Rahmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Tâ, Sîn.ı Bunlar
(Tâ, Sîn harfleri),
Kur’an’ın ve apaçık Kitabın ayetleridirdirler (kanıtlarıdırlar);
1 “Ta Ha, Ta Sin Mim ve Ta Sin” ‘Başlangıç
Harfleri’ ile başlayan dört (20. Ta Ha, 26. Şuara, 27.Neml, 28. Kasas) surede;
107 tane “Ta”, 426 tane “Ha”, 290 tane Sin” ve 944 tane de “Mim” harfi var.
Bunların toplamı 1767’dir ve bu da 19’un tam 93 katıdır.
Ayrıca, 27’nci surenin numarası ile 30’uncu ayetteki Besmelenin
numarası toplandığında (27+30) 57 eder. Bu sayı 19’un 3 katıdır.
Bizim neslimiz,
Kur’an’daki iki büyük mucizeye tanıklık etme ayrıcalığına sahiptir: olağanüstü
bir matematiksel kod ve eşsiz bir edebi mucize. İnsanlar, matematiksel bir
düzenlemeye sahip bir metin yazmaya çalıştığında, bu genellikle metnin edebi
kalitesini olumsuz etkiler. Ancak Kur’an, bu matematiksel kodun yanı sıra,
edebi mükemmeliyet açısından da eşsiz bir standart sunmaktadır.
2. Müminler için bir hidayet (kılavuz) ve müjdedir.
3. Onlar, salatı doğru
ve istikrarlı biçimde yaparlar,1 zekâtı da verirler.1 Ve
onlar, Ahiret ile2
(onun
aracılığıyla) kesin olarak inanırlar3.4
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v)
kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır.
Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde
olmak” gibi anlamlar taşır.
“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk,
istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden
türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de
emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir
şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
2
“Salatı doğru ve
istikrarlı biçimde yapmak ve zekâtı vermek” terkibi, ibadete layık yegane ilah (En Yüce
olan) olarak Allah ile iman etmek; Allah’a yönelme duasını ve ibadeti şirkten
arındırılmış bir bilinçle yapmak ve yardımlaşmayı diri tutmak demektir. Zekât
sözcüğü birçok ayette daha temiz, daha iyi, arınmak, temizlenmek, aklanmak,
yüceltmek anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 2:151; 3:77; 4:49; 9:103; 19:13;
20:76; 24:21; 35:18; 53:32; 62:2; 80:3; 91:9)
3 “بِالْاٰخِرَةِ” sözcüğü, “ahiret ile” veya “ahirete”
şeklinde çevrilebilir. Buradaki “بِ” (bi),
temel olarak “ile” ya da “vasıtasıyla” anlamına gelen bir ‘harf-i cer’dir
(çekim edatıdır).
4 “يُوقِنُونَ”
(yukinûn) kelimesi, “وَقَنَ” (vekâne) kökünden türetilmiştir ve “kesin
olarak inanmak”, ya da “kesin olarak bilmek” anlamlarına gelir.
5 Bu ayet, 31:4’te de tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 2:2-5;
8:2-4; 31:1-5.
4. Ahiret ile iman etmeyen
kimselere, şüphesiz ki onlara amellerini (yaptıklarını) süslü
gösterdik. Böylece kör olurlar.
5. İşte o kimseler, azabın en kötüsüne müstahak
olanlardır ve onlar ahirette en büyük hüsrana uğrayanlardır.
6. Şüphesiz ki sana ulaştırılan Kur’an, Alîm ve Hâkîm olanın (Her şeyi Bilen ve Hikmetle Hüküm Verenin) katındandır.
7. Musa, ailesine demişti ki: “Ben bir şihab (alev, ışık)
gördüm. Size oradan bir haber getireyim veya bir ateş koru getireyim, belki
yaklaşırsınız (ateşle ısınırsınız).”1
1 Musa, ailesiyle birlikte Medyen’den
Mısır’a dönerken, Sina dağı yakınlarında yolunu
kaybettiğinde gerçekleşmiş.
8. Oraya
geldiği zaman da kendisine seslenildi: “Ateşin içinde bulunan ve
çevresinde olan kimse mübarek (bereketli) kılındı.
Sûbhân Olan (her
türlü noksandan münezzeh olan) Âlemlerin
Rabbi olan Allah’tır.
9. (Melek
dedi ki) “Ey Musa! Şüphesiz O’dur.” “Şüphesiz ki Ben, Azizul-Hâkîm
(Hikmetle Hüküm Veren
Mutlak Güç sahibi) olan Allah’ım.
10. Asanı at!” Onu yılan
gibi hareket ettiğini gördüğü zaman da arkasına bakmadan sırtını dönüp1 kaçtı. “Ey Musa, Korkma! Şüphesiz ki Benim
Huzurumda resuller (elçiler) korkmaz.”2
1 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir
yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya
uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya
“sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97
kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177,
205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49,
92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72;
11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60;
21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15;
37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39,
54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1;
88:23; 92:16; 96:13.
2 20:20, 27:10 ve 28:31 ayetindeki ifadelere göre
Yüce Allah, Musa’ya verdiği mucizeyi göstermek için elindeki asayı yere
atmasını istemiş ve asa hareket eden bir yılana dönüşmüş. Bunu gören Musa da
korkup kaçmış. Bunun üzerine “Ey Musa! Geri dön, korkma! Artık sen güvende
olanlardansın.” (28:31) diye hitap edilmiş.
Ancak
7:107 ve 26:32’nci ayetlerde ise; Musa, Firavun ve halkının önünde sihirbazlara
meydan okuyunca, Yüce Allah, asayı, sihirbazların hepsinin sihrini yutan bir
ejderhaya (kocaman bir yılana) dönüştürmüş.
