Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 61.
suredir. Adını, üçüncü ayette geçen ve Kur’an mesajının açık ve net olduğuna
işaret eden ve ‘detaylandırıldı, açıklandı, tafsil edildi’ anlamına gelen “fussilet”,”
kelimesinden alır. Sure 54 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
Ha, mim.
“Ha,
Mim” Başlangıç harfleri ile başlayan 7 surede (40:1, 41:1, 42:1, 43:1, 44:1,
45:1, 46:1) toplam 292 tane “hâ” ve 1855 tane de “mîm” harfi var. Bunların
toplamı 2147’dir (19’un tam 113 katı).
Huruf-u
Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır
2. Rahim
olan Râhmân (merhamet eden merhametli) tarafından indirilmiştir.
3. Bilen
bir toplum (topluluk) için ayetleri detaylandırılmış bir kitap; Arabiı
bir Kur’an.
ı “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça olarak”
anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “kusursuz”,
mükemmel”, “apaçık olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan”
anlamlarına da gelebilmektedir.
Birçok çeviride söz konusu sözcük “Arapça olarak” şeklinde
çevrilmekte ve bu ifade ile Arapça lisanından söz edildiği belirtilmektedir.
Her Arapça metin arabiyyen, yani “anlaşılır olan”, “apaçık olan”, “kusursuz”, “mükemmel” veya “fasih
(güzel ve akıcı)” olmayabilir.
Kuran ise arabiyyendir; yani anlaşılırdır, kusursuzdur, apaçıktır ve fasihtir (güzeldir ve
akıcıdır). “Arabi” sözcüğü ile ilgili
ayrıntılı açıklama 12:2 ayetinde yer alır.
4. Bir
müjdeci ve bir uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Onlar
işitmezler.
5. Ve
dediler ki: “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir perdenin1
içindedir (çağrıya kapalıdır, sabit fikirliyiz), kulaklarımızda da bir
ağırlık var (kulaklarımız mesajına tıkalıdır). Bizimle senin aranda bir engel2
de vardır. Çalış (bildiğini yap), biz de çalışmaktayız.”
1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına
gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74;
28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.
2 “حِجَابٌۭ ۚ” (hicâbûn)
sözcüğü, “hicap” yani “perde, örtü, engel” anlamına gelmektedir ve “örtmek,
perdelemek, gizlemek” anlamına gelen “حجب” (hacb) kökünden türemiştir.
Kur’an’da, “hacb” kökünden türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:46; 17:45; 19:17;
33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15.
6. De
ki: “Ben de sizin misliniz
(benzeriniz)
bir beşerim (bir canlıyım, bir insanım).
Bana, ilahınızın (En Yüceniz olan) bir tek ilah (En
Yüce olan) olduğu bildiriliyor. Doğrudan O’na yönelin ve O’ndan
bağışlanma dileyin.” Veyl olsun müşriklere!ı
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل”
(ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap,
sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına
gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve
Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez);
5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52;
37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24,
28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
7. Onlar zekâtı vermezler.ı Ve onlar, ahiret ile küfredenler
onlardır.
ı Zekât
ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer alır.
8. İman
edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler
için tükenmeyen bir ecir (karşılık) vardır.
9. De
ki: “Arzıı iki günde2 yaratanı inkâr mı ediyorsunuz ve O’na
ortaklar mı koşuyorsunuz?” O, âlemlerin Rabbidir.
ı Arz; Dünya, yeryüzü, toprak, yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına
gelir.
2 Gökler ve yerin yaratıldığı altı gün (7:54)
bizim dünyamızdaki 6000 yıla denk gelmektedir. Konu ile ilgili açıklama 7:54
ayetinde yer alır.
10. Ve onda sabitlenmiş kütlelerı (dağlar/yerçekimi) yerleştirdi ve onu
bereketli2 kıldı. Arayıp soranlar için de dört gün3
içinde onda gıdalarını tesviye etti (düzenledi, biçimlendirdi,
şekillendirdi).
ı “Ravasiye” “sabitlenmiş ağırlıklar, kütleler” ile ilgili
açıklama 13:3 ayetinde yer alır.
2 Arapça,
İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü;
sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta
bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
3 Günün
ne tür bir zaman dilimi olduğu ile ilgili açıklama 9’uncu ayette yer alır.
11. Sonra
duman hâlindeki göğe istiva etti (hakim oldu, yerleşti). Sonra ona ve arza “İsteyerek
veya istemeyerek gelin!” dedi. “İsteyerek geldik!” dediler.
İstiva ile ilgili açıkla 7:54 ayetinde yer alır.
