3. ALİ İMRAN SÛRESİ

 Sure, Medine döneminde indirilmiştir. İniş sırasına göre de 89. suredir. Sure, adını 33’üncü ayette geçen ve “İmran’ın ailesi” anlamına gelen “Ali İmran” ifadesinden almıştır. Sure 200 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam, Mim.

‘Elif, Lam, Mim’ başlangıç harfleri (huruf-u Mukattâ) ile başlayan 6 surede (2:1, 3:1, 29:1, 30:1, 31:1, 32:1) toplam; 8944 tane ‘Elif’, 6494 tane ‘Lam’, 4436 tane de ‘Mim’ harfi vardır. Hepsinin de toplamı 19874’tür. Bu da 19’un 1046 katıdır.

Huruf-u Mukattâ ile ilgili açıklama Bakara, 2:1’de yer alır. Bu mucizevi matematiksel sistem ile bağlantılı bir bilgi de surenin 96’ncı ayetinde yer alır.

2. Allah (Yüce Olan Yüce), O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur; O, Hayyul- Kayyum’dur (Evrenlerdeki hayatın kaynağıdır ve hayatı elinde tutandır; Evrenleri düzene sokan ve yönetendir).

3. Yanındakileri1 hak (bir amaç) ile tasdik eden2 (doğrulayan) olarak Kitabı sana indirdi. Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti;

1 “Beyne yedeyhi” (önündeki, huzurundaki, elindeki) tamlaması Kur’an’da 38 ayette 39 kez geçer.

2 Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil’i doğrulayıp onaylamaktadır. Tasdik ile ilgili açıklama 2:41’de yer alır.

4. Bundan önce insanlara hidayet (kılavuz) olarak! Ve Furkânı1 indirdi. Allah’ın ayetleri ile2 küfredenler (gerçeği örtenler) için şüphesiz ki çetin bir azap vardır. Ve Allah, Aziz’dir, Züntikam’dır (Mutlak Güç Sahibidir, Zalimlerden İntikam Alandır).3

1 Furkan: Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran ölçü demektir. Allah’ın indirdiği bütün kitaplar Furkan’dır. Türkçeye bu kökten ‘fark’, ‘farkındalık’ kelimeleri geçmiştir. 21:48 ayetinde “Furkan” ifadesinin Tevrat için kullanıldığını görüyoruz.

2 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

3 Yüce Allah için kullanılan ve intikam kökünden gelen kelimelerin geçtiği bütün ayetlerde; zalimlerden, haddini aşanlardan, suçlulardan, suçtan beslenenlerden, yoldan çıkanlardan, kısaca azabı hak edenlerden söz edilmekte, işledikleri haksızlığın karşılığında Yüce Allah’ın onlardan intikam alacağı, hesap soracağı, bunların işlediği fiillerin karşılıksız bırakılmayacağı, kötülüklerinin yanlarına kâr kalmayacağı ifade edilmektedir. Benzer mesajlar: 3:4; 5:95; 14:47; 15:79; 30:47; 39:37; 43:25,41,55; 44:16.

5. Kuşkusuz ki gökte ve yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.1

1  Benzer mesajlar: 2:77; 6:3; 11:5; 14:38; 16:19, 23; 20:7; 21:4; 24:29; 27:25, 74; 28:69; 36:76; 64:4; 87:7.

6. Sizi istediği gibi rahimlerde şekillendiren O’dur.1 Kendisinden başka ilah (Yüce olan) yoktur. Azizul-Hakîm’dir (Hikmetle Hüküm Veren  Mutlak Güç sahibidir).

1 Benzer mesajlar: 40:64; 64:3; 82:7-8

7. Sana Kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir. Onlar Kitabın anasıdır (esasıdır). Diğerleri ise müteşabihtir.1 Bundan dolayı da kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne2 (karışıklık) çıkarmak ve tevil etmek (sözleri eğip bükmek) için müteşabih olanlarının peşine düşerler. Oysa onların tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde rasih olanlar3 da derler ki: “Biz, ona (Kitaba) iman ettik (inandık ve güvendik), hepsi Rabbimizin yanındandır. Ulü’l-elbabtan (duruşu sağlam olanlardan)4 başkası ise (bunu) zikretmez (hatırında tutmaz, anmaz):

1 "Muhkem", "Müteşabih" ve "Mesânî" kelimeleri Kur’an’daki önemli kavramlardandır. Her biri Kur’an’ın ayetlerini veya özelliklerini tanımlar.

Muhkem, "Sağlam, kesin, açık, net ve çelişkisiz olan" anlamlarına gelir ve bu ifade ile “hüküm açısından sabit ve anlamı açık olan” ayetler kastedilir. Örneğin: salat, zekat, savm, miras, zina cezaları vb.

 Müteşâbih, “Benzeyen, birbirine yakın olan, çok anlamlı, yoruma açık olan" anlamlarına gelir ve bu ifade ile de “Anlamı hemen anlaşılmayan, bazen benzer anlamlara gelen, derinlikli olan” ayetler kastedilir. Örneğin: Arş, el, yüz, nûr gibi Allah’a nispet edilen kavramlar.

“فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir. Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul anlamına gelir. Dolayısıyla Allah’ın uyguladığı testler; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, mümin ile kafiri ayırt etmek için ayırt etmek için kullandığı sınama araçlarıdır. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193, 217; 3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48, 49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131; 21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162; 38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17; 74:31; 85:10.

3 Rüsuh: “Muhkem, sağlam olma”, “bir ilimde sağlam bilgi sâhibi olma, o ilmin derinliğine inme” ve “ustalık, maharet, meleke” anlamlarına gelir. Bu kelimeden türeyen “rasihin” kelimesi Kur’an’da 2 yerde (3:7; 4:162) geçmektedir.

Râgıb el-İsfahânî, ilimde râsih mertebesine çıkan kimseyi “tereddüde düşmeyecek şekilde bilgisini sağlamlaştıran” diye belirttikten sonra Nisâ (4/162) ve Hucurât (49/15) surelerindeki ayetlere atıf yaparak râsihîni, “Allah ile ve resulü Muhammed ve ondan önceki nebilere indirilen vahiylerle (Kitaplarla) iman edip hiçbir tereddüde düşmeyenler” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “rsḫ” md.).

4 “أُو۬لُو” (ûlū) kelimesi, “sahipleri, yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ (ulü’l-elbab) dasağlam anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her) sözü dinler; en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. ulü’l-elbab işte onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179, 197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52; 38:29, 43; 39:9, 18, 21; 40:54; 65:10.

8. Rabbimiz! Sen bize hidayet (kılavuzluk) ettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Katından1 da bize rahmet et. Şüphesiz ki Vehhab (Karşılıksız Çokça Bağışlayan) Sensin.

            1 “لَدُنْ” (ledün) kelimesi: bir şeyin yakınlığı, özel konumu, içerden oluşu ifade eder ve “مِنْ لَدُنْكَ” (min ledunke) ifadesi de “katından, tarafından, özel olarak senden” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 17 kez geçer: 3:8, 38; 4:40, 67, 75; 11:1; 17:80; 18:2, 10, 65, 76; 19:5, 13; 20:99; 21:17; 27:6; 28:57.

9. Rabbimiz! Gelmesinde kuşku bulunmayan günde, insanları toplayacak olan Şüphesiz ki Sensin. Şüphesiz ki Allah vadinden (sözünden) dönmez.”

 Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır; anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa vs. geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabiliyor.

10. Şüphesiz ki küfreden kimselerin malları da evlatları da onlara Allah’a karşı bir fayda sağlamaz! Cehennemin yakıtı işte onlardır.

(Benzer mesaj: 3:116; 58:17)

11. Firavunun ailesinin (yandaşları)1 adeti gibi kendilerinden önceki kimseler de ayetlerimiz ile yalanladılar. Allah da onları günahları2 nedeniyle yakaladı. Ve Allah, cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

2 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve “suç”, “sorumluluk”, “günah” gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi “günah” şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

12. Küfreden kimselere de ki: “Yenileceksiniz ve cehennemde toplanacaksınız! Orası ne de kötü bir hazırlanmış bir yerdir1.”

1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

13. Karşılaşan iki grupta sizin için elbette bir ayet (ibret, işaret) vardır. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kafirler (hakkı inkar edenler, onun üstünü örtenler) idi. Onları (müminleri), gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı.1 Allah da istediğini yardımıyla destekler. Basiret2 sahipleri için bunda bir ibret vardır.

1 Bu ayette, Bedir Savaşından söz edilmektedir. Bu husus ile ilgili diğer ayetler 3:13, 121-127, 173,174; 8:7-19, 42-44, 65,66, 71; 38:11.

2 Basiret; Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” anlamlarına gelir. Kur’an’da genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” manalarında kullanılmış ve bu bakımdan manevi körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir (bk. 6:50, 104; 11:24; 17:72; 27:81). Aslında basiret, ilâhî sıfatlardan biri olan basarın kullardaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (2:7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler (36:9). İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an ayetlerine de besâir (basiretler) denilmiştir (bk. 7:203; 28:43). Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında “körler” (2:18), “kalpleri ile kavrayamayan, idrak edemeyenler” ve “gözleri olan körler” (bk. 7:179) gibi tabirler kullanır, inananları basiretli, inkârcıları kör sayar.

14. Kadınlara ve evlatlara ve yığınla altına ve gümüşe, soylu atlara ve en’ama (koyun, keçi, sığır, deve vb) ve ekinlere olan şehvetlerin muhabbeti (zevklerin tutkusu) insanlar için ziynetlendirildi (süslü, donanımlı, güzel hale getirildi). a süslü gösterildi. Bunlar, dünya hayatının metâıdır1. Dönülecek2 hüsna (güzel, hoş, iyi) yer ise Allah’ın yanıdır!3

1 “Ziynet” (زينة) kelimesi Arapça’da genel olarak süs, güzellik, donatı, süs olarak kullanılan şeyler anlamına gelir. Diğer Sâmî dillerden olan  Aramice / Süryanice’de “zaynutha” (زينوثا) kelimesi süs, güzellik, ihtişam anlamına gelir. Akadca’da da “ṣēnu / zīnu” kökünden türeyen kelimeler de süs, donanım, takı, güzellik anlamına gelir.

2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

            3 Bu sözcük, “أ-و-ب” (evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29, 36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40, 44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.

            4 Bu ayette dikkat çeken husus; kadınların, erkek-kadın tüm insanlara çekici (alımlı) gösterildiği hususudur.

15. De ki: “Bunlardan hayırlısını size bildireyim mi? Takvalı olanlar (Allah’a karşı sakınanlar) için Rablerinin yanında altlarından nehirler akan ve içlerinde sürekli kalacakları cennetler ve mutahhar (tertemiz, iyi, faydalı) eşler1 ve Allah’ın rıdvanı2 vardır. Ve Allah, kullarını (hizmet edenleri) Görendir.

1 Benzer mesajlar: 2:25; 4:57.

2 “رِضْوَانَهُ” (Rıdvânehû) sözcüğü, bağlamına göre “O’nun rızası” veya “Allah’ın hoşnutluğu” anlamlarına gelir. Arapça’da hoşnut olmak, razı olmak veya memnuniyet gibi anlamlara gelen “ر ض و” (râ-dâ-vav) kökünden türemiş olan “rıdvan” sözcüğü Kur’an’da 7 kez geçer: 3:15, 162, 174; 5:2, 16; 9:21, 72. 

16. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizim için zenblerimizi (günahlarımızı) bağışla ve bizi ateşin azabından koru!” derler.

17. Sabredenler de sadıklar (doğru, güvenilir olanlar) da boyun eğenler ve infak edenler (karşılıksız yardım, harcama ve destek olanlar) ve seherlerde istiğfar edenler.

Müminlerin, geceleri değerlendirmeleri gerekliliğiyle ilgili Bkz: 3:113; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49; 73:2-4, 20; 76:26.

18. Allah, kendisinden başka ilah (Yüce olan) olmadığına tanıklık eder. Melekler ve adaleti gözeten ilim sahipleri de… O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur.2 O, Azizul-Hakîm’dir (Hikmetle Hüküm Veren  Mutlak Güç sahibidir).

ı Allah’tan sonra en güvenilir şahitler evrendeki işleri yöneten meleklerdir. Onların delili kendi kişisel bilgilerine dayanır; yani “Bu ülkenin tek Hakimi Allah’tır, dolayısıyla gök ve yerle ilgili işlerde O’ndan başka emir verebilecek kimse yoktur.” Daha sonra Hak bilgisiyle donanan herkes, dünyanın başlangıcından bugüne dek, tüm evrende sadece Allah’ın Hâkim ve düzenleyici olduğuna şahitlik etmektedir.

19. Allah katında din İslam’dır.1 Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetleri ile2 küfrederse (gerçeği örterse), bilsin ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.

ı Benzer mesajlar: 2:213; 10:93; 42:14; 45:17; 98:4.

2 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

20. Delil sunarak seninle iddialaşırlarsa1 de ki: “Ben, kendimi Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da…” Kitap verilenlere ve ümmilere2 (vahiy kitaplarından habersiz olanlara) de ki: “Siz de teslim (İslam) oldunuz mu?” Teslim olurlarsa hidayet (kılavuzluk) edilmişlerdir. Eğer dönerlerse,3 bil ki artık sana düşen sadece tebliğdir (vahyi bildirmektir). Allah da kullarını Görendir.

1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

2 Ümmi kavramı ile ilgili açıklama 2:78 ayetinde yer alır.

3 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya “sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97 kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177, 205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49, 92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.   

21. Şüphesiz ki Allah’ın ayetleriyle küfredenler ve haksız yere nebileri katledenler ve insanlar arasında adaleti emredenleri katledenler. Bundan dolayı onları elem verici bir azap ile müjdele!

22. Onların dünyada ve ahirette yaptıkları boşa gitmiştir. Onların bir yardımcısı da yoktur.

23. Kitap’tan kendilerine bir pay verilenleri (Ehl-i Kitap’ı) görmedin mi? Allah’ın Kitabına göre aralarında hüküm vermesi için (Nebi) çağrıldıktan sonra onlardan bir topluluk sırtını dönüyor. Onlar umursamıyorlar da.

            1 “إعراض” (ı'râz), “görmezden ve duymazdan gelmek, karışmamak, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.

24. Bu, “Bize, birkaç günden başka ateş dokunmayacak.” demelerindendir. Uydurmakta oldukları şeyler kendilerini dinleri hakkında kandırmaktadır1.

1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

25. Öyleyse hakkında kuşku bulunmayan bir günde onları bir araya topladığımızda (halleri) ne olacak? Ve her nefise kazandığının karşılığı tam verilir. Ve onlara zulmedilmez.

26. De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, istediğine mülk verirsin, istediğinden de mülkü geri alırsın; istediğini izzetli kılar, istediğini de zelil1 edersin. Hayr (hayır, iyilik, fayda) senin elindedir. Her şeye kadir olan (her şeye gücü yeten) da Sensin.

            1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

27. Geceyi, gündüzün üzerine yuvarlarsın; gündüzü de gecenin üzerine yuvarlarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın. İstediğini de hesapsız rızıklandırırsın.”

26 ve 27’nci ayette, Yüce Allah’ın mutlak otoritesi anlatılmaktadır. Benzer mesajlar: 2:255; 3:2; 6:101-103; 24:35; 42:11; 59:22-24; 112:1-4.

28. Müminler, müminlerin dışında kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü bilerek örtenleri) evliya (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) edinmesin. Onlardan korunmanız dışına kim böyle yaparsa, Allah ile bir şeyi (bağı) kalmaz.1 Allah da sizi nefsine2 (zatına) karşı  sakındırıyor.3 Dönüş de Allah’adır.”

1 Yani, “Bir mümin, İslâm düşmanlarının eline düşer ve kötü davranılmaktan, tahakküm altına alınmaktan korkarsa, imanını gizleyip onlardan biriymiş gibi, onlarla birlikte yaşayabilir. Veya kâfirler onun mümin olduğunu anlarlarsa, hayatını kurtarmak için onlara dostluk gösterebilir. Aşırı korku anında, onların baskısına katlanacak gücü olmadığını hissederse inandığını inkâr etmesine bile izin verilmiştir.

2 “نَفْس” (nefs): “Kendi, zat” anlamına gelir. “هُ” (hu) da “Onun” anlamında zamir. Bu nedenle burada “Allah’ın kendisi” ifade edilmektedir.

3 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan, tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

 “Allah da sizi nefsine (zatına) karşı  sakındırıyorcümlesi 3:30’da da tekrarlanmaktadır.

29. De ki: “Göğsünüzdekileri gizleseniz1 de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde (7 evrende) ve arḍda2 olanı da bilir.3 Ve Allah, her şeye kadir olandır (her şeye gücü yetendir).

1 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.

2 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

3 Benzer mesajlar: 2:33; 5:99; 6:3; 14:38; 20:7; 21:110; 24:29; 27:25; 33:54; 40:19; 60:1; 67:13; 87:7

30. O gün nefislerin (canların) hepsi, hayırdan işledikleri ne varsa onu bulacak, kötülükten1 de işledikleri ne varsa... (Herkes) onunla (işlediği kötülükle) kendi arasında da kendi ile onun (o kötülük) arasında da uzak bir mesafe olmasını arzular2. Allah da sizi nefsine (zatına) karşı  sakındırıyor.3 Ve Allah, kullarına Rauf’tur (çok lütufkar ve şefkatlidir).

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 Bu kelime “وَدَّ” (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

3 “Allah da sizi nefsine (zatına) karşı  sakındırıyor.cümlesi 28’inci ayette de tekrarlanmıştı.

