Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 110.
suredir. Adını, Cuma Allah’a yönelme
duasının emredildiği 9’uncu ayetten almıştır. Sure 11 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Göklerde
ve yerde ne varsa, Melikül-Kuddüsül-Azizil-Hâkîm (Lehte ve aleyhte hak ile ve
hikmet ile hüküm veren, mutlak güç sahibi Kutsal Hükümdar) olan Allah’ı tesbih2
eder (yüceltir).
1 “قُدُّوسُ” (kuddüs) ifadesi, "kutsallık",
"yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden
türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21,
110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.
3 Bu kelime, "yüzmek”,
“uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح”
(sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح”
(tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü
eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek”
ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu
bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken kullanılan
“سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü
eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına
gelir.
Kur'an'da,
evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı
tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu
nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
2. O (Allah),
ümmilerinı
içinden (içlerinden)
kendilerine bir resul gönderdi. (O
resul), O’nun ayetlerini
tilavet ediyor (okuyup
uyuyor) ve
onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti2 öğretiyor. Oysa
onlar önceden apaçık bir delalet (sapkınlık) içindeydiler. 3
ı ‘Ümmi’
kavramı sanıldığı gibi okuma-yazma bilmeyen değil, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmeyen,
Ehl-i Kitap’tan olmayan veya Mekkeli demektir. Buna göre söz konusu kavram, el-ümmiyyûn/el-ümmiyyîn
şeklinde çoğul kalıpta bu ayette “Kitabı (Tevrat’ı) bilmeyenler”; 3:20 ve 3:75’te
“kitap verilmeyenler, Ehl-i Kitap’tan olmayanlar”; 62:2’de “Mekkeliler”
anlamına gelmekte, el-ümmî şeklinde tekil kalıpta 7:157, 158’de “Nebi Muhammed”
için kullanılmaktadır. Muhammed’in ümmiliği, onun elçilikten önce Tevrat’ı yani
dini metinleri bilmemesi ve onlar hakkında yazılı veya sözlü yorumda
bulunmaması, Ehl-i Kitap’tan olmaması ve Mekkeli oluşu anlamındadır; konunun
okuma-yazma bilmemeyle ilişkisi yoktur. Zaten 79’uncu ayette ümmî denen bu
kişilerin kitapla ilgili bilgileri kendi elleriyle yazıp Yüce Allah’a iftira
ettiklerinden söz edilmektedir.
2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth”
sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin
ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda
bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
3 Bu
ayet, ilk cümlesi hariç, aynı sözcüklerle 3:164’te tekrarlanmaktadır. Benzer
mesajlar: 2:129,151.
3. Ve
henüz kendilerine katılmamışı olanlara da… (elçi
gönderdi). Hakîm olan Aziz (Hikmetiyle
her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç ve otorite sahibi) de Odur.
ı “يَلْحَقُوا۟”
(yelhaku), sözcüğü, “katıldı” veya “birleştirildi” anlamlarına gelir. “لَحِقَ”
(laḥika) fiilinden türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye
eklenmesi veya katılması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer:
3:170, 12:101; 26:83; 34:27; 52:21; 62:3.
4. Bu,
Allah’ın lütfudur, onu istediğine verir. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir1.2
1 “Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Âzîm”
ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.
2 Bu
ayet, 57:21’de de tekrarlanmaktadır.
5. Tevrat’ı
taşıma sorumluluğu verildiği halde onu taşımayanların misali, kitap taşıyan
eşeğin misali gibidir.1 Allah’ın
ayetleri ile2 (yeni vahyi ve elçileri) yalanlayanların
misali ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
1 Burada
vahyi anlayıp hayata taşımayanlar, ne taşıdığından habersiz bir şekilde
vahiylerden oluşan kitabı yüklenen eşeğe benzetilmektedir. Ayette eleştirilen
şey eşekler değil, ne yaptığından habersiz olup sorumluluğunu yerine
getirmeyenlerdir. Eşek benzetmesinin de aslında bir nedene dayanmaktadır.
