19. MERYEM SÛRESİ

    Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 44. suredir. Sure 98 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Kaf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.

“Kâf, ha, ya, ayn, sad” Başlangıç harfleriyle başlayan surede; 137 tane “Kaf”, 175 tane “Ha”, 343 tane “Ya” ve 117 tane “Ayn”, 26 tane de “Sad” harfi vardır. Bunların toplamı 798’dir ve 19’un 42 katıdır. Ayrıca;

 ı- Başlangıç Harflerinin en fazla sayıda geçtiği sure de budur. Sure, Yahya’nın ve İsa’nın mucizevi doğuşları gibi kritik konuları ele alır ve İsa’yı Allah’ın oğlu olarak gören büyük küfrü şiddetle kınar. Beş başlangıç harf (Kâf, ha, ya, ayn, sad) bu konuları desteklemek için güçlü fiziksel kanıt sağlar (Reşat Halife Ek 1 ve 22’ye bakınız)

ıı- Adem Nebi ile İsa Nebi’nin her ikisinin isminin 19’uncu kez geçtiği Sure, Kur’an’ın 19’uncu suresidir.

2. Rabbinin, kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir (anışıdır).

3. O, gizliı bir seslenişle Rabbine seslenmişti.

ı “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.3:29

4. Dedi ki: “Rabbim! Kemiklerim gevşedi, saçlarım da ağardı. Sana dua ettiğimde hiçbir zaman bedbaht olmadım.

5. Ben, benden sonra yerime geçecek yakınlarımdan korktum. Eşim de kısırdır. O halde bana katından bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) bahşetı.

ı “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

6. Bana varis olsun, Yakub’un soyuna1 da varis olsun. Ve Rabbim, onu razı olduklarından kıl.”

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, soyu, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

7. “Ey Zekeriya! Sana bir delikanlıı müjdeliyoruz, ismi Yahya’dır; daha önce kimseyi ona denk/adaş2 yapmadık.”

            ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

            2 Ayette geçen “semiyyan” sözcüğü, “adaş” olarak çevirilere konu edilmektedir. “Semiyyan” sözcüğü, Arapça kökenli bir kelime olup “Sami” isim kökünden türetilmiştir ve “Yüce, üstün veya yüksek” gibi anlamlara gelir.  Bu kelime genellikle, bir kişinin ya da bir şeyin yüceliği, üstünlüğü ya da yüksekliği anlatmak için kullanılır. Bu sözcük, bu surenin 65’inci ayetinde de geçmektedir. “Samiyyan” kelimesi ayrıca, bir kişinin ya da bir şeyin yüksek ve yüce bir makamda olduğunu ifade etmek için de kullanılabilir.

            İncil’de (Luka 7/28) de Yahya ile ilgili şöyle bir ayet vardır: “Size şunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Yahya’dan daha üstün olanı yoktur. Bununla birlikte, Allah’ın Egemenliğinde en küçük olan da ondan üstündür.”

8. “Efendim, karım kısırken ben de bu kadar yaşlı iken, benim nasıl bir delikanlım olabilir?” dedi.

9. (Melek) “Öyledir” dedi. Rabbin, “O, Benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değilken (yoktan) seni de yaratmıştım.” dedi.

10. Efendim, bana bir ayet (alâmet, işaret) göster.” dedi. (Melek) “Senin ayetin, insanlarla tam (düz) üç geceı konuşmamandır.”

ı Aynı buyruk, 3:41 ayetinde “Üç gün” olarak bildirilmiştir. Bu hadise, İncil, Luka 1:11-23’te de anlatılmaktadır.