Burada sözü edilen durum, Allah’ın evrene koyduğu yasaların
alegorik anlatımıdır.
12. Böylece onları iki günde yedi gök (evren) olarak yarattı ve her göğe emrini
(görevini) bildirdi. Dünya semasını (gökyüzünü) da kandillerı
ve muhafızlarla donattık. Bu, Azizul-Hâkîm’in (Hikmetiyle
her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibinin) takdiridir.2
ı “مِصْبَاحٌ” (misbah)
sözcüğü, “kandil, fener, lamba” gibi anlamlara gelmektedir ve Kur’an’da 3 yerde
geçer: 24:35; 41:12; 67:5.
2 Yüce
Allah, kâinatı tek başına yarattı (18:51) fakat melekler en alt evrende belirli
işleri yürütmeye dâhil oldular. Bizim evrenimiz Allah’ın fiziksel varlığını
kaldıramaz (7:143). Çoğul kipi, meleklerin evrenimizdeki rolünü bildirmektedir
(Reşat Halife, Ek 10)
13. Yüz çevirirlerse o zaman de ki: ‘Sizi Ad ve Semud’un
yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım!’
14. Hani onlara, ellerinin arasından1 (önceden de) ve arkalarından (onların
ardından da) resuller gelmişti. ‘Sakın Allah’ın dışındakilere kulluk etmeyin’.
Dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri indirirdi.2 Elbette
ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz, reddediyoruz).’3
1 “min
beyni eydihim” (ellerinin arasından) ifadesi, “önlerinden” veya “önceden” veya
“ellerindeki kitaplarda adı geçen elçilerden” şeklinde de anlaşılabilir.
2 Benzer
mesajlar: 6:8; 15:7; 23:24; 25:7; 43:53.
3 İnkarcıların
aynı bahaneleri söylediği benzer mesajlar: 7:94-102; 14:9-18; 23:51-53; 34:34-35;
36:13-32; 64:5; 89:11-12.
15. Ad
(kavmi) da yeryüzünde
haksız yere kibirlendikleri zaman “Bizden daha güçlü kim var!” dediler. Onlar,
kendilerini yaratan Allah’ın, kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi? Ayetlerimiz
(kanıt, işaret) ile1 de bile bile inkâr2
ediyorlardı.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen Ad kavminin, kendi zihinlerinde
tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 “يَجْحَدُونَ” (yechedune) sözcüğü, “İnkâr ederler,
reddederler” veya “Bilerek görmezden gelirler.” anlamlarına gelir. Bu sözcük ve
türevleri Kur’an’da 12 kez geçer: 6:33; 7:51; 11:59; 16:71; 27:14; 29:47, 49;
31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.
16.
Biz de onlara dünya hayatında rezil edici azabı tattırmak için, uğursuz
günlerdeı üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı
ise daha aşağılayıcıdır, onlara yardım da edilmez.
ı “Uğursuz
günler” ifadesi, o günlerde bir uğursuzluk olduğu ve bu yüzden de onlara azap
geldiği anlamına gelmez. Ad kavmine azabın indiği günlerin, onlar için uğursuz
olduğuna dikkat çekilmektedir. Benzer mesajlar: 69:6-8; 54:19-20.
17. Semûd’a
gelince, onlara hidayet yolunu gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih
ettiler.ı Bunun üzerine, kazanmakta olduklarından dolayı onları
alçaltıcı bir azabın yıldırımı yakaladı.
ı Körlüğü
hidayete, küfrü imana tercih ile ilgili benzer mesajlar: 9:23; 14:3; 16:107.
18. Ve iman edenleri ve takva (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından da kaçınan) sahibi
olanları kurtardık.
19. Allah’ın
düşmanlarının toplandığı o gün de onlar ateşe sevk edilirler1.
1 “وَزَعَ” (veze’a) sözcüğü “yönlendirmek, sevk etmek,
ilham etmek veya bir şeyi yapmaya teşvik etmek” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu
fiilden türemiş 5 tane sözcük geçmektedir: 27:17, 19, 83; 41:19; 46:15.
20. Oraya
vardıklarında duyuları da basiretleri de derileri de yapıyor oldukları hakkında
aleyhlerinde şahitlik etti.
Bu ve
birçok ayet, ahiretin yalnız ruhani bir âlem olmadığını ispatlamaktadır. Yani
insanlar ruh ve beden ile diriltilecekler. Benzer mesajlar: 17:49-51, 98, 23:35-38
ve 82-83, 24:24; 32:10; 36:65,78,79; 37:16-18; 56:47-50.