11. Ancak, kim zulmeder, ardından işlediği kötülüğü iyilikle
değiştirirse; şüphesiz ki Ben, Gafur’um, Rahim’im (Günahları
Örten ve Bağışlayanım, Merhametliyim).
Bu
ayet işlenen kötü bir davranışın ardından pişman olup tevbe edilmesi ve iyilik
yapılması durumunda bağışlanacağı müjdesini içermektedir. Benzer mesaj: 4:17.
12. Elini
de koynuna1 sok,
bir kötülük olmadan bembeyaz çıkıverir. Dokuz ayet2 (mucize, işaret) ile firavuna ve kavmine
(git). Şüphesiz ki onlar, fasık bir toplumdur.
1 Ceyb: göğüs, yaka, cep, koyun (göğüs bölgesi), sine,
bağır, oyuk, gerdanlık gibi anlamları da vardır. “ceyb” sözcüğü 27:12 ve 28:32
ayetlerindeki “Elini göğsüne (koynuna) sok!” buyruğunda da geçer. Kelimenin
çoğulu “Cüyub” sözcüğü de 24:31 ayetinde “cuyubihinne” (göğüslerini,
bağırlarını, gerdanlık kısmını) şeklinde geçmektedir.
2 Firavunu
ve kavmini ikna etmesi için Musa’ya verilen 9 ayet ile ilgili açıklama 17:101
ayetinde yer alır.
13. Açıkça görülen
ayetlerimiz onlara geldiği zaman da “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
14. Ve nefisleri kesin
olarak onu bildiği halde, zulümleri ve kendilerini yüceltmeleri1 nedeniyle onunla bilerek mücadele ettiler. O halde bir bak! Fesatçıların akıbeti nasıl olmuş!2
1 “جَحَدُوا”
(cehedu) fiili, “bir şeyi bilerek reddetmek, bilinçli olarak inkâr etmek”
gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da
9 kez geçer: 16:71; 27:14; 29:47, 49; 31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.
2 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen
“عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو”
(ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir.
Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
15. Andolsun ki Davud’a ve Süleyman’a da bir
ilim verdik. Ve dedi ki: “Hamd (övgü ve şükür) Allah’a aittir. O ki
bizi, mümin kullarından çoğunun üzerine faziletli kıldı.”
Davud
Nebi ile ilgili açıklamalar 2:251’de; Süleyman Nebi ile ilgili açıklamalar ise
2:102’de yer alır.
16. Ve Süleyman, Davud’a mirasçı oldu. Ve dedi
ki: “Ey insanlar, kuşların kendilerini ifade şekli1 bize öğretildi, bize her şeyden de (bir pay) verildi. Şüphesiz ki bu apaçık olan
bir fazilettir.”
1 “يَنْطِقُونَ” (yentikuvn) ifadesi, kökü
“نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek,
söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini
ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85;
37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
17. Cinlerden ve
insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları da Süleyman’ın huzurunda
toplandılar ve böylece onlar sevk edildiler1.2
1 “وَزَعَ” (veze’a) sözcüğü “yönlendirmek, sevk etmek,
ilham etmek veya bir şeyi yapmaya teşvik etmek” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu
fiilden türemiş 5 tane sözcük geçmektedir: 27:17, 19, 83; 41:19; 46:15.
2 Benzer mesajlar: 21:79; 34:10; 38:18-20.
18. Nihayet karınca vadisine geldiklerinde dişi
bir karınca1 dedi ki: “Ey karıncalar, meskenlerinize girin!
Süleyman ve askerleri farkında olmadan sizleri ezmesinler2.”
1 Bilgi
notu: Birbirinden ayrı toplumlar biçiminde yaşayan karıncaların büyük çoğunluğu
dişilerden oluşur. Erkek karıncalar, aşılama görevlerini yaptıktan sonra
ölürler. Karıncaların da arılar gibi kendilerine özgü çok gelişmiş bir sosyal
düzenleri vardır. Yiyecek bulmak görevini üstlenen öncü karıncalar, yiyecek
buldukları yeri yitirmemek için arkalarında kokulu salgılar bırakırlar.
Algılama yetileri çok gelişmiş olan duyargaları, değişik ögeler salgılayan
gövdeleri ve çıkardıkları seslerle aralarında eksiksiz bir iletişim kurarlar.
Bir karıncanın kafasında, yaklaşık beş yüz bin sinir hücresi vardır.
2 “حُطَاماً”
sözcüğü, “ezilmiş, parçalanmış, çerçöp olmuş, değersiz, kırıntı, döküntü,
toz haline gelmiş kalıntı” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer:
27:18; 39:21; 56:65; 57:20; 104:4, 5.
19. Bunun üzerine (Süleyman), onun sözüne gülümseyerek tebessüm
etti ve dedi ki: “Rabbim! Bana ve ebeveynime
verdiğin
bu nimetlere karşı şükretmeye ve razı olacağın salihât
(doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlemeye teşvik et1
ve beni merhametinle salih (dürüst
ve erdemli) kullarının arasına kat.”
1 “وَزَعَ” (veze’a) sözcüğü “yönlendirmek, sevk etmek,
ilham etmek veya bir şeyi yapmaya teşvik etmek” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu
fiilden türemiş 5 tane sözcük geçmektedir: 27:17, 19, 83; 41:19; 46:15.
1 Bu
cümle aynı sözcüklerle 46:15’te de tekrarlanmaktadır.
20. Ve kuşları kontrol etti1 ve dedi ki “Hüdhüd’ü2 niçin göremiyorum?
Yoksa kayıplara mı karıştı?
1 “فَقَدَ” (fâkade)
fiili, “kaybolmak, eksik olmak” anlamlarına gelir. Bu kökten türeyen “تَفَقَّدَ” (tefakkâde)
sözcüğü de “bir durumu kontrol etmek, kaybolan bir şeyi araştırmak, bir
eksikliği fark etmek.” anlamlarına gelir. Kur’an’da “فَقَدَ” (fâkade)
fiilinden türemiş 3 sözcük geçmektedir: 12:71, 72; 27:20.
