33. AHZÂB SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 90. suredir.  Adını, 21’inci ayette geçen ve “hizipler, gruplar” anlamına gelen “Ahzab” kelimesinden alır. Sure 73 ayettir.

Surenin 9-27 ayetleri arasında, Mekkeli müşrikler tarafından 627 yılında gerçekleştirilen Medine kuşatması ile ilişkilidir. Rivayetlere göre 10-12.000 kişilik düşman ordusundan korunmak amacıyla, şehrin iki tarafına yaklaşık 5,5 km uzunluğunda, 9 metre genişliğinde ve 4,5 metre derinliğinde hendek kazılmış. Bu nedenle de Hendek Savaşı olarak isimlendirilen ve Mekke müşrikleri, Hayber Yahudileri ile Gatafanlılar gibi birçok grubun katılması nedeniyle “Konfederasyon Savaşı” olarak da anılan kuşatmada, düşman birlikleri hendeği aşamadıkları için savaş gerçekleşmemiştir. Kalabalık bir orduyla Medine önlerine gelen bu kabileler, sayıları 3-4 bin olan Müslimlerin stratejik direnişini kıramayarak 24 gün süren kuşatmaya son vermek zorunda kalmışlardır. Medine kuşatması, Müslimler ile Mekkeli müşrikler arasındaki üçüncü ve son karşılaşma olmuştur.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Ey Nebi, Allah’a karşı takvalı1 ol ve asla kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Allah, Alim’dir, Hakîm’dir (Her şey bilendir. Lehte ve aleyhte hak ile ve hikmet ile hüküm verendir).

1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.

2. Rabbinden sana vahyedilene de uy.1 Allah yaptıklarınızdan Haberdardır.

            1 Yüce Allah bu ayette, Nebiye vahye uymasını açıkça emretmektedir. Vahye uymakla ilgili mesajlar: 2:63, 93, 256; 3:103; 4:175; 6:50, 106; 7:3, 144, 171; 10:15, 109; 19:12; 22:78; 33:2; 39:55; 43:43; 45:18; 46:9.

3. Allah’a da tevekkül et1. Vekil olarak Allah yeter.

1 “Tevekkül” ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

4. Allah, bir adamın (ricalin) göğsünde iki kalp yaratmadı. Zıhar yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmadı.1 Evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız kılmadı. Bunlar, dilinize doladığınız sizin sözlerinizdir. Allah ise hakkı (gerçeği) söyler ve hidayete erdirir.

1 Zıhar; kocanın eşinin vücudunu annesininkine benzediğini iddia ederek ondan uzaklaşması ve eşini boşanmış sayması şeklindeki bir gelenektir. Kur’an tarafından yasaklanan Araplar ve Yahudilerdeki bu çirkin uygulama ile ilgili açıklama 58:2 ayetinde yer alır.

5. Onları (evlatlıkları) babalarına isnat ederek (onların adıyla) çağırın. Allah katında adaletli olan budur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, artık onlar, dinde kardeşleriniz velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) olduklarınızdır. Bu konuda suç1 ile yaptıklarınızda size cünah2 (vebal, günah) yoktur, ancak kalplerinizin teammüden (kasıtlı olarak) yaptıklarında vardır.3 Ve Allah Gafur’dur, Rahimdir (günahları örten ve bağışlayandır; merhamet edendir).

1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)

2 “cünah” ile ilgili açıklama, 2:158’de yer alır.

3 Kalbin kazanımları hakkında Bkz: 2:225, 283; 16:22, 106.

6. Nebi, müminler ile onların nefislerinden (onlardan olanlardan) evladır (daha yakın, daha önceliklidir). Onun eşleri de onların anneleridir. Allah’ın Kitabı’nda (Kur’an’da) rahim sahipleri (akraba, kan bağı olanlar) de müminlerden ve muhacirlerden evladır. Ancak, evliyalarınıza (dostunuza, rehberlik ettiklerinize, koruyup gözettiklerinize) maruf üzere (meşru, doğru şekilde) iyilik yapmanız hariç.1 İşte bu, Kitap’ta yazılıdır.2

            1 Müslimlerin arasında akrabalık ilişkileri, diğer ilişkilerden önce gelir. Eğer kişi yakın ailesinin ihtiyaçlarını görmezden gelir ve başkalarına sadaka verirse, bu sadaka doğru değildir. Zekât da ilk planda ana-babaya, akrabalara, daha sonra da yetimlere, miskinlere ve yol oğluna (yolda kalmışlara) verilir. Miras da ölenle akrabalığı bulunan yakınlar arasında paylaştırılır. Diğer kimselere ise ölen kişi, hediye olarak servetinden bir miktarını vasiyet edebilir.

2 “مَسْطُوراً” (mesṭûrân) sözcüğü, “yazılı, kaydedilmiş, kayıtlı” anlamına gelir. Türkçede kullanılan satır (yazı) sözcüğü de bundan türemiştir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 17:58; 33:6; 52:2; 54:53; 68:1.

7. Nebilerden misak (kuvvetli ahit, söz) almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan. Onlardan sapasağlam bir misak almıştık.1

1 Nuh ile yapılan misak, Tevrat’ta Başlangıç, 9:1-17 ayetlerinde; İbrahim ile yapılan misak, Tevrat’ta Başlangıç, 17:1-14 ayetlerinde yer alır.

8. Böylece sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir) olanların sadakatini sorgulasın. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) için de acı bir azap hazırladı.

9. Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı Görendir.

