15. HİCR SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 54. suredir. Adını, 88’inci ayette geçen ve Semud kavminin helak edildiği bölgenin adı olan “Hicr” kelimesinden alır. Sure 99 ayettir.

           

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam, Ra.ı Bunlar (Elif, Lam, Ra), Kitabın ve apaçık Kur’an’ın ayetleridir (kanıtlarıdır).

ı “Elif, Lam, Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan beş (10. Yunus, 11. Hud, 12. Yusuf, 14. İbrahim, 15. Hicr) surede; 5091 tane “Elif”, 3295 tane “Lam” ve 1095 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 9481’dir ve bu sayı 19’un tam 499 katıdır. 

Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

2. Kâfirler, bir zaman gelecek, “Keşke biz de Müslim (teslim olan) olsaydık.” diye arzulayacaklar1.

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

3. Onları bırak; yesinler ve faydalansınlar ve beklentileri onları oyalasın; yakında (gerçeği) öğrenecekler.

4. Beldelerden hiçbirini, bilinen bir kitabı (yasası, hükmü) olmadan helâk etmedik.

5. Hiçbir toplum, kendi ecelinin (ölüm zamanının) önüne geçemez,1 onu da geciktiremez.2

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).

2 Bu ayet, 23:43 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 10:49; 16:61

6. Dediler ki; “Ey kendisine zikirı indirilen! Sen, bir mecnunsun!2

ı “Zikir”, “anmak, hatırlatmak ve dikkat çekmek” gibi anlamlara gelir.  Bütün elçilere gönderilen kitaplar birer zikir idi. Kur’an da bir zikirdir.

2 Mecnun: Deli, cinlenmiş demektir. Benzer mesajlar: 15:6; 23:70; 34:8; 44:14; 52:29; 68:51.

7. Sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) isen, bize melekleri getirsene!”

Melek elçiler beklentisiyle ilgili benzer mesajlar: 6:8; 15:7; 23:24; 25:7; 43:53.

8. Biz, melekleri ancak bir hak (amaç) için indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez (helak edilirler).

9. Zikri (vahiy kitaplarını) Biz indirdik, onu koruyup gözeten de Biziz.

Bu ayet vahyin, yani Kur’an’ın ilahî korumada olduğunu ve başına herhangi bir şey gelmeyeceğini bildirmektedir. Zira Kur’an, iç içe geçmeli mükemmel bir kodlama sistemiyle korunmuştur. Koruma görevinin insanlar tarafından değil, Allah tarafından gerçekleştirileceği vurguyla bildirilir. Kod görevi gören Huruf-u Mukatâlar; surelerin, ayetlerin, hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Kur’an’ın Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir. Konu ile ilgili olarak Reşat Halife Ek 1’e bakabilirsiniz.

Yüce Allah’ın, “Allah’ın Kelamı”, “Furkan”, “hidayet”, “nur” ve “zikir” şeklinde övdüğü ve onlara uyulmasını emrettiği kitapların da onları tasdik eden (doğrulayan) ve onlar için müheymin (onları koruyup gözeten ve onları kontrolünde tutan) Kur’an aracılığıyla Tevrat, İncil ve  Zebur’un da yine Allah tarafından korunmuş olduğunu da anlamaktayız.

10. Senden önce de evvelki toplumlara resuller gönderdik.

11. Onlara gelen bir elçi yoktur ki, onunla alay etmemiş olsunlar.

Benzer Mesajlar: 6:10; 9:65, 66; 13:32; 15:10, 11, 95; 18:106; 21:41; 25:41; 40:83

12. Bu böyledir, mücrimlerin (azılı suçluların) kalplerine onu işleriz.

13. Onunla iman etmezler. Eskilerin sünneti (yasası) de böyleydi.

14. Onlara, gökten bir kapı açsak ve oradan yukarı çıksalar da;

15. Şöyle derlerdi: “Kesinlikle basiretimiz döndürülmüş (düzgün düşünemez olmuşuz). Belki de biz büyülenmiş bir topluluğuz.”

Basiret; gerçeğin ortaya çıkmasını, yani hak ile batılın, hidayet ile dalaletin, hayır ile şerrin, doğru ile yanlışın açıklığa kavuşmasını sağlayan şey; bilgi, kesinlik, delil, kanıt, kalp gözüdür.