2 “Hüdhüd”
çevirilerde, çoğunlukla “Hüdhüd isimli bir kuş” olarak çevrilmiştir, ancak kimi
çevirilerde ise “Hüdhüd isimli uçan bir varlık” olarak yorumlanmıştır.
Günümüzün bilgiliklerinde, çok renkli tüyleri, kendine özgü bir tacı olan ve
ibibik veya çavuş kuşu olarak bilinen kuş türünün, Arapça karşılığının hüdhüd
olduğu belirtilmektedir. Hüdhüd, Tevrat’ta eti
yenilmeyecek kuşlar arasında sayılmıştır. (Levililer, 11:19; Yasanın Tekrarı,
14:18) Tevrat’ın Aramice tercümelerinden biri olan Targum Şeni’de
(MS 7 veya 8. yy’da yazılmış), Kur’an’da yer alanlara benzer bilgilerin yer
aldığı ifade edilmektedir.
21. Ona ya şiddetli bir azap ile azap edeceğim
ya da onu keseceğim. Ya da mübin bir sultan (apaçık güçlü bir delil) getirecek.”
22. Böylece (Hüdhüd) uzak olmayan bir süre kaldı1.
Ardından dedi ki: “Senin bilmediğin2 bir şeyi öğrendim2.
Ve Sebe’den sana yakin3 (kesin doğru) bir haber getirdim.
1 “مُكْثٍ”
(muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak”
anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10;
27:22; 28:29; 43:77.
2
“اَحَطْتُ” (ahatu)
fiili “kapsamak, kuşatmak, tamamen bilmek” anlamlarına gelir.
3 “yakîn”
ifadesi, “Kesin gerçek, kesin doğru” anlamlarına gelir.
23. Öyle ki, onlara meliklik (hükümdarlık) eden bir kadın1
buldum. Ona da tüm şeylerden verilmiş ve âzîm bir arşı (muazzam bir tahtı)
var.
1 Bu
kadın, babası bütün Yemen toprağının meliki olan Şurâhîl’in kızı Sebe melikesi
Belkıs olarak bilinmektedir. 27:22 ve 34:15’te geçen sebe’ kelimesi, bir kavmin
adıdır ve bunlar Sebe b. Yeşcub b. Ya’rub b. Kahtân adıyla bilinen bir
kavimdir. 27:22-44 ayetlerinde kıssası anlatılan bu kavim, önceleri güneşe
tapan, başlarında Belkıs diye bilinen bir kadın hükümdar bulunan, sonrasında
Süleyman’ın emrine giren, durdukları yer Yemen’de Mağrib adındaki şehir olan
bir kavim idi. En parlak dönemlerinde (M.Ö. 2000 yıllarında) yalnızca Yemen’i
değil, Hadramevt’in geniş bir bölümünü, Mahrah topraklarını ve şimdiki
Habeşistan’ın büyük bölümünü de içine alıyordu. Sebe’liler başkent Mağrib’in
çevresinde yüzlerce yıllık bir zaman kesiti içinde günümüze kadar ayakta
kalabilmiş muhteşem kalıntılarıyla tarihte büyük bir ün yapmış olan olağanüstü
barajlar, bentler ve su kanalları inşa etmişler. Kur’an’da isim belirtilmeden “Sebe toplumuna sahiplik (yöneticilik) eden kadın”
olarak bildirilir. Belkıs ismi, diğer kutsal kitaplarda da geçmez.
24. Ve onu kavmini, Allah’ın dışında güneşe de secde
ederlerken buldum. Şeytan (aldatan,
saptıran) da yapıyor oldukları işleri onlar için süslemiş. Böylece onları (gerçek)
yoldan alıkoymuş. Bu nedenle de onlara hidayet (kılavuzluk)
edilmez.
25. Allah’a secde etmiyorlar! O, semalarda (göklerde, 7 evrende) ve arḍda1
saklananı açığa çıkarır;2 Gizlediklerinizi de bilir, açığa
vurduklarınızı da...
1 “أَرْضٌ”
(arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir.
Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik
alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda
da kullanılmaktadır.
2
Buradaki “يُخْرِجُ” (yukhricu)
sözcüğü “çıkarır veya açığa çıkarır”, “الْخَبْءَ” (el-khebâ’a)
sözcüğü ise “gizli olan, saklı olan” anlamına gelmektedir.
26. O Allah (Yüce Olan Yüce) ki,
O’nun dışında ilah (yüce olan) yoktur. Arşil-âzîmin Rabbidir
(Muazzam olan tahtın efendisidir).”
27. Dedi ki: “Sadık (doğru, güvenilir) olan mısın, yoksa
yalancılardan mısın, bakacağım!
28. Haydi bu kitabımla (mektubumla) git ve onlara ilet. Ardından
onlardan uzaklaş ve bir bak, neye yöneliyorlar!
29. (Kadın) Dedi ki: “Ey meleler (ileri
gelenler), şüphesiz ki bana kerim (değerli) bir kitap (mektup)
bırakıldı.
30. Şüphesiz ki o, Süleyman’dandır. Şüphesiz ki o,
“BismillahirRâhmânirrahim’dir (Merhamet eden Merhametli Allah’ın adıyladır).1
1 Süleyman
Nebi’nin yazdığı mektuba Besmele ile başlaması, Kur’an’da bildirilen İslam’ın,
Nebimiz Muhammed’den en az 2500 yıl önce yaşadığı düşünülen İbrahim Nebi ile
başlamış olduğunun bir başka kanıtıdır.
Bu ayette geçen ‘Besmele’,
19 sure önce 9’uncu surenin (Tevbe Suresi’nin) başında kayıp olan Besmeleyi
karşılamaktadır ve Besmelelerin sayısını 114’e çıkarmaktadır. Bu da Kur’an’ın
sayısal sistemle korunmuş olduğu asal bir sayı olan 19’un 6 katıdır.
