Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Elif, Lam, Mim.
‘Elif, Lam, Mim’ başlangıç harfleri (huruf-u Mukattâ)
ile başlayan 6 surede (2:1, 3:1, 29:1, 30:1,
31:1, 32:1) toplam;
8944 tane ‘Elif’, 6494
tane ‘Lam’, 4436 tane de ‘Mim’ harfi vardır. Hepsinin de toplamı 19874’tür. Bu da 19’un 1046
katıdır.
Huruf-u Mukattâ ile ilgili açıklama Bakara,
2:1’de yer alır. Bu mucizevi matematiksel sistem ile bağlantılı bir bilgi de
surenin 96’ncı ayetinde yer alır.
2. Allah (Yüce
Olan Yüce), O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur;
O, Hayyul- Kayyum’dur (Evrenlerdeki hayatın kaynağıdır ve hayatı elinde
tutandır; Evrenleri düzene sokan ve yönetendir).
3. Yanındakileri1 hak (bir amaç)
ile tasdik eden2
(doğrulayan)
olarak Kitabı sana indirdi. Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti;
1 “Beyne yedeyhi” (önündeki, huzurundaki,
elindeki) tamlaması Kur’an’da 38 ayette 39 kez geçer.
2 Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil’i doğrulayıp
onaylamaktadır. Tasdik ile ilgili açıklama 2:41’de yer alır.
4. Bundan önce insanlara hidayet (kılavuz)
olarak! Ve
Furkânı1
indirdi. Allah’ın ayetleri ile2 küfredenler (gerçeği örtenler) için şüphesiz ki çetin bir
azap vardır. Ve Allah, Aziz’dir, Züntikam’dır (Mutlak
Güç Sahibidir, Zalimlerden İntikam Alandır).3
1 Furkan: Hak
ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran ölçü demektir. Allah’ın
indirdiği bütün kitaplar Furkan’dır. Türkçeye bu kökten ‘fark’, ‘farkındalık’
kelimeleri geçmiştir. 21:48 ayetinde “Furkan” ifadesinin Tevrat için
kullanıldığını görüyoruz.
2 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
3 Yüce Allah için
kullanılan ve intikam kökünden gelen kelimelerin geçtiği bütün ayetlerde;
zalimlerden, haddini aşanlardan, suçlulardan, suçtan beslenenlerden, yoldan
çıkanlardan, kısaca azabı hak edenlerden söz edilmekte, işledikleri haksızlığın
karşılığında Yüce Allah’ın onlardan intikam alacağı, hesap soracağı, bunların
işlediği fiillerin karşılıksız bırakılmayacağı, kötülüklerinin yanlarına kâr
kalmayacağı ifade edilmektedir. Benzer mesajlar: 3:4; 5:95; 14:47; 15:79; 30:47;
39:37; 43:25,41,55; 44:16.
5. Kuşkusuz ki gökte ve
yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.1
1 Benzer
mesajlar: 2:77; 6:3; 11:5; 14:38; 16:19, 23; 20:7; 21:4; 24:29; 27:25, 74;
28:69; 36:76; 64:4; 87:7.
6. Sizi istediği gibi rahimlerde şekillendiren O’dur.1 Kendisinden başka ilah (Yüce olan) yoktur. Azizul-Hakîm’dir (Hikmetle Hüküm Veren
Mutlak Güç sahibidir).
1 Benzer mesajlar: 40:64; 64:3; 82:7-8
7. Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun bazı ayetleri muhkemdir. Onlar Kitabın anasıdır (esasıdır).
Diğerleri ise müteşabihtir.1 Bundan dolayı da kalplerinde eğrilik
bulunanlar, fitne2 (karışıklık)
çıkarmak ve tevil etmek (sözleri eğip bükmek) için müteşabih olanlarının
peşine düşerler. Oysa onların tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde rasih olanlar3
da derler ki: “Biz, ona (Kitaba) iman ettik (inandık ve güvendik),
hepsi Rabbimizin yanındandır. Ulü’l-elbabtan (duruşu sağlam olanlardan)4
başkası ise (bunu) zikretmez (hatırında tutmaz, anmaz):
1 "Muhkem",
"Müteşabih" ve "Mesânî" kelimeleri Kur’an’daki önemli
kavramlardandır. Her biri Kur’an’ın ayetlerini veya özelliklerini tanımlar.
Muhkem, "Sağlam, kesin, açık, net ve çelişkisiz
olan" anlamlarına
gelir ve bu ifade ile “hüküm açısından sabit ve anlamı açık olan” ayetler
kastedilir. Örneğin: salat, zekat, savm, miras, zina cezaları vb.
Müteşâbih, “Benzeyen, birbirine yakın
olan, çok anlamlı, yoruma açık olan" anlamlarına gelir ve bu ifade ile de
“Anlamı hemen anlaşılmayan, bazen benzer anlamlara gelen, derinlikli olan” ayetler
kastedilir. Örneğin: Arş, el, yüz, nûr gibi Allah’a nispet edilen kavramlar.
2 “فِتْنَ”
(fitne), “sınama, deneme, ateşte eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi
anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya
yönelik bir ayrıştırma sürecidir. Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu
belirginleştiren sınayıcı koşul anlamına gelir. Dolayısıyla Allah’ın uyguladığı
testler; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, mümin ile kafiri ayırt etmek için
ayırt etmek için kullandığı sınama araçlarıdır. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez
geçer: 2:102, 191, 193, 217; 3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155;
8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48, 49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73;
20:40 (2 kez), 85, 90, 131; 21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2,
3, 10; 33:14; 37:63, 162; 38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14;
60:5; 64:15; 68:6; 72:17; 74:31; 85:10.
3 Rüsuh:
“Muhkem, sağlam olma”, “bir ilimde sağlam bilgi sâhibi olma, o ilmin
derinliğine inme” ve “ustalık, maharet, meleke” anlamlarına gelir. Bu kelimeden
türeyen “rasihin” kelimesi Kur’an’da 2 yerde (3:7; 4:162) geçmektedir.
Râgıb
el-İsfahânî, ilimde râsih mertebesine çıkan kimseyi “tereddüde düşmeyecek
şekilde bilgisini sağlamlaştıran” diye belirttikten sonra Nisâ (4/162) ve
Hucurât (49/15) surelerindeki ayetlere atıf yaparak râsihîni, “Allah ile ve
resulü Muhammed ve ondan önceki nebilere indirilen vahiylerle (Kitaplarla) iman
edip hiçbir tereddüde düşmeyenler” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “rsḫ” md.).
4 “أُو۬لُو” (ûlū) kelimesi, “sahipleri,
yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ
(ulü’l-elbab) da “sağlam anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu
olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her) sözü dinler; en güzeline
uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. ulü’l-elbab işte
onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179,
197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52; 38:29, 43; 39:9, 18, 21;
40:54; 65:10.
8. Rabbimiz! Sen bize hidayet
(kılavuzluk) ettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Katından1 da bize rahmet et. Şüphesiz ki Vehhab (Karşılıksız Çokça Bağışlayan) Sensin.
1
“لَدُنْ”
(ledün) kelimesi: bir şeyin yakınlığı, özel konumu, içerden oluşu ifade eder
ve “مِنْ لَدُنْكَ” (min ledunke) ifadesi de “katından, tarafından, özel
olarak senden” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 17 kez geçer: 3:8, 38;
4:40, 67, 75; 11:1; 17:80; 18:2, 10, 65, 76; 19:5, 13; 20:99; 21:17; 27:6;
28:57.
9. Rabbimiz! Gelmesinde kuşku bulunmayan günde,
insanları toplayacak olan Şüphesiz ki Sensin. Şüphesiz
ki Allah vadinden (sözünden) dönmez.”
Arap
edebiyatında iltifat sanatı vardır; anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini
vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü
şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci
şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa vs. geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya
gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir
kipine geçiş yapılabiliyor.
10. Şüphesiz ki küfreden
kimselerin malları da evlatları da onlara Allah’a karşı bir fayda sağlamaz! Cehennemin
yakıtı işte onlardır.
(Benzer mesaj: 3:116; 58:17)
11. Firavunun
ailesinin (yandaşları)1 adeti gibi kendilerinden
önceki kimseler de ayetlerimiz ile yalanladılar. Allah da onları günahları2
nedeniyle yakaladı. Ve Allah, cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.
1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi,
halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir.
Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54;
7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13;
40:28, 46; 54:34, 41.
2 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin
sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu
tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade
eder ve “suç”, “sorumluluk”, “günah” gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi “günah” şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle
birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49;
6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78;
29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12;
67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
12. Küfreden kimselere de
ki: “Yenileceksiniz ve cehennemde toplanacaksınız! Orası ne de kötü bir hazırlanmış
bir yerdir1.”
1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya
da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır.
“مِهَاداًۙ”
(mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek”
gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
13. Karşılaşan iki grupta
sizin için elbette bir ayet (ibret, işaret) vardır. Bir topluluk Allah
yolunda savaşıyordu, diğeri ise kafirler (hakkı
inkar edenler, onun üstünü örtenler) idi. Onları (müminleri), gözleriyle
kendilerinin iki misli görüyorlardı.1 Allah da istediğini
yardımıyla destekler. Basiret2 sahipleri için bunda bir ibret
vardır.
1 Bu
ayette, Bedir Savaşından söz edilmektedir. Bu husus ile ilgili diğer ayetler
3:13, 121-127, 173,174; 8:7-19, 42-44, 65,66, 71; 38:11.
2 Basiret; Görme, idrak etme, bir şeyin iç
yüzüne vâkıf olma, sezgi” anlamlarına gelir. Kur’an’da genel olarak “görme”
anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği
yanlıştan ayırma yeteneği” manalarında kullanılmış ve bu bakımdan manevi körlük
veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir (bk. 6:50, 104; 11:24; 17:72; 27:81).
Aslında basiret, ilâhî sıfatlardan biri olan basarın kullardaki
tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (2:7)
ve bu sebeple gerçekleri göremezler (36:9). İnsanların gerçekleri görmelerine
ışık tuttuğu için Kur’an ayetlerine de besâir (basiretler) denilmiştir (bk. 7:203;
28:43). Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden
kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında “körler” (2:18), “kalpleri
ile kavrayamayan, idrak edemeyenler” ve “gözleri olan körler” (bk. 7:179) gibi
tabirler kullanır, inananları basiretli, inkârcıları kör sayar.
14. Kadınlara
ve evlatlara ve yığınla altına ve gümüşe, soylu atlara ve en’ama (koyun,
keçi, sığır, deve vb) ve ekinlere olan şehvetlerin muhabbeti (zevklerin
tutkusu) insanlar için ziynetlendirildi (süslü, donanımlı, güzel
hale getirildi). a süslü
gösterildi. Bunlar, dünya hayatının metâıdır1. Dönülecek2 hüsna
(güzel, hoş, iyi) yer ise Allah’ın yanıdır!3
1 “Ziynet” (زينة) kelimesi Arapça’da genel
olarak süs, güzellik, donatı, süs olarak kullanılan şeyler anlamına
gelir. Diğer Sâmî dillerden olan Aramice / Süryanice’de “zaynutha” (زينوثا)
kelimesi süs, güzellik, ihtişam anlamına gelir. Akadca’da da “ṣēnu
/ zīnu” kökünden türeyen kelimeler de süs, donanım, takı, güzellik
anlamına gelir.
2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
3 Bu sözcük, “أ-و-ب”
(evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek”
demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29,
36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40, 44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.
4 Bu
ayette dikkat çeken husus; kadınların, erkek-kadın tüm insanlara çekici
(alımlı) gösterildiği hususudur.
15. De ki: “Bunlardan
hayırlısını size bildireyim mi? Takvalı olanlar (Allah’a karşı sakınanlar) için Rablerinin yanında
altlarından nehirler akan ve içlerinde sürekli kalacakları cennetler ve mutahhar (tertemiz,
iyi, faydalı) eşler1 ve Allah’ın rıdvanı2
vardır. Ve Allah, kullarını (hizmet edenleri) Görendir.
1 Benzer
mesajlar: 2:25; 4:57.
2 “رِضْوَانَهُ”
(Rıdvânehû) sözcüğü, bağlamına göre “O’nun rızası” veya “Allah’ın hoşnutluğu”
anlamlarına gelir.
Arapça’da hoşnut olmak, razı olmak veya
memnuniyet gibi anlamlara gelen “ر ض
و” (râ-dâ-vav) kökünden türemiş olan “rıdvan” sözcüğü Kur’an’da 7 kez geçer:
3:15, 162, 174; 5:2, 16; 9:21, 72.
16. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizim için zenblerimizi (günahlarımızı)
bağışla ve bizi ateşin azabından koru!”
derler.
17. Sabredenler de sadıklar (doğru, güvenilir olanlar) da boyun eğenler ve
infak
edenler
(karşılıksız
yardım, harcama ve destek olanlar) ve seherlerde istiğfar edenler.
Müminlerin, geceleri değerlendirmeleri
gerekliliğiyle ilgili Bkz: 3:113; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18;
52:49; 73:2-4, 20; 76:26.
18. Allah, kendisinden
başka ilah (Yüce olan) olmadığına tanıklık eder. Melekler
ve adaleti gözeten ilim sahipleri de… O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur.2
O, Azizul-Hakîm’dir (Hikmetle Hüküm Veren
Mutlak Güç sahibidir).
ı Allah’tan sonra en güvenilir şahitler
evrendeki işleri yöneten meleklerdir. Onların delili kendi kişisel bilgilerine
dayanır; yani “Bu ülkenin tek Hakimi Allah’tır, dolayısıyla gök ve yerle ilgili
işlerde O’ndan başka emir verebilecek kimse yoktur.” Daha sonra Hak bilgisiyle
donanan herkes, dünyanın başlangıcından bugüne dek, tüm evrende sadece Allah’ın
Hâkim ve düzenleyici olduğuna şahitlik etmektedir.
19. Allah katında din İslam’dır.1 Kendilerine kitap verilenler, kendilerine
ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ayrılığa
düştüler.
Kim Allah’ın ayetleri ile2 küfrederse (gerçeği örterse), bilsin ki Allah, hesabı
seri (hızlı) olandır.
ı Benzer mesajlar: 2:213; 10:93; 42:14; 45:17;
98:4.
2 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
20. Delil sunarak seninle
iddialaşırlarsa1 de ki: “Ben, kendimi
Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da…” Kitap verilenlere ve ümmilere2 (vahiy kitaplarından
habersiz olanlara) de ki: “Siz de teslim (İslam) oldunuz mu?” Teslim olurlarsa
hidayet
(kılavuzluk)
edilmişlerdir. Eğer dönerlerse,3
bil ki artık sana düşen sadece tebliğdir (vahyi bildirmektir). Allah
da kullarını Görendir.
1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak
iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da
13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15,
16.
2 Ümmi kavramı ile ilgili açıklama 2:78
ayetinde yer alır.
3 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir
yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya
uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya
“sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97
kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177,
205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49,
92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3,
52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54;
27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14;
46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24;
59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.
21.
Şüphesiz
ki Allah’ın ayetleriyle küfredenler ve haksız yere nebileri katledenler ve insanlar
arasında adaleti emredenleri katledenler. Bundan dolayı onları elem verici bir
azap ile müjdele!
22. Onların dünyada ve ahirette yaptıkları boşa gitmiştir.
Onların bir yardımcısı da yoktur.
23. Kitap’tan kendilerine bir pay verilenleri (Ehl-i Kitap’ı) görmedin mi? Allah’ın
Kitabına göre aralarında hüküm vermesi için (Nebi) çağrıldıktan sonra
onlardan bir topluluk sırtını dönüyor.
Onlar umursamıyorlar da.
1 “إعراض” (ı'râz), “görmezden
ve duymazdan gelmek, karışmamak, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına
gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir
taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten
türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35,
68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83;
18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30;
34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17;
74:49.
24. Bu, “Bize, birkaç
günden başka ateş dokunmayacak.” demelerindendir. Uydurmakta oldukları şeyler
kendilerini dinleri hakkında kandırmaktadır1.
1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak,
yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21
ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49;
17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20;
67:20; 82:6.
25. Öyleyse hakkında kuşku
bulunmayan bir günde onları bir araya topladığımızda (halleri)
ne olacak? Ve her nefise kazandığının karşılığı tam verilir. Ve onlara
zulmedilmez.
26. De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, istediğine mülk verirsin, istediğinden
de mülkü geri alırsın; istediğini
izzetli kılar, istediğini de zelil1 edersin. Hayr (hayır,
iyilik, fayda) senin elindedir. Her şeye kadir olan (her şeye gücü yeten)
da Sensin.
1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu,
yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade
eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123;
5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45;
58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
27. Geceyi, gündüzün üzerine yuvarlarsın; gündüzü de gecenin üzerine
yuvarlarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın. İstediğini
de hesapsız rızıklandırırsın.”
26 ve 27’nci ayette, Yüce Allah’ın mutlak otoritesi anlatılmaktadır.
Benzer mesajlar: 2:255; 3:2; 6:101-103; 24:35; 42:11; 59:22-24; 112:1-4.
28. Müminler,
müminlerin dışında kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü
bilerek örtenleri) evliya
(dostlar,
rehberler, koruyup gözetenler) edinmesin.
Onlardan korunmanız dışına kim böyle yaparsa, Allah ile bir şeyi (bağı)
kalmaz.1 Allah da sizi nefsine2 (zatına) karşı
sakındırıyor.3 Dönüş
de Allah’adır.”
1 Yani,
“Bir mümin, İslâm düşmanlarının eline düşer ve kötü davranılmaktan, tahakküm
altına alınmaktan korkarsa, imanını gizleyip onlardan biriymiş gibi, onlarla
birlikte yaşayabilir. Veya kâfirler onun mümin olduğunu anlarlarsa, hayatını
kurtarmak için onlara dostluk gösterebilir. Aşırı korku anında, onların
baskısına katlanacak gücü olmadığını hissederse inandığını inkâr etmesine bile
izin verilmiştir.
2 “نَفْس”
(nefs): “Kendi, zat” anlamına gelir. “هُ” (hu) da “Onun” anlamında
zamir. Bu nedenle burada “Allah’ın kendisi” ifade edilmektedir.
3 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan,
tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez
geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez),
122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.
“Allah
da sizi nefsine (zatına)
karşı sakındırıyor”
cümlesi 3:30’da da tekrarlanmaktadır.
29. De ki: “Göğsünüzdekileri
gizleseniz1 de açıklasanız da Allah
onu bilir. Göklerde (7 evrende) ve arḍda2 olanı
da bilir.3 Ve Allah, her şeye kadir olandır (her şeye gücü yetendir).”
1 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde,
sessiz” anlamlarına gelir.
2 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak
Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı,
Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da
kullanılmaktadır.