Benzer mesajlar: 6:25, 109, 111; 7:146; 10:33, 96; 15:13-15; 17:93; 26:199; 34:31

16. Gökte burçlar (galaksiler, yıldızlar) yarattık, bakanlar için de onu süsledik.

17. Ve onu, recmedilmişı tüm şeytanlardan (aldatanlardan, saptıranlardan) koruyup gözettik.2

ı رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir..

            2 Benzer mesajlar: 37:7-9; 67:5; 72:8-9.

18. İşitilene kulak misafiri olmak isteyenleri apaçık bir şihab izler.

şihab (alev, ışın, ışık) sözcüğü 7 yerde geçer (15:18; 27:7; 37:10; 72:8, 9). Bu ayet, kahinleri, büyücüleri, cinlerle bağlantı kurup gaybi bilgiler öğrendiğini iddia edenleri yalanlamaktadır.

19. Arzıı da genişlettik2 ve içine sabitlenmiş kütleler3 yerleştirdik ve orada, bir ölçüye göre her şeyden (bitkiler) yetiştirdik.

ı Arz; Dünya, yeryüzü, toprak, yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına gelir.

2”uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “yaydık, genişlettik” anlamlarına gelir.

3 “Ravasiye” “sabitlenmiş ağırlıklar, kütleler” ile ilgili açıklama 13:3 ayetinde yer alır.

20. Orada, sizin için de rızkı sizin tarafından sağlanmayanlar için de geçim kaynakları yarattık.2

            1 Bu sözcük, “عَاشَ” (‘âşe)” kökünden türemiştir ve “geçimlik”, “geçim kaynağı” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, bu kökten türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:10; 15:20; 20:124; 28:58; 43:32; 69:21; 78:11; 101:7.

2 Astronotları uzaya gönderildiğinde onlar için gerekli yaşam ortamları, yiyecek, içecek ve oksijen titizlikle ölçülüp hazırlanır. Yüce Allah ise; bir uzay gemisi olan bu yerküreyi çalışan ve üreyen, bakterilerden balinaya kadar milyarlarca canlı için oksijen, su ve sayısız lezzetli yiyeceklerle donatmış ve bu sayısız nimeti de kendi kendini besleyen bir eko-sistemle bereketlendirmiştir.

21. Ve her ne varsa onun hazinesi Bizim yanımızdadır. Onu da belirli bir ölçü dışında indirmeyiz.

22. Aşılayıcı rüzgârlar gönderdik,ı gökten su indirdik ve onunla sizi suladık; onu depolayabilen de siz değilsiniz.

Bilgi notu: Bu ayette, rüzgârların bitkilerin aşılanmasındaki rolüne dikkat çekilmektedir.

23. Biz hayat da veririz, öldürürüz de. Varis (kalıcı olan) olan da Biziz!

24. Sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.

25. Onları mahşerde toplayacak olan da senin Rabbindir. O, Hâkîm’dir, Alim’dir (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir; her şeyi bilendir).

26. İnsanı, hamein mesnun olan salsaldan (belirli bir ölçü ve bileşene göre şekil verilmiş, ses çıkaracak kadar kupkuru bir balçıktan) yarattık.

 Bu ayet 38:71-74 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Buradaki mesaj 2:30’dakinden farklıdır. 2:30’da daha önce yaratılmış olan insanın halife (sorumlu) olarak görevlendirilmesinden söz edilirken; burada ikinci imtihan için dünyaya yerleşecek olan ilk insan neslinin “yaratılması” ele alınmaktadır.

27. Cinleri ise, önceden Semum (maddenin özüne işleme özelliğine sahip zehirli) bir ateşten yarattık.

Cinlerin, insanlardan daha önce yaratıldığı, yalnızca bu ayette bildirilmiştir. 55:15 ayetinde de cinlerin dumansız bir ateşten yaratıldığı bildirilmiştir.

28. Rabbin, meleklere demişti ki: “Ben hamein mesnun olan salsaldan bir beşer (canlı, insan) yaratıyorum.

29. Tesviye ettiğimdeı ve ruhumdan2 ona (can) üflediğimde, ona secde edin!”

            ı Tesviye etmek; düzenlemek, düzgün hale getirmek ve dengelemek, biçimlendirmek, son şeklini vermek anlamlarına gelir.