31. De ki: “Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

Bu ayet, Yüce Allah’ın sevgisini kazanmak ve kurtuluşa ermek için elçilerin okuyup aktardığı vahye uymanın gerekliliğinin apaçık delilidir. Bu ayet 7:157, 158 ve 43:61 ile birlikte okunmalıdır.

32. De ki: “Allah’a ve Resul’e itaat edin. Eğer (sözlerinden) dönerlerse, o halde bil ki Allah, kâfirleri sevmez.”

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

33. Şüphesiz ki Allah, Adem’i de Nuh’u da İbrahim’in ailesini1 de İmran ailesini2 de alemlere seçkin kıldı.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

2 İmran, Musa’nın ve Harun’un babalarının ismidir ve Tevrat’ta “Emren” olarak geçer.

34. Birbirlerinin soylarındandırlar. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir.

35. İmran’ın hanımı1 demişti ki: “Rabbim, karnımda olanı (bebeği) hür olarak sana adadım2, benden kabul buyur. Şüphesiz ki Sen, Semi’ul-alîm (Her şeyi Bilip İşiten) olansın.

1 Burada sözü edilen “İmran’ın kadını” ile Musa’nın ve Harun’un anneleri kastedilmiyor. Buradaki “İmran’ın kadını”, Meryem’in annesi, yani İsa’nın anneannesi olan Hanne’dir. Bu hitap ile Meryem’in annesinin İmran soyundan gelen bir kadın olduğu vurgulanmak istenmektedir. Bazı Hıristiyan kaynaklarında Meryem’in babasının adı Iaachim olarak geçmesine rağmen, tarih, Meryem’in babasının kim olduğunu ve annesinin hangi aileye mensup olduğunu bildirmez. Ancak İncil’de, Meryem ile Yahya’nın annesi Elisabeth’in kuzen oldukları belirtilmektedir (Luka 1;36).

            2 “نَذْر” (nezr) kelimesi, bir şeyi yapmayı “taahhüt etmek” “söz vermek” ve “adamak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:270 (2 kez); 3:35; 19:26; 22:29; 76:7.

36. Onu doğurduğu zaman da dedi ki: “Rabbim, şüphesiz ki ben, onu kız olarak doğurdum.” Allah da onun ne doğurduğunu biliyordu. “Erkek de kız gibi değildir. Şüphesiz ki ben, onu Meryem diye isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben, onu ve soyunu recmedilmiş1 şeytandan Seninle (yardımınla) korurum2.”

1 رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.

2 “اُع۪يذُهَا” (u’izzuhâ) kelimesi “onu korurum”, “onu sığındırırım” veya “onu himaye ederim” anlamına gelir. “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.  Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.

37. Rabbi de onu (Meryem’i) hasen (iyi, güzel, hoş) bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.1 Zekeriya da onun bakımını üstlendi. Zekeriya, mihraba (odaya) yanına her girdiğinde onun yanında bir rızık bulurdu. Dedi ki: “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor)?” Dedi ki: “Allah’ın yanındandır.2 Allah, istediğini hesapsız rızıklandırır.”

1 İnsanın insan olması için hücre oluşumuna gereksinim vardır ve bütün hücrelerin de doğrudan veya dolaylı, organik veya inorganik olarak topraktan meydana geldiği bilinen bir gerçektir. Bu haliyle, her insanın topraktan tıpkı bir bitki gibi bir süreç halinde meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Özel olarak sadece Meryem için kullanılan “güzel bitki” ifadesi ise onun mucize yaratılışıyla ilgilidir. (Bkz: “Kur’an’da Meryem Mucizesi”, https://docplayer.biz.tr/52032028-Kur-an-da-hz-meryem-mucizesi.html).

2 Allah’ın katından, Meryem’e yiyecekler gönderilmesi, babasız çocuk doğurmasını sağlamak üzere özel bir beslenme yöntemi uygulanması olarak yorumlanabilir. Ayrıca, 19:23-26 ayetlerinde doğum sırasındaki beslenmesine ilişkin bilgiler verilmesi ve “Artık, ye, iç; gözün aydın olsun!” söylemi, Meryem’in beslenmesine, Allah tarafından büyük önem verildiğini göstermektedir.

38. Zekeriya orada Rabbine dua etti ve dedi ki: “Rabbim! Bana katından tayyib (iyi, güzel, hoş) bir nesil ver. Duamı işiten Sensin.”

Bu hadise İncil’de şöyle anlatılmaktadır: “Yahudiye kralı Herodes’in zamanında, Abiya takımından Zekeriya adında bir kâhin vardı; karısı Harun kızlarındandı ve adı Elizabet’ti. İkisi de Yahve’nin gözünde doğru kişilerdi; Yahve’nin tüm emir ve yasalarına uyarak temiz bir yaşam sürerlerdi. Fakat çocukları yoktu; Elizabet kısırdı ve ikisi de çok yaşlanmıştı. Zekeriya, kendi takımı görevde olduğundan Yahve’nin önünde kâhin olarak hizmet ediyordu. Kâhinlik geleneği uyarınca, Yahve’nin kutsal mekânına girip buhur sunma sırası ondaydı.  Bütün halk buhur sunma saatinde dışarıda dua ediyordu. Bu sırada Yahve’nin meleği Zekeriya’ya göründü. Buhur sunağının sağında duran meleği görünce, Zekeriya telaşlanıp korkuya kapıldı. Fakat melek, “Korkma Zekeriya” dedi, “Çünkü yakarışın duyuldu, karın Elizabet sana bir oğul doğuracak ve onun adını Yahya koyacaksın. Sevincin ve mutluluğun büyük olacak; birçokları da onun doğumundan sevinç duyacak. Çünkü o Yahve’nin önünde büyük olacak. Ancak hiç şarap ve içki içmemeli. Daha annesinin karnındayken kutsal ruhla dolacak. İsrailoğullarından birçoğunu ilahları Yahve’ye döndürecek. Babaların yüreklerini çocuklara döndürmek, asileri doğruların hikmetine yöneltmek ve Yahve’ye uygun bir halk hazırlamak üzere, onun önünde İlya’nın ruhu ve gücüyle yürüyecek.” Zekeriya meleğe “Bundan nasıl emin olabilirim? Ben yaşlı bir adamım, karım da çok yaşlı” dedi.  O zaman melek ona şöyle dedi: “Ben Yüce Olan’ın huzurunda duran Cebrail’im; bunları sana müjdelemek ve anlatmak için gönderildim. Bunlar olana dek dilin tutulacak ve konuşamayacaksın, çünkü vakti geldiğinde gerçekleşecek sözlerime inanmadın.” Bu arada, insanlar Zekeriya’yı beklemeye devam ediyordu ve onun kutsal mekândan neden hâlâ çıkmadığını merak etmeye başlamışlardı. Fakat Zekeriya dışarıya çıktığında onlarla konuşamadı. İnsanlar onun kutsal mekânda doğaüstü bir görüntü gördüğünü anladılar. Zekeriya onlarla işaretlerle anlaşıyordu, dili açılmamıştı. Hizmet süresi tamamlanınca evine döndü. Ardından da karısı Elizabet gebe kaldı. Elizabet beş ay boyunca eve kapandı.  “Yahve yüzüme baktı, şimdi bana bu iyiliği yaparak insanların önündeki utancımı kaldırdı” dedi. (Luka, 1:5-25)

39. Mabette salat ederken (Allah’a yöneliş duası yaparken, elçiye ve müminlere yardım ederken, onlara destek olurken) ederken1 melekler ona sesleniverdi: “Allah, sana Yahya’yı müjdeliyor. Allah’tan gelen kelimeler (ayetler) ile tasdik eden (doğrulayan),2 seyyid (efendi, önderlik eden) ve nefsine hâkim olan salihlerden (arı, saf, temiz, iyi, erdemli, dürüst) bir nebi.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

Bu buyruk salat (Yönelme duaları), savm etmek (oruç tutmak), zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: 2:83, 183; 5:12; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31, 55, 59; 20:14; 22:26-30, 34-37; 21:73; 31:17; 42:13.

2 Bu ayette geçen “Allah’tan gelen kelimeyi tasdik eden” ifadesi ile 3:45 ayetinde “Allah’tan bir kelime” olarak tarif edilen İsa Nebiyi doğrulayan ve onaylayan olarak anlaşılabilir.

40. Dedi ki: “Rabbim1, ben iyice yaşlanmışken, üstelik karım da kısır iken benim nasıl bir delikanlım2 olabilir ki?”. (Melek) dedi ki: “Öyledir, Allah istediği şeyi yapar.”3

            1 “Rab”, efendi, sahip, yönetici ve bey anlamlarına gelir. Dolayısıyla, İbrahim Nebi’nin burada “Rabbim” diyerek meleği kastettiğini görüyoruz. Bir sonraki ayette melek için kullanıldığı daha net olarak anlaşılmaktadır. Benzer ifade, bu surede 47’nci ayette Meryem tarafından da kullanılmaktadır. “Rab” ile ilgili açıklama Fatiha, 1:2 ayetinde yer alır. 

            2 “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy) demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer: 12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.

3 Benzer mesajlar: 2:253; 3:47; 5:1; 11:107; 14:27; 22:14, 18; 85:16

41. (Zekeriya) dedi ki: “Efendim, bana bir ayet (alâmet) göster.” (Melek) dedi ki: “Senin ayetin, işaretlerden başka insanlarla üç gün (ve üç gece) konuşmamandır. Rabbini çokça zikret (hatırında tut, an)1. Akşam2 ve fecir vakitlerinde3 de tesbih et4 (yücelt).”5

            1 Zikir: Allah’ı anmak, hatırlamak ve hatırda tutmak anlamlarına gelir. Allah’ı zikretmek; O’na kulluk etmek, teslim olmaktır. Kur’an’ın kendisi de bir zikirdir (15:9; 12: 104; 38: 87; 43:44; 68:52; 80:1; 81:27). Çünkü Kur’an, bize Allah’ı bilmemiz, tanımamız ve O’na yönelmemiz için yol göstermektedir.

2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak” demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle “akşam vakti” veya “karanlığın başlangıcı” anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.

3 “اِبْكَارِ۟” (ibkâr) kelimesiبكر(b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

4 “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin, Arapça’da sebh (سَبْح) kökünden türediği, bu kökün de suda yüzmek veya havada süzülmek gibi hızlı, sürekli ve düzenli bir hareketi ifade ettiği belirtilir. “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin de bağlama göre mecazen Allah'ı yüceltmek ve O’nu her türlü eksiklikten tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına geldiği belirtilir.

Tesbih kavramının İbranice dilindeki karşılığı “שַׁבָּח” (sebeh) kelimesidir. Bu kelime, övme, yüceltme ve Allah’ı anma anlamlarını taşır. Ayrıca, “לְשַׁבֵּחַ” (Lesâbbâh) kelimesi de benzer şekilde övmek, yüceltmek ve Allah’ı anmak anlamına gelir. İbranice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının semantik alanının övgü ve yüceltme ekseninde şekillendiğini göstermektedir.

Süryanice dilinde tesbih kavramı, “ܫܒܚ” (sâbâh) kelimesiyle ifade edilir. Bu kelime de övmek, yüceltmek ve Tanrı'yı ululamak anlamlarını taşır. Ayrıca, ܫܒܘܚܐ (sâbuḥo) kelimesi de övgü, tesbih ve Tanrı'yı yüceltme anlamına gelir. Süryanice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının Allah’a yönelik övgü ve yüceltme eylemlerini içerdiğini ortaya koymaktadır.

Bu nedenle, çeviri sürecinde “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin, Sami dillerde ortak olarak taşıdığı övme, yüceltme ve Allah'ı anma anlamı esas alınacaktır.

Kur'an'da, alemlerdeki (evrenlerdeki) tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar vb.) Allah’ı tesbih ettiği (yücelttiği) belirtilir (13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6).

Yüce Allah, Muhammed Nebi’ye hitaben biz müminlerin de kendisini nasıl yücelteceğini bildirir:

“فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ”

“Öyleyse, Azîm (muazzam) olan Rabbinin adını tesbih et! (yücelt!)” (56:74, 96; 69:52)

“سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ”

“En yüksekte olan Rabbinin adını tesbih et (yücelt)” (87:1)

“فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ”

“O halde Rabbinin hamdi ile tesbih et…” (15:98)

“وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ”

“Rabbini de böylece tekbir et (büyüt)!”  (74:3)

Bundan dolayı da salatta; kıyamda Rabbimizin hamdi olan Fatiha Suresi ile, rükûda “Sübhâne Rabbiyel-Azîm” (Azîm (muazzam) olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, secdede ise  “Sübhâne Rabbiyel-A‘lâ” (En yüksekte olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, eylemler arasında da “Allah-u Ekber” ifadesi ile Yüce Allah’ı yüceltiriz.

Dolayısıyla da “tesbih etmeyi” sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

5 Bu bölümün en önde gelen amacı Nasranilerin, İsa’yı Allah’ın oğlu kabul edip, Ona karşı ibadet ederek yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Yahya’nın mucizevi doğumu da onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak Kur’an’da anlatılıyor. İsa’nın mucizevi doğumu Onu ilah (Yüce olan) olarak kabul etmeye yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir şekilde yetiştirilen Yahya da bir mucize sonucu dünyaya gelmiştir. Tevrat, Yahya’dan John the Babtist olarak bahseder. (Matta: böl. 3, 11, 14, Markos,1,6, Luka,1,3).

42. Melekler demişti ki: “Ey Meryem, Allah seni seçti ve tahire (tertemiz, pak, arınmış) kıldı ve âlemlerin kadınlarına seçkin kıldı.

Bu husus, İncil, Luka 1:41,42 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Elizabet, Meryem’in selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı. Kutsal Ruh’la dolan Elizabet yüksek sesle şöyle dedi: “Kadınlar arasında kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır!”

43. Ey Meryem, Rabbine gönülden itaat et ve secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et!”

44. Bunlar, sana vahyetmekte (bildirmekte) olduğumuz gaybi (bilinmeyen) haberlerdendir. (Ey Muhammed!) “Meryem’e kim kefil olacak (kim himayesine alacak)?” diye kalemlerini attıklarında (kura çektiklerinde) sen yanlarında değildin! Onlar (bu konuda) çekiştiklerinde1 de yanlarında değildin!2

1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَم” (khâsâm) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. “خَصِيمًۭا” (khasiymen) ise “bir savunucu, çekişen, tartışmacı, dava vekili” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

2 Meryem, annesi tarafından Allah yolunda mabede adanmış bir kız olduğu için cinsiyeti nedeniyle onun koruyuculuğunu kimin yapacağı konusu, mabetteki görevliler için bir problem oldu. Bu nedenle görevliler problemi çözmek için kura çekiyorlardı.

45. Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah, seni kendisinden bir kelime1 ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır; Dünyada da  ahirette de bir yüzdür (bilinen, itibar gören biridir) ve mukarrebindir (Allah’a yaklaştırılanlardır).

1 İsa, Allah’ın ‘ol’ sözüyle babasız doğduğu için Allah’ın Kelimesi olarak adlandırılmıştır. Kur’an, İsa’yı putlaştıranları uyarmak için İsa’yı çoğunlukla “Meryem oğlu İsa” diye anar. Benzer mesajlar: 3:39; 4:171.

“Mukarrebin” ifadesi Kur’an’da 8  yerde geçer (3:45; 4:172; 7:114; 26:42; 56:11,88; 83:21,28). Bunlardan 1 yerde İsa Nebi (3:45), 1 yerde seçkin melekler (4:172), 2 yerde de “illiyin”, yani yüce, şerefli bir makama sahip olanların numaralandırılmış (rakamlarla kaydedilmiş) olduğu kitaba tanık olan (gören) ve “ebrar” olarak adlandırılan müminler için kullanılmaktadır (56:11, 88; 83:21, 28).

“Ebrar” olarak adlandırılan müminlere, ferahlık ve reyhan (hoş kokulu bitkiler) ve rahatlık ve Naim (saadet, nimet) Cennetinin vadedildiği (56:88) görülmektedir. Ayrıca; Cennette nimetler içinde oldukları (83:22), Bunlar için özel olan bir pınardan, değerli karışımlardan yapılmış ve hatem edilmiş (mühürlenmiş, işaretlenmiş) misk olan halis içeceklerin içirildiği (83:25-28); sedirler üzerinde seyre daldıkları (83:23), nimetin sevinç ve parıltısının da yüzlerinde sezildiği (83:24) belirtilmektedir.

“Mukarrebin” ifadesini 2 yerde de  firavun, kendi adamları için kullanmaktadır (7:114; 26:42).

46. O, beşikte1 de yetişkinliğinde de insanlara konuşacak ve salihlerden (dürüstlerden, erdemlilerden) olacak.

1 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

47. (Meryem) dedi ki: “Efendim, bana bir beşer (insan) dokunmamışken nasıl evladım olur?” (Melek) dedi ki: “Böyledir, Allah istediği şeyi yaratır. (Allah), bir şeye karar kıldıysa, bilin ki artık ona ‘Ol!’ der, o da oluverir.1

1 “Kün fe yekûn” ifadesi ile ilgili açıklama 2:117 ayetinde yer alır.