3 Benzer mesajlar: 2:33; 5:99; 6:3; 14:38; 20:7; 21:110;
24:29; 27:25; 33:54; 40:19; 60:1; 67:13; 87:7
30. O gün nefislerin (canların) hepsi, hayırdan işledikleri ne
varsa onu bulacak, kötülükten1 de işledikleri ne varsa... (Herkes)
onunla (işlediği kötülükle) kendi arasında da kendi ile onun (o
kötülük) arasında da uzak bir mesafe olmasını arzular2. Allah
da sizi nefsine (zatına)
karşı sakındırıyor.3 Ve Allah, kullarına Rauf’tur
(çok lütufkar ve şefkatlidir).
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir.
Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 Bu
kelime “وَدَّ” (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”,
“istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102;
5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez),
2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.
3 “Allah
da sizi nefsine (zatına) karşı
sakındırıyor.” cümlesi 28’inci ayette de tekrarlanmıştı.
31. De ki: “Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
Bu ayet, Yüce Allah’ın sevgisini kazanmak ve
kurtuluşa ermek için elçilerin okuyup aktardığı vahye uymanın gerekliliğinin
apaçık delilidir. Bu ayet 7:157, 158 ve 43:61 ile birlikte okunmalıdır.
32. De
ki: “Allah’a ve Resul’e itaat edin. Eğer (sözlerinden)
dönerlerse, o halde bil ki Allah, kâfirleri sevmez.”
“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92
ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59;
5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.
33. Şüphesiz ki Allah, Adem’i de Nuh’u da İbrahim’in ailesini1 de İmran ailesini2 de alemlere seçkin
kıldı.
1 “اٰل”
(âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun
yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49,
50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6;
14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.
2 İmran, Musa’nın ve Harun’un babalarının ismidir ve
Tevrat’ta “Emren” olarak geçer.
34. Birbirlerinin soylarındandırlar. Ve Allah Semi’dir,
Alim’dir.
35. İmran’ın hanımı1 demişti ki: “Rabbim, karnımda olanı (bebeği)
hür olarak sana adadım2, benden kabul buyur. Şüphesiz ki Sen, Semi’ul-alîm (Her şeyi Bilip İşiten) olansın.
1 Burada sözü edilen “İmran’ın kadını” ile
Musa’nın ve Harun’un anneleri kastedilmiyor. Buradaki “İmran’ın kadını”, Meryem’in
annesi, yani İsa’nın anneannesi olan Hanne’dir. Bu hitap ile Meryem’in
annesinin İmran soyundan gelen bir kadın olduğu vurgulanmak istenmektedir. Bazı
Hıristiyan kaynaklarında Meryem’in babasının adı Iaachim olarak geçmesine
rağmen, tarih, Meryem’in babasının kim olduğunu ve annesinin hangi aileye
mensup olduğunu bildirmez. Ancak İncil’de, Meryem ile Yahya’nın annesi
Elisabeth’in kuzen oldukları belirtilmektedir (Luka 1;36).
2 “نَذْر” (nezr) kelimesi, bir şeyi
yapmayı “taahhüt etmek” “söz vermek” ve “adamak” anlamına gelir. Bu
kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:270 (2 kez); 3:35; 19:26; 22:29; 76:7.
36. Onu doğurduğu zaman da
dedi ki: “Rabbim, şüphesiz ki ben, onu kız olarak
doğurdum.” Allah da onun ne doğurduğunu biliyordu. “Erkek de kız gibi değildir.
Şüphesiz ki ben, onu Meryem diye isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben, onu ve
soyunu recmedilmiş1
şeytandan Seninle (yardımınla)
korurum2.”
1 “رَّجِيمِ” (raciym) sözcüğü, Arapça’da
“taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir.
“רֶ֧גֶם”
(recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak”
anlamlarına gelir.
2 “اُع۪يذُهَا”
(u’izzuhâ) kelimesi “onu korurum”, “onu sığındırırım” veya “onu himaye
ederim” anlamına gelir. “اَعُوذُ”
fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”,
“himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez
geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98;
19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
37. Rabbi de onu (Meryem’i)
hasen (iyi, güzel, hoş) bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir bitki
gibi yetiştirdi.1 Zekeriya da onun bakımını üstlendi.
Zekeriya, mihraba (odaya) yanına her girdiğinde onun yanında bir rızık
bulurdu. Dedi ki: “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor)?” Dedi ki: “Allah’ın
yanındandır.2 Allah, istediğini hesapsız rızıklandırır.”
1 İnsanın insan olması için hücre
oluşumuna gereksinim vardır ve bütün hücrelerin de doğrudan veya dolaylı,
organik veya inorganik olarak topraktan meydana geldiği bilinen bir gerçektir.
Bu haliyle, her insanın topraktan tıpkı bir bitki gibi bir süreç halinde
meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Özel olarak sadece Meryem için kullanılan “güzel
bitki” ifadesi ise onun mucize yaratılışıyla ilgilidir. (Bkz: “Kur’an’da Meryem
Mucizesi”, https://docplayer.biz.tr/52032028-Kur-an-da-hz-meryem-mucizesi.html).
2 Allah’ın katından, Meryem’e yiyecekler
gönderilmesi, babasız çocuk doğurmasını sağlamak üzere özel bir beslenme
yöntemi uygulanması olarak yorumlanabilir. Ayrıca, 19:23-26 ayetlerinde doğum
sırasındaki beslenmesine ilişkin bilgiler verilmesi ve “Artık, ye, iç; gözün
aydın olsun!” söylemi, Meryem’in beslenmesine, Allah tarafından büyük önem
verildiğini göstermektedir.
38. Zekeriya orada
Rabbine dua etti ve dedi ki: “Rabbim! Bana katından
tayyib (iyi,
güzel, hoş) bir nesil ver. Duamı işiten Sensin.”
Bu hadise İncil’de şöyle anlatılmaktadır: “Yahudiye kralı
Herodes’in zamanında, Abiya takımından Zekeriya adında bir kâhin
vardı; karısı Harun kızlarındandı ve adı Elizabet’ti. İkisi de Yahve’nin
gözünde doğru kişilerdi; Yahve’nin tüm emir ve yasalarına
uyarak temiz bir yaşam sürerlerdi. Fakat çocukları yoktu; Elizabet
kısırdı ve ikisi de çok yaşlanmıştı. Zekeriya, kendi takımı görevde
olduğundan Yahve’nin önünde kâhin olarak hizmet ediyordu. Kâhinlik
geleneği uyarınca, Yahve’nin kutsal mekânına girip buhur sunma sırası
ondaydı. Bütün halk buhur sunma saatinde dışarıda dua ediyordu. Bu
sırada Yahve’nin meleği Zekeriya’ya göründü. Buhur sunağının sağında duran
meleği görünce, Zekeriya telaşlanıp korkuya kapıldı. Fakat melek, “Korkma
Zekeriya” dedi, “Çünkü yakarışın duyuldu, karın Elizabet sana bir oğul
doğuracak ve onun adını Yahya koyacaksın. Sevincin ve mutluluğun büyük
olacak; birçokları da onun doğumundan sevinç duyacak. Çünkü o Yahve’nin
önünde büyük olacak. Ancak hiç şarap ve içki içmemeli. Daha annesinin karnındayken
kutsal ruhla dolacak. İsrailoğullarından birçoğunu ilahları Yahve’ye
döndürecek. Babaların yüreklerini çocuklara döndürmek, asileri doğruların
hikmetine yöneltmek ve Yahve’ye uygun bir halk hazırlamak üzere, onun
önünde İlya’nın ruhu ve gücüyle yürüyecek.” Zekeriya meleğe “Bundan nasıl
emin olabilirim? Ben yaşlı bir adamım, karım da çok yaşlı” dedi. O
zaman melek ona şöyle dedi: “Ben Yüce Olan’ın huzurunda duran Cebrail’im;
bunları sana müjdelemek ve anlatmak için gönderildim. Bunlar olana dek
dilin tutulacak ve konuşamayacaksın, çünkü vakti geldiğinde gerçekleşecek
sözlerime inanmadın.” Bu arada, insanlar Zekeriya’yı beklemeye devam
ediyordu ve onun kutsal mekândan neden hâlâ çıkmadığını merak etmeye
başlamışlardı. Fakat Zekeriya dışarıya çıktığında onlarla konuşamadı.
İnsanlar onun kutsal mekânda doğaüstü
bir görüntü gördüğünü anladılar. Zekeriya onlarla işaretlerle
anlaşıyordu, dili açılmamıştı. Hizmet süresi tamamlanınca evine
döndü. Ardından da karısı Elizabet gebe kaldı. Elizabet beş ay
boyunca eve kapandı. “Yahve yüzüme baktı, şimdi bana bu iyiliği yaparak insanların
önündeki utancımı kaldırdı” dedi. (Luka, 1:5-25)
39. Mabette
salat ederken (Allah’a yöneliş duası yaparken, elçiye
ve müminlere yardım ederken, onlara destek olurken) ederken1
melekler ona sesleniverdi: “Allah, sana Yahya’yı müjdeliyor. Allah’tan gelen
kelimeler (ayetler) ile tasdik
eden (doğrulayan),2 seyyid (efendi, önderlik eden) ve
nefsine hâkim olan salihlerden (arı, saf, temiz, iyi, erdemli, dürüst) bir
nebi.
1 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök,
“eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu
yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama
göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: “Allah’a yönelme,
Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve
yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: “Birisi için dua
etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.
Bu buyruk salat (Yönelme duaları), savm etmek (oruç
tutmak), zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun
delillerindendir. Benzer mesajlar: 2:83, 183; 5:12; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31,
55, 59; 20:14; 22:26-30, 34-37; 21:73; 31:17; 42:13.
40. Dedi ki: “Rabbim1, ben iyice yaşlanmışken, üstelik karım da kısır
iken benim nasıl bir delikanlım2 olabilir ki?”. (Melek)
dedi ki: “Öyledir, Allah istediği şeyi yapar.”3
1 “Rab”,
efendi, sahip, yönetici ve bey anlamlarına gelir. Dolayısıyla, İbrahim Nebi’nin
burada “Rabbim” diyerek meleği kastettiğini görüyoruz. Bir sonraki ayette melek
için kullanıldığı daha net olarak anlaşılmaktadır. Benzer ifade, bu surede 47’nci
ayette Meryem tarafından da kullanılmaktadır. “Rab” ile ilgili açıklama Fatiha,
1:2 ayetinde yer alır.
2 “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok
çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy)
demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün
Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer:
12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.
3 Benzer mesajlar: 2:253; 3:47; 5:1; 11:107;
14:27; 22:14, 18; 85:16
41. (Zekeriya)
dedi ki: “Efendim, bana bir ayet (alâmet) göster.” (Melek) dedi
ki: “Senin ayetin, işaretlerden başka insanlarla üç gün (ve üç gece)
konuşmamandır. Rabbini çokça zikret (hatırında tut, an)1. Akşam2
ve fecir vakitlerinde3 de tesbih et4 (yücelt).”5
1 Zikir: Allah’ı anmak, hatırlamak
ve hatırda tutmak anlamlarına gelir. Allah’ı zikretmek; O’na kulluk etmek,
teslim olmaktır. Kur’an’ın kendisi de bir zikirdir (15:9; 12: 104; 38: 87; 43:44;
68:52; 80:1; 81:27). Çünkü Kur’an, bize Allah’ı bilmemiz, tanımamız ve O’na
yönelmemiz için yol göstermektedir.
2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye)
kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak”
demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle “akşam vakti” veya “karanlığın
başlangıcı” anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52;
18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء”
(‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.
3 “اِبْكَارِ۟” (ibkâr) kelimesi
“بكر”
(b-k-r)
kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz”
“saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan
vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Aynı kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55;
48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.
“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ),
yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42;
48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir
ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ”
(ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ”
(ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ”
(‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2
kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak),
yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.
4 “تَسْبِيح”
(tesbih) kelimesinin, Arapça’da sebh (سَبْح) kökünden türediği, bu kökün
de suda yüzmek veya havada süzülmek gibi hızlı, sürekli ve
düzenli bir hareketi ifade ettiği belirtilir. “تَسْبِيح” (tesbih)
kelimesinin de bağlama göre mecazen Allah'ı yüceltmek ve O’nu her
türlü eksiklikten tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına geldiği belirtilir.
Tesbih
kavramının İbranice dilindeki karşılığı “שַׁבָּח” (sebeh) kelimesidir. Bu
kelime, övme, yüceltme ve Allah’ı anma anlamlarını taşır. Ayrıca, “לְשַׁבֵּחַ”
(Lesâbbâh) kelimesi de benzer şekilde övmek, yüceltmek ve Allah’ı anmak
anlamına gelir. İbranice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının semantik
alanının övgü ve yüceltme ekseninde şekillendiğini göstermektedir.
Süryanice
dilinde tesbih kavramı, “ܫܒܚ” (sâbâh) kelimesiyle ifade edilir. Bu kelime de övmek,
yüceltmek ve Tanrı'yı ululamak anlamlarını taşır. Ayrıca, ܫܒܘܚܐ
(sâbuḥo) kelimesi de övgü, tesbih ve Tanrı'yı yüceltme anlamına gelir.
Süryanice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının Allah’a yönelik övgü ve
yüceltme eylemlerini içerdiğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, çeviri sürecinde “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin, Sami dillerde
ortak olarak taşıdığı övme, yüceltme ve Allah'ı anma anlamı esas alınacaktır.
Kur'an'da, alemlerdeki (evrenlerdeki) tüm varlıkların
(melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar vb.) Allah’ı tesbih ettiği (yücelttiği)
belirtilir (13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6).
Yüce Allah, Muhammed Nebi’ye hitaben biz müminlerin de
kendisini nasıl yücelteceğini bildirir:
“فَسَبِّحْ
بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ”
“Öyleyse,
Azîm (muazzam) olan Rabbinin adını tesbih et! (yücelt!)” (56:74, 96; 69:52)
“سَبِّحِ
اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ”
“En
yüksekte olan Rabbinin adını tesbih et (yücelt)”
(87:1)
“فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ”
“O halde Rabbinin hamdi ile tesbih et…” (15:98)
“وَرَبَّكَ
فَـكَبِّرْۙ”
“Rabbini
de böylece tekbir et (büyüt)!” (74:3)
Bundan dolayı da salatta; kıyamda Rabbimizin
hamdi olan Fatiha Suresi ile, rükûda “Sübhâne Rabbiyel-Azîm” (Azîm
(muazzam) olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, secdede ise “Sübhâne Rabbiyel-A‘lâ” (En yüksekte
olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, eylemler arasında da “Allah-u Ekber” ifadesi ile Yüce Allah’ı yüceltiriz.
Dolayısıyla da “tesbih etmeyi” sadece tesbih
çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
5 Bu bölümün en önde gelen amacı
Nasranilerin, İsa’yı Allah’ın oğlu kabul edip, Ona karşı ibadet ederek
yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Yahya’nın mucizevi doğumu da
onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak Kur’an’da
anlatılıyor. İsa’nın mucizevi doğumu Onu ilah (Yüce olan) olarak kabul etmeye
yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir şekilde
yetiştirilen Yahya da bir mucize sonucu dünyaya gelmiştir. Tevrat, Yahya’dan
John the Babtist olarak bahseder. (Matta: böl. 3, 11, 14, Markos,1,6,
Luka,1,3).
42. Melekler demişti
ki: “Ey Meryem, Allah seni seçti ve tahire (tertemiz,
pak, arınmış) kıldı ve âlemlerin kadınlarına seçkin kıldı.
Bu
husus, İncil, Luka 1:41,42 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Elizabet, Meryem’in
selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı. Kutsal Ruh’la dolan Elizabet yüksek
sesle şöyle dedi: “Kadınlar arasında kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de
kutsanmıştır!”
43. Ey Meryem, Rabbine
gönülden itaat et ve secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et!”
44. Bunlar, sana
vahyetmekte (bildirmekte) olduğumuz gaybi (bilinmeyen)
haberlerdendir. (Ey Muhammed!) “Meryem’e kim kefil olacak (kim
himayesine alacak)?” diye kalemlerini attıklarında (kura çektiklerinde) sen
yanlarında değildin! Onlar (bu konuda) çekiştiklerinde1
de yanlarında değildin!2
1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَم”
(khâsâm) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga
etmek” anlamına gelir. “خَصِيمًۭا” (khasiymen) ise “bir savunucu, çekişen,
tartışmacı, dava vekili” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, hasım kökünden
türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45;
36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.
2 Meryem, annesi tarafından Allah yolunda mabede
adanmış bir kız olduğu için cinsiyeti nedeniyle onun koruyuculuğunu kimin
yapacağı konusu, mabetteki görevliler için bir problem oldu. Bu nedenle
görevliler problemi çözmek için kura çekiyorlardı.
45. Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah, seni
kendisinden bir kelime1
ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır; Dünyada da ahirette de bir yüzdür (bilinen,
itibar gören biridir) ve mukarrebindir (Allah’a yaklaştırılanlardır).
1 İsa, Allah’ın ‘ol’ sözüyle babasız doğduğu için Allah’ın
Kelimesi olarak adlandırılmıştır. Kur’an, İsa’yı putlaştıranları uyarmak
için İsa’yı çoğunlukla “Meryem oğlu İsa” diye anar. Benzer mesajlar: 3:39; 4:171.
“Mukarrebin”
ifadesi Kur’an’da 8 yerde geçer (3:45;
4:172; 7:114; 26:42; 56:11,88; 83:21,28). Bunlardan 1 yerde İsa Nebi (3:45), 1 yerde
seçkin melekler (4:172), 2 yerde de “illiyin”, yani yüce, şerefli bir makama
sahip olanların numaralandırılmış (rakamlarla kaydedilmiş) olduğu kitaba tanık
olan (gören) ve “ebrar” olarak adlandırılan müminler için kullanılmaktadır
(56:11, 88; 83:21, 28).
“Ebrar” olarak adlandırılan müminlere, ferahlık
ve reyhan (hoş kokulu bitkiler) ve rahatlık ve Naim (saadet, nimet) Cennetinin
vadedildiği (56:88) görülmektedir. Ayrıca; Cennette nimetler içinde oldukları
(83:22), Bunlar için özel olan bir pınardan, değerli karışımlardan yapılmış ve hatem edilmiş
(mühürlenmiş, işaretlenmiş) misk olan halis içeceklerin içirildiği (83:25-28); sedirler
üzerinde seyre daldıkları (83:23), nimetin sevinç ve parıltısının da yüzlerinde
sezildiği (83:24) belirtilmektedir.
“Mukarrebin” ifadesini 2 yerde de firavun, kendi adamları için kullanmaktadır
(7:114; 26:42).
46. O, beşikte1 de yetişkinliğinde de insanlara konuşacak ve salihlerden
(dürüstlerden,
erdemlilerden) olacak.