Tevrat’ta insanın yaratılışı şu şekilde anlatılmaktadır: “Ve Yüceler (Yüce Melekler), adamı (insanı) kendi suretinde yarattı, onu Yücelerin suretinde yarattılar. Onları da erkek ve dişi olarak yarattılar.” (Yaratılış, 1:27)

Aynı şekilde Kur’an’da da insanın yaratma işini yapan ile ilgili olarak çoğul ifade kullanıldığını görüyoruz: “Sizi ondan (topraktan) yarattık…” (20:55); “İnsanı, salsaldan (ses çıkaran kupkuru balçıktan) yarattık. Sonra onu güvenli ve sağlam bir mekânda bir nutfe (bir damla sıvı) kıldık. Sonra o nutfeyi (bir damla sıvıyı), alaka (anne rahmine tutunan embriyoya) dönüştürdük. Derken alakı, mudğaya (bir çiğnem et parçasına) çevirdik. Ardından da mudğadan kemikler inşa ettik. Sonra kemiklere et (ve sinir, kas, damar, deri) giydirdik ve sonunda onu, bambaşka  bir varlık (düşünebilen, farklı şekillerde konuşabilen ve diğer varlıkları yönetebilen bir varlık) hâline getirdik. (Muminun, 23:12-14. Benzer mesaj: Hac, 22:5)

Tevrat’taki pasuk (ayet) göz önünde bulundurulduğunda; Kur’an’da da Yüce Allah’ın, bu yaratma işlerini “Mele-i Ala” (37/8; 38/69) denilen yüce (seçkin) meleklere yaptırdığını anlıyoruz.

Yine, Tevrat’ta yaratma işleminin son aşamasında insanın burnuna yaşam nefesini (ruhunu)Yücelerin Yahve’si (Allah) üflediği belirtilmektedir: “Ve Yücelerin Yahve’si, adamı (insan) yerin toprağından yarattı ve burnuna yaşam nefesini üfledi ve adam yaşayan bir ruh (varlık) oldu.” (Yaratılış, 2:7)

Aynı şekilde Kuran’da da insanın yaratma işleminin son aşamasında yaşam nefesini (ruhunu) Yüce Allah’ın üflediğini görüyoruz: “Onu biçimlendirip ruhumdan ona (can) üflediğimde, hemen ona secde edin!” (Hicr, 15:29; Sad, 38:72)

2 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.

30. Bunun üzerine bütün melekler hep birlikte secde ettiler.

29 ve 30’uncu ayetler, aynı sözcüklerle 38:72 ve 73 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.

31. Ancak İblis (sapkın), secde edenlerle birlikte olmak istemedi.ı

ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

32. “Ey İblis! Seni, secde edenlerle olmaktan alıkoyan nedir?” dedi.

33. Dedi ki: “Çamurdan, yıllanmış balçıktan yarattığın bir beşere (canlıya, insana) secde etmem!”

34. Dedi ki: “Öyleyse çık oradan! Sen recmedildin!ı

ı رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.

35. Din Gününe (hesap gününe) kadar da lanet senin üzerinedir.

Lanet; güzel olan her şeyden mahrum kalmak, dışlanmak demektir. Allah’ın Rahmetinden kovulmak, merhametinden yoksun bırakılmak demektir.

36. “Rabbim! O halde (insanların) yeniden döndürülecekleri güne (diriltilecekleri hesap gününe) kadar bana mühlet ver.” dedi.

37. Dedi ki: “Sen, mühlet (süre) verilenlerdensin.

38. Bilinen vaktin (yargı) gününe kadar.”

Şeytana süre verilmesi, insanın bu dünya yaşamında iyi ve kötü olma arasındaki sınavının gerçekleşmesinde ilahi planın bir gereğidir.

39. Rabbim! Sapıtmamaı neden olduğundan dolayı2 ben de yeryüzündeki her şeyi onlara cazip göstereceğim, hepsini de sapıtacağımı.

ı “غَوٰىۚ” (ğava) sözcüğü, bilinçli olarak ve isteyerek “sapıtmak, yoldan çıkmak, kötü yola girmek” gibi anlamlara gelir.  Bu sözcük Kur’an’da 16 kez geçer: 7:16, 175; 11:34; 15:39 (2 kez), 42; 20:121; 26:91; 28:18, 63 (3 kez); 37:32 (2 kez): 38:82; 53:2.