11. Bunun üzerine mihraptan halkının yanına çıktı ve onlara, fecir vaktinde1 ve akşam vaktinde2 (Allah’ı) tesbih edin,3 diye bildirdi.4

1 “اِبْكَارِ۟” (ibkâr) kelimesiبكر(b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak" demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle "akşam vakti" veya "karanlığın başlangıcı" anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

4 Zekeriya Nebi, çocuk sahibi olacağı müjdesinin şaşkınlığı sonucunda bir mucize isteğinde bulunması ve bunun onda yaşanması nedeniyle üç gün konuşamadığı için tebliğini işaretle yapmıştır. 3:41’de geçen ‘remz’ kelimesi de “işaret” anlamına gelmektedir.

12. “Ey Yahya! Kitab’ı kuvvetle tut (ona sımsıkı sarıl, ona bağlı kal).” Ve ona çocuk iken hikmetı verdik.

ı Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

13. Katımızdan şefkat ve zekât (bahşettik).ı Takva sahibi (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) de oldu.

ı Zekâtın, yardım etmek dışında bir anlamı da; temizlenmek, arınmak arı duru hale gelmiş bir benlikle Allah’ın emirlerine tabi olmak demektir. (Bkz: 19:13; 18:81; 23:4)

14. Ebeveynine karşı da birr (iyilik, doğruluk, erdem, takva) sahibiydi. Asi, cebbar (zorba, istediğini güç kullanarak yapan) biri de değildi.

15. Doğduğu gün de öldüğü gün de diriltilip (kabirden) çıkarılacağı gün de ona selâm olsun!

Aynı ifade 33’üncü ayette İsa Nebi için de kullanılmıştır.

16. Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ailesini terk etmiş, doğu yönünde bir yere (gitmişti).

17. Böylece onlarla (ailesiyle) arasına hicab1 çekti. Bunun üzerine ona ruhumuzu2 gönderdik. O zaman ona düzgün bir beşer (insan) gibi göründü3.

1 “حِجَابٌۭ ۚ” (hicâbûn) sözcüğü, “hicap” yani “perde, örtü, engel” anlamına gelmektedir ve “örtmek, perdelemek, gizlemek” anlamına gelen “حجب” (hacb) kökünden türemiştir. Kur’an’da, “hacb” kökünden türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15.

2 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.

            3 “فَتَمَثَّل” (fetemeseel) sözcüğü, “görünmek”, “bir şekle bürünmek”, “örnek olarak belirmek” anlamlarına gelir.

18. (Meryem) dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Râhmân ile (O’nun yardımıyla) senden korunurum1; eğer sen takvalı bir kişiysen!”

1 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.  Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.

19. “Ben, sana tertemiz bir delikanlıı armağan etmek2 için görevlendirilmiş Rabbinin bir resulüyüm (resulü bir meleğim).” dedi.

            ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

2 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

20. Dedi ki: “Bana hiçbir beşer dokunmamış ve ben iffetsizlik etmemişken nasıl olur da bir delikanlım olur?”

Meryem’in ne kadar büyük bir imtihan yaşamış olduğu tahminlerin de ötesindedir.

21. O dedi ki: “Rabbin, ‘o (yaratmak), Benim için kolaydır ve onu insanlar için bir ayet (işaret, mucize), Bizden de bir rahmet kılacağız. Bu (önceden) karar verilmiş bir iştir.’ dedi.”

Bu ayet 3:47 ayetiyle birlikte okunmalıdır. Bu hadise, İncil, Luka 1:28-37 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Melek, Meryem’in yanına girerek, ‘Selam, ey Allah’ın lütfuna erişen kız; Rab, seninledir.’ deyince, Meryem, çok şaşırdı. ‘Korkma Meryem!’ dedi. ‘Allah’ın lütfuna eriştin; gebe kalıp bir oğul doğuracak ve adını İsa koyacaksın.’ Meryem, ‘Bu nasıl olur; ben erkeğe varmadım ki?’ diyerek meleğe sordu. Melek, şöyle yanıt verdi: ‘Kutsal Ruh, senin üzerine gelecek; Yüceler Yücesinin gücü, sana gölge salacak. Allah’ın yapamayacağı hiçbir şey yoktur.’”

