Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 56.
suredir. Adını, ilk ayetteki “Saffat” (sıra sıra dizilenler, saf tutanlar) kelimesinden
alır. Sure 182 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ve1 saflar halinde saf tutanlara (andolsun ki),
1 “وَ” (ve) bağlacı (harf-i atıf),
Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan bir ifadedir. Bu nedenle, bu
ayetteki ‘وَ’ (ve) bağlacı, bağlamına göre cümleye yemin anlamı
kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme edilebilir. Bu bağlaç, ayetin vurgulamak
istediği hakikate dikkat çekmek için yemin anlamı taşır.
2. Ardından haykırdıkça1 haykıranlara,
1 “زَجْرَةٌ” (zecrâtûn) sözcüğü, “haykırış”,
“güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر” (z-c-r) kökünden
türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 37:2 (2 kez),
19; 54:4, 9; 79:13.
3. Ardından zikri (vahyi) tilavet edenlere (okuyup uyanlara).
4. Sizin
ilahınız (En Yüceniz olan) tek
bir ilahtır.
5.
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir.
1 “شرق” (şark) “doğmak” veya “doğu” anlamındadır. Özellikle
güneşin doğması ile ilişkilidir ve “ışık, aydınlanma, güneşin doğuşu” gibi
kavramlarla bağlantılıdır. Kur’an’da bu kökten türemiş 16 sözcük geçmektedir:
2:115, 142, 258; 7:137; 15:73; 19:16; 24:25; 26:28, 60; 37:5; 38:18; 39:69;
43:38; 55:17; 70:40; 73:9.
Kur’an’da “iki doğu” ve “iki batı” ile “doğular”
sözcüğü geçen ayetlerde genellikle insanlar ve cinler birlikte
kastedilmektedir. Benzer mesajlar: 43:38; 37:5; 55:17; 70:40.
Ayrıca tüm canlılar ve gök cisimleri doğar ve batar (ölür). Her
doğuş “doğu” olarak adlandırılır.
6. Biz, dünya semasını (gökyüzünü) bir ziynetle,
gezegenlerle süsledik.
Benzer mesajlar: 15:16;
37:6; 41:12; 67:5.
7. Tüm
marid (azgın, haddi aşan) şeytanlardan (aldatanlardan, saptıranlardan) da
koruduk.
Herkesin gördüğü uzay sınırsız değildir ve belirli birtakım
sınırları vardır. Biz en içteki ve en küçük olan evrende yaşıyoruz. Cinler de
bu evrene hapsedilmiştir. Benzer mesaj: 15:17; 41:12; 67:5; 72:8,9
8. Yüce
Meleleriı dinleyemezler, her yandan da atılırlar.2
38:69 ayetinde de
geçen Mele-i A’lâ ifadesi, “Yüce topluluk, Yüce olan meleler (ileri
gelenler, liderler, yöneticiler) topluluğu” anlamlarına gelmekte ve şeytanların oradan hiçbir
şekilde bilgi çalamayacakları belirtilmektedir.
Benzer
mesajlar: 15:17; 26:212; 67:5; 72:8-9.
9. Dışlanırları
ve onlar için daima (kesintisiz)2 azap vardır.
ı “مَّدْحُورًۭا” (medhuvr) sözcüğü, “reddedilmiş, kovulmuş,
dışlanmış ve küçümsenmiş” anlamlarına gelir. Bu ifade 4 yerde geçer: 7:18;
17:18, 39; 37:9.
2 “Vasib”
sözcüğü Kur’an’da 2 yerde geçer. (16:52; 37:9)
10. Ancak
(söz) kapıp kaçan olursa, onu delici/parlayanı bir
şihab2 izler.
ı “الثَّاقِبُ”
(as-sakib), “delici ve parlayan” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da
2 ayette geçer: 37:10; 86:3.
2 şihab
(alev, ışın, ışık) sözcüğü 7 yerde geçer (15:18; 27:7; 37:10;
72:8, 9). Bu ayetler 15:18 ve 72:9 ile birlikte okunmalıdır. Buradaki amaç,
Allah katından bilgi hırsızlığının ne kadar imkânsız olduğunu ve böyle bir
girişimin akıbetini ortaya koymaktır.
ı “Gökleri ve yeri yaratmak, insanları
yaratmaktan daha büyüktür, ancak insanların çoğu bilmez.” (40:57)
12. Bilakis!
Sana acayip1 geldi. Onlar da alay ediyorlar.
1
“عَجِيب” (‘acîb)
sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9,
63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.
13. Ne
zaman da öğüt verilirse, öğüt almazlar.
14. Bir
ayet (kanıt) gördükleri zaman da onunla alay ederler.
15. Ve
derler ki “Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.
16. Ölüp,
toprak ve kemik olduğumuz zaman, biz mi diriltileceğiz?
17. Önceki
atalarımız da mı?” (Aynı ayet: 56:48)
18. De
ki: “Evet, hem de horlanmış ve aşağılanmış olarakı.”
ı “دَاخِر۪”
(dahir) sözcüğü, “aşağılanmak, hor ve değersiz kılınmak” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 4 yerde geçer: 16:48; 27:87; 37:18; 40:60.
19. Şüphesiz
ki o sadece bir haykırıştır.1 Böylece
onlar bakınıyorlar.
