün, Arapça’da yazılı olan gerçek anlamı örtüdür.

Ceyb: göğüs, yaka, cep, koyun (göğüs bölgesi), sine, bağır, oyuk, gerdanlık anlamlarına gelir. “ceyb” sözcüğü 27:12 ve 28:32 ayetlerindeki “Elini göğsüne (koynuna) sok!” buyruğunda da geçer. Kelimenin çoğulu “Cüyub” sözcüğü de bu ayette “cuyubihinne” (göğüslerini, bağırlarını, gerdanlık kısmını) şeklinde geçmektedir.

Bu ayette “Humur” şeklinde çoğul olarak kullanılmış olan “hımar” sözcüğünün, kadın ve erkeklerin başlarını örtmek için taktığı örtüler için kullanılan genel bir ifade olduğu görülmektedir. Bu husus, gelenekçi Müslimlerin savundukları hadislerle de ispatlanabilmektedir:

وعن بل رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أنّ رسولَ اللّهِ مَسَحَ الخُفَّيْنِ وَالخِمَارَBilâl (r.a.) anlatıyor: “Resulullah, mestleri ve örtüsü üzerine meshetti. [Müslim, Tahâret: 84, (275); Ebû Dâvud, Tahâret: 59, (153); Tirmizî, Tahâret: 75, (101); Nesâî, Tahâret: 86, 96 (1, 75, 81)]

Bu hadiste görüldüğü gibi Nebi’nin hımarının üzerini meshettiği belirtilmektedir. Arabistan yarımadasında da diğer Arap ülkelerinde de yaşayan kadın ve erkeklerin tamamına yakını, hâlâ güneşten ve kum fırtınalarından korunmak için başlarını örtmektedirler. Bu örtünme, tamamen iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. 24:31 ayetinde de Yüce Allah, başörtüsünü emretmemektedir. Dikkat edilirse “uzun olan saçlarınızı örtün” de denilmemektedir. O dönemdeki kadınlara, açık bırakmış oldukları göğüs bölgesini, başlarındaki örtüyü salarak kapatmalarını emretmektedir.

Ayette geçen “cuyub” sözcüğünden de bu göğüs bölgesinin kastedildiği açıkça görülmektedir. Kadınlara özgü bir başörtüsü anlamına gelen hiçbir sözcük Kur’an’da bildirilmemiştir. Arap dilinde kadınların başörtüleri için Mikna veya Nasıyf sözcükleri kullanılır.

Bu cümlede vücudun kendiliğinden görünen bölgeleri haricindeki yerlerin örtülmesi gerekliliği dile getirmektedir. Mütevazi giyinme, imanlı erkek ve kadınların bir özelliğidir. Bir kadın için asgari şart, elbisesini uzatmak (33:59) ve göğsünü örtmektir.

Hicab ile ilgili açıklama 33:53 ayetinde, cilbab ile ilgili açıklama da 33:59 ayetinde yer alır.

3 “ ma meleket eymanukum” (eyman (yemin) ile sahip olduğunuz kimseler) ifadesi, yetimler ve koruyucu ailesi olunanlar olduğu kanaatine varılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır.

İlginçtir ki; bu ayetteki “ma meleket eymanukum” ifadesine köle ve cariye anlamı verenler, bu ayetten sonraki ayette (24:32) “ibadikum ve imaikum” ifadesine de yine bir sonraki (24:33) ayette geçen “feteyatikum” ifadesine de köle ve cariye anlamı vermektedirler. Ancak aynı kişiler, 12:36’daki “feteyani” sözcüğü ise iki genç (iki delikanlı) olarak tercüme edilmektedir.

4 “açığa vurmasınlar” bildirimi ise kadınların çocuk emzirmeleri sırasında, aynı yerde bulunmalarında sakınca olmayan kişileri tanımlamaktadır. Çünkü kadınların çocuk emzirme sürecinin iki yıl sürdüğü 2:233 ayetinde bildirilmiştir.

30 ve 31’inci ayette geçen “Ferc” kelimesi, iki kolun arası ile iki bacağın arasındaki organlardır. Gerdanlık, iki kolun arasında yer aldığı için oranın örtülmesi de emredilmiştir. Bu emir kadınlar için kesindir. Erkekler için: “Bu, onlar için arı olandır.” (24:30) ifadesi kullanıldığı için onlar, kadınlar kadar titiz olmayabilirler.

