11. HUD SÛRESİ

    Sure, Mekke döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 52. suredir. Adını, Resul olan Hud’un kıssasının anlatıldığı 50-60’ıncı ayetlerden almıştır. Sure 123 ayettir.

           

Rahmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam, Ra.1 Bu, her şeyden haberdar olan ve Hâkim (hikmet sahibi)2 olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanıp detaylandırılmış bir kitaptır.3

1 “Elif, Lam, Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan beş (10:1, 11:1, 12:1, 14:1 ve 15:1) surede; 5091 tane “Elif”, 3295 tane “Lam” ve 1095 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 9481’dir ve bu sayı 19’un tam 499 katıdır. 

Huruf-u Mukattâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

3 Bu ifade, Kur’an’ın bizzat Yüce Allah tarafından korunup açıklandığının delilidir. Kur’an ayetlerinin, bilmemiz gereken ve sorumlu tutulduğumuz her şeyi açıklayıcı nitelikte oldukları ile ilgili benzer ayetler: 6:55, 97, 98, 114, 119, 126; 7:32, 52, 145, 174; 9:11; 10:5, 24, 37; 11:1; 12:111; 13:2; 17:12; 30:28; 41:3, 44.

2. Allah’tan başkasına kulluk (hizmet) etmeyin. Şüphesiz ki ben, O’nun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.

3. Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tevbe edin1 ki belirlenmiş ecele2 (ölüm zamanına) kadar sizi hasen (en iyi, en güzel) bir metadan3 yararlandırsın, fazl (lütuf, cömertlik) sahibine de fazlının karşılığını versin. Eğer sırt dönerseniz,4 o zaman ben, sizin için büyük günün azabından korkarım.

1 Tevbe etmek: Dönüş yapmak; yapılan kötülükten, yanlıştan, haksızlıktan, günahtan kesin olarak vazgeçmek, yaptığını düzeltmektir. Tevbe etmek, bağışlanma dilemek değildir; pişmanlığın sözle ifade edilmesi tevbe değildir. Benzer mesajlar: 11:3, 52, 61, 90; 71:10

2 Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

3 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

4 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya “sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97 kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177, 205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49, 92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.   

4. Dönüşünüz Allah’adır ve O, Her Şeye Kadirdir.

5. Dikkat edin! Şüphesiz ki onlar, O’ndan gizlemek için göğüslerini bükerler (iki büklüm olurlar). Dikkat edin! Kıyafetlerini1 kuşandıkları2 zaman her neyi gizliyorlarsa bilir, her neyi açığa vuruyorlarsa da (bilir). Şüphesiz ki O, sinelerde olanı Bilendir.

1 “ثِيَابٌۭ” (siyabun), kıyafet demektir. Bu sözcük Kur’an’da 10 kez geçer: 11:5; 18:31; 22:19; 24:58, 60; 71:7; 76:21

2 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “görmeyi, algılamayı engelleyen örtü/perde” “bir şeyin üstünü tamamen saran, kuşatan örtü/perde” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92.

6. Arḍda1 olan hiçbir dabbe (canlı, varlık) yoktur ki, rızkı Allah’tan olmasın. O, onun karar kıldığı yeri de emanet olarak bırakıldığı yeri de bilir.2 Tümü mübin (apaçık) bir Kitap’tadır.

1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

2 Yaşadığı ve ölüp yeniden dirilmek üzere bekletildiği yeri bilir. Tüm canlılar tıpkı insanlar gibi yeniden dirilecektir. Benzer mesaj: 6:98

7. Hanginizin amelinin daha iyi olduğunu sınamak için gökleri (7 evreni) ve yeri altı günde1 yaratan O’dur. Arşı (egemenliği) su üzerindeydi.2 Ve eğer “Şüphesiz ki ölümden sonra (hesap için) diriltileceksiniz.” dersen; küfreden kimseler, “Bu apaçık bir büyüden başkası değildir.” derler.

            1 Ayette geçen gün kavramı ile ilgili açıklama 7:54 ayetinde yer alır. Altı gün, bize birçok bilgi sağlayan sadece bir ölçüttür. Şöyle ki “Dünya” denilen küçücük zerre dört günde yaratılmışken (41:10-12) hayatsız fiziksel evrenin iki günde yaratıldığını öğreniyoruz. Yeryüzü sakinleri için yiyecek, su ve oksijen temininin tam olarak hesaplanması ve düzenlenmesi gerekiyordu.

2 Yeryüzü başlangıçta su ile kaplıydı. Ardından kara kütlesi ortaya çıktı ve kıtalar sürüklenip ayrıldı.

8. Ve eğer, onlardan azabı sayılı bir süre için ertelersek, “Onu engelleyen nedir?” derler. Dikkat edin! O (azap) geldiği gün, artık kendilerinden geri çevrilmez. Alay ettikleri1 şey de onları kuşatıverir.

1 “هزا” (hâzea), küçümsemek, alay etmek, dalga geçmek anlamına gelir. Asıl anlamı küçümseyerek alay etmektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 34 kez geçer: 2:14, 15, 67, 231; 4:140; 5:57, 58; 6:5, 10 (2 kez); 9:64, 65; 11:8; 13:32; 15:11, 95; 16:34; 18:56, 106; 21:36, 41 (2 kez); 25:41; 26:6; 30:10; 31:6; 36:30; 39:48; 40:83; 43:7; 45:9, 33, 35; 46:26.

9. Ve eğer insana, Kendimizden bir rahmet tattırsak, sonra da onu geri alsak, şüphesiz ki o ye’se düşer1 ve küfreder.

1 “يَأْس” (ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13 kez geçer: 5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110; 13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa); 65:4.

10. Ve eğer kendisine isabet eden seyyiattan1 sonra ona bir nimet tattırırsak, şüphesiz ki o “Sıkıntılar benden gitti.” diye şımarıp böbürlenir2.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 “ferihun fakhur” ifadesi, “şımarıp böbürlenen” gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.  

11. Sabreden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimseler hariç. İşte onlar için mağfiret (af) ve büyük bir ecir1 vardır.

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

12. “Ona bir hazine1 indirmesi ya da beraberinde bir melek gelmesi gerekmez miydi?”2 dediklerinden dolayı göğsün daralacak ve sana vahyedilenin bir kısmını tebliğ etmekten vaz mı geçeceksin? Şüphesiz ki sen, yalnızca bir uyarıcısın. Allah da her şeye vekildir.3

                1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet, zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez); 11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.

2 Benzer mesajlar: 6:7-8; 10:15-16, 20; 13:27; 15:7, 14-15; 17:59, 90-93; 21:5; 25:4-5, 7, 21; 29:50-51; 43:53.

3 Vekil; Her şeyin koruyucusu, yöneticisi, dayanağı ve kefili olan; varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan kontrol altında tutan, rızkını ve hak ettiğini veren.

13. Yoksa “‘Onu (Kur’an’ı) uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘Eğer doğru iseniz, o halde Allah’ın dışında gücünüzün yettiklerini çağırın ve ona benzer uydurulmuş on sure getirin!’