22. Ve ona hamile kaldı, gözden uzak bir yere çekildi.

23. Doğum sancısı da onu bir hurma ağacının altına götürdü ve dedi ki: “Keşke1 bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim.”2

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

2 Bu sözler, doğum sancısı nedeniyle söylenmiş sözler değil, hamileliğinin izahını nasıl yapacağını bilememenin verdiği sıkıntıyı ve üzüntüyü ifade eden sözlerdir. İsa’nın doğumu, İncil, Luka 2:6 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Meryem’in doğurma vakti geldi ve ilk oğlunu doğurdu. Onu kundağa sarıp, bir yemliğe yatırdı. Çünkü handa yer yoktu.”

24. Ve altından (bebeği) kendisine seslendi: “Sakın üzülme! Rabbin, senin altında bir su arkı yarattı.

Doğum sancısına karşı önerilen su arkı ve olgun hurma, kas hareketlerini düzenleyerek doğum sancısını hafifletmektedir. Suyun görülmesi veya sesinin işitilmesi otonom olarak kasların hareketini düzenler. Nitekim modern doğum klinikleri havuzda doğum işlemini uygulamakta. Hurmada bulunan oksitosin (oxytocyn) maddesi de modern tıpta doğumu kolaylaştırıcı bir ilaç olarak kullanılmaktadır. (Bak 4:82)

25. Hurmanın dalını kendine doğru silkele, üzerine olgun hurmalar dökülsün.

Bu ayet İsa Nebi’nin doğduğu mevsim konusunda da bilgi verir. Ortadoğu’da, hurmalar Eylül sonunda ve Ekim başlarında ağaçtan düşecek derecede olgunlaşır.

26. Artık ye, iç ve gözün aydın olsun! Eğer beşerden (insanlardan) birini görürsen de ki: “Ben, Râhmân (merhametli olan) için oruç (susma orucu) adadım1 ve bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”

            1 “نَذْر” (nezr) kelimesi, bir şeyi yapmayı “taahhüt etmek” “söz vermek” ve “adamak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:270 (2 kez); 3:35; 19:26; 22:29; 76:7.

27. Ve onu taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: “Ey Meryem! Sen şaşılacak bir şey yaptın!

28. Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kişi değildi, annen de iffetsiz değildi.”

Burada sözü edilen “Harun’un kız kardeşi” ifadesi ile ilgili birkaç görüş söylenebilir: 1- Meryem’in, Harun Nebinin soyundan geldiği vurgulanmak istenmiş olabilir. 2- Harun Nebinin davasını sahiplenmiş olduğu için söylenmiş olabilir. 3- Harun adında bir kardeşi olabilir. 4- Bu ifade ile Altın Buzağı Olayında İsraillilerin baskısına boyun eğerek zayıf bir liderlik sergilediğini iddia ettikleri Harun Nebiye onu benzetmiş olabilirler. 5- Musa Nebinin Habeşistanlı bir kadınla evliliğini eleştiren ve bu nedenle Allah tarafından cezalandırılan Harun Nebinin kız kardeşi Meryem’e benzeterek onu utandırmak veya aşağılamak istemiş olabilirler.

29. Onlara, onu işaret etti. Dediler ki: “Beşikteki1 bir çocukla nasıl konuşabiliriz?”

1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

İsa Nebi’nin beşikte konuştuğuna dair ayetler: 3:46; 5:110; 19:29.

30. Dedi ki: “Ben, Abdullah’ım (Allah’ın kuluyum). Bana Kitabı verdi ve beni nebi kıldı.

31. Ve nerede olursam olayım beni mübarek (kutsal, kutsanmış, mukaddes, bereketli) kıldı. Yaşadığım müddetçe de bana salatı1 ve zekâtı vasiyet etti.2

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

2 Tüm nebilere emredilen salat ve zekatın (ondalık) da İsa Nebi’ye de emredilmiş olduğunu görmekteyiz.

Vasiyet, bir kimsenin yapılmasını istediği şeyleri bir başkasına bildirmesidir. Kendisine vasiyet edilen kişi de bu vasiyete riayet eder. Aynı zamanda bunu başkalarına da vasiyet edebilir.