32. Sizden ve kullarınızdanı (erkek hizmetkarlarınızdan) ve emetundan (hanım hizmetkarlarınızdan)2 salih (dürüst ve erdemli) olan bekarları nikahlayın.ı Eğer onlar fakir ise, Allah kendi lütfu ile onları zengin eder. Ve Allah, Vasi’dir, Alim’dir (ilmi, lütfu ve merhameti her şeyi kuşatandır; her şeyi bilendir).  

ı Bu ayet evlenme ve bekârları evlendirme hususunda fertlere ve topluma sorumluluk yüklemektedir.

2Eme” sözcüğünden türeyen “imaikum” ifadesi hanım hizmetkarlar/kullar demektir. “emet” sözcüğüyle ücret karşılığı iş yapan bir hanım çalışanın kastedildiği gayet açıktır.

Burada geçen “أَمَةٌ” (emet) sözcüğü Tevrat’ta da “אמת” (emet) şeklinde geçmektedir ve “hanım hizmetkar” anlamına gelmektedir. Hanım sözcüğü de kız ve kadınlara verilen sandır. 

Örnek “Firavunun kızı da yıkanmak için nehre indi. Genç kız nehir kenarında yürürken sazlıkların arasındaki sepeti gördü ve onu getirmesi için hanım hizmetkarını gönderdi ve onu aldı.” (Çıkış, 2:5)

Örnek: “Ve (Sara) İbrahim’e dedi ki: “Bu hanım hizmetkarı oğluyla birlikte kov! Bu hanım hizmetkarın oğlu, oğlumla (İshak ile birlikte) mirasçı olmayacak!” (Başlangıç, 21:10)

Görüldüğü üzere “abd” yani “memur, işçi, hizmetkar ve kul” gibi anlamlara gelen İbranice’deki “ebed” (עבד) sözcüğü ile aynı kökten türetilmemiş. “emet” sözcüğüyle de ücret karşılığı iş yapan bir hanım çalışanın kastedildiği gayet açıktır. Hacer’in de Sara’nın “emeti” yani hanım hizmetkarı olduğu da yukarıdaki Tevrat ayetinden anlaşılmaktadır.

33. Nikahlanamayanlar ise; Allah, onlara lütfundan bir imkân verinceye dek iffetlerini korusunlar. Onlar için hayırlı olduğunu bilirseniz; eyman ile sahip olduklarınızdan, mukatebe (sözleşme) yapmak isteyenlerle hemen antlaşma yapın. Allah’ın size verdiği mallardan da onlara verin.ı Dünya hayatının menfaatini elde etmek için de, iffetli kalmak isteyen gençlerinizi bigaya2 zorlamayın. Kim onları zorlarsa; şüphesiz ki Allah, zorlanmalarından dolayı onlara karşı Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet edendir).

ı “Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile sahip olduklarınız) ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Bu deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları üstlenilen yetimler ve koruyucu ailesi olunanlar olduğu kanaatine varılmaktadır. Onlarla da kabul etmeleri durumunda nikahlanarak (antlaşma yaparak) ve mehirlerini vererek meşru yollarla evlenilebileceği belirtilmektedir.

2 Bu ayette geçen “feteyâtikum” sözcüğü geçen ve “gençleriniz” anlamına gelmektedir. Aynı sözcük 4:25 ayetinde de geçmektedir. Burada kendi gençleriniz (kız/erkek) ve bakmakla yükümlü olduğunuz gençler veya genç hizmetliler/köleler olsun, evlenmek istiyorlarsa onlara engel olup, onları bigaya (isyana, taşkınlık yapmaya veya gayri meşru ilişki kurmaya) neden olmayın, denilmektedir.

34. Size apaçık ayetlerı, sizden öncekilerden misaller (benzetmeler) ve takva sahipleri (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlar) için bir vaaz (öğüt, uyarı) indirdik.

ı “âyâtin mübeyyinâtin” ifadesi ile ilgili açıklama 1’inci ayette yer alır.

35. Allah, göklerin ve arzın nurudur. O’nun nuru, ışık saçan bir kaynak1 gibidir. Kandilin2 içinde bir kandil. Cam bir kabın3 içinde cam bir kap; sanki akan4 bir gezegen (kevkeb). Yakıtı, mübarek (kutsanmış, bereketli) bir ağaçtandır. Batıya ve doğuya ait olmayan bir zeytin5 ağacı. Sanki onun yağı aydınlatıyor; ateş değmese de nur üstüne nurdur. Allah, istediği kimseyi nuruna ulaştırır. Ve Allah, insanlara misaller verir. Ve Allah, her şeyi Bilendir.1*6

            1 “كَمِشْكَوٰةٍۢ” (kemişkatin) “nurdan bir kaynak” veya “ışık saçan bir şey” gibi anlamlara gelebilir.  Bu ifade, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

            2 “مِصْبَاحٌ” (misbah) sözcüğü, “fener, lamba” gibi anlamlara gelmektedir ve Kur’an’da 3 yerde geçer: 24:35; 41:12; 67:5.