1 “زَجْرَةٌ”
(zecrâtûn) sözcüğü, “haykırış”, “güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر”
(z-c-r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer:
37:2 (2 kez), 19; 54:4, 9; 79:13.
20. “Veyl
olsun bize!ı Bu Din (hesap) Günüdür” dediler.
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş
bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı,
felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun”
ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2;
18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27;
39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34,
37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
21. İşte
bu, yalanlamakta olduğunuz ayırma1 günüdür.
1 Bu
sözcük, “ف-ص-ل” (fa-sa-la) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı “ayırmak, açıklamak,
detaylandırmak” demektir. “Yevmel fasl” “ayırma günü” ifadesi ise Kur’an’da 6 kez
geçer: 37:21; 44:40; 77:13, 14, 38; 78:17.
22-23.
Zalimleri, eşlerini ve Allah’ın dışında1 kulluk (hizmet) ettiklerini bir araya
toplayın. Onları Cehennemin yoluna yöneltin!
1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi)
ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında"
anlamlarına gelir.
24. Ve onları tevkif edin (tutuklayın). Onlar sorguya
çekilecekler.
25. “Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?”
26. Bilakis, o gün (Allah’a) teslim olmuşlar.
Onların hepsi çaresizdir. Karşı koyacak
güce sahip değiller.
27. Ve dönüp
birbirlerini suçlayacaklar. (Aynı ayet: 52:25)
28. Dediler ki: “Siz bize sağdan gelirdiniz!”
Sağ taraf, deyim olarak; gücü, güç
kullanmayı ifade etmektedir. Siz bizi gücünüzle etki altına alarak ve iyi niyetli görünerek yönlendiriyordunuz, şeklinde
anlaşılabilir.
29. Dediler ki: “Hayır! Sizler zaten mümin kimseler değildiniz.
30. Bizim sizin üzerinizde bir sultamız (yetkimiz,
otoritemiz) da
yoktu. Bilakis, siz azgın bir toplumdunuz.
31. Rabbimizin üzerimizdeki sözü hak oldu, (azabı) tadacağız.
32. Sizi azdırdık, çünkü biz de azmıştık.”
33. Onlar
o gün azapta ortaktırlar.
34.
Biz, mücrimlere (azılı suçlulara) böyle yaparız.
35. Onlar,
kendilerine “La ilahe illa Allah” denildiği zaman büyüklük taslayanlardı.
“La
ilahe illa Allah” (Yüce Olan Yüce’nin dışında Yüce olan yoktur) ifadesi
bazen tam olarak aynı şekilde, bazen de benzer ifadelerle Kur’an’da 29 kez
geçer. (2:163; 3:2, 6, 18, 62; 4:87; 6:102, 106; 9:31; 20:8, 14, 98; 21:25; 23:116;
27:26; 28:70, 88; 35:3; 37:35; 39:6; 40:3, 62, 65; 44:8; 47:19; 59:22, 23;
64:13; 73:9)
36. “Mecnun
bir şair için mi ilahlarımızı terk edeceğiz!” de derlerdi.
Mecnun:
Deli, cinlenmiş demektir. Benzer mesajlar: 15:6; 23:70; 34:8;
44:14; 52:29; 68:51.
37. Bilakis.
O, hak (yegâne
gerçek, hakikat) olanı getirdi, önceki resulleri de tasdik etti (doğruladı).
38. Sizler,
can yakıcı azabı tadacaksınız.
39. Yaptıklarınızdan
başkasıyla da cezalandırılmayacaksınız (yaptıklarınızın karşılığı size
verilecek);
40. Allah’ın muhlis (samimi, içten olan) kulları hariç.
Bu
ayet, 37:40, 74, 128 ve 160’ta da tekrarlanmaktadır.
41.
İşte onlar için bilinen bir rızık vardır;
42. Meyveler…
Ve onurlandırılırlar.1
1 Bu
kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına
gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31;
17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40;
31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27,
78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2
kez), 17; 96:3.
43.
Naim (saadet, nimet) Cennetlerinde,
44.
Karşılıklı tahtlar üzerinde,
45. Üzerlerinde
pınarlardan (doldurulmuş) kaseler dolaştırılır;
46. İçenler
için berrak ve lezzetli.
47. Onlarda
sersemletme yoktur, ondan sarhoş da olmazlar.
Naîm Cennetleri, Üst Cennette ayrılmış özel bir
yerdir. Naim cennetinin özellikleri ve kimlere nasip olduğu ile ilgili olarak
bakınız; 5:65, 9:20-22, 22:56, 26:85, 37:40-49, 56:10-26, 82:13 ve 83:22-28.
Cennette
sunulacak içeceklerin dünyadaki içkilerden farklı olacağı ve içenlere
rahatsızlık vermeyecekleri gibi sarhoş da etmeyecekleri belirtilmektedir.
Benzer mesajlar: 52:23; 56:25; 78:35.
48. Yanlarında
da bakışlarını1 kısan2 iri gözler.3
1 “لطَّرْفِ” (târfi), “bakışları, göz atışları, göz ucuyla bakmaları”
gibi anlamlara gelebilmektedir. Kur’an’da aynı ifadeden türemiş 6 sözcük
geçmektedir: 14:43; 27:40; 37:48; 38:52; 42:45; 55:56.
2 “قَاصِرَاتُ”
sözcüğü, “kısıtlayanlar, kısanlar, sabitleyenler,
yönlendirenler.” gibi anlamlara gelebilmektedir. “قَصْرِ”
(kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”,
“kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45;
25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.