İsa Nebi’nin, salatı (Allah’a yönelme duasını) müminlere de vasiyet ettiğini (emrettiğini) İncil ayetlerinde görebiliyoruz: “Ayrıca, dua (salat) ettiğiniz zaman münafıklar (ikiyüzlüler) gibi yapmayın. Çünkü onlar insanlara görünebilmek için havralarda ve anayolların başlarında dikilerek dua etmeyi severler. Emin olun, onlar karşılıklarını tam olarak aldılar. Fakat dua ettiğiniz zaman kendi odanıza çekilin ve kapıyı örtün. Gayb olan Baba’nıza (gizli, duyu organların algılayamadığı Allah’a) dua edin. Gaybı bilen Babanız size ecrinizi (karşılığınızı, mükafatını) verecektir.  Dua ettiğinizde de müşrikler gibi boş (anlamsız) sözleri tekrar edip durmayın. Onlar, çok konuşarak duyulacaklarını sanırlar. Bu nedenle onlar gibi olmayın. Çünkü Babanız, neye ihtiyacınız olduğunu daha siz O’ndan dilemeden bilir.” (Matta, 6:5-8)

 İsa Nebi’nin, zekatı da müminlere de vasiyet ettiğini İncil ayetlerinde görebiliyoruz: “Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz nanenin, dereotunun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Tora’nın (Kutsal Yasa’nın) daha önemli konularını, yani adaleti, merhameti ve sadakati ihmal edersiniz. Onları yapmanız (ondalık vermeniz) gerekirdi, fakat diğerlerini de ihmal etmemeliydiniz. Ey kör kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız!” (Matta, 23:23, 24)

 Salat ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:3 ayetinde yer alır.   Zekât verilecek kimseler de 6:141 ayetinde belirtilmektedir.

Ayrıca bu ayet; Allah’a yönelme duasının ve zekâtın, Nasraniler için de farz olduğunun delillerindendir.

32. Ve anneme karşı birr (iyilik, doğruluk, erdem ve takva) sahibi olmamı. Beni dikbaşlı bir cebbar (zorba) da yapmadı.

33. Doğduğum gün de öldüğüm gün de diriltilip (kabirden) çıkarılacağım gün de selam benim üzerimedir.”

Aynı ifade 15’inci ayette Yahya Nebi için de kullanılmıştır.

34. Hakkında ihtilafa düştükleri Meryem oğlu İsa ile ilgili hak (gerçek, hakikat) söz işte budur.

35. Evlat edinmek Allah’a yakışmaz. O, Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). Allah, bir şeyin olmasına karar verdiğinde ona ‘Ol!’ der, o da oluverir.

36. “Allah, benim de Rabbimdir ve sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk (hizmet) edin. Sırat-ı müstakim (doğru olan yol) budur.”

İsa Nebi’nin bu ayette söylemiş olduğu bu söz; 3:51, 5:72, 5:117 ve 43:64 ayetlerinde de bildirilmiştir.

İsa Nebi’nin bu sözü, İncil, Markos 12:29,30 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “İsa: ‘En önemlisi şudur!’ dedi; ‘Dinle ey İsrail! Allah’ımız Rab, Bir olan Rab’dir. Allah olan Rabbi de tüm yüreğinle ve tüm canınla ve tüm aklınla ve tüm gücünle seveceksin.’”

İncil’deki bu ayetin benzeri Tevrat’ta da bildirilmiştir. Musa Nebi’nin söylemi, Tevrat, Yasanın Tekrarı 6:4 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Dinle ey İsrail! Allah’ımız Rab, Bir olan Rab’dir.”

