62. CUMA SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 110. suredir.  Adını, Cuma Allah’a yönelme duasının emredildiği 9’uncu ayetten almıştır. Sure 11 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Göklerde ve yerde ne varsa, Melikül-Kuddüsül-Azizil-Hâkîm (Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm veren, mutlak güç sahibi Kutsal Hükümdar) olan Allah’ı tesbih2 eder (yüceltir).

1 “قُدُّوسُ” (kuddüs) ifadesi, "kutsallık", "yücelik" anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21, 110; 16:102; 20:12; 59:23; 62:1; 79:16.

3 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

2. O (Allah), ümmilerinı içinden (içlerinden) kendilerine bir resul gönderdi. (O resul), O’nun ayetlerini tilavet ediyor (okuyup uyuyor) ve onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti2 öğretiyor. Oysa onlar önceden apaçık bir delalet (sapkınlık) içindeydiler. 3

ı ‘Ümmi’ kavramı sanıldığı gibi okuma-yazma bilmeyen değil, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmeyen, Ehl-i Kitap’tan olmayan veya Mekkeli demektir. Buna göre söz konusu kavram, el-ümmiyyûn/el-ümmiyyîn şeklinde çoğul kalıpta bu ayette “Kitabı (Tevrat’ı) bilmeyenler”; 3:20 ve 3:75’te “kitap verilmeyenler, Ehl-i Kitap’tan olmayanlar”; 62:2’de “Mekkeliler” anlamına gelmekte, el-ümmî şeklinde tekil kalıpta 7:157, 158’de “Nebi Muhammed” için kullanılmaktadır. Muhammed’in ümmiliği, onun elçilikten önce Tevrat’ı yani dini metinleri bilmemesi ve onlar hakkında yazılı veya sözlü yorumda bulunmaması, Ehl-i Kitap’tan olmaması ve Mekkeli oluşu anlamındadır; konunun okuma-yazma bilmemeyle ilişkisi yoktur. Zaten 79’uncu ayette ümmî denen bu kişilerin kitapla ilgili bilgileri kendi elleriyle yazıp Yüce Allah’a iftira ettiklerinden söz edilmektedir.

2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

3 Bu ayet, ilk cümlesi hariç, aynı sözcüklerle 3:164’te tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 2:129,151.

3. Ve henüz kendilerine katılmamışı olanlara da… (elçi gönderdi). Hakîm olan Aziz (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç ve otorite sahibi) de Odur.

ı يَلْحَقُوا۟” (yelhaku), sözcüğü, “katıldı” veya “birleştirildi” anlamlarına gelir. “لَحِقَ” (laḥika) fiilinden türetilmiştir ve bir şeyin ya da kişinin bir şeye eklenmesi veya katılması anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 3:170, 12:101; 26:83; 34:27; 52:21; 62:3.

4. Bu, Allah’ın lütfudur, onu istediğine verir. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir1.2

1 “Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem sahibi” anlamına gelen “Zu’l-Fadli’l-Âzîm” ismi, Kur’an’da 6 kez geçer: 2:105, 3:74, 8:29, 57:21, 29 ve 62:4.

            2 Bu ayet, 57:21’de de tekrarlanmaktadır.

5. Tevrat’ı taşıma sorumluluğu verildiği halde onu taşımayanların misali, kitap taşıyan eşeğin misali gibidir.1 Allah’ın ayetleri ile2 (yeni vahyi ve elçileri) yalanlayanların misali ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

1 Burada vahyi anlayıp hayata taşımayanlar, ne taşıdığından habersiz bir şekilde vahiylerden oluşan kitabı yüklenen eşeğe benzetilmektedir. Ayette eleştirilen şey eşekler değil, ne yaptığından habersiz olup sorumluluğunu yerine getirmeyenlerdir. Eşek benzetmesinin de aslında bir nedene dayanmaktadır. Yahudi din adamları, tarih ve fıkıh kitapları olan Talmut’ta “Bir Yahudi Tevrat’ı eşek gibi yüklenmelidir.” demişler. Allah bu ayet ile aynı zamanda Yahudi din adamlarına bir göndermede bulunmaktadır.

