9. TEVBE SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 113. suredir. Surenin büyük bölümü, Tebük seferiyle ilgili konuları ele alır. Adını da bu sefere katılmayanların tevbesini (pişmanlığını) dile getiren bölümlerden almıştır. Sure 127 ayettir.

            Sure, başına Besmele eklenmemiş tek suredir. Bu olgu, 14 yüzyıl boyunca Kur’an öğrencilerinin kafasını karıştırdı ve bunu açıklamak için birçok teori geliştirildi. Şimdi anlıyoruz ki Besmelenin dikkat çeken yokluğu üç amaca hizmet etmektedir:

(1) İlerideki bir ilahi ilanı temsil eder ki, puta tapanlar 2 sahte ayet eklemek suretiyle Kur’an’la oynamaya mukadderdiler (9:128-129).

(2) Kur’an’daki matematiksel kodun fonksiyonlarından birini göstermektedir. Allah, bu sayede Kur’an’ı tahrifata karşı korumuştur.

(3) Bu matematiksel kod, Kur’an’ın mucizevi özelliklerini sunmaktadır. Olağanüstü öneminden dolayı, ayrıntılar Reşat Halife tarafından yazılmış Ek 24 ve 29’da verilmiştir. Sure incelendiğinde; 9’uncu surenin sonuna kadar “Allah” kelimesinin geçiş sayısının 1273 (19x67) olduğu görülür. Surenin sonuna eklenmek istenen iki sahte ayet (128 ile 129) bu matematiksel sisteme uymamaktadır.

 

1. Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Resulünden bir beraattir!

            “بَرَٓاءَ(Beraa), hoşlanılmayan şeye yakın olmaktan uzak durmaktır. Bu sözcük türevleriyle birlikte Kur’an’da 25 yerde geçer.بَرَٓاءَة(Beraat) ise; kurtulmak, kurtuluş, kirli işlerden ilişiğini kesmek, uzaklaşmak ve uzak durmak anlamlarına gelir. “بَرَٓاءَةٌ” (Beraatun) sözcük ise, Kur’an’da 2 yerde (9:1, 54:43) geçmektedir.

Dolayısıyla da bu ayette müşriklerle yapılmış olan anlaşmanın feshedildiği belirtilmektedir.

2. Yeryüzünde dört ay1 daha dolaşın ve bilin ki Allah’ı aciz bırakamazsınız (O’ndan kaçamazsınız). Allah, kâfirleri2 rezil eder.

1 Kur’an yerine hadis ve sünnete uyan gelenekçi İslam dünyasında yaygın olan Kutsal Aylar, Ay senesinin 7, 11, 12 ve 1’inci ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir. Bu dört haram (kutsal) ay, hürmete layık aylardır. Arap örfünde, bu haram aylarda (el-eşhuru’l-hurum) savaş yapmak yasaktır. İslam da bu yasağı meşru görmüş ve onaylamıştır. Saldırı durumunda ise, savunma amaçlı bu kuraldan vazgeçilmesi buyrulmaktadır. (Benzer ayetler: 2:194; 9:36.)

2 Kafir (örten): Ayetleri örten, ayetleri görmezlikten gelen, doğru inancı örten, kendini ayetlere ve doğrulara kapatan, ayetleri değiştiren, kelimelerin anlamlarını kaydırıp tahrif eden, dindarmış gibi görünen.

3. Allah ve Resulünden, Büyük Hac1 gününde insanlara bir bildiridir. Allah, müşriklerden uzaktır; Resulü de. Ancak tevbe ederseniz, bu sizin için hayırlı olandır. Tevbenizden dönerseniz, bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Elem verici bir azabı kâfirlere müjdele!

1 Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir. Hac kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 12 kez geçer: 2:158, 189, 196 (3), 197 (3); 3:97; 9:3, 19; 22:27; 28:27.

4. Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden, hiçbir şeyi size eksik bırakmayan (antlaşmaya uyan) ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar istisna. O halde, onların ahdine, süreleri bitene kadar uyun. Allah, takva sahiplerini (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanı) sever.

5. Haram aylar1 çıkınca, artık (antlaşmaya uymayan) o müşrikleri gördüğünüz yerde katledin ve onları yakalayın ve onları hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin (izleyin). Eğer tevbe ederlerse ve salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlarsa2, zekâtı da verirlerse; o zaman onlara yollara yol verin (onlara karışmayın). Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır; merhamet edendir).

1“Haram Aylar” ifadesi, Allah tarafından yasaklar konulmuş 4 ay için kullanılmaktadır. Söz konusu aylarda savaşmak yasaktır. Ancak bu yasak, o yasağa saygı gösterenlere uygulanır. Bkz: 2:191; 9:5, 36, 37.

Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

6. Müşriklerden biri senden güvence dilerse; Allah’ın kelimelerini (sözlerini, ayetlerini) işitinceye (duyup anlayıncaya) kadar ona güvence ver. Sonra onu güvenli bir yere ulaştır. Çünkü onlar (gerçeği) bilmeyen bir topluluktur.

            Bu ayet 9:5’teki hükmün mesajını doğru anlamada çok önemlidir; yani bu ayet inançsız olup her önüne geleni öldürmenin bir emir olmadığını, aksine onlara fırsat verilmesi gerektiğini, iman etmezlerse de güvence içerisinde onları güvenli bir yere ulaştırmanın gerekliliği hükmünü içermektedir.

7. Müşriklerin, Allah ve Resulü yanında nasıl bir ahitleri (sözleri) olabilir ki! Mescid-i Haram’ın yanında antlaşma yaptıklarınız istisna. Onlar, size karşı müstakim (doğru, dürüst, doğru yolda kararlı) oldukları sürece siz de onlar için müstakim olun. Şüphesiz ki Allah, muttakileri sever.

8. Nasıl olabilir ki? Açığınızı yakalasalardı (size üstünlük sağlasalardı), haklarınızı gözetmez, antlaşmaya da uymazlardı. Bundan dolayı onlar, dilleriyle sizi hoşnut etmeye çalışırlar, fakat kalpleri istemezı. Onların çoğu fasıktır.

ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

9. Allah’ın ayetleri ile1 azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı, çıkarı) satın aldılar ve O’nun yolundan alıkoydular. Yapıyor oldukları şey ne kötüdür!

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişilerin, Allah’ın ayetleri sayesinde semen (dünyalık bir değer; para, mal, makam, çıkar) elde eden kişilerden söz edildiği anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

10. Onlar, bir mümin hakkında ne bir antlaşma ne de bir yakınlık gözetirler. Haddi aşanlar işte onlardır.

11. Eğer tevbe edip (Allah’ın emrine yönelip) salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapar, zekâtı da verirlerse;1 onlar, artık dinde sizin kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavim için ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.2

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

“Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapmak ve zekâtı vermek” terkibi, ibadete layık yegane ilah olarak Allah’a inanmak; duayı, Allah’a yönelme duasını ve ibadeti şirkten arındırılmış bir bilinçle yapmak; yardımlaşmayı, destek olmayı canlı ve diri tutmak demektir. Zekât sözcüğü birçok ayette daha temiz, daha iyi, arınmak, temizlenmek, aklanmak, yüceltmek anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 2:151; 3:77; 4:49; 9:103; 19:13; 20:76; 24:21; 35:18; 53:32; 62:2; 80:3; 91:9)

2 Kur’an ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

12. Ve eğer onlar, verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize sövüp sayarlarsa; o zaman küfrün önderleriyle savaşın ki yaptıklarından vazgeçsinler. Çünkü onların yeminleri geçersizdir.

13. Yeminlerini bozan, Resulü (yurdundan) çıkarmaya çalışan ve size ilk saldırıyı başlatan1 bir kavme karşı haydi savaşsanıza!2 Yoksa onlara huşu3 mu duyuyorsunuz? Müminler (Allah ile inanıp güvenenler) iseniz, huşu duymanız gereken Allah’tır!

1 “بَدَأَ” (bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13; 10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.

2 Yüce Allah antlaşma yeminlerinden dönen müşriklerle savaşılması gerektiği noktasında Müslimleri teşvik etmekte, bu amaçla sözü edilen müşriklerin hem yeminlerini bozduklarını hem Nebimiz Muhammed’i ve beraberindeki müminleri yurtlarından yani Mekke’den çıkarmak için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, hem de Müslimlerle savaşı ilk defa onların başlattığını hatırlatmaktadır. Yüce Allah bu şekilde üç gerekçeyi bildirerek Müslimlerin saldıran müşriklere karşı savaşması için kendilerini teşvik etmektedir.

3 Huşu; Üstünlüğünü, yüceliğini içtenlikle kabul etmek. Derin saygı ve içten sevgi duyarak, içtenlikle ve bilinçli olarak yönelmek.

14. Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin ve onları rezil etsin ve onlara karşı size yardım etsin, mümin bir toplumun göğsüne de şifa versin (huzura kavuştursun, rahatlatsın).

15. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, istediğine tevbe nasip eder. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).

16. Yoksa içinizden cehd1 edenleri, Allah’ın, O’nun Resulünün ve müminlerin dışındakileri veli (dost, rehber, koruyup gözeten) edinmeyenleri, Allah bilip ayırmadan (kendi halinize) bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.

