Sure, Mekke döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre
47. suredir. Adını, 224’üncü ayette geçen “şuarâ” şairler kelimesinden alır. Sure
227 ayettir.
Rahmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
“Ta
Ha, Ta Sin Mim ve Ta Sin” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan dört (20, 26, 27 ve
28’inci) surede; 107 tane “Ta”, 426
tane “Ha”, 290 tane Sin” ve 944 tane de “Mim” harfi var. Bunların toplamı 1767’dir
ve bu sayı 19’un tam 93 katıdır.
Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1
ayetinde yer alır.
2. Bunlar (Ta,
Sin, Mim), mübin (apaçık ve anlaşılır)
Kitabın ayetleridir (kanıtlarıdır).1
1 Bu
iki ayet, 28:1,2 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.
3. Onlar
iman etmiyor diye neredeyse kendini helak edeceksin!1
1 Benzer mesajlar: 18:6; 26:3; 35:8.
4. Eğer istersek
üzerlerine gökten bir ayet indiririz de ona boyunları1 eğik kalıverirler.
1 “(أَعْنَاق)” (‘ânâk) sözcüğü, “boyun”
demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu
sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33;
40:71.
5.
Râhmân’dan (Merhamet Eden’den) onlara ne zaman yeni bir zikir
(vahiy) gelse onu umursamazlar1.
1 “إعراض”
(ı'râz), “görmezden ve duymazdan gelmek, umursamamak, aldırış etmemek”
anlamlarına gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya
da bir taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı
kökten türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez);
6:4, 35, 68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28,
67, 83; 18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55;
32:22, 30; 34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3;
72:17; 74:49.
6. Şüphesiz ki yalanladılar. Ancak kendisiyle alay edip1 durdukları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
1 “هزا” (hâzea), küçümsemek, alay etmek, dalga
geçmek anlamına gelir. Asıl anlamı küçümseyerek alay etmektir. Bu kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 34 kez geçer: 2:14, 15, 67, 231; 4:140; 5:57, 58;
6:5, 10 (2 kez); 9:64, 65; 11:8; 13:32; 15:11, 95; 16:34; 18:56, 106; 21:36, 41
(2 kez); 25:41; 26:6; 30:10; 31:6; 36:30; 39:48; 40:83; 43:7; 45:9, 33, 35;
46:26.
7. Arḍı1 (yeryüzünü) hâlâ görmüyorlar mı? Onda tüm kerim (değerli, saygın)2 çiftlerden
(dişi-erkek canlılar) yeşerttik?
1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü,
zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar,
yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik
alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
2
Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ”
(kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18,
50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11,
27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40;
70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.
8. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, kanıt) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.1
1
Bu cümle 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
9. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
Olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu
cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9,
68, 104, 122, 140, 159, 175, 191.
10. Ve Rabbin, Musa’ya seslenmişti:
“O zalim kavme git!
11. Firavunun kavmine. Takvalı (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacaklar mı?”1
1
Bu ayetler, Musa Nebi’nin hem firavuna hem de onun toplumuna tebliğ
için gönderildiğinin en açık delilidir.
12. Dedi ki: “Rabbim,
beni yalanlayacaklar diye korkuyorum.
13. Göğsüm daralıyor, dilim de tutuluyor. Onun için kardeşim
Harun’a da resullük
ver. (Benzer mesajlar: 20:29-30; 25:35)
14. Onlarda,
aleyhimde
de bir zenb (günah,
suç) var. Bu nedenle beni katledecekler diye korkuyorum.”1
1 Benzer mesajlar: 20:29-31; 28:33,34)
15. Dedi ki: “Hayır,
öyle değil! Haydi ikiniz ayetlerimizle gidin. Şüphesiz
ki Biz sizinleyiz, (olup biteni) dinliyoruz.
16. Haydi firavuna gidin ve deyin ki: “Şüphesiz ki biz,
alemlerin Rabbinin resulleriyiz.
17. İsrailoğullarını bizimle
gönder!”
18. Dedi ki: “Sen, bir çocukken
aramızda besleyip büyütmedik1 mi? Ömrünün nice
yıllarını da aramızda geçirmedin mi?
1 ‘Murabbî’ kelimesi de “beslemek, besleyip büyütmek”
anlamına gelmektedir.
Bazı çevirilerde buna ‘eğitmek
(terbiye etmek)’ anlamı verilmektedir, Oysa Arapça’da eğitim sözcüğünün
karşılığı edeb; eğitmek sözcüğünün karşılığı da te’dib etmektir.
Bu ifadenin bir benzeri de “17:24’te “Rabbim, onlar beni küçükken besleyip
büyüttükleri gibi Sen de onlara merhamet et!” şeklinde yer alır.
19. Yapacağını yaptın!1 Ve sen kafirlerdensin (nankörlerdensin).”
1 Firavun, Musa’nın birini öldürüp kaçmasından söz
etmektedir. Bkz: 28:15-22.
20. Dedi
ki “O işi yaptığım zaman delaletteydim.
21. Sizden korktuğum
için de kaçtım. Böylece Rabbim bana hikmet1 (yargıda bulunma kabiliyeti, bilgelik) verdi
ve beni resullerden kıldı.
1 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth”
sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة”
hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı
idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme)
kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
22. Başıma kaktığın o
nimete de gelince, İsrailoğullarını kul etmenden dolayıydı.”