21. Derilerine
“Neden aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler. Dediler ki: “Her şeye söyletenı
Allah, bize de söyletti. Sizi ilk yaratan odur ve işte O’na döndürülüyorsunuz.”
ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü
“نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek,
söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini
ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85;
37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
22. Oysa
sizler, duyularınızın da basiretinizin de derilerinizin de aleyhinize tanıklık
etmesinden gizlenmiyordunuzı. Fakat yapmakta olduklarınızın çoğunu da
elbette ki Allah bilmez zannediyordunuz (varsayımında
bulunuyordunuz).
ı
“س ت ر” (s-t-r),
anlamı “örtmek, gizlemek”tir. Mestûr ise “örtülmüş, gizlenmiş, saklanmış” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 yerde geçer: 15:45; 18:90; 41:22.
23. Rabbiniz
hakkındaki bu varsayımlarınız da sizi felâkete sürükledi ve hüsrana
uğrayanlardan olarak sabahladınız1.
1 "صَبَاح"
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. "صَبَاح" (sabah) kelimesi, Kur’an’da 41
kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94;
15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37;
30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21;
74:34; 81:18; 100:3.
24. Eğer
sabredebilirlerse varacakları yer ateştir. Hoşnut etmek isterlerse de artık
hoşnut olunacaklardan değildirler.
25. Ve
onlara bir takım yakın arkadaşlar1
musallat ettik.2 Önlerindekini de arkalarındakini de onlara süslü gösterdiler. Kendilerinden
önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları için geçerli olan söz (azap),
onlar için de hak (gerçek) oldu. Onlar hüsrana uğrayanlardır.3
1 “قَر۪يناً”
(kâriyn), “yakın arkadaş”, “yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da
8 kez geçer: 4:38 (2 kez); 37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27
2 Benzer
mesajlar: 7:27; 19:83; 26:221-222; 43:36.
3 Bu
cümle, aynı sözcüklerle 46:18’de de tekrarlanmaktadır.
26. Ve
kâfirler dediler ki “Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve gürültü çıkarın ki galip gelesiniz.”
“Kur’an
okunurken gürültü yapmak” aynı zamanda 9:32 ve 61:8’de de belirtildiği gibi
Yüce Allah’ın nurunu söndürmek anlamına gelmektedir. Bu durum 14:9’da
belirtildiği gibi “elçilerin ağızlarını elleriyle tıkamakla” gerçekleşmiştir.
Nuh’un mesajını dinlememek için de kendi kulaklarını tıkadıkları 71:7’de ifade
edilmektedir. 22:72’de belirtildiği üzere vahyi aktaranlara karşı saldırgan bir
tutum sergilemek de bu kapsamda düşünülmelidir.
27. Kafirlere
(hakkı bildiği halde
inkar edenlere, onun üstünü bilerek örtenlere) de şiddetli
bir azap tattıracağız ve onları yapıyor olduklarının en kötüsüyle
cezalandıracağız (karşılık vereceğiz).
28. Allah
düşmanlarının cezası (karşılığı)
işte bu ateştir. Ayetlerimiz ile1 bile bile inkâr etmelerinden
dolayı onda sürekli kalacakları yurt vardır.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu
çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
29. Kafirler
dediler ki, “Rabbimiz, bizi saptıran cinleri ve insanları bize göster. Sefillerden
olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım.”
30. “Rabbimiz
Allah’tır.” Deyip, sonra müstakim (doğru yolda) olanlara
melekler iner: “Korkmayın ve üzülmeyin, size vadedilen cennetle de sevinin.
31. Bizler,
dünya hayatında da ahirette de evliyanızızı (dostunuz,
rehberiniz, koruyup gözeteniniz). Orada
canlarınızın çektikleri de diledikleriniz de sizindir.
ı Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından
çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer
alır.
32. Gafur (günahları örten ve bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden)
olandan bir ağırlamadır.”
33. Allah’a
çağıran, salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
ve “Ben Müslimlerdenim (Teslim Olanlardanım)” diyenden ahsen
(daha güzel, daha iyi) sözlü kim vardır?
Burada
bir Müslimin duruşu
gösterilmekte ve Müslim ifadesinden başka bir isimle anılmasına ihtiyacı
olmadığına dikkat çekilmektedir.
34. Hasen
(iyi, doğru, güzel)
ile seyyie1 eşit (bir) olmaz. Sen, (kötülüğü) ahsen
(iyisi ile, güzeli ile) olanla sav!2 Bir de bakarsın ki aranızda düşmanlık
bulunan kimse sanki sımsıcak bir
veli (dost, rehber, koruyup gözeten) olur.