1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya
da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır.
“مِهَاداًۙ”
(mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek”
gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
47. (Meryem)
dedi ki: “Efendim, bana bir beşer (insan) dokunmamışken nasıl evladım olur?”
(Melek) dedi ki: “Böyledir, Allah istediği şeyi yaratır. (Allah),
bir şeye karar kıldıysa, bilin ki artık ona
‘Ol!’ der, o da oluverir.1
1 “Kün fe yekûn”
ifadesi ile ilgili açıklama 2:117 ayetinde yer alır.
48. Ve ona Kitabı ve
hikmeti1 ve Tevrat’ı ve İncil’i
öğretecek;
1 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth”
sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة”
hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı
idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme)
kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
49. İsrailoğullarına da
bir resul…1 (İsa, halka dedi ki), “Ben
size Rabbinizden bir ayet (delil) ile geldim. Size, çamurdan kuş yaratırım
ve ona üflerim, (o da) Allah’ın izni ile kuş oluverir. Allah’ın izniyle körü
de alacalıyı (cüzzamlıyı) da (hastalıktan) arındırırım; ölüleri de
diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi de ne biriktirdiğinizi de size bildiririm.
İman edenlerden iseniz bunda sizin için bir ayet (kanıt) vardır.2
1 İsa’nın Elçi olarak
gönderilmesi İncil’de şöyle anlatılmaktadır: “İsa kalabalığı görünce dağa
çıktı. Yere oturdu ve sonra öğrencileri yanına geldi. O da söze başlayıp
şunları öğretti: “Ne mutlu ruhi ihtiyacının farkında olanlara, çünkü göklerin
krallığı onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar teselli edilecekler.
Ne mutlu yumuşak başlı olanlara, çünkü onlar yeryüzünü miras
alacaklar. Ne mutlu doğruluğa aç ve susamış olanlara, çünkü onlar
doyurulacaklar. Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlar merhamet
görecekler. Ne mutlu temiz yürekli olanlara, çünkü onlar Allah’ı
görecekler. Ne mutlu barışçı olanlara, çünkü onlara ‘Allah’ın oğulları’
denecek. Ne mutlu doğruluk yolunda zulüm görenlere, çünkü göklerin
krallığı onlarındır. Benim yüzümden insanlar sizi kınadıkları, size
zulmettikleri ve aleyhinizde her türlü yalanı söyledikleri zaman ne mutlu
sizlere! Sevinin ve sevinçten sıçrayın, çünkü göklerdeki
ödülünüz büyüktür. Onlar sizden önce peygamberlere de böyle
zulmettiler. Siz yeryüzünün tuzusunuz, fakat tuz özelliğini
kaybederse, ona nasıl yeniden tat verilir? Artık hiçbir işe yaramadığından
dışarı atılır ve ayaklar altında çiğnenir. Siz dünyanın ışığısınız. Dağ
üzerine kurulmuş şehir gizlenemez. İnsanlar kandil yakınca, onu
sepet altına değil, şamdana koyarlar. Böylece ışık evdeki herkesi
aydınlatır. Benzer şekilde sizin ışığınız da insanların önünde
parlasın ki, iyi işlerinizi görsünler ve göklerdeki Babanızı
yüceltsinler. Kanunu ya da Peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için
geldiğimi düşünmeyin. Ben bunları geçersiz kılmaya değil, yerine getirmeye
geldim. Gerçek şu ki, gök ve yer silinip gitse de, Kanunun en küçük bir
harfi, hatta bir noktası bile silinmeyecek ve her sözü gerçekleşecektir.
Öyleyse, kim bu emirlerin en küçüklerinden birini bile çiğner ve insanlara bu
şekilde öğretirse, göklerin krallığı için o ‘küçük’ sayılacak. Fakat kim
onları tutar ve öğretirse, göklerin krallığı için o ‘büyük’ sayılacak.
(Matta, 5:1-19) “Sonra onlara şöyle dedi: “Tüm dünyaya gidin ve iyi haberi
bütün âleme duyurun.” (Markos, 16:15)
2 Yaratma iki türlüdür.
Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmadır. Onu Allah’tan
başkası yapamaz. “O, gökleri ve yeri, bir örneği yokken yaratmıştır.” (13:16).
İkincisi,
bir şeyden bir başka şey yaratmaktır. Bunun için sadece maddenin görüntüsü veya
yapısı değiştirilir. Bu tür yaratmayı insan da yapabilir. İsa Nebi ikincisini
yapmıştır. Benzer mesaj: 5:110.
İncil’de
de şöyle bir ayet vardır: “Bir şeyi oluşturmanız, Allah’ın da o şeyi
oluşturmasıyla mümkün olur.” (Tekvir 81:29)
Bu
ayette belirtilen mucizelerden; doğuştan kör ile ilgili olanı, Yuhanna, 9:1-34’te;
alacalı ile ilgili olanı, Matta 8:1-4’te; ölüleri diriltmekle ilgili olanı ise,
Luka, 7:11-17 ve Yuhanna, 11:17-46’da yer alır.
50.
Önünüzdeki
Tevrat’ı da tasdik edici (doğrulayıcı) ve size haram kılınan (yasaklanan)
bazı şeyleri helâl kılmak için Rabbinizden beyyineler (apaçık deliller, ayetler) getirdim.
O hâlde Öyleyse Allah’a karşı takvalı (sakınan)
olun. Bana da itaat edin.
Bu mesaj İsrailoğullarının azgınlığı nedeniyle
onlara özel bir ceza olarak haram kılınan (yasaklanan) bazı yiyeceklerin aslına
döndürülmesi, yani helal kılınmasıyla ilgilidir. Bu ayet 6:146 ve 3:93
ayetleriyle okunmalıdır.
İncil’de
İsa’ya ait şöyle bir söz geçer: “Kutsal Yasa’yı (Tevrat’ı) ya da elçilerin
sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil,
tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan,
her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile
eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve
başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak.
Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin
Egemenliğinde büyük sayılacak.” (Matta 5:17-19)
51. Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbimdir, sizin de
Rabbinizdir. O’na kulluk edin. Sırat-ı
müstakim (doğru, istikametli yol) işte budur.”
52. Onlardaki küfrü sezince
de İsa dedi ki: “Ensarullah
(Allah’ın
yardımcıları) kimlerdir?” Havariler1 dedi ki: “Ensarullah bizleriz!2
Allah ile iman ettik (O’nun
aracılığıyla inanıp güvendik). Tanıklık da et, bizler Müslimleriz
(Teslim Olanlarız).3
1 Havari kelimesi “beyaz giyenler”, “beyazlara
bürünenler”, “doğrulayıcılar”, “samimi olanlar”, “tertemiz kişiler” anlamlarına
gelir.
İsa
Nebi’nin Havarileri Şunlardır:
1-
Balıkçı olan Petrus (Simun): Kilisesini üzerine inşa edeceği kayaya
ithafen “Petrus” adı İsa tarafından verilmiştir. İsa tarafından kendisine diğer
havarilerin önderliği mevkii layık görülmüştür (Matta 16:18, Yuhanna 21:15-16).
Roma’da öldürülmüştür. Roma Katolik Kilisesi’nin ilk piskoposu kabul edilir. 29
Haziran Aziz Petrus Günü’dür. İsa, Romalılar ve kendisinin Mesih olduğuna
inanmayan Yahudiler tarafından çarmıha gerilmek üzere yakalandığında Petrus
onun bir havarisi olduğunu üç defa inkâr etmiştir. İnkâr edeceği İsa tarafından
Son Yemek’te kendisine bildirilmiştir ancak Petrus buna inanmamıştır. Dört
incil’de de bu olay aynı şekilde anlatılır.
2-
Petrus’un kardeşi balıkçık Andreas: Çarmıha gerilerek şehit edilmiş.
3-
Yakovos (Büyük Yakub): Şehit edilen ilk havaridir. Yahudi kralı Herod
Agrippa tarafından katledilmiş.
4-
Yuhanna: Büyük Yakub’un kardeşidir ve Yuhanna İncili’ni yazmış.
5-
Filipus: Sezar’a karşı geldiğinden dolayı Roma askerlerince Pamukkale’de
şehit edilmiş.
6-
Vartolomeos (Bartalmay): Ermenistan’da çarmıha gerilip, canlı canlı
derisinin yüzüldüğü söylenmektedir.
7-
Tomas: Şüpheci Tomas olarak da bilinir.
8-
Matta: İbrani kökenli bir vergi memurudur ve Matta İncili’nin
yazarıdır.
9-
Yakovos o Mikros (Küçük Yakub):
10-
Yahuda (Taday): Küçük
Yakub’un kardeşidir. Pers topraklarında Simon
ile birlikte şehit edilmiş.
11-
Simon (Yurtsever): Pers topraklarında
Yahuda (Taday) ile birlikte şehit edilmiş.
12-
Yahuda: Nasranilerce 30 gümüş dinar için İsa’ya ihanet ederek
yakalattığına inanılır. Vicdan azabından intihar etmiştir.
13-
Mattiya (Mathias):
Yahuda’nın yerine seçilmiş.
2 Kur’an, insanları Allah’ın dinine
çağıran ve O’nun dininin küfre karşı galip gelmesi için uğraşanları, “Allah’ın
yardımcıları” (Ensarullah) olarak nitelemiştir. Fakat bunun anlamı, bu
kimselerin Allah’ın bir ihtiyacını giderdikleri ve Allah’ın bizzat kendi
gücüyle (cebir) olmayıp, elçiler ve kitaplar vasıtasıyla olmasını istediği bir
işe iştirak ettiklerinden ötürü, kendilerine Allah’ın yardımcıları denmiştir.
Benzer mesajlar: 3:52; 22:40; 47:7; 57:25; 59:84,
3 Yüce Allah’ın bütün elçilere gönderdiği mesajların
ortak adı İslam’dır. 3:19, 85, 21:92 ve 23:52 gibi ayetlerde dikkat çekilen
husus da budur. 3:52’de İsa ile iman eden havarilerin Müslim (Teslim Olan)
olduklarını ilan ettikleri haber verilmektedir. Firavuna karşı mücadelede Musa’nın
yanında yer alan büyücülerin dile getirdiği duadaki ifadeleri 7:126’da yer
aldığı üzere “Müslimler olarak vefat ettirilmek” şeklinde ifade edilmektedir.
Ayrıca firavunun ölümü esnasında söylediği, ancak iddiasını ispata zamanı
kalmadığı için kendisinden kabul edilmeyen itirafında dile getirdiği ifadesi de
“Ben de Müslimlerdenim” şeklinde 10:90’da hatırlatılmaktadır.
53. Rabbimiz!
İndirdiğin şey ile (vahiy ile) iman ettik ve Resul’e tabi olduk. Bizi
de şehitlerle (tanıklarla) birlikte yaz.”
Burada kastedilen şahitler, sadece İsa’nın nübüvvetini
kabul eden havariler değildir. Başta nebiler olmak üzere hakkın evrensel
anlamda şahitleri her kimse havariler de işte onlarla birlikte anılmak ve
yazılmak istemişlerdi. Burada dile getirilen hususlar ile 5:83’te bazı
keşişlerin ve rahiplerin teslimiyet ifadeleri birbirine benzemekte, aynı
noktada buluştukları anlaşılmaktadır.
54. Ve bir plan yaptılar,
Allah da bir plan yaptı.1 Ve Allah, plan yapanların
hayırlısıdır.2
1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan
yapmak”, “hileyle tuzak kurmak” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 44 kez geçer: 3:54
(3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (3 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21
(3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4
kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 75:22 (2 kez).
ı Bu
cümle “Allah onların tuzaklarını boşa çıkaracaktır” şeklinde anlaşılmalıdır. Bu
tür ayetlerde geçen fiiller insanlar için kullanıldığında olumsuz bir anlama
gelirken, Allah için kullanıldığında kastedilen Allah’ın o fiilin cezasını
vereceğini bildirmesidir. Benzer kullanımlar için Bkz: 2:15; 4:142; 8:30; 9:
67, 79.
2 Benzer mesajlar: 6:123; 8:18, 30; 13:42; 14:46;
35:10, 43; 40:25; 52:42; 86:15-16.
55. Allah demişti ki: “Ey
İsa! Ben, seni vefat ettireceğim ve seni Bana (katıma)
yükselteceğim1 ve seni, kafirlerden tahir kılacağım (onlardan
arındıracağım, temiz kılacağım). Sana tabi olanları da Kıyamet Gününe kadar
küfredenlerin üzerinde tutacağım. Ardından dönüşünüz Bana olacak. Ayrılığa
düştüğünüz hakkında de aranızda hükmedeceğim.
ı 6:61 ayetinde “Sonra da sizden birine ölüm vakti
geldiği zaman, resullerimiz (melekler) onu vefat ettirirler ve onlar
hiç geri kalmazlar.” şeklinde mevt
(ölüm) vefat kelimelerin
aynı cümle içinde kullanıldığı bu ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey
değildir. Mevt (ölüm), bedenin canlılığının son bulmasıdır. Vefat
ise; tam, tastamam, eksiksiz, tamamlanmış anlamlarına gelen “وافى”
(vfy) sözcüğünden türemiş bir sözcüktür (Ragıp El İsfehani, El Müfredat,
s:1171-1172). Vefat
sözcüğü de “bir şeyin veya görevin tamamlanması, canın (ruhun) tamamen bedenden
ayrılması, hayatın sona ermesi” gibi anlamlara gelebilmektedir.
6:60
ayetindeki ifadeye göre insanlar her gece vefat ettirilmektedir, ancak bu
esnada beden ölü (meyyit) değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri
dönemez.
Örneğin,
39:42 ayetinde “Allah, ölümleri sırasında nefisleri vefat ettirir.” İfadesinde
belirtildiği gibi; ‘Ruh’un bedenden alınması vefat, canlılığın son bulması ise ölüm
yani mevt’tir. İnsan ruhunun uyku sırasında vücuttan çıkmış olması ve o sırada
canlığın devam ediyor olması ruh bilimcilerin dikkate alması gereken önemli bir
bilgidir. İnsan ruhu hakkında daha detaylı bilgi için 32:9 ve 17:85 ayetlerine
bakınız. Uyuyan insanın ruhu vücuduna geri dönebiliyorken mevt olan (yani tamamen
ölen) kişinin ruhu geri dönememektedir (Bkz: 23:100)
Bu
ayetlere bakınca İsa Nebi’nin, ölmeden (yani bedenen henüz ölmeden) önce vefat
ettirildiği (ruhunun alındığı, görevinin tamamlattırıldığı) kanaatine
varılmaktadır.
Ayrıca: Kur’an’da bilinçli olarak öldürme eylemi için
de “katl” sözcüğü kullanılmaktadır. Bu nedenle çeviride “mevt”
kelimesi “ölüm” şeklinde çevrilmiş, “vefat” ile “katl” kelimesi
ise aynen bırakılmıştır.
56. Kafir kimselere
gelince, dünyada da ahirette de çetin bir azapla onlara azap ettireceğim. Onların
yardımcıları da olmayacak.
57. İman eden ve salih
ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere
gelince, (Allah) ecirlerini1 (yaptıklarının
karşılığı) tam olarak verecektir. Allah, zalimleri sevmez.
1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu
bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret,
para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi
türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
Kur’an’da
geçen “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık”
gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için,
bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ
kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.
Okuyucunun, Kur’an’daki kavramları doğru anlamasına katkı
sağlamak amacıyla, “ceza” ve “ecir” terimlerinin çeviride Kur’an’daki orijinal
halleriyle bırakılmasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
58. İşte bu, sana onu tilavet ediyoruz; ayetlerden ve hâkim (hikmet sahibi) olan zikirdendir (hatırlatıcıdandır,
anmadandır).
1 İsa ile Adem arasındaki benzerlik, matematiksel
olarak da desteklenmiştir. Her iki isim Kur’an boyunca 25’er defa olmak üzere
eşit sayıda tekrarlanır.
İncil’de
de bu ayete benzer ifadeler yer alır: “ölüm bir insan aracılığıyla
geldiğinden, ölülerin dirilişi de bir insan aracılığıyla gelir. Herkes
Adem'de nasıl ölüyorsa, Mesih'te de herkes diriltilecektir.” (1.
Korintliler, 21,22)
“Nitekim şöyle yazılmıştır: “İlk
adem (adam, insan) yaşayan bir ruh (can)
oldu. Son adem (adam, insan) de hayat veren bir ruh (can) oldu.
Ancak, ruhsal (manevi) olan ilk değil, doğal (biyolojik) olandı.
Ve sonra manevi (olandır). İlk adem yerden, yani topraktandır. İkinci
adem (adam, insan) göktendir. Topraktan olan nasılsa, yeryüzündekiler de
öyledir; göksel olan da nasılsa, göksel olanlar da öyledir. Ve dünyevi olanın
suretini taşıdığımız gibi, göksel olanın da suretini taşıyacağız.” (1.
Korintliler, 45-49)
“Çünkü, eğer bir'in (bir
insanın) suçuyla ölüm o bir'in (bir insanın) aracılığıyla hüküm
sürdüyse, (Allah’tan) bol lütfu ve doğruluk armağanını alanlar, bir’in,
yani İsa Mesih aracılığıyla yaşamda hüküm süreceklerdir.” (Romalılar, 5:17)
60. Hak (gerçek)
olan, Rabbindendir. O halde kuşkulananlardan olma!1
1 Buraya kadar Nasranilerin gözü önüne serilen
noktalar şunlardır:
Birincisi; onlara, İsa’nın ilâhlığı inançlarının tamamen
yanlış olduğu bildiriliyor. O sadece Allah’ın dileği ile mucizevî şekilde
dünyaya gelmiş ve kendisine nebiliğin apaçık bir kanıtı olan mucizeler verilmiş
bir insandı. O’nun yükselişine gelince, kâfirler Onu çarmıha germeden önce
Allah Onu kendine yükseltmiştir. Aslında Kâinatın Hâkiminin gücü, kullarından
herhangi birine dilediği herhangi bir şekilde davranmaya yeter. Bu nedenle İsa’ya
hasredilen bu özel davranış nedeniyle, İsa’nın ilah (Yüce olan) olduğu, O’nun
oğlu olduğu veya otoritesinde O’na ortak olduğu sonucuna varmak tamamen
yanlıştır.
İkincisi; Muhammed’in onları, İsa’nın kendi zamanında
ortaya koymaya çalıştığı aynı gerçeğe çağırdığı ve iki nebinin öğretilerinin
temelde özdeş oldukları noktasında dikkat etmeye yöneltiyorlar.
Üçüncüsü; İsa’nın havarileri, Kur’an’da ortaya konulan
aynı İslâm’a inanmışlar ve uymuşlardır. Daha sonraki çağlarda yaşayan
Hıristiyanlar ise, İsa’nın mesajını terk etmişler ve havarilerin inancından
sapmışlardır.