23. Firavun dedi ki: “Alemlerin
Rabbi de ne demek?”
24. Dedi ki: “Semaların (göklerin, 7 evrenin) ve arḍın (yerin)
ve aralarındakilerin Rabbidir, eğer
kesin iman edenlerdenseniz.”
25. Etrafındaki kimselere
“İşitiyor musunuz?” dedi.
26. Dedi ki: “Sizin
de Rabbinizdir, sizin önceki atalarınızın da Rabbidir.”
27. Dedi ki: “Size
gönderilen resulünüz şüphesiz ki mecnundur (delidir,
cinlenmiş).”1
1 Firavun hakaretlerine devam etmekte ve Musa’nın
cinlenmiş olduğunu söylemektedir. Kavminin Nuh için söylediği “O, kendisinde
mecnunluk (delilik) bulunan bir adamdır; onu bir süreye kadar bekleyip
gözetleyin” (23:25) sözüyle firavunun, Musa için söylediği aynıdır. Tarih
boyunca küfrün aynı kaynaktan beslendiğini ve mantığının aynı olduğunu, bu yolu
izleyen müşriklerin de Muhammed’e “Ey kendisine zikir indirilen, sen bir
mecnunsun!” (15:6) diyerek aynı suçlamada bulunduğunu ve onunla alay
ettiklerini görmekteyiz.
28. Dedi ki: “Doğunun1
da batının da bunların arasındakilerin de Rabbidir.
Eğer aklınızı kullanıyorsanız!”
1 “شرق” (şark) “doğmak” veya “doğu”
anlamındadır. Özellikle güneşin doğması ile ilişkilidir ve “ışık, aydınlanma,
güneşin doğuşu” gibi kavramlarla bağlantılıdır. Kur’an’da Aynı kökten türemiş
16 sözcük geçmektedir: 2:115, 142, 258; 7:137; 15:73; 19:16; 24:25; 26:28, 60;
37:5; 38:18; 39:69; 43:38; 55:17; 70:40; 73:9.
29. Dedi ki: “Benim
dışımda bir şeyi ilah (yüce olan, tanrı) edinirsen kesinlikle seni zindana
atılanlardan yaparım!”
30. Dedi ki: “Sana apaçık
bir şey (kanıt, mucize) getirsem de mi?”
31. Dedi ki: “Eğer
sadıklardan (doğrulardan, doğrulukta sebat edenlerden) isen
haydi onu getir!”
32. Bunun üzerine asasını attı. Ve işte! O, apaçık bir ejderha1
(oluvermiş).2
1
“ثُعْبَانٌ”
(shu’bān), Türkçede “yılan” anlamına gelir. Özellikle büyük ve güçlü yılan
türleri için kullanılır. Bu sözcük, Kur’an’da 2 yerde geçer: 26:32 ve 7:107.
2 20:20, 27:10 ve 28:31 ayetindeki ifadelere göre
Yüce Allah; Musa’ya verdiği mucizeyi göstermek için elindeki asayı yere
atmasını istemiş ve asa hareket eden bir yılana dönüşmüş. Bunu gören Musa da
korkup kaçmış. Bunun üzerine “Ey Musa! Geri dön, korkma! Artık sen güvende
olanlardansın.” (28:31) diye hitap edilmişti.
33. Elini de (koynundan) çekip
çıkardı. Ve işte! O, bakanlar için bembeyazdı.
32 ve 33’üncü ayetler, aynı sözcüklerle 7:107 ve
108 ayetlerinde de tekrarlanmaktadır.
34. Yanındaki melelere (ileri gelenlere) dedi ki: “Şüphesiz ki bu bilgili bir sihirbazdır.
35. Sihri ile sizi toprağınızdan çıkarmak
istiyor. O halde neyi emrediyorsunuz?”
36. Dediler ki: “Onu ve kardeşini oyala ve
şehirlere tellallar gönder.
37. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”
38. Böylece sihirbazlar, belirlenmiş günün
kararlaştırılmış vaktinde bir araya getirildiler.
39. İnsanlara da çağrı yapıldı: “Siz de
toplanmaz mısınız?”
40. (Halk) “Eğer galip gelirlerse belki
sihirbazlara uyarız.”
41. Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman dediler
ki: “Eğer galip gelirsek bize bir ecir (karşılık, ödül) var, değil mi?”
42. Dedi ki: “Evet. O zaman elbette ki bana
yakın kimselerden olacaksınız.”
43. Musa onlara dedi ki: “Atacağınız şeyi atın!”
44. Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve “Firavunun
izzeti (itibarı)
için elbette ki biz galip geleceğiz.” dediler.
45. Bunun üzerine Musa da asasını attı. Ve işte!
O, onların uydurduklarını1 yutmaya başladı.
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
46. Bunun üzerine sihirbazlar hemen secdeye kapandılar.
47. Dediler ki: “Alemlerin
Rabbi ile (O’nun aracılığıyla) iman ettik!
48. Musa’nın ve Harun’un
Rabbi!”
47
ve 48’inci ayetler, aynı sözcüklerle 7:121 ve 122 ayetlerinde de
tekrarlanmaktadır.
49. Dedi ki: “İznim
olmadan ona mı iman ettiniz? Demek ki o, size sihir öğreten
büyüğünüzdür. Öyleyse yakında öğreneceksiniz. Ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim. Hepinizi de astıracağım.”