48. Ve ona Kitabı ve hikmeti1 ve Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek;

1 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

49. İsrailoğullarına da bir resul…1 (İsa, halka dedi ki), “Ben size Rabbinizden bir ayet (delil) ile geldim. Size, çamurdan kuş yaratırım ve ona üflerim, (o da) Allah’ın izni ile kuş oluverir. Allah’ın izniyle körü de alacalıyı (cüzzamlıyı) da (hastalıktan) arındırırım; ölüleri de diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi de ne biriktirdiğinizi de size bildiririm. İman edenlerden iseniz bunda sizin için bir ayet (kanıt) vardır.2

1 İsa’nın Elçi olarak gönderilmesi İncil’de şöyle anlatılmaktadır: “İsa kalabalığı görünce dağa çıktı. Yere oturdu ve sonra öğrencileri yanına geldi. O da söze başlayıp şunları öğretti: “Ne mutlu ruhi ihtiyacının farkında olanlara, çünkü göklerin krallığı onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar teselli edilecekler. Ne mutlu yumuşak başlı olanlara, çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar. Ne mutlu doğruluğa aç ve susamış olanlara, çünkü onlar doyurulacaklar. Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlar merhamet görecekler. Ne mutlu temiz yürekli olanlara, çünkü onlar Allah’ı görecekler. Ne mutlu barışçı olanlara, çünkü onlara ‘Allah’ın oğulları’ denecek. Ne mutlu doğruluk yolunda zulüm görenlere, çünkü göklerin krallığı onlarındır. Benim yüzümden insanlar sizi kınadıkları, size zulmettikleri ve aleyhinizde her türlü yalanı söyledikleri zaman ne mutlu sizlere!  Sevinin ve sevinçten sıçrayın, çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Onlar sizden önce peygamberlere de böyle zulmettiler. Siz yeryüzünün tuzusunuz, fakat tuz özelliğini kaybederse, ona nasıl yeniden tat verilir? Artık hiçbir işe yaramadığından dışarı atılır ve ayaklar altında çiğnenir. Siz dünyanın ışığısınız. Dağ üzerine kurulmuş şehir gizlenemez.  İnsanlar kandil yakınca, onu sepet altına değil, şamdana koyarlar. Böylece ışık evdeki herkesi aydınlatır.  Benzer şekilde sizin ışığınız da insanların önünde parlasın ki, iyi işlerinizi görsünler ve göklerdeki Babanızı yüceltsinler. Kanunu ya da Peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi düşünmeyin. Ben bunları geçersiz kılmaya değil, yerine getirmeye geldim. Gerçek şu ki, gök ve yer silinip gitse de, Kanunun en küçük bir harfi, hatta bir noktası bile silinmeyecek ve her sözü gerçekleşecektir. Öyleyse, kim bu emirlerin en küçüklerinden birini bile çiğner ve insanlara bu şekilde öğretirse, göklerin krallığı için o ‘küçük’ sayılacak. Fakat kim onları tutar ve öğretirse, göklerin krallığı için o ‘büyük’ sayılacak. (Matta, 5:1-19) “Sonra onlara şöyle dedi: “Tüm dünyaya gidin ve iyi haberi bütün âleme duyurun.” (Markos, 16:15)

2 Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmadır. Onu Allah’tan başkası yapamaz. “O, gökleri ve yeri, bir örneği yokken yaratmıştır.” (13:16).

İkincisi, bir şeyden bir başka şey yaratmaktır. Bunun için sadece maddenin görüntüsü veya yapısı değiştirilir. Bu tür yaratmayı insan da yapabilir. İsa Nebi ikincisini yapmıştır. Benzer mesaj: 5:110.

İncil’de de şöyle bir ayet vardır: “Bir şeyi oluşturmanız, Allah’ın da o şeyi oluşturmasıyla mümkün olur.” (Tekvir 81:29)

Bu ayette belirtilen mucizelerden; doğuştan kör ile ilgili olanı, Yuhanna, 9:1-34’te; alacalı ile ilgili olanı, Matta 8:1-4’te; ölüleri diriltmekle ilgili olanı ise, Luka, 7:11-17 ve Yuhanna, 11:17-46’da yer alır.

50. Önünüzdeki Tevrat’ı da tasdik edici (doğrulayıcı) ve size haram kılınan (yasaklanan) bazı şeyleri helâl kılmak için Rabbinizden beyyineler (apaçık deliller, ayetler) getirdim. O hâlde Öyleyse Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun. Bana da itaat edin.

Bu mesaj İsrailoğullarının azgınlığı nedeniyle onlara özel bir ceza olarak haram kılınan (yasaklanan) bazı yiyeceklerin aslına döndürülmesi, yani helal kılınmasıyla ilgilidir. Bu ayet 6:146 ve 3:93 ayetleriyle okunmalıdır.

İncil’de İsa’ya ait şöyle bir söz geçer: “Kutsal Yasa’yı (Tevrat’ı) ya da elçilerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak.” (Matta 5:17-19)

51. Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.  O’na kulluk edin. Sırat-ı müstakim (doğru, istikametli yol) işte budur.”

52. Onlardaki küfrü sezince de İsa dedi ki: “Ensarullah (Allah’ın yardımcıları) kimlerdir?” Havariler1 dedi ki: “Ensarullah bizleriz!2 Allah ile iman ettik (O’nun aracılığıyla inanıp güvendik). Tanıklık da et, bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız).3

1 Havari kelimesi “beyaz giyenler”, “beyazlara bürünenler”, “doğrulayıcılar”, “samimi olanlar”, “tertemiz kişiler” anlamlarına gelir.

İsa Nebi’nin Havarileri Şunlardır:

1- Balıkçı olan Petrus (Simun): Kilisesini üzerine inşa edeceği kayaya ithafen “Petrus” adı İsa tarafından verilmiştir. İsa tarafından kendisine diğer havarilerin önderliği mevkii layık görülmüştür (Matta 16:18, Yuhanna 21:15-16). Roma’da öldürülmüştür. Roma Katolik Kilisesi’nin ilk piskoposu kabul edilir. 29 Haziran Aziz Petrus Günü’dür. İsa, Romalılar ve kendisinin Mesih olduğuna inanmayan Yahudiler tarafından çarmıha gerilmek üzere yakalandığında Petrus onun bir havarisi olduğunu üç defa inkâr etmiştir. İnkâr edeceği İsa tarafından Son Yemek’te kendisine bildirilmiştir ancak Petrus buna inanmamıştır. Dört incil’de de bu olay aynı şekilde anlatılır.

2- Petrus’un kardeşi balıkçık Andreas: Çarmıha gerilerek şehit edilmiş.

3- Yakovos (Büyük Yakub): Şehit edilen ilk havaridir. Yahudi kralı Herod Agrippa tarafından katledilmiş.

4- Yuhanna: Büyük Yakub’un kardeşidir ve Yuhanna İncili’ni yazmış.

5- Filipus: Sezar’a karşı geldiğinden dolayı Roma askerlerince Pamukkale’de şehit edilmiş.

6- Vartolomeos (Bartalmay): Ermenistan’da çarmıha gerilip, canlı canlı derisinin yüzüldüğü söylenmektedir.

7- Tomas: Şüpheci Tomas olarak da bilinir.

8- Matta: İbrani kökenli bir vergi memurudur ve Matta İncili’nin yazarıdır.

9- Yakovos o Mikros (Küçük Yakub):

10- Yahuda (Taday): Küçük Yakub’un kardeşidir. Pers topraklarında Simon ile birlikte şehit edilmiş.

11- Simon (Yurtsever): Pers topraklarında Yahuda (Taday) ile birlikte şehit edilmiş.

12- Yahuda: Nasranilerce 30 gümüş dinar için İsa’ya ihanet ederek yakalattığına inanılır. Vicdan azabından intihar etmiştir.

13- Mattiya (Mathias): Yahuda’nın yerine seçilmiş.

2 Kur’an, insanları Allah’ın dinine çağıran ve O’nun dininin küfre karşı galip gelmesi için uğraşanları, “Allah’ın yardımcıları” (Ensarullah) olarak nitelemiştir. Fakat bunun anlamı, bu kimselerin Allah’ın bir ihtiyacını giderdikleri ve Allah’ın bizzat kendi gücüyle (cebir) olmayıp, elçiler ve kitaplar vasıtasıyla olmasını istediği bir işe iştirak ettiklerinden ötürü, kendilerine Allah’ın yardımcıları denmiştir. Benzer mesajlar: 3:52; 22:40; 47:7; 57:25; 59:84,

3 Yüce Allah’ın bütün elçilere gönderdiği me­sajların ortak adı İslam’dır. 3:19, 85, 21:92 ve 23:52 gibi ayetlerde dikkat çekilen husus da budur. 3:52’de İsa ile iman eden havarilerin Müslim (Teslim Olan) olduklarını ilan ettikleri haber verilmektedir. Firavuna karşı mücadelede Musa’nın yanında yer alan büyücülerin dile getirdiği duadaki ifadeleri 7:126’da yer aldığı üzere “Müslimler olarak vefat ettirilmek” şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca firavunun ölümü esnasında söylediği, ancak iddiasını ispata zamanı kalmadığı için kendisinden kabul edilmeyen itirafında dile getirdiği ifadesi de “Ben de Müslimlerdenim” şeklinde 10:90’da hatırlatılmaktadır.

53. Rabbimiz! İndirdiğin şey ile (vahiy ile) iman ettik ve Resul’e tabi olduk. Bizi de şehitlerle (tanıklarla) birlikte yaz.”

Burada kastedilen şahitler, sadece İsa’nın nübüvvetini kabul eden havariler değildir. Başta nebiler olmak üzere hakkın evrensel anlamda şahitleri her kimse havariler de işte onlarla birlikte anılmak ve yazılmak istemişlerdi. Burada dile getirilen hususlar ile 5:83’te bazı keşişlerin ve rahiplerin teslimiyet ifadeleri birbirine benzemekte, aynı noktada buluştukları anlaşılmaktadır.

54. Ve bir plan yaptılar, Allah da bir plan yaptı.1 Ve Allah, plan yapanların hayırlısıdır.2

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hileyle tuzak kurmak” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 44 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (3 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 75:22 (2 kez).

 ı Bu cümle “Allah onların tuzaklarını boşa çıkaracaktır” şeklinde anlaşılmalıdır. Bu tür ayetlerde geçen fiiller insanlar için kullanıldığında olumsuz bir anlama gelirken, Allah için kullanıldığında kastedilen Allah’ın o fiilin cezasını vereceğini bildirmesidir. Benzer kullanımlar için Bkz: 2:15; 4:142; 8:30; 9: 67, 79.

2 Benzer mesajlar: 6:123; 8:18, 30; 13:42; 14:46; 35:10, 43; 40:25; 52:42; 86:15-16.

55. Allah demişti ki: “Ey İsa! Ben, seni vefat ettireceğim ve seni Bana (katıma) yükselteceğim1 ve seni, kafirlerden tahir kılacağım (onlardan arındıracağım, temiz kılacağım). Sana tabi olanları da Kıyamet Gününe kadar küfredenlerin üzerinde tutacağım. Ardından dönüşünüz Bana olacak. Ayrılığa düştüğünüz hakkında de aranızda hükmedeceğim.

ı 6:61 ayetinde “Sonra da sizden birine ölüm vakti geldiği zaman, resullerimiz (melekler) onu vefat ettirirler ve onlar hiç geri kalmazlar. şeklinde mevt (ölüm) vefat kelimelerin aynı cümle içinde kullanıldığı bu ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Mevt (ölüm), bedenin canlılığının son bulmasıdır. Vefat ise; tam, tastamam, eksiksiz, tamamlanmış anlamlarına gelen “وافى” (vfy) sözcüğünden türemiş bir sözcüktür (Ragıp El İsfehani, El Müfredat, s:1171-1172). Vefat sözcüğü de “bir şeyin veya görevin tamamlanması, canın (ruhun) tamamen bedenden ayrılması, hayatın sona ermesi” gibi anlamlara gelebilmektedir.

6:60 ayetindeki ifadeye göre insanlar her gece vefat ettirilmektedir, ancak bu esnada beden ölü (meyyit) değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez.

Örneğin, 39:42 ayetinde “Allah, ölümleri sırasında nefisleri vefat ettirir.” İfadesinde belirtildiği gibi; ‘Ruh’un bedenden alınması vefat, canlılığın son bulması ise ölüm yani mevt’tir. İnsan ruhunun uyku sırasında vücuttan çıkmış olması ve o sırada canlığın devam ediyor olması ruh bilimcilerin dikkate alması gereken önemli bir bilgidir. İnsan ruhu hakkında daha detaylı bilgi için 32:9 ve 17:85 ayetlerine bakınız. Uyuyan insanın ruhu vücuduna geri dönebiliyorken mevt olan (yani tamamen ölen) kişinin ruhu geri dönememektedir (Bkz: 23:100)

Bu ayetlere bakınca İsa Nebi’nin, ölmeden (yani bedenen henüz ölmeden) önce vefat ettirildiği (ruhunun alındığı, görevinin tamamlattırıldığı) kanaatine varılmaktadır.

Ayrıca: Kur’an’da bilinçli olarak öldürme eylemi için de “katl” sözcüğü kullanılmaktadır. Bu nedenle çeviride “mevt” kelimesi “ölüm” şeklinde çevrilmiş, “vefat” ile “katl” kelimesi ise aynen bırakılmıştır.

56. Kafir kimselere gelince, dünyada da ahirette de çetin bir azapla onlara azap ettireceğim. Onların yardımcıları da olmayacak.

57. İman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere gelince, (Allah) ecirlerini1 (yaptıklarının karşılığı) tam olarak verecektir. Allah, zalimleri sevmez.

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

Kur’an’da geçen “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

            Okuyucunun, Kur’an’daki kavramları doğru anlamasına katkı sağlamak amacıyla, “ceza” ve “ecir” terimlerinin çeviride Kur’an’daki orijinal halleriyle bırakılmasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

58. İşte bu, sana onu tilavet ediyoruz; ayetlerden ve hâkim (hikmet sahibi) olan zikirdendir (hatırlatıcıdandır, anmadandır).

59. Allah katında İsa’nın misali, Adem’in misali gibidir. Onu topraktan yarattı. Ardından ona “Ol!” dedi ve oluverdi.1

1 İsa ile Adem arasındaki benzerlik, matematiksel olarak da desteklenmiştir. Her iki isim Kur’an boyunca 25’er defa olmak üzere eşit sayıda tekrarlanır.

İncil’de de bu ayete benzer ifadeler yer alır: “ölüm bir insan aracılığıyla geldiğinden, ölülerin dirilişi de bir insan aracılığıyla gelir. Herkes Adem'de nasıl ölüyorsa, Mesih'te de herkes diriltilecektir.” (1. Korintliler, 21,22)

“Nitekim şöyle yazılmıştır: “İlk adem (adam, insan) yaşayan bir ruh (can) oldu. Son adem (adam, insan) de hayat veren bir ruh (can) oldu. Ancak, ruhsal (manevi) olan ilk değil, doğal (biyolojik) olandı. Ve sonra manevi (olandır). İlk adem yerden, yani topraktandır. İkinci adem (adam, insan) göktendir. Topraktan olan nasılsa, yeryüzündekiler de öyledir; göksel olan da nasılsa, göksel olanlar da öyledir. Ve dünyevi olanın suretini taşıdığımız gibi, göksel olanın da suretini taşıyacağız.” (1. Korintliler, 45-49)

“Çünkü, eğer bir'in (bir insanın) suçuyla ölüm o bir'in (bir insanın) aracılığıyla hüküm sürdüyse, (Allah’tan) bol lütfu ve doğruluk armağanını alanlar, bir’in, yani İsa Mesih aracılığıyla yaşamda hüküm süreceklerdir.” (Romalılar, 5:17)

60. Hak (gerçek) olan, Rabbindendir. O halde kuşkulananlardan olma!1

1 Buraya kadar Nasranilerin gözü önüne serilen noktalar şunlardır:

Birincisi; onlara, İsa’nın ilâhlığı inançlarının tamamen yanlış olduğu bildiriliyor. O sadece Allah’ın dileği ile mucizevî şekilde dünyaya gelmiş ve kendisine nebiliğin apaçık bir kanıtı olan mucizeler verilmiş bir insandı. O’nun yükselişine gelince, kâfirler Onu çarmıha germeden önce Allah Onu kendine yükseltmiştir. Aslında Kâinatın Hâkiminin gücü, kullarından herhangi birine dilediği herhangi bir şekilde davranmaya yeter. Bu nedenle İsa’ya hasredilen bu özel davranış nedeniyle, İsa’nın ilah (Yüce olan) olduğu, O’nun oğlu olduğu veya otoritesinde O’na ortak olduğu sonucuna varmak tamamen yanlıştır.

İkincisi; Muhammed’in onları, İsa’nın kendi zamanında ortaya koymaya çalıştığı aynı gerçeğe çağırdığı ve iki nebinin öğretilerinin temelde özdeş oldukları noktasında dikkat etmeye yöneltiyorlar.

Üçüncüsü; İsa’nın havarileri, Kur’an’da ortaya konulan aynı İslâm’a inanmışlar ve uymuşlardır. Daha sonraki çağlarda yaşayan Hıristiyanlar ise, İsa’nın mesajını terk etmişler ve havarilerin inancından sapmışlardır.

61. Bu nedenle kim, sana gelen ilimden sonra delil sunarak onun hakkında seninle iddialaşırsa1 de ki: “Gelin, oğullarımızı da oğullarınızı da kadınlarımızı da kadınlarınızı da nefislerimizi (sizden olan adamları) de nefislerinizi (sizden olan adamları) de çağıralım. Sonra da Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olmasını içtenlikle dileyelim.”2

1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

2 Meydan okuma içeriği nedeniyle bu ayete mübâhele (yalancı olan tarafın cezalandırılması için yapılan beddua) ve mülâane (karşılıklı lanetleşme) ayeti denmektedir.