Bu ayet tehaddî denen “meydan okuma” ayetlerinden biridir. Kur’an’ın bütünüyle ilgili bir meydan okuma olmamış, sadece bazı bölümleriyle meydan okunmuştur. Meydan okuma ayetleri, sırasına göre; yaklaşık 60-70 surelik meydan okuma 17:88, 52:34’te; on surelik meydan okuma 11:13’te; tek surelik meydan okuma ise 10:38 ve 2:23-24’tedir.

Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur.  Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukattâ denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.

14. Buna rağmen size karşılık vermezlerse, o zaman iyi bilin ki bu, ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. O’ndan başka da ilah (Yüce olan) yoktur. O halde Müslim (Teslim Olan) olacak mısınız?

15. Kim dünya hayatını ve süsünü (servetini, şöhretini) isterse, yaptıklarının karşılığını orada onlara eksiksiz veririz. Onlara orada bir kesinti de yapılmaz.

16. Ahirette, ateşten başka bir şeyleri olmayan kimseler işte onlardır. Orada (dünyada) yaptıkları boşa gitmiştir, yapmakta oldukları da batıldır.

17. Rabbinden bir beyyine1 üzerinde olan ile böyle olmayan bir olur mu? Onu da ondan önce bir imam2 ve rahmet olarak gelen Musa’nın Kitabı’nı da bir tanık tilavet eder (okur ve uyar). İşte onlar onunla (vahiy ile) iman ederler. O hizipten (gruptan) de kim onunla küfrederse (hakkı örterse), o zaman onun yeri ateştir. Bundan kuşkun olmasın. Şüphesiz ki bu, Rabbinden bir haktır (gerçektir). Ancak insanların çoğu iman etmez.

1 “Kesin kanıt, sağlam kanıt, apaçık delil” gibi anlamlara gelen “Beyyine” kelimesi Kur’an’da 19 kez geçer (2:211, 6:57, 157; 7:73, 85, 105; 8:42, 42; 11:17, 28, 53, 63, 88; 20:133; 29:35; 35:40; 47:14; 98:1,4).

            2 “اِمَاماً” (imâmen) sözcüğü “öncülük eden”, “önder” demektir. Bu ifade Kur’an’da 9 ez geçer: 2:124; 11:17; 17:71; 21:73; 25:74; 28:5, 41; 32:24; 46:12.

18. Allah’a iftira edenden (O’nun adına yalan uydurandan) daha zalim kim olabilir?1 İşte onlar, Rablerine arz edilirler2. Tanıklar da “Rableri hakkında yalan uyduranlar bunlardır.” derler. İyi bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.

1 Kur’an’ın yanı sıra insanlar tarafından uydurulmuş şeyleri de kaynak edinenler, onlarla (hadis, sünnet, icma, kıyas, içtihat, siyer, vb) uydurdukları yalanları Allah’a dayandırmaktadırlar. Benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 7:37; 10:17; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7.

                2 “عَرَضَ” (‘aredâ) ifadesi “arz etmek, göstermek, sunmak, sergilemek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48, 100; 33:72; 38:31; 40:46; 42:45; 46:20, 34; 69:18.

19. Onlar, (başkalarını) Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onda eğrilik (çarpıklık)1 ararlar. Onlar ahiret ile de küfredenlerdir2 (gerçeği örtenlerdir).

            1 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.

2 “Ahiret ile küfretmek” kendi inançları doğrultusunda uydurmuş oldukları ahiret inancı ile hakkı örtmek demektir.

Yüce Allah, kendisinin herhangi bir şey söylemediği bir konuda O’nun adına yalan uyduran kişileri zalim olarak tanımlamaktadır. 69:44-46’da doğrudan Elçi’ye hitap ederek; Yüce Allah adına bir yalan uydurursa onu güçlü bir şekilde yakalayıp şah damarını kesip parçalayacağını haber vermektedir.

Ayette yer alan “Allah’ın yolunu eğriltmek (çarpıtmak) isterler.” ifadesi 7:45, 11:13 ve 14:3 ayetlerinde de geçmektedir.

20. Onlar, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değillerdir.1 Onların Allah’tan başka bir evliyaları2 (dostları, rehberleri, koruyup gözetenler) da yoktur. Onlar için azap katlanacaktır. Onlar, (gerçeği) işitemeye güç yetiremiyorlardı ve göremiyorlardı.

1 Benzer mesajlar: 6:134; 8:59; 9:2, 3; 10:53; 11:33; 16:46; 24:57; 29:22; 35:44; 39:51; 42:31; 46:32.

2 Veli/Evliya ifadesi, insanlar tarafından Kur’an’daki bağlamı dışında kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

21. Nefislerini (kendilerinden olanları) hüsrana uğratanlar işte onlardır! Uydurdukları şeyler de onları terk edip kaybolmuştur.

22. Bunda şüphe yoktur.1 Ahirette de en büyük kayba uğrayanlar işte onlardır.

            1 “لَا جَرَمَ” (lâ-cereme) ifadesi, “bunda şüphe yoktur”, “kaçınılmazdı” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 11:22; 16:23, 62, 109; 40:43. 

23. İman edenler ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler ve Rablerine içtenlikle bağlı olanlar ise şüphesiz ki cennet ehlidir. Onlar orada kalıcıdırlar.

24. Bu iki grubun (müminler ile kâfirlerin) durumu, kör ve sağır kimse ile gören ve duyan kimse gibidir.1 Bunlar eşit olur mu? Öyleyse hâlâ zikretmiyor (hatırda tutmuyor, anmıyor) musunuz?

 1 Benzer mesajlar: 2:18, 171; 6:39

25. Andolsun ki Nuh’u da elçi olarak gönderdik. (Dedi ki:) “Şüphesiz ki ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.

26. Allah’ın dışında bir şeye kulluk (hizmet) etmeyin. Şüphesiz ki ben, size elem verecek bir günün azabından korkuyorum.”

27. Bunun üzerine, kavminden küfreden kimseler olan meleleri (ileri gelenler) dediler ki: “Biz, seni bizim mislimiz (benzerimiz) bir beşer (insan) görüyoruz.1 Sana, sığ görüşlü (düşünemeyen, akledemeyen) rezillerimizden başkasının uyduğunu da görmüyoruz. Sizin, bize karşı bir faziletinizi (üstünlüğünüzü, ayrıcalığınızı) de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu sanıyoruz2.”

1 İnkarcıların bir insan olan elçilerle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 25:41; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 54:24-25; 64:6.

2 “ظنن” (zann), zannetmek, sanmak, ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.

28. Dedi ki: “Ey kavmim! Hiç düşündünüz mü? Eğer ben, Rabbimden bir beyyine (apaçık bir kanıt) üzerinde isem, bundan dolayı da bana O’nun katından bir rahmet vermişse1 ve istemediğiniz halde sizi buna zorlayacak mıyız?