El
ve ayakların çapraz kesilmesiyle ilgili olarak benzer mesajlar: 5:33; 7:124; 20:71.
50. Dediler ki: “Zararı
yok. Nasıl olsa Rabbimize döneceğiz.
51. İman edenlerin
öncüleri olduğumuz için de Rabbimizin suçlarımızı1 bağışlayacağını gerçekten umuyoruz.”
1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ
“hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא”
(Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19
ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31;
20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)
52. Ve Musa’ya “Kullarımı
(gece vakti) yürüt. Şüphesiz ki takip
edileceksiniz!” diye vahyettik.1
1 Benzer mesajlar: 20:77; 26:61; 44:23.
53. Bunun üzerine firavun
şehirlere tellallar (haberciler)
gönderdi.
54. “Şüphesiz ki şunlar
küçük bir güruhtur (topluluktur).1
1 “شِرْذِمَةٌ” (şirmirzâtun),
ifadesi “az sayıda bir grup, küçük bir topluluk, dağınık bir güruh” anlamlarına
gelir. Bu ifade, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
55. Ve şüphesiz ki onlar
bizi gerçekten öfkelendiriyorlar.
56. Bizler de gerçekten hazırlıklı
olan1 bir topluluğuz.”
1 “حذر” (hazir) sözcüğü, “Sakınan, tehlikeyi
gören, tedbir alan” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19,
235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57;
24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.
57. Böylece onları (firavun
ve yandaşlarını) cennetlerden ve pınarlardan çıkardık.
58. Ve zenginlikler1
ve kerim (değerli)
mekanlar (yerler) ...
1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet,
zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez);
11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.
59. İşte böyle, onu (hazineleri ve değerli mekanları) da
İsrailoğullarına miras bıraktık.
Bazıları
bu ayete, “Allah, İsrailoğullarını firavun ve halkının terk ettiği bahçelere,
pınarlara, hazinelere ve güzel güzel konutlara mirasçı kıldı” anlamı
vermişlerdir. Böyle bir yorum, firavunun boğulmasından sonra İsrailoğullarının
Mısır’a döndükleri ve firavunun kavminin mal ve servetini sahiplendikleri demek
olur. Ne var ki, bu yorumu ne tarih ne Tevrat ne de diğer Kur’an ayetleri
desteklemektedir. Bakara, Maide, Araf ve Ta Ha Suresinin ilgili ayetleri, firavunun
denizde boğulmasından sonra İsrailoğullarının Mısır’a dönmeyip hedeflerine
doğru yoluna devam ettiklerini ve Nebi Davud zamanına kadar meydana gelen tüm
önemli olayların, şimdiki Sina Yarımadası, Kuzey Arabistan, Ürdün ve Filistin
denilen topraklarda geçtiğini teyit etmektedir.
60. Derken, güneşin doğduğu yöne doğru onları takip ettiler.
61. İki topluluk birbirini gördüğü zaman da Musa’nın
ashabı (halkı),
“İşte şimdi yakalandık.” dediler.
62. “Hayır! Rabbim benimledir, bana yol
gösterecektir.” dedi.1
1 Bir nebinin, Yüce Allah’a güveninin nasıl olması
gerektiği bu ifade ile ortaya konulmuştur. Aynı şekilde, İbrahim de “Rabbime
gidiyorum; O, bana yol gösterecektir” (37:99) diyerek yolunu belirlemiş ve tam
bir teslimiyet göstermiştir.
Nebimiz Muhammed’in hicreti esnasında da beraberindeki
Ebû Bekir’e “Üzülme! Allah bizimle beraberdir” (9:40) dediği görülmektedir.
63. Bunun üzerine Musa’ya vahyettik: “Asanı
denize vur.” Böylece (deniz)
yarıldı. Her bir parçası âzîm (muazzam) bir dağ1 gibi
oldu.
1
Dağ
anlamına gelen “davd” sözcüğü bir tek bu ayette geçiyor.
64. Ötekileri de oraya yaklaştırdık.
65. Musa’yı ve beraberindekilerin hepsini de kurtardık.
66. Sonra diğerlerini suya gömdük1. (Aynı ayet: 37:82)
1 “غَرِقَ”
(ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43;
17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55;
44:24; 71:25; 79:1.
67. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.1
1
Bu cümle 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
68. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu
cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9,
68, 104, 122, 140, 159, 175, 191.
69. Onlara, İbrahim’in haberini de tilavet et (oku, aktar).
70. Babasına ve kavmine ‘Siz
neye kulluk (hizmet)
ediyorsunuz?” demişti.
71. “Putlara kulluk ediyoruz, kendimizi onlara
adamaya da devam ediyoruz1.” dediler.
1 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, adamak ve armağan
etmek” anlamlarına gelir.
72. Dedi ki: “Onlara dua ettiğinizde sizi
işitiyorlar mı?
73. Veya bir faydaları oluyor mu? Ya da zararları
dokunuyor mu?”
74. “Hayır. Atalarımızı böyle yaparlarken gördük.”1 dediler.
1 Taklitçilikle ilgili benzer mesajlar: 2:170; 5:104;
7:28; 10:78; 11:53-54, 62, 87; 21:52-53; 31:21; 34:43; 37:69-74; 43:22, 23.
75. Dedi ki: “Neye kulluk ettiğinizi görüyor musunuz?
76. Sizler ve sizden önceki atalarınız.
77. Şüphesiz ki onlar benim için düşmandır; Alemlerin Rabbi hariç.