Tevrat ayetinde Allah’ın “Bir” olduğunu tanımlayan İbranice “Ehad” sıfatı, 112:1 ayetinde bildirilen aynı anlamdaki Allah’ın Arapça “Ehad” sıfatının tıpkısıdır.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

İncil ayetlerine göre; Meryem bu hadiseyi yaşadığında Yusuf adlı bir marangozla nişanlıydı. Yusuf’a göre Meryem, ne iddia ederse etsin başka birinden hamile kaldığı izlenimi uyanıyordu. Bu durumun da İsrailoğullarının şeriatına göre, başka bir adamla kendi isteğiyle cinsel ilişkide bulunan nişanlı bir kadının taşlanarak öldürüldüğünü de biliyordu (Tekrar 22:23, 24). Yusuf onun taşlanarak öldürülmesini ya da herkese rezil olmasını istemiyordu. Bu nedenle onu gizlice boşamayı düşündü. O günlerde, nişanlı kişilere evli gözüyle bakılırdı ve nişana son vermek için boşanmak gerekiyordu. Kafası iyice karışmış olan Yusuf, rüyasında Yahve’nin (Allah’ı) meleği görünür. Rüyada kendisine vahyedilince Meryem’i evine getirir. Bu davranışı ile Meryem ile artık evli bir çift olduğunu ilan etmiş olur. (Ayrıntılar için bakınız: İncil, Matta 1:18-25)

37. Bunun üzerine hizipler (gruplar) kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Âzîm1 (dehşetli) güne tanık olacak kafirlere veyl olsun!2

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

2  Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

38. Bize geldikleri gün işitecek ve görecekler. Fakat bugün zalimler, apaçık delalet (sapıklık) içindedirler.

39. Onları, hükmün karara bağlanacağı o hasret (pişmanlık) gününe karşı uyar. Onlar, gaflet içindedirler; iman da etmezler.

40. Yeryüzüne ve onun üzerindekilere Biz vâris olacağız, onlar da Bize döndürülecekler.

41. Kitap’ta İbrahim’i de an. O, sıddîk (doğrulukta sebat eden, güvenilir) bir nebi idi.

42. Babasına demişti ki: “Ey Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana bir fayda sağlamayan şeye niçin kulluk ediyorsun?

İbrahim Nebi’nin babasına yönelik tebliği ile ilgili mesajlar: 6:74-75; 21:52-55; 26:70-77; 37:85-87; 43:26-27

43. Ey babacığım! Sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O halde bana uy ki, seni düzgün (doğru) olan yola eriştireyim.

44. Ey babacığım! Şeytana (aldatana, saptırana) kulluk etme. Çünkü şeytan, Râhmân’a (Lütufkâr olan Allah’a) isyan eden biridir.

45. Ey Babacığım! Râhmân’dan olan bir azaba uğratılmandan, şeytanın da velisi (dostu, rehberi) olmandan korkuyorum.”

46. “Ey İbrahim! Sen, benim ilahlarıma yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen seni recmederimı. Benden uzun bir süre uzak dur (gözüme görünme).” dedi.

ı “اَرَاغِبٌ (arāghib) sözcüğü, “yüz çeviren, kaçınan, tercih etmeyen” anlamlarına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden türetilmiştir. Rağaba, genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya ona yönelmek anlamlarına gelir.

2 رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.

47. Dedi ki: “Selamun aleyke (selam üzerine olsun), Rabbimden sana mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkardır.

Bu ayetler 9:113-114, 26:86-87 ve 60:4 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. İbrahim Nebi, babası sağken onun tevbe etmesi için dua etmişti.

48. Sizden de Allah’ın dışında1 kulluk ettiğiniz şeylerden de uzaklaşıyorum ve yalnızca Rabbime dua ediyorum. Rabbime ettiğim dua sayesinde de mahrum kalmayacağımı umut ediyorum.”