31. Sakın Bana karşı kendinizi yüceltmeyin.1
Bana da müslimin (Teslim Olanlar)
olarak gelin.”
1“yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv)
sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah
dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde
geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.
32. (Kadın) dedi ki: “Ey meleler (ileri
gelenler), emrim (işim, kararım) hakkında bana fetva (görüş) verin.
Siz olmadan asla emir veren olmadım.”1
1 Bu
cümlede Belkıs’ın yönetim işlerinde tek başına karar vermediği ve ilgililere
danışarak bir sonuca vardığı anlaşılmaktadır. Benzer mesaj: 3:159; 42:38.
33. Dediler ki: “Bizler güç sahibi kimseleriz.
Çetin savaş gücüne de sahibiz. Emir (karar, buyruk) ise senindir. Bu nedenle ne emredeceğine bir
bak (düşün)!”
34. (Kadın) dedi ki: “Şüphesiz ki hükümdarlar bir şehre
girdikleri zaman orayı bozguna uğratırlar. Halkının izzetli (onurlu,
saygın) olanlarını da zelil ederler (aşağılarlar). Ve işte böyle
yaparlar.
35. Öyleyse ben de onlara bir hediye ile elçi
göndereyim. Ve öylece bakayım, resuller (elçiler) ne ile
dönecekler?”
36. (Elçiler) geldiği
zaman Süleyman dedi ki: “Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz?1
Oysa Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hayır, (asıl)
siz hediyenizle seviniyorsunuz!
1 “uzatmak, desteklemek, yardım etmek” gibi
anlamlara gelen “أَمَدَّ” (amadda)
fiilinden türemiş olan “تُمِدُّونَ” fiili de “yardım ediyorsunuz,
destekliyorsunuz, uzatıyorsunuz” anlamlarına gelir.
37. Onlara
dön! Şüphesiz ki asla karşı duramayacakları bir ordu ile onlara gelirim. Ve onları zillet içinde (itibarsızlaştırılmış)
ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız.”
38. Dedi ki: “Ey meleler (ileri
gelenler)! Onlar, müslimin (teslim olmuşlar) olarak huzuruma gelmeden
önce, hanginiz onun tahtını bana getirebilir?”
39. Cinlerden İfrit dedi ki: “Ben, sen
makamından kalkmadan onu sana getiririm. Şüphesiz ki ben, bu konuda güçlü ve
güvenilirim.”
40. Yanında Kitap’tan bir ilim bulunan kişi dedi
ki: “Ben, göz ucuyla bir tarafa bakışın1 sana dönmeden onu sana
getiririm.” dedi. Süleyman, onun (tahtın) yanı başında durduğunu gördüğü zaman da dedi ki: “Bu
Rabbimin lütfundandır. Şükredecek miyim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni
sınamak içindir. Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur. Kim de kendi
nefsine uyup küfrederse (gerçeği örterse), Rabbim, Ğani (Zengin) ve Kerim (Onurlu, Saygın) olandır.”
1 “طَرْفُكَۜ”
(tarfuke), “bir tarafa bakışın, bir yöne göz atman veya göz ucuyla bir
tarafa bakman” gibi anlamlara gelebilmektedir.
41. Dedi ki: “Tahtını onun için değiştirin1. Bakalım hidayete (kılavuzluğa)
erecek mi? yoksa hidayet (kılavuzluk) edilmeyen kimselerden midir?”
1 “نَكِّرُوا”
(nakkiru) sözcüğü, “değiştirin, gizleyin, tanınmaz hale getirin” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
42. Bunun üzerine geldiği zaman “Bu senin tahtın
mı?” dendi. (Kadın) dedi ki: “Şüphesiz
ki o onun gibidir. Onun (yapabildiklerinizin) bilgisi ondan önce bize
verilmişti. Ve Müslimlerden (teslim olanlardan) olduk.”
43. Allah’ın dışında kulluk (hizmet) ettiği şey onu da alıkoymuştu. Şüphesiz
ki o, kafir olan bir kavimden idi.
44. Ona, “Köşke gir!” dendi. Onu gördüğü zaman
da onu dalgalı1 bir su sandı ve iki bacağını sıvadı. (Süleyman), “Şüphesiz ki o köşk parlatılmış
kavarirdendir2.” dedi. (Belkıs) “Rabbim, şüphesiz ki ben nefsime zulmetmişim.
Süleyman ile birlikte de alemlerin Rabbi (Evrenlerdeki tüm
varlıkların Efendisi) olan Allah’a teslim oldum.” dedi.
1 “لَجُّوا”
(leccuv) fiili “ل ج ج” (lecece) kökünden türemiştir. Bu ifadenin fiil
hali “İnatla devam etmek, ısrar etmek” gibi anlamlara gelirken sıfat hali “dalgalı,
çalkantılı” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 yerde geçer: 23:75; 24:40;
27:44; 67:21.
2
“قَوَار۪يرَۜ” (kavarir)
sözcüğü, “cam, şeffaf, parıldayan” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde
geçer: 27:44; 76:15, 16.
Süleyman Nebi’nin köşkü hakkında Tevrat’ta
ayrıntılı bilgiler vermiştir: Süleyman’ın Sarayı’nın; Arḍ-ı Mev’ud toprakları
içerisinde Yaruşalim’de (Kudüs’te) (I. Krallar, 10/1-2) olduğu; Sarayın “Lübnan
Ormanı” olarak isimlendirildiği; uzunluğunun 100, genişliği 50, yüksekliği 30
arşın olduğu (I. Krallar, 7/2-12) belirtilmektedir.