Necranlı Nasranilerden 60 kişilik bir heyet Medine’ye gelerek Muhammed Nebimiz ile İsa Nebi hakkında tartışmaya girer. Yapılan tartışmaların sonu gelmeyince Muhammed Nebi, Yüce Allah’ın emriyle Necranlıları Mubâhaleye (lanetleşmeye) davet eder. Ancak heyet başkanı “Ey Ebu’l-Kâsım, seninle lanetlememeye karar verdik. Seni kendi dininle baş başa bırakacağız. Biz de kendi dinimize döneceğiz. Bizim hakkımızda istediğin gibi hükmet. Biz sana istediğin şeyi verelim ve seninle bir antlaşma yapalım. Yalnız bize ihtilaflarımızı halletmesi için bir Müslim hâkim gönder.” der. (İbn Hişam, es-Siretu’n-nebeviyye, 2, 233)

62. Şüphe yok ki bu, elbette ki hak (doğru, gerçek) olan kıssadır. Allah’tan başka ilah (Yüce olan) yoktur.  Şüphesiz ki Allah, muhakkak ki Azizul-Hakîm (Hikmetle hükmeden Mutlak Güç Sahibi) olandır.

63. Eğer dönerlerse, o zaman bilin ki Allah, fesatçıları Bilendir.

64. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda eşit (ortak) olan bir kelimeye gelin ve sadece Allah’a kulluk (hizmet) edelim ve O’nunla bir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz de kimimizi (bazı insanları) Allah’ın dışında rabler edinmesin.” Eğer dönerlerse, o zaman deyi ki: “Tanık olun, kesinlikle bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız)

Bu ayet, “İbrahim, bir Yahudi miydi, yoksa bir Nasrani miydi?” diye kendi aralarında tartışan Yahudi ve Hıristiyanlara verilen bir cevaptır. Benzer husus, Kur’an yerine, hadis ve sünnete göre yaşayan gelenekçi Müslümanlar için de geçerlidir.

65. Ey Ehl-i Kitap! Niçin delil sunarak İbrahim hakkında iddialaşıyorsunuz?1 Oysa Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

66. İşte sizler, hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda delil sunarak iddialaştınız! O halde hakkında bilgi sahibi olmadığınız konularda neden delil sunarak iddialaşıyorsunuz? Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

67. İbrahim, Yahudi veya Nasrani değildi, lakin hanif (şirk koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) bir Müslim (Teslim Olan) idi; müşrik olanlardan da değildi.

68. İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, şüphesiz ki ona tabi olan kimseler ve bu Nebi ve iman eden kimselerdir. Allah da müminlerin velisidir (yoldaşı, rehberi, gözeticisidir).1

1 Bu ayete benzer ifadeler, İsa Nebi ile onu öldürmeye çalışan İsrailoğulları arasındaki diyalogda geçmektedir: “Sizin İbrahim’in soyundan olduğunuzu biliyorum; fakat beni öldürmeye çalışıyorsunuz, çünkü sözlerim içinize işlemiyor.  Ben Babamın yanındayken gördüklerimi söylüyorum, siz de kendi babanızdan duyduklarınızı yapıyorsunuz.”  Onlar, “Bizim babamız İbrahim” diye cevap verdiler. İsa da dedi ki: “İbrahim’in çocuklarıysanız, İbrahim’in yaptıklarını yapın.  Fakat siz şimdi beni, Allah’tan işittiği hakikati size anlatan kişiyi öldürmeye çalışıyorsunuz. İbrahim böyle bir şey yapmadı. Siz babanızın yaptıklarını yapıyorsunuz.” Onlar da “Biz gayri meşru çocuklar değiliz; bizim tek Babamız var, O da Allah” dediler. İsa onlara şöyle dedi: “Babanız (Rabbiniz) Allah olsaydı, beni severdiniz. Çünkü ben, Allah’ın yanından geldim ve buradayım. Kendiliğimden gelmedim; beni O gönderdi. Söylediklerimi neden anlamıyorsunuz? Çünkü sözlerime katlanamıyorsunuz. Siz babanız İblistensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O kendi yolunda yürümeye başladığında katil oldu; hakikat yolunda kalmadı. Çünkü içinde hakikat yoktur. Yalan söylediği zaman, karakterine uygun davranır; çünkü hem yalancıdır hem de yalanın babasıdır. Oysa ben hakikati söylediğim için bana inanmıyorsunuz. Günah işlediğimi hanginiz kanıtlayabilir? Hakikati söylüyorsam neden bana inanmıyorsunuz?  Allah’tan olan, Allah’ın sözlerini dinler. Oysa siz Allah’tan olmadığınız için O’nu dinlemiyorsunuz.” (Yuhanna, 8:37-47)

69. Ehl-i Kitap’tan bir grup sizi delalete (sapkınlığa) düşürmeyi arzular. Ancak yalnızca nefislerinden (kendilerinde olanları) başkasını saptıramazlar, ama şuurunda (bilincinde) değildirler.

70. Ey Ehl-i Kitap! Sizler tanıklık ettiğiniz hâlde niçin Allah’ın ayetleriyle küfrediyorsunuz? (Allah’ın ayetlerini kanıt göstererek neden vahyi ve elçileri örtüyorsunuz/inkar ediyorsunuz?)

71. Ey Ehl-i Kitap! Neden hak (gerçek, hakikat) olanı batıl ile örtbas ediyorsunuz1 ve sizler, bile bile hak olanı gizliyorsunuz2!

            1 “لَبِسَ” (lebese) fiili, giymek, örtmek, örtbas etmek, gizlemek anlamlarına gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 23 kez geçer: 2:42, 187 (2 kez); 3:71; 6:9 (2 kez), 65, 82, 137; 7:26 (2 kez), 27; 16:14, 112; 18:31; 21:80; 22:23; 25:47; 35:12, 33; 44:53; 50:15; 78:10.

2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

72. Ehl-i Kitap’tan bir grup dedi ki: “Müminlere indirilmiş olanla günün başında iman edin, sonrasında ise küfredin (gerçeği örtün); Belki onlar (müminler) da dönerler.

73. Dininize uyanlardan başkasına da iman etmeyin (inanıp güvenmeyin).” De ki: “Hidayet (kılavuzluk), elbette ki Allah’ın hidayetidir. Size verilmiş olanın benzerinin bir kimseye (Resul’e) verilmesinden ya da Rabbinizin huzurunda size delil ile karşılık vereceklerinden1 dolayı mı (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Fazl (lütuf, cömertlik) elbette ki Allah’ın eliyledir; onu istediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir, Alim’dir (sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir; Bilendir).

1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi “delil sunarak iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15, 16.

74. Rahmetini, istediğine tahsis eder1. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Azîm’dir2 (Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem sahibidir).”

1 Bu kelime, “خ-ص-ص” (ḥa-sad-sad) kökünden türemiştir ve “tahsis etmek, “ayrıcalık tanımak”, “seçmek”, “ayırmak” gibi anlamlara gelir.  Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:105; 3:74; 8:25; 59:9.

            2 “Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Azîm” ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.

75. Ehl-i Kitap’tan bazılarına yüklerle mal emanet etsen, onu sana öder.1 Onlardan bazılarına da bir dinar2 (altın para) emanet etsen, başına dikilmediğin sürece onu sana ödemez.3 Bu, onların ‘Ümmiler4 (vahiy kitaplarından bir kısmına uymayanlar veya onlardan habersiz olanlar) hakkında bizim için bir yol (sorumluluk, vebal) yoktur’ demeleri5 ve bile bile Allah hakkında yalan söylemeleri nedeniyledir.

1 “يُؤَدِّه۪ٓ” kelimesi, “yerine getirmek”, “ödemek”, “ifa etmek” veya “tamamlamak” gibi anlamlara gelen “أَدَّى” (edda) fiil kökünden türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 2:178, 283; 3:75 (2 kez); 4:58; 44:18.

2 “دنر” (Dinar), altın para anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

3 Ayete dikkat edilirse hepsinin aynı olmadığına ve toptancı değerlendirmelerden kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

4 Bazıları “Ümmi” kelimesinin “okuma-yazma bilmeyen” anlamına geldiğini iddia ederek anlamını tahrif ettiler. Oysa bu ayet, “Ümmiyyin” kelimesinin “Allah’tan gelen vahiy kitaplarından bir veya ikisine uymayanlar veya habersiz olanlar” anlamına geldiğini ispatlıyor.

5  Yani Yahudiler, kendilerinden olanlarla olan ilişkilerinde adaletli olmaları isteniyor ve Yahudi olmayan birinin mülkünü gasp etmekte bir beis görülmüyordu. Bu inanç sadece cahil Yahudi yığınları arasında yaygın değildi. Bilâkis bütün dinî sistem, İsrailliler ve İsrailli olmayanlarla kurulan ilişkilerde tamamen farklı davranmaya müsaade edecek bir şekilde yoğrulmuştu. Onların ahlâkî değerleri belli bir tür davranışı İsrailoğullarından birine karşı yapmayı yasaklıyor, fakat Yahudi olmayan birine karşı o şekilde davranmaya izin veriyordu. Aynı şey bir İsrailli için doğru oluyor; fakat İsrailli olmayan biri için ise yanlış kabul ediliyordu.

Örneğin Talmut’ta şöyle denilmektedir ki: “Şayet bir İsraillinin boğasını İsrailli olmayan bir kimsenin boğası yaralarsa, İsrailliye tazminat vermek zorundadır. İsraillinin boğası İsrailli olmayanın boğasını yaralarsa, İsrailli tazminat vermek zorunda değildir. Bir kimse kaybolmuş bir şey bulursa ve bulduğu şey İsraillilerin yerleşim bölgesindeyse, bulduğu şeyi sahibine vermek için ilân etsin. Şayet, İsrailli olmayanların bölgesinde bulunmuşsa, ilân etmeye gerek yoktur. İsmail’in Rabbi diyor ki: Bir ümmi ile bir İsrailli arasında anlaşmazlık çıkmışsa, mahkemedeki hâkim, kardeşinin lehine bitmesi için uğraşsın. Mümkün değilse ümmilerin kanunlarına göre, kardeşinin lehine bir sonuç almaya çalışsın. Ve “Bu sizin kanununuza göredir” desin. Her iki kanundan da yararlanamıyorsa, hangi yolla olursa olsun, İsrailli kardeşini kazandırsın. İsmail’in Rabbi, “İsrailli olmayanların zaaflarından yararlanın” diyor.” (Talmudic Mıscelleny. Paul İsaac Hershum. 1880, London. Sh. 37, 210-221).

Bu bir tür ırkçılıktır, kendini üstün görmedir. Çağımızın hastalığı emperyalizmin (sömürgeciliğin) ve medeniyetler çatışması tezinin düşünsel arka planı da öyledir.

76. Bilakis, kim ahdine vefa gösterir ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursa, o halde bil ki Allah, takva sahibi olanları sever.

77. Şüphesiz ki, Allah’a verdikleri ahit ve yeminlerine karşılık azıcık bir semen (dünyalık bir değer; para, mal, makam, çıkar) satın alanların, işte onların ahirette hiçbir payı yoktur. Kıyamet gününde de Allah onlara konuşmayacak ve onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacak! Onlar için elem verici bir azap da vardır.

78. Şüphesiz ki onlardan bir grup, (söylediklerini) Kitap’tan sanasınız diye Kitap ile dillerini eğip bükerler1. O (söyledikleri), Kitap’tan değildir. O, Allah’ın katındandır derler. (Oysaki) O, Allah’ın katından değildir. Onlar, Allah hakkında bile bile yalan söylüyorlar.

1 Arapça “يَلْوُۥنَ” (yelvûne) kelimesi, “ل و ى” (lam-vav-ye) kökünden türemiştir. Bu kök, bükmek, çevirmek, eğmek veya yön değiştirmek gibi anlamlar taşır. Fiil formunda “يَلْوُۥنَ” genellikle çevirirler, döndürürler ya da eğip büküyorlar anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 ayette geçer: 3:78, 153; 4:46, 135; 63:5.

Burada sözü edilen Ehl-i Kitap ile; Yahudi ve Hıristiyanlar gibi, Kur’an ayetlerinin anlamını çarpıtmak için din adamlarının uydurduğu hadis ve sünneti savunan gelenekçi Müslümanlar da kastedilmektedir.

79. Allah’ın kendisine Kitap, hüküm1 (bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve nübüvvet verdiği bir beşerin (insanın) insanlara, “Allah’ın dışında bana da kulluk (hizmet) edin.” demesi mümkün değildir. Hayır! Okuyor olduğunuz ve ders yaptığınız (öğrettiğiniz) Kitap gereği Rabbaniler2 olun!

            1  Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.

2 “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni), Arapça’da “Rabbe ait olan”, “Rabbe bağlı olan” anlamlarına gelir. Bu kelime, İbranice’deki “רַבָּן” (Rabbān) ve Süryanice’deki “ܪܒܢ” (Rabbān) kelimeleriyle doğrudan bağlantılıdır. Söz konusu dillerde bu iki kelime de “bilgin, öğretmen, dini lider” anlamına gelmektedir. “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni) ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 3:79, 146; 5:44, 63.

80. (O nebi), melekleri ve nebileri rabler edinmenizi de emretmez. Müslim (Teslim Olan) olduktan sonra size küfrü emreder mi?

81. Allah, nebilerden “Ben, size Kitap ve hikmet (yargıda bulunma kabiliyeti, bilgelik) verdikten sonra sizde olanı (Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resul geldiğinde mutlaka onunla iman edecek (inanıp güvenecek) ve ona yardım edeceksiniz.” diye misak (söz) aldı. “Bunu ikrar (kabul) ettiniz mi ve bu ağır yükü üstlendiniz mi?”1 dediğinde, “ikrar ettik.” dediler. (Allah) “O halde tanık olun, Ben de sizinle birlikte tanıklık edenlerdenim!” dedi.2

1 Burada sözü edilen “ısr” yani “ağır yük”, bütün nebilerden alınan ve “gelecek olan yeni Resul ile iman edip ona yardım etmeleri” şeklindeki sözdür. Sonradan gelecek olan Resul ile iman etme (inanma ve güvenme) ve destek verme sorumluluğudur. Muhammed, son nebidir, ancak son resul değildir (Bakınız: 33:7 ve 33:40).

İkrar; söyleme, bir şeyi bildirme, haber verme, yerine getirme, benimseme, onama, kabul, tasdik, hakkı itiraf etmek, karar vermek ve sabit kılmak, mukarrer kılmak” manalarına gelir. Hukuk terimi olarak da kişinin kendi aleyhine de olsa, dil ile zorlama/ikrah olmadan itiraf etmek, gerçeği söylemektir. İkrar sözcüğü Kur’an’da 4 defa [2:84; 3:81 (2); 9:102] geçmektedir.

2 İşte bu büyük kehanet artık gerçekleşti. Bu ayette ve Tevrat’ın Malaki 3:1-21, Luka 17:22-36 ve Matta 24:27’de önceden haber verildiği gibi, Yüce Allah’ın Antlaşma Resulü, Allah’ın nebileri tarafından iletilen Allah’ın mesajlarını arındırmak ve birleştirmek zorundadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm vb. ciddi şekilde bozulmuştur. Onları arındırmak ve yalnızca O’na tapmanın sancağı altında birleştirmek Yüce Allah’ın iradesidir. Kur’an’ın matematiksel kodu içinde ismi “Reşad Halife” olarak tartışmasız bir biçimde belirtilmiş olan Allah’ın Antlaşma Resulünü desteklemek için Yüce Allah tarafından karşı konulmaz kanıt sağlanmıştır. (Bakınız: Kur’an-Son Ahit, Ek-2, s.372).

Ayrıca; Kur’an’da türevleri beş yüzden fazla geçen ReSuL (elçi) kelimesi Kur’an’ın başından bu ayete kadar tüm türevleriyle birlikte 19 ayette geçer. Bir başka deyişle bu ayet baştan itibaren ReSeLe kelimesinin tüm türevleriyle geçtiği 19’uncu ayettir.

82. Artık bundan sonra kim dönerse, işte onlar fasıklardır.

83. Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Göklerde (7 evrende) ve yerde olanların hepsi isteyerek veya istemeyerek O’na boyun eğmiştir.1 O’na da döndürülecekler.

1 Burada, Allah’ın, evrene koyduğu yasalara tüm varlıkların boyun eğdiği ve o yasalara göre varlıklarını sürdürdükleri belirtilmektedir. Benzer mesaj 41:11

84. De ki: “Allah ile iman ettik (O’nun aracılığıyla inanıp güvendik); Ve bize indirilen (Kur’an ile), ve İbrahim’e ve İsmail’e ve İshak’a ve Yakub’a ve torunlarına indirilen ile ve Rablerinden Musa’ya ve İsa’ya ve nebilere verilen ile iman ettik (inandık ve güvendik). Onların (o kitapların) arasında hiçbirine ayırım yapmayız ve biz O’na Müslimleriz (teslim olanlarız).”

Bu ayette Yüce Allah, Müminlerden, Muhammed Nebi’ye verilen Kur’an ile birlikte diğer nebilere verilen Tevrat ve İncil’e de ‘iman ettik’ demelerini ve söz konusu ‘kitaplar arasında ayırım yapmayız’ demelerini emrediyor. Bu mesaj 2:136 ayetinde de yer almaktadır.