1 Bu sözcük,
“سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”,
“kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا”
(seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir
davranışı ifade eder.
2 Benzer mesajlar: 13:22; 23:96; 28:54.
35. Ona
sabredenlerden başkası kavuşturulmaz; âzîm1 (muazzam)
bir pay2 sahibi olandan başkası da kavuşturulmaz.
1 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
2 “حَظٍّ”
(hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip, şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade
Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176; 4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.
36. Ve eğer şeytandan (aldatandan,
saptırandan) dürtü1 (fitne, fesat, vesvese) seni
kışkırtacak1 olursa, o zaman hemen Allah ile korunma
talebinde bulun2. Şüphesiz ki O, semiul-alim olandır (her şeyi bilip işitendir).3
1 “نَزْغ” (nezeğe) kökünden türeyen kelimeler, "fitne
sokma", "kışkırtma", "fesat çıkarma" veya "şüphe uyandırma"
anlamlarını içerir.
2 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden
türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi
anlamlara gelir. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98;
40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
3 Bu
ayet, benzer ifadelerle 7:200 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
37. Gece de gündüz de güneş de ay da O’nun ayetlerindendir (delil ve işaretlerindendir). Ne
güneşe secde edin ne de aya; onları yaratan Allah’a secde edin; eğer yalnızca O’na
kulluk ediyorsanız.
38. Eğer kibirlenirlerse (büyüklük taslarlarsa), bil ki
Rabbinin yanında olanlar, gece gündüz O’nu tesbih1 ederler ve
onlar asla yorulmazlar (usanmazlar).
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
39. Yeryüzünü
boyun eğmiş görmeniz de O’nun ayetlerindendir, üzerine suyu indirdiğimizde kıpırdar
ve kabarır. Ona (toprağa) hayat veren, ölülere de hayat verir. O, her şeye Kadirdir.
40. Ayetlerimizi
çarpıtanlar Bize gizli kalmaz. Kıyamet günü güven içinde
gelen mi daha hayırlı, yoksa ateşin içine atılan mı? Dilediğinizi yapın! O, yaptıklarınızı
görmektedir.
41. Kendilerine
zikir (hatırlatıcı
vahiy) geldiği zaman onu inkâr ettiler. Halbuki o aziz (yüce ve üstün)
bir Kitaptır.
42. Batıl, ona önünden de arkasından da yaklaşamaz.ı
Hamid (çok
övülen), Hâkîm (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren) olan
tarafından indirilmiştir.
ı Kur’an’ın matematiksel mucizesinin
önemli fonksiyonlarından biri de Kur’an’ın her harfini ve her yönünü
korumaktır. Böylelikle, herhangi bir oynama hemen fark edilir (Reşat Halife, Ek
1 ve Ek 24).
43. Sana söylenenler, senden
önceki resullere söylenmiş olandan başkası değildir. Rabbin Bağışlayandır, elem verici azabın
da Sahibidir.
44. Ve eğer onu acemiı (anlaşılmayan, apaçık olmayan) bir
Kur’an yapsaydık, “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi?” derlerdi. Acemi ve
Arabiı mi? Fark etmez) De ki: “O (Kur’an), iman
edenler için bir hidayettir (yol gösteren bir kılavuzdur) ve şifadır.” İman
etmeyenlere gelince; kulaklarında ağırlık vardır (duymazlar) tıkalıdır ve
(Kur’an) onlar için körlüktür (görmezler). Onlara uzak bir yerden
seslenilir (duymaları ve anlamaları istenmez)!
ı “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça
olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “apaçık
olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan” anlamlarına da
gelebilmektedir. Konu ile ilgili
açıklama 12:2 ayetinde yer alır.
“arabi” ve “acemi” kelimeleri Arap dilinde hangi
manalarca kullanılmış ise Kuran’da da bu kelimeler bu manalarda kullanılmıştır.