10. Hani onlar, aşağıdan ve yukarıdan, her yönden size saldırmışlardı. Basiret kaymış, yürekler ağızlara gelmişti ve siz, Allah hakkında türlü varsayımlarda (zanlarda) bulunuyordunuz.1

1 Allah’ın ne yapacağına, yardım edip etmeyeceğine dair aklınızdan birçok düşünce geçiriyordunuz.

11. İşte orada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

12. Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar da “Allah ve resulü, aldanış1 dışında bize bir şey vadetmedi.” diyorlardı.

1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

13. Onlardan bir grup da “Ey Yesrib Halkı (Medineliler)! Artık tutunacak yeriniz kalmadı; dönün!” demişti.1 İçlerinden bir grup da “Evlerimiz savunmasızdır!” diyerek Nebiden izin istiyordu. Evleri savunmasız değildi, kaçmaktan başka bir şey istemiyorlardı.

1 Bu ifade ile Ensar’ın, Muhacirleri yalnız bırakmalarının istendiği görülmektedir. Kur’an’ın indirildiği dönemde Yesrib olan kentin ismi, sonraki dönemlerde Medine olarak değiştirilmiştir.

14. Eğer o kendi bölgeleri işgal edilseydi, sonra da onlardan fitne (düşman safında çatışmaları) istenseydi, onu gecikmeden yaparlardı.

15. Oysa, daha önce (elçiye) arkalarını dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen sözün sorumluluğu vardır.  

16. De ki: “Ölümden veya katletmekten kaçıyorsanız, kaçmak size fayda sağlamaz. Öyle olsa bile çok azı dışında faydalanmazsınız.1

 1 Burada, münafıkların bu kaçışının çok uzun sürmeyeceği, kendilerine takdir edilen hayatın dünya ile ilişkili olması nedeniyle zaten kısa olduğu ifade edilmektedir.

17. De ki: “Allah size bir kötülük isterse, ya da size herhangi bir rahmet isterse kim arada durabilir! Onlar, kendileri için Allah’ın dışında bir veli1 (dost, rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da bulamayacaklar.”

1 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

18. Allah, aranızdaki alıkoyanları ve kardeşlerine “Bize gelin!” diyenleri elbette biliyor. Pek azı dışında da savaşa destek olmazlar.

19. Size karşı cimridirler.1 Bir Korku ortamı oluştuğu zaman, ölüm  üzerlerini kuşatmış2 gibi (korku içinde) gözlerini sana döndürerek baktıklarını görürsün. Korku gittiği zaman da hayır (iyilik, doğruluk) içinde olmanızı çekemeyip, sivri dilleriyle sizi incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir. Allah, onların amellerini (işlerini) boşa çıkarmıştır. Bu, Allah için kolaydır.

1 Kur’an’da sadece bu ayette “eşıhhaten” kelimesi, hayır konusunda “cimrilik yapmak”, “hırslı olmak”, “kıskançlık yapmak” vs. anlamlar içermektedir. Münafıkların cimri olduklarıyla ilgili olarak 9:67 ve 63:7 gibi ayetlerde çeşitli noktalar üzerinde durulmaktadır. Bu anlam doğrultusunda münafıkların savaş harcamalarına katkı vermedikleri, cimri davrandıkları veya katıldıkları savaşlarda gereken özveride bulunup omuz omuza savaşmadıkları anlamı elde edilmiş olur.

2 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

20. Hiziplerin (grupların, birliklerin) gitmediğini sanırlar. Ve eğer o birlikler gelirlerse; onlar, çöldeki Arapların arasında bedevi bir hayat sürüp1 (uzaktan) haberlerinizi sormayı arzularlar2. Aranızda da bulunmuş olsalardı, pek azı dışında savaşmazlardı.

            1 “بَدْو” (bedv), “çölde göçebe hayat süren, bedevi” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2 yerde geçer: 12:100; 33:20.

2 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

21. Allah’ın resulünde, hem sizin için hem Allah’a ve ahiret gününü arzu edenler için hem de Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.1

1 İslam’a uygun bir yaşantı derken Kur’an’a göre yaşanması gerekirken, doğru oldukları iddia edilen hadis ve sünnetlere dayanarak Nebimiz Muhammed’in kişisel tercihleri, giysisi, yedikleri, misvakı, sakalı, yürüyüşü taklit marifet sayılmış ve yapılanlar bu ayete dayandırılmıştır. Bu da tamamen farklı bir din yarattı. Oysa Kur’an’da, 60:4-6 ayetlerinde, İbrahim Nebi için de benzer bir ifade kullanılmıştır. (Reşat Halife, Ek 18’e bakınız).

22. Müminler ise hizipleri gördüklerinde “İşte bu, Allah ve resulünün bize vadettiğidir. Allah ve resulü doğru söyledi.” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini (Allah’a olan bağlılıklarını) artırdı.

23. Müminlerden öyle ricaller (yiğit erkekler ve kadınlar) vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir) kalırlar. Onlardan kimisi ahdini (sözünü) yerine getirdi, kimisi de beklemektedir ve (verdikleri o sözde) asla değiştirmediler.

24. Allah, sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir) olanlara, doğruluklarından dolayı cezalarını (yaptıklarının karşılığını) verecektir. Münafıklara ise isterse azap eder, isterse de onların tevbelerini kabul eder. Allah, Gafur olan ve Rahim olandır.

25. Allah, o kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi, hiçbir hayır (iyilik, doğruluk) da elde edemediler. Savaşta müminlere Allah yeter. Ve Allah, Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir; Mutlak güç sahibidir).