Tevrat (Eski Ahit), 39 kitaptan oluşmaktadır. Tevrat’ın ilk 5 kitabı Musa Nebi’ye indirildi. Bu ilk 5 kitaba da “Tora” denilmektedir. Bunlarda ilk önce Âdem, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf Nebi’nin kıssaları anlatır. Sonra da Musa, Harun ve Meryem Nebi’den söz edilir. nin yaptıkları anlatılır. Diğer 34 Kitap ise Yeşu, Ezra, Nehemya, Ester, Eyüp, Süleyman, Davud, Yeşeya (İsa), Yeremya, Hezekiel, Daniel, Hoşea, Yoel, Amos, Ovadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Sefanya, Hagay, Zekeriya, Malaki gibi farklı nebilere indirilmiştir.

İncil (Yeni Ahit) de 27 kitaptan oluşmaktadır. İlk 4 kitabı (Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri) İsa Nebi’nin sözlerini ve yaptıklarını anlatır. Diğer kitaplar ise nebiler (Matta, Yuhanna, Luka, Markos, Pavlus, Petrus, Yakup, Yahuda) tarafından yazılmıştır.

Kur’an (Son Ahit) ise Sadece Muhammed Nebi’ye indirilmiş olan kitaptır.

85. Ve kim, İslam’dan (Teslimiyetten) başka bir din ararsa, kendisinden asla kabul edilmeyecek!  O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.

86. İman ettikten ve resulün hak (doğru, gerçek) olduğuna tanık olduktan ve kendilerine beyyineler (apaçık kanıtlar) geldikten sonra küfreden (hakkı örten) bir topluma Allah nasıl hidayet (kılavuzluk) eder? Allah, o zalimler topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.

87. İşte onların cezası (karşılığı), Allah’ın ve meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır.1

1 Lanet ile ilgili açıklama 2:88 ayetinde yer alır.

88. Orada kalıcıdırlar. Azapları onlardan hafifletilmez. Onlara mühlet de verilmez!1

1 Bu ayet, 2:162 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

89. Bundan sonra tevbe eden1 (Allah’a yönelen) ve kendilerini ıslah eden kimseler bilsinler ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır; Merhametlidir).2

1 Tevbe “bir yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya yönelmek” anlamına geldiğinden dolayı, ayette ikinci sırada aslehû yani “ıslah etmek” ifadesi kullanılmaktadır. Yüce Allah’ın ifadesine göre imandan sonra küfre düşenler inkârdan vazgeçerlerse ve samimiyetle imana yönelirlerse onları da bağışlayabileceğini haber vermektedir. Benzer mesajlar: 2:159-161; 4:16-17, 146; 5:39; 24:5; 25:70-71; 27:11.

Yüce Allah, 20:82 ayetinde bağışlanmayı dört temel şarta bağlamıştır:

            * Tevbe: Tevbe, isyan, itaatsizlik, şirk ve küfürden sakınıp Allah’ın emirlerine yönelmeyi ifade eder. Bu, kişinin hatalarını kabul ederek Allah’a yönelmesi ve O’nun rızasını kazanmayı amaçlayan bir dönüşümdür.

            * İman: İman, vahiy kitabında tanımlandığı şekilde, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek O’na güvenmeyi içerir. Aynı zamanda Ahiret Günü’nde gerçekleşeceği belirtilen hesabın, Allah’ın bildirdiği şekilde adil ve hakkaniyetli olacağına inanmayı da kapsamaktadır.

            * Salih Amel: Salih amel, Allah’ın emirlerine uygun şekilde yapılan doğru, yapıcı ve erdemli işleri ifade eder. Bu ameller, kişinin hem bireysel hem de toplumsal fayda gözeterek gerçekleştirdiği erdemli davranışlardır.

            * Hidayet: Hidayet, doğru yola rehberlik ve kılavuzluk anlamına gelir. Sırat-ı Müstakim’de (doğru yolda) olmak, yalnızca Yüce Allah’ın lütfuyla mümkün olan bir nimettir. Bu durum bireyin, hidayeti (ilahi rehberliği) umarak hayatını bu doğrultuda şekillendirmesini ifade eder.

2 Bu ayet, 24:5 ayetinde de tekrarlanmaktadır.  Benzer mesajlar: 2:159-161; 4:16-17, 146; 5:39; 25:70-71; 27:11.

90. Şüphesiz ki iman ettikten sonra küfreden kimselerin, sonra da küfürde ileri gidenlerin tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar da sapkın olanlardır.

91. Şüphesiz ki küfreden ve kafir olarak ölen kimseler, dünya dolusu altını olsa ve onu fidye (bedel) olarak verseler de onların hiçbirinden kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elem verici bir azap vardır, onların yardımcıları da yoktur!

92. Sevdiğiniz şeylerden infak1 edinceye kadar (Allah için karşılıksız olarak harcayıncaya kadar) birr’e (iyiliğe, doğruluğa, erdeme ve takvaya) asla erişemezsiniz. Her ney infak ederseniz, bil ki Allah onu bilendir.

1 İnfâk ile ilgili açıklama 2:3 ayetinde yer alır.

93. İsrailoğullarına tüm yiyecekler helal idi1; Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in2 kendi nefsi için haram kıldığı (kendisine yasakladığı) şeyler hariç. De ki: “Öyleyse Tevrat’ı getirin ve sadıklar (doğru, güvenilir olanlar) iseniz onu tilavet edin (okuyup aktarın)!”3

1 Ayette bulunan “Tevrat indirilmeden önceİsrailoğullarına tüm yiyecekler helaldi.” şeklindeki ifadeyi yine Tevrat’ta da görebiliyoruz: “Ve Yüceler, Nuh’u ve oğullarını bereketli kıldı ve onlara dedi ki: “Verimli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve yeryüzündeki canlılar da gökteki kuşlar da debelenenler de denizdeki balıklar da sizden korku ve dehşet duyacak. Onları da sizin yönetiminize bıraktık. Yaşayan ve hareket eden her şey de sizin için yiyecek olacak ve yeşil bitkiler gibi hepsini size verdik. Ancak hiçbir eti, kanı canındayken (canlı iken) yemeyeceksiniz.” (Başlangıç, 9:1)

2 Bu ayette yer alan “İsrail” kelimesi ile Yakup Nebi değil, İsrailoğulları kastedilmektedir. Çünkü, İsrailoğullarına Tevrat indirilmeden yaklaşık 400 yıl önce Yakup Nebi ile insan görünümündeki melek arasında geçen güreşteki hadise nedeniyle Yakup Nebi’ye olan saygılarından dolayı İsrailoğullarının, kendi iradeleriyle hayvanın uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk damarındaki siniri (siyatik siniri, tendon) haram saydıkları anlaşılmaktadır. Yüce Allah da Tevrat’ta bu hususu şöyle anlatmaktadır: “Ve (böylece) Yakup yalnız kaldı. Bir yabancı da (ortaya çıkıp) şafak sökene kadar onunla güreşti.  (Yabancı) üstün gelemediğini görünce (Yakup’un) uyluk yuvasına vurdu. Yakup’un kalçası da onunla güreşirken yerinden çıktı… Peniel’den ayrılırken güneş onun (Yakup’un) üzerine ışıdı. Uyluğundan dolayı da aksıyordu.  Bu nedenle İsrailoğulları, bugüne kadar uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk damarındaki siniri (tendonu, siyatik siniri) yemezler. Zira (yabancı) Yakup’un uyluk yuvasına, yerinden oynamış sinirin olduğu yere dokundu.” (Başlangıç, 32:24,25, 31,32)

“Bu nedenle İsrailoğulları, bugüne kadar uyluk çukuru üzerinde bulunan uyluk damarındaki siniri yemezler.” (Yaratılış 32:31) ayetinde yer alan “bugüne kadar” ifadesiyle de, Musa zamanında indirilen ayetlerle, İsrailoğullarının uydurduğu bu yasağın ilahi kaynaklı olmadığı ve sonradan kaldırıldığı anlaşılmaktadır.

3 Bu olayın gerçek olduğunu göstermek için de Yüce Allah, Yahudilerden yanlarındaki Tevrat’ı getirip okumalarını istemektedir.

94. Artık kim bundan sonra Allah’a iftira ederse (Allah adına yalan uydurursa); işte onlar zalimlerdir.

95. De ki: “Allah, doğruyu söyledi, öyleyse siz de hanif (şirk koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) olarak İbrahim’in milletine (dinine) uyun! O, müşriklerden değildi!”

96. Şüphesiz ki insanlar için kurulan ilk ev Bekke’de olandır; mübarektir (kutsanmış, bereketli) ve alemler için bir hidayettir (kılavuzdur).1

1 Kur’an’da kod görevi gören Başlangıç Harfleri ile; sureleri, surelerin ayetlerini, hatta kodlanan harflerin sayılarını dahi Yüce Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.

Başlangıç harflerindeki 19 kodlu matematiksel sistem ile bağlantılı olarak bazı surelerde dikkat çekici “harf oyunları” yapılmıştır. Bu ayet de onlardan bir tanesidir. 48:24 ayetinde Mekke şehrinin ismi doğru olarak “Mekke” şeklinde yazılmasına rağmen burada “Bek­ke” şeklinde yazılması ilginçtir. Surenin başındaki harflerin 19 kodlu matematiksel sistemdeki rolü düşünülürse, “Mim” harfi yerine “B” harfinin kullanılmasının “Elif, Lam, Mim” harfleriyle ilişkisi kolaylıkla anlaşılır.

Eski Ahit’te de kutsal Bakka vadisinden bahsedilmekte olduğunu görüyoruz: Ne mutlu senin evinde oturanlara, Seni sürekli överler! Sela. Ne mutlu gücünü senden alan insana! Aklı hep Siyon’u ziyaret etmekte. Baka Vadisi’nden geçerken, Pınar başına çevirirler orayı, İlk yağmurlar orayı berekete boğar.” (Mezmurlar, 84:4-6)

Bakka, İbranice’de ağlama anlamına gelmektedir. Arapça’da da aynı anlama gelmektedir. Nasranilerin yaptığı Tevrat çevirilerinde ise farklı anlamlar verilmişse de daha çok göz yaşı şeklinde çevrilip, göz yaşı vadisi olarak adlandırılmıştır. Nedense Yahudiler ve Nasraniler ağlama vadisinin nerede olduğunu bulamamakta ve İsrail topraklarında olduğunu tahmin etmektedirler. Halbuki Hacer’in ve İsmail’in, İbrahim tarafından Mekke vadisinde bırakıldığı; Hacer’in su için ağladığı ve onlar için zemzemin yerden çıkarıldığı Tevrat’ta da mevcuttur (Başlangıç 21:15-19). Arap yarımadasının kuzeyinde Batnımekke adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Buna Bekke de zamanla denmiş olabilir.

Tevrat’taki ayet ile diğer ayetleri tetkik ettiğimizde bu yerin Mekke vadisine uyduğunu görürüz. Bunlardan da anlaşıldığı üzere, İsrailoğulları, eski zamanlarda ve muhtemelen Babil sürgününe kadar olan zamana kadar Mekke’deki Kâbe’de hac yapmaktaydılar. Bugün ağlama duvarının önünde yaptıkları davranışın sebebi de bu hac zamanlarından kaynaklanıyor da olabilir.

97. Onda, İbrahim’in Makamı ve beyyine olan ayetler (apaçık olan kanıtlar, işaretler) vardır. Kim oraya girerse güvende olur. Onun yoluna gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi, Allah’ın, insanlar üzerindeki bir hakkıdır.1 Kim de küfrederse (örterse), bilsin ki Allah, tüm alemlerden (varlıklardan) Ğani’dir (Zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’nundur).

1 Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir. Hac kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 12 kez geçer: 2:158, 189, 196 (3), 197 (3); 3:97; 9:3, 19; 22:27; 28:27.

Hac ibadeti Müslimler (Teslim Olanlar) için farzdır. Ayrıca Allah’ın, bütün insanlara haccı emretmiş olduğu da belirtilmektedir.

98. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın ayetleri ile1 küfrediyorsunuz? (Neden Allah’ın ayetlerini kanıt göstererek vahyi ve elçileri inkar ediyor ve hakkı örtüyorsunuz?) Allah da yapmakta olduklarınıza tanıktır.

1 “Ayetleri ile” şeklinde çevirdiğimiz “بِاٰيَاتِ” (bi-ayâti) sözcüğü, birçok meal ve tefsirde “ayetlerini” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.

99. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın yolunu (vahyi) eğri (çarpık)1 göstermeye çalışıp iman eden kimseleri engelliyorsunuz? Sizler de tanıksınız, Allah da yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir.”

            1 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.

100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilen kimselerden bir gruba uyarsanız, sizi imanınızdan sonra küfre döndürürler.

Benzer mesaj: 3:149

101. Ve Allah’ın ayetleri size tilavet ediliyorken (okunup aktarılıyorken), Resulü de aranızda iken nasıl küfredersiniz (hakkı örtersiniz)? Kim de Allah ile (O’nun vahyiyle) sarılırsa, o zaman müstakim (dosdoğru) yolda ona hidayet (kılavuzluk) edilmiştir.

“Sırat-ı Müstakim” ile ilgili açıklama 1:6’da yer alır.

102. Ey iman edenler! Allah için hakkıyla takvalı (Allah’a karşı sakınan) olun ve sizler, Müslimler (Teslim Olanlar) olmaktan başka (bir şekilde) ölmeyin!

103. Ve topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın1 ve sakın ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de zikredin (hatırda tutun, anın). Siz, birbirinize düşman iken, kalplerinizi birbirine uzlaştırdı. Böylece O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız.2 Bir ateş çukurunun3 da eşiğindeydiniz, sizi ondan kurtardı. Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. Belki hidayet (kılavuzluk) edilirsiniz.4

1 “Allah’ın ipi” O’nun indirdiği Kur’an’dır. “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın” ifadesi, Müslimlerin Allah’ın yoluna en büyük önemi vermeleri, dini, tüm ilgilerinin merkezi yapmaları ve onu yaymak için güçlerinin sonuna kadar çabalayıp, ona hizmette iş birliği yapmaları gerektiği anlamına gelir. Bu ipi gevşettikleri ve onun ana prensiplerinden uzaklaştıkları anda bölücülükten şikâyet etmeye başlayacaklar ve daha önceki nebilerin kavimleri gibi bölümlere ve alt-bölümlere ayrılacaklardır. Bunun bir sonucu olarak, geçmiş nebilerin ümmetleri bu dünyada da ahirette de rezil olmuşlardır.

2 “صَبَاح” (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

            3 “حَافِرَة” (hâfirâ) sözcüğü, “حَفَرَ” (h-f-r) kökünden türetilmiş bir sözcüktür ve “kazı”, “çukur”, “yer açmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da, aynı kökten türemiş 2 sözcük geçmektedir: 3:103; 79:10.

4 Vahye uymayla ilgili mesajlar için Bkz: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.

104. Ve sizden hayra çağıran ve maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile emreden, münkerden de nehyeden (Vahye aykırı şeylerden sakındıran) bir topluluk bulunsun. Felaha (kurtuluşa) erenler de işte onlardır.

105. Kendilerine beyyineler (apaçık kanıtlar) geldikten sonra ayrılığa düşüp bölünenler gibi de olmayın!1 İşte onlar için Azîm (muazzam) bir azap vardır.

1 31:21 ayetinde ifade edildiği üzere tefrika ve ihtilaf bir ateştir ve içine düşenleri yakacaktır. İşte Kur’an bu felaketlerle karşılaşmamak için muhataplarını uyarmakta ve tefrika ile ihtilafı onların gündeminden çıkarmalarını istemektedir.

Bu nedenle Nebi adına uydurulan sözlerle, başkalarının ağzından söylenen rivayetlerle Kur’an’ın mesajını değiştirmeye çalışan tüm fırkalardan, mezhep ve tarikatlardan uzak durulmalıdır. Benzer mesajlar: 3:103-5; 6:159; 8:46; 23:52-56; 30:30-32.

106. O gün (bazı) yüzler ağarır, (bazı) yüzler ise kararır.1 Bundan dolayı “yüzleri kararan kimselere, “imanınızdan sonra küfür mü ettiniz (hakkı mı örttünüz)? Öyleyse küfrünüze karşılık azabı tadın!” (denilecek).

1 Mahşerdeki yüzlerle ilgili benzer mesajlar: 10:26; 39:60; 55:41; 75:22-25; 80:38-40; 83:24; 88:2,8.

107. Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar da orada kalıcıdırlar.

108. Bunlar, sana hak (doğru, gerçek) olarak tilavet ettiğimiz (okuyup aktardığımız) Allah’ın ayetleridir. Allah, âlemlere zulmetmek istemez!

109. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Bütün işler de Allah’a döndürülür.

110. İnsanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz (topluluksunuz); maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile emreder ve münkerden nehyedersiz (vahye aykırı olandan sakındırırsınız) ve Allah ile iman edersiniz.1 Ehl-i Kitap da iman etmiş (inanıp güvenmiş) olsaydı, elbette ki kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır, onların çoğu ise fasıktır (vahye aykırı davranırlar).2

1 Benzer mesajlar: 5:79; 7:164, 199; 9:71; 11:116.

2 Benzer mesaj: 57:26.

111. (Onlar), size eziyet etmek dışında asla bir zarar veremezler. Sizinle kital yapmaları (savaşmaları) durumunda da size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım edilmez.

112. Allah'tan bir ipe (ahit, koruma) ve insanlardan bir ipe (destek, koruma) tutunmaları dışında yakalandıkları1 yerde onlara zillet2 darp edildi (aşağılanma damgası vuruldu). Allah’tan bir gazaba da uğradılar. Üzerlerine de miskinlik3 darp edildi (yoksulluk damgası vuruldu). Böyledir! Çünkü onlar Allah’ın ayetleri ile4 küfrediyorlar ve nebileri haksız yere katlediyorlar!5 Böyledir! Çünkü isyan ettiler ve haddi aştılar!