            3 “زُجَاجَ” (zucace) kelimesi, Arapça’da “cam şişe, cam, cam kap” gibi anlamlara gelir.  Zücaciye de cam eşyaların genel adıdır. Bu sözcük, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

4 “مِّدْرَارًۭ” (midraren) kelimesi, Arapça’da “akan, yağan, süzülen, akıntılı” anlamlarına gelir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 4 yerde geçer: 6:6; 11:52; 24:35; 71:11.

            5 “زَيْتُونا” (zeytûn) sözcüğü, “zeytin” ve “yağ elde edilen” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 6:99, 141; 16:11; 24:35; 80:29 (2 kez); 95:1.

6 Bu ayet, Yüce Allah’ın mutlak otoritesini göstermektedir. Benzer mesajlar: 2:255; 3:2, 26-27; 6:101-103; 42:11; 59:22-24; 112:1-4.

Yüce Allah’ın mutlak otoritesini gösteren bu örnek, Kuran’ın önemli özelliklerini anlatır. Kuran, Allah’ın ışığını ileten bir lamba gibidir. Kuran, şifreli bir matematiksel sistemle mükemmel biçimde korunmasına rağmen saydam bir dile sahiptir (cam kap). Allah’ın bilgisini yansıtır (yol gösteren inciye benzeyen bir gezegen). Mesajı evrensel olup belli bir ırk veya coğrafya ile sınırlı değildir (ne doğuya ne batıya bağıntılı olmayan yakıt). Mesajı, gönülleri gerçeği onaylamaya açık olanları az bir gayretle karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir özelliktedir (neredeyse ateş değmeden aydınlatır). Buna rağmen, anlam içinde anlama, mesaj içinde mesaja sahiptir (ışık üzerine ışık). Onu anlamak Yüce Allah’ın bir lütfudur ve onu öğreten O’dur (Yüce Allah istediğini/dileyeni ışığına ulaştırır).

36. (Bu nur) Allah’ın, içerisinde adının anılmasına ve yücelmesine izin verdiği evlerdedir. Orada sabahın erken vaktinde1 ve ikindi vaktinde2 O’nu tesbih3 ederler.

1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.

2 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

37. Ticaretin  ve satımın1, Allah’ın zikrinden (vahiyden) ve salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapmaktan2 ve zekâtı vermekten alıkoymadığı o adamlar,3 kalplerin ve basiretlerin dönüp duracağı4 bir günden korkarlar.

1 “Bey’i” satım demektir. Yani, bir malı bir fiyat karşılığında alıcıya satma işidir.

Bazı çevirilerde “bey’” sözcüğü “alış-veriş” veya “ticaret” şeklinde çevrilmiştir. Bunun doğru bir çeviri olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bu ayette her iki sözcük de ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 “racul/rical” sözcüğü; erkek-kadın ayırımı içermeksizin, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri sağlam, yiğit’ anlamına gelen, Türkçe karşılığı da “adam” olan bir sıfattır.

4 “تَقَلُّبَ” (tekallub) sözcüğü, “fikir değiştirmek, dönüp durmak, gezinip durmak, gidip gelmek” anlamlarına gelir.

38. Allah, işledikleri amellere karşılık en güzeliyle onları cezalandıracak1 (yaptıklarının karşılığını verecek), lütfundan daha fazlasını da onlara verecektirAllah, istediğini hesapsız rızıklandırır.

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi, “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

39. İnkâr edenlerin amelleri, düz ve geniş bir arazideki1 serap2 gibidir. Susayan, onu su sanır, fakat ona vardığında bir şey bulamaz. Orada sadece Allah’ı bulur; O da onun hesabını eksiksiz görür. Ve Allah, hesabı çabuk görendir.

            1 “ق۪يعَةٍ” (kiy’at), “düz, geniş arazi” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 2 kez geçer: 20:106; 24:39.