Bu konuda müfessir Kurtubî de şunları söylemektedir: Bir kişi Arap olsa dahi
eğer fasih konuşmuyor ise ona acem ve acemi denilir. Acemi, Araplardan olsun
veya olmasın fasih konuşamayan kimsedir. Buna göre “acem” sözcüğü, “fasih”
sözcüğünün zıddı olmaktadır. (Kurtubi, Şuara 26/198; Fussilet 41/44)
O halde ‘arabî, “açık, fasih ve pürüzsüz
konuşan, maksadını net biçimde ifade eden kimse’; a’cem ise bunun tam tersi
olarak “fasih konuşamayan, maksadını ifade edemeyen, kapalı konuşan kimse”
demektir. Dolayısıyla “a’cemi” ifadesi “yabancı dil konuşan birini değil fasih
Arapça (Arabi) konuşamayan birini niteler. Yani “Kur’ân’ın, “acemi” kelimesine
yüklediği mana “acemi şoför”, acemi kaptan” ve “acemi garson” ifadelerinde
olduğu gibi dilimizde kullanımına benzer niteliktedir ve “mesleğinde veya
işinde usta olmamayı” ifade eder. Kur’an’daki “acemi” ifadesi de “Arapça
konuşmamayı” değil, “fasih Arapça konuşmamayı, dil/lisan konusunda usta
olmamayı” ifade eder.
Müfessir Razi de “Bir Arap şiirinde ‘Onu (şiiri)
beyan edip açıklamak ister, (fakat) onu anlaşılmaz hale getirir” anlamına gelen
“Yuridu en yu’ribehu fe-yu’cimhu’ ifadesi bulunduğunu” nakleder (Razi, İbrahim
14/4). Tahmin edildiği üzere bu şiirdeki ‘yu’ribehu’ ve ‘yu’cimhu’ ifadeleri “arabî”
ve “acemi” kelimeleri ile aynı köktendir. (BAYRAKTAR, Zeki, Kitap ve Hikmet
Dergisi, Yıl:2017, S.18, sayfa:53-55)
Burada
Kur’an’ın hangi lisanda indiğinin öneminin olmadığı; Müminler için bir kılavuz
olduğunu, inanmak istemeyenler için de aynı hangi lisanda olursa olsun ondan
mahrum kalacakları anlatılmaktadır. Nitekim 17:41 ayetinde de bu husus açıkça
belirtilmektedir: “Kur’an okuduğunda, seninle ve ahiret ile iman etmeyenlerin
arasına görünmez bir perde çekeriz.”
45. Musa’ya da Kitabı (Tora’yı)1 verdik, fakat onda anlaşmazlığa düştüler. Ve
eğer Rabbinden geçmiş bir kelime (söz, karar) olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Onlar,
bunun hakkında da tereddüt ve şüphe içindedirler.2
1
Tevrat, farklı nebilere
inen 39 kitaptan oluşmaktadır. Tevrat’ın ilk 5 kitabı Musa Nebi’ye indirildi. O
ilk 5 kitaba da “Tora” denilmektedir.
2 Bu ayet, 11:110 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
46. Kim
salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse
kendi lehinedir, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına haksızlık
etmez.
47. Saatin
(kıyametin) bilgisi ona döndürülür. O’nun bilgisi
olmadan ürünler de kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi de gebe kalmaz ve doğurmaz. O
gün onlara “Ortaklarım nerede!” diye seslenildiğinde, (müşrikler) “Bizden
bir tanık olmadığını Sana arz ederiz!” dediler.
48. Yalvarıp
yakardıkları da kendilerinden uzaklaştılar. Kaçacak bir yerleri olmadığını da
zannettiler (öyle varsayımda bulundular).
49.
İnsan, hayır (iyilik, güzellik) istemekten usanmaz. Kendisine bir şer (sıkıntı, kötülük) dokunursa
hemen üzülür ve ye’seı düşer.
ı “يَأْس”
(ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer:
5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110; 13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa);
65:4.
50. Gelen
sıkıntıdan sonra da ona bir rahmet tattırırsak, der ki “Bu benim hakkımdır ve o
saatin (hesap gününün) geleceğini de sanmıyorum. Ve eğer Rabbime
döndürülsem, yanında benim için hüsna (güzel, iyi olan şeyler) vardır.” O
kafirlere yaptıklarını mutlaka bildireceğiz, onlara kaba azaptan da
tattıracağız.
51. Biz, insana bir nimet verirsek, yüz çevirip yan
çizer. Ona bir şer (sıkıntı, kötülük) dokunduğunda
da bol bol dua eder durur.
52. De
ki: “Düşündünüz mü, eğer o (Kur’an) Allah katından ise, (siz
de) ardından onu inkâr etmişseniz? Ayrılığa düşenden daha sapık kim
olabilir?
53. Onun hak (doğru,
gerçek) olduğu kendilerine apaçık belli oluncaya kadar, onlara ayetlerimizi (kanıt,
işaret) ufuklarda ve kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?
54. İyi
bilin ki, Rableriyle buluşacaklarından kuşku duyanlar onlardır. İyi bilin ki, O,
her şeyi (bilgisi ve gücüyle) kuşatmıştır.