            1 “ث ق ف” (th-q-f), bir şeyi bulmak, yakalamak, ele geçirmek veya ona yetişmek gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 2:191; 3:112; 4:91; 8:57; 33:61; 60:2.

            2 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

3 Miskin (yoksul), temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.

4 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

5 Benzer mesajlar: 2:61,91; 3:112, 181; 4:155.

113. Onlar (Ehl-i Kitap) eşit değildirler.1 Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir topluluk vardır. Gece vakitlerinde2 Allah’ın ayetlerini tilavet ederler (okuyup aktarırlar). Onlar secde de ederler.2

1 3:69, 72, 75, 78 ayetlerinde de geçtiği üzere, Yüce Allah Ehl-i Kitap’ın hepsinin aynı duyarsızlıkta olmadığını, kötüleri çoğunlukta olsa da içlerinden iyilerin de bulunduğunu, bütüncül bir değerlendirme yapmamak gerektiğini bu ayette ortaya koymaktadır. Benzer mesajlar: 3:69, 72, 75, 78, 113; 4:46; 5:66; 7:168.

2 “اٰنَٓاءَ” (â’nâ’â) kelimesi “saatler”, “vakitler”, “zaman dilimleri” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 3:113; 20:130; 33:53; 39:9.

3 Müminlerin geceleri değerlendirmeleri ile mesajlar: 3:17; 17:79; 20:130; 25:64; 32:16; 39:9; 50:39; 51:16-18; 52:49;7 3:2-4,20; 76:26.

114. Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler. Maruf (faydalı, doğru olan iş ve tutum) ile de emreder ve münkerden nehyederler (vahye aykırı olandan sakındırırlar). Hayratta (hayırlı işlerde) da yarışırlar. İşte onlar salih (dürüst, erdemli) olanlardandırlar.

115. Hayırdan işledikleri şeyler de asla küfredilmeyecek (üstü örtülmeyecek). Allah muttakileri (Allah’a karşı sakınanları) Bilendir.

116. Şüphesiz ki küfreden kimselere malları da evlatları da Allah’tan gelen bir şeye karşı onlara bir fayda sağlamayacak. Ateş halkı da işte onlardır. Onlar orada kalıcıdırlar!

117. Bu dünya hayatında infak ettikleri şeylerin durumu, kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmeden bir topluluğun ekinine isabet eden ve onu mahveden kavurucu rüzgâr gibidir. Allah, onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi nefislerine (kendilerine/kendilerinden olanlara) zulmediyorlar.1

1 Benzer mesajlar: 2:57; 7:160, 177; 9:70; 10:44; 11:101; 16:33, 118; 18:49; 29:40; 30:9; 43:76.

118. Ey iman edenler! Sizden olmayanı iç çevreniz1 (yakın dostlar, sırdaş) edinmeyin! Onlar, size fenalık etmekten asla geri kalmazlar ve sürekli size sıkıntı verecek2 şeyleri arzularlar. Buğz3 (kin, nefret) ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Ayetleri elbette ki size açıkladık! Aklınızı kullanıyorsanız…

            1 “بِطَانَةٌ” (bitaneten) bir şeyin iç astarı, iç yüzü, içte kalan kısmı demektir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 25 kelime geçer: 2:174; 3:35, 118; 4:10; 6:120, 139, 151; 7:33; 16:66, 69, 78; 22:20; 23:21; 24:45; 31:20; 37:66, 144; 39:6; 44:45; 48:24; 53:32; 55:54; 56:53; 57:3, 13.  

2 “أعنَتَ” fiili, “zorlaştırmak, güç duruma sokmak, zora koşmak” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:220; 3:118; 4:25; 49:7.

            3 Buğz sözcüğünün geçtiği yerler: 3:118, 119; 5:14, 64, 91; 60:4.

119. Sizler, işte böylesiniz! Onları seversiniz, onlar ise sizi sevmezler! Kitabın tümü ile de iman edersiniz. Sizinle karşılaştıkları zaman da “iman ettik.” dediler. Yalnız kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar.1 De ki: “Buğzunuzla (kininizle, nefretinizle) ölün! Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü (kalplerinden geçeni) bilendir.”

1 Yüce Allah münafıkların kendileriyle baş başa veya yalnız, kendi başlarına kaldıklarında Müslimlere besledikleri kin ve öfkeyi ifade etmektedir. Bu ifadenin benzerinin yer aldığı 2:14’te “şeytanları (kafadarları) ile baş başa kaldıklarında” ifadesi yer almakta, 2:76’da ise “birbirleriyle baş başa kaldıklarında” cümlesine yer verilmekte, üç ayette verilen mesaj münafıkların ikiyüzlü tutumunu ortaya koymuş olmaktadır. Ayette yer alan “Size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar” ifadesi münafıkların öfkesini göstermekte, düşmanlık ve kinleri nedeniyle adeta deliye dönmüşçesine parmaklarını ısırdıkları anlamını vermektedir. “Öfkeden parmakları ısırmak” ifadesi elbette mecazdır ve kişinin ne düzeyde öfkeli olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bu ifade, 3:118’de geçen “Hep size sıkıntı verecek şeyleri isterler ve gizledikleri şeyler, kinleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür.” cümlelerinin açılımıdır.

120. Size bir hasenat1 dokunursa üzülürler. Başınıza bir seyyie2 gelirse de ona sevinirler. Sabreder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız onların tuzakları size zarar vermez. Şüphesiz ki Allah, onların yaptığı şeyleri kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).3

1 “hüsn” kökünden türemiş bir sıfat olan hasenat; iyilik, sağlık, âfiyet, başarı, refah, iman ve ilim gibi meziyet ve fırsatlar anlamlarına gelir.

2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

3 Bu ifadelerle başlayan ayetlerin, tarih kitaplarında, müminlerden çok sayıda şehit verildiği belirtilen Uhud Savaşı ile ilgili olduğu belirtilmektedir.

121. Ve sabahın erken vakitlerinde1 müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek üzere ailenden ayrılmıştın. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir (İşitendir, Bilendir).

1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.

122. O vakit, aranızdan iki grup korkuya kapılmış ve geri çekilmeye yeltenmişti. Halbuki Allah, onların velisiydi (yoldaşıydı, rehberiydi, gözeticisiydi). Müminler sadece Allah’a tevekkül etsin (O’na güvensin, O’na dayansın).

123. Andolsun ki Bedir’de zillet1 içinde olduğunuz hâlde Allah size yardım etmişti. Öyleyse Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun! Belki şükredersiniz!

            1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

124. O zaman müminlere şöyle diyordun: “İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi desteklemesi, sizin için yeterli değil midir?”

125. Evet! Sabreder (direnç gösterir, zorluklara dayanır) ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olursanız, (düşmanlarınız) şu anda ansızın üzerinize gelseler de Rabbiniz nişanlı (seçkin) beş bin melekle sizi destekler1.

1 “uzatmak, desteklemek, yardım etmek” gibi anlamlara gelen “أَمَدَّ” (amadda) fiilinden türemiş olan “يُمْدِدْ” (yumdid) fiili de “arttırır, genişletir, destekler, yardım eder” anlamlarına gelir.

Bu ayette ve 8:9 ayetinde, Bedir’deki 1000 melekle gerçekleştirilen yardım hatırlatılmaktadır.

126. Allah, sizin için bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye onu yaptı! Nusret (yardım ve zafer), Azizil-Hakîm (Hikmetle hükmeden Mutlak Güç Sahibi) Allah’tandır.

127. Küfreden kimselerden bir kısmını yok etmek veya onları sindirip, umutsuz ve bozguna uğramış1 bir hâlde geri dönsünler diye (onu yaptı).

1 “خَابَ” (khāba) Arapça bir fiildir ve “hüsrana uğramak, başarısız olmak, kayıp yaşamak, hayal kırıklığına uğramak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 3:127; 14:15; 20:61, 111; 91:10.

128. Hüküm konusunda sana ait hiçbir şey yoktur. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder ya da onlara azap eder. Bil ki artık onlar zalimlerdir.

129. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. İstediğine mağfiret eder (bağışlar), istediğine de azap eder. Ve Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

130. Ey iman edenler! Katlanarak artan ribayı1 yemeyin.2 Ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun! Belki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.

1 Bu kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا” (râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5; 23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.

Bu ifade İbranice’de de “תַּרְבִּית” (rabah) şeklinde geçmektedir ve yüksek olan, artırılmış, yükseltilmiş faiz ile borç vermek, yani tefecilik faizi uygulamak demektir.

2 Bu ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39 ayetlerinde de yüksek faiz verenlerden, yani borçlananlardan değil, yüksek faizle borç verenlerden söz edildiği görülmektedir.

“Katlanarak artan riba” da “bileşik faiz” olabilir mi? Çünkü Bileşik faiz, her dönem kazanılan faizin ana paraya ilave edilerek, bu miktara tekrar faiz işletilmesi usulüdür.

Banka mevduatlarındaki faizler ve kredilerden alınan faizler aşırı değilse (%5-15) helaldir. Bankalar yatırım yapar ve kârları mevduat sahiplerine aktarılır. Tüm taraflar mutlu ve kimse mağdur olmadığı sürece bankadan faiz almak tamamen helaldir.

131. Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten korunmak için de takva sahibi (Allah’a karşı sakınan) olun!

132. Ve Allah’a ve Resul’e itaat edin. Belki size merhamet edilir!

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Benzer mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

133. Ve Rabbinizden bir mağfirete (bağışlanmaya) ve muttakiler için hazırlanmış olan, genişliği gökler (7 evren) ve yer kadar olan cennete koşun!

134. Onlar, bollukta da darlıkta da infak (karşılıksız olarak yapılan yardım, harcama, destek) ederler. Ve öfkeyi yutar (öfkelerini yener, tutar, kontrol eder) ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.

135. Ve işte onlar (muttakiler), bir fahşa1 (çirkin bir iş, büyük bir günah) yaptıklarında veya kendi nefislerine (kendilerine/kendilerinden olanlara) zulmettiklerinde, Allah'ı zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar) ve böylece günahları2 için istiğfar ederler. Allah'tan başka kim günahları2 affedebilir ki? Ve onlar, işledikleri şeylerde (kötülükte) bile bile ısrar etmezler!

1 İnsan, Allah’ın gösterdiği yoldan gitmemekle aslında kendisine zulmetmiş olmaktadır. Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır.

2 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve “suç”, “sorumluluk”, “günah” gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi “günah” şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

136. İşte onların cezası1 (karşılığı), Rablerinden bağışlanma ve altından nehirler akan cennetlerdir. Orada kalıcıdırlar. Böyle yapanların ecri2 (yaptıklarının karşılığı) de güzeldir!3

1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

2 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

            Okuyucunun, Kur’an’daki kavramları doğru anlamasına katkı sağlamak amacıyla, “ceza” ve “ecir” terimlerinin çeviride Kur’an’daki orijinal halleriyle bırakılmasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

3 “نِعْمَ” kelimesi de, ““güzel” veya “iyi” anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve bu da genellikle “sürü hayvanları” için kullanılır. “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

137. Sizden önce de nice sünnetler (ilahi yasalar) gelip geçti. O halde yeryüzünde gezip dolaşın ve yalancıların akıbetinin nasıl olduğunu görün!

İbret almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla ilgili mesajlar: 6:11; 12:109; 16:36; 22:46; 27:69; 30:9,42; 35:44; 40:21,82; 7:10.

138. Bu, insanlar için bir beyandır (açıklamadır) ve hidayettir (rehberdir). Muttakiler için de bir vaazdır (öğüttür, uyarıdır).

Benzer ayetler: 10:57; 17:82

139. Gevşemeyin ve hüzünlenmeyin!1 Müminler (inanıp güvenenler) iseniz, üstün olanlar2 sizlersiniz!3

            1 “حُزْنٌ” (ḥuzn) kelimesi hüzün, keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun süreli ve duygusal bir ruh halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve geçici bir sıkıntı veya kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her üzüntü bir hüzün değildir. Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; 3:139, 153, 170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92; 10:62, 65; 12:13, 84, 86; 15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8, 13; 29:33; 31:23; 33:51; 35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10. 

2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

3 Benzer mesajlar: 5:56; 28:35; 37:173; 58:21)

140. Size (Uhud’da) bir acı1 isabet ettiyse, o zaman benzer bir acı1 o topluluğa da (Bedir’de) isabet etmişti. İşte o günleri de insanlar arasında döndürürüz. Bu da Allah’ın, iman edenleri bilmesi1 ve sizden şehitler (tanıklar) edinmesi içindir. Ve Allah, zalimleri sevmez.

            1 “الْقَرْحُ” (el-kârh), kelimesi “hastalık”, “yaralanma” veya “acı” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 3:14 (2 kez), 172.

2 Allah’ın bilmesi; Allah’ın, onların ne olduğunu ortaya çıkarması demektir. Bu ayetin devamındaki “aranızdan da tanıklar edinir” ifadesi de bunun delilidir. Benzer mesajlar: 2:143; 3:142, 166, 167; 5:94; 9:16; 18:12; 29:3, 11; 34:21; 47:31; 57:25.

141. Ve (bu sıkıntı) Allah’ın, iman eden kimseleri sınayıp açığa çıkarması, kâfirleri de mahvetmesi içindir.

142. Yoksa Allah, sabredenleri bilmeden ve sizden cihad edenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz?

“Cihad” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler” ifadesini de “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital” kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir.

Allah’ın bilmesi; Allah’ın, onların ne olduğunu ortaya çıkarması demektir. Benzer mesajlar: 2:214; 3:142; 9:16; 75:36.

143. Andolsun ki siz de onunla (savaş ile) karşılaşmadan önce ölümü arzulamıştınız1. İşte, onu gördünüz ve sizler bakakaldınız.2

1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş  toplam 17 kelime geçer: 2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24; 57:14; 62:6, 7.

2 Bu ifade ile Nebinin “şehir savunması yapalım” demesine rağmen, Medine dışına çıkıp düşmanla çarpışmaya onu ikna eden kişilerin kastedildiği belirtilmektedir.

144. Muhammed, bir resulden başkası değildir (Sadece bir elçidir). Ondan önce de resuller gelip geçti. Ölür ya da katledilirse, topuklarınız üstünde dönecek misiniz?1 Kim dönerse, Allah’a zerre kadar zarar veremez. Ve Allah, şükredenlere cezalarını2 (karşılıklarını) verecektir.

            1 “İslam dinini bırakacak, savaştan kaçacak mısınız? İmandan sonra-cihadı bırakıp küfre mi döneceksiniz?” Nebinin, Uhud savaşında öldürüldüğü dedikodusu üzerine Müslimlerin şaşkınlığa düşmesi üzerine bu ayetin indirildiği rivayet edilir. Şükür ile ilgili açıklama 2:52’de yer alır.

2 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

145. Allah’ın izni olmadan da hiçbir nefis için ölmek yoktur! Bir ecele (belirlenmiş ölüm zamanına) göre yazılmıştır. Ve kim dünya sevabını1 isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse, kendisine ondan veririz! Şükredenlere de cezalarını (karşılıklarını) vereceğiz.

            1 “ثَوَابُ” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

146. Nice nebiler vardır ki, nice rabbilerle1 birlikte çarpıştılar (savaştılar). Allah yolunda başlarına bir musibet gelince de yılmadılar. Zayıflık da göstermediler, boyun da eğmediler. Ve Allah, sabredenleri (zorluklara dayanıp, onlara karşı direnenleri) sever.

1 “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni), Arapça’da “Rabbe ait olan”, “Rabbe bağlı olan” anlamlarına gelir. Bu kelime, İbranice’deki “רַבָּן” (Rabbān) ve Süryanice’deki “ܪܒܢ” (Rabbān) kelimeleriyle doğrudan bağlantılıdır. Söz konusu dillerde bu iki kelime de “bilgin, öğretmen, dini lider” anlamına gelmektedir. “رَبَّانِيٌّ” (rabbâni) ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 3:79, 146; 5:44, 63.

147. Onların sözleri “Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı1 bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” demekten ibaretti.

1 israf” sözcüğü “haddi aşma, aşırı gitmek, savurganlık” gibi gibi anlamlara gelir.  

Kur’an’da israf kavramının başlıca kullanıldığı anlamlar:

1. Bazı ayetlerde israf; şirk, küfür, zulüm gibi terimlerle semantik bir ilişki içinde din bakımından temel gerçek olan tevhidinancından sapmak, Allah hakkında ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan iddialar ileri sürmekle kalmayıp İslâm’a ve Müslimlere karşı kibirli, alaycı, inatçı, kaba, saldırgan olmayı ve yıkıcı davranışlar sergilemeyi ifade eder. (Örnek: 7:81; 10:83; 26:151-152; 36:19).

2. Bir ayette israf; Bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi, anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 39:53)

3. Bazı ayetlerde israf; helâl kılınmış güzel nimetlerin haram sayarak haddi aşmak anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: 6:141; 7:81)

4. Bir ayette israf; Masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi gibi dinî hükümlere muhalefet veya tecavüz ederek haddi aşmak anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: 17:33)

5. Bir ayette israf; savurmak anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 3:152).

6. Bazı ayetlerde de israf; Kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki malları ve diğer imkânları haddi (sınırı) aşarak, oburluk veya savurganlık yaparak harcaması anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 4:6; 6:141; 25:67).