2 Bu ayetten anlaşılacağı üzere İblis, kendi suçunu Allah’a atmaktadır. Günümüz kadercilik anlayışının temelinde de aynı mantık gözlemlenebilir. Kaderciler, her şeyin ezelden belirlenmiş olduğu kanaatiyle kendi hatalarını Allah’a mal etme eğilimi gösterirler.

40. Onlardan, muhlis (samimi, içten) olan kulların hariç.”

34, 36, 37, 38 ve 40’ıncı ayetler, aynı sözcüklerle 38:77, 79, 80, 81 ve 83 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır. 35’inci ayet ise, 38:78 ayetinde “Din Gününe kadar lanetim senin üzerinedir.” şeklinde tekrarlanmaktadır.

41. Dedi ki: “Bu, Bana varan sırat-ı müstakimdir (dosdoğru yol budur)!

Allah, İblisin saptıramayacağını itiraf ettiği samimi kulların yolunun, kurtuluşa varacak doğru yol olduğunu belirtmektedir.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

42. Kullarım üzerinde senin sultanın (yetkin, otoriten) yoktur; sapıtıp sana uyanlar hariç.

41 ve 42’nci ayetler şu şekilde de anlaşılabilir; “Benim halis kullarımın gittiği yol bana ulaşan tek yoldur. Şeytan bu yola uyanlar üzerinde hiçbir güce sahip değildir. Çünkü Ben onları kullarım olarak seçtim.” Şeytan da onları zorla yoldan çeviremeyeceğini itiraf etmiştir. Benzer mesajlar: 7:12-18; 16:99; 17:61-63, 65; 34:21; 38:75-82.

43. Onların hepsinin varacağı yer de cehennemdir.

44. Yedi kapısı vardır, her kapı için de ayrılmış bir grup vardır.

45. Muttakiler (Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınan) ise; cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.

Bu ayet, 51:15 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

46. ‘Selametle (esenlikle, huzur ile) ve güven içerisinde oraya girin.’

47. Göğüslerindeki kini1 kaldırırız; kardeşler olarak, sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.

1 “غِلًّۭ” (ğille) sözcüğü kelime anlamı “kin” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer: 7:43; 15:47; 59:10.

48. Orada onlara yorgunluk ilişmez, oradan çıkarılacak da değildirler.

49. Kullarıma haber ver: “Şüphesiz ki Ben, gafurur-Râhîm’im (merhamet edip günahları örtüp bağışlayanım).

50. Azabım ise elem verici bir azaptır.

51. Onlara, İbrahim’in konuklarından da haber ver.

52. Onun yanına geldiklerinde, ‘Selâm!’ dediler. İbrahim, “Biz, sizden korkuyoruz!” dedi.

53. “Korkma! Biz, sana, alim bir delikanlı1 müjdeliyoruz.” dediler.

            1 “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

54. “Beni mi müjdeliyorsunuz? Bana dokunsanıza, bu yaşlı halimle mi?” dedi.

55. “Biz, hak (doğru, gerçek) olanı sana müjdeledik, umudunu kesenlerden olma!” dediler.

56. Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, dalalete düşenlerden başka kim ümidini keser ki? (Benzer mesajlar: 12:87; 39:53.)

İbrahim Nebi, Yüce Allah’ın rahmetine ve merhametine güvendiğini, bu yüzden yaşlılık çağında bile olsa çocuğunun olacağı müjdesine inandığını göstermektedir.

57. “Ey resuller, asıl göreviniz nedir?” dedi.

Meleklerin insan şeklinde gelmesi İbrahim’i şaşırttığından dolayı onların asıl geliş sebebini merak etti.

58. Dediler ki: “Biz, mücrim (azılı suçlu) bir kavme (helak etmek için) gönderildik.

57 ve 58’inci ayetler, aynı sözcüklerle 51:31 ve 32 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.

59. Ancak Lut’un ailesi hariç. Şüphesiz ki onları topluca kurtaracağız.

60. Karısı hariç. Çünkü onu, geride bırakılanlardanı takdir ettik.”

ı “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57; 29:32, 33; 37:138; 80:40.

61. Resuller, Lut’un ailesine geldiği zaman,

62. Dedi ki: “Doğrusu siz, (buralarda) tanınmayanı kimselersiniz.”

ı Burada geçen münkerûn kelimesi sanıldığı gibi “çirkin, nefret edilen” değil, “tanınmayanlar” demektir. Çünkü tanınmayan insanları çirkin bilinen, nefret edilen şeklinde itham etmek anlamsız olur.