61. Bu nedenle kim, sana
gelen ilimden sonra delil sunarak onun hakkında seninle iddialaşırsa1 de ki: “Gelin, oğullarımızı da oğullarınızı da
kadınlarımızı da kadınlarınızı da nefislerimizi (sizden
olan adamları) de nefislerinizi (sizden olan adamları) de çağıralım.
Sonra da Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olmasını içtenlikle dileyelim.”2
1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak”
veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer:
2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.
2 Meydan okuma içeriği nedeniyle bu ayete mübâhele
(yalancı olan tarafın cezalandırılması için yapılan beddua) ve mülâane (karşılıklı
lanetleşme) ayeti denmektedir.
Necranlı
Nasranilerden 60 kişilik bir heyet Medine’ye gelerek Muhammed Nebimiz ile İsa
Nebi hakkında tartışmaya girer. Yapılan tartışmaların sonu gelmeyince Muhammed
Nebi, Yüce Allah’ın emriyle Necranlıları Mubâhaleye (lanetleşmeye) davet eder.
Ancak heyet başkanı “Ey Ebu’l-Kâsım, seninle lanetlememeye karar verdik. Seni
kendi dininle baş başa bırakacağız. Biz de kendi dinimize döneceğiz. Bizim
hakkımızda istediğin gibi hükmet. Biz sana istediğin şeyi verelim ve seninle
bir antlaşma yapalım. Yalnız bize ihtilaflarımızı halletmesi için bir Müslim hâkim
gönder.” der. (İbn Hişam, es-Siretu’n-nebeviyye, 2, 233)
62. Şüphe yok ki bu, elbette
ki hak (doğru, gerçek) olan kıssadır. Allah’tan
başka ilah (Yüce olan) yoktur. Şüphesiz
ki Allah, muhakkak
ki Azizul-Hakîm (Hikmetle
hükmeden Mutlak Güç Sahibi) olandır.
63. Eğer dönerlerse, o
zaman bilin ki Allah, fesatçıları Bilendir.
64.
De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda eşit (ortak)
olan bir kelimeye gelin ve sadece Allah’a kulluk (hizmet) edelim ve O’nunla
bir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz de kimimizi (bazı insanları) Allah’ın
dışında rabler edinmesin.” Eğer dönerlerse, o zaman deyi ki: “Tanık olun,
kesinlikle bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız)”
Bu ayet, “İbrahim, bir Yahudi miydi, yoksa bir Nasrani
miydi?” diye kendi aralarında tartışan Yahudi ve Hıristiyanlara verilen bir
cevaptır. Benzer husus, Kur’an yerine, hadis ve
sünnete göre yaşayan gelenekçi Müslümanlar için de geçerlidir.
65. Ey Ehl-i Kitap! Niçin delil sunarak İbrahim
hakkında iddialaşıyorsunuz?1
Oysa Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. O halde aklınızı kullanmıyor
musunuz?
1 “حاجّ”
(hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek”
anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65,
66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.
66. İşte sizler, hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda delil
sunarak iddialaştınız! O halde hakkında bilgi sahibi olmadığınız konularda
neden delil sunarak iddialaşıyorsunuz? Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
67. İbrahim,
Yahudi veya Nasrani değildi, lakin hanif (şirk
koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) bir
Müslim (Teslim Olan) idi; müşrik olanlardan da değildi.
68. İnsanların İbrahim’e
en yakın olanı, şüphesiz ki ona tabi olan kimseler ve bu Nebi ve iman
eden kimselerdir. Allah
da müminlerin velisidir (yoldaşı, rehberi,
gözeticisidir).1
1 Bu ayete benzer ifadeler, İsa Nebi ile onu öldürmeye çalışan
İsrailoğulları arasındaki diyalogda geçmektedir: “Sizin İbrahim’in soyundan
olduğunuzu biliyorum; fakat beni öldürmeye çalışıyorsunuz, çünkü sözlerim
içinize işlemiyor. Ben Babamın yanındayken
gördüklerimi söylüyorum, siz de kendi babanızdan duyduklarınızı
yapıyorsunuz.” Onlar, “Bizim babamız İbrahim” diye cevap
verdiler. İsa da dedi ki: “İbrahim’in çocuklarıysanız, İbrahim’in
yaptıklarını yapın. Fakat siz şimdi beni, Allah’tan işittiği hakikati
size anlatan kişiyi öldürmeye çalışıyorsunuz. İbrahim böyle bir şey
yapmadı. Siz babanızın yaptıklarını yapıyorsunuz.” Onlar da “Biz gayri
meşru çocuklar değiliz; bizim tek Babamız var, O da Allah” dediler. İsa
onlara şöyle dedi: “Babanız (Rabbiniz) Allah olsaydı, beni severdiniz. Çünkü
ben, Allah’ın yanından geldim ve buradayım. Kendiliğimden gelmedim; beni O
gönderdi. Söylediklerimi neden anlamıyorsunuz? Çünkü sözlerime
katlanamıyorsunuz. Siz babanız İblistensiniz ve babanızın arzularını
yerine getirmek istiyorsunuz. O kendi yolunda yürümeye
başladığında katil oldu; hakikat yolunda kalmadı. Çünkü içinde hakikat
yoktur. Yalan söylediği zaman, karakterine uygun davranır; çünkü hem yalancıdır
hem de yalanın babasıdır. Oysa ben hakikati söylediğim için bana
inanmıyorsunuz. Günah işlediğimi hanginiz kanıtlayabilir? Hakikati
söylüyorsam neden bana inanmıyorsunuz? Allah’tan olan, Allah’ın
sözlerini dinler. Oysa siz Allah’tan olmadığınız için O’nu dinlemiyorsunuz.” (Yuhanna, 8:37-47)
69. Ehl-i Kitap’tan bir
grup sizi delalete (sapkınlığa) düşürmeyi arzular. Ancak
yalnızca nefislerinden (kendilerinde olanları) başkasını saptıramazlar, ama
şuurunda (bilincinde) değildirler.
70. Ey
Ehl-i Kitap! Sizler tanıklık ettiğiniz hâlde niçin Allah’ın ayetleriyle
küfrediyorsunuz? (Allah’ın
ayetlerini kanıt göstererek neden vahyi ve elçileri örtüyorsunuz/inkar ediyorsunuz?)
71. Ey Ehl-i Kitap! Neden hak (gerçek, hakikat) olanı batıl ile örtbas
ediyorsunuz1 ve sizler, bile bile hak olanı gizliyorsunuz2!
1
“لَبِسَ”
(lebese) fiili, giymek, örtmek, örtbas etmek, gizlemek anlamlarına gelir. Bu
fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 23 kez geçer: 2:42, 187 (2 kez); 3:71; 6:9
(2 kez), 65, 82, 137; 7:26 (2 kez), 27; 16:14, 112; 18:31; 21:80; 22:23; 25:47;
35:12, 33; 44:53; 50:15; 78:10.
2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
72. Ehl-i Kitap’tan bir grup dedi ki: “Müminlere indirilmiş olanla
günün başında iman edin, sonrasında ise küfredin (gerçeği örtün); Belki onlar (müminler)
da dönerler.
73. Dininize
uyanlardan başkasına da iman etmeyin (inanıp güvenmeyin).” De ki: “Hidayet (kılavuzluk),
elbette ki Allah’ın hidayetidir. Size verilmiş olanın benzerinin bir kimseye (Resul’e)
verilmesinden ya da Rabbinizin huzurunda size delil ile karşılık
vereceklerinden1 dolayı mı (böyle söylüyorsunuz)?” De
ki: “Fazl (lütuf,
cömertlik) elbette
ki Allah’ın eliyledir; onu istediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir, Alim’dir
(sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir; Bilendir).
1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak”
veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer:
2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.
74. Rahmetini, istediğine tahsis eder1. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Azîm’dir2 (Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibidir).”
1 Bu kelime, “خ-ص-ص” (ḥa-sad-sad)
kökünden türemiştir ve “tahsis etmek, “ayrıcalık tanımak”, “seçmek”, “ayırmak”
gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da
4 kez geçer: 2:105; 3:74; 8:25; 59:9.
2 “Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Azîm”
ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.
75. Ehl-i Kitap’tan bazılarına yüklerle mal emanet etsen, onu
sana öder.1
Onlardan bazılarına da bir dinar2 (altın para) emanet etsen, başına
dikilmediğin sürece onu sana ödemez.3 Bu, onların ‘Ümmiler4
(vahiy kitaplarından bir kısmına uymayanlar veya onlardan habersiz olanlar)
hakkında bizim için bir yol (sorumluluk, vebal) yoktur’ demeleri5
ve bile bile Allah hakkında yalan söylemeleri nedeniyledir.
1 “يُؤَدِّه۪ٓ” kelimesi,
“yerine getirmek”, “ödemek”, “ifa etmek” veya “tamamlamak” gibi anlamlara gelen
“أَدَّى” (edda) fiil kökünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez
geçer: 2:178, 283; 3:75 (2 kez); 4:58; 44:18.
2 “دنر” (Dinar), altın para anlamına
gelir. Bu kelime Kur’an’da sadece bu ayette geçer.
3 Ayete dikkat edilirse hepsinin aynı olmadığına
ve toptancı değerlendirmelerden kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmektedir.
4 Bazıları “Ümmi” kelimesinin “okuma-yazma
bilmeyen” anlamına geldiğini iddia ederek anlamını tahrif ettiler. Oysa bu
ayet, “Ümmiyyin” kelimesinin “Allah’tan gelen vahiy kitaplarından bir veya
ikisine uymayanlar veya habersiz olanlar” anlamına geldiğini ispatlıyor.
5 Yani
Yahudiler, kendilerinden olanlarla olan ilişkilerinde adaletli olmaları
isteniyor ve Yahudi olmayan birinin mülkünü gasp etmekte bir beis görülmüyordu.
Bu inanç sadece cahil Yahudi yığınları arasında yaygın değildi. Bilâkis bütün
dinî sistem, İsrailliler ve İsrailli olmayanlarla kurulan ilişkilerde tamamen
farklı davranmaya müsaade edecek bir şekilde yoğrulmuştu. Onların ahlâkî
değerleri belli bir tür davranışı İsrailoğullarından birine karşı yapmayı
yasaklıyor, fakat Yahudi olmayan birine karşı o şekilde davranmaya izin
veriyordu. Aynı şey bir İsrailli için doğru oluyor; fakat İsrailli olmayan biri
için ise yanlış kabul ediliyordu.
Örneğin
Talmut’ta şöyle denilmektedir ki: “Şayet bir İsraillinin boğasını İsrailli
olmayan bir kimsenin boğası yaralarsa, İsrailliye tazminat vermek zorundadır.
İsraillinin boğası İsrailli olmayanın boğasını yaralarsa, İsrailli tazminat
vermek zorunda değildir. Bir kimse kaybolmuş bir şey bulursa ve bulduğu şey
İsraillilerin yerleşim bölgesindeyse, bulduğu şeyi sahibine vermek için ilân
etsin. Şayet, İsrailli olmayanların bölgesinde bulunmuşsa, ilân etmeye gerek
yoktur. İsmail’in Rabbi diyor ki: Bir ümmi ile bir İsrailli arasında
anlaşmazlık çıkmışsa, mahkemedeki hâkim, kardeşinin lehine bitmesi için
uğraşsın. Mümkün değilse ümmilerin kanunlarına göre, kardeşinin lehine bir
sonuç almaya çalışsın. Ve “Bu sizin kanununuza göredir” desin. Her iki kanundan
da yararlanamıyorsa, hangi yolla olursa olsun, İsrailli kardeşini kazandırsın.
İsmail’in Rabbi, “İsrailli olmayanların zaaflarından yararlanın” diyor.”
(Talmudic Mıscelleny. Paul İsaac Hershum. 1880, London. Sh. 37, 210-221).
Bu
bir tür ırkçılıktır, kendini üstün görmedir. Çağımızın hastalığı emperyalizmin
(sömürgeciliğin) ve medeniyetler çatışması tezinin düşünsel arka planı da
öyledir.
76. Bilakis, kim ahdine
vefa gösterir ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursa, o halde bil ki Allah,
takva sahibi olanları sever.
77. Şüphesiz ki, Allah’a verdikleri ahit ve yeminlerine karşılık
azıcık bir semen (dünyalık
bir değer; para, mal, makam, çıkar) satın alanların, işte onların ahirette
hiçbir payı yoktur. Kıyamet gününde de Allah onlara konuşmayacak ve onlara
bakmayacak ve onları temize çıkarmayacak! Onlar için elem verici bir azap da
vardır.
78.
Şüphesiz ki onlardan bir grup, (söylediklerini)
Kitap’tan sanasınız diye Kitap ile dillerini eğip bükerler1.
O (söyledikleri), Kitap’tan değildir. O, Allah’ın katındandır derler. (Oysaki)
O, Allah’ın katından değildir. Onlar, Allah hakkında bile bile yalan
söylüyorlar.
1 Arapça “يَلْوُۥنَ” (yelvûne) kelimesi, “ل
و ى” (lam-vav-ye) kökünden türemiştir. Bu kök, bükmek, çevirmek,
eğmek veya yön değiştirmek gibi anlamlar
taşır. Fiil formunda “يَلْوُۥنَ” genellikle çevirirler,
döndürürler ya da eğip büküyorlar anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 ayette geçer: 3:78, 153; 4:46, 135; 63:5.
Burada sözü edilen Ehl-i Kitap ile; Yahudi ve
Hıristiyanlar gibi, Kur’an ayetlerinin anlamını çarpıtmak için din adamlarının
uydurduğu hadis ve sünneti savunan gelenekçi Müslümanlar da kastedilmektedir.
79. Allah’ın kendisine Kitap, hüküm1 (bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle hüküm
verme yetkinliği, bilgelik) ve nübüvvet verdiği bir beşerin (insanın)
insanlara, “Allah’ın dışında bana da kulluk (hizmet) edin.” demesi
mümkün değildir. Hayır! Okuyor olduğunuz ve ders yaptığınız (öğrettiğiniz)
Kitap gereği Rabbaniler2 olun!
1
Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm”
sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.
2 “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni), Arapça’da “Rabbe
ait olan”, “Rabbe bağlı olan” anlamlarına gelir. Bu kelime, İbranice’deki “רַבָּן”
(Rabbān) ve Süryanice’deki “ܪܒܢ” (Rabbān) kelimeleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Söz konusu dillerde bu iki kelime de “bilgin, öğretmen, dini lider” anlamına
gelmektedir.
“رَبَّانِيٌّ” (rabbâni) ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 3:79, 146;
5:44, 63.
80. (O nebi), melekleri ve nebileri rabler edinmenizi
de emretmez. Müslim (Teslim Olan) olduktan sonra size küfrü emreder mi?
81. Allah,
nebilerden “Ben, size Kitap ve hikmet (yargıda
bulunma kabiliyeti, bilgelik) verdikten sonra sizde olanı (Tevrat’ı,
İncil’i, Kur’an’ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resul geldiğinde
mutlaka onunla iman edecek (inanıp güvenecek) ve ona yardım edeceksiniz.”
diye misak (söz) aldı. “Bunu ikrar (kabul) ettiniz mi ve bu ağır yükü
üstlendiniz mi?”1 dediğinde, “ikrar ettik.” dediler. (Allah)
“O halde tanık olun, Ben de sizinle birlikte tanıklık edenlerdenim!” dedi.2
1 Burada sözü edilen “ısr” yani “ağır yük”,
bütün nebilerden alınan ve “gelecek olan yeni Resul ile iman edip ona yardım
etmeleri” şeklindeki sözdür. Sonradan gelecek olan Resul ile iman etme (inanma
ve güvenme) ve destek verme sorumluluğudur. Muhammed, son nebidir, ancak son
resul değildir (Bakınız: 33:7 ve 33:40).
İkrar; söyleme, bir şeyi bildirme, haber verme, yerine
getirme, benimseme, onama, kabul, tasdik, hakkı itiraf etmek, karar vermek ve
sabit kılmak, mukarrer kılmak” manalarına gelir. Hukuk terimi olarak da kişinin kendi aleyhine de
olsa, dil ile zorlama/ikrah olmadan itiraf etmek, gerçeği söylemektir. İkrar
sözcüğü Kur’an’da 4 defa [2:84; 3:81 (2); 9:102] geçmektedir.
2 İşte
bu büyük kehanet artık gerçekleşti. Bu ayette ve Tevrat’ın Malaki 3:1-21, Luka
17:22-36 ve Matta 24:27’de önceden haber verildiği gibi, Yüce Allah’ın Antlaşma
Resulü, Allah’ın nebileri tarafından iletilen Allah’ın mesajlarını arındırmak
ve birleştirmek zorundadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm
vb. ciddi şekilde bozulmuştur. Onları arındırmak ve yalnızca O’na tapmanın
sancağı altında birleştirmek Yüce Allah’ın iradesidir. Kur’an’ın matematiksel
kodu içinde ismi “Reşad Halife” olarak tartışmasız bir biçimde belirtilmiş olan
Allah’ın Antlaşma Resulünü desteklemek için Yüce Allah tarafından karşı
konulmaz kanıt sağlanmıştır. (Bakınız: Kur’an-Son Ahit, Ek-2, s.372).
Ayrıca; Kur’an’da türevleri beş yüzden fazla
geçen ReSuL (elçi) kelimesi Kur’an’ın başından bu ayete kadar tüm türevleriyle
birlikte 19 ayette geçer. Bir başka deyişle bu ayet baştan itibaren ReSeLe
kelimesinin tüm türevleriyle geçtiği 19’uncu ayettir.
82. Artık bundan sonra
kim dönerse, işte onlar fasıklardır.
83. Allah’ın dininden
başkasını mı arıyorlar? Göklerde (7 evrende) ve yerde
olanların hepsi isteyerek veya istemeyerek O’na boyun eğmiştir.1 O’na
da döndürülecekler.
1 Burada, Allah’ın, evrene koyduğu yasalara tüm
varlıkların boyun eğdiği ve o yasalara göre varlıklarını sürdürdükleri belirtilmektedir.
Benzer mesaj 41:11
84. De
ki: “Allah ile iman ettik (O’nun aracılığıyla inanıp güvendik);
Ve bize indirilen (Kur’an ile), ve İbrahim’e
ve İsmail’e ve İshak’a ve Yakub’a ve torunlarına indirilen ile ve Rablerinden
Musa’ya ve İsa’ya ve nebilere verilen ile iman ettik (inandık ve güvendik).
Onların
(o
kitapların) arasında hiçbirine ayırım yapmayız ve biz O’na Müslimleriz (teslim
olanlarız).”
Bu
ayette Yüce Allah, Müminlerden, Muhammed Nebi’ye verilen Kur’an ile birlikte
diğer nebilere verilen Tevrat ve İncil’e de ‘iman ettik’ demelerini ve
söz konusu ‘kitaplar arasında ayırım yapmayız’ demelerini emrediyor. Bu
mesaj 2:136 ayetinde de yer almaktadır.