3 Kur’an
çevirilerinde bu tür ifadelere, erkeklere yönelik cinselliği çağrıştıran bu
anlamlar verilmektedir. Oysa Kur’an’da, bunların cinsiyeti ile ilgili bir bilgi
verilmediği gibi, cennetlik erkeklere has bir durumdan da söz edilmemektedir.
Ayrıca ayetlerde geçen “Hur” sözcüğü, erkek ve kadın her iki cinsi de içine
alan ortak bir anlama sahiptir. “Hur” sözcüğünün tekil formu, erkek için “أَحْوَرٌ”
Ehver; dişi için de “حَوْرَاءٌ” Havra’dır. Bunlar, kadın-erkek bütün cennetliklere cennet
arkadaşı olarak ikram edilecektir. Benzer mesajlar: 37:48; 38:52; 52:20; 55:56,
72; 56:22. Bu tür ifadelerin, tefsir ve çevirilerde Cennet’te erkeklere ikram
edilecek eşler şeklinde anlam verilmesi bir zihniyet sorunudur. Ödüllendirmede
ve cezalandırmada cinsiyet ayırımcılığında ısrar etmek de Yüce Allah’a iftira
etmektir.
49. Onlar,
sanki bir yumurta gibi (bembeyaz), saklanmış. (Benzer
mesaj: 56:17-23)
1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına
gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74;
28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.
50. Birbirlerine
dönüp sohbet ediyorlar.
51. İçlerinden
biri dedi ki: “Benim yakın bir arkadaşım1
vardı.”
1 “قَر۪يناً”
(kâriyn), “yakın arkadaş”, “yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da
8 kez geçer: 4:38 (2 kez); 37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27
52. “Sen,
(ahireti, hesap gününü) tasdik edenlerden (doğrulayanlardan)
misin? derdi.
53. Öldüğümüz,
toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi hesaba çekileceğiz?” (Benzer
mesajlar: 13:5; 17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 27:67; 32:10; 36:78; 37:16; 44:35;
50:3, 15; 56:47; 64:7; 79:11)
54. Dedi
ki: “Bakar mısınız?”
55. Baktığında,
onu cehennemin seviyesinde gördü.
Cennete
giren insanlar, olumsuz neticeler olmaksızın Cehennemdeki akrabalarını ve
arkadaşlarını ziyaret edebilecekler. Ahirette herkes aşağı doğru hareket
edebilecektir, fakat belli bir sınırın ötesinde yukarıya doğru hareket
edemeyecektir. Bu sınır, kişinin büyüme ve gelişme derecesi ile belirlenir
(Reşat Halife Ek 5).
56. Dedi
ki: “Tallahi, az kalsın beni de mahvedecektin!
“Tallahi” (Allah’a yemin olsun ki) ifadesi, Kur’an’da 9
defa geçen bir yemindir (12:73,85,91,95; 16:56,63; 21:57; 26:97; 37:56)
57. Rabbimin
nimeti (vahyi, lütfu) de olmasaydı, ben de cehenneme atılanlardan
olurdum.”
58. (Cennetteki),
“Biz artık ölmeyeceğiz, değil mi?
59. İlk
ölümümüzden dışında, azaba uğratılacak da değiliz.
60. Şüphesiz
ki bu, kesinlikle fevzül-âzîm (azametli, yüce olan başarı)
olandır!”
61. Çalışanlar,
bunun benzeri için çalışsın.
62. İkram
olarak bu mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
Zakkum
ağacı ile ilgili açıklama 17:60 ayetinde yer alır.
63. Biz,
onu zalimler için bir fitne (sınav, sıkıntı) yaptık.
64. O,
cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.
65. Tomurcukları
şeytanların (aldatanların,
saptıranların) başı gibidir.
66. Ondan
yer ve karınlarını ondan doldururlar.
67. Sonra
onlar için kaynar sudan içecekler.
68.
Sonra dönecekleri yer yine ateştir.
69. Onlar, atalarını sapkın bir halde buldular.
70. Kendileri de onların izleri üzerinde koşturdular.
71. Ve oysa ki onlardan öncekilerin çoğu sapmıştı.ı
ı “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan
sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek
başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140;
7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36;
37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
72. Üstelik, kendi içlerinden uyarıcılar göndermiştik.
73. O halde uyarılanların akıbeti nasıl olmuş, bir bak!
74. Allah’ın
muhlis (samimi, içten olan) kulları
hariç.
Bu ayet, 37:40, 74, 128 ve 160’ta da
tekrarlanmaktadır.
75.
Nuh, Bize seslendi. Biz de ne güzel1
karşılık vermiştik2.
1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel"
veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı
kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me),
güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir.
“أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın
bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “نِعْمَ” (ni’me)
kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24;
16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.
2 “icabet”
“ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir
ve bir davete veya çağrıya “cevap
vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43
yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89;
11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88,
90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38,
47; 46:5, 31, 32.
76. Onu ve ehlini (ailesini) âzîm (büyük) bir felâketten kurtardık.
Benzer mesajlar: 21:76; 37:115.