Yine köşkün yapımının da 13 yıl (I. Krallar,
Bab: 7/1), tapınağın (Beyt-i Makdis’in) da yapımının 7 yıl (I. Krallar, Bab:
6/38.) sürdüğü; böylece Süleyman’ın her iki yapıyı (Beyt-i Makdis ile kendi
sarayını) 20 yılda tamamladığı II. Tarihler, 8/2) da belirtilmektedir.
Sebe Melikesi hakkında
ise Tevrat’ta ayrıntılı bir bilgi yer almamaktadır. Ancak onun, Süleyman Nebi’nin bilgeliğini duyduğu ve
sorularıyla onu test etmek için beraberinde baharat, altın ve değerli taşlardan
müteşekkil birçok hediye ile yola çıktığı (I. Krallar, 10/1-13; II. Tarihler,
9/1-12), bilgeliği ve serveti karşısında hayrete düştüğü ve Süleyman’ın Rabbine
dua edip, 4,5 ton altın hediye ile geri döndüğü yer alır (I. Krallar, 10/10).
İncil’de ise Belkıs’tan sadece “güneyin kraliçesi” (Matta, 12/42; Luka, 11/31)
olduğu zikredilmiştir.
Belkıs, Güneş’e tapmayı bırakıp Allah’a teslim olmayı kabul etse
de Sebe halkının çoğu sapkın inanışlarını sürdürmüştür. Bu nedenle, Sebe
suresinde belirtildiği gibi, Sebe ülkesi büyük bir su baskınıyla yıkıma
uğramıştır (Sebe 34:15-20).
45. Andolsun ki Semud’a da “Allah’a kulluk (hizmet) edin.” diye kardeşleri Salih’i
gönderdik. O zaman birbirine hasım olan iki fırkaya ayrıldılar.1
1
Bu iki grup, Elçi
Salih’in davetine uyan müminlerle, ona itibar etmeyip getirdiğini inkâr eden
kâfirlerdir. Bu tartışmaya 7:74-75’te de değinilmektedir.
46. Dedi ki: “Ey kavmim! Hasenattan (iyi, güzel, hayırlı işlerden) önce neden
kötülükle acele ediyorsunuz? Allah’a istiğfar etmeniz gerekmiyor mu? Umulur ki
size merhamet edilir!”
47. Dediler ki: “Sen ve seninle beraber olanlar bize uğursuzluk
getirdiniz.”1 “Sizin uğursuzluğunuz Allah’ın yanındadır. Hayır!
Sizler fitneye2 uğratılan (sınanan) bir toplumsunuz!” dedi.
1 “اطَّيَّرْنَا”
(iṭṭayarnā) kelimesi, “طَیَّرَ” (ṭayyara) kökünden türetilmiştir ve
Arapça’da “uğursuzluk getirmek” ya da “kötü şans getirmek” anlamına geldiği; bu
ifadenin eski Arap kültürlerinde kuşların uçuş yönüne bakarak geleceği tahmin
etmeye dayanan bir inançtan türetildiği ve birine veya bir olaya “uğursuzluk
atfetmek” anlamına geldiği belirtilmektedir. Bu ifade Kur’an’da elçileri uğursuzluk sebebi
saymak için 3 defa kullanılmıştır. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 7:131 (2 kez); 27:47 (2 kez);
36:18, 19.
2 “فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte eritme,
karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir şeyin
özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir. Kısaca
kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul anlamına
gelir. Dolayısıyla Allah’ın uyguladığı testler; iyi ile kötüyü, doğru ile
yanlışı, mümin ile kafiri ayırt etmek için ayırt etmek için kullandığı sınama
araçlarıdır. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193, 217; 3:7;
4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48, 49 (2
kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131; 21:35,
111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162; 38:24, 34;
39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17; 74:31; 85:10.
48. Şehirde de dokuz grup (güç, çete)1 vardı. Yeryüzünde
fesat çıkarırlardı, ıslah da etmezlerdi.
1 “رَهْطٍۢ” (raht) sözcüğü, “bir grup, topluluk veya kabile” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 11:91, 92; 27:48.
49. Allah
ile kasem ederek (Allah’ın
adına yemin ederek) dediler
ki: “Ona ve ailesine gece baskın yapacağız. Sonra da velisine (ona koruyup gözetene), “Onun ailesinin helak
oluşuna (yok edilişine) tanık olmadık. Bizler gerçekten de sadıklardanız
(doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardanız).’ diyeceğiz.”
50. Böylece bir plan1 planladılar; Biz de bir plan planladık. Ve onlar farkında
değildi.
1 “مَكَرُوا”
(mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu
kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez);
7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez);
14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43
(2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).
51. Bak, onların planlarının akıbeti nasıl oldu! Elbette
ki onları da kavimlerinin (toplumlarının) tümünü de tamamen yok ettik1.
1 “تَدْم۪يراً”
(tedmîrân), “tam bir yok etme”, “tamamen helak” demektir. Aynı kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:137; 17:16 (2 kez); 25:36 (2 kez);
26:172; 27:51; 37:136; 46:25; 47:10.
52. İşte şunlar evleridir. Zulümleri nedeniyle
terk edilmiş, harap olmuş!1 Bilen bir topluluk için
bunda bir ayet (ibret, ders) vardır.
1
“خَاوِيَةً” (khaviye)
sözcüğü, “boş, terk edilmiş, harabe, yıkılmış” gibi anlamlar. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:259; 18:42; 22:45;
27:52; 69:7.
53. Ve iman
edenleri ve takva (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından da kaçınan) sahibi olanları kurtardık.
54. Lut'u da (an). Kavmine demişti ki: “Sizler, göz göre göre (aleni olarak) bir fuhşu (ahlaksızlığı) mu yapıyorsunuz?
55. Kadınların dışında erkeklere şehvetle mi
yaklaşıyorsunuz? Hayır! Sizler, cehalet içinde olan bir toplumsunuz.”
56. Fakat halkının cevabı sadece şu oldu: “Lut’un
ailesini şehrinizden çıkarın. Çünkü onlar arınan insanlardır!”