63. Dediler ki: “Onların şüphe ettikleri şeyi sana getirdik.”

64. Sana hak (doğru, gerçek) ile geldik ve biz doğru sözlüyüz.

65. Gecenin bir bölümünde aileni yürütmeye başla ve onları geriden takip et. Hiçbiriniz de geriye dönüp bakmasın ve size emredilen yere gidin.”

66. Ona şu emri (hükmü) bildirdik: “Sabahladıklarında bunların kökü kazınacak”

67. Şehir halkı birbirlerini müjdeleyerek geldi.

Kur’an onların çirkin işlerini şöyle anlatıyor: “Demek siz, erkeklere yöneliyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda çirkin işler yapıyorsunuz öyle mi?” (29:29)

68. Dedi ki: “Bunlar benim misafirimdir, sakın beni utandırmayın!

69. Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının) ve beni rezil etmeyin!”

70. “Seni, başkalarına karışmaktan menetmemiş miydik?”

71. “İşte kızlarım; eğer yapacaksanız (onlarla evlenin)” dedi.

72. (Melekler Lut’a dedi ki), “Ömrü üzerine andolsun ki, böylece onları gerçekten de1 sarhoşlukları kör etti.”2

1 “لَفِي” (lefi) ifadesi, “Gerçekten de bu, ... içindedir” şeklinde çevrilebilir. “لَ” (le) burada vurgulama yapmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 10 kez geçer: 12:95; 15:72; 26:97, 196; 36:24; 51:8; 82:13, 14; 83:22; 87:18.

2 Lut’un kavmindeki sapkınların meleklere sarkıntılık yapması, Tevrat, Yaratılış 19:4-9 ayetlerinde de anlatılmaktadır.

73. Böylece güneşin doğduğu vakitte onları bir çığlık (korkunç bir ses) yakaladı.

74. Öyle ki oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine de siccilden taşlar yağdırdık.

Siccîl: Ateşte pişirilmiş çamur demektir. Kur’an da bunu teyit etmektedir. 11:82, 15:74 ve 29:34’’te Lut’un kavmi üzerine siccil taşlarından yağmur yağdırıldığı açıklanmıştır. Aynı taşlar hakkında 51:33’te “hicâretin min tin”, yani toprak ve çamurdan yapılmış taş buyurulmuştur. 105:3 ve 4 ayetlerinde de Ebrehe’nin ordusuna da kuşların sicilden taşlar attığı belirtilmektedir.

75. Şüphesiz ki anlamaya gayret edenlerı için bunda ayetler (işaretler) vardır.

ı “مُتَوَسِّم۪ينَ” (mutevessimîn) kelimesi, “işaretlemek, bir iz bırakmak, tanımak” gibi anlamlara gelen “و-س-م” (v-s-m) kökünden türemiştir ve “derin sezgiyle bakmaya gayret edenler, anlamaya gayret edenler, dikkatle gözlemlemeye çabalayanlar” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş sözcükler, Kur’an’da 2 yerde geçer: 15:75; 68:16.

76. Ve o (helak olan şehir) yol üzerinde durmaktadır.

77. Müminler için bunda ayetler (ibretler) vardır.

Lut’un kavminin şehirleri, helak edilmesi ile ilgili hususlar; Tevrat, Yaratılış 19:1-29 ve İncil, Luka 17:29’da da anlatılmaktadır.

78. Eyke halkı da zalim kimselerdi.

Elçi Şuayb’ın toplumu olarak anlatılan Eyke, kimi ayetlerde Medyen ismiyle bildirilmiştir. Eyke isminin Ormanlık Yer veya Yeşil Vadi anlamına gelmesi nedeniyle, Medyen toplumunun ormanlık bir bölgede yaşadığı öne sürülür. Şuayb ve Eykelilerin kıssası ile ilgili ayetler: 7:85-93; 11:84-95; 15:78-79; 26:176-191; 29:36-37; 38:13; 50:14.

79. Onlardan da intikam aldık. İkisi (Lut’un kavmi ile Eyke halkı) de apaçık bir yol üzerindedirı.

Ayetteki “imâm-ı mübîn” tamlaması, bağlam gereği “apaçık bir yol”, apaçık bir belge” şeklinde anlaşılmaktadır.