1 11:63’te Salih ve 11:88’de de Şuayb’ın ifadesinde yer alan bu cümle tebliğ esasını içermektedir. Bu ifadenin şart cümlesi olarak değil de doğrudan bir hüküm cümlesi şeklindeki bir benzerinin de bizzat Muhammed tarafından 6:57’de dile getirildiği haber verilmektedir. Anlaşılıyor ki bütün elçiler aynı değerleri tebliğ etmişler ve aynı tepkiyle de karşılaşmışlardı.

29. Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir mal istiyor değilim. Ecrim (yaptıklarımın karşılığı) yalnızca Allah’tandır.1 Ben, iman edenleri kovacak değilim! Şüphesiz ki onlar Rableriyle buluşacaklar. Ancak sizi cahillik eden bir topluluk olarak görüyorum.

ı Allah’ın elçileri Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve Muhammed’in, aynı söylemlerle toplumlarını uyardıklarını göstermektedir. Benzer mesajlar: 6:90; 10:72; 11:51; 12:104; 25:57; 26:109, 127, 145, 164, 180; 34:47; 36:21; 38:86; 42:23; 52:40; 68:46. Bu ifade; Yüce

30. Ey halkım! Eğer onları kovacak olursam, Allah’a karşı (O’nun azabına karşı) kim bana yardımcı olabilir? Hâlâ öğüt almayacak mısınız?

31. Size ‘Allah’ın hazineler bendedir’ de demiyorum. ‘gaybı da bilmiyorum! ‘Şüphesiz ki ben bir meleğim’ ya da gözlerinizin küçük gördüğü kimseler için ‘Allah, onlara bir hayır vermeyecek!’ demem. Nefislerinde olanı en iyi bilen Allah’tır. O takdirde (onları kovarsam) şüphesiz ki zalimlerden olurum.”

32. Dediler ki: “Ey Nuh! Andolsun ki bize karşı mücadele1 ettin. Üstelik bu mücadelede1 çok ileri gittin. O halde eğer sadıklardan (doğru, güvenilir olanlardan) isen bize vadettiğin şeyi getir!

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1. 

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

33. Dedi ki: “Eğer Allah isterse, şüphesiz ki onu size getirir! Sizler de O’nu aciz bırakacak değilsiniz!

34. Ve eğer Allah sizi sapıttırmak1 isterse, size öğüt versem de öğüdüm fayda sağlamaz! O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.

1 “غَوٰىۚ” (ğava) sözcüğü, bilinçli olarak ve isteyerek “sapıtmak, yoldan çıkmak, kötü yola girmek” gibi anlamlara gelir.  Bu sözcük Kur’an’da 16 kez geçer: 7:16, 175; 11:34; 15:39 (2 kez), 42; 20:121; 26:91; 28:18, 63 (3 kez); 37:32 (2 kez): 38:82; 53:2.

35.  Yoksa “On’a (Allah’a) iftira etti!” mi diyorlar? De ki: “Eğer O’na iftira ettiysem, o zaman suçum bana aittir. Ben ise sizin işlediğiniz suçlardan uzağım.”

36. Ve Nuh’a vahyedildi: “Kavminden iman etmiş olanlar dışında kimse sana iman etmeyecek!1 O halde onların yaptıklarından dolayı üzülme!

1 Bu cümle Yüce Allah’ın, kimlerin iman edip etmeyeceğini ezelî ilmiyle bildiğinin apaçık bir delilidir.

37. Gözetimimiz altında ve vahyimizle de gemiyi yap. Zalim kimseler için de Bana hitap (yakarış) etme! Şüphesiz ki onlar suya gömülecekler1.”

1 “غَرِقَ” (ğark) sözcüğü, “suya batmak, suya gömülmek, boğulmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 23 kez geçer: 2:50; 7:64, 136; 8:54; 10:73, 90; 11:37, 43; 17:69, 103; 18:71; 21:77; 23:27; 25:37; 26:66, 120; 29:40; 36:43; 37:82; 43:55; 44:24; 71:25; 79:1.

38. Ve gemiyi yapıyor! Halkının meleleri (ileri gelenler) yanından her geçtiklerinde onunla alay ettiler. Dedi ki: “Eğer bizimle alay ederseniz, o zaman biz de alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz!

39. O zaman alçaltıcı azabın kime geldiğini ve kalıcı azaba kimin uğradığını yakında bileceksiniz!”

40. Sonunda emrimiz geldiğinde, tandır kaynamağa başladı!1 (Nuh’a) dedik ki: “Önceden aleyhinde bir söz (hüküm) geçmiş2 olanlar (yok olacak insanlar ve canlılar) hariç, her çiftten iki tanesini onda taşı! Ve kim iman ettiyse (onları da bindir).3 Çok azı hariç, onunla iman eden olmadı.

            1 Kur’an’da iki yerde (11:40; 23:27) yer alan “tandırın kaynaması” hususu, suların kaynatıldığı anlamına da gelebilir. Nitekim Talmud’ta yükselen suların kaynama derecesinde sıcak oldukları belirtilmektedir. (Talmud – Sanedrin 108b).

2 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

3 Nuh’un gemisi “Tahtalar ve çivilerden yapılmış şey” olarak bildirilmektedir. Tevrat’ta ise şöyle yazılıdır: “Gofer ağacından (bir çeşit selvi ağacı) kendine bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap.” (Yaratılış 6:14)

41. Ve (Nuh) dedi ki: “Ona binin! Onun gidişi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).”

42. Ve o dağlar gibi olmuş dalgalar arasında yol aldı! Ve Nuh oğluna seslendi! O, bir kenardaydı. “Ey oğulcuğum! Bizimle beraber bin! Ve kafirlerle beraber olma!”

43. Dedi ki: “Bir dağa sığınırım! O beni sudan korur!” Dedi ki: “Allah’ın merhamet ettiği hariç, bugün Allah’ın emrinden kurtulacak yoktur!” dedi. Aralarına bir dalga girdi. Böylece boğulanlardan oldu.

44. Ve “Ey yer! suyunu yut. Ey gök! (suyunu) tut.” denildi. Ve su çekildi! Ve iş (hüküm) bitirildi! Ve (gemi) Cudi’nin1 üzerine oturdu. Ve “Zalimler topluluğu için uzaklık (olsun)!”2 denildi.

1 Tevrat’ta, Nuh’un Gemisinin Ararat Dağları’na oturduğu yazılıdır (Tevrat, Yaratılış 8:1-4). Yorumcuların çoğu bunun Ağrı Dağı olduğuna inanır. Bazı yorumculara göre ise Ölü Deniz’e yakınında, Yahudiye Tepelerinde bir yerdir.

2 Temel anlamı “uzak” olan “بَع۪يدٍ” (be’iyd) sözcüğünden türemiş olan “بُعْدًۭ” (bua'den) sözcüğü “uzaklık” anlamına gelir.  Bu ifade  Kur’an’da 6 kez geçer: 11:44, 60, 68, 95; 23:41, 44.  

45. Bunun üzerine Nuh, Rabbine seslendi: “Rabbim, şüphesiz ki oğlum  ehlimdendir (ailemdendir) ve şüphesiz ki vaadin haktır. Ve Sen, Ahkem-ul Hâkimiyn’sin1 (Hikmetle hüküm verensin).”