26. Ehl-i Kitap’tan, onlara (münafıklara) arka çıkan1 kimseleri de  kalelerinden indirdi ve kalplerine şiddetli bir korku2 düşürdü. Bir kısmını katlediyor, bir kısmını da esir3 ediyordunuz.

            1 “ظَاهَرُ” (zâhâr) kelimesi, “ظ,هـ,ر” (ẓ-h-r) kökünden türemiştir ve bağlama göre “görünmek”, sırt”, “arka”, “sırt vermek”, “arka çıkmak” gibi anlamlara gelir.

2 “رُعْبٌ” (ru’be) kelimesi, “dehşet”, "şiddetli korku" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 3:151; 8:12; 18:18; 33:26; 59:2.

3 “اَس۪يراً” (esir) kelimesi, bir şeye veya birine bağımlı olmuş, teslim olmuş kişiye “esir”, tutsak” denir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:85; 8:67, 70; 33:26; 76:8, 26.

27. Ve sizi, onların topraklarına ve yurtlarına ve mallarına ve ayak basmadığınız topraklara mirasçı yaptı. Ve Allah, her şeye Kadir olandır (her şeye gücü yetendir).

28. Ey Nebi! Eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin sizi faydalandırayım1 ve sizi güzel bir salışla salayım (boşamayayım).

            1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir.

29. Ve eğer, Allah’ı, resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız; Allah, sizden muhsin olan (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapan) kadınlara âzîm1 (muazzam) bir ecir2 hazırlamıştır.

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

2 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

30. Ey Nebinin kadınları! Sizden kim açık bir fuhuş (isyankârlık, aşırılık, çirkinlik) yaparsa,1 ona iki kat azap uygulanır. Bu, Allah için kolaydır.

1 Bu ayette, Nebinin eşlerinin ayrıcalığına dikkat çekilmekte ve çirkin bir davranışta bulunmaları durumunda, diğer insanlara verilen cezanın iki katının kendilerine uygulanacağı ifade edilmektedir. Bu bir uyarıdır. Bir sonraki ayette ise, güzel ameller işlemeleri durumunda ödülün de iki kat olacağı hükme bağlanmıştır. Fahşa ve türevleri (fahişe, fevahiş) ile ilgili açıklama 2:169’da yer alır.

31. Fakat sizden kim Allah’a ve resulüne gönülden itaat ederse ve salih (dürüst ve erdemli) bir iş yaparsa, ona da ecrini iki kat veririz ve ona kerim (değerli, bol)1 bir rızık hazırlanmıştır.

                1 Bu kelime “saygın”, “cömert olmak”, “şerefli olmak”, “onurlu” olmak” anlamına gelen “كَرَمَ” (kereme) fiil kökünden türetilmiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 47 kez geçer: 4:31; 8:4, 74; 12:21, 31; 17:23, 62, 70; 21:26; 22:18, 50; 23:116; 24:26; 25:72; 26:7, 58; 27:29, 40; 31:10; 33:31, 44; 34:4; 36:11, 27; 37:42; 44:17, 26, 49; 49:13; 51:24; 55:27, 78; 56:44, 77; 57:11, 18; 69:40; 70:35; 80:13, 16; 81:19; 82:6, 11; 89:15 (2 kez), 17; 96:3.

32. Ey Nebinin kadınları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takvalı (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) iseniz, yumuşak bir eda ile (işveli, nazlı, tahrik edici bir üslupla) konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan ümide kapılmasın. Maruf (vahye uygun, meşru olan) bir söz söyleyin.

33. Evlerinizde vakarla oturun ve ilk cahiliyenin teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin.1 Salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın2 ve zekâtı verin, Allah’a ve resulüne de itaat edin.3 Ey Ehlibeyt4, Allah, sizden ricsi5 gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.6

1 “تَبَرُّج” (teberruc) sözcüğü, “gösteriş yapmak, kişinin süslerini açığa çıkarması, cazibesini ortaya koyması” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 24:60; 33:33 (2 kez).

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 “Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

4Ehl-i beyt” tamlaması 11:73’te de İbrahim’in ailesi için de geçmektedir ve “ev halkı” anlamına gelmektedir.

5 “رجس” (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kelime, farklı bağlamlarda hem maddi hem de manevi pisliği ifade etmek için kullanılmıştır. Örneğin:

1- Kalplerinde şirk, nifak veya fasıklık gibi manevi hastalık bulunanlar için: “Kalplerinde hastalık bulunan kimselere gelince, bundan dolayı onların ricslerine rics katmıştır ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9:125)

2- Allah tarafından haram kılınmış yiyecekler için: “… Bana vahyedilenler arasında; ölü (leş) ya da akıtılmış kan ya da şüphesiz ki rics olan domuz eti ya da fısk (sapkınlık) olarak Allah’tan başkasının adıyla anılmış olanlar (sunular; yiyecekler, ziyafetler) dışında, yiyen bir kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” (En’am, 6:145)

3- Şeytan işi olan davranışlar için: “hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şeytan işi olan birer ricstir. Onlardan kaçının ki felaha eresiniz.” (Maide, 5:90)

Bu yasaklar incelendiğinde, “rics” kelimesinin ifade ettiği pisliğin hem maddi (fiziksel kirlilik) hem de manevi (ahlaki bozulma ve şirk) boyutlarının olduğu görülmektedir. “Rics” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 9 ayette, 10 kez geçer: 5:90; 6:125, 145; 7:71; 9:95, 125 (2); 10:100; 22:30; 33:33.

Bilgi notu: “رجس” (rics) sözcüğü ile “رِجْز” (ricz) sözcüğü arasında okunuş açısından bazı benzerlikler olsa da anlamları farklıdır. “رجس”  (rics) sözcüğü, “pislik, kirlilik, iğrençlik” anlamlarına gelir. “رِجْز” (ricz) ise “azap, ceza, sıkıntı” gibi anlamlara gelir.