78. İşte O, beni yarattı,
bana da hidayet (kılavuzluk) etti.
79. Bana yediren ve bana
içiren de işte O’dur.
80. Hastalandığımda da O
bana şifa veriyor.
81. Beni öldürecek olan
da ardından diriltecek olan da O’dur.
82. Din Gününde hatalarımı
(suçlarımı) bağışlayacağını umduğum da O’dur.1
1 İbrahim’in bu sözü, bir nebinin dahi suç/günah
işleyebileceğini, bağışlaması için Allah’a dua etmesi gerektiğini
göstermektedir.
83. Rabbim, bana hikmet (yargıda bulunma kabiliyetini, bilgeliği) ver
ve beni salihlerin (dürüst ve erdemli olanlar) arasına kat1.
1 “لْحِقْنِي” (alḥikni), sözcüğü, “Beni kat”
veya “Beni birleştir” anlamlarına gelir. “لَحِقَ” (laḥika) fiilinden
türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye eklenmesi veya katılması
anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 3:170, 12:101; 26:83; 34:27;
52:21; 62:3
84. Sonraki nesiller arasında da doğrulukla anılmamı
sağla.
85. Ve beni Naim (saadet,
nimet) Cennetinin
mirasçılarından yap.
86. Babamı da bağışla. Çünkü o dalalete düşenlerdendi.1
1 Bu ayet 9:114, 19:47 ve 60:4 ayetleriyle
birlikte okunmalıdır. İbrahim, babası için bağışlanma dileğinde bulunmuştu;
fakat bu durum babası sağken yaşanmıştı. Buna göre, İbrahim’in duası bir
anlamda babasının tevbe etmesine yönelik anlaşılmalıdır. Çünkü babasının Allah’a
düşman biri olarak öldüğü kendisine bildirilince ondan yüz çevirmişti.
87. Ve diriliş gününde beni utandırma!”
88. O gün mal (servet)
da çocuklar da fayda sağlamaz;
89. Allah’a selim (emin, sağlam ve temiz) bir kalp ile gelenler
hariç.
90. Cennet, takva sahiplerine (Allah’ın emirlerine
uyup, yasaklarından kaçınanlara) yaklaştırılır.
91. Sapkınlar1 için de cahim (ateş, cehennem) ortaya çıkarılır2.
1 “لْغَاو۪ينَ” (el-ğâvîn) sözcüğü, “sapmak, doğru yoldan çıkmak”
anlamlarına gelen “غَوَى” (ğavâ) kökünden gelmektedir ve “sapmışlar, sapkınlar,
doğru yoldan sapanlar” anlamlarına gelir.
2 “بُرِّزَتْ” (burrizat) sözcüğü, “açığa çıkmak, görünmek,
ortaya çıkmak” anlamına gelen “بَرَزَ” (bereze) kökünden
türemiştir ve “açığa çıkarıldı, ortaya kondu” anlamına gelmektedir. gelir.
92. Ve onlara denilir: “Kulluk (hizmet) ettikleriniz nerede;
93. Allah’ın dışındakiler size yardım1 edebilirler mi? Ya da kendilerine yardımları1 oluyor mu?
1 Yardım, zafer ve üstün gelme gibi anlamlara
gelen “نصر” (nasr) fiil
kökünden türemiş olan “يَنْتَصِرُونَ” (yentesirûn) sözcüğü çoğul bir
fiil olup, “zafer kazanırlar, yardım alırlar, intikam alırlar veya karşılık
verirler” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 yerde geçer:
26:93, 42:39.
94. Böylece onlar ve sapkınlar, tepetaklak içine
atıldı.
95. İblisin tüm askerleri de.
96. Onlar, orada birbirleriyle çekişerek1 derler ki:
1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (khâsâmâ) şeklinde geçer ve “çekişmek”,
“düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden
türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45;
36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.
97. “Tallahi1, şüphesiz ki bizler gerçekten de2 apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
1 “Tallahi” (Allah’a yemin olsun ki) ifadesi, Kur’an’da 9
defa geçen bir yemindir (12:73,85,91,95; 16:56,63; 21:57; 26:97; 37:56)
2 “لَفِي”
(lefi) ifadesi, “Gerçekten de bu, ... içindedir” şeklinde çevrilebilir. “لَ”
(le) burada vurgulama yapmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 10 kez geçer: 12:95;
15:72; 26:97, 196; 36:24; 51:8; 82:13, 14; 83:22; 87:18.
98. Çünkü sizi (şeytanlarımızı ve kulluk ettiklerimizi)
Alemlerin Rabbi ile denk tutuyorduk.
99. Ve bizi mücrimlerden (azılı suçlulardan) başkası saptırmadı.
100. Bundan dolayı bize şefaat edecek yoktur!1
1 Kişinin kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak
aracılar edinmesi şirktir ve eğer tevbe edilmezse, 4:48 ve 116’da da
belirtildiği gibi Allah tarafından affedilmeyecek tek günah olarak
tanıtılmaktadır. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48
ayetinde yer alır.
101. Candan bir arkadaşımız da!
102. Ah, keşke bizim için tekrar dönüş olsa da gerçekten
müminlerden olsak!1
1 Benzer mesajlar: 2:167; 6:27; 23:99-100.
103. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.1
1
Bu cümle 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
104. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu
cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9,
68, 104, 122, 140, 159, 175, 191.