77. Onun soyunu da baki (kalıcı) kıldık.
78. Sonrakiler (gelecek
nesiller) arasında da ona (övgüyle anılacak iyi bir ün) bıraktık. (Aynı
mesaj: 37:108, 129)
79. Alemler içinde, Nuh’a selam olsun!
80. Muhsinlere (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) işte böyle ceza (karşılık)
veririz.
Bu
ayet, 37:80, 121, 131 ve 77:44’te de tekrarlanmaktadır.
81. O, Bizim mümin kullarımızdandı. (Aynı mesaj: 37:111, 132)
82. Sonra diğerlerini suya gömdük1.
(Aynı ayet: 26:66)
1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya
batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez
geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77;
23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.
83.
İbrahim de onun (Nuh’un) yolundandı.
84. O, selim olan bir kalp ile Rabbine geldiği zaman,
85. Babasına ve kavmine demişti ki, “Neye kulluk (hizmet)
ediyorsunuz?
86. Allah’ın dışında uydurulmuş1 ilahlar (sahte yüceler) mı istiyorsunuz?”
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
87. Alemlerin Rabbini (canlı-cansız tüm
varlıkların Efendisi / Yöneticisi) hakkındaki zannınız (varsayımınız) nedir?
Bu soru, müşriklerin zihniyeti ile
ilgili çok önemli bir hususa dikkat etmektedir. Müşrikler her ne kadar Allah’a
inandıklarını ve Allah’ın en merhametli olduğunu söylüyorlarsa da gerçekte
Allah’ın kendilerini bağışlayacağına inanmadıkları için putları, ölüleri, din
adamlarını ve nebilerini aracı yapıyorlar.
88. Yıldızlara bir bakış attı,
89. Ve “Doğrusu ben rahatsızım.” dedi.
90. Onlar da arkalarını dönüp gittiler.
91. (İbrahim),
putlara gizlice yanaştı ve dedi ki: “Yemez misiniz?”
92. “Neyiniz var sizin, neden nutuk atamıyorsunuz?”
ı “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve
“konuşmak, ifade etmek, söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk
atarlar” ya da “kendilerini ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85; 37:92; 41:21 (2 kez);
45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
93. Üzerlerine yürüyüp sağıyla vurdu.
Böylece, en büyük put hariç, hepsini
kırıp yerlere devirdi. Baltayı da en büyük putun boynuna astı. (21:58)
94. (Putperestler)
kınamak için ona geldiler.
95. Dedi ki: “(Ellerinizle)
yonttuğunuza mı kulluk ediyorsunuz?
96. Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.”
97. “Onun için bir bina1
inşa edin,1 ardından onu cehimin (alevli ateşin) içine
atın!” dediler.
1 Bu
sözcük, “ب ن
ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”,
“bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da,
bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez);
37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.
98. Ona komplo kurmak istediler. Biz de onları aşağılıklardan
kıldık.
Bu ayet 21:69 ve 29:24 ile okunmalıdır. (Benzer
mesaj: 21:70).
99. O da “Beni hidayete erdirecek olan Rabbime gidiyorum.” dedi.
Böylece, İbrahim’in oradaki tebliğ
görevi sona ermiş oldu ve Filistin’e hicret etti. Benzer mesajlar: 26:62; 28:22;
29:26; 43:27.
100. “Rabbim, bana Salihlerden (dürüst
ve erdemli evlat) armağan etı.”
ı “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve
armağan etmek” anlamlarına gelir.
101. Biz de ona, halim (Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol eden) bir delikanlıı müjdeledik.
ı “غُلَامٍ” (ğulam) delikanlı demektir. Birçok
çeviride bu kelime çocuk şeklinde çevrilmekte oysa çocuk “صَبِي” (sabiy)
demektir. Sabi kelimesi de Kur’an’da 2 yerde geçer: 19:12, 29. Genç sözcüğünün
Arapça karşılığı da “feta” kelimesidir. Bu sözcük de Kur’an’da 9 yerde geçer:
12:30, 36, 62; 18:10, 13, 60, 62; 21:60; 24:33.
102. Yanında buluğ ve
çalışmaı çağına eriştiği zaman da “Ey oğulcuğum, ben rüyamda2
seni boğazlıyorken görüyorum, sen de bak ne görüyorsun (ne düşünüyorsun)?”
dedi. (Oğlu) “Ey babacığım, sana emredileni yap3. İnşallah (Allah
isterse) beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi.
ı “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
2 Tevrat’ta
da nebilerin rüyalarında vahiy aldıkları görülmektedir.
3 Reşat
Halife, “Allah fuhşu (aşırılık, kötü iş, utanç verici) emretmez.” şeklindeki
7:28 ayetinde belirttiği gibi Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Yüce
Allah, bir kötülük emretmez.” demektedir.