Ancak söz konusu kavram; fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle ferdî harcamalardaki aşırılığı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.

148. Böylece Allah, onlara dünya sevabını verdi, ahiret sevabının da güzellini verdi. Ve Allah, muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever. (Benzer mesaj: 42:20)

149. Ey iman edenler! Küfreden kimselere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzere (küfre) döndürürler. O zaman hüsrana uğrarsınız.

150. Hayır! Sizin Mevla’nız (Efendimiz, sahibimiz, koruyucumuz) Allah’tır ve O, yardım edenlerin hayırlısıdır.

“Mevlâ” ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

151. Haklarında hiçbir sultan1 indirmediği şeyleri (varlıkları) Allah’a ortak koşmalarından dolayı küfreden kimselerin kalplerine şiddetli bir korku2 salacağız! Kalacakları yer3 de ateştir! Zalimlerin son yurdu4 ne kötüdür!

1 “Sultan” kelimesi “güçlü bir delil”, “yetki” ve “otorite” anlamlarına gelmektedir. Bu kelime Kur’an’da 37 defa (3:151; 4:91, 144, 153; 6:81; 7:33, 71; 10:68; 11:96; 12:40; 14:10, 11, 22; 15:42; 16:99, 100; 17:33, 65, 80; 18:15; 22:71; 23:45; 27:21; 28:35; 30:35; 34:21; 37:30, 156; 40:23, 35, 56; 44:19; 51:38; 52:38; 53:23, 33; 69:29) geçmektedir.

2 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”, “şiddetli korku” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.

3 “مَأْوَىٰ” (me’vâ) sözcüğü, “أ-و-ي” (e-v-y) kökünden türemiştir ve “sığınak, barınak, yerleşim yeri” anlamlarına gelir. Özellikle de kalınacak yer veya dönüş yeri anlamında kullanılmaktadır.

4 “ث-و-ي” (s-v-y) kökünden türemiş “ثَوَى” (sevâ) sözcüğü “Kalmak, ikamet etmek ve yerleşmek.” anlamlarına gelir. “مَثْوَى” (mesvâ) sözcüğü ise, “kalınacak yer, son durak, ikamet edilen yer, barınak.” gibi daha çok bir kişinin uzun süre kalacağı yer veya nihai yerleşim mekânı anlamında kullanılmaktadır. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 14 kez geçer: 3:151; 6:128; 12:21, 23; 16:29; 28:45; 29:68; 39:32, 60, 72; 40:76; 41:24; 47:12, 19.

152. Andolsun ki Allah, düşmanlarınızı kırıp geçiriyorken, size olan vaadini yerine getirdi. Ancak, sevdiğiniz (istediğiniz) şeyi size gösterdikten sonra gevşediniz. Böylece durum hakkında birbirinizle tartıştınız ve (emre uymayarak) isyan ettiniz!1 Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra denemek için sizi onlarla israf etti (savurdu).2 Andolsun ki (yine de) sizi bağışladı.3 Ve Allah, müminler için fazl (lütuf, cömertlik) sahibidir.

1 Yüce Allah Uhud’da Müslimlerin kendi aralarında yaşadığı tartışmaları hatırlatmakta, 3:125 ayetinde de belirtildiği gibi sabretmediklerini, sorumlu ve duyarlı davranmadıklarını ifade ederek durum hakkında birbirleriyle tartıştıklarını, dolayısıyla öncelikle istediklerine nail olduktan hemen sonra ganimet hırsına kapılarak 3:121 ayetinde de belirtildiği üzere, Muhammed’in ayrılmamalarını tembihlediği yeri terk ettiklerini, emre isyanda bulunduklarını, sonuçta savaşın gerektirdiği ciddiyeti kaybedip gevşediklerini dile getirmektedir.

2 İsraf ile ilgili ayrıntılı açıklama 3:147 ayetinde yer alır.

3 Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, insanlar çok büyük günah da işlemiş olsalar herhangi bir inkâra kalkışmadıkları sürece onlar mümindirler; böylelerini imansızlıkla itham etmek hiçbir şekilde doğru değildir. Çünkü inkâr edilmediği sürece hiçbir günah Yüce Allah’ın af ve mağfiret sıfatlarından daha büyük değildir. Bu itibarla, Müslimlere düşen görev, hata işlediklerinde istiğfar etmeleri ve peşinden de özre neden olan şeyin tersini (doğrusunu) uygulayarak tevbeyi gerçekleştirmeleri, samimiyetlerini göstermeleridir. Muttakiler ve muhsinler hiç hata yapmayan kişiler değildir; 3:135’te belirtildiği gibi “onlar, bilerek hatada ısrar etmeyenlerdir.”

153. Hani a zaman yukarı (tepelere) çıkıyordunuz!1 Kimseyle de ilgilenmiyordunuz! Oysa Resul sizi arkanızdan çağırıyordu!  Bunun üzerine (Allah) size, bir kederin ardından başka bir kederle karşılık verdi ki kaçırdığınız şeye (zafere) hüzünlenmeyesiniz! Size isabet edenden (yenilgiden) dolayı da kederlenmeyesiniz. Ve Allah, yapıyor olduklarınızdan haberdardır.

            1 “صَعِدَ” (se’ide) sözcüğü, “yukarı çıkmak”, “yükselmek” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 3:153; 4:43; 5:6; 6:125; 18:8, 40; 35:10; 72:17; 74:17.

154. Derken, o kederden sonra, sizden bir kısmınızı kuşatan1 bir güven, bir uyuklama indirdi. Sizden bir taife (grup) de nefislerinin (canlarının) kaygısına düşmüş, Allah’a karşı hak (doğru) olmayan cahiliye zannıyla2 “Bizim bu işle ne alakamız var?” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz ki emirlerin (kararların, hükümlerin) tümü Allah’ındır!” (Onlar) sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki “Bu emirden bize bir fayda olsaydı şuracıkta katledilmezdik.” De ki: “Evlerinizde bile olsaydınız katledilmesi kararlaştırılmış olanlar, (savaş meydanında) yatacakları yere mutlaka çıkarılırlardı!3 Bu, Allah’ın, göğüslerinizdekileri sınayıp açığa çıkarması ve göğüslerinizdekileri arındırması içindir.” Ve Allah, göğüslerde (kalplerde) olanı bilendir.4

1 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “görmeyi, algılamayı engelleyen örtü/perde” “bir şeyin üstünü tamamen saran, kuşatan örtü/perde” gibi anlamlar taşır.“غَـٰشِيَةِ” sözcüğü ise bağlama göre somut durumlarda “kaplayan”, soyut durumlarda “kuşatan” anlamına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

2  “ظنن” (zann), zannetmek, ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.

3 “بَرَزَ” (bereze) sözcüğü, “açığa çıkmak, görünmek, ortaya çıkmak” anlamlarına gelir.

4 Yüce Allah, Uhud günü Müslimlerin içinde yer alan bir grubun samimiyetsiz insanlardan oluştuğunu, kendi dertlerinin ve menfaatlerinin ötesinde herhangi bir düşüncelerinin bulunmadığını, bu yüzden de devam eden cümlede yer verildiği üzere Allah hakkında cahiliye zannı türünden haksız zanlarda bulunduklarını haber vermekte, bir anlamda toplumun tahlilini yaparak Muhammed’i ve diğer muhatapları bilgilendirmektedir. Ayette geçen ehemmethum enfüsühum ifadesi “kendilerine önem verenler”, “sadece kendilerini düşünenler”, “canlarının derdine düşenler” anlamlarına gelmekte ve ordudaki münafıkların durumunu ortaya koymaktadır.

155. İşledikleri bazı işlerden dolayı da şeytan (aldatan, saptıran), iki topluluğun bir arada toplandığı gün sizden dönenlerin ayağını kaydırmak1 istemişti. Yine de Allah onları affetti. Şüphesiz ki Allah Gafurdur, Halim’dir.

            1 “زلل” (zelâl) fiili, "ayağı kaymak, yanıltılmak, aldatılmak" gibi anlamlara gelir. Bu fiil Kur’an’da 4 kez geçer: 2:36, 209; 3:155; 16:94.

156. Ey iman edenler! Küfredip (gerçeği örtüp) kardeşlerine, yeryüzüne yolculuğa çıktıklarında veya gazaya (savaşa) çıktıklarında, “Yanımızda olsalardı ölmezlerdi ya da katledilmezlerdi (öldürülmezlerdi).” diyen kimseler gibi olmayın! Allah, bunu kalplerinde bir hasret (pişmanlık sebebi) kılacak. Dirilten de öldüren de Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı da görendir.

157. Allah yolunda katledilir veya ölürseniz, Allah’tan bir bağışlanma bir rahmet vardır. Onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır.

158. Ölseniz de katledilseniz de elbette ki Allah'a götürüleceksiniz!

159. O zaman Allah’tan bir rahmet nedeniyle onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları affet ve onlar için bağışlanma dile ve emirler (işler) hakkında onlarla istişare et. Azmettiğin zaman da artık Allah’a tevekkül et (O’na güven, O’na dayan). Allah, tevekkül edenleri sever.

160. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek kimse yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra size kim yardım edebilir ki? Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.  

161. Ve bir nebinin hile yapması1 uygun değildir.2 Ve kim hile yaparsa, kıyamet günü yaptığı hileyle gelir. Sonra her nefise kazandığının karşılığı tam verilecek. Ve onlara haksızlık edilmeyecek!3

1 “غَلَّ” (ğâlle) sözcüğü, “hile yapmak”, “aldatmak”, “gizlice bir şey almak” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da sayede bu ayette geçmektedir ve burada 3 defa kullanılmaktadır.

2 Bu ayet, Nebimizin kendisine emanet edilen kamu mallarından haksızca bir şey almadığının ve onları adaletsizce dağıtmadığının bir göstergesidir.

3 Bu cümle, aynı sözcüklerle 2:281’de de tekrarlanmaktadır.

162. Bundan dolayı Allah’ın rıdvanına1 tabi olan kimse, Allah’ın gazabına uğramış kimse gibi olur mu? Onun da varacağı2 yer cehennemdir. Ve ne kötü varış yeridir!

1 “رِضْوَانَهُ” (Rıdvânehû) sözcüğü, bağlamına göre “O’nun rızası” veya “Allah’ın hoşnutluğu” anlamlarına gelir. Arapça’da hoşnut olmak, razı olmak veya memnuniyet gibi anlamlara gelen “ر ض و” (râ-dâ-vav) kökünden türemiş olan “rıdvan” sözcüğü Kur’an’da 7 kez geçer: 3:15, 162, 174; 5:2, 16; 9:21, 72.

2 “مَأْوٰيهُ” (me’vâhû) kelimesi, “onun sığınağı”, “onun barınağı” ya da “onun varacağı yer” anlamlarına gelir.

163. Onlar, Allah katında derece derecedirler. Ve Allah, onların yaptıklarını görmektedir.

164. Andolsun ki Allah, kendi nefislerinden (içlerinden) kendilerine bir resul göndermekle müminlere lütufta bulundu. (O resul), O’nun ayetlerini tilavet ediyor (okuyup aktarıyor) ve onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (yargıda bulunma kabiliyetini, bilgeliği) öğretiyor. Oysa onlar önceden apaçık bir delalet (sapkınlık) içindeydiler.1

            1 Bu ayet, ilk cümlesi hariç, aynı sözcüklerle 62:2’de de tekrarlanmaktadır.

165. Size isabet eden musibetin iki mislini onlara isabet ettirmişken neden “Bu da nereden çıktı” dediniz? De ki “O, kendi nefsinizdendir.”1 Şüphesiz ki Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).

1 Ayette insanların başına gelen sıkıntıların bir kısmının kendi hak edişlerinin karşılığı olduğuna dikkat çekilmektedir. Uhud yenilgisinin sebebi de okçuların disiplinsizliğidir. Önceki ayetlerde bu durum belirtilmişti (3:152).

166. İki topluluğu bir arada topladığı gün size isabet eden şey de Allah’ın izniyledir. Ve (Allah’ın) müminleri bilmesi içindir.1

1 Benzer mesajlar: 2:143; 3:142, 166, 167; 5:94; 9:16; 18:12; 29:3, 11; 34:21; 47:31; 57:25.

167. Nifak çıkaran kimseleri de bilmesi içindir. Onlara: “Gelin, Allah yolunda kital yapın (savaşın) ya da savunmada bulunun!” dendiği vakit “Savaşmayı bilseydik, elbette ki size tabi olurduk.” demişlerdi. Onlar o gün imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah da onların gizlediklerini1 bilendir.2

1 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

2 Yüce Allah, önceki ayette hem müminleri hem de münafıkları ayırt etmek için Uhud’da yaşananlara izin verdiğini ifade ettikten sonra, bu ayette de onların nasıl ikiyüzlü davrandıklarını ifade etmektedir.

168. (Yerlerinde) oturanlar, kardeşleri için dediler ki: “Bize uysalardı katledilmeyeceklerdi!” De ki: “Doğrulardan iseniz, haydi kendinizden ölümü savın!”1

            1 Bu kelime “İtmek, savmak, uzaklaştırmak, üstünden atmak” anlamlarına gelen “د–ر–أ” (d, r, a’) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:72; 3:168; 13:22; 24:8; 28:54.

169. Allah yolunda katledilen kimseleri de sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar diridirler, Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar!1

1 Sıddîkların (doğruyu tasdik edenlerin) ve takvalıların gerçekte ölmediklerini Kur’an’dan öğreniyoruz. Onlar sadece dünyevi bedenlerini terk edip doğrudan Cennete giderler: 2:154, 8:24, 16:32, 22:58, 44:56 ve 36:26-27.

170. Böylece, Allah’ın, fazlından (lütfundan, cömertliğinden) kendilerine verdiklerine seviniyorlar. Kendilerine henüz katılmayanlara1 da onlar için bir korku olmadığını ve hüzünlenmeyeceklerini2 müjdelemek istiyorlar!

1يَلْحَقُوا۟” (yelhaku), sözcüğü, “katıldı” veya “birleştirildi” anlamlarına gelir. “لَحِقَ” (laḥika) fiilinden türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye eklenmesi veya katılması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 3:170, 12:101; 26:83; 34:27; 52:21; 62:3.

            2 “حُزْنٌ” (ḥuzn) kelimesi hüzün, keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun süreli ve duygusal bir ruh halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve geçici bir sıkıntı veya kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her üzüntü bir hüzün değildir. Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; 3:139, 153, 170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92; 10:62, 65; 12:13, 84, 86; 15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8, 13; 29:33; 31:23; 33:51; 35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10. 

171. Allah’tan gelen nimetin ve fazlı (lütfu, cömertliği) müjdeliyorlar. Allah da müminlerin ecrini (yaptıklarının karşılığı) zayi etmez.  

172. Onlar, yaralanmış1 oldukları halde Allah’a ve resulüne icabet ettiler1.2 Onlardan hasenat (iyilikler, güzellikler) yapan ve takvalı olan (Allah’a karşı sakınan) kimseler için Azîm (muazzam) bir ecir vardır.

            1 “الْقَرْحُ” (el-kârh), kelimesi “hastalık”, “yaralanma” veya “acı” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 3:14 (2 kez), 172.

2 “icabet” “ج-ب-ب” (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Aynı kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 Bu ayet, çok kritik bir dönemde bile Resul’e eşlik eden samimi ve muttaki Müslimleri kastetmektedir.

173. Onlara, “İnsanlar size karşı toplandılar! Korkun onlardan!” denildiği zaman imanları (inançları ve güvenleri) arttı1 ve dediler ki: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir2.”

1 İmanın artması, inanılacak şeylerin artmasıyla elde edilen bir durum olabilir. 18:13, 19:76, 47:17 ve 74:31’de imanın ve hidayet üzere olanların hidayetlerinin artırılacağından söz edilmektedir. Hidayetin artması ifadesi, onun güçlenmesi, pekiştirilmesi ve sarsılmaz şekilde mukavemetli kılınması gibi anlamlara gelir.  Hidayet artacağına göre, bir çeşit hidayet demek olan iman da elbette artabilir. 2:2’de Kur’an’ın muttakiler için hidayet kaynağı olması bir anlamda hidayetin arttığını gösterir. Zaten muttaki olan bir insanın Kur’an’ın hidayetinden istifade etmesi demek, takva üzere kalması ve takva ilkelerinin artışını hayatında uygulaması demektir. Benzer mesajlar: 8:2; 9:124; 18:13; 19:76; 22:54; 33:22; 47:17; 48:4; 74:31.

2 “vekil” (وَكِيل), Arapça’da temsilci, güvenilen, işi üzerine alan demektir. Aramice / Süryanice’deki “avkel” (ܐܘܟܠ) kelimesi de vekil, temsilci, emanetçi demektir.

“Allah vekildir” demek ise “Allah, kullarının işlerini üzerine alan, onları koruyan, güvenilen tek merci” demektir.

“Allah, bize yeter; O, ne güzel vekildir!” ifadesi ise; “Hasbunallahu ve nimel vekil” olarak bilinen, Allah’a teslim olmaya yönelik çok önemli bir yakarıştır. Allah’ın öğrettiği bu yakarış, yalnızca bu ayette geçer.

174. Böylece Allah’ın rıdvanına (rızasına, hoşnutluğuna) tabi oldular ve kendilerine bir kötülük dokunmadan Allah’tan gelen nimetle ve fazl (lütuf, cömertlik) ile döndüler. Ve Allah, Zul-Fadli’l-Azîm’dir.