2 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

6. De ki: “Ey Yahudi1 olanlar! İnsanlardan ziyade yalnızca kendinizin Allah’ın evliyası2 olduğunuzu iddia ediyorsanız ve doğru sözlü iseniz, haydi ölümü temenni edin!”3

1 Arapça’da Yehûd, İbrânîcede Yehudi, Ârâmîcede Yehuday(e) şeklindedir. Yehûd ve hûd kelimelerinin, “tövbe edip hakka dönme” anlamına gelen hevd (hâde-yehûdu) köküyle ilişkili olduğu belirtilmektedir. Hûd “hâid”in (tövbe eden) çoğuludur veya yehûd kelimesindeki yâ harfinin hazfedilmesiyle oluşmuştur; bazı kıraatlerde bu kelime Yehûd şeklinde okunmaktadır. Yehûd’dan maksat ise “yehûdiyyîn”dir (tövbe edenler). “Hâde” kalıbı Yahudi olmayı, “hevvede” ise bir kimseyi Yahudi dinine çevirmeyi ifade eder.

Yahudilere bu ismin verilmesinin sebebi ile ilgili birkaç görüş vardır:

Birinci görüş; Mûsâ zamanında İsrailoğullarının buzağı heykeline taptıktan sonra pişman olarak Allah’a “hüdnâ ileyke” (biz sana döndük) demeleridir (7:156).

İkinci görüş; Yehûd’un bir kabile ismi olduğu ve kelimenin aslının, Nebi Yakub’un on iki oğlundan en büyüğü olan Yehuza’ya nispetle “yehûẕ” iken zal harfinin dal harfine çevrilmesiyle Arapçaya dönüşen bir kelimeye olduğu şeklindedir (Elmalılı, I, 374).

Üçüncü görüş; Yakub’un dördüncü oğlu Yahuda’ya nispet edilmiştir.  

Dördüncü görüş; Musa Nebi’nin tebliğ ettiği dinin de O’ndan önceki nebilerin getirdikleri dinin de adının İslâm olmasıdır. O nebilerden hiçbiri Yahudi değildi ve daha o dönemlerde Yahudilik doğmamıştı bile. Bu din, daha sonraları Yahudi ismi ile tanınmaya başlanmıştır.  Asırlar sonra Yahuda ve Bünyamin’in nesli kaldığından ve bunlar arasında Yahuda’nın nesli çoğunluğu teşkil ettiğinden İsrailoğullarına “Yahuda” denmiştir. Bu neslin içinden Kahinler, Rabbaniler (kendini Rabbe adamış din adamları) ve ahbar (din bilginleri) kendi doktrinlerini, eğilimlerini, adet ve inançlarını, asırlar boyunca dini bir iskelet haline getirip bunu “Yahudilik” diye adlandırmışlardır. Bu oluşum M.Ö. 4. yüzyıl ile M.S. 5. yüzyıl arasında teşekkül etmiştir.

2 Kur’an’da yer alan ‘veli’ sözcüğüne ‘dost’ ve onun çoğulu olan ‘evliya’ sözcüğüne, ‘dostlar’ anlamı verilmesi doğru değildir. Bu sözcükler, etik anlamdaki dostluğu değil; siyasi bağlamda yönetmeyi, korumayı, gözetilmeyi ifade etmektedir. Kur’an, “dost” için “halil” sözcüğünü kullanmaktadır. (Örneğin: 2:254; 4:125; 17:73; 25:28.)

Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

3 Kur’an’ın birçok yerinde, onların bu iddialarının ayrıntıları verilmiştir. “Yahudi olanlar ya da Nasraniler (Mesihiler) olanlardan başkası asla cennete giremez.” (2:111) “Sayılı birkaç gün dışında, bize ateş dokunmaz.” (2:80, 3:24) “Biz, Allah’ın çocuklarıyız ve sevgilileriyiz, dediler” (5:18). Zaten Yahudilerin, kendilerini Allah’ın seçkin kulları kabul ettikleri, Allah ile aralarında özel bir yakınlık olduğunu ve Allah’ın onları diğer insanlardan üstün tuttuğunu zannettikleri herkesçe de bilinmektedir.