105. Nuh’un kavmi resulleri
(elçileri) yalanladı.
106. Kardeşleri Nuh, onlara demişti ki: “Takvalı
olmayacak mısınız?
107. Şüphesiz ki ben, sizin için emin (güvenilir) bir resulüm (elçiyim).1
1 Bu cümle 6 ayette tekrarlanmaktadır: 26:107, 125, 143, 162,
178, 44:18. Bu ifade Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve Musa’nın, aynı söylemlerle
toplumlarını uyardıklarını göstermektedir.
108. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçının), bana da itaat edin.1
1 Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3. Bu ifade Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve
İsa’nın, aynı söylemlerle toplumlarını uyardıklarını göstermektedir.
109. Buna karşılık sizden bir ecir istiyor da
değilim. Ecrim (yaptıklarımın
karşılığı) sadece alemlerin Rabbindendir.1
1 Bu cümle 9
ayette tekrarlanmaktadır: 26:109, 127, 145, 164, 180; 10:72; 11:29,51; 34:47. Bu
ifade Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve Muhammed’in, aynı söylemlerle toplumlarını
uyardıklarını göstermektedir.
110. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da itaat edin.1
1 Bu cümle 10
ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63;
71:3.
111. Dediler ki “Düşük
(aşağı sınıftan) insanlar sana tabi olmuşken, biz sana iman eder (inanır
ve güvenir) miyiz!”
112. Dedi ki: “Onların
yapmakta oldukları (neler yapmış oldukları veya niyetleri) hakkında
bilgim yok.
113. Onların hesabı sadece
Rabbime aittir. Keşke anlasanız.
114. Ben de müminleri (iman
edenleri yanımdan) kovan biri değilim.
115. Şüphesiz
ki ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.”
116. Dediler ki “Eğer
vazgeçmezsen ey Nuh, mutlaka taşlananlardan/dışlannlardan1 olursun!”
1 “Dışlananlar, taşlananlar” gibi
anlamlara gelen “مَرْجُوم۪ينَۜ”
(mercumin)
sözcüğü, “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” gibi anlamlara gelen “رَّجِيمِ” (raciym) sözcüğünden
türemiştir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “dışlamak,
taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.
117. Dedi
ki “Rabbim, şüphesiz ki halkım beni yalanladı.
118. Bu nedenle benimle
onların arasını iyice aç ve beni ve yanımda yer alan müminleri kurtar!”
119. Bunun üzerine onu
ve onunla olanları yüklü gemide kurtardık.
120. Ardından geride
kalanları suya gömdük1.
1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya
batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez
geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77;
23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.
121. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.
1
Bu cümle 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
122. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191.
123. Ad (kavmi)
resulleri (elçileri) yalanladı.
124. Kardeşleri Hud, onlara demişti ki: “Takvalı olmayacak mısınız?
125. Şüphesiz ki ben, sizin için emin (güvenilir) bir resulüm.
Bu cümle 6 ayette tekrarlanmaktadır: 26:107, 125, 143, 162, 178, 44:18.
126. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.
Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3.
127. Buna karşılık sizden bir ecir istiyor da
değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir.1
Bu ifadeler 9 ayette tekrarlanmaktadır: 26:109, 127, 145, 164,
180; 10:72; 11:29,51; 34:47.
128. Yoksa övünüp eğlenmek için her tepeye bir
ayet (simge, anıt) mi bina
ediyorsunuz?
129. Hiç ölmeyecekmiş gibi de sağlam yapılar
ediniyorsunuz.
130. Yakaladığınız (elinize bir imkân geçtiği) zaman da cebbar şekilde (zorbaca,
güç kullanarak) yakalıyorsunuz.
131. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.1
1 Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3.
132. Bildiğiniz her şeyi sizin için arttırana1 karşı da takvalı olun.
1 “uzatmak, genişletmek, artırmak” gibi anlamlara
gelen “مد” (med) kökünden
türemiş olan bu sözcük, “uzatan, yayan, genişleten, arttıran” anlamlarına
gelir.
133. Sizin için davarları ve oğulları arttırdı.
134. Cennetleri (bahçeler) ve pınarları da.
135. Şüphesiz ki ben, sizin için âzîm1
(büyük, muazzam) bir günün
azabından korkuyorum.”
1 “عَظ۪يمٍ”
(‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi
anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini
vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde
çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet
sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir
olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya
azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
136. Dediler ki, “Vaaz
etsen (uyarsan) de etmesen de bizim için aynıdır (dediklerinle iman
etmeyiz).
137. Şüphesiz ki bu, sadece öncekilerin ahlakıdır
(söylediği hikayeler geçmiştekilerin inandığıdır).
138. Ve biz, azaba uğratılacaklardan değiliz.”
139. Böylece onu yalanladılar. Bunun üzerine onları
helâk ettik. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu müminlerden (inanıp
güvenenlerden) olmadı.
1
Bu cümle 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
140. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9, 68,
104, 122, 140, 159, 175, 191.
141. Semud (kavmi)
resulleri (elçileri) yalanladı.
142. Kardeşleri Salih, onlara
demişti ki: “Takvalı olmayacak
mısınız?
143. Şüphesiz ki ben,
sizin için emin (güvenilir) bir resulüm.
Bu cümle 6 ayette tekrarlanmaktadır: 26:107, 125, 143, 162, 178, 44:18.
144. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.
Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3.
145. Buna karşılık sizden bir ecir istiyor da
değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir.1
1 Bu ifadeler 9 ayette tekrarlanmaktadır: 26:109, 127, 145, 164,
180; 10:72; 11:29,51; 34:47.
146. Burada güven içinde bırakılacağınızı
mı sanıyorsunuz?
147. Cennetlerin ve pınarın içinde, (Aynı ayet:44:52)
148. Ve ekinler ile salkımları olgunlaşmışı
hurma ağaçlarında,
ı
“هَضِيمٌ” (heziym) sözcüğü,
‘hazmı kolay, yumuşak, olgun ve gevrek’ gibi anlamlar taşır. Dolayısıyla hurma
salkımlarının hem fiziksel hem de tat olarak yenilmeye hazır, kolay
hazmedilebilir, sindirilebilir, tüketilebilir ve olgun bir durumda olduğunu
ifade eder. Bu sözcüğün kökünden türemiş 2 sözcük Kur’an’da yer alır: 20:112;
26:148.
149. Ve dağlardan ustalıkla yonttuğunuz evlerde.
150. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.1
Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3.
151. Ve müsriflerin1 (haddi aşanların) buyruklarına uymayın.
1 “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi aşanlar, savurganlık
yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
152. Onlar, yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslah
etmezler.”
153. Dediler ki: “Sen büyülenmiş olanlardansın.
1 Aynı ayet: 26:185.
154. Sen, bizim mislimiz (benzerimiz)
bir beşerden (canlıdan, insandan)
başkası değilsin. Eğer sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir)
kimselerden isen, bize bir ayet (kanıt) getir.”
155. Dedi ki, “İşte bu dişi bir devedir. Belirli bir gün onun,
belirli bir gün de sizin su içme hakkınız vardır.
156. Ve sakın ona bir kötülük ile dokundurmayın.
Yoksa âzîm (dehşetli) günün
azabı sizi yakalar.
157. Bunun üzerine onu (deveyi) vahşice katlettiler1. Böylece pişman
bir durumda sabahladılar2.
1 “عَقَرَ” (akar)
sözcüğü, “kesmek, yaralamak, öldürmek” anlamlarına gelir. “akarû”
fiilinin, “hayvanın ayaklarının kesilerek veya kırılarak yere düşürüldükten
sonra boğazlanması” anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir. Bu ifade, Kur’an’da 5 kez geçer. Bunların
hepsi de vahşice katledilen deve için kullanılmaktadır: 7:77; 11:65; 26:157;
54:29; 91:14.
2 “صَبَاح”
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. Bu kelime, güneşin doğuşu ile başlayan ve hareketliliğin
başladığı sabahın erken saatlerini ifade eden “غُدُوّ” (ğuduv) gibi
belirli saatlere değil, sabahın tüm zaman dilimine atıfta bulunur. Bu
kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91;
11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157;
28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14;
67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.
158. Böylece azap onları yakalayıverdi.
Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret,
delil) vardır. Ancak onların çoğu müminlerden (inanıp güvenenlerden)
olmadı.1
1
Bu ifadeler 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
159. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9, 68,
104, 122, 140, 159, 175, 191.
160. Ve Lut’un kavmi resulleri
(elçileri) yalanladı.
161. Kardeşleri Lut,
onlara dedi ki, “Takvalı olmayacak
mısınız?
162. Şüphesiz ki ben,
sizin için emin (güvenilir) bir resulüm.1
1 Bu cümle 6
ayette tekrarlanmaktadır: 26:107, 125, 143, 162, 178, 44:18.
163. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da itaat edin.1
1 Bu cümle 10
ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63;
71:3.
164. Buna karşılık
sizden bir ecir istiyor da değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir.1
1 Bu ifadeler 9
ayette tekrarlanmaktadır: 26:109, 127, 145, 164, 180; 10:72; 11:29,51; 34:47.
165. Alemlerin içinde
erkeklere mi yöneliyorsunuz?
166. Ve Rabbinizin sizin için yarattığı
eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır! Siz azgın bir topluluksunuz.”
167. Dediler ki: “Eğer vazgeçmezsen Ey Lut, muhakkak ki tehcir
edilenlerden (yurdundan sürülenlerden)
olacaksın.”
168. Dedi ki “Şüphesiz ki ben, yaptıklarınızı
kınayanlardanım!
Kur’an’da sadece bu ayette geçen el-kâlîne
kelimesi el-kılâ’ kökünden gelmekte ve “şiddetli öfke duyanlar” anlamı
vermektedir. İfadenin “Bu işiniz nedeniyle sizi kınıyorum” şeklinde tekil değil
de “Sizi kınayanlardanım.” şeklinde çoğul gelmesi, o dönemde bu kavmin yaptığı
ahlâksızlığı herkesin paylaşmadığını, Lut gibi bunu kınayanların da bulunduğunu
göstermektedir.
169. Rabbim! Beni ve
ailemi onların yaptıklarından kurtar.”
170. Bunun üzerine Biz de onu ve tüm ailesini
kurtardık.
171. Geride bırakılanların1 aralarındaki acuze (yaşlı,
düşkün) kadın hariç.
1 “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada
kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57;
29:32, 33; 37:138; 80:40.