1 Cehd, “gayret, mücadele” demektir. Savaş mücadelelerden bir mücadeledir. Kelime anlamı olarak cihad savaşma anlamının ötesinde ömrü boyunca seçim yapmak veya fedakârlık yapmak zorunda kalınan her konuda Allah’ın emir ve yasaklarını tercih etmektir.

17. Kendi küfürlerine bizzat kendileri tanık olduğu halde, Allah’ın mescitlerini ziyaret edip imar etmek müşriklere düşmez. Onların amelleri boşa gitmiştir. Onlar, ateşte ebedî kalacaklardır.

18. Allah’ın mescitlerini ancak Allah ve Ahiret Günü ile iman eden, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapan1, zekâtı da veren ve Allah’tan başkasına huşu2 duymayan kimseler ziyaret edip imar edebilirler. İşte onların, hidayete erenlerden olmaları umulur.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Huşu; Üstünlüğünü, yüceliğini içtenlikle kabul etmek. Derin saygı ve içten sevgi duyarak, içtenlikle ve bilinçli olarak yönelmek.

19. Hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah ve ahiret günü ile iman etmek ve Allah yolunda cihat etmek ile eşit mi tutuyorsunuz? Onlar, Allah katında eşit olmazlar.1 Allah, o zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

1 Yüce Allah kendilerince yaptıkları bazı hizmetleri abartılı gösterenlerin algısını şiddetle eleştirmektedir. Bu çerçevede hac mevsiminde hacılara su hizmeti vermekle Mescid-i Haram’ı tamir etmeyi Yüce Allah ve ahiret günü ile iman ile Allah yolunda cihad etmeyi bir sayanların bu kabulünü reddetmektedir.

‘Cihad’ sözcüğü ile ilgili açıklama 4:95 ayetinde yer alır.

20. İman eden ve hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canıyla cihad eden kimseler, derece bakımından Allah katında daha âzîmdir (daha değerlidir)1. Faizli (kazançlı) çıkanlar işte onlardır.

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

21. Rableri, kendisinden bir merhamet ve rıdvanı ile ve içinde tükenmeyen nimetler bulunan cennetler ile onları müjdeler.

ı “رِضْوَانَهُ” (Rıdvânehû) sözcüğü, bağlamına göre “O’nun rızası” veya “Allah’ın hoşnutluğu” anlamlarına gelir. Arapça’da hoşnut olmak, razı olmak veya memnuniyet gibi anlamlara gelen “ر ض و” (râ-dâ-vav) kökünden türemiş olan “rıdvan” sözcüğü Kur’an’da 7 kez geçer: 3:15, 162, 174; 5:2, 16; 9:21, 72.

22. Onlar, orada ebedi kalıcıdırlar. Âzîm (muazzam) ecir1 Allah’ın yanındadır.

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

23. Ey iman edenler! Küfrü, imana tercih ediyorlarsa; babalarınızı ve kardeşlerinizi evliyaı edinmeyin. Sizden kim onları mütevelli1 (dost, rehber, kendilerinin haklarını koruyup gözeten) edinirse; işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

1 Veli ve mütevelli ifadeleri, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120 ayetindedir.

24. De ki: “Babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallarınız, kesata uğramasından (yok olup gitmesinden) korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size; Allah’tan, Resulünden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise; artık Allah’ın hükmü gerçekleşinceye kadar bekleyin. Allah, fasıkları hidayete erdirmez.”

Herhangi bir insanın gerçekten iman etmesine ve Allah’a kulluk (hizmet) etmesine engel olan genellikle yakın çevre veya mal/mülktür (12:103, 106), Bütün bir ailenin iman ettiğini görmek neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle, birçok imanlı şununla sınanır: “Ya ben ya da Allah ve resulü.” Bu sınav sorusu; eşler, ana-babalar veya evlatları vs. tarafından ortaya atılmaktadır. Bu durum, genellikle tüm imanlılar için zorunlu bir testtir (29:2).

25. Allah, bir çok yerde size yardım etti.  Huneyn günü çokluğunuzdan etkilenmiştiniz1. Ancak size bir fayda sağlamamıştı, bütün genişliğine rağmen de yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da dönüp kaçmıştınız.2

            1 Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir.  Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221 (2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.

2 Huneyn, Taif’e 5 km uzakta bir vadidir. Burada anlatılan ve 630 yılında gerçekleşen Huneyn Savaşı’nda Müslimler, sayısal çokluklarına güvenerek, savaşa gereken önemi vermedikleri ve ansızın saldırıya uğrayınca kaçmak zorunda kaldıkları, ancak tekrar toparlanarak savaşa dönerek kazandıkları belirtilmektedir.

Bu ayet, savaşta kalabalıkların değil; inanmış, kaliteli kişilerin galip geleceğini göstermektedir. Benzer mesajlar: 2:249; 8:19, 65.

26. Sonra Allah, Resulüne ve müminlere sekinet (sükûnet, dinginlik) indirdi, sizin görmediğiniz askerler de indirdi ve kâfirlere azap etti. Kâfirlerin cezası (karşılığı) işte budur.

27. Allah, bunun ardından istediğinin tevbesini kabul eder. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır; merhamet edendir).

28. Ey iman edenler! Şüphesiz ki müşrikler necistirler.1 Bundan dolayı bu dönemden2 sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.3 Yoksulluğa düşmekten korkarsanız; o zaman Allah, isterse yakında kendi lütfuyla sizi zengin eder. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Her şeyi bilen; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 Kur’an’da yer alan rics ve necis kelimesi benzer anlamlara gelse de “رجس” (rics) kelimesi genel olarak, “pis, kirli, iğrenç” şeyler için kullanılmaktadır. “نجس” (necis) kelimesi ise; “dine göre fiziki olarak kirli olmanın yanı sıra, manevi olarak da dine göre kirlenmiş olan” şeyler için kullanılmaktadır. Necis sözcüğü Kur’an’da sadece bu ayette kullanılmıştır.

2 “عوم” (ââm) ve “سنو” (sene) sözcükleri eş anlamlıdır. Ancak “عوم” (ââm) sözcüğü mecazen bir dönemi, çağı ya da belirli bir zaman aralığını ifade edebilmektedir.

3 Kur’an’daki bu buyruk, yalnızca Allah ile iman eden ancak ona başka şeyleri ortak koştukları için müşrik sayılanların Kâbe’ye yaklaştırılmamasına yönelik bir emirdir. Ancak şirk koşmasa da Yahudi, Nasrani, Sabiilerin de Kâbe’yi ziyaret etmeleri sonradan bağnaz insanlar tarafından yasaklanmıştır. Oysa Nebimiz Muhammed döneminde, diğer kitaplara bağlı insanlar da Mekke’de ve Kâbe çevresinde yaşıyorlardı. Diğer kitaplara bağlı olanların veya ateistlerin Mekke’ye girebilmeleri, son yüzyıllarda yalnızca bir kez acıklı- ve aynı zamanda gülünç bir olay sonucu gerçekleşmiştir.1979 yılının Kasım ayında, yaklaşık 250 kişiden oluşan ve İslam’a uygun bir yönetim isteyen Müslim bir grup, mevcut Suud yönetimine karşı isyan eder ve Kâbe’yi 16 gün işgal eder. Suud yönetimi de işgalin üstesinden gelemeyince, Fransız ordusundan yardım ister. Bu Fransız bölüğünde bulunan ve başka dinlere mensup ve ateist askerlere kelime-i şehadet söyletilerek sözde Müslim yapılmış ve  Mescid-i Haram’a sokulmuş. Bunlar da su şebekesine binlerce volt elektrik vererek, Kâbe’nin altındaki tünellerde saklanmış olan isyancıların yüzlercesini öldürdü. Sağ olarak ele geçirilen 63 kişiye de işkence edilmiş ve kafaları kesilerek idam edilmiş.

29. Kendilerine kitap verilenlerden, Allah ve ahir (ahiret) günü ile iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram (yasak) kıldığını haram saymayan ve hak (doğru, gerçek) olan dini din edinmeyenlerle; aşağılanmış bir halde1 kendi elleriyle cizye (tazminat) verinceye kadar savaşın.2

            1 “صَّغِر۪” (sağir) ifadesi, “küçük” demektir. Ancak mecazi olarak da “değeri düşmüş, aşağılanmış” gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

2 Ayet, ilk bakışta Ehl-i Kitap’a karşı yapılmış bir savaş çağrısı olarak anlaşılabilir. Ancak savaşın savunma amacıyla caiz olduğu yolundaki ilahi emir (60:8,9) doğrultusunda değerlendirildiğinde bu savaş emrinin, Müslim bir topluma karşı girişilen bir saldırı yahut onun güvenliğini tehlikeye sokan bir tehdidin mevcudiyeti halinde geçerli olduğu ortaya çıkar. Bu ayette de sözü edilen grup, daha önceki ayetlerde (9:1-5) belirtildiği gibi, Müslimlere saldırmış ve zarar vermiş gruplardır. Yoksa birçok ayette hangi inançtan olurlarsa olsunlar, saldırmadıkları sürece hiç kimse ile savaşılmayacağı açıkça ifade edilmektedir.