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

49. Onlardan ve Allah’ın dışında kulluk ettikleri şeylerden uzaklaştığı zaman da ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik1 ve hepsini nebi yaptık.2

1 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

2 Benzer mesajlar: 6:83; 11:71; 21:72.

50. Ve onlara rahmetimizden bahşettik ve onlara sıddîk (doğrulukta sebat eden, güvenilir) bir lisan verdik.

51. Kitap’ta Musa’yı da an. O, muhlis (Allah’a karşı samimi olan) biriydi ve nebi olan bir resuldü.

52. Ona Tur’unı (Sina Dağı’nın) sağ tarafından seslendik ve özel konuşmakı için onu yaklaştırdık.

ı “Tur” sözcüğü ile ilgili açıklama 2:63 ayetinde yer alır.

2 “نجو” (necva) sözcüğü, “özel konuşmak, fısıldaşmak veya gizli görüşmek” anlamlara gelmektedir. “نجو” (necva) sözcüğü, Kur’an’da 13 ayette geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52; 20:62; 43:80; 58:7, 8, 9, 10, 12, 13. 

53. Rahmetimiz gereği, kardeşi Harun’u da nebi olarak ona armağan ettik. (Benzer mesajlar: 20:29-30; 26:13)

54. Kitap’ta İsmail’i de an. O, sözüne sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir olan) nebi olan bir resuldü.

55. Halkına salatı1 ve zekâtı emrederdi.2 Rabbinin katında da hoşnutluk kazanmıştı.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

2 Bu ifade; Allah’a yönelme duası, oruç, zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: 2:83; 3:39; 5:12; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31, 55, 59; 20:14; 22:26-30, 34-37; 21:73; 31:17; 42:13.

56. Kitap’ta İdris’i de an. O, çok sıddîk (doğrulukta sebat eden, güvenilir) bir nebiydi.

Kur’an’da adı 2 defa geçen İdris; sabredenlerden olan (21:85), yüce bir makama yükseltilen (19:57), Allah’ın, nimet verdiği (19:57), rahmetine aldığı (21:86), salih (21:86) ve sıddik bir nebidir (19:56,58).

57. Onu yüce bir mekâna yükselttik.

58. İşte bunlar, Allah’ın nimet verdiği nebilerdendir. Adem’in neslinden, Nuh ile (gemide) taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz (kılavuzluk ettiğimiz) ve seçtiğimiz kimselerdiler. Onlara Râhmân’ın ayetleri tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) ağlayarak secdeye kapanırlardı.

Bu ayetten başka, 3:93 ayetinde de İsrail ismiyle bildirilen Yakub Nebidir. Yakub Nebinin soyunun devamı olan toplum, Kur’an’da İsrailoğulları olarak anılır. Yakub’a, Allah tarafından İsrail isminin verilmesi, Tevrat’ta şöyle yazılıdır: “Ve yüceler ona dedi ki: “Adın Yakup’tur. Bundan sonra (sadece) Yakup adınla çağrılmayacaksın. Bir adın da İsrail olacak. Çünkü Yahve, sana İsrail adınla seslendi.” (Yaratılış, 35:10)

59. Böylece onlardan sonra salatı1 zayi eden ve kendi şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Bundan dolayı yakında ğayy2 ile karşılaşacaklar.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

2 “غَىِّ” (ğayy) sözcüğü, “boş ve anlamsız şeyler” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 2:256; 7:146, 202; 19:59.

60. Ancak tevbe eden ve iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimseler istisna. Onlar, Cennete girecekler ve asla haksızlığa uğratılmayacaklar.