6 Bu ayetlerde Nebinin eşlerine, yaşam biçimlerine özen göstermeleri için söylenenler, aslında tüm kadınları ilgilendiriyor. Yaşam biçiminize özen gösterin. Bu ayetlerle kadınların yabancılarla konuşması veya dışarı çıkması yasaklanmamaktadır. Bilakis ayet, evde oturmaktan değil, vakarlı olmaktan söz etmektedir. Dolayısıyla bu ayetlerden, kadınların sosyal hayattan dışlanması şeklinde herhangi bir sonuç çıkarmak doğru değildir.

34. Evlerinizde tilavet edilen (okunup uyulan) Allah’ın ayetlerini ve hikmeti1 zikredin (anın). Allah da Latif’tir, Habir’dir (kullarının ihtiyaçlarını bilen ve karşılayandır, her şeyden haberdar).

1 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

35. Müslim (Teslim Olan) erkekler ve Müslim kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaatkâr erkekler ve itaatkâr kadınlar, doğru olan erkekler ve doğru olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşûlu (edepli, saygılı) erkekler ve huşûlu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve koruyan kadınlar, Allah’ı zikreden (anan) erkekler ve zikreden kadınlar; Allah, onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) hazırlamıştır.1

1 Ayetin sonundaki hum zamiri, burada kadınlara özel bir hüküm söz konusu olmadığı için erkek ve kadın bütün müminleri içermektedir. Yani cennet, sadece erkeklerin değil, aynı özelliklere sahip kadınların da ödül yeridir ve erkeklere verilen mükafatın aynısı kadınlar için de vardır.

36. Allah ve resulü bir işe karar verdiği zaman, mümin erkekler ve mümin kadınların o konuda tercih hakkı yoktur.1 Kim Allah’a ve resulüne isyan ederse elbette ki apaçık bir sapkınlığa sapmıştır.2

1 İslam dininin “atalar” dinine dönüştürülmesi, büyük oranda “Allah’a ve Resulüne itaat” etmeyi buyuran ayetlerdeki Resul sözcüğüne “sünnete ve hadise itaat etme” anlamı verilerek yapılmıştır.

Oysa “Allah ve Resulü” terkibi, iki ayrı şey değil, yalnızca Allah’ın otoritesini ifade eden bir terkiptir. Bu terkipte yer alan “ve” edatı, “atf-ı beyan” ve “atf-ı tefsir” için de kullanılmaktadır. Bu durumda “ve” edatı, kendinden önceki sözcüğü kendinden sonraki sözcük ile açıklar. Bu kurala göre “Allah ve Resulüne” demek, anlam olarak “Allah’a demektir.”

 2 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

37. Ve sen, Allah’ın nimet verdiği, senin de nimet verdiğin kimseye, “Eşini yanında tut, Allah’a karşı da takvalı ol!” diyordun. Allah’ın açığa vuracağı1 şeyi de insanlardan huşu duyarak nefsinde gizliyordun.2 Huşu duyman gereken Allah’tır. Zeyd, ondan ilişiğini tamamen kestiği zaman da seni onunla evlendirdik (nikâhladık) ki himaye edilenler3, onları (eşlerini) boşadıklarında, evlenmek hususunda müminlere (üvey ebeveyne veya üvey çocuklara) bir zorluk olmasın. Allah’ın buyruğu yerine getirilmiştir.

1 “بَدَأَ” (bada’a) fiil kökünden türetilmiş olan bu kelime “gizli olan bir şeyi açığa çıkarmak” veya “belirtmek” anlamlarına gelir.

2 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.

3 “Evlatlıklar” diye çevrilen ve kök anlamı “çağırmak, dua etmek, istemek” demek olan “Ed’iya” sözcüğü, “himaye altına girmiş olan, öz babası dışında başka birinin yanında yaşayan veya ait olmadığı bir kabileye katılmış olanlar için kullanılan bir sözcüktür. Arapça’da erkek evlatlığa “bunuve”, kız evlatlığa “rabibe” denmektedir. Yine “İbn’u bi tebenni” evlatlık, edinilmiş evlat, “tebenni tıf’l” evlat edinmek demektir. Zeyd için Nebi’nin evlatlığı denmesi doğru değildir. Zaten aralarında beş yaş fark olan birisinin evlatlık edinilmesi işin tabiatına aykırıdır.

Ayrıca: 36’ncı ayette yer alan “Allah ve resulü bir işe karar verdiği zaman, mümin erkekler ve mümin kadınların o işleri konusunda tercih hakkı yoktur.” ifadesi ile bu ayette yer alan “Zeyd, ondan ilişiğini tamamen kesince, seni onunla evlendirdik (nikâhladık) ki himaye edilenler onları boşadıklarında, (o kadınlarla) evlenmek hususunda müminlere bir zorluk olmasın. Allah’ın buyruğu yerine getirilmiştir.” ifade bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Zeyd ile Zeyneb’in evliliğinin Allah’ın emri ile gerçekleştiği ve bu evlilik sayesinde zengin-fakir-köle gibi ayrımları kaldırmayı amaçladığı kanaatine varılmaktadır.

38. Allah’ın, ona farz kıldığı şeylerde nebiye bir vebal yoktur. Bu, sizden önce geçenler arasında da olan Allah’ın sünnetidir1. Allah’ın emri takdir edilmiş (hükmü verilmiş) bir karardır.