            1 Kur’an’da hem “حاكم” (Hâkim) hem de “حكيم” (Hakiym) ifadesi geçer. Hakiym (حكيم), “hikmetli olan, Bilge, akıllı ya da derin anlayışa sahip, hikmetle hüküm veren” demektir. Hâkim (حاكم) ise “hükmeden, yönetici, egemen olan, otorite, yargıç” demektir. Hâkim (حاكم) ifadesi Kur’an’da 5 kez geçer: 7:87; 10:109; 11:45; 12:80; 95:8.

46. (Allah) dedi ki: “Ey Nuh! Şüphesiz ki o, senin ailenden değildir. Şüphesiz ki o, salih olmayan bir ameldir (Allah’ın razı olmadığı, güzel ve doğru olmayan bir iştir/üründür). Hakkında bilgin olmayan bir şeyi de Bana sorma! Şüphesiz ki Ben, Cahillerden olmayasın diye sana vaaz ediyorum (öğüt veriyorum, uyarıyorum).” dedi.

            Bu ayetlerde, Nuh’un tufanda boğulan bir oğlu gibi anlaşılıyor olsa da “O, senin ehlinden (ailenden) değildir. O, salih olmayan (Allah’ın emirlerine aykırı) bir amel (iş) idi.” şeklindeki ifadeden tam olarak ne kastedildiği ilk bakışta anlaşılamamaktadır. 

Ancak Tevrat’ta 4 yerde Nuh’un özellikle 3 oğlunun olduğu, isimlerinin de “Sam, Ham ve Yafet” olduğu vurgulanmaktadır (Yaratılış 5:32; 6:10, 13; 9:18, 19). Bu üç oğlu ile üç gelininin de gemiye bindiği (Yaratılış 7:13) ve yine üç oğlunun da gemiden sağ indikleri (Yaratılış 9:18,19) bildirilmektedir.

Yine Tevrat’ta bu üç oğlunun tufandan sonra birçok oğlunun olduğu belirtilmekte (Yaratılış 10:1), sonraki ayetlerde de bunların soylarından söz edilmektedir (Yaratılış 10:2-32).

Ayrıca; Kur’an’da Nuh’un karısının kötü bir örnek olduğundan (66:10) ve ayrıntısı açıklanmadığı halde kocasına ihanet etmiş (66:10) olduğundan söz edilmektedir.

Tevrat’ta ise, Nuh’a, eşini de gemiye bindirmesinin söylendiği (Yaratılış 6:18; 8:15,16), kendisinin de öyle yaptığı (Yaratılış 7:7; 8:18) belirtilmektedir.

Tevrat ve Kur’an ayetleri birlikte değerlendirildiğinde:

Tevrat’ta söz edilmediği halde, Kur’an ayetlerinde tufan esnasında boğulduğundan söz edilen kişinin, Nuh’un oğlu olmadığı kanaati oluşmaktadır.

Çünkü Nuh’a o kişinin ailesinden olmadığı, onun salih olmayan bir amel (iş) olduğu bildirilmekte ve Nuh’tan, hakkında bilgi sahibi olmadığı şeyi Allah’tan istememesi emredilmektedir. (11:46),

Bazı Kur’an yorumcuları, bu çocuğun Nuh’un üvey oğlu olduğunu ve karısının eski evliliğinden olduğu yönünde bir görüş ileri sürse de bazı Kur’an yorumcuları da 66/10 ayetinde yer alan “ihanet/hainlik” ifadesini delil göstererek, karısının Nuh’a ihanet etmiş olduğunu ve çocuğun gayr-i meşru olduğunu iddia etmişler. (Razi, Mefâtîhu’l-Ğayb, XVII, 350-351; İbn Kesir, Tefsîr, II, 448) En doğrusunu Allah bilir.

47. Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ki ben, hakkında bilgim olmayanı Senden istemekten Seninle (yardımınla) korunurum. Ve eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.”

1 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.  Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.

48. “Ey Nuh! “Bizden selam (esenlik, huzur) ve bereketlerle1 in”2 denildi. Sana da seninle birlikte olan topluluklara da. Ve (bazı) topluluklara geçimlik3 vereceğiz. Ardından, onlara Bizden acı bir azap dokunur!”

1 Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.

            2 “هبط” (hebeta), “inmek, düşmek, alçalmak” anlamlarına gelen bir fiildir. Bu fiil Kur’an’da 8 kez geçer: 2:36, 38, 61, 74; 7:13, 24; 11:48; 20:123.

3 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

49.  İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gaybi (sır olan) haberlerdendir. Sen de halkın da bundan önce bunları biliyor değildiniz. O halde sabret (dayan, diren)! Şüphesiz ki akıbet (nihai zafer) muttakiler (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınanlar) içindir.

50. Ve Ad’a (Ad kavmine) kardeşleri Hud’u (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk (hizmet) edin! Sizin, O’ndan başka ilahınız (sizin için O’ndan başka Yüce olan) yoktur.1 Siz, iftira etmekten başka şey yapmıyorsunuz.

1 Bu ifade bütün elçilerin halklarına yönelik tebliğlerindeki ana içeriği oluşturmaktadır. Bu çerçevede 16:36’da da belirtildiği gibi her elçi “tevhid” çağrısında bulunmuş, Yüce Allah’ın dışında bir ilahın olmadığı özellikle dile getirilmiştir. “Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” bildirimi, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde de aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır.

51. Ey halkım! Bunun için sizden bir ecir istiyor değilim. Ecrim (yaptıklarımın karşılığı) yalnızca beni yaratıp ortaya çıkarana aittir. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

52. Ey kavmim! Rabbinize istiğfar edin! Ardından da O’na tevbe edin (ona yönelin). Üzerinize semayı bir yağmur1 gibi gönderir. Gücünüze de güç katsın. Ve mücrimler (suçlular) olarak yüz çevirmeyin.”

1 “مِّدْرَارًۭ” (midraren) kelimesi, Arapça’da “akan, yağan, süzülen, akıntılı” anlamlarına gelir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 4 yerde geçer: 6:6; 11:52; 24:35; 71:11.

53. Dediler ki: “Ey Hud, bize bir beyyine  ile (açık kanıtla) gelmedin. Bizler de senin sözünle ilahlarımızı terk edecek değiliz! Seninle de (söylediklerin doğrultusunda da) iman edecek değiliz.

Ataları taklitle ilgili mesajlar: 2:170; 5:104; 7:28; 10:78; 11:53-54, 62, 87; 21:52-53; 26:70-74; 31:21; 37:69-74; 43:22, 23.

54. Sadece diyoruz ki: ‘İlahlarımızdan (yücelerimizden) bazıları seni fena yakalamış. Dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Allah’ı şahit tutuyorum! Siz de şahit olun, şüphesiz ki ben, şirk koştuklarınızdan uzağım;

55. O’nun peşi sıra (şirk koştuklarınızdan uzağım). O halde topluca bana tuzak kurun, sonra bana göz açtırmayın!

56. Şüphesiz ki ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim (O’na güvendim, O’na dayandım). O’nun, perçeminden1 tutmadığı hiçbir dabbe (canlı) yoktur! Şüphesiz ki Rabbim sırat-ı müstakim (dosdoğru olan yolun) üzeredir.