61. Râhmân, kullarına gıyaben (onların bilgisi olmadan) Adn Cennetlerini vadetti. O’nun vaadi (sözü) yerine gelecektir.

62. Orada boş söz işitmezler.1 Onlara orada sadece selam (esenlik), fecir vakti2 ve akşam vaktinde3 de rızık vardır.

ı Bu husus, Kur’an’da bir çok yerde zikredilmiş bulunan Cennet nimetlerinden bir nimettir. Bu nimet, insanların orada hiçbir boş söz, yalan, gıybet, bühtan, sövgü, laf-ü güzaf, alay ve aşağılama duymayacak olmalarıdır. Kötü bir toplum içinde yaşayan aklı selim sahibi bir kimse, Allah’ın insanlara Cennette vadettiği bu nimetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu iyi bilir. Benzer mesaj: 37:47; 52:23; 56:25; 78:35; 88:11.

            2 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

3 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak" demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle "akşam vakti" veya "karanlığın başlangıcı" anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

63. Kullarımızdan takvalı olanları (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanları) mirasçı kılacağımız cennet işte budur.

64. “Biz, Rabbinin emri dışında inmeyiz. Önümüzde ve arkamızda olan ve bunlar arasında bulunan her şey O’nundur. Rabbin unutkan da değildir.”1

1 Melekler, her şeyi Yüce Allah’ın emri doğrultusunda yaparlar. Benzer mesajlar: 6:61; 16:50; 21:27; 66:6; 97:4.

65. Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. O’na kulluk et ve kullukta sebatı et. O’nun üstününü/yücesini biliyor musun?

 ı Sebat: Sözünden veya kararlarından dönmeme, bir işi sonuna değin sürdürme.

2 “Semiyyan” sözcüğü ile ilgili açıklama 19:7’de yer alır.

66. İnsan, “Öldükten sonra, diri olarak mı çıkartılacağım!” der. (Benzer mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11)

67. İnsan, ​​daha önce kendisi bir hiç iken Bizim onu yarattığımızı hatırlamıyor mu?

68. Rabbine andolsun ki, Biz, onları da şeytanları (aldatanları, saptıranları) da bir araya toplayacağız. Sonra onları cehennemin etrafında diz çökmüş halde hazır bulunduracağız.

69. Ardından, tüm şeylerden (insanlardan ve cinlerden) Râhmân’a en çok asi olanları çekip ayıracağız.

70. Sonra, Biz, kimlerin ona yaslanmaya layık olduğunu elbette ki daha iyi biliriz.

71. Ve Sizden hiçbir kimse yoktur ki, ona varmasın. Bu, Rabbinin katında takdir edilmiş bir hükümdür.

Ek 11’de detaylıca anlatıldığı gibi biz, Yüce Allah’ın kıyamet günü evrenimize fiziksel olarak gelişine kadar diriltilmiş olacağız. Yüce Allah’ın yokluğu Cehennem demek olduğu için bu da Cehennemin geçici tattırılması olacaktır. Yüce Allah geldiği zaman (89:22) takva sahibi olanlar kurtarılacaktır. 19:72’ye bakınız. (Reşat Halife, EK 11)

72. Sonra takvalı olanları kurtaracağız ve orada zalimleri diz çökmüş halde bırakacağız.

73. Kafir olanlara ayetlerimiz açıkça tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda), iman edenlere derler ki: “İki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi (topluluğu) de daha ahsendir (iyidir, güzeldir)?”

74. Onlardan önce de daha varlıklı ve daha gösterişliı nice nesiller helak ettik.

ı “riya yapmak, gösteriş yapmak, başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi anlamlara gelen  “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş olan “رِءْيًۭا” (ri’yen) sözcüğü, “gösterişli” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.

75. De ki: “Kim delalet içinde ise; Râhmân, ona bir süre verir. Vadedildikleri azabı veya Saati (kıyameti) gördüklerinde, kimin konumunun daha kötü olduğunu ve kimin ordusunun (destekçilerinin) daha zayıf olduğunu bilecekler.

76. Allah, hidayete erenlerin hidayetini artırır.1  Rabbinin katında mükafat bakımından hayırlı olan, kalıcı salihâttır (doğru, yapıcı, erdemli fiillerdir); sevap2 olarak da hayırlı olandır.