Tevrat
(Eski Ahit), 39 kitaptan oluşmaktadır. Tevrat’ın ilk 5 kitabı Musa Nebi’ye
indirildi. Bu ilk 5 kitaba da “Tora” denilmektedir. Bunlarda ilk önce
Âdem, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf Nebi’nin kıssaları anlatır. Sonra da
Musa, Harun ve Meryem Nebi’den söz edilir. nin yaptıkları anlatılır. Diğer 34
Kitap ise Yeşu, Ezra, Nehemya, Ester, Eyüp, Süleyman, Davud, Yeşeya (İsa),
Yeremya, Hezekiel, Daniel, Hoşea, Yoel, Amos, Ovadya, Yunus, Mika, Nahum,
Habakkuk, Sefanya, Hagay, Zekeriya, Malaki gibi farklı nebilere indirilmiştir.
İncil
(Yeni Ahit) de 27 kitaptan oluşmaktadır. İlk 4 kitabı (Matta, Markos, Luka,
Yuhanna İncilleri) İsa Nebi’nin sözlerini ve yaptıklarını anlatır. Diğer
kitaplar ise nebiler (Matta, Yuhanna, Luka, Markos, Pavlus, Petrus, Yakup,
Yahuda) tarafından yazılmıştır.
Kur’an
(Son Ahit) ise Sadece Muhammed Nebi’ye indirilmiş olan kitaptır.
85. Ve kim, İslam’dan (Teslimiyetten)
başka bir din ararsa, kendisinden asla kabul edilmeyecek! O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.
86. İman
ettikten ve resulün hak (doğru, gerçek) olduğuna
tanık
olduktan ve kendilerine beyyineler (apaçık kanıtlar) geldikten sonra küfreden (hakkı
örten) bir topluma Allah nasıl hidayet
(kılavuzluk) eder? Allah,
o zalimler topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.
87. İşte onların cezası (karşılığı),
Allah’ın ve meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır.1
1 Lanet ile ilgili açıklama 2:88 ayetinde yer alır.
88. Orada kalıcıdırlar.
Azapları onlardan hafifletilmez. Onlara mühlet de verilmez!1
1 Bu ayet, 2:162 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
89. Bundan sonra tevbe
eden1 (Allah’a
yönelen) ve kendilerini ıslah eden kimseler bilsinler ki Allah Gafur’dur,
Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır; Merhametlidir).2
1 Tevbe “bir yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya
yönelmek” anlamına geldiğinden dolayı, ayette ikinci sırada aslehû yani “ıslah
etmek” ifadesi kullanılmaktadır. Yüce Allah’ın ifadesine göre imandan sonra
küfre düşenler inkârdan vazgeçerlerse ve samimiyetle imana yönelirlerse onları
da bağışlayabileceğini haber vermektedir. Benzer mesajlar: 2:159-161; 4:16-17,
146; 5:39; 24:5; 25:70-71; 27:11.
Yüce
Allah, 20:82 ayetinde bağışlanmayı dört temel şarta bağlamıştır:
* Tevbe: Tevbe, isyan, itaatsizlik, şirk ve
küfürden sakınıp Allah’ın emirlerine yönelmeyi ifade eder. Bu, kişinin
hatalarını kabul ederek Allah’a yönelmesi ve O’nun rızasını kazanmayı amaçlayan
bir dönüşümdür.
* İman: İman, vahiy kitabında tanımlandığı
şekilde, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek O’na güvenmeyi içerir.
Aynı zamanda Ahiret Günü’nde gerçekleşeceği belirtilen hesabın, Allah’ın
bildirdiği şekilde adil ve hakkaniyetli olacağına inanmayı da kapsamaktadır.
* Salih Amel: Salih amel, Allah’ın emirlerine
uygun şekilde yapılan doğru, yapıcı ve erdemli işleri ifade eder. Bu ameller,
kişinin hem bireysel hem de toplumsal fayda gözeterek gerçekleştirdiği erdemli
davranışlardır.
* Hidayet: Hidayet, doğru yola rehberlik ve
kılavuzluk anlamına gelir. Sırat-ı Müstakim’de (doğru yolda) olmak, yalnızca
Yüce Allah’ın lütfuyla mümkün olan bir nimettir. Bu durum bireyin, hidayeti
(ilahi rehberliği) umarak hayatını bu doğrultuda şekillendirmesini ifade eder.
2 Bu ayet, 24:5 ayetinde de
tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 2:159-161;
4:16-17, 146; 5:39; 25:70-71; 27:11.
90. Şüphesiz ki iman
ettikten sonra küfreden kimselerin, sonra da küfürde ileri gidenlerin tevbeleri
kabul edilmeyecektir. İşte onlar da sapkın olanlardır.
91. Şüphesiz ki küfreden
ve kafir olarak ölen kimseler, dünya dolusu altını olsa ve onu fidye (bedel)
olarak verseler de onların hiçbirinden kabul edilmeyecektir. İşte onlar için
elem verici bir azap vardır, onların yardımcıları da yoktur!
92. Sevdiğiniz
şeylerden infak1 edinceye kadar (Allah
için karşılıksız olarak harcayıncaya kadar) birr’e (iyiliğe,
doğruluğa, erdeme ve takvaya) asla erişemezsiniz. Her ney infak ederseniz, bil ki Allah onu bilendir.
1 İnfâk ile ilgili açıklama 2:3 ayetinde yer alır.
93.
İsrailoğullarına
tüm yiyecekler helal idi1; Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in2 kendi nefsi için haram kıldığı (kendisine yasakladığı) şeyler hariç. De ki: “Öyleyse
Tevrat’ı getirin ve sadıklar (doğru, güvenilir olanlar) iseniz onu tilavet
edin (okuyup aktarın)!”3
1 Ayette
bulunan “Tevrat indirilmeden önce … İsrailoğullarına tüm yiyecekler helaldi.”
şeklindeki ifadeyi yine Tevrat’ta da görebiliyoruz: “Ve Yüceler, Nuh’u ve oğullarını bereketli kıldı ve onlara dedi ki: “Verimli olun ve
çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve yeryüzündeki canlılar da gökteki kuşlar da
debelenenler de denizdeki balıklar da sizden korku ve dehşet duyacak. Onları da
sizin yönetiminize bıraktık. Yaşayan ve hareket eden her şey de sizin için
yiyecek olacak ve yeşil bitkiler gibi hepsini size verdik.
Ancak
hiçbir eti, kanı canındayken (canlı iken) yemeyeceksiniz.”
(Başlangıç, 9:1)
2 Bu ayette yer alan “İsrail”
kelimesi ile Yakup Nebi değil, İsrailoğulları kastedilmektedir. Çünkü,
İsrailoğullarına Tevrat indirilmeden yaklaşık 400 yıl önce Yakup Nebi ile insan
görünümündeki melek arasında geçen güreşteki hadise nedeniyle Yakup Nebi’ye
olan saygılarından dolayı İsrailoğullarının,
kendi iradeleriyle hayvanın uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk damarındaki
siniri (siyatik siniri, tendon) haram saydıkları anlaşılmaktadır. Yüce
Allah da Tevrat’ta bu hususu şöyle anlatmaktadır: “Ve (böylece) Yakup yalnız kaldı. Bir yabancı
da (ortaya çıkıp) şafak sökene kadar onunla güreşti. (Yabancı) üstün gelemediğini görünce (Yakup’un)
uyluk yuvasına vurdu. Yakup’un kalçası da onunla güreşirken yerinden çıktı…
Peniel’den ayrılırken güneş onun (Yakup’un) üzerine ışıdı. Uyluğundan
dolayı da aksıyordu. Bu nedenle
İsrailoğulları, bugüne kadar uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk damarındaki
siniri (tendonu, siyatik siniri) yemezler. Zira (yabancı)
Yakup’un uyluk yuvasına, yerinden oynamış sinirin olduğu yere dokundu.” (Başlangıç,
32:24,25, 31,32)
“Bu
nedenle İsrailoğulları, bugüne kadar uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk
damarındaki siniri yemezler.” (Yaratılış 32:31) ayetinde yer alan “bugüne
kadar” ifadesiyle de, Musa zamanında indirilen ayetlerle, İsrailoğullarının
uydurduğu bu yasağın ilahi kaynaklı olmadığı ve sonradan kaldırıldığı
anlaşılmaktadır.
3 Bu olayın gerçek olduğunu göstermek için de Yüce
Allah, Yahudilerden yanlarındaki Tevrat’ı getirip okumalarını istemektedir.
94. Artık kim bundan
sonra Allah’a iftira ederse (Allah adına yalan uydurursa); işte onlar zalimlerdir.
95. De
ki: “Allah, doğruyu söyledi, öyleyse siz de hanif
(şirk
koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) olarak İbrahim’in
milletine (dinine) uyun! O, müşriklerden
değildi!”
96. Şüphesiz ki insanlar
için kurulan ilk ev Bekke’de olandır; mübarektir (kutsanmış,
bereketli) ve alemler için bir hidayettir (kılavuzdur).1
1 Kur’an’da kod görevi gören Başlangıç
Harfleri ile; sureleri, surelerin ayetlerini, hatta kodlanan harflerin
sayılarını dahi Yüce Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.
Başlangıç harflerindeki 19
kodlu matematiksel sistem ile bağlantılı
olarak bazı surelerde dikkat çekici “harf oyunları” yapılmıştır. Bu ayet de onlardan bir tanesidir.
48:24 ayetinde Mekke şehrinin ismi doğru olarak “Mekke”
şeklinde yazılmasına rağmen burada “Bekke” şeklinde yazılması
ilginçtir. Surenin başındaki harflerin 19 kodlu matematiksel sistemdeki rolü
düşünülürse, “Mim” harfi yerine “B” harfinin kullanılmasının “Elif, Lam, Mim”
harfleriyle ilişkisi kolaylıkla anlaşılır.
Eski
Ahit’te de kutsal Bakka vadisinden bahsedilmekte olduğunu görüyoruz: Ne mutlu
senin evinde oturanlara, Seni sürekli överler! Sela. Ne mutlu gücünü senden
alan insana! Aklı hep Siyon’u ziyaret etmekte. Baka Vadisi’nden
geçerken, Pınar başına çevirirler orayı, İlk yağmurlar orayı berekete boğar.”
(Mezmurlar, 84:4-6)
Bakka, İbranice’de ağlama anlamına gelmektedir. Arapça’da
da aynı anlama gelmektedir. Nasranilerin yaptığı Tevrat çevirilerinde ise
farklı anlamlar verilmişse de daha çok göz yaşı şeklinde çevrilip, göz yaşı
vadisi olarak adlandırılmıştır. Nedense Yahudiler ve Nasraniler ağlama
vadisinin nerede olduğunu bulamamakta ve İsrail topraklarında olduğunu tahmin
etmektedirler. Halbuki Hacer’in ve İsmail’in, İbrahim tarafından Mekke
vadisinde bırakıldığı; Hacer’in su için ağladığı ve onlar için zemzemin yerden
çıkarıldığı Tevrat’ta da mevcuttur (Başlangıç 21:15-19). Arap yarımadasının
kuzeyinde Batnımekke adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Buna Bekke de zamanla
denmiş olabilir.
Tevrat’taki
ayet ile diğer ayetleri tetkik ettiğimizde bu yerin Mekke vadisine uyduğunu
görürüz. Bunlardan
da anlaşıldığı üzere, İsrailoğulları, eski zamanlarda ve muhtemelen Babil
sürgününe kadar olan zamana kadar Mekke’deki Kâbe’de hac yapmaktaydılar. Bugün
ağlama duvarının önünde yaptıkları davranışın sebebi de bu hac zamanlarından
kaynaklanıyor da olabilir.
97. Onda, İbrahim’in Makamı ve beyyine olan ayetler (apaçık olan kanıtlar, işaretler) vardır. Kim
oraya girerse güvende olur. Onun yoluna gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi, Allah’ın,
insanlar üzerindeki bir hakkıdır.1 Kim de küfrederse (örterse),
bilsin ki Allah, tüm alemlerden (varlıklardan) Ğani’dir (Zengindir,
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’nundur).
1 Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında
dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac
kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında
kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram”
anlamına gelmektedir. Hac kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 12 kez
geçer: 2:158, 189, 196 (3), 197 (3); 3:97; 9:3, 19; 22:27; 28:27.
Hac ibadeti Müslimler (Teslim Olanlar) için farzdır. Ayrıca Allah’ın, bütün insanlara haccı emretmiş
olduğu da belirtilmektedir.
98. De
ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın ayetleri ile1
küfrediyorsunuz? (Neden
Allah’ın ayetlerini kanıt göstererek vahyi ve elçileri inkar ediyor ve hakkı
örtüyorsunuz?) Allah da yapmakta olduklarınıza tanıktır.
1 “Ayetleri ile” şeklinde
çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ”
(bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerini”
şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti
dipnotunda yer alır.
99. De ki: “Ey Ehl-i
Kitap! Neden Allah’ın yolunu (vahyi)
eğri (çarpık)1 göstermeye çalışıp iman eden kimseleri engelliyorsunuz?
Sizler de tanıksınız, Allah da yaptıklarınızdan gafil (habersiz)
değildir.”
1 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama
göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade
Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.
100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap
verilen kimselerden bir gruba uyarsanız, sizi imanınızdan sonra küfre
döndürürler.
Benzer
mesaj: 3:149
101. Ve Allah’ın ayetleri size tilavet ediliyorken (okunup aktarılıyorken), Resulü de aranızda iken
nasıl küfredersiniz (hakkı örtersiniz)? Kim de Allah ile (O’nun
vahyiyle) sarılırsa, o zaman müstakim (dosdoğru) yolda ona hidayet (kılavuzluk)
edilmiştir.
“Sırat-ı Müstakim” ile
ilgili açıklama 1:6’da yer alır.
102. Ey iman edenler!
Allah için hakkıyla takvalı (Allah’a karşı sakınan) olun ve sizler, Müslimler
(Teslim Olanlar) olmaktan başka (bir şekilde) ölmeyin!
103. Ve topluca Allah’ın
ipine sımsıkı sarılın1 ve sakın ayrılmayın. Allah’ın
üzerinizdeki nimetini de zikredin (hatırda tutun, anın). Siz,
birbirinize düşman iken, kalplerinizi birbirine uzlaştırdı. Böylece O’nun nimetiyle
kardeşler olarak sabahladınız.2 Bir ateş çukurunun3
da eşiğindeydiniz, sizi ondan kurtardı. Allah, ayetlerini size işte böyle
açıklıyor. Belki hidayet
(kılavuzluk)
edilirsiniz.4
1 “Allah’ın ipi”
O’nun indirdiği Kur’an’dır. “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın” ifadesi, Müslimlerin
Allah’ın yoluna en büyük önemi vermeleri, dini, tüm ilgilerinin merkezi
yapmaları ve onu yaymak için güçlerinin sonuna kadar çabalayıp, ona hizmette iş
birliği yapmaları gerektiği anlamına gelir. Bu ipi gevşettikleri ve onun ana
prensiplerinden uzaklaştıkları anda bölücülükten şikâyet etmeye başlayacaklar
ve daha önceki nebilerin kavimleri gibi bölümlere ve alt-bölümlere
ayrılacaklardır. Bunun bir sonucu olarak, geçmiş nebilerin ümmetleri bu dünyada
da ahirette de rezil olmuşlardır.
2 “صَبَاح” (sabah), günün doğumuyla
başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu
kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67,
81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18,
82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20,
21; 74:34; 81:18; 100:3.
3 “حَافِرَة” (hâfirâ)
sözcüğü, “حَفَرَ” (h-f-r) kökünden türetilmiş bir sözcüktür ve “kazı”, “çukur”,
“yer açmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük
geçmektedir: 3:103; 79:10.
4 Vahye uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63,
93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15, 109; 19:12;
22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.
104. Ve
sizden hayra çağıran ve maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile emreden,
münkerden de nehyeden (Vahye aykırı şeylerden sakındıran) bir topluluk
bulunsun. Felaha (kurtuluşa) erenler de işte onlardır.
105. Kendilerine
beyyineler (apaçık kanıtlar) geldikten sonra ayrılığa
düşüp bölünenler gibi de olmayın!1 İşte onlar için Azîm (muazzam)
bir azap vardır.
1 31:21 ayetinde ifade edildiği üzere tefrika
ve ihtilaf bir ateştir ve içine düşenleri yakacaktır. İşte Kur’an bu
felaketlerle karşılaşmamak için muhataplarını uyarmakta ve tefrika ile ihtilafı
onların gündeminden çıkarmalarını istemektedir.
Bu
nedenle Nebi adına uydurulan sözlerle, başkalarının ağzından söylenen
rivayetlerle Kur’an’ın mesajını değiştirmeye çalışan tüm fırkalardan, mezhep ve
tarikatlardan uzak durulmalıdır. Benzer mesajlar: 3:103-5; 6:159; 8:46; 23:52-56;
30:30-32.
106. O gün (bazı)
yüzler ağarır, (bazı) yüzler ise kararır.1 Bundan
dolayı “yüzleri kararan kimselere, “imanınızdan sonra küfür mü ettiniz (hakkı
mı örttünüz)? Öyleyse küfrünüze karşılık azabı tadın!” (denilecek).
1 Mahşerdeki yüzlerle ilgili benzer mesajlar: 10:26;
39:60; 55:41; 75:22-25; 80:38-40; 83:24; 88:2,8.
107. Yüzleri ağaranlar
ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar da orada kalıcıdırlar.
108. Bunlar, sana hak (doğru,
gerçek) olarak tilavet ettiğimiz (okuyup aktardığımız) Allah’ın
ayetleridir. Allah, âlemlere zulmetmek istemez!
109. Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Bütün işler de Allah’a
döndürülür.
110. İnsanlar
için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz (topluluksunuz); maruf (faydalı ve doğru olan iş
ve tutum) ile emreder ve münkerden nehyedersiz (vahye aykırı
olandan sakındırırsınız) ve Allah ile iman edersiniz.1
Ehl-i
Kitap da iman etmiş (inanıp
güvenmiş) olsaydı, elbette ki kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan müminler
vardır, onların çoğu ise fasıktır (vahye aykırı davranırlar).2
1 Benzer mesajlar: 5:79; 7:164, 199; 9:71; 11:116.
2 Benzer mesaj: 57:26.
111. (Onlar), size eziyet etmek dışında asla bir
zarar veremezler. Sizinle kital yapmaları (savaşmaları) durumunda da size arkalarını
dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım edilmez.