                1 “نَّوَاصِي” (nevâsi) sözcüğü, “alnın önü” veya “saç kökü” anlamına gelir. Türkçe’deki “perçem” kelimesi de saçın ön kısmındaki, genellikle alınla hizalanan saç tutamları için kullanılır. Bu sözcük, Kur’an’da 4 kez geçer: 11:56; 55:41; 96:15, 16.

57. Buna rağmen yüz çevirirseniz, fakat benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim, yerinize sizden başka bir halk getirebilir, siz ise, O’na zarar veremezsiniz. Şüphesiz ki Rabbim her şeyin hafızıdır (her şeyi koruyup gözetendir).

58. Ve emrimiz gelince, Hud’u ve onunla iman eden kimseleri, Bizden bir rahmet ile kurtardık! Ve onları kaskatı bir azaptan kurtardık.

59. Ve işte Âd (kavmi)! Rablerinin ayetleri ile küfrettiler (gerçeği örttüler, Hud’u inkâr ettiler) ve O’nun resullerine isyan ettiler ve tüm inatçı cebbarların (zorbaların, işini güç kullanarak yapanların) emrine uydular.”

1 “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rablerinin ayetlerini” veya “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, Ad Kavminin, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Rablerinin ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi Kur’an’da 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

2 “يَجْحَدُونَ” (yechedune) sözcüğü, “İnkâr ederler, reddederler” veya “Bilerek görmezden gelirler.” anlamlarına gelir. Bu sözcük ve türevleri Kur’an’da 12 kez geçer: 6:33; 7:51; 11:59; 16:71; 27:14; 29:47, 49; 31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.

60. Ve onların peşine, dünyada da Kıyamet Gününde de lânet takıldı. Dikkat edin! Şüphesiz ki Âd, Rabblerini küfrettiler (örttüler, O’nu inkâr ettiler).  Dikkat edin! Hud’un kavmi Ad için uzaklık (olsun)1.

1 Temel anlamı “uzak” olan “بَع۪يدٍ” (be’iyd) sözcüğünden türemiş olan “بُعْدًۭ” (bua'den) sözcüğü “uzaklık” anlamına gelir.  Bu ifade  Kur’an’da 6 kez geçer: 11:44, 60, 68, 95; 23:41, 44.  

61. Ve Semud’a, kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk (hizmet) edin! Sizin, O’ndan başka ilahınız (Yüceniz olan) yoktur. O, sizi yerden (topraktan) inşa etti (yarattı) ve sizi oraya yerleştirdi. O’ndan mağfiret (bağışlanma) dileyin ve O’na tevbe edin (O’na yönelin). Şüphesiz ki Rabbim, Karib’dir, Mucib’dir (kullarına çok yakındır; dualara karşılık veren ve istekleri kabul edendir).”

62. Dediler ki: “Ey Salih! Andolsun ki sen, bundan önce aramızda ümit bağlanan biriydin. Atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmekten bizi men mi ediyorsun? Şüphesiz ki biz, bizi çağırdığın şeyden kuşku duyuyoruz.”

63. Dedi ki: “Ey kavmim! Bir düşünsenize! Eğer ben, Rabbimden bir beyyine (apaçık bir kanıt) üzerinde isem, ve bana kendi katından bir rahmet vermişse ve eğer O’na isyan edersem, o zaman Allah’a karşı bana kim yardım edebilir? O zaman siz de yalnızca hüsranımı artırırsınız!

64. Ey halkım! Şu, Allah’ın şu dişi devesidir! Sizin için bir ayettir (kanıttır)! O halde onu bırakın da Allah’ın arḍında (yeryüzünde) otlasın. Ve sakın bir kötülükle ona dokunmayın. O zaman sizi elem verici bir azap yakalar.

Bu ayet, 7:73’te de tekrarlanmaktadır.

65. Buna rağmen onu (deveyi) vahşice katlettiler.1 Bunun üzerine dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha geçimliklerden faydalanın! İşte bu, yalan olmayan bir vaattir.”

1 “عَقَرَ” (akar) sözcüğü, “kesmek, yaralamak, öldürmek” anlamlarına gelir. “akarû” fiilinin, “hayvanın ayaklarının kesilerek veya kırılarak yere düşürüldükten sonra boğazlanması” anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir.  Bu ifade, Kur’an’da 5 kez geçer. Bunların hepsi de vahşice katledilen deve için kullanılmaktadır: 7:77; 11:65; 26:157; 54:29; 91:14.

66. Emrimiz geldiği zaman da Salih’i ve onunla iman edenleri, Bizden bir rahmet ile kurtardık. O günün zilletinden de! Şüphesiz ki Rabbin, O, Kaviyyul-Aziz’dir (Her şeye gücü ve kudreti yetendir, Mutlak Güç Sahibi).

67. Zulmeden kimseleri ise bir haykırış (çığlık) yakaladı! Böylece yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar1.2

1 “صَبَاح” (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

2 Benzer mesajlar: 7:91-92; 11:94-95; 29:37.

68. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Dikkat edin! Şüphesiz ki Semud1 Rablerini küfrettiler (örttüler, inkar ettiler). Dikkat edin! Semud için uzaklık (olsun)2.

1 Semud kavmi, Kur’an’da; bir vadide, kayalık bir yerde (15:80), sarp dağları yontarak binalar yapan (89:9); Allah’ın göndermiş olduğu elçileri yalanlayan, Allah’ın ayetlerine (emirlerine) karşı gelen, yurtlarında tağutlaşan (89:11, 91:11,) ve bozgunculuk çıkaran (89:12) ve Elçileri olan Salih’in tüm uyarılarına rağmen, Allah’ın onları sınamak için göndermiş olduğu deveyi kesen bir toplum oldukları belirtilmektedir.

Semud halkı; Semud’u “karia” (69:4) olarak adlandırılan bir felaket ile, azgın bir vakıa (69:5) ile, bir yıldırım (41:13; 51:44) ile, alçaltıcı azabın yıldırımı (41:17) ile, bir sarsıntı (7:78) ile yıkıma uğratılarak (25:39) ve bir haykırış (çığlık) (11:67, 15:83, 54:31) ile dizüstü çökertilerek (7:78, 11:67), ağıldaki saman yığını gibi (54:31) yerle bir (27:51) edildiler ve sanki orada hiç yaşamamışlar gibi 11:68) yok edildiler.

Tarihi verilere göre ise; Semud (Ṯamûd), Asur kaynaklarında tasdik edildikleri zaman MÖ 8-5 yüzyılları arasında yaşamış, kuzeybatı Arap yarımadasında (Medine ile Tebük arasında bulunan bir yerde) ve başkenti de Hegra olan eski bir Arap kabilesi veya kabile konfederasyonu idi. Asur ve Roma kaynaklarına göre Semud Krallığı, Arap yarımadasında var olan ilk krallıktır. Roma yardımcıları olarak da hizmet etmişler. Semud’dan, bizzat Semud tarafından 160’larda tanrı ‘lh’ için dikilmiş bir tapınaktaki yazıtlar da dahil olmak üzere çağdaş Mezopotamya, Klasik ve Arap kaynaklarında bahsedilmektedir.