 “Azim Lütuf Sahibi” anlamına gelen “Zul-Fadli’l-Azîm” ismi Kur’an’da 13 ayette geçmektedir. 2:105, 243, 251; 3:74, 152, 174; 8:29; 10:60; 27:73; 40:61; 57:21, 29; 62:4.

175. İşte o şeytan (aldatan, saptıran), ancak kendi evliyasını (dostunu, rehberlik ettiğini, koruyup gözettiği kişiyi) korkutur. O halde müminler iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun!

176. Küfürde (hakikati örtmede) yarışan kimseler de seni hüzünlendirmesin. Onlar elbette ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay1 vermek istemiyor. Ve onlar için Azîm (muazzam) bir azap vardır.

1 “حَظٌّ” (hâz) sözcüğü, “şans, nasip, kısmet, pay” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176; 4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.

177. İman karşılığında küfrü satın alan kimseler, şüphesiz ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için de acıklı bir azap vardır.

178. Küfreden kimseler, kendilerine mühlet vermemizin kesinlikle kendileri için hayırlı (iyilik) olduğunu sanmasınlar. Şüphesiz ki ismiı artırmaları için onların nefislerine süre tanıyoruz! Onlar için onur kırıcı bir azap2 da vardır.

1 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir. İnkârcılara süre tanınmasıyla ilgili olarak Bkz: 7:183; 68:45; 73:11; 86:17.

2 “azabun muhin” (onur kırıcı bir azap) ifadesi ile ilgili açıklama 2:90’da yer alır.

179. Allah, habis1 (pis, çirkin, kötü) olanı, tayyibten (iyiden, güzelden, hoştan) ayırmadıkça, müminleri sizin şu içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı (bilinmeyeni) bildirecek de değildir. Ancak Allah, elçilerinden istediğini seçer. Öyleyse Allah ve resulleriyle iman edin (Onların aracılığıyla inanıp güvenin). İman eder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız, sizin için Azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vardır.

180. Allah’ın, fazl (lütuf, cömertlik) olarak verdiği şeylerde cimrilik eden1 kimseler de bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, kendileri için şerdir. Kıyamet Günü cimrilik ettikleri şey boyunlarına takılacak2.3 Göklerin (7 evrenin) ve yerin mirası Allah’ındır. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

            1 “بَخَلَ” (bekhâlâ) sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten kaçınmak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2 kez); 4:37 (2 kez); 9:76; 4:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.

            2 “سَيُطَوَّقُونَ” (sayutevvâkûn) ifadesi, “onlar yakalanacaklar” veya “onlar boyunlarına takılacak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

3 Yüce Allah 9:34-35 ayetlerinde de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, dini liderler ve ruhbanların çoğu, insanların mallarını haksız şekilde yerler ve insanları Allah’ın yolundan saptırırlar. Altını ve gümüşü yığıp da Allah yolunda harcamayanları can yakıcı bir azap ile müjdele! (O altın ve gümüşün) Cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarının, yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı gün, “Kendiniz için biriktirdiğiniz işte budur, öyleyse biriktirdiğinizi tadın.”

181. “Allah fakirdir, biz de ondan zenginiz!” diyenlerin sözünü Allah elbette ki işitti. Biz de onların söylediklerini ve haksız yere nebileri katletmelerini yazacağız ve diyeceğiz ki: “Tadın o yakıcı azabı!”1

1 2:245 ayetinde yer alan “Kim, Allah’a güzel bir borç vermek ister?” şeklindeki ifade için “Demek ki, Müslimlerin inandığı Allah fakirmiş; el açmış bizden borç dileniyor.” şeklinde düşünenler için verilen güzel bir cevaptır.

182. Bu, kendi ellerinizle işlediğinizin karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına asla zulmetmez!

183. Onlar dediler ki: “Şüphesiz ki Allah, bize, (gökten) ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe bir elçiye iman etmememizi emretti.” De ki: “Benden önceki resuller size beyyinelerle (apaçık deliller) geldiler. Bu dediğinizde sadıklardan (doğru, güvenilir olanlardan) idiyseniz, onları (elçileri) niçin katlettiniz?”

Tevrat’ta iki çeşit Kurbandan söz edilmektedir: 1- Ola kurbanı: Kesilen hayvandan hiçbir şey yenilmeden, mizbah (sunak) üzerinde tamamının yakılmak suretiyle Yahve’ye hediye edilen kurbandır.  (Çıkış, 20:24) 2- Şelamim kurbanı: Bir bölümü kurbanı sunan kişi tarafından yenen, diğer kalanı ise Mizbah üzerinde tamamen yakılmak suretiyle Yahve’ye hediye edilen kurbandır. (Bkz: Çıkış, 20:24)

            Gökten, ateşin yiyeceği bir kurban ile neyin kastedildiği hususu da yine Tevrat’ta yer alan ve Yüce meleklerin, İbrahim Nebi’yi sınamak için oğlu İshak’ı Allah için kurban kesip yakmasını söyledikleri bölümde şöyle anlatılmaktadır: “Bir süre sonra Yüceler, İbrahim’i sınadı ve ona “İbrahim!” dedi. (İbrahim), “Buyur, emret!” dedi. Ve dedi ki: “Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlun İshak’ı al ve Moriya bölgesine git ve orada sana söyleyeceğim dağlardan birinde onu, ola (yakmalık) kurbanı olarak sun!” İbrahim de sabah erkenden kalktı ve eşeğini yükledi. Yanına da iki genç adamını ve oğlu İshak’ı aldı. Ola kurbanı için de odunları kesti ve kalktı ve Yücelerin kendisine söylediği yere doğru yola çıktı. Üçüncü gün İbrahim gözlerini kaldırdı ve orayı (oğlunu kurban edeceği yeri) uzaktan gördü. İbrahim de gençlerine, “Siz ikiniz eşek ile beraber burada kalın. Delikanlı ve ben de oraya gidip secde edeceğiz, sonra da döneceğiz.” dedi. İbrahim de ola kurbanı için odunları aldı ve oğlu İshak’ın sırtına koydu. Eline de ateşi ve bıçağı aldı ve birlikte yürüdüler. İshak da İbrahim’e “Babacığım!” dedi. (İbrahim), “Buyur oğlum!” dedi. (İshak), “Ateş ve odun burada (ama) ola kurbanı için kuzu nerede?” dedi. (İbrahim), “Ola kurbanı için kuzuyu yücelerin kendisi verecek, oğlum.” dedi ve ikisi birlikte yürüdüler. Ve Yücelerin söylediği yere geldiler ve İbrahim bir sunak inşa etti. Üzerine de odunları dizdi. Oğlu İshak’ın ellerini de arkadan bağladı ve sunağın üstüne, odunun üzerine yatırdı. İbrahim de elini uzattı ve oğlunu boğazlamak için bıçağı aldı. Yahve’nin meleği de gökten ona seslendi ve “İbrahim, İbrahim!” dedi. İbrahim de “Buyur, emret!” dedi. (Melek) “Elini delikanlıya uzatma! Ona hiçbir şey de yapma! Şimdi yücelere karşı muttaki olduğunu anladım.” dedi. (Yahve dedi ki), “Biricik oğlunu Benden esirgemedin.” İbrahim gözlerini kaldırdı ve arkasına baktı. İşte, arkasında boynuzları sık çalılara takılmış bir koç! İbrahim de gitti ve koçu aldı ve oğlunun yerine onu ola kurbanı olarak sundu. İbrahim de oraya “Yahve yire” (Yahve sağlayacak) adını verdi. Bu güne kadar da söylendiği gibi “Yahve’nin dağında sağlanacak.” Yahve’nin meleği gökten İbrahim’e yine seslendi: Ve dedi ki “Kendi adıma yemin ederim ki, Yahve diyor ki: ‘Bunu yaptığın ve biricik oğlunu esirgemediğin için Seni kesinlikle mübarek kılacağım ve soyunu göklerin yıldızları ve kıyıların kumu gibi çoğaltacağım. Soyun da düşmanlarının kapısına varis olacak (kentlerini fethedecekler). Soyun sayesinde de tüm milletler mübarek kılınacak. Çünkü sesime itaat ettin.” (Başlangıç, 22:1-18)

184. O halde seni yalanlarlarsa; doğrusu, beyyinelerle (açık delillerle) ve zeburlarla (hikmet dolu metinler, sahifeler) ve münir1 kitapla gelen senden önceki resuller de yalanlanmıştı.

1 “مُّنِيرٍ” (mûniyr) sözcüğü, “nur saçan”, “ışık yayan” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 6 kez geçer: 3:184; 22:8; 25:61; 31:20; 33:46; 35:25.

185. Her nefis (can) ölümü tadıcıdır.1 Kıyamet günü ecirleriniz (yaptıklarınızın karşılığı) size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, işte o kurtulmuştur. Dünya hayatı da aldatıcı bir metadan2 başka bir şey değildir.

1 Benzer mesajlar: 21:35; 29:57; 39:30.

2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Bu cümle 57:20’de de tekrarlanmaktadır.

186. Mallarınızla ve nefislerinizle (canınızla, sizden olanlarla) sınanacaksınız ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirk koşanlardan da eziyet duyacaksınız. Eğer sabreder ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız, bilin ki bu, azim (azametli, yüce, büyük) gerektiren işlerdendir.

187. Ve hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz ve onu gizlemeyeceksiniz!”1 diye misak (söz) almıştı.2 Bunun üzerine onu arkalarına attılar ve onunla az bir semen satın aldılar (karşılığında dünyalık az bir değer; para, mal, makam, çıkar elde ettiler). Oysa satın aldıkları şey ne kötüdür!

1 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

2 Bu ayette sözü edilen misaka (söze), Tevrat’ta sık sık değinilir, özellikle Yasa’nın Tekrarı’de tekrar tekrar adı geçer. Musa Muhammed onlara “kelimeye bir şey eklememeyi” ve “ondan hiçbir şey eksiltmemeyi” ve “Rabbin emirlerini muhafaza etmeyi” nasihat etti (4:2). Çocuklara bu emirleri hararetle öğretmelerini, onların evlerinde otururken, yolda yürürken, yatarken ve kalkarken bu emirleri çocuklara anlatmalarını, ayrıca evlerinin girişine ve kapılarına yazmalarını da tavsiye etti (Yasa’nın Tekrarı, 6:4,9). Bu son istekle İsrail’in yaşlılarını, Filistin’in sınır çizgisini geçtikten sonra Ebel dağına büyük kayalar dizmeye teşvik etti. (27:2-4).

188. Sanma! Verdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeylerle hamd edilmeyi (övülmeyi, kendisine teşekkür edilmesini) seven kimselerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için de elem verici bir azap vardır!

189. Göklerin (7 evrenin) ve yerin mülkü (otoritesi) Allah’ındır. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).

“Mülk” kavramı, 3:26-27’de daha açık ifadelerle ve neleri kapsadığını ortaya koyacak şekilde bizlere öğretilmektedir.

190. Göklerin (7 evrenin) ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ihtilafında1 şüphesiz ki ulü’l-elbab2 (duruşu sağlam olanlar) için ayetler (ibretler) vardır.

            1 Dünyanın bir tarafında gece yaşanırken diğer tarafında gündüz yaşanmaktadır. 12 saat sonra ise aynı yerlerde bunların tam tersi yaşanmaktadır.  

2 “ulü’l-elbab” ile ilgili açıklama 3:7’de yer alır.

191. İşte onlar, ayaktayken de otururken de yanları üzerine (yatar) iken de Allah’ı zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar). Göklerin (7 evrenin) ve yerin yaradılışı hakkında da düşünürler: “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). O halde bizi ateşin azabından koru.

192. Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, kimi ateşe sokarsan, artık onu rezil etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur.

193. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinizle iman edin (O’nun aracılığıyla inanın, güvenin)!” diyerek imana çağıran bir çağrıcıyı işittik, bunun üzerine iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla ve bizim kötülüklerimizi ört ve bizi ebrar1 ile vefat2 ettir.

1 “أَبْرَارَ” (ebrâr) kelimesi, “birr” kelimesinin çoğuludur. Bu sözcük “بَرّ” (berr) kökünden türetilmiştir ve “iyi, doğru ve erdemli olanlar” anlamına gelir.

Ebrar olanların özellikleri Kur’an’da şöyle sıralanır:

* Allah ve ahiret günü ve melekler ve Kitap ve nebiler ile iman ederler, (2:177)

* Akrabalara ve yetimlere ve miskinlere ve yolda kalmışlara ve yardım isteyenlere ve rikablara (boyunduruk altında olan; esir, köle, hacizli) sevdikleri mallarından verirler (2:177; 3:92),

* Miskine, yetime ve tutsağa sevdikleri yiyeceklerden yedirirler. Onları yalnızca Allah’ın rızası için doyururlar. Onlardan ne bir karşılık ne de bir teşekkür beklerler. Yüzlerin asık olduğu dehşet verici bir günde de Rablerinden de korkarlar. (76:8-11)

* Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar ve zekâtı verirler, (2:177)

* Ahdettikleri zaman ahitlerine vefalı olurlar, (2:177; 76:7)

* Sıkıntıda ve hastalıkta ve şiddetli sıkıntıda (felaket, savaş vb) sabrederler, (2:177)

* Takvalı (Allah’a karşı sakınan) olurlar, (2:189; 3:198)

* Şerri kuşatacak olan günden korkarlar, (76:7)

* Ve şöyle dua ederler: “Rabbimiz! Bunu (gökleri ve yeri) boşuna yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). O halde bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu rezil etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinizle iman edin!” diyerek imana çağıran bir çağrıcıyı işittik ve o zaman iman ettik. Rabbimiz, bizim suçlarımızı bağışla ve bizim kötülüklerimizi ört ve bizi ebrar ile vefat ettir. Rabbimiz, Resullerinle bize her neyi vadettiysen bize ver ve Kıyamet Günü bizi rezil etme; Çünkü Sen vaadinden dönmeyensin.” (3:190-194)

Allah, birr ve takva üzerine yardımlaşmayı emreder: “Birr ve takva üzerine yardımlaşın.” (5:2)

Ebrar olanların mükafatı şu ayetlerde anlatılır: 3:195, 198; 56:88,89; 76:5-22 ve 83:18-21.

2 Vefat, ölümden önce ruhun bedenden alınmasıdır. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.

194. Rabbimiz, Resullerinle bize her neyi vadettiysen bize ver. Kıyamet Günü de bizi rezil etme! Şüphesiz ki Sen vaadinden dönmeyensin.”

195. Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Elbette ki Ben, sizden olan erkek ve kadınların amelini asla zayi etmem. Hicret edenlerin de yurtlarından çıkarılanların da Benim yolumda eziyete uğratılanların da savaşanların da katledilenlerin de kötülüklerini1 örteceğim. Allah tarafından da bir sevap2 olarak da onları altlarından nehirler akan cennetlere koyacağım. Sevabın en güzeli de Allah katındadır.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

            2 “ثَوَابُ” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

Yüce Allah erkek olsun kadın olsun, iyilik ve fedakârlık yapanların yapıp ettiklerini ziyan etmeyeceğini bildirmektedir ki bu anlamda 3:171 ve 2:143’te müminlerin ecrini ziyan etmeyeceği ifadesi yer alır. “Erkek” veya “kadın” ikilisine dair 4:124 ve 16:97 gibi ayetlerde, ayrıca 33:35’te erkeklere ve kadınlara ait özel kalıpların kullanılmasının nedeni, vahyin “cinsiyet” değil de “şahsiyet” merkezli bir sunum yapmasıdır. Benzer mesajlar: 4:123-124; 16:97; 17:9; 18:2; 20:75, 112.

196. Küfreden kimselerin şehirlerin içinde gezip dolaşmaları1 seni  yanıltmasın.

ı “تَقَلُّبَ” (tekallub) sözcüğü, “fikir değiştirmek, dönüp durmak, gidip gelmek” anlamlarına gelir.

197. (Bu) azıcık bir metâdır.1 Ardından varacakları yer cehennemdir. Ne de kötü hazırlanmış bir yerdir!2

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

2 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

198. Fakat Rableri olana karşı takvalı olan (sakınan) kimselere, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Orada kalıcıdırlar! Allah tarafından da ağırlanacaklar. Allah’ın yanındakiler de ebrar olanlar (iyi, doğru ve erdemli olan müminler) için hayırlı olandır.

            “Ebrar” ile ilgili açıklama 3:193 ayetinde yer alır.

199. Ehl-i Kitap’tan öyleleri de vardır ki, şüphesiz ki Allah ile ve size indirilenle ve kendilerine indirilenle iman ederler. Allah’a karşı huşu (derin saygı ve sevgi) duyarlar. Allah’ın ayetleri ile1 azıcık bir semeni (dünyalık değeri; parayı, malı, makamı, çıkarı) satın almazlar. İşte onlar için Rablerinin yanında ecirleri (yaptıklarının karşılığı) vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişilerin, Allah’ın ayetleri sayesinde semen (dünyalık değer; para, mal, makam, çıkar) elde eden kişilerden söz edildiği anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

200. Ey iman edenler! Sabredin (zorluklara dayanın ve direnin), ve sabırda sebat edin ve birlik olun1 ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun. Belki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.

1 Bu ayette geçen “Rabitu” (birlik olun) kelimesinin anlamını kaydıran tarikat şeyhleri, uydurdukları “Rabıta” ibadetiyle kendilerini putlaştırmışlardır. Müritlerini, şeyhlerini düşünmeye ve hatta zikir anında yüzlerini hayal etmeye özendiren ve bunu ilahi bir emir olarak dayatanlar, Allah tarafından “en kötü” kişiler olarak tanımlanır (6:21-24; 7:37; 10:17-18 ve 9:31).