1 “سُنَّة” (sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah” (Allah’ın Sünneti) terimi de  Allah’ın koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38, 62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).

39. Onlar (elçiler), Allah’ın risaletini (mesajlarını) tebliğ ederler. O’na huşu duyarlar (korkar, boyun eğerler). Allah’ın dışına kimseye de huşu duymazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.

40. Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir.1 Fakat (o), Allah’ın Resulüdür ve nebilerin hatemidir.2 Allah, her şeyi Bilendir.

1 Buradaki mesaj, Muhammed’in hiçbir erkek çocuğun babası olmadığı değil, ricallerin yani “yetişkin, büyük adamların” babası olmadığı belirtilmektedir. Dolayısıyla da   azatlı kölesi ve evlatlığı olan Zeyd’in “Muhammed’in öz oğlu gibi” olmadığı vurgulamaktır. Zira Nebimiz Muhammed üç oğlu olduğu bilinmektedir.

2 “خَتَم” (hatem) sözcüğü Tevrat’ta da “חֹתָֽמְ” (hotâm) şeklinde geçmektedir ve “mühür, imza, işaretleme” anlamlarına gelir. “Hatem” sözcüğü Kur’an’da 8 kez geçer. (2:7; 6:46; 33:40; 36:65; 42:24; 45:23; 83:25, 26)

“Muhammed, Allah’ın Resulü ve Nebilerin hatemidir.” ifadesi; Muhammed’in “nebilerin mührüdür/işaretidir” anlamına geldiği görülmektedir. “nebilerin hatemidir” ifadesi “nebilerin sonuncudur” şeklinde de anlam verilse yine de Muhammed Nebi’nin son “resul” yani “son elçi” olmadığı yine açıkça görülmektedir.  Buna rağmen Yahudilerin Malaki son nebidir; Nasranilerin da “İsa son nebidir” kadar açık bir tarife rağmen, çoğu gelenekçi Müslüman, Muhammed’in son nebi ve aynı zamanda son resul olduğu konusunda ısrar ederler. Bu, 40:34’te gördüğümüz gibi trajik bir insan özelliğidir. Tereddütsüz Allah’ın ayetleri doğrultusunda iman eden kimseler, Allah’ın, son nebi Muhammed’den sonra da elçi göndereceğini fark ederler (3:81, 33:7).

İncil’de de şöyle ayetler yer alır: “Evet, bunları duyan ve gören Yuhanna’yım. Bunları duyup gördüğüm zaman, bana bunları gösteren meleğin ayaklarına kapandım. Ama (melek) bana: “Sakın! Yapma! Ben sadece, senin de nebi kardeşlerinin de bu kitabın sözlerini de tutanlardan bir kulum (hizmetkarım). Theo’ya (Yahve’ye/Allah’a) kulluk et.” dedi.  Sonra da dedi ki: “Bu kitaptaki nübüvvet sözlerini mühürleme, çünkü belirlenmiş olan zaman yakındır.” (Vahiy: 22:8-10)

41. Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin (anın, hatırlayın),

42. Fecir vakti1 ve akşamüstü (ikindi)2 de O’nu tesbih edin.3

1 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

2 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.  

43. O ve melekleri sizi zulümattan nura (karanlıklardan aydınlığa) çıkarmak için1 size salat eder2 (size destek verir). Müminlere karşı da Rahim’dir (Merhamet eden).

1 Benzer mesajlar: 2:257; 5:16; 14:1; 57:9; 65:11.

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

44. Onunla buluşacakları gün (müminler) “Selâm” ile karşılanırlar. Ve onlara kerim (değerli, saygın) bir ecir (karşılık) hazırlamıştır.

45. Ey Nebi, Biz seni şâhit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik;

46. Allah’a, (O’nun) izniyle davet eden ve aydınlatan1 bir ışık kaynağı2 olarak.3

            1 “مُّنِيرٍ” (mûniyr) sözcüğü, “nur saçan”, “ışık yayan” demektir. Bu sözcük, Kur’an’da 6 kez geçer: 3:184; 22:8; 25:61; 31:20; 33:46; 35:25.

            2 “سِرَاجا” (sirac) sözcüğü, “ışık kaynağı”, “ışık yayan” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 4 kez geçer: 25:61; 33:46; 71:16; 78:13.

3 Muhammed Nebi için, bu göreviyle ilgili olarak “davet eden kişi” anlamında dâ’î kelimesi kullanılmaktadır. Yapılacak iş davettir; zorlama değildir. Zaten 2:256, 12:108, 16:125, 28:87, 42:48, 50:45, 88:22 gibi ayetlerde dikkat çekilen husus da budur. Elçinin “davetçi” olduğunun ifade edildiği 12:108 ve 33:46’da onun davet ettiği makam ilellâhi ifadesi gereği “Yüce Allah” olarak belirlenmektedir. 41:33’te yer alan “Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir ki!” ifadesi de oldukça belirleyicidir. 22:67 ve 28:87’de verilen mesaj da bu doğrultudadır. Yüce Allah, davetin kime veya neye yapılması gerektiğini ifade bağlamında 16:125’te “Rabbinin yoluna” ifadesine yer vermektedir. Yüce Allah, elçiye hitap ederek davetinin “Rabbine, Rabbinin yoluna” olması gerektiğini hükme bağlamıştır. Benzer mesajlar: 3:193; 10:25; 12:108; 13:36; 14:1; 16:125; 22:67; 28:87; 41:33; 72:20.