112. Allah'tan bir ipe (ahit, koruma) ve insanlardan bir ipe (destek,
koruma) tutunmaları dışında yakalandıkları1 yerde onlara zillet2
darp edildi (aşağılanma damgası vuruldu). Allah’tan bir gazaba da
uğradılar. Üzerlerine de miskinlik3 darp edildi
(yoksulluk damgası vuruldu). Böyledir! Çünkü onlar Allah’ın ayetleri ile4
küfrediyorlar ve nebileri haksız yere katlediyorlar!5 Böyledir!
Çünkü isyan ettiler ve haddi aştılar!
1
“ث ق ف” (th-q-f), bir şeyi bulmak, yakalamak, ele geçirmek
veya ona yetişmek gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 2:191;
3:112; 4:91; 8:57; 33:61; 60:2.
2 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime
geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111;
20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2
kez)
3 Miskin (yoksul), temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma,
sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise,
temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç
olan kişidir.
4 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
“Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
5 Benzer
mesajlar: 2:61,91; 3:112, 181; 4:155.
113. Onlar (Ehl-i
Kitap) eşit değildirler.1 Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir
topluluk vardır. Gece vakitlerinde2 Allah’ın ayetlerini
tilavet ederler (okuyup aktarırlar). Onlar secde de ederler.2
1 3:69, 72, 75, 78 ayetlerinde de geçtiği üzere,
Yüce Allah Ehl-i Kitap’ın hepsinin aynı duyarsızlıkta olmadığını, kötüleri
çoğunlukta olsa da içlerinden iyilerin de bulunduğunu, bütüncül bir
değerlendirme yapmamak gerektiğini bu ayette ortaya koymaktadır. Benzer
mesajlar: 3:69, 72, 75, 78, 113; 4:46; 5:66; 7:168.
2 “اٰنَٓاءَ” (â’nâ’â) kelimesi “saatler”, “vakitler”,
“zaman dilimleri” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 3:113;
20:130; 33:53; 39:9.
3 Müminlerin geceleri değerlendirmeleri ile
mesajlar: 3:17; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49;7
3:2-4,20; 76:26.
114. Allah ile ve ahir (son,
ahiret) gün ile iman ederler. Maruf (faydalı, doğru olan iş ve tutum)
ile de emreder ve münkerden nehyederler (vahye aykırı olandan
sakındırırlar). Hayratta (hayırlı işlerde) da yarışırlar. İşte onlar salih
(dürüst,
erdemli) olanlardandırlar.
115. Hayırdan işledikleri şeyler de asla
küfredilmeyecek (üstü
örtülmeyecek). Allah muttakileri (Allah’a karşı sakınanları) Bilendir.
116. Şüphesiz ki
küfreden kimselere malları da evlatları da Allah’tan gelen bir şeye karşı
onlara bir fayda sağlamayacak. Ateş halkı da işte onlardır. Onlar orada
kalıcıdırlar!
117. Bu dünya hayatında infak ettikleri şeylerin durumu,
kendi nefislerine (kendilerinden
olanlara) zulmeden bir topluluğun ekinine isabet eden ve onu mahveden
kavurucu rüzgâr gibidir. Allah, onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi nefislerine
(kendilerine/kendilerinden olanlara) zulmediyorlar.1
1 Benzer mesajlar: 2:57; 7:160, 177; 9:70; 10:44;
11:101; 16:33, 118; 18:49; 29:40; 30:9; 43:76.
118. Ey iman edenler! Sizden olmayanı iç
çevreniz1 (yakın dostlar, sırdaş) edinmeyin!
Onlar, size fenalık etmekten asla geri kalmazlar ve sürekli size sıkıntı
verecek2 şeyleri arzularlar. Buğz3 (kin,
nefret) ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Ayetleri elbette ki size açıkladık! Aklınızı kullanıyorsanız…
1 “بِطَانَةٌ” (bitaneten) bir
şeyin iç astarı, iç yüzü, içte kalan kısmı demektir. Kur’an’da aynı kökten
türemiş 25 kelime geçer: 2:174; 3:35, 118; 4:10; 6:120, 139, 151; 7:33; 16:66,
69, 78; 22:20; 23:21; 24:45; 31:20; 37:66, 144; 39:6; 44:45; 48:24; 53:32;
55:54; 56:53; 57:3, 13.
2 “أعنَتَ” fiili, “zorlaştırmak, güç duruma sokmak,
zora koşmak” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:220; 3:118; 4:25;
49:7.
3 Buğz
sözcüğünün
geçtiği yerler: 3:118, 119; 5:14, 64, 91; 60:4.
119. Sizler, işte böylesiniz!
Onları seversiniz, onlar ise sizi sevmezler! Kitabın tümü
ile de iman edersiniz.
Sizinle karşılaştıkları zaman da “iman ettik.”
dediler. Yalnız kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmak
uçlarını ısırırlar.1 De ki: “Buğzunuzla (kininizle,
nefretinizle) ölün! Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü (kalplerinden
geçeni) bilendir.”
1 Yüce Allah münafıkların kendileriyle baş başa
veya yalnız, kendi başlarına kaldıklarında Müslimlere besledikleri kin ve
öfkeyi ifade etmektedir. Bu ifadenin benzerinin yer aldığı 2:14’te “şeytanları
(kafadarları) ile baş başa kaldıklarında” ifadesi yer almakta, 2:76’da ise “birbirleriyle
baş başa kaldıklarında” cümlesine yer verilmekte, üç ayette verilen mesaj
münafıkların ikiyüzlü tutumunu ortaya koymuş olmaktadır. Ayette yer alan “Size
olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar” ifadesi münafıkların
öfkesini göstermekte, düşmanlık ve kinleri nedeniyle adeta deliye dönmüşçesine
parmaklarını ısırdıkları anlamını vermektedir. “Öfkeden parmakları ısırmak”
ifadesi elbette mecazdır ve kişinin ne düzeyde öfkeli olduğunu göstermeyi
amaçlamaktadır. Bu ifade, 3:118’de geçen “Hep size sıkıntı verecek şeyleri
isterler ve gizledikleri şeyler, kinleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde
gizledikleri ise daha büyüktür.” cümlelerinin
açılımıdır.
120. Size bir hasenat1 dokunursa üzülürler. Başınıza bir seyyie2 gelirse de ona sevinirler. Sabreder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan)
olursanız onların tuzakları size zarar vermez. Şüphesiz ki Allah, onların yaptığı
şeyleri kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).3
1 “hüsn” kökünden
türemiş bir sıfat olan hasenat; iyilik, sağlık, âfiyet, başarı, refah,
iman ve ilim gibi meziyet ve fırsatlar anlamlarına gelir.
2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir.
Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
3 Bu ifadelerle başlayan ayetlerin, tarih
kitaplarında, müminlerden çok sayıda şehit verildiği belirtilen Uhud Savaşı ile
ilgili olduğu belirtilmektedir.
121. Ve sabahın erken
vakitlerinde1 müminleri savaş
mevzilerine yerleştirmek üzere ailenden ayrılmıştın. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir
(İşitendir, Bilendir).
1 “غُدُوّ” (ğuduv),
güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken
vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205;
13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.
122. O vakit, aranızdan iki grup korkuya
kapılmış ve geri çekilmeye yeltenmişti. Halbuki Allah, onların velisiydi (yoldaşıydı, rehberiydi, gözeticisiydi).
Müminler sadece Allah’a tevekkül etsin (O’na
güvensin, O’na dayansın).
123. Andolsun ki Bedir’de
zillet1 içinde olduğunuz hâlde Allah
size yardım etmişti. Öyleyse Allah’a karşı takvalı (sakınan)
olun! Belki
şükredersiniz!
1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu,
yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade
eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123;
5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45;
58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
125. Evet!
Sabreder (direnç
gösterir, zorluklara dayanır) ve
Allah’a karşı takvalı (sakınan) olursanız, (düşmanlarınız)
şu anda ansızın üzerinize gelseler de Rabbiniz nişanlı (seçkin) beş bin
melekle sizi destekler1.
1 “uzatmak, desteklemek, yardım etmek” gibi
anlamlara gelen “أَمَدَّ”
(amadda) fiilinden türemiş olan “يُمْدِدْ” (yumdid) fiili de “arttırır,
genişletir, destekler, yardım eder” anlamlarına gelir.
Bu ayette ve 8:9 ayetinde, Bedir’deki 1000
melekle gerçekleştirilen yardım hatırlatılmaktadır.
126. Allah, sizin için bir
müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye onu yaptı! Nusret (yardım
ve zafer), Azizil-Hakîm (Hikmetle hükmeden Mutlak Güç
Sahibi) Allah’tandır.
127. Küfreden kimselerden
bir kısmını yok etmek veya onları sindirip, umutsuz ve bozguna uğramış1 bir hâlde geri dönsünler diye (onu
yaptı).
1 “خَابَ” (khāba) Arapça bir
fiildir ve “hüsrana uğramak, başarısız olmak, kayıp yaşamak, hayal kırıklığına
uğramak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 3:127; 14:15;
20:61, 111; 91:10.
128. Hüküm konusunda
sana ait hiçbir şey yoktur. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder ya da
onlara azap eder. Bil ki artık onlar zalimlerdir.
129. Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. İstediğine mağfiret eder (bağışlar),
istediğine de azap eder. Ve Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları
Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
130. Ey iman edenler! Katlanarak artan ribayı1 yemeyin.2 Ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun! Belki
felaha (kurtuluşa, saadete)
erersiniz.
1 Bu
kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا”
(râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez
geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5;
23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.
Bu ifade İbranice’de de “תַּרְבִּית”
(rabah) şeklinde geçmektedir ve yüksek olan, artırılmış, yükseltilmiş faiz ile borç vermek, yani tefecilik faizi
uygulamak demektir.
2 Bu
ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39 ayetlerinde
de yüksek faiz verenlerden, yani borçlananlardan değil, yüksek faizle borç
verenlerden söz edildiği görülmektedir.
“Katlanarak
artan riba” da “bileşik faiz” olabilir mi? Çünkü Bileşik faiz, her
dönem kazanılan faizin ana paraya ilave edilerek, bu miktara tekrar faiz
işletilmesi usulüdür.
Banka
mevduatlarındaki faizler ve kredilerden alınan faizler aşırı değilse (%5-15)
helaldir. Bankalar yatırım yapar ve kârları mevduat sahiplerine aktarılır. Tüm
taraflar mutlu ve kimse mağdur olmadığı sürece bankadan faiz almak tamamen
helaldir.
131. Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten korunmak için de takva
sahibi (Allah’a karşı sakınan) olun!
132. Ve Allah’a ve Resul’e itaat edin. Belki size merhamet edilir!
“Allah’a
ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Benzer mesajlar: 3:132;
4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.
133. Ve Rabbinizden bir
mağfirete (bağışlanmaya) ve muttakiler için hazırlanmış
olan, genişliği gökler (7 evren) ve yer kadar olan cennete koşun!
134. Onlar, bollukta da darlıkta da infak (karşılıksız olarak yapılan yardım, harcama, destek) ederler. Ve öfkeyi yutar (öfkelerini yener, tutar, kontrol eder) ve
insanları affederler. Allah da muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız
iyilik yapanları) sever.
135. Ve işte onlar (muttakiler), bir fahşa1 (çirkin bir iş, büyük bir günah) yaptıklarında
veya kendi nefislerine (kendilerine/kendilerinden olanlara) zulmettiklerinde,
Allah'ı zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar) ve böylece günahları2
için istiğfar ederler. Allah'tan başka kim günahları2 affedebilir ki? Ve onlar, işledikleri şeylerde (kötülükte)
bile bile ısrar etmezler!
1 İnsan, Allah’ın gösterdiği yoldan gitmemekle
aslında kendisine zulmetmiş olmaktadır. Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş)
ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır.
2 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin
sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu
tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade
eder ve “suç”, “sorumluluk”, “günah” gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi “günah” şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle
birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49;
6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78;
29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12;
67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
136. İşte onların cezası1 (karşılığı), Rablerinden bağışlanma ve
altından nehirler akan cennetlerdir. Orada kalıcıdırlar. Böyle yapanların ecri2
(yaptıklarının karşılığı) de güzeldir!3
1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık”
gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için,
bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ
kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.
2 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu
bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret,
para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi
türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
Okuyucunun, Kur’an’daki kavramları doğru anlamasına katkı
sağlamak amacıyla, “ceza” ve “ecir” terimlerinin çeviride Kur’an’daki orijinal
halleriyle bırakılmasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
3 “نِعْمَ” kelimesi de, ““güzel” veya “iyi”
anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır.
Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk
veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı
varlıklar” demektir ve bu da genellikle “sürü hayvanları” için kullanılır. “نِعْمَ”
(ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez);
13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48;
77:23.
137. Sizden önce de nice
sünnetler (ilahi yasalar) gelip geçti. O halde yeryüzünde
gezip dolaşın ve yalancıların akıbetinin nasıl olduğunu görün!
İbret
almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla ilgili mesajlar: 6:11; 12:109; 16:36; 22:46;
27:69; 30:9,42; 35:44; 40:21,82; 7:10.
138. Bu, insanlar için
bir beyandır (açıklamadır) ve hidayettir (rehberdir).
Muttakiler için de bir vaazdır (öğüttür, uyarıdır).
Benzer
ayetler: 10:57; 17:82
139. Gevşemeyin ve hüzünlenmeyin!1 Müminler (inanıp
güvenenler) iseniz, üstün olanlar2 sizlersiniz!3
1 “حُزْنٌ” (ḥuzn) kelimesi hüzün,
keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun süreli ve duygusal bir ruh
halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve geçici bir sıkıntı veya
kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her üzüntü bir hüzün değildir.
Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; 3:139, 153,
170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92; 10:62, 65; 12:13, 84, 86;
15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8, 13; 29:33; 31:23; 33:51;
35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10.
2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen
“عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو”
(ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir.
Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
3 Benzer mesajlar: 5:56; 28:35; 37:173; 58:21)
140. Size (Uhud’da)
bir acı1 isabet ettiyse, o zaman benzer bir acı1
o topluluğa da (Bedir’de) isabet etmişti. İşte o günleri de insanlar
arasında döndürürüz. Bu da Allah’ın, iman edenleri bilmesi1 ve
sizden şehitler (tanıklar) edinmesi içindir. Ve Allah, zalimleri sevmez.
1 “الْقَرْحُ”
(el-kârh), kelimesi “hastalık”, “yaralanma” veya “acı” anlamına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 3:14 (2 kez), 172.
2 Allah’ın bilmesi; Allah’ın, onların
ne olduğunu ortaya çıkarması demektir. Bu ayetin devamındaki “aranızdan da
tanıklar edinir” ifadesi de bunun delilidir. Benzer mesajlar: 2:143; 3:142,
166, 167; 5:94; 9:16; 18:12; 29:3, 11; 34:21; 47:31; 57:25.
141. Ve (bu
sıkıntı) Allah’ın, iman eden kimseleri sınayıp açığa çıkarması, kâfirleri de
mahvetmesi içindir.
142. Yoksa Allah,
sabredenleri bilmeden ve sizden cihad edenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi
hesap ettiniz?
“Cihad”
sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı
sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an çevirilerinde buna genellikle
savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler” ifadesini de “Savaşanlar”
biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden gelen sözcükler, akılcı ve
düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital” kökünden gelen sözcüklerle
Kur’an’da bildirilmiştir.
Allah’ın
bilmesi; Allah’ın, onların ne olduğunu ortaya çıkarması demektir. Benzer
mesajlar: 2:214; 3:142; 9:16; 75:36.
143. Andolsun ki siz de
onunla (savaş ile) karşılaşmadan önce ölümü arzulamıştınız1.
İşte, onu gördünüz ve sizler bakakaldınız.2
1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit
etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu
kökten türemiş toplam 17 kelime geçer:
2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82;
53:24; 57:14; 62:6, 7.
2 Bu ifade ile Nebinin “şehir savunması yapalım”
demesine rağmen, Medine dışına çıkıp düşmanla çarpışmaya onu ikna eden kişilerin
kastedildiği belirtilmektedir.
144. Muhammed, bir resulden
başkası değildir (Sadece bir elçidir). Ondan önce de resuller
gelip geçti. Ölür ya da katledilirse, topuklarınız üstünde dönecek misiniz?1
Kim dönerse, Allah’a zerre kadar zarar veremez. Ve Allah, şükredenlere cezalarını2
(karşılıklarını) verecektir.
1 “İslam
dinini bırakacak, savaştan kaçacak mısınız? İmandan sonra-cihadı bırakıp
küfre mi döneceksiniz?” Nebinin, Uhud savaşında öldürüldüğü dedikodusu
üzerine Müslimlerin şaşkınlığa düşmesi üzerine bu ayetin indirildiği rivayet
edilir. Şükür
ile ilgili açıklama 2:52’de yer alır.
2 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık”
gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için,
bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ
kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.
145. Allah’ın izni
olmadan da hiçbir nefis için ölmek yoktur! Bir ecele (belirlenmiş
ölüm zamanına) göre yazılmıştır. Ve kim dünya sevabını1 isterse,
kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse, kendisine ondan
veririz! Şükredenlere de cezalarını (karşılıklarını) vereceğiz.
1
“ثَوَابُ”
(sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük
Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez);
4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.
146. Nice nebiler vardır
ki, nice rabbilerle1 birlikte
çarpıştılar (savaştılar). Allah yolunda başlarına bir musibet gelince
de yılmadılar. Zayıflık da göstermediler, boyun da eğmediler. Ve Allah, sabredenleri
(zorluklara dayanıp, onlara karşı direnenleri) sever.
1 “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni), Arapça’da “Rabbe
ait olan”, “Rabbe bağlı olan” anlamlarına gelir. Bu kelime, İbranice’deki “רַבָּן”
(Rabbān) ve Süryanice’deki “ܪܒܢ” (Rabbān) kelimeleriyle
doğrudan bağlantılıdır. Söz konusu dillerde bu iki kelime de “bilgin, öğretmen,
dini lider” anlamına gelmektedir. “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni)
ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 3:79, 146; 5:44, 63.
147. Onların sözleri “Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı1 bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirler
topluluğuna karşı bize yardım et!” demekten ibaretti.
1 “israf” sözcüğü “haddi aşma,
aşırı gitmek, savurganlık” gibi gibi anlamlara gelir.
Kur’an’da
israf kavramının başlıca kullanıldığı anlamlar:
1.
Bazı ayetlerde israf; şirk, küfür, zulüm gibi terimlerle semantik bir ilişki
içinde din bakımından temel gerçek olan tevhidinancından sapmak, Allah hakkında
ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan iddialar ileri sürmekle
kalmayıp İslâm’a ve Müslimlere karşı kibirli, alaycı, inatçı, kaba, saldırgan
olmayı ve yıkıcı davranışlar sergilemeyi ifade eder. (Örnek: 7:81; 10:83; 26:151-152;
36:19).
2.
Bir ayette israf; Bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara boğulmak
suretiyle kendisine kötülük etmesi, anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 39:53)
3.