Tevrat’ta
bu hadise ile ilgili bölüm incelendiğinde ise; İbrahim Nebi’nin, yüce melekler
(elohim; mele-i ala) tarafından sınanmış olduğunu görüyoruz: “Bir süre sonra
Yüceler, İbrahim’i sınadı ve ona “İbrahim!” dedi. (İbrahim), “Buyur, emret!”
dedi. Ve dedi ki: “Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlun İshak’ı al ve Moriya
bölgesine git ve orada sana söyleyeceğim dağlardan birinde onu, ola kurbanı
(tamamı yakılan kurban) olarak sun!” İbrahim de sabah erkenden kalktı ve
eşeğini yükledi. Yanına da iki genç adamını ve oğlu İshak’ı aldı. Ola kurbanı
için de odunları kesti ve kalktı ve Yücelerin kendisine söylediği yere doğru
yola çıktı. Üçüncü gün İbrahim gözlerini kaldırdı ve orayı (oğlunu kurban
edeceği yeri) uzaktan gördü. Ve İbrahim, gençlerine, “Siz ikiniz eşek ile
beraber burada kalın. Delikanlı ve ben de oraya gidip secde edeceğiz, sonra da
döneceğiz.” dedi. Ve İbrahim, ola kurbanı için odunları aldı ve oğlu İshak’ın
sırtına koydu. Eline de ateşi ve bıçağı aldı ve birlikte yürüdüler. İshak da
İbrahim’e “Babacığım!” dedi. (İbrahim), “Buyur oğlum!” dedi. (İshak), “Ateş ve
odun burada (ama) ola kurbanı için kuzu nerede?” dedi. (İbrahim), “Ola kurbanı
için kuzuyu yücelerin kendisi verecek, oğlum.” dedi ve ikisi birlikte yürüdüler
ve Yücelerin söylediği yere geldiler ve İbrahim bir sunak inşa etti. Üzerine de
odunları dizdi. Oğlu İshak’ın ellerini de arkadan bağladı ve sunağın üstüne,
odunun üzerine yatırdı. Ve İbrahim elini uzattı ve oğlunu boğazlamak için
bıçağı aldı. Ve Yahve’nin meleği gökten ona seslendi ve ‘İbrahim, İbrahim!”
dedi. İbrahim de “Buyur, emret!” dedi. (Melek) ‘Elini delikanlıya uzatma! Ona hiçbir
şey de yapma! Şimdi yücelere karşı muttaki olduğunu anladım.’ dedi. (Yahve dedi
ki), ‘Biricik oğlunu Benden esirgemedin.’ İbrahim gözlerini kaldırdı ve
arkasına baktı. İşte, arkasında boynuzları sık çalılara takılmış bir koç!
İbrahim de gitti ve koçu aldı ve oğlunun yerine onu ola kurbanı olarak sundu.
İbrahim de oraya ‘Yahve yire’ (Yahve sağlayacak) adını verdi. Bugüne kadar da
söylendiği gibi ‘Yahve’nin dağında sağlanacak.’ Yahve’nin meleği gökten İbrahim’e
yine seslendi ve dedi ki ‘Kendi adıma yemin ederim ki, Yahve diyor ki: ‘Bunu
yaptığın ve biricik oğlunu esirgemediğin için seni kesinlikle mübarek kılacağım
ve soyunu göklerin yıldızları ve kıyıların kumu gibi çoğaltacağım. Ve soyun,
düşmanlarının kapısına varis olacak (kentlerini fethedecekler). Soyun sayesinde
de tüm milletler mübarek kılınacak. Çünkü sesime itaat ettin.’ İbrahim
de gençlerinin yanına döndü ve kalkıp birlikte Beer Şeba’ya (Yedi Kuyu’ya)
gittiler. Ve İbrahim Beer Şeba’da yaşadı.” (Başlangıç, 22:1-19)
103.
(İkisi) teslim oldukları zaman da (oğlunu)
yüzüstü yere yatırdı.
104.
Biz de ona seslendik: “Ey İbrahim!
105.
Sen rüyaya sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir
olanlardan) kaldın. Biz de Muhsinlere (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapan) böyle ceza (karşılık) veririz.
106.
Doğrusu bu apaçık bir imtihandı!
107. Biz de ona âzîm (muazzam) bir fidye (karşılık, bedel) verdik.
Bu olayda kurban edilmek istenenin İshak
olduğu Tevrat’ta açıkça belirtilmektedir. Ancak Gelenekçi Müslimlerin büyük bir
çoğunluğu ise bunun İsmail olduğunu iddia etmektedir.
Bu olay Tevrat’ta şöyle yer
anlatılmaktadır; “Bir süre sonra Allah, İbrahim’i sınadı ve “İbrahim!”
diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” dedi. 2- Allah, “Oğlunu, sevdiğin
biricik oğlun İshak’ı al ve Moriya bölgesine git. Orada sana göstereceğim bir
dağda oğlunu yakmalık sunu olarak kurban et.” dedi. 3- İbrahim ertesi sabah
erkenden kalktı ve eşeğine eyerledi. İki genç adamını ve oğlu İshak’ı da yanına
aldı. Yakmalık sunu için de odun kesti ve Allah’ın kendisine belirttiği yere
doğru yola çıktı. 4- Üçüncü gün İbrahim gözlerini kaldırdı ve orayı (gideceği
yeri) uzaktan gördü. 5- Ve İbrahim gençlerine, “Siz, eşek ile burada kalın.