7. Ve onlar, kendi elleriyle önden gönderdikleri yüzünden asla onu (ölümü) temenni etmezler. Allah zalimleri Bilendir.

8. De ki: “Kendisinden kaçtığınız ölüm sizi bulacaktır.ı Sonra da gaybı (bilinmeyeni) ve şehadeti (görüleni) Bilene2 döndürüleceksiniz, O yapmakta olduklarınızı size bildirecektir.

ı Benzer mesajlar: 4:78; 33:16.

2 “gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

9. Ey iman edenler! Cuma günü salat1 için çağrıldığınızda2, Allah’ı zikir için gayret edin3 ve satımı (satış işini)4 bırakın. Bilirseniz bu sizin için hayırlı olandır.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

2 Ayette geçen ‘salat’tan kasıt, cuma Allah’a yönelme duasıdır. Allah’ın zikrine koşmanın anlamı da cuma hutbesidir. Çünkü hutbe, Allah’ın kitabı ile ilişki kurarak bir konuyu anlatmak için okunur. Yönelme duası da o zikri öğrenmek için yapıldığından (20:14) Allah’ın zikrine koşmanın ikinci anlamı cuma Allah’a yönelme duasına gitmektir.

Cuma Allah’a yönelme duası, diğer Yönelme dualarından “önem”, “amaç” ve “içerik” olarak farklıdır. Bu Allah’a yönelme duası, şirkten arınmış bir bilinçle topluca Allah’a yönelmeyi emreder. Hutbe de dayanışma ve yardımlaşma ruhunu canlı tutmayı, bilgilenmeyi, bilinçlenmeyi ve haftalık gündemi paylaşmayı amaçlar. Bu ayetten, cuma Allah’a yönelme duasının kadın-erkek bütün müminlere farz kılındığı anlaşılmaktadır. Çünkü bir hitapta kadınlarla ilgili özel bir hüküm yoksa şeklen erkeklere yönelik görünen bütün hitaplar kadınları da içermektedir.

3 “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.

4 “Bey’i” satım demektir. Yani, bir malı bir fiyat karşılığında alıcıya satma işidir.

Bazı çevirilerde “bey’” sözcüğü “alış-veriş” veya “ticaret” şeklinde çevrilmiştir. Bunun doğru bir çeviri olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü “bey” sözcüğü ile “ticaret” yani alışveriş sözcüklerinin 24:37 ayetinde ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir.

10. Salat bitince de yeryüzüne yayılın1 ve Allah’ın lütfundan arayın.2 Allah’ı çok zikredin (anın, hatırlayın)3 ki felaha (kurtuluşa, saadete) eresiniz.

1 Açılmış, yayılmış, gözler önüne serilmiş, teşhir edilmiş” anlamına gelen “نَشَرَ” (neşere) kökünden türemiş bu tür ifadeler Kur’an’da 21 kez geçer: 17:13; 18:16; 21:21; 25:3, 40, 47; 30:20; 33:53; 35:9; 42:28; 43:11; 44:35; 52:3; 54:7; 62:10; 67:15; 74:52; 77:3 (2 kez); 80:22; 81:10.

2 Cuma Allah’a yönelme duası yapıldığı takdirde öğle vaktinin salatının yapmamasının nedeni bu ayettir.

3 Benzer mesajlar: 8:45; 33:41.

11. Bir ticaret ve eğlence gördüklerinde seni ayakta bırakıp oraya dağıldılar.1 De ki: “Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah da rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

1 Bu ayet ile ilgi olduğu söylenen olay, kitaplarda şöyle nakledilmektedir: “Bir Cuma salatı vaktinde, Şam’dan Medine’ye bir ticaret kafilesi gelir ve kafile mensupları, geldiklerinde şehirlilerin haberi olsun diye def ve davul çalmaya başlarlar. Tam bu esnada Nebimiz Muhammed hutbe irat etmektedir (konuşma yapmaktadır). Davulun sesini duyan cemaat sabırsızlanır ve 12 kişi dışında hepsi, kafilenin bulunduğu yere koşarlar.” Bir başka rivayete göre de geride 12 erkek 1 kadın kalmış. Bunun üzerine bu ayetlerin indirildiği rivayet edilir.