Semud kelimesi, Asur kralı II. Sargon’un (MÖ 722-705) Yıllıklarında geçer. “Ta-mu-di” olarak halklar, “ne gözetmenleri ne de memurları tanımayan ve geçmişte yaşamış olan, çölde yaşayan uzak Arapların” bir parçası olarak Ephah, “İbadidi” ve “Marsimani” ile anılır. “Haraçlarını herhangi bir krala getirmedi”. II. Sargon’un Yıllıklarına göre Sargon bu kabileleri yendi ve onları zorla Samiriye’ye sürdü.

MÖ 6’ncı yüzyılda Babil kralı Nabonidus’tan günümüze ulaşan bir mektupta da “Thamudi Arap”a birkaç talan gümüş verilmesi emredilmiş. Bu kişi muhtemelen bir tüccar ya da Babil sarayının hizmetindeki bir memurdu.

2 Temel anlamı “uzak” olan “بَع۪يدٍ” (be’iyd) sözcüğünden türemiş olan “بُعْدًۭ” (bua'den) sözcüğü “uzaklık” anlamına gelir.  Bu ifade  Kur’an’da 6 kez geçer: 11:44, 60, 68, 95; 23:41, 44.  

69. Ve andolsun ki elçilerimiz, İbrahim’e müjdeyle geldiler!1 Dediler ki: “Selam!” dediler. Dedi ki: “Selâm!” Derken, çok geçmeden kızartılmış1 bir buzağı getirdi.2

1 15:52-56’da belirtildiği gibi burada sözü edilen müjde İbrahim’e çocuk verilmesiyle ilgilidir.

2 “حَنِيذٍۢ” (haniḍin), “kızartılmış, közde pişirilmiş” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

3 İbrahim Nebi’nin, elçilere kızarmış buzağı sunması, Tevrat’ta şöyle yazılıdır: “Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak, buzağıyı hemen hazırladı. İbrahim, hazırlanan buzağıyı, yoğurt ve sütle birlikte konuklarının önüne koydu.” (Yaratılış 18:7,8)

70. Ellerinin ona uzanmadığını gördüğü zaman onlardan hoşlanmadı ve onlardan dolayı korkuya kapıldı. “Korkma! Şüphesiz ki biz, Lut’un kavmine gönderildik!” dediler.

71. Karısı da ayaktaydı. Bunun üzerine gülümsedi. Derken ona, İshak’ı, İshak’ın ardından da (torunu) Yakub’u müjdeledik.

72. Dedi ki: “Veyl1 olsun! Ben, kocamış bir kadın, kocam2 da kocamışken ben mi (çocuk) doğuracağım? Şüphesiz ki bu acayip3 bir şeydir!”

1 Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

2 “بَعْل” (ba’l), “koca, eş (erkek)” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 2:228; 4:128; 11:71; 24:31 (3 kez).

            3 “عَجِيب” (‘acîb) sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9, 63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.

73. Dediler ki: “Allah’ın emri sana acayip (tuhaf) mi geldi? Allah’ın rahmeti ve bereketleri1 üzerinize olsun, ey ev halkı! Şüphesiz ki O, Hamid’dir, Mecid’dir (Övülen ve şükredilendir; Şanlıdır, İzzetli ve Şereflidir).”

1 Arapça, İbranice ve Aramice gibi Sami dillerinde kullanılan “bereket” sözcüğü; sağlıklı, faydalı, cömert ve kutlu kılmak, takdis etmek (kutsama), lütufta bulunmak bolluk kaynağı, armağan ve diz çöktürmek anlamlarına gelir.

74. İbrahim’in korkusu geçince, kendisine müjde de verilince, Lut’un kavmi için bizimle cedelleşti1.2

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1. 

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

2 İbrahim Nebi’nin, Lut toplumu hakkında Allah ile tartışması, Tevrat, Yaratılış 18:22,23 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “İbrahim, Rabbin huzurunda kaldı. Rabbe yaklaşarak, ‘Haksızla birlikte, haklıyı da mı yok edeceksin?’ diye sordu.”

75. Şüphesiz ki İbrahim, yumuşak huyluydu, duygusaldı, gönülden yönelendi.

76. “Ey İbrahim! Bundan vazgeç! Şüphesiz ki Rabbinin emri (hükmü) geldi. Şüphesiz ki onlara geri çevrilmeyecek bir azap gelmektedir.”

77. Ve resullerimiz Lut’a gelince, onlardan dolayı canı sıkıldı,1 ve onlara karşı çaresiz kaldı! Dedi ki “Bu, zorlu bir gündür!”

78. Ve kavmi koşarak ona geldi. Daha önce de kötü işler yapanlar idiler. Dedi ki: “Ey kavmim! İşte şunlar kızlarım! Onlar, sizin için en temiz (ethar) olandır. O halde Allah’a karşı takvalı olun ve misafirlerim arasında beni rezil etmeyin! Sizden raşid (doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemiş) bir adam yok mudur?”

79. Dediler ki: “Kızlarında bir hakkımız olmadığını sende biliyorsun! Şüphesiz ki sen de ne istediğimizi biliyorsun!”

80. Dedi ki: “Keşke size karşı bir gücüm ya da kuvvetli bir dayanağım1 olsaydı!”

            1 Bu ifade, “dayanmak, sağlam durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن” (r-k-n) kökünden türemiştir.  Aynı kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.

81. Dediler ki: “Ey Lut! Şüphesiz ki bizler, Rabbinin elçileriyiz! Sana dokunamazlar! O halde gecenin bir vaktinde ailenle yürümeye başla. Sizden bir kimse de arkasına dönüp bakmasın! Karın hariç! Onlara isabet edecek olan, şüphesiz ki ona da isabet edecek! Şüphesiz ki onlara vadedilen vakit sabahtır! Sabah, yakın değil midir?”

82. Bunun üzerine emrimiz geldiği zaman, oranın altını üstüne getirdik. Üstlerine de yığınla sicciylden1 taşlar yağdırdık.

1 “سِجِّيلٍۢ” (Siccîyl), ateşte pişirilmiş çamur demektir. 11:82 ve 15:74 ayetlerinde, Lut’un kavminin üzerine yağmur gibi sicciyl taşlarından yağdırıldığı belirtilir. 51:33 ayetinde ise sicciylin “hicâretin min tin”, yani toprak ve çamurdan yapılmış taş olduğu belirtilir. 105:3 ve 4 ayetlerinde de Ebrehe’nin ordusuna da ebabilin sicciylden taşlar attığı belirtilir. “Sicciyl” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 11:82; 15:74; 105:4.

83. Rabbinin yanında işaretlenmiş (taşlar)1. Ve bunlar (taşlar) zalimlerden uzak değildir.

1 15:74 ve 51:33,34’te ayetlerinde de geçen “Rabbin yanında işaretlenmiş (taşlar)” ifadesi yaratıkların her birinin Yüce Allah’ın orduları olabileceğine işaret ediyor olabilir.