Ahlaklı olmak, o sapıklar tarafından
küçümsenecek ve alaya alınacak bir husus olarak görülmektedir.
57. Bunun üzerine, onu ve ailesini kurtardık;
karısı hariç. Onu geride kalanlardan1 olmasını takdir ettik.
1 “لْغَابِرِينَ” (al-ğâbiryn) sözcüğü, “geride kalanlar, arkada
kalanlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 8 kez geçer: 7:83; 15:60; 26:171; 27:57;
29:32, 33; 37:138; 80:40.
58. Ve üzerlerine yağmur (taş yağmuru) yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!
Bu ayet, 26:176’te de tekrarlanmaktadır.
59. De ki: “Hamd (övgü ve şükür) Allah’a aittir, selam da O’nun
seçkin kıldığı kullarınadır. Allah
mı hayırlı Olandır, yoksa ortak koştukları mı?
60. Yoksa
semaları (gökleri, 7 evreni) ve arḍı
yaratan mı? Ve sizin için gökten su indirdi. Böylece
onunla sizin için, bir ağacını dahi yetiştiremeyeceğiniz ihtişamlı1 bahçeler2
bitirdik. Allah ile beraber başka bir ilah mı?3 Hayır! Onlar, (ilahlarını,
Allah’a) denk tutan bir topluluktur.4
1 “بَهْجَة”
(behcet) sözcüğü, “güzellik, ihtişam, neşe veren manzara” anlamlarına gelir.
Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 22:5; 27:60; 50:7.
2 “حَدَائِقَ” (ḥedâik) kelimesi, “حدق”
(hedeke) kökünden türetilmiştir. Bu kök, “çevrelemek” veya “sarmak” anlamına
gelir. “حَدَائِقَ” (ḥadā'iq) ise, çevresi ağaçlarla sarılmış ve içinde
çeşitli bitkiler yetişen alanları, yani “bahçeleri” ifade eder. Bu sözcük
Kur’an’da 3 yerde geçer: 27:60; 78:32; 80:30.
3 27:60-64
arasındaki beş ayette “Allah’ın dışında başka ilah (En Yüce olan) mı
var?” tümcesi, tıpkısı sözcüklerle tekrarlanır. Bu uyarı, değişik
anlatımlarla, Kur’an’daki yüzü aşkın ayette tekrarlanmıştır.
4 Ayetteki
“يَعْدِلُونَ” (ya’dilûn) sözcüğü, “Allah’a eş
tutuyorlar” anlamında kullanılmıştır. “عَدَلَ” (‘adele) fiilinden
türemiştir ve bağlama göre “adalet” ya da “eşit tutma” anlamı kazanır.
61. Yoksa
kim, arḍı (yeryüzünü)
yerleşme yeri yaptı ve orada nehirler akıttı ve orada sabitlenmiş kütleler
yaptı1 ve iki deniz arasına perde koydu? Allah ile beraber
başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmez.
1 “Ravasiye” “sabitlenmiş
ağırlıklar, kütleler” ile ilgili açıklama 13:3 ayetinde yer alır.
62. Yoksa
kim, darda kalanın1 duasına karşılık veriyor ve kötülüğü kaldırıyor ve
sizi yeryüzünün halifeleri (sorumlu, temsilci) yapıyor? Allah ile
beraber başka bir ilah mı? Ne kadar az zikrediyorsunuz (anıyorsunuz,
hatırda tutuyorsunuz)?
1 Kur’an’da
sadece bu ayette geçen el-mudtarr kelimesi “darda kalan”, “hastalık veya benzer
bir şiddet ve zaruret durumuyla sıkışan”, “bunalan”, “çaresiz”, “nâçar kalan
kişi” demektir. Demek ki Yüce Allah, kulu sıkışıp kendisine dua ettiğinde
duasına icabet edip sıkıntısını gideren, problemini ortadan kaldıran yegâne
kudret sahibidir.
63. Yoksa
kim, karanın ve denizin karanlıklarında size hidayet (kılavuzluk)
ediyor ve kim elleri arasındaki rahmetini müjdecisi olarak rüzgarları
gönderiyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların ortak
koştuklarından da daha üstündür!
64. Yoksa
kim, ilk yaratmayı yapıyor1, sonra onu tekrarlıyor2, sizi de gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah
ile beraber başka bir ilah mı? De ki: “Eğer sadık (doğrulukta sebat eden,
güvenilir) olanlardansanız burhanınızı (delilinizi) getirin.”
1 “بَدَأَ”
(bada’a) ifadesi, “bir şeyi ilk defa yapmak, başlatmak, yoktan
var etmek” anlamlarına gelir. Benzerleri 10:34, 30:11 ve 27’de de yer alır. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:29; 9:13;
10:34 (2 kez); 12:76; 21:104; 27:64; 29:19, 20; 30:11, 27; 32:7; 34:49; 85:13.
2 “يُعِيدُ”
(yu’iyd) ifadesi, “geri döndürmek, tekrar yapmak ve yeniden başlatmak” anlamlarına
gelir. Bu fiil, bir şeyi önceki durumuna getirmek anlamını taşımaktadır.
65. De ki: “Semalardaki (göklerdeki,
7 evrendeki) ve arḍdaki gaybı (bilinmeyeni) Allah’tan başka kimse bilmez. (Onlar) ne zaman döndürüleceklerinin bilincinde de
değildirler.”
66. Bilakis, onlar, ahiret hakkında yeterince
bilgilendirildiler. Bilakis onlar ondan (ahiret hakkında) kuşku içindedirler. Bilakis, ondan yana
kördürler.1
1
Kur’an’a göre, ahiret
hayatı hakkında kuşku beslemek inkâr etmekle birdir. Kur’an’ı tek başına
yeterli görmeyenler, Allah’ın ismini tek başına anmaktan hoşlanmayanlar ve
ahirette şefaat uman müşrikler, aslında ahirete inanmamaktadırlar. Bak, 6:113,
150; 27:66; 34:21; 39:45; 74:46-48.