            2 “سَرَابًا” (serâbe) sözcüğü, “serap” demektir ve göz aldanması sonucu görülen ancak aslında var olmayan bir şey anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer: 18:61; 24:39; 78:20.

40. Veya derin bir denizin içindeki karanlıklar gibidir. Onun üstünü bir dalga kaplar1, onun üstünde bir başka dalga, onun üstünde bulut, karanlıklar… Eğer elini çıkarırsa, neredeyse onu bile göremez.2 Allah da bir kimseye nur vermemişse, artık onun için bir aydınlık yoktur.

1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

2 Bu ayet, denizlerin ve okyanusların derinliklerindeki ışık kırılmalarının ve karanlıkların bulunduğu bilimsel gerçeğine işaret eden bir Kur’an mucizesidir.

41. Görmüyor musun, Göklerde ve yerde bulunanlar, muhakkak Allah’ı, O’nu tesbih ediyorlar? Uçanlar da saflar halinde (Allah’ı tesbih ediyorlar). Andolsun ki her biri kendi salatını1 ve kendi tesbihini bilir.2 Ve Allah, onların yapmakta olduklarını bilendir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

42. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dönüş de Allah’adır.

43. Allah’ın, bulutları bir arada sürüklediğini, sonra onları birleştirdiğini, sonra onları bir yığın haline getirdiğini (sıkıştırır), sonra onların arasından yağmurun çıktığını görmez misin? Gökteki dağlardan (dağ benzeyen büyük bulutlardan) da dolu indirir ve onu istediğine isabet ettirir, istediğinden de öteye çevirir. Şimşek parıltısıyla2 neredeyse basiretlerini götürecek.3

            ı “يُزْجِى” (yüczi) sözcüğü, “Sürüklemek, yönlendirmek, itmek, zorla bir yere doğru gitmesini sağlamak” anlamına gelen “زَجَّ” (zeccâ) sözcüğünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 12:88; 17:66; 24:43.

2 “ب-ر-ق” (berekê), “parlamak”, “kamaşmak”, “şimşek çakmak” anlamlarını taşır. “بَرْقَ” (bârk) kelimesi de kelimesi bu kökten türetilmiştir ve şimşek anlamını taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 7 kez geçer: 2:19, 20; 13:12; 24:43; 30:24; 75:7.

3 Bu ayette de yağışların oluşumu esnasında bulutlardaki değişime dikkat çekilmektedir. Benzer mesajlar: 7:57; 20:53; 25:48-49; 27:63; 30:48; 35:9.

44. Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Basiretı sahipleri için bunda bir ibret vardır.

ı Basiret, gerçeği ve doğruyu görme, kavrama ve anlama yetisi; kavrayış, sezgi ve aydınlanma demektir.

45. Allah, bütün canlıları sudan/sıvıdan yarattı.ı Onlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayağı, kimi de dört ayağı üzerinde yürür. Allah, ne isterse yaratır. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadirdir.

ı Bu ayette bildiğimiz “su” veya moleküller arası bağlarla bağlanan atomlardan veya moleküllerden oluşan akışkan madde olan “sıvı” söz ediliyordur. Veya her ikisi de kastediliyor olabilir. “Su” kastedilmiş deniyorsa; ilk insanın yaratılışında, toprağı balçık haline getirmek için kullanılan su kastedilmiştir. Hayır, “Sıvı” kastedilmiş deniyorsa; O zaman da sıvı hücre, yani embriyoyu meydana getiren erkek spermi veya dişi yumurtası veyahut da her ikisi birlikte kastediliyordur. Benzer mesaj: Enbiya 21:30.

Ayrıca; Tüm canlıların yapı taşı olan hücrelerin ortalama %70’i sudur. Beynimizin %70’i ve kanımızın %80’i sudan oluşur. İnsan, hiçbir şey yemeden bir aydan daha çok yaşayabilir, ama susuzluğa ancak bir hafta dayanabilir. Yeryüzünde denizlerin kapladığı alanın, insan bedeninde suyun kapladığı alanın tıpkısı olması da sıradan bir örtüşme değildir.

46. İşte açıklayan ayetler (kanıtlar) indirdik.ı Allah da istediğini sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) iletir.2

ı “âyâtin mübeyyinâtin” ifadesi ile ilgili açıklama 1’inci ayette yer alır.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

2 Benzer mesajlar: 2:213, 142, 272; 6:88; 10:25; 13:27; 14:4; 16:93; 22:16; 24:35; 28:56; 35:8; 39:23; 42:13; 74:31.

47. “Allah ve Resul’ü ile iman ettik ve itaat ettik!” diyorlar. Sonra bunun (bu sözün) ardından, onlardan bir grup yüz çeviriyor. Onlar, müminlerden değildirler.

48. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman da içlerinden bir grup yüz çevirir.

49. Hüküm kendi lehlerine olduğunda ise, ona boyun eğmeye gelirler.

50. Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe mi ediyorlar? Yoksa Allah’ın ve Resulünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis, haksızlık edenler (zalimler) onlardır.

Allah’ın en âdil hüküm vereceğini pekâlâ bilirler. Ancak o çoğu zaman kendi çıkarlarına uymadığı için Allah’ın hükmüne uymazlar.

51. Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman; müminlerin tek sözü “İşittik ve itaat ettik!” demeleridir. Felaha (kurtuluşa, saadete) erenler işte onlardır.

52. Kim Allah’a ve resulüne itaat eder, Allah’a karşı huşu duyar (derin saygı ve içten sevgi besler) ve takvalı olursa (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınırsa); faizli olanlar (kazançlı çıkanlar) işte onlardır.

53. Onlara emredersen, (savaşa) çıkacaklarına, yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allah ile (O’nun adını anarak) yemin ederler. De ki: “Yemin etmeyin, nasıl itaat ettiğiniz malumdur. Şüphesiz ki Allah, yapıyor olduklarınızdan  haberdardır.

54. De ki: “Allah’a itaat edin ve Resul’e itaat edin. Yüz çevirirseniz, ona düşen sadece kendi yükümlülüğüdür; sizin yükümlülüğünüz de sizedir. O’na itaat ederseniz, hidayete erersiniz.ı Resul’e düşen, açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey değildir.

ıYüce Allah’a ve Resulüne itaatle ilgili Bkz: 3:32, 132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12. 4:80’de ifade edildiği gibi Resullere itaat Yüce Allah’a itaat demektir.

55. Allah, aranızdaki iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere, kendilerinden öncekileri halife (sorumlu, egemen) kıldığı gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını, onlar için uygun gördüğü ve razı olduğu dini, kendileri için mekinı kılacağını, ardından da korkularını emniyete dönüştüreceğini vadetmiştir. “Onlar, Bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk (hizmet) ederler. Bundan sonra da kim inkâr ederse, işte onlar fasıkların (sapanların) ta kendileridir.”

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

56. Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın1, zekâtı da verin  ve Resul’e de itaat edin. Umulur ki size merhamet edilir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

57. Kâfirlerin, yeryüzünde aciz (çaresiz) bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer ateştir. Ne kötü bir varış yeridir.

58. Ey iman edenler! Eyman (sözleşme) ile sahip olduklarınız1 ve sizden henüz erginlik yaşına gelmemiş olanlar2, şu üç vakitte sizden izin istesinler; fecr salatından3 önce ve gün ortasında giysilerinizi çıkardığınızda ve yatsı salatından sonra. Bu üç vakit avret (mahremiyet) vaktidir. Bunlar dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda siz ve onlar için bir sakınca yoktur. Allah, size ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 Ma melaket eymanukum” (eyman -sözleşme- ile sahip olduklarınız) ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır. Bu deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları üstlenilen yetimler ve koruyucu ailesi olunanlar olduğu kanaatine varılmaktadır. Ancak bazı yorumcular buna erkek veya kadın kölelerin de kastedildiğini belirtmektedirler. Oysa savaş esiri olan erkek veya kadın kölelerin, kişinin evinde hatta özel odasına izinsiz girmesi güvenlik ve mahremiyet açısından mantıklı bir yorum olmadığı kanaatine varılmaktadır.

2 Ayete dikkat edilirse, diğer aile fertleri gibi çocuk yaştakilerin de bazı vakitlerde odaya girerken izin istemeleri emredilmektedir. (24:28, 59)

3 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

59. Çocuklarınız da ergenlik çağına ulaştığında, kendilerinden öncekilerinı izin istediği gibi onlar da izin istesinler.2 Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir.

ı 58’inci ayette belirtilen büyükler.

2 Bu cümlede aile içerisindeki mahremiyet ölçülerine dair çok önemli bir konuya değinilmekte, kişinin kendi çocuğu bile olsa çocuklar ergenliğe erişince artık ana babalarının yanına girmelerinde özenli davranmaları, başka insanlar gibi izin almadan yanlarına girmemeleri gerektiği hükme bağlanmaktadır. Yüce Allah bu ayetiyle ergen çocuklarla ilgili düzenleme yapmakta, biyolojik büyümeyle psikolojik gelişmenin bir anlamda birlikte şekilleneceğine dikkat çekmek istemekte, Bu surenin 27-29’uncu ayetlerindeki düzenlemenin ergen çocuklar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.