84. Ve Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet) edin! Sizin O’ndan başka ilahınız (Yüceniz) yoktur.1 Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Şüphesiz ki sizi hayr (bolluk, refah) içinde görüyorum. Ve şüphesiz ki sizi kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum!”

1 Elçilerin “Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” Şeklindeki ortak mesajı, 7:59, 65, 73, 85; 11:50, 61, 84 ve 23:23, 32 ayetlerinde de aynı sözcüklerle tekrarlanmaktadır.

85. Ey halkım! Ölçüye ve tartıya vefa gösterin (hakkını verin). İnsanlara da mallarını noksan vermeyin. Fesatçılar olarak arḍda (yeryüzünde, egemenliğiniz altındaki topraklarda) da bozgunculuk yapmayın!1

1 “تَعْثَوْا” (tea'sev), “bozgunculuk yapmak, karışıklık çıkarmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 2:60; 7:74; 11:85; 26:183; 29:36.

86. Eğer müminler iseniz, Allah’ın bıraktığı (kâr), sizin için hayırlı olandır. Ben de muhafızınız (bekçiniz, gözeteniniz) değilim.”

87. Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın kulluk ettiklerini terk etmemizi sana salatın1 (Allah’a yönelişin, duan) mı emrediyor? Ya da mallarımıza da dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi? Şüphesiz ki sen yumuşak huylu, raşid (doğru yolda olan) birisin.”

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre “Allah’a yönelme, dua etme, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

88. Dedi ki: “Ey kavmim! Düşünsenize! Eğer ben, Rabbimden bir beyyine (apaçık bir kanıt) üzerinde isem ve kendi katından bir rızık ile beni rızıklandırdıysa? Bazı şeyleri yasaklayarak da size muhalif olmak istemiyorum. Ancak elimden geldiği kadar ıslah etmek istiyorum. Muvaffak olmam Allah iledir.1 O’na tevekkül ettim (O’na güvendim, O’na dayandım) ve yalnız O’na yöneldim.”

1 Bu ifade Kur’an’da sadece burada geçmekte ve başarının kaynağının kullara değil, Yüce Allah’a bağlı olduğu belirtilmektedir.

89. Ey kavmim! Bana karşı çıkışınız1 Nuh’un kavminin, Hud’un kavminin veya Salih’in kavminin başına gelenlerin benzerini size de isabet ettirmesin! Lut’un kavmi de sizden uzak değildir.

1 Bu kelime, temel anlamı “yarmak, çatlatmak, bölmek, ayırmak, parçalamak” olan “ش ق ق” (şin kâf, kâf) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 28 kelime bulunur: 2:74, 137, 176; 4:35, 115; 8:13 (2 kez); 9:42; 11:89; 13:34; 16:7, 27; 19:90; 22:53; 25:25; 28:27; 38:2; 41:52; 47:32; 50:44; 54:1; 55:37; 59:4 (2 kez); 69:16; 80:26 (2  kez); 84:1.

90. Rabbinizden mağfiret (bağışlanma) dileyin. Sonra O’na tevbe edinı (yönelin). Şüphesiz ki Rabbim Rahîm’dir, Vedud’dur (Merhametlidir, Kullarını sevendir).

91. Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz! Şüphesiz ki seni de aramızda güçsüz görüyoruz. Şayet kabilen1 olmasaydı seni recmederdik.2 Senin bize karşı bir üstünlüğün de yok!”

1 “رَهْطٍۢ” (raht) sözcüğü, “bir grup, topluluk veya kabile” anlamlarına gelir.  Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 11:91, 92; 27:48.

2 رَّجِيمِ (raciym) sözcüğü, Arapça’da “taşlanmış, dışlanmış, kovulmuş” anlamlarına gelir. “רֶ֧גֶם” (recem) sözcüğü, Tevrat’ta da geçmektedir ve İbranice’de “taşlamak, taşa tutmak” anlamlarına gelir.

Kafirlerin elçilere karşı takındığı ortak tavır olan tehdit, burada da görülmektedir. 36:18’deki gibi, elçiler tebliğden vazgeçmezlerse, kendilerini taşlayacaklarını söylemekteydiler. Medyenliler, Şuayb’ın destekçilerine de aynı tehditleri savurmuşlardı. Şuayb da 11:93 ve 7:87 ayetinde görüldüğü gibi, onlara karşı olan kararlılığını göstermiştir.

92. Dedi ki: “Ey halkım! Size göre benim kabilem, Allah’tan daha mı güçlü ki O’na sırt çevirdiniz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).

93. Ey kavmim! İmkanınızın elverdiği kadarını yapın! Şüphesiz ki ben de yapacağım! Alçaltıcı azabın kime geleceğini de kimin yalancı olduğunu da yakında öğreneceksiniz. Gözetleyin! Şüphesiz ki ben de sizinle birlikte gözetliyorum!”

94. Emrimiz geldiği zaman da Şuayb’ı ve onunla birlikte iman eden kimseleri Bizden olan bir rahmet ile kurtardık! Zulmeden kimseleri ise korkunç çığlık yakaladı! Böylece yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar!

95. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Dikkat edin! Semud için uzaklık gibi Medyen için uzaklık (olsun)1.

1 Temel anlamı “uzak” olan “بَع۪يدٍ” (be’iyd) sözcüğünden türemiş olan “بُعْدًۭ” (bua'den) sözcüğü “uzaklık” anlamına gelir.  Bu ifade  Kur’an’da 6 kez geçer: 11:44, 60, 68, 95; 23:41, 44.  

96. Andolsun ki Musa’yı da ayetlerimiz1 ile ve apaçık bir sultan (güçlü bir delil) ile gönderdik.2

1 Firavunu ve kavmini ikna etmesi için Musa’ya verilen 9 mucize ile ilgili açıklama 17:101 ayetinde yer alır.

1 Bu ayet, aynı sözcüklerle 40:23 ayetinde tekrarlanmaktadır.

97. Firavuna ve onun melelerine (ileri gelenlere)! Bunun üzerine firavunun emrine uydular. Firavunun emri ise raşid (doğru yola yönelten) değildi.

98. (Firavun), kıyamet gününde kavminin önüne önünde yürür ve onları ateşe götürür. Varacakları yer ne kötü bir yerdir!

99. Burada da Kıyamet Gününde de lanete uğratıldılar. Onlara bağışlanan şey ne kötü bir bağıştır.

            “ٱلرِّفْدُ” (er-rifd), “desteklenen, bağışlanan şey” demektir. Bu ifade sadece bu ayette geçer. Bu ifade de yoğun şekilde kinaye ve söz sanatı içermektedir.

100. İşte bu, sana kıssa ettiğimiz (anlattığımız) şehirlerin haberlerindendir. Onlardan ayakta kalan da var, (ekin gibi) biçilen de!

101. Onlara zulmetmedik! Fakat onlar kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmettiler. Rabbinin emri (hükmü) geldiğin zaman ise, Allah’ın yanı sıra kulluk ettikleri ilahları onlara bir fayda sağlamadı. Kayıplarını1 artırmaktan başka bir işe de yaramadı.