Yahudi din adamları, tarih ve fıkıh kitapları olan Talmut’ta “Bir Yahudi Tevrat’ı
eşek gibi yüklenmelidir.” demişler. Allah bu ayet ile aynı zamanda Yahudi din
adamlarına bir göndermede bulunmaktadır.
2 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
“Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın
ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu
çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112,
199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63;
40:63; 46:26; 62:5.
6. De
ki: “Ey Yahudi1 olanlar! İnsanlardan ziyade yalnızca kendinizin Allah’ın evliyası2
olduğunuzu iddia ediyorsanız ve doğru sözlü iseniz, haydi ölümü temenni edin!”3
1 Arapça’da
Yehûd, İbrânîcede Yehudi, Ârâmîcede Yehuday(e) şeklindedir. Yehûd ve hûd kelimelerinin, “tövbe
edip hakka dönme” anlamına gelen hevd (hâde-yehûdu) köküyle ilişkili olduğu
belirtilmektedir. Hûd “hâid”in (tövbe eden) çoğuludur veya yehûd kelimesindeki
yâ harfinin hazfedilmesiyle oluşmuştur; bazı kıraatlerde bu kelime Yehûd
şeklinde okunmaktadır. Yehûd’dan maksat ise “yehûdiyyîn”dir (tövbe edenler). “Hâde”
kalıbı Yahudi olmayı, “hevvede” ise bir kimseyi Yahudi dinine çevirmeyi ifade
eder.
Yahudilere
bu ismin verilmesinin sebebi ile ilgili birkaç görüş vardır:
Birinci
görüş; Mûsâ zamanında İsrailoğullarının buzağı heykeline taptıktan sonra pişman
olarak Allah’a “hüdnâ ileyke” (biz sana döndük) demeleridir (7:156).
İkinci
görüş; Yehûd’un bir kabile ismi olduğu ve kelimenin aslının, Nebi Yakub’un on
iki oğlundan en büyüğü olan Yehuza’ya nispetle “yehûẕ” iken zal harfinin dal
harfine çevrilmesiyle Arapçaya dönüşen bir kelimeye olduğu şeklindedir
(Elmalılı, I, 374).
Üçüncü
görüş; Yakub’un dördüncü oğlu Yahuda’ya nispet edilmiştir.
Dördüncü
görüş; Musa Nebi’nin tebliğ ettiği dinin de O’ndan önceki nebilerin
getirdikleri dinin de adının İslâm olmasıdır. O nebilerden hiçbiri Yahudi
değildi ve daha o dönemlerde Yahudilik doğmamıştı bile. Bu din, daha sonraları Yahudi
ismi ile tanınmaya başlanmıştır. Asırlar
sonra Yahuda ve Bünyamin’in nesli kaldığından ve bunlar arasında Yahuda’nın
nesli çoğunluğu teşkil ettiğinden İsrailoğullarına “Yahuda” denmiştir. Bu
neslin içinden Kahinler, Rabbaniler (kendini Rabbe adamış din adamları) ve
ahbar (din bilginleri) kendi doktrinlerini, eğilimlerini, adet ve inançlarını,
asırlar boyunca dini bir iskelet haline getirip bunu “Yahudilik” diye
adlandırmışlardır. Bu oluşum M.Ö. 4. yüzyıl ile M.S. 5. yüzyıl arasında
teşekkül etmiştir.
Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından
çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer
alır.
3 Kur’an’ın
birçok yerinde, onların bu iddialarının ayrıntıları verilmiştir. “Yahudi
olanlar ya da Nasraniler (Mesihiler) olanlardan başkası asla cennete giremez.”
(2:111) “Sayılı birkaç gün dışında, bize ateş dokunmaz.” (2:80, 3:24) “Biz,
Allah’ın çocuklarıyız ve sevgilileriyiz, dediler” (5:18). Zaten Yahudilerin,
kendilerini Allah’ın seçkin kulları kabul ettikleri, Allah ile aralarında özel
bir yakınlık olduğunu ve Allah’ın onları diğer insanlardan üstün tuttuğunu
zannettikleri herkesçe de bilinmektedir.