Örneğin 2:190 ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın ve sakın aşırı gitmeyin. Allah, aşırıları (haddi aşanları, saldırganları) sevmez.” 29:46 ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “Ehl-i Kitap ile de içlerinden zulmedenler hariç, hasen (en güzel, en iyi) biçimde mücadele edin...”

Ehl-i Kitap’ın içinde iyi insanların da bulunduğu (3:113-115), inançsız da olsalar saldırganlık yapmayanlarla iyi geçinilmesi gerektiği (60:8), Müslim (Teslim) olsalar bile saldıran tarafın tasvip edilmediği (49:9) çeşitli vesilelerle pek çok ayette ifade edilmektedir.  Bu ayette belirtilen husus, kendileriyle savaşılacak olan Ehl-i kitap grubu, Allah ve ahiret ile iman etmeyen ve dolayısıyla hak-hukuk tanımayan kesimdir. Onlar sadece inanmadıkları için değil, hukuk tanımamaları nedeniyle kendileriyle savaşılır veya onlar cizye (savaş tazminatı) ödemeye mahkum edilir. Zaten ayetteki “Allah’ın ve Resulün haram kıldığını haram saymayan ve hak (doğru, gerçek) olan dini din edinmeyenler.” ifadesi ile Ehl-i Kitap’tan olup da ilahi hukuku tanımayarak küfre sapanlardan söz edildiği görülmektedir.

Hadislere dayalı tefsirlerde cizye kelimesi Ehl-i Kitap’tan, “güvenlik vergisi”, “vatandaşlık borcu” adı altında alınan özel bir vergi olarak yorumlanıyor. Oysa Cizye kelimesi, “kâfi gelmek; karşılığını vermek, hakkını ödemek, tazminat ya da bedel olarak bir şey ödemek, birine yapılan iyiliklere karşı iyilik yapanı mükafatlandırmak” gibi anlamlara gelen ‘ceza’ fiilinden türemiş bir isimdir.

Ayette kullanıldığı bağlamı dikkate alındığında savaş tazminatı olarak anlaşılmalıdır.  Onun ne olduğunu ancak şu ayetten öğrenebiliriz: Kafirlerle karşılaştığınız zaman rikablarını darp edin (kontrol merkezlerine darbe indirin). Onları etkisiz hale getirince de bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın) veya savaş ağırlıklarını bırakırlarsa (bağışlayın). Savaş sona erince de karşılıksız ya da fidye ile bırakırsınız.” (47:4). Bu ayette de görüldüğü gibi, ödeyecekleri ceza da karşılıksız serbest bırakılmayanların ödeyecekleri fidyedir. Gelenekte Gayri Müslimlerin erkeklerinden alınan baş vergisi anlamındaki cizyenin, herhangi bir delili yoktur.

Ayrıca, Müslimlerin yönettiği bir devlette farklı dinleri izleyenlere yüklenecek farklı bir vergi İslam’ın temel prensiplerinden olan din özgürlüğü ile çelişir. Bir ülkenin vatandaşları arasında dini inançlarından dolayı vergi konusunda ayrıcalık yapmak dinde zorlama oluşturur.

Kaldı ki bu ayetler 630 senesinde Bizans İmparatorluğuna karşı yapılan Tebük Gazvesi dolayısıyla indirildiği, söz konusu gazvenin de savaş olmadan sona erdiği de belirtilmektedir. Yani herhangi bir devletten veya dini gruptan cizye alınmamıştır.

30. Yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Nasraniler de “Mesih, Allah’ın oğludur.” dediler.1 Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri sözleridir; (sözlerini) önceden küfredenlerin (gerçeği örtenlerin) sözlerine benzetiyorlar.2 Allah, onları katletsin (yok etsin)! Nasıl da (haktan) saptırılıyorlar!3.

1 Bu ayetteki “Üzeyir” ve “Mesih” kelimeleri bir unvan olup özel şahıs adı değildir.

Yahudilerin, Allah’ın oğlu olarak nitelendirdiği ve yalnızca bu ayette ismi geçen Uzeyr’in, nebi veya elçi olup olmadığı konusunda, Kur’an’da bilgi verilmemiştir. Tevrat ayetlerinde, nebi olarak ismi geçen Ezra’nın, Uzeyr ile aynı kişi olup olmadığı konusu da tartışmalıdır.

Bu husus ile ilgili olarak şöyle bir görüş de yer alır: Yahudi mistisizminin temelini oluşturan Merkabah (ilahî taht) mistisizmde önemli bir yeri olan Enohiyan literatürü Hicaz Yahudilerinin inancının belirlenmesinde önemli bir paya sahiptir. Merkabah mistisizminin temel figürü olan Metatron (Enoh) Metotron denilen baş melek olabileceğini ileri sürmektedir. Bu figür, Tanrı’dan sonra gelen ikinci Tanrı olarak tanımlanır. Aynı zamanda Metotron, Tevrat’ın Tekvîn kitabında sözü edilen Yared oğlu Enoh’tur. Enoh, Tanrı’nın oğlu ve O’nun sağ elidir. İnsanî bir yöne sahip olup Tanrı ile insanlar arasındaki tek aracı konumundadır.  Bunun yanı sıra Enoh’un yetmiş unvanından biri olan Azaryahu’nun (Tanrı’nın yardımcısı) Üzeyir kelimesinin Arapça formundaki hali olması, Kur’an’ın indiği dönemdeki Hicaz bölgesi Yahudilerinin Mesih’in Tanrı’nın oğlu olduğuna inandıkları ve Mesih’e Azaryahu veya Ozer ismini verdikleri bu nedenle de Kur’an’da sözü edilen Üzeyir’in Ezrâ değil Enoh olduğu yönünde bir görüş vardır.

Nasranilerin, İsa Nebi’nin Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmektedirler. Bu niteleme ile ilgili İncil’de şöyle yer alır: azılıdır: “Teknedekiler, ‘Sen, gerçekten Allah’ın oğlusun!’ diyerek ona tapındılar.” (Matta 14:33), “Kötü ruhlar, onu görünce ayaklarına kapanıyor; ‘Sen, Allah’ın oğlusun!’ diye bağırıyorlardı.” (Markos 3:11), ‘Sen, Allah’ın oğlusun; İsrail’in kralısın!’ dedi. (Yuhanna 1:49)

Yahudilerin “Üzeyir”, Nasranilerin da “Mesih” için yaptıkları nitelemeler:

İsa göye yükseldi              ↔       Enok Göye yükseldi

İsa Tanrı’nın sağ eli         ↔       Enok Tanrı’nın sağ eli (yardımcısı)

İsa Tanrı’nın oğlu           ↔       Enok Tanrı’nın oğlu

İsa Tanrıdır                      ↔       Enok Tanrıdır

İsa, Tanrı ile insanlar      ↔       Enok, Tanrı ile insanlar arasındaki

arasındaki tek aracıdır.               tek aracıdır.   

Oysa İncil’de yer alan baba-oğul ilişkisinin bir metefor olduğunu yine İncil ayetleri göstermektedir; “Kardeşlerime git ve onlara de ki; “Bundan sonra öğrenciler yine evlerine döndüler. Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu. Meryem’e, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” diye sordular. Meryem, “Efendimi alıp götürmüşler” dedi. “O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum.” Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı. 15 İsa, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” dedi. “Kimi arıyorsun?” Meryem O’nu bahçıvan sanarak, “Efendim (κύριε)” dedi, “Eğer O’nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O’nu alayım.” İsa, “Meryem!” diye seslendi. Meryem döndü ve ona İbranice öğretmen anlamına gelen “Rabbuni (efendim) (διδάσκαλε)!” dedi. İsa, “Bana dokunma!” dedi. “Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babamın ve sizin Babanızın, benim İlahım (θεόν μου), sizin de İlahınız Olanın yanına çıkıyorum.” (İncil, Yuhanna 20:10-17)

Ayrıca bu ayette görüleceği üzere; “Κύριος” (Kýrios) “efendi” anlamına gelmektedir. “διδάσκαλε” (Rabbuni) de İbranice “öğretmen, sahip ve efendi” anlamlarına gelir. “θεόν” (Theón) da “Yüce Olan” anlamına gelmektedir. Ancak birçok İncil çevirisinde anlamları çarpıtılmakta ve üçü de “Tanrı” şeklinde tercüme edilmektedir.

“Κύριος” kelimesinin efendi anlamına geldiğini şu örnekten de anlıyoruz.(Ferisiler Pilatus’a) “Efendim (κύριε=Kýrie)” dediler, “O aldatıcının, daha yaşarken, ‘Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim’ dediğini hatırlıyoruz.” (İncil, Matta 27:63)

Kur’an’da da Yusuf Nebinin, tutuklu birine “Rabbinin (sahibinin, efendinin) yanında beni an.” (12:42) dediğini görmekteyiz.

2 يُضَاهِؤُونَsözcüğü Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir. Eşleştirmek, benzetmek anlamlarına gelir. Bu cümleden “Öncekilerin sözlerini taklit ediyorlar” anlamı da çıkmaktadır. Bu ayetten; Yahudilerin ve Nasranilerin bu ifade ile, kendilerinden önce krallarını veya başkalarını tanrının oğlu gibi gören Mısırlılar veya mitolojik anlatılardan etkilendikleri ve onları taklit ettikleri gibi bir anlam çıkmaktadır.