Bazı ayetlerde israf; helâl kılınmış güzel nimetlerin haram sayarak haddi aşmak
anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: 6:141; 7:81)
4.
Bir ayette israf; Masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi gibi dinî hükümlere
muhalefet veya tecavüz ederek haddi aşmak anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: 17:33)
5.
Bir ayette israf; savurmak anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 3:152).
6.
Bazı ayetlerde de israf; Kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki malları
ve diğer imkânları haddi (sınırı) aşarak, oburluk veya savurganlık yaparak
harcaması anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 4:6; 6:141; 25:67).
Ancak
söz konusu kavram; fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle ferdî
harcamalardaki aşırılığı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
148. Böylece Allah,
onlara dünya sevabını verdi, ahiret sevabının da güzellini verdi. Ve Allah,
muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları)
sever. (Benzer mesaj: 42:20)
149. Ey iman edenler! Küfreden
kimselere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzere (küfre)
döndürürler. O zaman hüsrana uğrarsınız.
150. Hayır! Sizin Mevla’nız
(Efendimiz,
sahibimiz, koruyucumuz) Allah’tır ve O, yardım edenlerin hayırlısıdır.
“Mevlâ”
ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda
kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.
151. Haklarında hiçbir sultan1 indirmediği şeyleri (varlıkları)
Allah’a ortak koşmalarından dolayı küfreden kimselerin kalplerine şiddetli bir korku2
salacağız! Kalacakları yer3 de ateştir! Zalimlerin son yurdu4
ne kötüdür!
1 “Sultan” kelimesi
“güçlü bir delil”, “yetki” ve “otorite” anlamlarına gelmektedir. Bu kelime Kur’an’da
37 defa (3:151; 4:91, 144, 153; 6:81; 7:33, 71; 10:68; 11:96; 12:40; 14:10, 11,
22; 15:42; 16:99, 100; 17:33, 65, 80; 18:15; 22:71; 23:45; 27:21; 28:35; 30:35;
34:21; 37:30, 156; 40:23, 35, 56; 44:19; 51:38; 52:38; 53:23, 33; 69:29)
geçmektedir.
2 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”,
“şiddetli korku” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer:
3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.
3 “مَأْوَىٰ” (me’vâ) sözcüğü, “أ-و-ي” (e-v-y)
kökünden türemiştir ve “sığınak, barınak, yerleşim yeri” anlamlarına gelir.
Özellikle de kalınacak yer veya dönüş yeri anlamında kullanılmaktadır.
4 “ث-و-ي” (s-v-y) kökünden türemiş “ثَوَى” (sevâ)
sözcüğü “Kalmak, ikamet etmek ve yerleşmek.” anlamlarına gelir. “مَثْوَى” (mesvâ)
sözcüğü ise, “kalınacak yer, son durak, ikamet edilen yer, barınak.” gibi daha
çok bir kişinin uzun süre kalacağı yer veya nihai yerleşim mekânı anlamında
kullanılmaktadır. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 14 kez geçer:
3:151; 6:128; 12:21, 23; 16:29; 28:45; 29:68; 39:32, 60, 72; 40:76; 41:24;
47:12, 19.
152. Andolsun ki Allah, düşmanlarınızı
kırıp geçiriyorken, size olan vaadini yerine getirdi. Ancak, sevdiğiniz (istediğiniz)
şeyi size gösterdikten sonra gevşediniz. Böylece durum hakkında birbirinizle
tartıştınız ve (emre uymayarak) isyan ettiniz!1 Kiminiz dünyayı
istiyordu, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra denemek için sizi onlarla israf
etti (savurdu).2 Andolsun ki (yine de) sizi bağışladı.3
Ve Allah, müminler için fazl (lütuf, cömertlik) sahibidir.
1 Yüce Allah Uhud’da Müslimlerin kendi aralarında
yaşadığı tartışmaları hatırlatmakta, 3:125 ayetinde de belirtildiği gibi
sabretmediklerini, sorumlu ve duyarlı davranmadıklarını ifade ederek durum
hakkında birbirleriyle tartıştıklarını, dolayısıyla öncelikle istediklerine
nail olduktan hemen sonra ganimet hırsına kapılarak 3:121 ayetinde de
belirtildiği üzere, Muhammed’in ayrılmamalarını tembihlediği yeri terk
ettiklerini, emre isyanda bulunduklarını, sonuçta savaşın gerektirdiği
ciddiyeti kaybedip gevşediklerini dile getirmektedir.
2 İsraf ile ilgili ayrıntılı açıklama 3:147
ayetinde yer alır.
3 Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, insanlar
çok büyük günah da işlemiş olsalar herhangi bir inkâra kalkışmadıkları sürece
onlar mümindirler; böylelerini imansızlıkla itham etmek hiçbir şekilde doğru
değildir. Çünkü inkâr edilmediği sürece hiçbir günah Yüce Allah’ın af ve
mağfiret sıfatlarından daha büyük değildir. Bu itibarla, Müslimlere düşen
görev, hata işlediklerinde istiğfar etmeleri ve peşinden de özre neden olan
şeyin tersini (doğrusunu) uygulayarak tevbeyi gerçekleştirmeleri,
samimiyetlerini göstermeleridir. Muttakiler ve muhsinler hiç hata yapmayan
kişiler değildir; 3:135’te belirtildiği gibi “onlar, bilerek hatada ısrar
etmeyenlerdir.”
153. Hani a zaman yukarı (tepelere) çıkıyordunuz!1 Kimseyle
de ilgilenmiyordunuz! Oysa Resul sizi arkanızdan çağırıyordu! Bunun üzerine (Allah) size, bir
kederin ardından başka bir kederle karşılık verdi ki kaçırdığınız şeye (zafere)
hüzünlenmeyesiniz! Size isabet edenden (yenilgiden) dolayı da
kederlenmeyesiniz. Ve Allah, yapıyor olduklarınızdan haberdardır.
1 “صَعِدَ” (se’ide) sözcüğü, “yukarı
çıkmak”, “yükselmek” anlamlarına gelir. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 3:153; 4:43; 5:6; 6:125; 18:8,
40; 35:10; 72:17; 74:17.
154. Derken, o kederden
sonra, sizden bir kısmınızı kuşatan1
bir güven, bir uyuklama indirdi. Sizden bir taife (grup)
de nefislerinin (canlarının) kaygısına düşmüş, Allah’a karşı hak (doğru)
olmayan cahiliye zannıyla2 “Bizim bu işle ne alakamız var?”
diyorlardı. De ki: “Şüphesiz ki emirlerin (kararların, hükümlerin) tümü Allah’ındır!”
(Onlar) sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki “Bu emirden
bize bir fayda olsaydı şuracıkta katledilmezdik.” De ki: “Evlerinizde bile olsaydınız
katledilmesi kararlaştırılmış olanlar, (savaş meydanında) yatacakları
yere mutlaka çıkarılırlardı!3 Bu, Allah’ın,
göğüslerinizdekileri sınayıp açığa çıkarması ve göğüslerinizdekileri arındırması
içindir.” Ve Allah, göğüslerde (kalplerde) olanı bilendir.4
1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre
“görmeyi, algılamayı engelleyen örtü/perde” “bir şeyin üstünü tamamen saran,
kuşatan örtü/perde” gibi anlamlar taşır.“غَـٰشِيَةِ” sözcüğü ise bağlama
göre somut durumlarda “kaplayan”, soyut durumlarda “kuşatan” anlamına gelir. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189;
8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32;
33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4;
92:1.
2 “ظنن” (zann), zannetmek, ummak,
inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.
3 “بَرَزَ” (bereze) sözcüğü, “açığa
çıkmak, görünmek, ortaya çıkmak” anlamlarına gelir.
4 Yüce Allah, Uhud günü Müslimlerin içinde yer alan bir grubun
samimiyetsiz insanlardan oluştuğunu, kendi dertlerinin ve menfaatlerinin
ötesinde herhangi bir düşüncelerinin bulunmadığını, bu yüzden de devam eden
cümlede yer verildiği üzere Allah hakkında cahiliye zannı türünden haksız
zanlarda bulunduklarını haber vermekte, bir anlamda toplumun tahlilini yaparak
Muhammed’i ve diğer muhatapları bilgilendirmektedir. Ayette geçen ehemmethum
enfüsühum ifadesi “kendilerine önem verenler”, “sadece kendilerini düşünenler”,
“canlarının derdine düşenler” anlamlarına gelmekte ve ordudaki münafıkların
durumunu ortaya koymaktadır.
155. İşledikleri bazı
işlerden dolayı da şeytan (aldatan, saptıran), iki topluluğun bir arada
toplandığı gün sizden dönenlerin ayağını kaydırmak1 istemişti.
Yine de Allah onları affetti. Şüphesiz ki Allah Gafurdur, Halim’dir.
1 “زلل” (zelâl) fiili,
"ayağı kaymak, yanıltılmak, aldatılmak" gibi anlamlara gelir. Bu fiil
Kur’an’da 4 kez geçer: 2:36, 209; 3:155; 16:94.
156. Ey iman edenler! Küfredip
(gerçeği örtüp) kardeşlerine, yeryüzüne yolculuğa
çıktıklarında veya gazaya (savaşa) çıktıklarında, “Yanımızda olsalardı
ölmezlerdi ya da katledilmezlerdi (öldürülmezlerdi).” diyen kimseler
gibi olmayın! Allah, bunu kalplerinde bir hasret (pişmanlık sebebi) kılacak.
Dirilten de öldüren de Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı da görendir.
157. Allah yolunda katledilir
veya ölürseniz, Allah’tan bir bağışlanma bir rahmet vardır. Onların topladıkları
şeylerden daha hayırlıdır.
158. Ölseniz de katledilseniz
de elbette ki Allah'a götürüleceksiniz!
159. O zaman Allah’tan
bir rahmet nedeniyle onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın,
etrafından dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları affet ve onlar için bağışlanma
dile ve emirler (işler) hakkında onlarla istişare et.
Azmettiğin zaman da artık Allah’a tevekkül et (O’na güven, O’na dayan). Allah,
tevekkül edenleri sever.
160. Allah size yardım
ederse, artık size üstün gelecek kimse yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan
sonra size kim yardım edebilir ki? Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.
161. Ve bir nebinin hile yapması1 uygun değildir.2 Ve kim hile yaparsa, kıyamet günü yaptığı
hileyle gelir. Sonra her nefise kazandığının karşılığı tam verilecek. Ve
onlara haksızlık edilmeyecek!3
1 “غَلَّ” (ğâlle) sözcüğü, “hile
yapmak”, “aldatmak”, “gizlice bir şey almak” anlamlarına gelir. Bu sözcük,
Kur’an’da sayede bu ayette geçmektedir ve burada 3 defa kullanılmaktadır.
2 Bu ayet, Nebimizin kendisine emanet edilen kamu
mallarından haksızca bir şey almadığının ve onları adaletsizce dağıtmadığının
bir göstergesidir.
3 Bu cümle, aynı sözcüklerle 2:281’de de
tekrarlanmaktadır.
162. Bundan dolayı Allah’ın
rıdvanına1 tabi olan kimse, Allah’ın
gazabına uğramış kimse gibi olur mu? Onun da varacağı2 yer cehennemdir. Ve ne kötü varış yeridir!
1 “رِضْوَانَهُ” (Rıdvânehû) sözcüğü,
bağlamına göre “O’nun rızası” veya “Allah’ın hoşnutluğu” anlamlarına gelir.
Arapça’da
hoşnut olmak, razı olmak veya memnuniyet gibi anlamlara gelen “ر ض و” (râ-dâ-vav) kökünden türemiş
olan “rıdvan” sözcüğü Kur’an’da 7 kez geçer: 3:15, 162, 174; 5:2, 16; 9:21, 72.
2 “مَأْوٰيهُ” (me’vâhû) kelimesi, “onun
sığınağı”, “onun barınağı” ya da “onun varacağı yer” anlamlarına gelir.
163. Onlar, Allah
katında derece derecedirler. Ve Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
164. Andolsun ki Allah, kendi
nefislerinden (içlerinden) kendilerine bir resul göndermekle müminlere lütufta bulundu.
(O
resul), O’nun ayetlerini tilavet ediyor (okuyup
aktarıyor) ve onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (yargıda
bulunma kabiliyetini, bilgeliği) öğretiyor. Oysa onlar önceden apaçık bir
delalet (sapkınlık) içindeydiler.1
1 Bu
ayet, ilk cümlesi hariç, aynı sözcüklerle 62:2’de de tekrarlanmaktadır.
165. Size isabet eden
musibetin iki mislini onlara isabet ettirmişken neden “Bu da nereden çıktı”
dediniz? De ki “O, kendi nefsinizdendir.”1 Şüphesiz ki Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).
1 Ayette insanların başına gelen sıkıntıların bir
kısmının kendi hak edişlerinin karşılığı olduğuna dikkat çekilmektedir. Uhud
yenilgisinin sebebi de okçuların disiplinsizliğidir. Önceki ayetlerde bu durum
belirtilmişti (3:152).
166. İki topluluğu bir
arada topladığı gün size isabet eden şey de Allah’ın izniyledir. Ve (Allah’ın)
müminleri bilmesi içindir.1
1 Benzer mesajlar: 2:143; 3:142, 166, 167; 5:94; 9:16;
18:12; 29:3, 11; 34:21; 47:31; 57:25.
167. Nifak çıkaran
kimseleri de bilmesi içindir. Onlara: “Gelin, Allah yolunda kital yapın (savaşın)
ya da savunmada bulunun!” dendiği vakit “Savaşmayı bilseydik, elbette ki size tabi
olurduk.” demişlerdi. Onlar o gün imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde
olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah da onların gizlediklerini1
bilendir.2
1 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
2 Yüce Allah, önceki ayette hem müminleri hem de
münafıkları ayırt etmek için Uhud’da yaşananlara izin verdiğini ifade ettikten
sonra, bu ayette de onların nasıl ikiyüzlü davrandıklarını ifade etmektedir.
168. (Yerlerinde)
oturanlar, kardeşleri için dediler ki: “Bize uysalardı katledilmeyeceklerdi!” De
ki: “Doğrulardan iseniz, haydi kendinizden ölümü savın!”1
1 Bu
kelime “İtmek, savmak, uzaklaştırmak, üstünden atmak” anlamlarına
gelen “د–ر–أ” (d, r, a’) kökünden türemiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:72; 3:168; 13:22; 24:8;
28:54.
169. Allah yolunda
katledilen kimseleri de sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar diridirler,
Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar!1
1 Sıddîkların (doğruyu tasdik edenlerin) ve takvalıların
gerçekte ölmediklerini Kur’an’dan öğreniyoruz. Onlar sadece dünyevi bedenlerini
terk edip doğrudan Cennete giderler: 2:154, 8:24, 16:32, 22:58, 44:56 ve 36:26-27.
170. Böylece, Allah’ın, fazlından (lütfundan, cömertliğinden)
kendilerine verdiklerine seviniyorlar. Kendilerine henüz katılmayanlara1 da onlar için bir korku olmadığını ve hüzünlenmeyeceklerini2 müjdelemek istiyorlar!
1 “يَلْحَقُوا۟”
(yelhaku), sözcüğü, “katıldı” veya “birleştirildi” anlamlarına gelir. “لَحِقَ”
(laḥika) fiilinden türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye
eklenmesi veya katılması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer:
3:170, 12:101; 26:83; 34:27; 52:21; 62:3.
2 “حُزْنٌ” (ḥuzn) kelimesi hüzün,
keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun süreli ve duygusal bir ruh
halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve geçici bir sıkıntı veya
kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her üzüntü bir hüzün değildir.
Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; 3:139, 153,
170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92; 10:62, 65; 12:13, 84, 86;
15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8, 13; 29:33; 31:23; 33:51;
35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10.
171. Allah’tan gelen nimetin
ve fazlı (lütfu, cömertliği) müjdeliyorlar. Allah da müminlerin ecrini (yaptıklarının
karşılığı) zayi etmez.
172. Onlar, yaralanmış1 oldukları halde Allah’a ve resulüne icabet
ettiler1.2 Onlardan hasenat (iyilikler, güzellikler) yapan ve takvalı olan (Allah’a
karşı sakınan)
kimseler için Azîm (muazzam)
bir ecir vardır.
1
“الْقَرْحُ”
(el-kârh), kelimesi “hastalık”, “yaralanma” veya “acı” anlamına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 3:14 (2 kez), 172.
2 “icabet” “ج-ب-ب” (c, b, b) kökünden türemiştir ve bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık
vermek” demektir. Aynı kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186
(2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34;
13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62;
28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.
2 Bu ayet, çok kritik bir dönemde bile Resul’e
eşlik eden samimi ve muttaki Müslimleri kastetmektedir.
173. Onlara, “İnsanlar
size karşı toplandılar! Korkun onlardan!” denildiği zaman imanları (inançları
ve güvenleri) arttı1 ve dediler ki: “Allah bize yeter, O
ne güzel vekildir2.”
1 İmanın artması,
inanılacak şeylerin artmasıyla elde edilen bir durum olabilir. 18:13, 19:76, 47:17
ve 74:31’de imanın ve hidayet üzere olanların hidayetlerinin artırılacağından
söz edilmektedir. Hidayetin artması ifadesi, onun güçlenmesi, pekiştirilmesi ve
sarsılmaz şekilde mukavemetli kılınması gibi anlamlara gelir. Hidayet artacağına göre, bir çeşit hidayet
demek olan iman da elbette artabilir. 2:2’de Kur’an’ın muttakiler için hidayet
kaynağı olması bir anlamda hidayetin arttığını gösterir. Zaten muttaki olan bir
insanın Kur’an’ın hidayetinden istifade etmesi demek, takva üzere kalması ve
takva ilkelerinin artışını hayatında uygulaması demektir. Benzer mesajlar: 8:2;
9:124; 18:13; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 48:4; 74:31.
2 “vekil” (وَكِيل), Arapça’da temsilci, güvenilen,
işi üzerine alan demektir. Aramice / Süryanice’deki “avkel” (ܐܘܟܠ) kelimesi de vekil, temsilci, emanetçi demektir.
“Allah vekildir” demek ise “Allah, kullarının işlerini
üzerine alan, onları koruyan, güvenilen tek merci” demektir.
“Allah, bize yeter; O, ne güzel vekildir!” ifadesi
ise; “Hasbunallahu ve nimel vekil” olarak bilinen, Allah’a teslim olmaya
yönelik çok önemli bir yakarıştır. Allah’ın öğrettiği bu yakarış, yalnızca
bu ayette geçer.
174. Böylece Allah’ın rıdvanına
(rızasına, hoşnutluğuna) tabi oldular ve kendilerine
bir kötülük dokunmadan Allah’tan gelen nimetle ve fazl (lütuf, cömertlik) ile
döndüler. Ve Allah, Zul-Fadli’l-Azîm’dir.
“Azim Lütuf Sahibi” anlamına gelen “Zul-Fadli’l-Azîm”
ismi Kur’an’da 13 ayette geçmektedir. 2:105, 243, 251; 3:74, 152, 174; 8:29; 10:60;
27:73; 40:61; 57:21, 29; 62:4.
175. İşte o şeytan (aldatan,
saptıran), ancak kendi evliyasını
(dostunu, rehberlik ettiğini, koruyup gözettiği
kişiyi) korkutur. O halde müminler iseniz, onlardan
korkmayın, Benden korkun!
176. Küfürde (hakikati
örtmede) yarışan kimseler de seni hüzünlendirmesin. Onlar elbette ki Allah’a
hiçbir zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay1 vermek
istemiyor. Ve onlar için Azîm (muazzam) bir azap vardır.
1 “حَظٌّ” (hâz) sözcüğü, “şans, nasip,
kısmet, pay” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176;
4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.
177. İman karşılığında
küfrü satın alan kimseler, şüphesiz ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar
için de acıklı bir azap vardır.
178. Küfreden kimseler, kendilerine
mühlet vermemizin kesinlikle kendileri için hayırlı (iyilik)
olduğunu sanmasınlar. Şüphesiz ki ismiı artırmaları için onların
nefislerine süre tanıyoruz! Onlar için onur kırıcı bir azap2 da vardır.
1 “İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan
uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve
kötü düşünceye verilen isimdir. İnkârcılara süre tanınmasıyla ilgili olarak Bkz:
7:183; 68:45; 73:11; 86:17.
2 “azabun muhin” (onur kırıcı bir azap)
ifadesi ile ilgili açıklama 2:90’da yer alır.
179. Allah, habis1 (pis, çirkin, kötü) olanı,
tayyibten (iyiden, güzelden, hoştan) ayırmadıkça, müminleri sizin şu
içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı (bilinmeyeni)
bildirecek de değildir. Ancak Allah, elçilerinden istediğini seçer. Öyleyse Allah ve resulleriyle iman edin (Onların
aracılığıyla inanıp güvenin). İman
eder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız, sizin için Azîm (muazzam)
bir ecir (karşılık) vardır.
180. Allah’ın, fazl (lütuf,
cömertlik) olarak verdiği şeylerde cimrilik eden1 kimseler de bunun kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, kendileri için şerdir. Kıyamet Günü cimrilik
ettikleri şey boyunlarına takılacak2.3 Göklerin (7
evrenin) ve yerin mirası Allah’ındır. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
1 “بَخَلَ”
(bekhâlâ) sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten
kaçınmak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2
kez); 4:37 (2 kez); 9:76; 4:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.
2 “سَيُطَوَّقُونَ” (sayutevvâkûn)
ifadesi, “onlar yakalanacaklar” veya “onlar boyunlarına takılacak” gibi bir
anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
3 Yüce Allah 9:34-35 ayetlerinde de şöyle
buyuruyor: “Ey iman edenler, dini liderler ve ruhbanların çoğu, insanların
mallarını haksız şekilde yerler ve insanları Allah’ın yolundan saptırırlar.
Altını ve gümüşü yığıp da Allah yolunda harcamayanları can yakıcı bir azap ile
müjdele! (O altın ve gümüşün) Cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarının,
yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı gün, “Kendiniz için biriktirdiğiniz işte
budur, öyleyse biriktirdiğinizi tadın.”
181. “Allah fakirdir,
biz de ondan zenginiz!” diyenlerin sözünü Allah elbette ki işitti. Biz de onların
söylediklerini ve haksız yere nebileri katletmelerini yazacağız ve diyeceğiz
ki: “Tadın o yakıcı azabı!”1
1 2:245 ayetinde yer alan “Kim,
Allah’a güzel bir borç vermek ister?” şeklindeki ifade için “Demek ki, Müslimlerin
inandığı Allah fakirmiş; el açmış
bizden borç dileniyor.” şeklinde düşünenler için verilen güzel bir cevaptır.
182. Bu, kendi
ellerinizle işlediğinizin karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına asla
zulmetmez!
183. Onlar dediler ki: “Şüphesiz ki Allah, bize, (gökten) ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe bir elçiye iman etmememizi emretti.” De ki: “Benden önceki resuller
size beyyinelerle (apaçık deliller) geldiler. Bu dediğinizde sadıklardan
(doğru, güvenilir olanlardan) idiyseniz, onları (elçileri) niçin katlettiniz?”
Tevrat’ta iki çeşit Kurbandan söz
edilmektedir: 1- Ola kurbanı: Kesilen hayvandan hiçbir şey yenilmeden, mizbah (sunak)
üzerinde tamamının yakılmak suretiyle Yahve’ye hediye edilen kurbandır. (Çıkış, 20:24) 2- Şelamim
kurbanı: Bir bölümü kurbanı sunan kişi tarafından
yenen, diğer kalanı ise Mizbah üzerinde tamamen yakılmak suretiyle Yahve’ye
hediye edilen kurbandır. (Bkz: Çıkış, 20:24)
Gökten, ateşin yiyeceği bir kurban ile neyin
kastedildiği hususu da yine Tevrat’ta yer alan ve Yüce meleklerin, İbrahim Nebi’yi
sınamak için oğlu İshak’ı Allah için kurban kesip yakmasını söyledikleri bölümde
şöyle anlatılmaktadır: “Bir
süre sonra Yüceler, İbrahim’i sınadı ve ona “İbrahim!” dedi. (İbrahim), “Buyur,
emret!” dedi. Ve dedi ki: “Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlun İshak’ı al ve
Moriya bölgesine git ve orada sana söyleyeceğim dağlardan birinde onu, ola
(yakmalık) kurbanı olarak sun!” İbrahim de sabah erkenden kalktı ve eşeğini
yükledi. Yanına da iki genç adamını ve oğlu İshak’ı aldı. Ola kurbanı için de
odunları kesti ve kalktı ve Yücelerin kendisine söylediği yere doğru yola
çıktı. Üçüncü gün İbrahim gözlerini kaldırdı ve orayı (oğlunu kurban edeceği
yeri) uzaktan gördü. İbrahim de gençlerine, “Siz ikiniz eşek ile beraber burada
kalın. Delikanlı ve ben de oraya gidip secde edeceğiz, sonra da döneceğiz.”
dedi. İbrahim de ola kurbanı için odunları aldı ve oğlu İshak’ın sırtına koydu.
Eline de ateşi ve bıçağı aldı ve birlikte yürüdüler. İshak da İbrahim’e “Babacığım!”
dedi. (İbrahim), “Buyur oğlum!” dedi. (İshak), “Ateş ve odun burada (ama) ola
kurbanı için kuzu nerede?” dedi. (İbrahim), “Ola kurbanı için kuzuyu yücelerin
kendisi verecek, oğlum.” dedi ve ikisi birlikte yürüdüler. Ve Yücelerin
söylediği yere geldiler ve İbrahim bir sunak inşa etti. Üzerine de odunları
dizdi. Oğlu İshak’ın ellerini de arkadan bağladı ve sunağın üstüne, odunun
üzerine yatırdı. İbrahim de elini uzattı ve oğlunu boğazlamak için bıçağı aldı.
Yahve’nin meleği de gökten ona seslendi ve “İbrahim, İbrahim!” dedi. İbrahim de
“Buyur, emret!” dedi. (Melek) “Elini delikanlıya uzatma! Ona hiçbir şey de
yapma! Şimdi yücelere karşı muttaki olduğunu anladım.” dedi. (Yahve dedi ki), “Biricik
oğlunu Benden esirgemedin.” İbrahim gözlerini kaldırdı ve arkasına baktı. İşte,
arkasında boynuzları sık çalılara takılmış bir koç! İbrahim de gitti ve koçu
aldı ve oğlunun yerine onu ola kurbanı olarak sundu. İbrahim de oraya “Yahve
yire” (Yahve sağlayacak) adını verdi. Bu güne kadar da söylendiği gibi “Yahve’nin
dağında sağlanacak.” Yahve’nin meleği gökten İbrahim’e yine seslendi: Ve dedi
ki “Kendi adıma yemin ederim ki, Yahve diyor ki: ‘Bunu yaptığın ve biricik
oğlunu esirgemediğin için Seni kesinlikle mübarek kılacağım ve soyunu göklerin
yıldızları ve kıyıların kumu gibi çoğaltacağım. Soyun da düşmanlarının kapısına
varis olacak (kentlerini fethedecekler). Soyun sayesinde de tüm milletler
mübarek kılınacak. Çünkü sesime itaat ettin.” (Başlangıç, 22:1-18)
184. O halde seni yalanlarlarsa; doğrusu, beyyinelerle (açık delillerle) ve zeburlarla (hikmet dolu metinler, sahifeler) ve münir1 kitapla
gelen senden önceki resuller de yalanlanmıştı.
1 “مُّنِيرٍ”
(mûniyr) sözcüğü, “nur saçan”, “ışık yayan” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 6
kez geçer: 3:184; 22:8; 25:61; 31:20; 33:46; 35:25.
185. Her nefis (can)
ölümü tadıcıdır.1 Kıyamet günü ecirleriniz (yaptıklarınızın
karşılığı) size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete
sokulursa, işte o kurtulmuştur. Dünya hayatı da aldatıcı bir metadan2 başka bir şey değildir.
1 Benzer mesajlar: 21:35; 29:57; 39:30.
2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Bu
cümle 57:20’de de tekrarlanmaktadır.
186. Mallarınızla ve nefislerinizle (canınızla, sizden olanlarla) sınanacaksınız
ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirk
koşanlardan da eziyet duyacaksınız. Eğer sabreder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız,
bilin ki bu, azim (azametli, yüce, büyük) gerektiren işlerdendir.
187. Ve hani Allah,
kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz ve
onu gizlemeyeceksiniz!”1 diye misak (söz)
almıştı.2 Bunun üzerine onu arkalarına attılar ve onunla az
bir semen satın aldılar (karşılığında dünyalık az bir değer; para, mal,
makam, çıkar elde ettiler). Oysa satın aldıkları şey ne kötüdür!
1 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
2 Bu ayette sözü edilen misaka (söze), Tevrat’ta
sık sık değinilir, özellikle Yasa’nın Tekrarı’de tekrar tekrar adı geçer. Musa
Muhammed onlara “kelimeye bir şey eklememeyi” ve “ondan hiçbir şey eksiltmemeyi”
ve “Rabbin emirlerini muhafaza etmeyi” nasihat etti (4:2). Çocuklara bu
emirleri hararetle öğretmelerini, onların evlerinde otururken, yolda yürürken,
yatarken ve kalkarken bu emirleri çocuklara anlatmalarını, ayrıca evlerinin
girişine ve kapılarına yazmalarını da tavsiye etti (Yasa’nın Tekrarı, 6:4,9).
Bu son istekle İsrail’in yaşlılarını, Filistin’in sınır çizgisini geçtikten
sonra Ebel dağına büyük kayalar dizmeye teşvik etti. (27:2-4).
188. Sanma!
Verdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeylerle
hamd edilmeyi (övülmeyi, kendisine teşekkür edilmesini) seven kimselerin
azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için de elem verici bir azap vardır!
189. Göklerin (7
evrenin) ve yerin mülkü (otoritesi) Allah’ındır. Ve
Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).
“Mülk” kavramı, 3:26-27’de daha açık ifadelerle ve neleri
kapsadığını ortaya koyacak şekilde bizlere öğretilmektedir.
190. Göklerin (7
evrenin) ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ihtilafında1
şüphesiz ki ulü’l-elbab2 (duruşu sağlam olanlar) için
ayetler (ibretler) vardır.
1 Dünyanın
bir tarafında gece yaşanırken diğer tarafında gündüz yaşanmaktadır. 12 saat sonra
ise aynı yerlerde bunların tam tersi yaşanmaktadır.
2 “ulü’l-elbab”
ile ilgili açıklama 3:7’de yer alır.
191. İşte
onlar, ayaktayken de otururken de yanları üzerine (yatar)
iken de Allah’ı zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar). Göklerin (7
evrenin) ve yerin yaradılışı hakkında da düşünürler: “Rabbimiz! Bunu boş
yere yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). O
halde bizi ateşin azabından koru.
193. Rabbimiz! Şüphesiz
ki biz, “Rabbinizle iman edin (O’nun
aracılığıyla inanın, güvenin)!” diyerek imana çağıran bir çağrıcıyı işittik,
bunun üzerine iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla ve bizim kötülüklerimizi
ört ve bizi ebrar1 ile vefat2 ettir.
1 “أَبْرَارَ”
(ebrâr) kelimesi, “birr” kelimesinin çoğuludur. Bu sözcük “بَرّ” (berr)
kökünden türetilmiştir ve “iyi, doğru ve erdemli olanlar” anlamına gelir.
Ebrar
olanların özellikleri Kur’an’da şöyle sıralanır:
*
Allah ve ahiret günü ve melekler ve Kitap ve nebiler ile iman ederler, (2:177)
*
Akrabalara ve yetimlere ve miskinlere ve yolda kalmışlara ve yardım isteyenlere
ve rikablara (boyunduruk altında olan; esir, köle,
hacizli) sevdikleri mallarından verirler (2:177; 3:92),
* Miskine, yetime ve tutsağa sevdikleri
yiyeceklerden yedirirler. Onları yalnızca Allah’ın rızası için doyururlar.
Onlardan ne bir karşılık ne de bir teşekkür beklerler. Yüzlerin asık olduğu
dehşet verici bir günde de Rablerinden de korkarlar. (76:8-11)
*
Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar ve zekâtı verirler, (2:177)
*
Ahdettikleri zaman ahitlerine vefalı olurlar, (2:177; 76:7)
*
Sıkıntıda ve hastalıkta ve şiddetli sıkıntıda (felaket, savaş
vb) sabrederler, (2:177)
*
Takvalı (Allah’a karşı sakınan) olurlar, (2:189; 3:198)
*
Şerri kuşatacak olan günden korkarlar, (76:7)
* Ve
şöyle dua ederler: “Rabbimiz! Bunu (gökleri ve yeri) boşuna yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). O
halde bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen kimi ateşe
sokarsan, artık onu rezil etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur.
Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinizle iman edin!” diyerek imana çağıran bir
çağrıcıyı işittik ve o zaman iman ettik. Rabbimiz, bizim suçlarımızı bağışla ve
bizim kötülüklerimizi ört ve bizi ebrar ile vefat ettir. Rabbimiz, Resullerinle bize her neyi vadettiysen
bize ver ve Kıyamet Günü bizi rezil etme; Çünkü Sen vaadinden dönmeyensin.” (3:190-194)
Allah,
birr ve takva üzerine yardımlaşmayı emreder: “Birr ve takva üzerine
yardımlaşın.” (5:2)
Ebrar olanların mükafatı şu ayetlerde
anlatılır: 3:195, 198; 56:88,89; 76:5-22 ve 83:18-21.
2 Vefat, ölümden önce ruhun bedenden alınmasıdır. Ölüm
(mevt) vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.
194. Rabbimiz,
Resullerinle bize her neyi vadettiysen bize ver.
Kıyamet Günü de bizi rezil etme! Şüphesiz ki Sen vaadinden dönmeyensin.”
195. Bunun üzerine Rableri
onlara karşılık verdi: “Elbette ki Ben, sizden olan erkek ve kadınların amelini
asla zayi etmem. Hicret edenlerin de yurtlarından çıkarılanların da Benim
yolumda eziyete uğratılanların da savaşanların da katledilenlerin de kötülüklerini1 örteceğim. Allah tarafından da bir sevap2 olarak da onları altlarından nehirler akan
cennetlere koyacağım. Sevabın en güzeli de Allah katındadır.
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir.
Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2
“ثَوَابُ”
(sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük
Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez);
4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.
Yüce
Allah erkek olsun kadın olsun, iyilik ve fedakârlık yapanların yapıp
ettiklerini ziyan etmeyeceğini bildirmektedir ki bu anlamda 3:171 ve 2:143’te
müminlerin ecrini ziyan etmeyeceği ifadesi yer alır. “Erkek” veya “kadın”
ikilisine dair 4:124 ve 16:97 gibi ayetlerde, ayrıca 33:35’te erkeklere ve
kadınlara ait özel kalıpların kullanılmasının nedeni, vahyin “cinsiyet” değil
de “şahsiyet” merkezli bir sunum yapmasıdır. Benzer mesajlar: 4:123-124; 16:97;
17:9; 18:2; 20:75, 112.
196. Küfreden
kimselerin şehirlerin içinde gezip dolaşmaları1 seni yanıltmasın.
ı “تَقَلُّبَ” (tekallub) sözcüğü, “fikir
değiştirmek, dönüp durmak, gidip gelmek” anlamlarına gelir.
197. (Bu)
azıcık bir metâdır.1 Ardından varacakları yer cehennemdir. Ne
de kötü hazırlanmış bir yerdir!2
1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
2 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya
da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır.
“مِهَاداًۙ”
(mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek”
gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
198. Fakat Rableri olana
karşı takvalı olan (sakınan) kimselere, altlarından nehirler
akan cennetler vardır. Orada kalıcıdırlar! Allah tarafından da ağırlanacaklar. Allah’ın
yanındakiler de ebrar olanlar (iyi, doğru ve erdemli olan müminler) için
hayırlı olandır.
“Ebrar” ile ilgili açıklama 3:193
ayetinde yer alır.
199. Ehl-i
Kitap’tan öyleleri de vardır ki, şüphesiz ki Allah ile ve size indirilenle ve
kendilerine indirilenle iman ederler. Allah’a karşı huşu (derin saygı ve sevgi) duyarlar. Allah’ın
ayetleri ile1 azıcık bir semeni (dünyalık değeri; parayı,
malı, makamı, çıkarı) satın almazlar. İşte onlar için Rablerinin yanında ecirleri
(yaptıklarının karşılığı) vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı)
olandır.
1 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişilerin, Allah’ın ayetleri
sayesinde semen (dünyalık değer; para, mal, makam, çıkar) elde eden kişilerden
söz edildiği anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti
dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
200. Ey iman edenler! Sabredin
(zorluklara dayanın ve direnin), ve sabırda sebat
edin ve birlik olun1 ve Allah’a karşı takvalı (sakınan)
olun. Belki
felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.
1 Bu ayette geçen “Rabitu” (birlik olun)
kelimesinin anlamını kaydıran tarikat şeyhleri, uydurdukları “Rabıta”
ibadetiyle kendilerini putlaştırmışlardır. Müritlerini, şeyhlerini düşünmeye ve
hatta zikir anında yüzlerini hayal etmeye özendiren ve bunu ilahi bir emir
olarak dayatanlar, Allah tarafından “en kötü” kişiler olarak tanımlanır (6:21-24;
7:37; 10:17-18 ve 9:31).