47. Müminleri de müjdele. Onlar için Allah’tan büyük bir lütuf vardır.

48. Kâfirlere ve münafıklara da itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.1

1 Tevekkül vekil ile ilgili açıklama 33:3 ayetinde yer alır.

49. Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlar, sonra onlara (cinsel olarak) dokunmadan boşarsanız, onların aleyhine ileri süreceğiniz bir iddet1 yoktur. Öyleyse onları metalandırın2 ve onları güzellikle bırakın.

1 İddet: Normal evliliklerde boşanmanın gerçekleşebilmesi için 2:228 ayetine göre üç âdet (regl) süresinin dolması gerekmektedir.

2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Ayrıca 2:237 ayetine göre de onlar için belirlenmiş olan mehrin yarısı da bu kadınlara verilmelidir.

50. Ey Nebi, ecirlerini (haklarını, mehirlerini) verdiğin eşlerini, Allah’ın sana fey (savaşmadan elde edilen ganimet) olarak verdiklerinden eyman ile sahip olduklarını2 ve seninle hicret eden; amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını sana helal kıldık.3 Kendisini nebiye bahşeden (karşılıksız veren),4 Nebinin de nikâhlamayı dilediği mümin kadınları da, müminlere değil; sadece sana özel olarak (helal kıldık).5 Biz, sana bir zorluk olmasın diye eşleri ve eyman ile sahip oldukları2 hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Allah da Gafur olandır, Rahim olandır (Merhamet edendir, Günahları örten ve bağışlayandır).

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

2 Eyman (sözleşme) ile sahip oldukların ifadesi; bakmakla yükümlü oldukları kişiler ve korumaları altına aldıkları yetimler demektir. Konuyla ilgili açıklama 4:3’te yer alır.

3 Bu cümle ümmete helal olan evliliklerin Muhammed için hicret şartına bağlı kılındığını, yani onun evliliklerinin keyfe göre değil, daha zor şartlara bağlandığı mesajını içermektedir.

Ayrıca bu ayet ile, hangi akrabalarla evlenilebileceği hususu da netleştirilmektedir. Çünkü Hıristiyanlarda kuzen evliliği kabul edilmemekte ve böyle evlilikler için katolik kilisesinden özel izin almak gerekmektedir. Kilisenin aynı zamanda vaftiz baba ile onun vaftiz çocuğunun da evliliklerini yasaklamış olması bu yasakların biyolojik temellerin dışında başka inanışlara bağlı olduğunu göstermektedir. Yahudilere göre ise bir kimse öz yeğeni, baba bir-anne ayrı kardeşi ve süt kardeşi ile evlenebilir.

4 “وَهَبَ” (wahaba): “vermek, bahşetmek ve armağan etmek” anlamlarına gelir.

5 Bu ifade ve İsrâ 17:79 gibi ayetler, Nebi. Muhammed’e inen her vahyin Kur’an’da yer aldığının delilidir. Zira, sadece ona özel olarak inen bir hükmün Kur’an’da bulunuyor olması bunun en önemli göstergesidir.

Bu ifade ile mehir almadan evlenmek isteyen kadın, sadece Nebiye helal kılınmıştır. Bir mümin erkek, bir kadınla mehirsiz evlense evlilik geçerli olur ama ona denk bir kadının mehri kadar mehir vermesi gerekir. Böyle bir eşi, ilişkiye girmeden boşayan da bir önceki ayet (33:49) ve 2:236 ayetine göre nafaka ve mehrin yarısını vermek zorundadır.

51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın, geriye bıraktığını da (geri) istemende sana bir sakınca (vebal) yoktur. Bu, gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), üzülmemeleri ve kendilerine verdiğinle hoşnut olmaları için en uygun olandır.1 Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah da Alim olandır, Halim olandır (Her şeyi Bilendir, Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  edendir).

1 Bu cümle, Nebinin mevcut eşleriyle ilgili özel bir durumu içermektedir. Boşanıp aynı hanımla tekrar evlenmeyi değil, geçici ayrılık yaşananlarla birleşmesi ve savaş yolculuklarında yanına alma konusunda mevcut eşleriyle ilgili bir serbestiyi ortaya koymaktadır.

52. Bunların (50 ve 51’inci ayetlerde belirtilenlerin) ötesinde başka kadınlar sana helal değildir. Bunları başka eşlerle değiştirmek de yoktur. Güzelliklerinden etkilensen1 bile. Eyman (sözleşme) ile sahip olduklarını hariç. Allah, her şeyi Gözetendir.2

            1 Bu sözcük, bağlama göre "şaşırmak”, “hayret etmek”, “etkilenmek", beğenmek” gibi anlamlara gelen “عَجَبَ” (‘âcebe) kökünden türemiştir.  Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 2:204, 221 (2 kez); 5:100; 9:25, 55, 85; 33:52; 48:29; 57:20; 63:4; 72:1.

2 Bu ayet bir çok Kur’an çevirisinde farklı çevrilerek 50, 51 ve 53’üncü ayetlerle çelişen bir anlam verilmektedir. Bununla da kalmıyorlar, “50’nci ayet neshedilmiştir.” diyerek “Kur’an ayetlerinde nesih vardır” şeklindeki iftiralarına bir dayanak daha bulmaya çalışmaktadırlar.