80. Hicr yoldaşları da resulleri yalanladı.

‘Hicr yoldaşları’ndan yalnızca bu ayette söz edilir. Sureye de ismi verilen Hicr yoldaşlarının, Elçi Salih’in gönderildiği Semud kavmi olduğu, Hicr isminin de “Kayalık Yer” anlamına gelmesi nedeniyle de bu toplumun kayalık bir bölgede yaşadığı; bazı kaynaklar ise Medine ile Tebük arasında bulunan bir yer olduğu öne sürülmektedir.

81. Onlara da ayetlerimizi gösterdik, fakat onlardan yüz çevirdiler.

82. Dağlardan1 güvenli evler yontuyorlardı.

1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

83. Onları da sabah vakti bir çığlık (korkunç bir ses) yakaladı.

84. Sahip oldukları şeyler ise onlardan hiçbir şeyi savamadı.

85. Gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri hak (bir amaç) için yarattık, o saat (kıyamet) da mutlaka gelecektir. Öyleyse sen onlara aldırma1 ve güzel davran.

1 Bu kelime “görmezden gelmek”, “aldırmamak”, “vazgeçmek" gibi anlamlara gelen “صَفَحَ” (safaha) kökünden türemiştir. Bu kelime Kur’an’da  8 kez geçer: 2:109; 5:13; 15:85; 24:22; 43:5, 89, 64:14.

86. Senin Rabbin, Hallakul-aliym (Her şeyi bilen Yaratıcı) O’dur.

ı “خَلَّاقُ” (xellâk) ifadesi, “yaratıcı”sürekli yaratan” demektir. “Xellâkul-aliym” ifadesi, Kur’an’da 2 defa  geçmektedir: 15:86; 36:81.

87. Biz, sana yedi çifti ve âzîm (muazzam, yüce) Kur’an’ı verdik.

Sure başlarında 14 (7x2) ayrı harf kombinezonları olup onların sayısal (ebced) değerlerinin toplamı Nebimiz Muhammed’in izleyicilerine verilmiş olan 1709 kameri yılı verir. Yüce Allah’ın Antlaşma Resulü Reşat Halife’nin vazifelerinden biri de Kur’an’ın MS 2280 yılında Dünya’nın sona ereceğine ilişkin beyanını iletmektir. Dünyanın sonunun tarihi, o tarihten (2280’den) 300 güneş yılı (309 kameri yıl) önce, yani 1980 MS (1400 HS) yılında, bildirildi (Bak: 18:25 ve 72:27). Dünya’nın, İsa’nın doğumundan sonra 2280 (19x120) yılında sona ereceğini öğreniyoruz (43:61 ve 47:18’e bakınız). Ek olarak, hem ay yılı (1710) hem de güneş yılı (2280) İsa’nın doğumundan Muhammed’in doğumuna kadarki yıl sayısı olan 570’e de (19x30) bölünür. Nitekim İsa’nın doğumu bir işaretleyicidir. Kuşkusuz, Allah daha iyi bilir.

88. Onlardan bazı çiftlere verdiğimiz metaya1 gözlerini uzatma2! Onlar (o nimetler) için de üzülme! Müminlere kanatlarını indir.3

ı “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.  Benzer mesaj: 20:131

2 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “uzatma, yayma” anlamlarına gelir.

3 Benzer mesaj: 26:215)

89. Ve de ki: “Ben, apaçık bir uyarıcıyım!”

90. Muktesimlerin (bölücülerin) üzerine indirdiğimiz gibi,

91. Kur’an’ı parçalara ayıran kimselere.

92. Rabbine andolsun ki, onların hepsini sorguya çekeceğiz;

93. Yapmakta oldukları şeylerden!

94. Sana emredileni açıkça söyle, müşriklere de aldırma!

95. Alay edenlere karşı Biz sana yeteriz. (Benzer mesaj: 2:137)

 Alaycıların akıbeti ile ilgi mesajlar: 6:10; 13:32; 15:11; 21:41)

96. Allah’ın dışında başka ilah (Yüce olan) edinenler, yakında bilecekler!

97. Onların söyledikleri yüzünden içinin daraldığını biliyoruz.

98. O halde Rabbinin hamdi ile tesbih et1 ve secde edenlerden ol.

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

99. Ve yakin (kesin olan, ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et.

“Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı ile ilgili açıklama 2:4’te yer alır.