3 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

31. Allah’ın dışındaki1 ahbarlarını ve rahiplerini2 ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) Rabler edindiler. Oysa onlara, kendisinin dışında ilah (Yüce olan) bulunmayan bir ve tek olan ilaha (Allah’a) kulluk etmelerinden başka bir emir verilmemişti. O’nun dışında ilah (Yüce olan) yoktur. O, Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir), (O’na) nasıl ortak koşarlar!2

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

            2 “رَاهِب” (rahib) kelimesinin Türkçe karşılığı ise “keşiş” kelimesidir.  Zühd ve inziva hayatı yaşayan Nasrani din adamıdır. Evlenmez, dünya işlerinden uzak durur ve genellikle manastırlarda yaşar. Türkçe’de "keşiş" olarak bilinir. Rahip kelimesi Kur’an’da 3 kez geçer: 5:82; 9:31, 34. Ruhban kelimesi de 1 kez geçer:57:27.

2 Bu ayetin, Yüce Allah’ın buyrukları dışında insanların helal ve haram kılmalarını din kabul edenlerin onları rab edinmesi anlamında olduğu anlaşılmaktadır. Tıpkı Ehl-i Kitap gibi Kur’an yerine hadis ve sünnete uyan gelenekçi Müslimler de mezheplerini, tarikatlarını, cemaatlerini, hocalarını, şeyhlerini, liderlerini rab (efendi, sahip) edinmiş durumdadırlar.

Eğer siz de “Gelenekçi Müslüman âlimlere” bu ayette öğretildiği gibi yalnızca Allah’a ibadet etmek ve yalnızca Allah’ın sözüne sarılmak hususunda danışırsanız size onun tersini tavsiye edeceklerdir. Eğer Papa’ya İsa’nın kimliği hakkında danışırsanız size üçlü birliğe sarılmayı öğütleyecektir. Allah’ın öğretilerine aykırı tavsiyeleri olan “Gelenekçi Müslüman âlimlere” uyarsanız veya Allah’ın tavsiyesi yerine Papa’nın tavsiyesini alırsanız, Allah’ın yerine bu dini liderleri ilah edinmiş olursunuz.

32. Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah da nurunu tamamlamaktan başkasını istemez; kâfirler istemese de.

33. Müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlerin üstünde kılmak için Resulünü hidayet (kılavuz) ve hak (doğru, gerçek) din ile gönderen O’dur.

Ayetteki “dinin bütün dinlere üstün kılmak” ifadesiyle Yüce Allah resulü görevlendirmesinin gerekçesini ortaya koymaktadır. Çünkü 3:19, 83 ve 85’te de belirtildiği gibi, Yüce Allah katında tek din İslam’dır. Bunun dışındaki din edinme arayışları kabul edilmeyecektir.

Bu ayet, 61:9 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

34. Ey iman edenler! Ahbarın ve rahiplerin1 çoğu, insanların mallarını haksız şekilde yerler, insanları da Allah’ın yolundan saptırırlar. Altını ve gümüşü servet haline getirip Allah yolunda harcamayanlar; işte onları can yakıcı bir azap ile müjdele!

            1 “رَاهِب” (rahib) kelimesinin Türkçe karşılığı ise “keşiş” kelimesidir.  Zühd ve inziva hayatı yaşayan Nasrani din adamıdır. Evlenmez, dünya işlerinden uzak durur ve genellikle manastırlarda yaşar. Türkçe’de "keşiş" olarak bilinir. Rahip kelimesi Kur’an’da 3 kez geçer: 5:82; 9:31, 34. Ruhban kelimesi de 1 kez geçer:57:27.

            1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet, zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez); 11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.

35. Cehennem ateşinde (o biriktirdikleri) kızdırılıp alınlarının, yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı gün, “Kendiniz için servet edindiğiniz işte budur, öyleyse servet edindiğinizi tadın.”

Bu ayetlerde mal ve servet ahlakı öğretilmekte, biriktirilip sonunda Allah yolunda infak edilmeyen malların kişilerin azabına dönüşeceği haber verilmektedir. Bu ayet 3:180 ile okunmalıdır.

36. Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında (Esas olan Kitapta/Tevrat, İncil ve Kur’an’da) ayların sayısı on ikidir.1 Bunlardan dördü haramdır2. Kusursuz din (yasa) işte budur. Onlarda (haram aylarda) nefislerinize (birbirinize) zulmetmeyin ve onlar, nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa siz de müşriklerle topyekûn savaşın. Şüphesiz ki Allah, muttakilerle (Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınanla) beraberdir.

1 “Ay” kelimesi Kur’an’da 12 kez ve “gün” kelimesi 365 kez geçer.

Müşrikler ve Ehl-i Kitap, yılın kutsal ayları üzerinde oynamalar yaparak, bazı görev ve ibadetlerin zamanında yapılmamasına, bazı yılların on üç ay olmasına neden oluyorlar, haccın yapılması gereken Zilhicce ayının yerini değiştiriyorlardı. Yüce Allah takvimi 12 ay üzerinden benimsetmek için yaratılışın en başından beri yasasının bu olduğunu bildirmektedir.

2 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır.  

“Haram Aylar” ifadesi, Allah tarafından yasaklar konulmuş 4 ay için kullanılmaktadır. Söz konusu aylarda savaşmak yasaktır. Ancak bu yasak, o yasağa saygı gösterenlere uygulanır. Bkz: 2:191; 9:5, 36, 37.

Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.

Hac döneminin yıl içinde belirli birkaç gün ile sınırlandırılmadığı ve bu dört kutsal ayda hac ibadetini yapılabileceği 2:197 ayetinde bildirilmiştir. Kutsal ayların sayısının dört olmasının önemi “Dinin kaynağı ve dayanağı, işte budur!” bildirimiyle vurgulanmıştır. Miladi ve Hicri takvim arasında her yıl geriye doğru giden on bir günlük bir başkalık da vardır.

Ayrıca, Kur’an’a uymak yerine, hadis ve sünnete uyan gelenekçi mezhep ve müfessirler arasında da hac günü ve hac yapılacak gün sayısı ile ilgili ihtilaflar vardır.

37. (Haram ayları) ertelemek (sırasını değiştirmek), küfürde ileri gitmektir. Onunla kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) saptırılır. Allah’ın haram kıldığını, sayısı denk gelsin diye bir dönemı helal, bir dönemı de haram sayıyorlar. Böylece Allah’ın haram kıldığını helal ediyorlar. Yapıyor oldukları kötülük kendilerine süslü gösterildi. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

ı “عوم” (ââm) ve “سنو” (sene) sözcükleri eş anlamlıdır. Ancak “عوم” (ââm) sözcüğü mecazen bir dönemi, çağı ya da belirli bir zaman aralığını da ifade edebiliyor.

38. Ey iman edenler! Size, “Allah yolunda sefere çıkını (harekete geçin, savaşın)!” denildiği zaman neden yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz! Dünya hayatının metaı (sermayesi, sağladığı fayda) ahirete göre azdır.

Surenin 38’inci ayetinden itibaren sonuna kadarki bölüm çok büyük oranda Tebük Seferi ile ilişkilidir. Tebük Seferinin bir saldırı olmadığı ve Nasranilerin, Müslimlere saldırı hazırlığına karşılık düzenlendiğinin tarihi bir gerçeklik olduğunu ifade etmektedir.

39. Seferber olmazsanız, sizi can yakıcı bir azapla cezalandırır (karşılık verir) ve sizi de başka bir toplum ile değiştirir. Siz, O’na hiçbir zarar da veremezsiniz. Allah, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

40. Siz, ona (Resul’e) yardım etmezseniz; (önceden de) Allah, ona yardım etmişti. Hani kâfirler onu iki kişiden ikincisi olarak (Mekke’den) çıkarmışlardı. İkisi mağaradayken o, sahibineı (kendisine eşlik edene, yoldaşına) “Üzülme, Allah bizimledir.” demişti.ı Bunun üzerine Allah, üzerlerine sekinet (huzur ve güven) indirdi ve onu, görmediğiniz askerlerle destekledi, kafirlerin sözünü de sefil kıldı (alçalttı). Allah’ın sözü ise en yüce olandır. Ve Aziz olan (mutlak güç ve otorite sahibi olan), Hakîm olan (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) Allah’tır.

ı “صحب” (sahib); dost, kafadar, arkadaşlık etmek, yoldaşlık etmek ve eşlik etmek anlamlarına gelir. “أَصْحَـٰب” (eshab) da aynı kökten türemiş olan bir sözcüktür.

2 Elçilerin teslimiyetini içeren benzer ayetler: 26:62; 29:26; 37:99.

41. Hafif ve ağır olarak harekete geçin (sefere çıkın).ı Mallarınızla ve canınızla Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için hayırlı olandır.

ı Bu cümle “binekli veya bineksiz; silahlı ya da silahsız; kolay ya da zor; hoşunuza gitse de gitmese de savaşa çıkın” gibi anlamlara gelir.

42. Bu kolay bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, seni takip ederlerdi. Fakat bu meşakkatli yolculuk onlara fazla geldi. “Gücümüz yetseydi, biz de sizinle çıkardık.” diye Allah ile yemin edecekler. Kendi nefislerini (kendilerinden olanları) helak ediyorlar. Allah, onların yalancı olduklarını Bilendir.

43. Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenleri yalancılardan ayırt etmeden onlara niçin izin verdin?

44. Allah ve ahir (ahiret) günü ile1 iman edenler ve mallarıyla ve canlarıyla cihat (fedakârlık) edenler, senden izin istemezler. Ve Allah, muttakileri bilir.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, Allah’ın belirttiği şekilde iman edenlerden söz edildiği anlaşılacaktır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Bu ayette yine “bi” edatı bulunan “bi emvâlihim ve enfusihim” yani “mallarıyla ve canlarıyla” ifadesi de var.

45. Ancak Allah ve ahir (ahiret) günü ile iman etmeyenler senden izin ister. Onların kalpleri tereddütle doludur, kuşkuları1 içinde bocalayıp dururlar.2

ı Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.

2 Münafıklar ve müşrikler, Allah ile iman ettiklerini iddia ederler (23:84-90). Nitekim “şefaat” kurumuna olan inançlarıyla bir kısmı da ahiret ile iman ettiklerini iddia eder (10:18). Ne var ki, putperestlikle kirlenmiş bu taklidi inançlarında kuşkuları vardır (9:45; 11:110; 14:9; 34:21; 41:45; 44:9). Oysa akla ve bilgiye dayanan bir onaylamaya kuşku bulaşmaz (49:15). İşin ilginç yanı, müşrikler kendilerinin müşrik olduklarını kabul etmezler (6:23). Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

46. Eğer (sefere) çıkmak isteselerdi bunun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların tutumlarından hoşlanmadı; onları engelledi ve onlara “oturanlarla (kadın ve çocuklarla) birlikte oturun!” denildi.

47. Eğer sizinle çıkmış olsalardı, bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı, aranıza fitne çıkarmak için de koşuştururlardı. İçinizden onlara kulak verenler de vardır. Allah, zalimleri bilir.

48. Daha önce de fitne çıkarmayı dilediler ve sana karşı nice işleri tersine çevirdiler. Nihayet, hak (doğru, gerçek) geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın emri (hükmü) gerçekleşti.

49. Onlardan öyleleri var ki, “Bana izin ver ve beni fitneye düşürme!” derler.ı İyi bil ki onlar zaten fitneye düşmüşler. Cehennem, kâfirleri kuşatıcıdır.

ı Yüce Allah, Tebük seferi öncesinde bazı münafıkların, geri kalmak için Nebiden izin istediklerini, savaşa katılmalarını isteyerek kendilerini fitneye, yani sıkıntıya sokmamasını ondan talep ettiklerini bildirmektedir.

50. Sana bir hasene (iyilik, güzellik) isabet etse, bu onları rahatsız eder. Sana bir musibet dokunsa, “Biz daha önceden önlemimizi almıştık.” derler ve sevinç içinde dönüp giderler.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

51. De ki: “Allah’ın, bizim için yazdığından başkası bize isabet etmez. Bizim Mevlâ’mız O’dur,ı müminler Allah’a tevekkül etsinler (O’na güvenip, dayansınlar).”

Mevlâ/Mevlâna ifadesi ile ilgili açıklama 2:120 ayetindedir.

52. De ki: “Bize iki haseneden (nimet, başarı) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa biz, Allah’ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Öyleyse bekleyin, biz de sizinle bekleyenlerdeniz.”

53. De ki: “ister gönüllü veya ister gönülsüz infak edin; sizden kabul edilmeyecektir. Siz, fasık (Allah’ın emirlerinden sapan, itaat etmeyen) bir topluluk oldunuz.”

54. İnfaklarının (yardımlarının, desteklerinin) kabul edilmesine engel olan; onların Allah’ı ve Resulünü inkâr etmeleri, salata1 üşenerek gelmeleri ve istemeyerek infakta bulunmalarıdır.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

55. Onların malları ve evlatlarından sakın etkilenmeyesin!1 Şüphesiz ki Allah, dünya hayatında bununla onlara azap etmek istiyor. Onların, kâfirler olarak da nefislerini (canlarını, birbirlerini) yok etmelerini2 de (istiyor).3

            1 Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir.  Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221 (2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.

2 “زَهَقَ” (zeheke) sözcüğü, yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi anlamlara  gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.

3 Bu ayet, 85’inci ayette de tekrarlanmaktadır.

56. Sizden olduklarına dair Allah ile yemin ederler. Onlar, sizden değildirler; onlar, bölücü bir topluluktur.

57. Eğer bir sığınak, bir mağara veya sığınacak bir delik bulsalardı panik içinde oraya koşarlardı.

58. Onlardan öyleleri de vardır ki, sadakalar konusunda sana dil uzatırı. Kendilerine ondan verilince hoşlanırlar; kendilerine verilmezse öfkelenirler.

ı “Lemeze” fiilinden türeyen “yelmizuke”; seni yüzüne karşı ayıplarlar, kusurunu söyler, küçük düşürmeye çalışırlar anlamlarına gelir. “Lemeze” fiilinden türeyen sözcükler 9:58, 79; 49:11 ve 104:1 ayetlerinde de yer alır.

59. Onlar, Allah’ın ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olsalardı ve “Allah, bize yeter, Allah, bize de lütfundan verecektir, Resulü de. Biz de Allah’a yönelenlerizı.” deselerdi.

ı “فَارْغَبْ” (fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.

60. Sadakalar,1 Allah’tan bir farz olarak; fakirler, miskinler, onun (sadaka işleri) için çalışanlar, kalpleri ısındırılmış olanlar, rikab olanlar, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yol oğlu içindir. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Her şeyi bilen; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 Bu ayet mezheplerin iddia ettiği gibi zekât ayeti değildir.

            Zekât verilecekler 6:141 ayetinde belirtilmektedir; “Asmalı ve asmasız bahçeleri ve çeşit çeşit hurmaları ve zirai ürünleri (ekin, tahıl) ve birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyin ve hasat günü de onun hakkını verin ve israf etmeyin; O, israf edenleri sevmez.” Zekât ile ilgili hususları ve zekât ile ilgili açıklamalar 6:141 ayetinde yer alır.

Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakāt), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik, doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir görüş daha bulunmaktadır. Sadaka sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 defa (2:196, 263, 264, 271, 276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104; 33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12) geçmektedir. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf 9:60’ta belirtilmektedir.

Nikâh akdi kendisi ile tamamlanan mehir için kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı kökten türemiştir.

Dolayısıyla Sadakalar şu 8 sınıfa verilir:

1. Fakir; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.

2. Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi.

3. (Sadaka işleri) için çalışanlar: Sadaka toplama ve ilgili yerlere dağıtma işleri ile için memur edilenler.

4. Kalpleri ısındırılmış olanlar: Yeni inanç değiştirenler.

5. Rikab olanlar: Boyunduruk altında olan esirler, köleler, hacizliler.

6. Borçlular: 

7. Allah yolunda olanlar: Allah’ın emrettiği şeyleri yapanlar (cihat eden, sefere çıkan, Allah için hicret eden), din için çalışırken ani harcamalar yüklenenler.

8. İbnu’s-sebil: “yol oğlu” demektir. Bu bir deyimdir. Seyahatte iken parasız kalmış olanlar, yolda kalmış olanlar, sığınmacılar ve mülteciler bu kapsama girmektedir.

Ayette de görüldüğü gibi; sadakaların bu 8 sınıfa verilmesi farzdır.

61. Onlardan bazıları Nebiye eziyet ediyorlar ve “O, bir kulaktır.”ı diyorlar. De ki: “(O), sizin için hayır kulağıdır. Allah ile iman eder (inanır ve güvenir)2, müminlere de iman eder. Sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah’ın Resulüne3 eziyet edenlere de elem verici bir azap vardır.”

ı Başkalarının aklıyla hareket eden, herkesin dediğine inanan kimden ne duyduysa onu yapan, saf bir kimsedir.

2 “Allah ile iman eder” ifadesi şu anlamlara gelebilir: 1- Allah ve nebi müminlere iman eder (inanır ve güvenir). 2- Muhammed, kime inanıp güveneceğine Allah ile (onun aracılığıyla) karar verir. 3- Nebi, kişilere ve getirdikleri haberlere Allah aracılığıyla inanıyor ve güveniyor.

3 Ayette Nebiye, yani kendisine Kitap verilen Muhammed’e eziyet edildiğinden söz edilmektedir. Ancak ayetin son cümlesinde “Allah’ın resulüne eziyet edenlere de elem verici bir azap vardır.” denilmektedir. Bununla sadece kendilerine kitap verilen ve aynı zamanda resul de olan nebilere tek değil, kendisine kitap verilmemiş olan resullere eziyet edenlerin de elem verici bir azap ile cezalandırılacağı belirtilmektedir.

62. Sizi razı etmek için Allah ile yemin ederler. Mümin olsalardı, Allah’ı ve Resulünü razı etmeliydiler.ı Hak (doğru, gerçek) olan budur.

ı Buradaki ‘yurdûhu’ ifadesindeki ‘hu’ zamiri, resulün razı edilmesinin aslında Yüce Allah’ın razı edilmesi olduğunu gösterir. Benzer bir kullanım için Bkz: 8:24.

63. Kim, Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, orada ebedî olarak kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmiyorlar mıydı? İşte bu âzîm (büyük) bir aşağılanmadır.