53. Ey iman edenler, size yemek için izin verilmedikçe,1 vakitsizce2 Nebinin evlerine girmeyin. Ama davet edilirseniz o zaman girin. Karnınızı doyurunca da dağılın ve hadise (söze, sohbete) dalmayın. Bu durum Nebiye eziyettir, ancak size bildirmekten utanmaktadır2. Allah, haktan (gerçekten, hakikatten) utanmaz3. Onlardan (Nebinin eşlerinden) bir meta (mal, eşya) istediğiniz zaman hicabın4 arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz içinde onların kalpleri için de en temiz (ethar) olandır. Allah’ın resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikâhlamanız sizin için ebedi olarak (helal) olmaz. Bu, Allah katında bir âzîmdir (büyük bir suçtur).5

1 33:45 ayetinde geçtiği üzere, Yüce Allah, Nebimiz Muhammed’i, ümmetine şahit olarak görevlendirdiğini ifade etmekte, böylece şahitliğin örneklik anlamı gereği, onun evinin de toplumun örnek alması gereken bir durumda olması zorunluluğu üzerinden mesaj verilmek istenmektedir.

2 “اٰنَٓاءَ” (â’nâ’â) kelimesi “saatler”, “vakitler”, “zaman dilimleri” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 3:113; 20:130; 33:53; 39:9.

3 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü "haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.

4 “حِجَابٌۭ ۚ” (hicâbûn) sözcüğü, “hicap” yani “perde, örtü, engel” anlamına gelmektedir ve “örtmek, perdelemek, gizlemek” anlamına gelen “حجب” (hacb) kökünden türemiştir. Kur’an’da, “hacb” kökünden türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:46; 17:45; 19:17; 33:52; 38:32; 41:5; 42:51; 83:15.

Burada kastedilen şey; aile ortamının ve kişinin özel hayatının, mahremiyetinin korunmasıdır. İzin alınmadan, haberdar etmeden özel alanlara girilmemesidir. Bu ev ortamında, başkasının görmesi uygun olmayan bir durumda olmaya karşı bir uyarıdır. Hicap aynı zamanda edepli olmayı da ifade etmektedir. Bunun cinsiyetler arası insani görüşmeleri kısıtlayan bir uyarı olarak algılanması doğru değildir.

5 Bir zamanlar babamızla evlenmiş bulunan kadınlarla evlenmemiz 4:22 ayetiyle yasaklanmıştır. Bu ilahi emir, babalarımıza ve onların özel hayatlarına olan saygıyı korur. Benzer şekilde, Nebi de zamanındaki imanlılar için bir baba figürüydü. Çünkü bu husus, bu surenin 6’ncı ayetiyle belirtilmektedir. Bu, imanlıların iyiliği için Allah nebilerle önceden evli olan kadınlarla evlenmekten menetti.

54. Eğer bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de, şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.

55. Onlara (Nebinin eşlerine) babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer kadınlar ve eyman (sözleşme) ile sahip olduklarından dolayı bir cünah (vebal, sakınca) yoktur.1 Allah’a karşı takvalı olun. Allah her şeye Şahittir.

1 Burada Nebimiz Muhammed’in eşlerinin yanına kimlerin rahatça girebileceği, dolayısıyla hanımlarının bu noktada sorumlu olmayacaklarıyla ilgili bilgiler gündeme getirilmektedir.

56. Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salat ederler1 (destek verir). Ey iman edenler, siz de ona salat edin (destek verin)2 ve tam teslimiyet gösterin.

 

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Bu cümleye “Allah ve melekleri Nebi’ye salavat getiriyor/dua ediyor” şeklinde anlam vermek büyük bir hatadır. Buradaki yüsallûne fiili ile sallû emir kalıbı, tıpkı 9:103 ve 33:43’teki ilgili kelimelerde olduğu gibi “yardım etmek, destek olmak” demektir. Bu anlamın delili 8:62’dir. Ayetteki buyruk Yüce Allah’ın ve meleklerinin yaptığı gibi müminlerin de Muhammed’e destek vermeleridir; ayrıca bütün müminlerin ona teslimiyet ve samimiyet göstermeleridir.

Bu tümce, Kur’an çevirilerinin çoğunluğunda, “Allah ve melekleri, Nebinin şanını yüceltirler; siz de ona selam verin!” biçiminde çevrilmiş ve Nebinin isminin her söylenişinde, selam söylemleri eklenmesinin, Allah’ın buyruğu olduğu öne sürülmüştür. Oysa bu terimin aynısı, 33:43 ayetinde, benzer bir ifade ile müminlere yönelik olarak bildirilmiş olmasına rağmen, aynı çevirilerde, “Allah, inananlara melekleriyle merhamet eder!” biçiminde çevrilmiştir. Nebiyi abartılı biçimde övenlere ve selamlayanlara ilişkin Allah’ın uyarıları 58:8 ve 63:1,2 ayetlerinde bildirilmiştir.

Ayrıca, 2:136, 3:84, 285 ve 4:152 ayetlerinde; Nebiler ve onlara indirilenlerle iman etmemiz ve onların (nebilerin) arasında ayırım yapmamamız emredilmektedir.

57. Allah’a ve resulüne eziyet edenlere, Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

58. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, bühtan etmiş (suç isnat etmiş, itham etmiş, karalamış) ve elbette ki apaçık bir ism1 (Allah’ın yasakladığı bir fiili) yüklenmişlerdir.

            1 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

59. Ey Nebi! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle, cilbablarını üzerlerine salsınlar. Bu, onların bilinmeleri ve eziyet edilmemeleri için en uygun olanıdır.1 Allah da Gafur ve Rahim olandır.

1 Cilbab, (celabib) söylendiği gibi, kadını tepeden tırnağa örten bir giysi türü değil; Yahudi, Nasrani, müşrik ve münafıkların da bulunduğu o günün Medine toplumundaki fitnelerden korunmak için tanınmaları ve eziyet görmemeleri için ifade eden bir dış kıyafet, bir çeşit üstlük demektir.