Oğlumla birlikte oraya gidip ibadet edeceğiz, sonra da döneceğiz.” dedi. 6-7-
Ve İbrahim, yakmalık sununun odunlarını aldı ve oğlu İshak’a yükledi. Eline de
ateşi ve bıçağı aldı ve ikisi birlikte yürürken İshak, İbrahim’e döndü ve “Babacığım!”
dedi. İbrahim, “İşte buradayım oğlum!” diye yanıtladı. (İshak), “Ateş ile odun
burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?” dedi. 8- Ve İbrahim dedi ki: “Oğlum,
yakmalık sunu için kuzuyu Allah kendisi sağlayacak” dedi ve ikisi birlikte
yürüdüler. 9- Allah’ın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak
yaptı ve üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı da bağlayıp sunağın üzerine,
odunların üzerine yatırdı. 10- Ve İbrahim elini uzattı ve oğlunu boğazlamak
için bıçağı aldı. 11- Ama Yahve’nin meleği gökten ona seslendi ve “İbrahim,
İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye yanıt verdi. 12- Ve
(melek) “Çocuğa elini uzatma!” dedi. “Ona hiçbir şey yapma! Şimdi Allah’tan
korktuğunu anladım.” “Biricik oğlunu Benden esirgemedin.” 13- İbrahim çevresine
bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi.
Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak kurban etti. 14- Ve İbrahim o yere “Yahve
yire” adını verdi. Ve bu güne kadar “Yahve’nin dağında sağlanacaktır” deniyor.
15- Yahve’nin meleği gökten İbrahim’e tekrar seslendi: 16-17- Ve dedi ki “Kendi
adıma yemin ederim, Yahve diyor ki, ‘Bunu yaptığın için biricik oğlunu
esirgemediğin için seni kesinlikle kutsayacağım ve soyunu göklerin yıldızları
ve kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kapısına sahip olacak
(kentlerini fethedecekler). 18- Ve senin zürriyetinde yeryüzündeki bütün
uluslar kutsanacak. Çünkü sesime itaat ettin.” (Başlangıç, 22:1-18)
108. Sonrakiler arasında da ona (övgüyle anılacak iyi bir ün)
bıraktık. (Aynı mesaj: 37:78, 129)
110. Biz, Muhsinlere (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapanlara) işte böyle ceza (karşılık)
veririz.
111. O, bizim mümin kullarımızdandı. (Aynı mesaj: 37:81, 132)
112. Ona da salihlerden (dürüst ve erdemli) bir nebi olan
İshak’ı müjdeledik.
Kur’an’da üç mucizevi çocuk için müjde
vardır: Meryem’e, babasız doğan oğlu İsa (3:84); İbrahim’e, kısır
ve yaşlı olan karısı Sara’dan olan İshak (11:71 ve 15:53); Zekeriya’ya
da kısır ve yaşlı olan eşinden doğan oğlu Yahya (19:7).
113. Kendisine de İshak’a da bereketlerı
verdik. Onların soyundan muhsinler (Allah rızası için karşılıksız
iyilik yapanlar) de
var,
açıkça nefsine zulmedenler de.
ı Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami
dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve
kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan
ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.
114.
Musa’ya ve Harun’a da nimetler (lütuflar) verdik.
115.
Onları ve halklarını âzîm (büyük) bir sıkıntıdan
kurtardık.
116.
Onlara yardım ettik ve galip gelenler onlar oldu.
117.
İkisine de bilinen (anlaşılan) Kitabı (Tora’yı)
verdik.
118.
İkisini de sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola)
erdirdik.
“Sırat-ı Müstakim” ile
ilgili açıklama 1:6’da yer alır.
119.
Sonrakiler arasında da onlara (övülecek iyi bir ün)
bıraktık.
120.
Musa’ya ve Harun’a selam olsun!
121. Muhsinlere (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlara) işte böyle ceza
(karşılık) veririz.
Bu
ayet, 37:80, 121, 131 ve 77:44’te de tekrarlanmaktadır.
122. İkisi de Bizim mümin kullarımızdandı.
123.
İlyas da resullerimizdendi.
Kur’an’da iki defa İlyas (6:85; 37:123),
bir defa da İlyâsîn (İlyaslara) (37:130) şeklinde ismen zikredilmektedir. Hangi
kavimden olduğu, hangi kavme ve ne zaman nebi olarak gönderildiği hususları Kur’an’da
belirtilmemiştir. Ancak İlyas Nebi’nin, M.Ö. 9. yüzyılda Kuzey İsrail Krallığı’nda
yaşadığı, Tevrat’ta adının Elijah olup İsrailoğullarının nebilerinden biri
olduğu ve peşinden de Elyesa’ (Elisha) Nebi’nin geldiği ifade
edilmektedir.
Allah’ın, Kur’an’da ismini zikrederek
selam ettiği 7 Nebiden biridir (37:130). Nebi İlyas; salihlerden olan (6:85),
alemlere faziletli kılınan (6:86), kendisine kitap ve hüküm verilen (6:85,89)
ve sonraki nesiller arasında kıyamete kadar övgüyle anılması sağlanan bir resul
(37:123-129) ve bir nebidir (6:89).
124.
Halkına dedi ki: “Siz, takva sahibi (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?
125.
Yaratıcıların ahseni (en güzel, en iyi) olanı bırakıyorsunuz ve Baal’e mi yalvarıyorsunuz?
“Baal”
sahip, efendi, reis, koca anlamlarında kullanılır (Bkz: 2:128, 11:72, 24:31).