67. Kafir (hakkın üstünü örten) kimseler
de dedi ki: “Biz ve atalarımız, toprak
olduğumuz zaman mı, biz mi (kabirden) çıkarılacağız?
Benzer mesajlar: 13:5;
17:49, 98; 19:66; 23:35, 82; 32:10; 36:78; 37:16, 53; 44:35; 50:3, 15; 56:47;
64:7; 79:11.
68. Andolsun ki bu, bize de atalarımıza da
önceden vadedildi. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.”
69. De ki: “Yeryüzünde dolaşın, mücrimlerin (azılı suçluların) akıbeti nasılmış bir bakın?1
1 İbret almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla
ilgili mesajlar: 3:137; 6:11; 12:109; 16:36; 22:46; 30:9,42; 35:44; 40:21,82;
47:1
70. Ve onlar için sakın hüzünlenme!1 Yapmakta oldukları planlar için de canını sıkma!
1 “حُزْنٌ”
(ḥuzn) kelimesi hüzün, keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun
süreli ve duygusal bir ruh halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve
geçici bir sıkıntı veya kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her
üzüntü bir hüzün değildir. Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112,
262, 274, 277; 3:139, 153, 170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92;
10:62, 65; 12:13, 84, 86; 15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8,
13; 29:33; 31:23; 33:51; 35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10.
Kur’an’da, Muhammed Nebi’ye hitaben buna benzer birçok ifade
geçmektedir. Bu ifadeler, Muhammed’in hem müşriklerin ve münafıkların akıbeti
hem de onların davranışları nedeniyle duygusal olarak çok etkilendiğini ve
derin bir hüzün yaşadığını göstermektedir. Yüce Allah da Kur’an’da onu sürekli
teselli etmektedir.
71. Ve diyorlar ki: “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan)
iseniz, bu vaat ne zaman?”1
1 Bu ayet, 10:48, 21:38, 27:71, 34:29, 36:48 ve
67:25 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
72. De ki: “Çabucak istediğinizin bir kısmı umulur ki de size
yaklaşmıştır.”
73. Şüphesiz ki Rabbin de insanlara karşı fazl (nimet, lütuf ve rahmet) sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmez!
74. Elbette ki Rabbin, onların göğüslerinde sakladıkları1 şeyleri de bilir ve açığa vurdukları şeyleri de.2
1 “كِنَّ”
(kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz
Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49;
41:5; 52:24; 56:23, 78.
2 Benzer mesajlar: 2:77; 3:5; 6:3; 11:5; 14:38;
16:19, 23; 20:7; 21:4; 24:29; 27:25; 28:69; 36:76; 64:4; 87:7)
75. Mübin (apaçık) olan Kitabın içinde, gökteki ve yerdeki gaybtan (bilinmeyenden)
olmayan yoktur.
76. Şüphesiz ki bu Kur’an, İsrailoğullarına,
onda ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu kıssa etmektedir (detaylı anlatmaktadır).
77. Elbette ki o, Müminler için hidayet (kılavuz) ve rahmettir.
78. Şüphesiz ki Rabbin, onların arasında hükmünü verecektir. Ve O, Azizül-Alîm’dir (Her
şeyi bilen, mutlak güç sahibidir).
79. O halde Allah’a tevekkül et (Allah’a havale et; O’na güven, O’na dayan). Şüphesiz ki sen, hakkul mubin (apaçık hak olan) üzeresin.
80. Elbette ki sen ölülere1 işittiremezsin. Çağrıya
arkalarını dönüp giden sağırlara da işittiremezsin.
1
Bu surenin 80 ve 81’inci
ifadeler, 30:52 ve 53 ayetlerinde aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır. Bu
ayetlerde sözü edilen el-mevtâ kelimesi, “kalbini öldürenler” demektir.
81. Sen,
hidayetle (rehberlikle)
körleri sapkınlıktan (çıkaran) da değilsin. Ancak ayetlerimiz ile1
iman eden kimseye duyurabilirsin. O halde
onlar Müslim (teslim) olanlardır.
1 “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak
bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize”
şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, vahye uyacak kişilerin
Allah’ın ayetleri ile iman eden ve müşrik olmayan kişilerin yeni vahye
uyacakları belirtilmektedir. Benzer mesaj 30:53 ayetinde de geçer. Konu ile
ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا”
(bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer.
82. Üzerlerine
kavl (söz,
karar) vaki olduğu (gerçekleştiği) zaman da onlar için yerden bir
dabbe1 çıkardık.
Ayetlerimiz ile yakinen (kesin olarak) iman etmediklerini elbette
ki o insanlara söyler.
1 Dabbe: Bunun ne olduğu hakkında birçok tartışma
yaşanmıştır. Buna; virüs, taşıt, canlılar, sürüngen hayvan ve bilgisayar gibi
anlam verenler vardır.
Reşat Halife, bu ayette
geçen “dabbe” kelimesi ile, topraktan elde edilen elementlerden üretilen
bilgisayarın kastedildiğini belirtmektedir ve bu ayeti (27:82) şöyle
açıklamaktadır: “27:82 (2+7+8+2=19) Kur’an’ın
matematiksel mucizesini bilgisayarın ortaya çıkarması gerekiyordu ve o,
insanların çoğunun Allah’ın mesajını terk ettiğini kanıtladı.” (Kuran,
Son Ahit s:208)
83. Tüm ümmetlerden (toplumlardan)
ayetlerimiz ile1 yalanlayanları da gruplar2
halinde haşrettiğimiz (topladığımız) o gün onlar, işte böyle sevk edilirler3.
1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi”
veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 57 kez geçer. Konu
ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır.