60. Nikâh ümidi kalmayan yaşlı kadınların,ı ziynetiyle (süsleriyle) gösteriş yapmadan2 elbiselerini çıkarmalarında bir cünah (sakınca, vebal) yoktur. İffetli davranmaları ise kendileri için hayırlı olandır.3 Ve Allah Semidir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

ı Ayette geçen “el-kavâ’ıdü mine’n-nisâi” ifadesi “oturan (yaşlı) kadınlar”, “oturmuş, çocuktan kesilmiş kadınlar” gibi anlamlara gelmekte, sonrasında gelen ellâtî lâ yercûne nikâhan ifadesi ise “cinsel cazibesini kaybetmiş”, “evlenme arzusu duymayan” anlamlarını içermektedir. Bu kullanımlar ayetteki ayrıcalıklı düzenlemenin toplumsal hayatta herhangi bir istismara kapı aralama ihtimali kalmayan yaşlı kadınlara özel olduğunu ortaya koymaktadır.

2 “تَبَرُّج” (teberruc) sözcüğü, “gösteriş yapmak, kişinin süslerini açığa çıkarması, cazibesini ortaya koyması” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 24:60; 33:33 (2 kez).

3 Yüce Allah yaşlı kadınlara özel bir esneklik ortaya koysa da yine de bir sınırlandırma yapmakta, önceki cümlede olduğu gibi bu çerçevede “ziynetlerini açıp saçmamalarını” hükme bağlamakta, bu cümlede ise her şeye rağmen “iffetli davranmalarının kendileri için mutlak anlamda hayırlı olacağını” ifade etmektedir. Yaşlı kadınlar elbette gençlerden farklı olduğu için kendilerine alternatif bir hüküm getirilmekte, ancak temel hedef olan iffetli davranışın her durumda akıllarda ve gündemde bulunması gerektiği özellikle hatırlatılmaktadır.

61. Kendi evlerinizde, babalarınızın evlerinde, annelerinizin evlerinde, erkek kardeşlerinizin evlerinde, kız kardeşlerinizin evlerinde, amcalarınızın evlerinde, halalarınızın evlerinde, dayılarınızın evlerinde, teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz veya dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde sizin için de kör için de topal için de güçlük çeken hasta için de bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur. O halde evlere girdiğinizde, Allah’tan tayyip (güzel, hoş) olan bereketle ve tahiyye (övgü) ile nefislarinizi (kendinizi/ailenizi) selamlayını. Akıl edesiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklıyor.

ı Yeni Ahit’te şöyle buyurulmaktadır: “Bir eve girerken ev halkını selamlayın. Eğer ev buna layıksa, dilemiş olduğunuz barış o evi doldursun; fakat buna layık değilse, dilemiş olduğunuz barış size geri dönsün.” (Matta, 10:12,13); Bir eve girdiğinizde, önce ‘Bu ev selamette olsun’ deyin.  Eğer orada barışsever biri yoksa dilediğiniz selamet size dönecek; varsa, onun üzerinde kalacak.” (Luka, 10:5, 6)

62. Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah ve Resulü ile iman ederler (inanır ve güvenirler), toplumu ilgilendiren bir durum1 üzerindeyken onunla beraber olduklarında, ondan izin istemedikçe de gitmezler. Senden izin isteyenler, işte onlar; Allah ve Resulü ile iman edenlerdir. Bazı işleri için senden izin istedikleri zaman, onlardan istediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile! Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (mağfiret eden, günahları örtendir; merhamet edendir).

            1 “شَأْنٌ” (şe’en) sözcüğü “durum, mesele, iş, konu” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 10:61; 24:62; 55:29; 80:37.

63. Resulün çağrısını, aranızdaki herhangi birinin daveti gibi bir tutmayın! Allah, sizden, birilerinin arkasında gizlenerek sıvışıp gidenleri bilir. Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir fitnenin (sıkıntının, belanın) gelmesinden veya kendilerine elem verici bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar!

64. İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne üzerinde bulunduğunuzu da bilir. O’na döndükleri gün de onlara yaptıklarını haber verecektir. Ve Allah, her şeyi bilendir.