1 Benzer mesajlar: 3:173; 8:2; 9:124; 18:13; 19:76; 22:54; 33:22; 48:4; 74:31.

2 “ثَوَاب” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

77. Ayetlerimiz ile1 inkâr edeni ve “Bana mal da evlatlar da verilecektir!” diyeni görüyor musun?

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

78. O, gaybı (sırları) mı biliyor, yoksa Râhmân’dan bir söz mü aldı?

79. Hayır, öyle değil! Biz onun dediklerini yazacağız ve onun azabını uzattıkça1 uzatacağız.

            1 “كَلَّا” (kellâ), "Asla!", "Hayır, öyle değil!" gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 10 kez geçer: 19:79, 82; 70:15, 39; 74:16, 32, 53, 54; 75:11, 20.

2 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara gelen “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “uzatırız, yayarız, arttırırız” anlamlarına gelir.

80. Onun söylediklerine de varis olacağız, o da tek başına Bize gelecek.

81. Onlar, kendileri için bir izzet (itibar) olsun diye Allah’ın dışında1 ilahlar edindiler.

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

82. Hayır, öyle değil! (Tapındıkları) onların kulluklarını inkâr edecek ve onlara hasım olacaklardır.1

1 Benzer mesajlar: 10:28-29; 14:22; 16:86; 25:18-19; 28:63; 29:25; 30:13; 34:41; 35:14; 46:6.

83. Onları kışkırtmaları için kâfirlere şeytanları (aldatanları, saptıranları) gönderdiğimizi görmüyor musun?

84. Onlar için acele etme; onlar için (günleri) saydıkça sayıyoruz.

85. O gün takva sahiplerini, Râhmân’ın huzurunda konuk olarak toplayacağız.

86. Mücrimleri (azılı suçluları) de susamış olarak Cehenneme süreceğiz.

87. Râhmân’ın (alemlerdeki bütün varlıklara merhametli olanın; şefkatli, lütuf ve ihsan sahibi olanın) katında söz almış olanlar dışında kimse şefaat edemez.

Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48’de ayette yer alır.

88. “Râhmân, bir evlat edindi.” dediler.

89. Çok çirkin bir şey (iddia) ortaya attınız.

Bu ayet 17:40 ve 18:4 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

90. Ondan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar da göçecek.

91. Râhmân’a evlat yakıştırdılar diye.

92. Râhmân’a evlat edinmek uygun düşmez1.

1 “يَنْبَغِي” (yenbeği) sözcüğü; gerekmek, yakışmak, uygun olmak anlamlarına gelir.

93. Göklerde ve yerde kim varsa, Râhmân’a kul (hizmet eden) olarak gelecek.

94. Muhakkak ki onları hesapladık1 ve sayılarının sayısını belirledik.

            1 Bu sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”, “hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6; 65:1; 72:28; 73:20; 78:29.

95. Kıyamet günü ise onlardan her biri O’na tek başına (yapayalnız) gelecek.1

1 17:71 ve 27:83’te ifade edildiği üzere, mahşerde Yüce Allah’ın huzurunda önderleriyle birlikte getirilmiş olsalar da herkes tek başına yargılanacaktır. Benzer mesaj: 6:94; 18:48; 19:80

96. İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler için Râhmân (lütufkâr) bir sevgi1 bağışlar.

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

97. Biz, onu (Kur’an’ı) lisanınla kolaylaştırdık ki, onunla takva sahiplerini (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanları) müjdeleyesin; inatçı topluluğu da uyarasın.

1 Benzer ayetler: 44:58; 54:17, 22, 32, 40; 73:20.

98. Onlardan önce de nice toplulukları helâk ettik. Onlardan herhangi birini hissediyor musun? Yahut onlardan herhangi bir fısıltı işitiyor musun?