172. Ardından da diğerlerini yok ettik1.2
1 “دمر”
(demerâ) da “helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip etmek” demektir. Aynı kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez);
26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
2 Bu iki ayet, 37:135 ve 136’da tekrarlanmaktadır.
173. Ve üzerlerine yağmur (taş yağmuru) yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!
Bu ayet, 27:58’de de tekrarlanmaktadır.
174. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.1
1
Bu ifade 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
175. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9, 68,
104, 122, 140, 159, 175, 191.
176. Eyke ashabı (halkı) resulleri (elçileri) yalanladı.1
1 Elçi Şuayb’ın toplumu olarak anlatılan Eyke,
kimi ayetlerde Medyen ismiyle bildirilmiştir. Eyke isminin Ormanlık Yer veya
Yeşil Vadi anlamına gelmesi nedeniyle, Medyen toplumunun ormanlık bir bölgede
yaşadığı öne sürülür. Şuayb ve Eykelilerin kıssası ile ilgili ayetler: 7:85-93; 11:84-95;
15:78-79; 26:176-191; 29:36-37; 38:13; 50:14.
177. Şuayb, onlara dedi ki, “Takvalı olmayacak mısınız?
178. Şüphesiz ki ben, sizin için emin (güvenilir) bir resulüm.1
1 Bu cümle 6 ayette tekrarlanmaktadır: 26:107, 125, 143, 162, 178, 44:18.
179. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da
itaat edin.1
1 Bu cümle 10 ayette tekrarlanmaktadır: 26:108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 43:63; 71:3.
180. Buna karşılık sizden bir ecir istiyor da
değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir.1
1 Bu ifadeler 9
ayette tekrarlanmaktadır: 26:109, 127, 145, 164, 180; 10:72; 11:29,51; 34:47.
181. Ölçüyü tam yapın ve
eksiltenlerden olmayın.
182. Ve doğru tartıyla tartın.
183. Ve insanlara mallarını noksan vermeyin ve fesatçılar olarak arḍda (yeryüzünde) karışıklık çıkarmayın!1
1 “تَعْثَوْا” (tea'sev), “bozgunculuk yapmak, karışıklık
çıkarmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 2:60; 7:74; 11:85;
26:183; 29:36.
184. Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı takvalı
olun.
185. Dediler ki: “Sen büyülenmiş olanlardansın. (Aynı ayet: 26:153)
186. Sen de bizim mislimiz bir beşerden başkası değilsin ve biz seni yalancılardan olduğunu
sanıyoruz1.
1 “ظنن” (zann), zannetmek, sanmak,
ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.
187. Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) isen
haydi gökten üzerimize parçalar1 (kütleler) düşür.”
1
“كِسَفًا” (kisefen)
sözcüğü, “parçalar, dilimler, parça parça” anlamlarına gelir. Bu ifade
Kur’an’da 5 kez geçer: 17:92; 26:187; 30:48; 34:9; 52:44.
188. Dedi ki: “Rabbim yaptıklarınızı daha iyi bilir.”
189. Böylece onu yalanladılar. Bunun üzerine kendilerini
o gölge gününün azabı yakaladı. Şüphesiz ki o, âzîm (dehşet verici) bir günün azabıydı!
190. Şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret, delil) vardır. Ancak onların çoğu
müminlerden (inanıp güvenenlerden) olmadı.1
1
Bu ifade 8
ayette tekrarlanmaktadır: 26:8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190.
191. Şüphesiz ki Rabbin (efendin),
gerçekten O, Azizur-Râhîm’dir (Merhametli
olan Mutlak Güç Sahibidir).1
1 Bu cümle 8 ayette tekrarlanmaktadır: 26:9, 68,
104, 122, 140, 159, 175, 191.
192. Ve şüphesiz ki o, alemlerin Rabbinin (evrendeki tüm varlıkların Efendisinin) bir
indirmesidir.
Bu surenin 192-196 ayetleri, son derece kapsamlı
bir Kur’an tarifi içermektedir.
193. Ruh’ul Emin1 (Güvenilir Ruh)
onunla (Kuran ile) indi.
1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh
(Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce
meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve
de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan
arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi
Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.
194. Kalbinin üzerine, uyarıcılardan olman için.
195. Apaçık Arabi1 bir lisan ile.
1 “عربياً”
(arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı
zamanda “anlaşılır olan”, “kusursuz”, mükemmel”, “apaçık olan”
veya “fasih (güzel ve akıcı) olan” anlamlarına da
gelebilmektedir.
Birçok çeviride söz konusu sözcük “Arapça olarak” şeklinde
çevrilmekte ve bu ifade ile Arapça lisanından söz edildiği belirtilmektedir.
Her Arapça metin arabiyyen, yani “anlaşılır olan”, “apaçık olan”, “kusursuz”, “mükemmel” veya “fasih
(güzel ve akıcı)” olmayabilir.
Kuran ise arabiyyendir; yani anlaşılırdır, kusursuzdur, apaçıktır ve fasihtir (güzeldir ve
akıcıdır). “Arabi” sözcüğü ile ilgili
ayrıntılı açıklama 12:2 ayetinde yer alır.
196. Şüphesiz ki o, gerçekten de1 öncekilerin
Zeburlarında (yazılı metinlerinde)
da vardır.
1 “لَفِي”
(lefi) ifadesi, “Gerçekten de bu, ... içindedir” şeklinde çevrilebilir. “لَ”
(le) burada vurgulama yapmaktadır. Bu ifade Kur’an’da 10 kez geçer: 12:95;
15:72; 26:97, 196; 36:24; 51:8; 82:13, 14; 83:22; 87:18.