64. Münafıklar, kendileri hakkında kalplerinde olanı haber verecek bir surenin indirilmesinden sakınıyorları. De ki: “Siz alay edin. Allah, sakındığınız şeyi ortaya çıkaracaktır.”2

ı “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan, tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

2 Münafık kavramını daha iyi anlamak için bkz: 2:8-21 ve 63:1.

65. Onlara sorarsan, “Biz sadece lâfa dalmış, oynuyorduk.” derler. De ki: “Siz, Allah ile, O’nun ayetleri ile ve Resulü ile mi alay ediyordunuz?

66. Özür dilemeyin! İmanızdan sonra inkar ettiniz. İçinizden bir grubu affetsek bile mücrim (azılı suçlu) olan gruba azap edeceğiz.

Bu ayet, dinden dönenlerin öldürülmemesi gerektiğinin en önemli delillerinden birisidir. Allah, tevbe edip tekrar iman edenleri affedeceğini, tekrar iman etmeyenleri ise cezalandırılacağını belirtmektedir.

67. Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendirler. Münkeri1 emrederler; maruftan2 menederler ve ellerini sıkar3 (yardım etmez). Onlar, Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Münafıklar, fasıkların (sapkınların) ta kendileridir.

1 Münker ise; Allah’ın belirlediği sınırları aşan çirkin, kötü, günah veya haram olarak bildirdikleri filler demektir.

2 Maruf; Allah’ın belirlediği sınırlar çerçevesinde, razı olacağı doğru, iyi ve yararlı kabul edilen ve vahye uygun olan davranışlar demektir.

3 “قبض” (kabz) sözcüğü, ““yakalamak”, “tutmak”, “sıkıştırmak” ve “kapmak” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 8 kez geçer: 2:245, 283; 9:67; 20:96 (2 kez); 25:46 (2 kez); 39:67; 67:19.

68. Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere sürekli kalacakları cehennem ateşini vadetmiştir. Bu, onlara yeter. Allah, onları lanetlemiştir ve onlar için kalıcı bir azap vardır.

69. (Ey münafıklar!) kuvvetçe sizden daha güçlü, mal ve evlat bakımından sizden daha çok olan sizden öncekiler gibisiniz. Onlar, bundan (dünyadan) payları kadar faydalandılar.ı Sizden öncekilerin paylarınca faydalandıkları gibi siz de payınızca faydalandınız ve onların daldığı gibi siz de daldınız. Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir, hüsrana uğrayanlar da işte onlardır.

ı “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Emtia da bir maliyetle elde edilen ve ekonomik değeri olan eşyalar, değerli madenler ve tahıl ürünleri gibi her türlü malı kapsar.

70. Nuh kavminin, Âd’ın, Semûd’un, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve saptırılanlar1 gibi kendilerinden öncekilerin haberleri onlara ulaşmadı mı? Resulleri onlara beyyinelerle (apaçık deliller, işaretlerle) gelmişti. Allah onlara zulmedecek (haksızlık edecek) değildi fakat onlar nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmediyorlardı.2

1 فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75; 6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43; 35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.

2 Benzer mesajlar: 2:57; 3:117; 7:160, 177; 10:44; 11:101; 16:33, 118; 18:49; 29:40; 30:9; 43:76.

71. Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin evliyasıdır1 (dost, rehber, koruyup gözeten). Maruf ile emrederler, münkerden de nehyederler, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar2, zekâtı da verirler, Allah’a ve Resulüne de itaat ederler. Allah, işte onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah, Aziz’dir, Hâkîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

72. Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara; içinde kalıcı olacakları altından nehirler akan cennetler ve Adn cennetleri içinde tayyib (sağlıklı, temiz, güzel, hoş) meskenler vadetmiştir.ı  Allah’ın rıdvanı (hoşnutluğu, rızası) ise en büyüğüdür; âzîm (en değerli) kurtuluş işte budur.

ı Adn kelimesi Tevrat’ta “Aden” şeklinde geçmektedir ve İbranice’de ‘mutluluk’ veya ‘sevinç’ gibi anlamlara gelir.  Adn Cennetleri ifadesi Kur’an’da 11 kez geçer: 9:72; 13:23; 16:31; 18:31; 19:61; 20:76; 35:33; 38:50; 40:8; 61:12; 98:8.

73. Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad (mücadele) et ve onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir varış yeridir.

 Bu ayet, 66:9 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

Bu ayetlerde kastedilenler Müslimlerle fiili olarak savaş eden, antlaşmaları bozan, düşmanlarla iş birliği yapan ve Müslim bir toplumu can evinden vurmaya çalışan belirli nitelikteki kâfirler ve münafıklardır. Yoksa durduğu yerde duran inançsızlarla ilgili herhangi bir durum söz konusu değildir. Kur’an’da savaşla ilgili bütün ayetler, 2:190-193, 256, 4:89-91, 8:39-40, 9:2-5, 12, 36, 22:39 ve 60:8-9 ayetleri ışığında anlaşılmalıdır.

74. Küfür sözü söyledikleri halde, söylemediklerine dair Allah ile yemin ediyorlar. Onlar, İslam’a girdikten sonra kâfir oldular ve başaramayacakları bir şeye yeltendiler.ı Ve onlar, Allah’ın ve Resulünün, lütfundan kendilerini zengin ettikten sonra öç almaya kalkıştılar. Tevbe ederlerse, bu onlar için daha hayırlıdır; yüz çevirirlerse, Allah, dünyada ve ahirette onlara acı bir azapla azap eder. Yeryüzünde onların hiçbir velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) de yardımcısı da yoktur.

ı Bazı münafıkların, Tebük seferi dönüşünde Muhammed’e, suikast düzenlemeye çalıştığı belirtilmektedir.

75. Onlardan bazıları “Eğer (Allah), lütfundan bize verirse, sadaka vereceğiz ve salihlerden (dürüst ve erdemli) olacağız!” diye Allah’a söz verdiler.

76. Onlara lütfundan verildiği zaman da onda cimrilik ettiler1 ve yüz çevirerek (sözlerinden) döndüler.

            1 “بَخَلَ” (behâlâ) sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten kaçınmak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2 kez); 4:37 (2 kez); 9:76; 47:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.

77. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söylediklerinden dolayı, Kendisiyle buluşacakları güne kadar onların kalbine nifak yerleştirdi.

Nifak: Birden çok inanca sahip olmak, inanmadığı halde çıkarı için ve çeşitli nedenlerle inanıyor gibi görünmek, ikircikli davranmaktır.

78. Allah’ın, onların sırlarını da fısıldaşmalarını da bildiğini bilmiyorlar mı? Allah, bütün gaybı (tüm sırları) Bilendir.

 Gayb: Yaratılmış varlıların idrakini aşan, görülmeyen, bilinmez olan, gizli, geleceğe dair bilgiler, duyularla kavranamayan şeyler. Allemul guyub ise; “Bütün gaybı bilen”. Önceden gerçekleşmiş, şimdi gerçekleşen veya gerçekleşmeye devam eden; gelmiş ve gelecek her şeyi en iyi bilendir. Bu ifadenin geçtiği ayetler: 5:109; 5:116; 9:78; 34:48.

79. Sadakalar hususunda gönülden davranan müminlere dil uzatanlarıı ve güçleri oranında verebilenleri alaya alanları da Allah alaya almıştır,2 onlar için elem verici bir azap da vardır.

ı “Lemeze” fiilinden türeyen “yelmizune”; onları yüzlerine karşı ayıplayan, kusurlarını söyleyenler, küçük düşürmeye çalışanlar anlamlarına gelir. “Lemeze” fiilinden türeyen sözcükler 9:58, 79; 49:11 ve 104:1 ayetlerinde de yer alır.

2 Benzer kullanımlar için Bkz: 2:15; 3:54; 4:142; 8:30; 9:67.

80. Onlar için bağışlanma dile ya da dileme; onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayıdır. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

 Nebimiz Muhammed, kendi amcası ve yakınlarına şefaat edememişken; onunla hiç görüşmemiş olanlara, Muhammed’in, kendilerine şefaat edeceğini düşündüren nedir? Ayrıca İbrahim de babasına, Nuh da oğluna şefaat edemedi. (Benzer mesajlar: 11:46; 60:4) Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

81. Allah’ın Resulüne muhalefet etmek için (seferden) geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Mallarıyla ve kendi canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi çirkin gördüler ve “Bu sıcakta hareket etmeyin (sefere çıkmayın).” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Bir anlasalardı.

82. Yapıp ettiklerine ceza (karşılık) olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!

83. Allah, seni, onlardan bir topluluğa geri götürür de (başka bir sefere) çıkmak için senden izin isterlerse; “Benimle asla çıkmayacaksınız, benimle düşmana karşı da savaşmayacaksınız. Siz, öncekinde oturmaya razı oldunuz, öyleyse geri kalanlarla (kadınlarla ve çocuklarla) oturun!” de.

84. Onlardan (kafirlerden ve açıkça münafık edenlerden) ölen birine salat (dua, cenaze duası) etme, mezarının başında da durma. Onlar, Allah’ı ve Resulünü inkâr ettiler ve kâfir olarak can verdiler.