Bu kelime Tevrat’ta da בַּ֣עַל (ba’al) şeklinde geçmektedir. Sami toplumları
kadim dönemlerde de bu kelimeyi ilah (Yüce olan) anlamında kullanmışlar ve bir
tanrıya özel isim olarak vermişlerdir. “Baal” bilhassa Lübnan’daki
Fenikelilerin en büyük erkek tanrısı olarak şöhret bulmuştur. Karısı “İştir”
ise büyük tanrıça idi. Araştırmacılar arasında “Baal” ile Güneşin mi, Mars
gezegeninin mi, “İştir” ile de Ay’ın mı, Zühre yıldızının mı, kastedildiği
ihtilaf konusudur. Ancak her hâlükârda Babil’den Mısır’a kadar tüm Ortadoğu’da
özellikle Lübnan, Şam ve Filistin’de Baal’e tapmanın yaygın olduğu tarihten
sabittir. İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra Filistin’e ve Doğu Ürdün’e
geldikleri dönemde, Tevrat’ın şiddetle şirki reddeden bölümlerine ve “müşriklerle
evlenmeyiniz” şeklindeki apaçık hükmüne rağmen, onlar müşriklerle evlenmiş,
onlarla sosyal ilişkiler kurmuş ve dolayısıyla şirk hastalığı kendilerine de
bulaşmıştır. Tevrat’in açıklamasına göre, İsrailoğullarındaki bu ahlâkî ve dini
çöküş, Musa’nın halifesi, Nebi Yeşu b. Nun’un vefatını müteakip başlamıştır: “İsrailoğulları
Allah’ın huzurunda kötülük yaptılar ve Baal’e tapmaya başladılar.... ve onlar
Allah’ı bırakıp Baal ve İştir’e tapmaya başladılar” (Hakimler 2:11-13) “Böylece
İsrailoğulları, Kenanlılar, Hititler, Asurlular, Ferisîler v.s ile evlenmeye ve
onların ilahlarına tapmaya başlamışlardır.” (Hakimler 2:5-6)
Yine
Tevrat’tan, aynı dönemlerde İsrailoğulları arasında da Baal’e tapmanın çok
yaygın olduğunu anlıyoruz. (Hakimler 6:25-32)
Daha
sonraları Samuel, Talut, Davud ve Süleyman bu durumu düzeltmişler ve sadece
İsrailoğullarını ıslah etmekle kalmayıp tüm ülkeyi şirkten temizlemişlerdir.
Ancak Süleyman’ın ölümü üzerine bu fitne yine canlanmış ve özellikle Kuzey
Filistin’deki İsrail devletinde Baal’e tapınma yaygınlaşmıştır.
126.
Sizin ve atalarınızın Rabbi Allah’tır.”
127.
Böylece onu yalanladılar. Onlar (hesap için) hazır bulundurulacaklar;
128.
Allah’ın muhlis (samimi, içten) kulları
hariç.
Bu ayet, 37:40, 74, 128 ve 160’ta da
tekrarlanmaktadır.
129.
Sonrakiler arasında da ona (övgüyle anılacak iyi bir ün)
bıraktık. (Aynı mesaj: 37:78, 108)
Nebi
İlyas ile ilgili açıklama 37:123 ayetinde yer alır.
131.
Muhsinlere (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlara) işte böyle ceza
(karşılık) veririz.
Bu ayet, 37:80, 110, 121, 131 ve 77:44’te de
tekrarlanmaktadır.
132.
O, bizim mümin kullarımızdandı. (Aynı mesaj: 37:81, 111)
133.
Lut da resullerimizdendi.
134.
Onu ve bütün ailesini kurtardık.
135.
Acuze (yaşlı, düşkün kadın) hariç. Geride bırakılanlarını içindedir.
ı “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada
kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57;
29:32, 33; 37:138; 80:40.
136.
Ardından diğerlerini de
yok ettik1.2
1 “دمر”
(demerâ) da "helak etmek”, “yok etmek”, “tahrip etmek" demektir.
Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:137; 17:16 (2 kez); 25:36
(2 kez); 26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
2 135 ve 136’ncı ayetler, aynı sözcüklerle 26:171
ve 172’de de tekrarlanmaktadır.
137.
Siz, sabah vakti yanlarından (harap olan yurtlarının
yanından) geçiyorsunuz;
138.
Gece vakti de. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?
139.
Yunus da resullerimizdendi.
Yunus
Nebi ve kavmi ile ilgili açıklama 10:98’de yer alır.
140.
Yüklü bir gemiye kaçmıştı.
141.
Kura çekti ve kaybedenlerden oldu.
142.
O kendini kınıyorken hut (balina) onu yuttu.
143.
O, tesbih edenlerden1 olmasaydı;
1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden
türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
144.
Yeniden diriltilecekleri gününe kadar karnında kalırdı.
Yunus
Nebi, balığın karnına düştüğünde kurtarılmayı hak ettiyse, bu onun daha önceden
Yüce Allah’a samimi kul olması nedenine bağlıdır. Benzer şekilde boğulmak
üzereyken “İsrailoğullarının iman ettiği Yüce Allah’ın dışında ilah (En Yüce
olan) olmadığını ve Müslimlerden” söyleyen firavunun kurtarılmamasının nedeni
de normal hayatında bu imana sahip olmamasıydı.
145.
O zaman bitkin halde onu açık bir kıyıya attık.
Yunus Nebi’nin kaçması ve
çekilen kurada yitirdiği için balık tarafından yutulması ve sonunda Allah
tarafından kurtarılması, Tevrat, Yunus 1:3,7,17 ve 2:1,2,10 ayetlerinde de
anlatılmaktadır.
146.
Üzerine de (gölgelik olsun diye) geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.
147.
Ve onu, yüz bin hatta daha fazlasına (bir halka) resul gönderdik.