7. Ve
onlar, kendi elleriyle önden gönderdikleri yüzünden asla onu (ölümü)
temenni etmezler. Allah zalimleri Bilendir.
8. De
ki: “Kendisinden kaçtığınız ölüm sizi bulacaktır.ı Sonra da gaybı (bilinmeyeni) ve şehadeti (görüleni)
Bilene2 döndürüleceksiniz, O yapmakta olduklarınızı size
bildirecektir.
ı Benzer
mesajlar: 4:78; 33:16.
2 “gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10
yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18)
geçmektedir.
9. Ey iman edenler! Cuma
günü salat1 için çağrıldığınızda2, Allah’ı zikir için gayret edin3 ve satımı (satış işini)4
bırakın. Bilirseniz bu sizin için hayırlı olandır.
1 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden
türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da
ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: "Allah’a
yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: "Allah’ın
rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: "Birisi için
dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
2 Ayette
geçen ‘salat’tan kasıt, cuma Allah’a yönelme duasıdır. Allah’ın zikrine
koşmanın anlamı da cuma hutbesidir. Çünkü hutbe, Allah’ın kitabı ile ilişki
kurarak bir konuyu anlatmak için okunur. Yönelme duası da o zikri öğrenmek için
yapıldığından (20:14) Allah’ın zikrine koşmanın ikinci anlamı cuma Allah’a yönelme
duasına gitmektir.
Cuma
Allah’a yönelme duası, diğer Yönelme dualarından “önem”,
“amaç” ve “içerik” olarak farklıdır. Bu Allah’a yönelme duası, şirkten arınmış
bir bilinçle topluca Allah’a yönelmeyi emreder. Hutbe de dayanışma ve
yardımlaşma ruhunu canlı tutmayı, bilgilenmeyi, bilinçlenmeyi ve haftalık
gündemi paylaşmayı amaçlar. Bu ayetten, cuma Allah’a yönelme duasının
kadın-erkek bütün müminlere farz kılındığı anlaşılmaktadır. Çünkü bir hitapta
kadınlarla ilgili özel bir hüküm yoksa şeklen erkeklere yönelik görünen bütün
hitaplar kadınları da içermektedir.
3 “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
4 “Bey’i” satım demektir. Yani, bir malı bir fiyat karşılığında
alıcıya satma işidir.
10. Salat bitince de yeryüzüne yayılın1 ve
Allah’ın lütfundan arayın.2 Allah’ı çok zikredin (anın,
hatırlayın)3 ki felaha (kurtuluşa,
saadete) eresiniz.
1 “Açılmış,
yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ”
(neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16;
21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7;
62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.
2 Cuma Allah’a yönelme duası yapıldığı
takdirde öğle vaktinin salatının yapmamasının nedeni bu ayettir.
3 Benzer mesajlar: 8:45; 33:41.
11. Bir
ticaret ve eğlence gördüklerinde seni ayakta bırakıp oraya dağıldılar.1 De
ki: “Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah
da rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
1 Bu
ayet ile ilgi olduğu söylenen olay, kitaplarda şöyle nakledilmektedir: “Bir
Cuma salatı vaktinde, Şam’dan Medine’ye bir ticaret kafilesi gelir ve kafile
mensupları, geldiklerinde şehirlilerin haberi olsun diye def ve davul çalmaya
başlarlar. Tam bu esnada Nebimiz Muhammed hutbe irat etmektedir (konuşma
yapmaktadır). Davulun sesini duyan cemaat sabırsızlanır ve 12 kişi dışında
hepsi, kafilenin bulunduğu yere koşarlar.” Bir başka rivayete göre de geride 12
erkek 1 kadın kalmış. Bunun üzerine bu ayetlerin indirildiği rivayet edilir.