85. Onların malları ve evlatları sakın seni etkilemesin!1 Şüphesiz ki Allah, dünya hayatında bununla onlara azap etmek istiyor. Onların, kâfirler olarak da nefislerini (canlarını, birbirlerini) yok etmelerini2 de (istiyor).3

            1 Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir.  Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221 (2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.

2 “زَهَقَ” (zeheke) sözcüğü, yok olmak, sona ermek, kaybolmak, yıkılmak, sönmek” gibi anlamlara  gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 9:55, 85; 17:81 (2 kez); 21:18.

3 Bu ayet, 55’inci ayette de tekrarlanmaktadır.

86. “Allah ile iman edin ve Resulü ile birlikte cihat edin!” diye bir sure indirildiği zaman, içlerinden güçlü ve varlıklıı olanlar senden izin istediler ve “Bizi bırak, oturanlarla birlikte kalalım.” dediler.

            ı Bu ayette “Güçlü ve varlıklı” olarak çevirdiğimiz “tavl” sözcüğü, 4:25 ve 40:3 ayetlerinde de geçmektedir.

87. Geride kalanlarla (kadınlarla ve çocuklarla) beraber kalmaya razı oldular. Kalplerine de damgaı vuruldu, artık (hakkı) anlamazlar.

ı Tab etmek (damgalamak, işaretlemek) ifadesi Kur’an’da 11 defa (4:155; 7:100, 101; 9:87, 93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir. 2:7, 6:46, 42:24, 45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin hatem edildiğinden “mühürlendiğinden” söz edilmektedir.

88. Resul ve beraberindeki müminler ise, mallarıyla ve kendi canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar onlarındır; felaha (kurtuluşa, saadete) erenler de onlardır.

89. Allah, onlara ebedî kalacakları, altlarından nehirler akan cennetler hazırlamıştır. Âzîm (muazzam) kurtuluş işte budur.

90. Mazeret uyduran Araplar, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’ı ve O’nun resulünü yalanlayanlar ise oturdular. Onlardan kâfir olanlara yakında elem verici bir azap erişecektir.

91. Zayıf olanlara, hastalara ve harcayacakları bir şeyi olmayanlara, Allah için ve Resulü için (geride kalanlara) nasihatte bulundukları takdirde onlara bir sorumluluk yoktur.  Muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) aleyhine de bir yol yoktur. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir.

92. (Sefere çıkabilmek için) kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum.” dediğinde, infak edecek hiçbir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözyaşı dökerek dönen kişilere de (sorumluluk) yoktur.

93. Ancak imkanları olduğu halde senden izin isteyenler kınanmalıdır. Onlar, geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların kalplerini damgaladı, artık (gerçeği) bilmezler.

94. Onların yanına döndüğünüzde sizden özür dilerler. De ki: “Özür dilemeyin! Size asla inanmıyoruz. Allah, haberlerinizi bize bildirdi, Allah ve Resulü yaptıklarınızı da görecektir. Sonra da gaybı (sırları) ve şehadeti (görüleni, idrak edileni)ı Bilene döndürüleceksiniz, O, yapmakta olduklarınızı size bildirecektir.

 ı “gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

95. Onlara döndüğünüzde, kendilerine ilişmemeniz için Allah ile yemin edecekler. Öyleyse onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar ricstirı. Kazanıyor olduklarının cezası (karşılığı) olarak varacakları yer de Cehennemdir.

ı “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

1- Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

2- Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

3- Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

96. Kendilerini hoş göresiniz diye size yemin ederler. Siz, onlardan razı olsanız da Allah, fasık olan topluluktan razı olmaz.

97. İyi bilin ki Araplar, küfür ve nifakta daha aşırıdırlar.ı Allah’ın Resulüne indirdiği sınırları tanımamaya da yatkındırlar. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).

            ı Küfür; Nankörlük, gerçeği görmezden gelmek demektir.

Nifak ise: Birden çok inanca sahip olmak, inanmadığı halde çıkarı için ve çeşitli nedenlerle inanıyor gibi görünmek demektir

98. Araplardan kimisi de yaptığı infakı (yardımı, desteği) zarar sayar. Devrin değişmesini ve sizin başınıza kötü devirlerin gelmesini beklerler. Kötü devirler kendi başlarına gelsin. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

(Benzer mesaj: 48:6)

99. Araplardan kimisi de Allah ile iman ederler, Ahiret Gününe de. İnfak ettiğini de Allah katında yakınlığa ve Resul’e salavata1 vesile sayar. İyi bilin ki, bu, kendileri için yakınlık vesilesidir. Allah, onları rahmetiyle kuşatır. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

Dolayısıyla “Nebi’ye salavat etmek” ifadesini “onu övmek veya selam söylemek” şeklinde yorumlamak büyük bir hatadır.

100. Muhacir ve Ensar’dan öncülük edenlerden1 ve ihsan (iyilik, güzellik) ile onlara tabi olanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuştur. Onlara, içinde ebedi kalacakları, altlarından nehirler akan Cennetler hazırlamıştır. Âzîm (en değerli) kurtuluş işte budur.

1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

101. Çevrenizdeki Araplardan münafık olanlar vardır. Medine halkından da nifaka alışmış olanlar vardır. Sen, onları bilemezsin; onları Biz biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz, sonra âzîm (korkunç) bir azaba uğratılacaklar.

Münafıklar (ikiyüzlüler), imanlılar arasında otururlar; mesajı ve kanıtları dinlerler. Sonra da zehirli şüphelerini yayarlar. Allah’ın bir kanunu olarak onlar iki kat azaba uğrarlar, şimdi ve sonsuza dek.

102. Başkaları da günahlarını1 ikrar (itiraf, kabul) ettiler; salih amellerini kötü olanla karıştırdılar. Belki Allah, onların tevbesini kabul eder. Ve Allah, Gafur’dur, Rahim’dir.

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

103. Onları temizlemek ve arındırmak için mallarından sadaka al ve onlara salat et (dua et, destek ol)1; senin salatın (duan, desteğin) onlara sekinet (huzur, güven) verir. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

104. Kullarının tevbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu bilmiyorlar mı? Şüphesiz ki Allah, O, Tevvabur-rahimdir (istiğfar eden kuluna tekrar yönelip merhamet edendir).

105. De ki: “Çalışın; Allah, Resulü ve müminler yaptıklarınızı görecektir. Gaybı (sırları) ve şehadeti (görüleni, idrak edileni) Bilene döndürüleceksiniz; O, yapmakta olduklarınızı size bildirecektir.

106. Bazıları da Allah’ın emrini (hükmünü) bekliyorlar. Onlara ya azap eder veya tevbelerini kabul eder. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).

Burada sözü edilenler, münafıklar dışında Tebük Seferine katılmadığı belirtilen ve 9:118’de söz edilen üç sahabe olabilir.

107. Zarar vermek, küfretmek, müminlerin arasında nifak çıkarmak ve daha önce Allah’a ve Resulüne karşı savaşan kimseye gözcülük yapmak için mescit kuranlar, “Biz, iyilikten başkasını istemedik.” diye yemin ederler. Onların yalancı olduğuna Allah şâhittir.

Mescid-i Dırâr yani “zarar mescidi” olarak bilinen bu mescidi yapanlar, İslam toplumunu bölmeyi amaçlamışlardı.  İbadetlerin mutlak bir şekilde yalnızca Allah’a adanmadığı herhangi bir mescit Şeytana aittir; Allah’a değil. Örneğin, Ezanda ve/veya salatta İbrahim, Muhammed ve/veya Ali’nin adını anmak Allah’ın 2:136, 2:285, 3:84 ve 72:18’deki buyruklarını ihlal eder. Ne yazık ki bu, inancı bozuk Müslümanların dünyasında yaygın bir putperest uygulamadır. (Reşat Halife)

108. Orada asla durma! İlk günden takva üzerine kurulan mescit salata durmaya1 daha layıktır. Orada arınmayı seven ricaller2 vardır. Allah da arınanları sever.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 “racul/rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı içermeksizin insan türüne verilmiş, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri sağlam, yiğit’ anlamına gelen Türkçe karşılığı “adam” olan bir sıfattır. Bu ayette erkeklerle birlikte kadınlar da açıkça zikredilmektedir.

109. Binasını, Allah’tan bir takva (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmak) ile ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır; yoksa binasını, yıkılacak bir uçurumun kenarına kuran ve onunla cehennem ateşine yuvarlanan mı? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

110. İnşa ettikleri1 bina1, kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku olacaktır. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).

            1 Bu sözcük, Arapça’da “ب ن ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”, “bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da, bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez); 37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.

111. Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır.ı Allah yolunda savaşırlar; katledilirler ve katlederler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da (Allah’ın) hak (doğru, gerçek) olan vaadidir. Ahdine Allah’tan daha vefalı (sadık) kim olabilir ki! O’nunla yapmış olduğunuz bu satım (satış işi) için sevinin, âzîm (en yüce) kurtuluş işte budur.

ı Bu cümle “Allah onlara malları ve canları karşılığında cenneti satmıştır” şeklinde de tercüme edilebilir. Çünkü ayette geçen işterâ fiili hem “satmak” hem de “satın almak” anlamında kullanılabilmektedir. Burada cennete gidebilmenin fedakarlıklara bağlı olduğuna da dikkat çekilmektedir.