            1 “تَبَّتْ” (tebbet) sözcüğünün ““helak olsun”, “yok olsun”, “kaybolsun” veya “bozulsun” gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Kur’an’da, “تبب” (tebeb) sözcüğünden türemiş  4 sözcük geçmektedir: 11:101; 40:37; 111:1 (2 kez).

102. Zulmeden kentleri eğer yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz ki O’nun yakalaması elem vericidir, şiddetlidir.

103. Ahiret azabından korkan kimseler için şüphesiz ki bunda bir ayet (ibret) vardır. İşte o gün, insanlar onda toplanacak! İşte o gün, herkes hazır bulunacak!

104. Onu da bir ecele (belirlenmiş ölüm zamanına) kadar erteliyoruz.

105. O gün geldiğinde, O’nun izni olmadan kimse konuşamaz! Bu nedenle onlardan kimi bedbaht, kimi ise mutludur!

106. Artık bahtsız olanlar ateştedir! Onlar için orada korkunç çığlıklar ve inlemeler vardır!

107. Gökler (7 evren) ve yer durdukça orada kalıcıdırlar! Rabbinin dilemesi hariç! Şüphesiz ki Rabbin, istediğini yapandır.

Bu ve bir sonraki ayette yer alan “Semalar (gökler, 7 evren) ve arḍ durdukça” ile 14:48’de belirtilen ifade, ahirette de evrenlerin ve yerin olacağını göstermektedir. “Allah istediğini yapandır.” ifadesi şu ayetlerde de geçer: 2:253; 3:40, 47; 5:1; 11:107; 14:27; 22:14, 18; 85:16.

108. Mesut (bahtiyar) kimseler ise cennettedir. Gökler (7 evren) ve yer durdukça orada kalıcıdırlar! Rabbinin dilemesi hariç! Bu, tükenmeyen bir lütuftur.

109. O halde onların kulluk (hizmet) ettikleri hakkında kuşkun olmasın. Onlar ancak atalarının kulluk ettiği gibi kulluk ediyorlar. Şüphesiz ki onların nasiplerini eksiksiz vereceğiz.

110. Andolsun ki Musa’ya da Kitabı (Tora’yı)1 verdik. Fakat onda anlaşmazlığa düştüler. Ve eğer Rabbinden önceden geçmiş2 bir kelime (söz, karar) olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz ki onlar, ondan (vahiyden) şüphe içindedirler; kuşkuya düşüren bir şüphe içindedirler.3

                1  Tevrat, farklı nebilere inen 39 kitaptan oluşmaktadır. Tevrat’ın ilk 5 kitabı Musa Nebi’ye indirildi. O ilk 5 kitaba da “Tora” denilmektedir.

2 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde olmak, önceden geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 36 kez geçer: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100; 10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4, 28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 kez), 60; 57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 kez).

3 Bu ayet, 41:45 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

111. Şüphesiz ki Rabbin, onların yaptıklarının tümünün karşılığını tam olarak verecektir. Şüphesiz ki O, onların yaptıklarından haberdardır.

112. O halde emrolunduğun gibi doğru istikamette ol; seninle tevbe edenlerle de! Haddi de aşmayın. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızı Görendir.

113. Zulmeden kimselere de meyletmeyin!1 O zaman size ateş dokunur! Sizin için Allah’tan başka da evliya2 da yoktur. Sonra size yardım edilmez.

            1 Bu ifade, “dayanmak, sağlam durmak, yönelmek, meyletmek” gibi anlamlara gelen “ر-ك-ن” (r-k-n) kökünden türemiştir.  Aynı kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 4 yerde geçer: 11:80, 113; 17:74; 51:39.

2 “Evliya” ile ilgili açıklama 20’nci ayette yer alır.

114. Gündüzün iki bölümünde de gecenin yakın bölümlerinde de salatı (Allah’a yöneliş duasını) doğru ve istikrarlı biçimde yap1.2 Hasenat (iyilik ve güzellikler), şüphesiz ki kötülükleri giderir. Bu, zikreden (hatırda tutan, anan) kimseler için bir zikirdir.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Bu ayet, Allah’a yöneliş duasının beş vakit olduğunun en önemli delillerindendir. Ayetteki tarafeyn kelimesi tesniye (ikili çoğul) kalıbında olduğu için iki vakti (öğle ve ikindi) içerirken, zülef kelimesi de cemi (en az üç olan çoğul) olduğu için en az üç vakti (akşam, yatsı, sabah) içermektedir. Yönelme duasının  vakitleriyle ilgili mesajlar için Bkz: 2:238; 11:114; 17:78; 20:130; 24:58; 30:17-18; 50:39.

115. Ve sabret (dayan, diren)! Şüphesiz ki Allah, muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) ecrini (yaptıklarının karşılığını) zayi etmez.

116. O halde sizden önceki nesillerden, yeryüzünde bozgunculuğu meneden faziletli kişiler olmalı değil miydi? Kurtardığımız çok azı hariç (onlar bunu yaptı). Zulmeden kimseler de zevk aldıkları şeylere tabi oldular.  Ve mücrimler (azılı suçlular) idiler.

117. Rabbin, halkı ıslah ediciler iken, o şehirleri haksız yere helâk edecek değildir!

118. Ve eğer Rabbin isteseydi, bütün insanları bir ve tek ümmet (topluluk, toplum) yapardı. Fakat ihtilaf etmekten geri durmuyorlar.

119. Rabbinin merhamet ettiği kimseler hariç. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Cehennemi, kesinlikle insanlarla ve cinlerle dolduracağım!”1 kelimesi (hükmü) de yerini buldu.2

1 “لَاَمْلَـَٔنَّ” (Le’emlenne) ifadesi “kesinlikle dolduracağım” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 7:18; 38:85; 11:119; 32:13.

2 İnsanlar ve cinler, Cehenneme gitmeyi kendileri seçerler ve onda ısrar ederler. Bu iki ayet, 7:18, 17:62 ve 38:85 ayetleri ışığında okunmalıdır.

120. Resullerin haberlerinden1 senin fuadını2 pekiştirecek her şeyi de sana kıssa ediyoruz. Bu hususta senin için bir hak (gerçek), müminler için de bir vaaz (öğüt, uyarı) ve bir zikir (hatırlatıcı bir vahiy) geldi.

1 Muhammed’e vahyedilen kıssaların, bütün elçilerin hayatlarını içermediği belirtilmektedir. Benzer mesajlar: 6:34; 7:101: 20:99; 28:3.

2 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

121. İman etmeyenlere de ki: “imkanlarınızın elverdiğini (elinizden geleni) yapın. Şüphesiz ki Biz de yapmaktayız.

122. Ve bekleyin. Şüphesiz ki Biz de beklemekteyiz.”

123. Göklerin (7 evrenin) ve yerin gaybı (sırları) da Allah’a aittir. Bütün işler de O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk (hizmet) et ve O’na tevekkül et (O’na güven ve O’na dayan). Rabbin amellerinizden gafil (habersiz) değildir.”