Bunu da bu ayetten önceki ve sonraki ayetlerden anlamaktayız. Bazı gelenekçi Müslimlerin iddia edildiği gibi “tanınmamak” şeklinde bir gerekçe ayetin metnine açıkça aykırıdır.

60. Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde çirkin haber yayanlar1 vazgeçmezlerse eğer, seni onların üzerine süreriz. Sonra senin çevrende az bir süre dışında kalamazlar (onları süreriz).

1 Ayetteki el-murcifûne kelimesi, “sarsıntı, titreme” gibi anlamlarda “Son Saat” için kullanılan er-racfeh kelimesiyle aynı kökten gelmekte ve “sosyal hayatta sarsıntılara sebep olan haberleri yayanlar” anlamını içermektedir. 3:173’e göre, bazı kişilerin, Müslimlerin  morallerini bozup, onları panikleterek bozguna uğramalarını sağlamak için 24 gün süren Hendek muhasarasında Nebi’nin savaşta öldüğü, Müslimlerin yenilip düşmanlarının galip geldiği şeklinde yalan haberler yaydıklarına dair bilgiler vardır. Bu ayet ile bundan vazgeçmeleri hususunda uyarılıyor olabilirler.

61. Lanetlenirler, nerede rastlansalar yakalanır ve canları çıkıncaya kadar katledilirler.

62. Daha önce geçenler arasında da Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünneti1 ile asla bir değişikliğeı ulaşamazsın2.

1 “سُنَّة” (sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah” (Allah’ın Sünneti) terimi de  Allah’ın koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38, 62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).

2 “تَبْدِيل” (tebdil) sözcüğü, “Bir şeyi başka bir şeyle değiştirme” veya “yerine başka bir şey koyma” anlamlarına gelir.

3 “لَنْ تَجِدَ” (lâ tecide) ifadesi, “bulamazsın, erişemezsin, ulaşamazsın, göremezsin” anlamlarına gelir.

63. İnsanlar sana O Saat hakkında soruyorlar. De ki: “Şüphesiz ki onun bilgisi Allah’ın yanındadır.” Ne bilirsin, O Saat belki de yakın olur!

1 Örneğin bir asırdan daha az bir süre önce, televizyon ve uzay uyduları hakkında sadece Allah bilgi sahibiydi. Bu bilgiyi, önceden belirlenmiş bir zamanda vahyetti. Benzer şekilde, Allah, bu dünyanın sonu için tayin edilen vakti de bildirdi. (Reşat Halife Ek 25).

64. Şüphesiz ki Allah, kâfirlere lanet etmiş (rahmetinden uzaklaştırmıştır) ve onlar için yakıcı bir ateş2 hazırlamıştır.

1 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

65. Orada ebedi kalacaklar. Bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) de yardımcı da bulamayacaklar.

66. Yüzleri ateşte çevrildiği gün dediler ki “Keşke1 Allah’a itaat etseydik, Resul’e de itaat etseydik!”

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

67. Ve dediler ki “Rabbimiz, biz, seyidlerimize (efendilerimize) ve büyüklerimize itaat ettik. Büyüklerimiz bizi yoldan saptırdılar.

Bu iki ayet 7:38-39, 38:61 ve 41:29 ile birlikte okunmalıdır.

68. Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver ve onları bir büyük lanet ile lanetle!”1

1 Kur’an’da sadece bu ayette geçen sâdetenâ ifadesi “önderlerimiz”, “eefendiler” demektir. Burada geçen sâdeh sözcüğü seyyid kelimesinin çoğuludur. Kur’an’da sadece burada geçen küberâenâ ifadesi ise “büyüklerimiz”, “ileri gelenlerimiz” anlamını vermektedir. Şirk, inkâr ve küfürde efendilerine ve büyüklerine itaat edenler, onların kendilerini saptırdığını Allah’ın huzurunda şikâyete konu edineceklerdir.

69. Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet eden kimseler gibi olmayın.1 Allah, onu (Musa’yı) söyledikleri şeyden uzak tuttu. Allah katında da itibarlı idi.

1 İsrailoğulları bizzat Musa Nebi’nin kendilerine büyük nimetler verdiğini kabul ederler. Fakat İsrailoğullarının, kendilerine bunları sağlayan kimseye nasıl davrandıkları Tevrat’ın şu bölümlerine bir göz atmakla anlaşılabilir: Çıkış: 5:20-21, 14:11-12, 16:2-3, 17:3-4; Sayılar, 11:1-15, 14:1-10, 16 (Babın hepsi), 20:1-5

Kur’an, İsrailoğullarının bu nankörlüğüne değinerek Müslimleri şöyle uyarmaktadır; Allah’ın elçilerine böyle davranmaktan sakının, aksi takdirde Yahudilerin akıbeti ile karşılaşırsınız.

70. Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun ve doğru söz söyleyin!

71. Allah, sizin için işlerinizi düzeltir ve sizin için günahlarınızı1 bağışlar. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, âzîm (muhteşem) bir kurtuluşa ermiş olur.

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

72. Şüphesiz ki Biz, emaneti (sorumluluğu) göklere ve yere ve dağlara teklif ettik1. Bunun üzerine onu yüklenmek istemediler ve ondan korktular. Ve onu insan yüklendi. Şüphesiz ki o, zalimdir, cahildir.2

                1 “عَرَضْنَا” (‘arednâ) ifadesi “sunduk, teklif ettik, gösterdik” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48, 100; 33:72; 38:31; 40:46; 42:45; 46:20, 34; 69:18.

2 “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.

73. Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecektir. Allah, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah da Gafur (günahları örten ve bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden) olandır.