112. Tevbe edenler (istiğfar edip yanlıştan dönenler) ve kulluk (Allah’a hizmetkarlık) edenler ve hamd edenler (övenler), (Allah yolunda) yolculuk edenler1 ve rükû edenler ve secde edenler ve maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum)2 ile emredenler ve münkerden nehyedenler (Vahye aykırı şeylerden sakındıranlar)3 ve Allah’ın hududunu (koyduğu sınırları) muhafaza edenler… Ve müminleri müjdele!

            1 “السَّٓائِحُونَ” (es-sâbikûn) ifadesi, bağlama göre “Allah yolunda Yolculuk edenler" veya "savm (oruç) edenler” gibi anlamlara gelir.

2 Maruf; Allah’ın belirlediği sınırlar çerçevesinde, razı olacağı doğru, iyi ve yararlı kabul edilen ve vahye uygun olan davranışlar demektir.

3 Münker ise; Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü, günah veya haram olarak bildirdikleri filler demektir.

113. Nebi ve müminler, cahim ehli oldukları kendilerine belli olduktan sonra, en yakın akrabaları bile olsalar müşrikler için mağfiret (bağışlama) dilemezler.

Cahim (cehennem, ateş) ile ilgili açıklama 102:6 ayetinde yer alır. Cahim ehli (halkı) anlamına gelen “ashabil cahim” ifadesi de Kur’an’da 4 ayette (2:119; 5:86; 9:113; 57:19) geçmektedir.

Bu ayet inkâr veya şirk üzere ölenler için bağışlanma dileğinde bulunulamayacağı hükmünü içermektedir. Hakkında Yüce Allah’ın bilgi verdiği İbrahim’in babası gibi bu türden insanlarla ilgili bağışlanma dilenemeyeceği gibi ölüm anında inkârcı olduğunu söyleyerek ölen kişiler için de bağışlanma dileğinde bulunulamaz.

114. İbrahim’in babası için mağfiret dilemesi, ona söz vermiş olmasındandı. Onun, Allah düşmanı olduğunu anladığı zaman da ondan uzak durdu. İbrahim, ince ruhlu, halim (Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  eden) biriydi.

(Benzer mesajlar: 19:47, 26:86 ve 60:4)

115. Allah, bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, takvalı  olacakları şeyleri (uyacakları emirleri ve sakınacakları) kendilerine açıklamadıkça onları saptıracak değildir.ı Şüphesiz ki Allah, her şeyi Bilendir.

ı Bu ve buna benzer daha birçok ayetten de anlaşılmaktadır ki, vahyin hitabıyla doğrudan muhatap olmamış olanlar, vahiyden habersiz olanlar, ondan sorumlu tutulmayacaklardır. Dolayısı ile günümüzde de kendilerine vahiy ulaşmamış olanlar, ondan sorumlu değildirler.

116. Şüphesiz ki semaların ve arzın mülkü (egemenliği) Allah’ındır; diriltir ve öldürür. Allah’ın dışında1 ne bir veliniz (dostumuz, rehberimiz, koruyup gözetenimiz) vardır ne de bir yardımcınız!2

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

2 Bu cümle, 2:107, 9:116, 29:22 ve 42:31’de tekrarlanmaktadır.

117. Allah, Nebinin ve zor zamanlarında ona uyan olan Muhacir ve Ensar’ın tevbesini kabul etti. İçlerinden bir kısmının kalpleri kaymak üzereyken yine de onların tevbesini kabul etti.ı O, onlara karşı Rauf’tur, Rahim’dir (çok lütufkar ve şefkatlidir; merhamet edendir).  

118. Geri bırakılan üç kişininı de (tevbesini kabul etti). Yeryüzü (tüm) genişliğine rağmen onlara dar gelmiş ve nefisleri (kendilerinden olanlar) için daralmıştı, Allah’ın dışında sığınak olmadığını da anlamışlardı. Sonra (Allah), tevbe edenlerin tevbesini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, O, Tevvabur-rahimdir (istiğfar eden kuluna tekrar yönelip merhamet edendir).

ı Bu kişilerin, 9:106’da işaret edilen Kab bin Mâlik, Hilâl bin Ümeyye ve Mürâre bin Rabî adlı sahabeler olduğu belirtilmektedir.

119. Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının) ve sadıklarla (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlarla) beraber olun.

120. Medine halkının ve çevrelerindeki Araplardan olan kimselerin, Allah’ın Resulünden geri kalmaları ve onun nefsi (canı) yerine kendi nefislerine yönelmeleri1 yakışmaz. Bu böyledir. Çünkü Allah yolunda katlanacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kafirleri kızdıracak bir adım ve düşmana karşı elde ettikleri bir başarı yoktur ki kendilerine salih bir amel olarak yazılmasın. Allah, muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) ecrini (yaptıklarının karşılığını) zayi etmez.

1 “فَارْغَبْ” (fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.

121. Küçük veya büyük infak ettikleri (Allah’ın rızasını kazanmak için harcadıkları) her nafaka (ayni ve nakdi yardım; harcanan şey) ve güçlük içinde aştıkları her vadi, kendilerine yazılır. Allah, yaptıklarından daha iyisiyle kendilerine ceza1 (karşılık) verir.2

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

2 Benzer mesajlar: 16:96, 97; 24:38; 29:7; 39:35; 46:16.

122. Müminlerin hepsinin birlikte harekete etmesi (sefere çıkması) doğru değildir. Dinde derin anlayış sahibi olmak ve kendilerine geri dönen topluluklarını uyarmak için tüm topluluklardan birer grup geride kalsa ya! Belki onları sakındırırları.”

ı “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan, tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

123. Ey iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ki sizde bir sertlik (kararlılık) bulsunlar. Bilin ki Allah, muttakilerle beraberdir.

Bu ayette geçen yakınınızdaki kafirler sözü, samimi Müslimler arasına karışarak İslam toplumuna çok büyük zararlar veren ve tehdit oluşturan münafıkları gösterir. Bu, söz konusu bölümün daha başında 73’üncü ayette ifade edilen ilk husustur. İki emir arasındaki tek fark, 73’üncü ayette Müslimlerden sadece onlarla cihat etmeleri istenmesine rağmen bu ayette “Onlarla savaşın (Kıtal edin)” gibi tamamen münafıkların kökünü kazımayı onlara iyice anlatmayı hedefleyen kelimeler kullanılmıştır. İki ayet arasında başka bir fark da şu iki kelimedir: 73’üncü ayette “münafıklar ve kafirler” diye iki kelime kullanıldığı halde bu ayette sadece “kafirler” kelimesi kullanılmıştır. Bunun sebebi, münafıkların, Müslim olarak elde ettikleri bütün haklarını kaybettiklerini göstermektedir. Ayrıca bu ayet 2:190-193, 256, 4:89-91, 8:39-40, 9:2-4, 12, 36, 73; 22:39, 60:8-9, 66:9 gibi ayetlerle birlikte okunmalıdır.

124. Ne zaman bir sure indirilse, içlerinden bazıları “Bu hanginizin imanını arttırdı?” derler. Bundan dolayı müminlerin imanları arttı. Ve onlar (gelen vahiy için), birbirlerini müjdeliyorlar.

(Benzer mesajlar: 3:173; 8:2; 18:13; 9:124; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 48:4; 74:31)

125. Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerineı rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.

ı “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

1- Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

2- Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

3- Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

126. Onlar, her dönem1 bir defa veya iki defa sınandıklarını görmüyorlar mı? Yine de tevbe etmiyorlar (yanlıştan dönmüyorlar), öğüt de almıyorlar.

1 “عوم” (ââm) ve “سنو” (sene) sözcükleri eş anlamlıdır. Ancak “عوم” (ââm) sözcüğü mecazen bir dönemi, çağı ya da belirli bir zaman aralığını da ifade edebiliyor.

Bu ayette, münafıkların her dönem musibetlerle sınandıkları belirtilmektedir. Bu sınanma; hastalık, kıtlık, açlık, afet, savaş, cihat vs. şeklinde de gerçekleşmiş olabilir. Ayette geçen merrateyni kelimesi 9:101’de de geçtiği üzere “iki kere”, “defalarca” anlamında yorumlanabilmektedir. Bu durumda münafıkların her dönem bir defa veya defalarca yani sürekli olarak denendikleri ifade edilmiş olmaktadır. Onların her bir defa denenmesi aslında tevbe etmeleri için bir fırsattır. Bu durum dün böyle olduğu gibi sonrasında da aynı şekilde devam etmektedir.

Bu ayette

127. Ne zaman bir sure inse, “Kimse sizi görüyor mu?” diye bakışırlar, sonra da dönüp giderler. Onlar anlamaz bir topluluk oldukları için Allah, onların kalplerini çevirmiştir.

Önemli not: 128 ve 129’a eklenen sözler ile ilgili olarak: Yüce Allah’ın Antlaşma Resulü Reşat Halife, kendisinin başlıca 14 görevinden birinin de “İki sahte ayet olan 9:128-129’u ifşa edip Kur’an’dan çıkarmak (Ek 24)” olduğunu belirtmektedir.

Tevbe 128,129 sözleri ile ilgili olarak “Yüce Allah’ın Sözü İle Oynamak“ başlıklı Reşat Halife Ek 24’ü okuyabilirsiniz.