Kur’an, 30 tane sayıdan söz eder: 1, 2,
3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 19, 20, 30, 40, 50, 60, 70, 80, 99, 100, 200,
300, 1000, 2000, 3000, 5000, 50000 ve 100000. Bu sayıların toplamı 162146 veya
19x8534’tür (Reşat Halife Ek 1’e bakınız)
148.
Ve iman ettiler. Biz de onları bir süre yararlandırdık.
Yunus
Nebi ve elçisi ile iman eden tek kavim olan halkı ile ilgili açıklamalar için
bakınız: 10:98; 21:87-88; 68:48-50.
149.
Görüşlerini sor bakalım: “Kızlar Rabbinin de oğullar onların mı?”
150.
Yoksa Biz melekleri dişi olarak yarattık ve onlar da tanık mı oldular?
151. Dikkat et! Onlar,
uydurdukları yalanları1 söylüyorlar:
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
152.
“Allah evlat edindi.” (diyorlar). Şüphesiz onlar elbette ki
yalancıdırlar.
153.
(Allah) kızları oğullara mı tercih etmiş?
154.
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? (Aynı mesaj: 10:35, 68:36)
155.
Hâlâ öğüt almaz mısınız?
156.
Yoksa apaçık bir sultanınız (güçlü bir deliliniz) mı var?
157.
O halde doğru sözlü iseniz kitabınızı (belgenizi) getirin!
158.
O’nunla cinler arasında da soy
bağı (akrabalık) kurdular.ı
Cinler de kendilerinin (hesap günü) hazır kılınacaklarını bilirler.
ı Bu
ayetteki “el-cinn” kelimesi ile meleklerin kastedildiği kanaatine
varılmaktadır. Sonraki ayetler de bu hususu teyit etmektedir.
159.
Sûbhân (her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh -uzak- ve yüce) olan Allah’ı nasıl yanlış niteliyorları?
ı “عَمَّا يَصِفُونَ” (amme yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından,
nitelemelerinden, tanımlamalarından, isnat ettiklerinden, yanlış
nitelemelerinden, yakıştırmalarından” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu
kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف”
(vasf) kökünden türemiştir.
160.
Allah’ın muhlis (samimi, içten) kulları
hariç;
Bu ayet, 37:40, 74, 128 ve 160’ta da tekrarlanmaktadır.
161.
Sizler ve kulluk (hizmet) ettikleriniz,
162.
Sizler, O’na karşı fitneye düşüremezsiniz (saptıramazsınız),
163.
Ancak cahime (ateşe) yaslanacak o kimseyi (saptırabilirsiniz).
ı “صَالِ”
(sali) ifadesi “atılacak, girecek” anlamlarına gelir.
164.
(Melekler) “içimizden kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı
(görevi) olmasın.
165.
Biz de saf tutanlarız (sıra sıra dizilenler).
166.
Biz de tesbih edenleriz1.”
1 Bu kelime, "yüzmek”,
“uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح”
(sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح”
(tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü
eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek”
ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu
bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken kullanılan
“سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü
eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına
gelir.
Kur'an'da,
evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı
tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu
nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
167-169. (İnkârcılar) diyorlar ki: “Öncekilere
verilen zikirden (hatırlatıcıdan) yanımızda da olsaydı, biz de Allah’ın
muhlis (samimi, içten) kullarından olurduk.”
Benzer
mesajlar: 6:156-157; 39:57
170.
Ve onu (vahyi) inkâr ettiler. Yakında bilecekler.
171.
Andolsun ki sözümüz, gönderilen kullarımız (elçilerimiz) için verilmişti;
172.
Onlara yardım edilecek,
Benzer
mesajlar: 2:214; 6:34; 12:110; 22:40; 40:51; 47:7.
173.
Ordumuz da galip gelecek.
Benzer
mesajlar: 3:139; 5:56; 28:35; 58:21.
174.
O halde bir süre onlardan yüz çevir.
175.
Ve onları seyret; yakında görecekler.
176.
Yoksa azabımızı çabucak
mı istiyorlar?
Bu ayet, 26:204’te de tekrarlanmaktadır.
177.
Yurtlarına (azap) indiğinde, uyarılmışların sabahı ne kötüdür!
178.
O halde bir süre onlardan yüz çevir.
179.
Ve onları seyret; yakında görecekler.
180.
Rabbin Sûbhân’dır (her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). İzzetinı Rabbini nasıl yanlış niteliyorlar2
?
ı İzzet:
Üstünlük ve güç, onur, büyük itibar, yücelik, saygınlık.
2 “عَمَّا يَصِفُونَ” (amme yasifūne) fiili, “vasıflandırmalarından,
nitelemelerinden, tanımlamalarından, isnat ettiklerinden, yanlış
nitelemelerinden, yakıştırmalarından” gibi anlamlara gelebilmektedir. Bu
kelime, “tasvir etmek, tanımlamak veya nitelemek” anlamlarında kullanılan “وصف”
(vasf) kökünden türemiştir.
181. Resullere de selâm olsun!
182.
Ve hamd, alemlerin Rabbi Allah’ındır.1
1 Bu surede “Allah” lafzının geçtiği ayet
numaraları yan yana yazıldığında 233540567486961021261281521591601169182 sayısı
elde edilir. Bu sayı da 19’un katıdır.