197. Yoksa İsrailoğullarının alimlerinin onu biliyor
olmaları, onlar için bir ayet (delil, işaret) değil mi?
198. Ve eğer onu bir aceme (Arap olmayan birine, bir yabancıya) indirseydik,
199. O zaman onlara okusaydı (bildirseydi), onunla müminlerden (iman edenlerden)
olmayacaklardı.
Benzer mesajlar: 6:25, 109, 111; 7:146; 10:33,
96; 15:13-15; 17:93; 34:31.
200. Böylece onu, mücrimlerin (azılı suçluların) kalplerine soktuk1.
1
“سَلَكَ” (salaka)
sözcüğü, “geçmek, sokmak, yönlendirmek, bir yolu izlemek” gibi anlamlara
gelebilmektedir.
201. Elem verici azabı görünceye kadar onunla
iman etmezler.
Benzer ayetler: 6:7,25,109,111; 7:146; 15:13-15;
17:93; 34:31
202. Bundan dolayı o, onlara ansızın gelecek ve
onlar farkına varmayacaklar.
203. O zaman da “Acaba bize süre tanınır mı?”
derler.
204. Yoksa azabımızı çabucak mı istiyorlar?1
1 Bu ayet, 37:176’da da tekrarlanmaktadır.
205. Eğer onları yıllarca faydalandırırsak, ne
dersin?1
1 “المتعة” (metâ),
faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a)
sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
206. Sonra onlara vadedilen (azap) başlarına geldi.,
207. O faydalanıyor oldukları şeyler kendilerine yarar sağlamadı.
208. Uyarıcıları (elçileri)
bulunmayan bir şehri de helak etmedik.
209. Bir zikirdir (hatırlatıcı
vahiydir). Zulmedenler de değildik.
210. Onunla (Kur’an’ı),
şeytanlar (aldatanlar, saptıranlar) da inmedi.
211. Bu onlara da uygun
düşmez1, güçleri de yetmez.
1 “يَنْبَغِي” (yenbeği)
sözcüğü; gerekmek, yakışmak, uygun olmak anlamlarına gelir.
212. Şüphesiz ki onlar işitmeden uzak tutuldular!
Bu ayetlerde müşriklerin bir zannı
reddedilmektedir. Benzer mesajlar: 15:17; 37:7-9; 67:5; 72:8-9.
213. Öyleyse, Allah’ın dışında başka bir ilaha
yalvarma, yoksa azaba uğrayanlardan olursun.
214. Ve aşiretinden akraba olanları uyar.
215. Sana uyan müminlere de kanadını indir (sahip çık).
Bu emrin bir benzeri 15:88’de de yer alır. Bu
ifade, 73:20’de de olduğu gibi “seninle olan bütün müminler” demektir.
216. Eğer sana isyan ederlerse, o zaman de ki: “Şüphesiz
ki ben, yaptıklarınızdan uzağım.”
217. Ve Azizir-Râhîm’e (merhamet eden mutlak güç sahibine) tevekkül
et (O’na güven, O’na dayan)!
218. O (Allah), (salat için) kıyam ettiğin vakit1
seni görür.
1 “ح۪ينٍ” (hîn) kelimesi bağlama göre belirli bir zaman,
vakit, zaman gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 35 kez geçer:
2:36, 177; 5:101, 106; 7:24; 10:98; 11:5; 12:35; 14:25; 16:6 (2 kez), 80;
21:39, 111; 23:25, 54; 24:58; 25:42; 26:218; 28:15; 30:17 (2 kez), 18; 36:44;
37:148, 174, 178; 38:3, 88; 39:42, 58; 51:43; 52:48; 56:84; 76:1.
219. Secde edenlerin içinde gezinip durduğunu1 da.
1 “تَقَلُّبَ”
(tekallub) sözcüğü, “fikir değiştirmek, dönüp durmak, gidip gelmek” anlamlarına
gelir.
220. Şüphesiz ki O, semiul-alim’dir (Her şeyi Bilip İşitendir).
221. Şeytanların (saptıranların) kimlere indiğini size haber
vereyim mi?
222. Şüphesiz ki onlar, yalan uyduran1 tüm âsiymlere (Allah’ın yasakladığı her
türlü söz, fiil ve kötü düşünceye sahip olanlara) iner.
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
223. (Başkalarına) kulak verirler, onların çoğu da yalancıdır.
224. Şairlere de sapkınlar
uyar.1
1 Ayette
kınanan, bizatihi şairlik ve şairler değildir. Yani şiiri, kötü amaçlarına alet
edenlerdir. Sözcüğün başında belirlilik ifade eden “el” takısının bulunması, bu
ifadenin şairlerin hepsini kapsamadığını göstermektedir. Bu surenin son
ayetinde de bu husus belirtilmektedir.
225. Onların her vadide
şaşkın şaşkın dolaştıklarını (duruma göre fikir değiştirdiklerini) görmüyor musun?
226. Şüphesiz ki onlar yapmayacakları şeyleri söylerler.
227. İman edenler ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler
ve Allah’ı çokça zikredenler (ananlar) ve haksızlığa uğratıldıklarında
kendilerini savunanlar (bu şairler) hariç. Zalim kimseler de nasıl bir
devrim ile yıkılıp gideceklerini öğrenecekler!