2 Bu
sözcük, “فَوْج”
(fevc) kökünden türetilmiştir. Kök
anlamı da “topluluklar”, “bölükler”, “kafileler”, “gruplar” demektir. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 27:83; 38:59; 67:8; 78:18;
110:2.
3 “وَزَعَ” (veze’a) sözcüğü “yönlendirmek, sevk etmek,
ilham etmek veya bir şeyi yapmaya teşvik etmek” anlamlarına gelir. Kur’an’da bu
fiilden türemiş 5 tane sözcük geçmektedir: 27:17, 19, 83; 41:19; 46:15.
84. Nihayet geldiklerinde (Allah)
dedi ki: “Bir
bilgiyle de etraflıca kavramadan1 Ayetlerimle mi2 yalanladınız? Yoksa yaptığınız neydi?”
1 “أَحَاطَ”
(ehâte), “kuşatmak”, “ihata etmek”, “kapsamak” “hakim olmak” “her yönüyle
kavramak” gibi anlamlara gelir.
2 “بِاٰيَات۪ي”
(bi-âyâtiy) ifadesi “ayetlerim ile” anlamına gelir. Ancak bu
ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimi” veya “ayetlerime”
şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, bahsedilen kişi veya
toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan
müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek,
kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde
anlaşılır. “ayetlerim ile”
anlamına gelen “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi Kur’an’da 4
kez geçer: 2:41; 5:44; 20:42; 27:84.
85. Haksızlık ettikleri için üzerlerine kavl (söz,
karar) vaki oldu (gerçekleşti). Bu nedenle onlar nutuk atamazlar.1
1
“يَنْطِقُونَ” (yentikuvn)
ifadesi, kökü “نَطَقَ” (naṭaka) olan bir fiildir ve “konuşmak, ifade etmek,
söylemde bulunmak” gibi anlamlara gelir. Bu nedenle, “nutuk atarlar” ya da “kendilerini
ifade ederler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 21:63, 65; 23:62; 27:16, 85;
37:92; 41:21 (2 kez); 45:29; 51:23; 53:3; 77:35.
86. Görmüyorlar mı? Elbette ki Biz, geceyi onda
dinlenmeleri için var ettik, gündüzü de görmeyi sağlayan (kıldık). Şüphesiz ki iman eden bir toplum
için bunda ayetler (ibretler, işaretler) vardır.1
1 Benzer mesajlar: 10:67; 28:71-73
87. Sur’a (boruya) üflendiği gün de Allah’ın istediği kimseler hariç, Semalardaki
(göklerdeki, 7 evrendeki) ve arḍdaki herkes korkudan1 dehşete kapılır. Onların hepsi
de aşağılanmış, horlanmış olarak2 O’na gelecekler.
1
“فَزَع” (fez’), ani
bir korku, şok veya ürkme anlamına gelir ve genellikle beklenmedik, ani ve
yoğun bir korku durumunu ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 6 yerde geçer: 21:103;
27:87, 89; 34:23, 51; 38:22. “خَوْفٍ” (khavf)
ise, daha genel bir korkuyu, sürekli endişe veya kaygıyı ifade eder. Bir
tehlike veya zarar ihtimalinden duyulan korkudur.
Yukarıdaki açıklamalar ile bu surenin 87 ve 89’uncu
ayetlerinden; müminlerin hesap gününde ani bir korku veya ürperme dahi
yaşamayacağı anlaşılmaktadır.
2 “دَاخِر۪”
(Dahir) sözcüğü, “aşağılanmak, hor ve değersiz kılınmak” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 4 yerde geçer: 16:48; 27:87; 37:18; 40:60.
88. Dağları da görürsün;
onları hareketsiz sanırsın. Oysa onlar, bulutların hareket etmesi gibi hareket
eder. Bu, her şeyi mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır.1 Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan
haberdardır.
1
Dağların yüzen kütleler
olduğu, bilimsel olarak açıklanmıştır. Yerkabuğu, sıvı katman üzerinde
yüzerken, dağlar da bağlı oldukları kara parçasıyla birlikte devinim yaparlar.
89. Kim bir hasene (iyi, hayırlı bir iş) ile gelirse, onun için
ondan hayırlısı vardır. Onlar da o günün
korkusundan emindirler (güvendedirler).
90. Kim de bir seyyiat1 ile gelirse, bundan dolayı yüzüstü ateşin içine atılırlar.
Yapıyor olduklarınızdan dolayı başka bir ceza (karşılık) mı bekliyorsunuz?2
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”,
“zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten
türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü
eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 Konuyla ilgili ayetlerden anlaşılıyor ki;
iyiliklerin ödülleri “en az” o iyilik kadar, hatta sınırsız olabilir.
Kötülüklerin karşılığı ise yaptıkları kötülük kadardır. Benzer mesajlar: 2:261,
272, 273; 6:160; 8:60; 20:27; 16:126; 22:60; 36:54; 39:10; 42:40; 73:20; 78:36
91. Elbette
ki ben,
sadece bu beldeyi (Mekke’yi)
haram1 kılan (onunla
ilgili yasaklar koyan) Rabbe kulluk (hizmet) etmekle emrolundum. Her
şey O’nundur. Ve
Müslimlerden (teslim olanlardan) olmam
bana emredildi.
1 “حَرَام”
(haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle
Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten
türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir
yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine
engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır.
92. Kur’an’ı tilavet etmem de (okuyup uymam da emredildi). O halde kime hidayet (kılavuzluk)
edilirse elbette ki kendisi için
hidayet edilmiştir. Kim de saparsa o zaman de ki: “Şüphesiz ki ben
uyarıcılardanım.”
93. Ve de ki: “Hamd (övgü
ve şükür) Allah’a aittir. O, size kendi ayetlerini (delillerini,
işaretlerini) gösterecek. O zaman siz de onları tanıyacaksınız.” Ve Rabbin,
yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir.