4. NİSA SÛRESİ

Sure, Medine döneminde indirilmiştir. İniş sırasına göre de 92. suredir. Sure, kadın haklarından, onlarla ilgili hukuki düzenlemelerden ve sosyal konumlarından söz ettiği ayetlerdeki “nisâ” yani “kadınlar” kelimesinden adını almaktadır.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (candan) yaratan,1 eşini de ondan yaratan, ikisinden de birçok adam2 ve kadın yayan3 Rabbinize karşı takvalı (sakınan) olun. Birbirinizden O’nunla (O’nun adıyla) isteklerde bulunduğunuz Allah’a karşı da takvalı olun, akrabalık bağlarına karşı da… Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde daima gözetendir.

1 Hâlık: Düzgünce takdir eden/belirleyen, aslı ve örneği bulunmaksızın yaratan, bir şeyden başka bir şeyi icat eden anlamlarına gelir. Kur’an’da 261 kez geçer.

2 Rical sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘adamlar’ demektir. Rical kelimesi “olgunlaşmış, yiğit, cesur, adam” demektir. Bu cümle 30:20, 35:11 ve 78:8 ile okunmalıdır. Bu mesaj, ilk insanların pek çok olgun adam ve kadından oluşan çiftler hâlinde yaratıldığının delilidir.

3 “بَث” (bess) sözcüğü, “dağıtmak”, “sermek”, “dökmek” ve “yaymak” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 2:164; 4:1; 12:86; 31:10; 42:29; 45:4; 56:6; 88:16; 101:4.

2. Ve yetimlere mallarını verin ve tayyib (iyi, temiz, güzel, hoş) olanı habis (pis, çirkin, kötü) olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak da yemeyin. Çünkü bu, büyük bir hubtur.1

1 “Günah ve suç” anlamına gelen “hub” kelimesi Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

3. Yetimler arasında hakkı gözetemeyeceğinizden korkarsanız,1 o halde size tayyib (iyi, temiz, güzel, hoş) gelen kadınlardan nikahlanın;2 ikişer ve üçer ve dörder… Buna rağmen adaletli davranmamaktan korkarsanız o halde bir tane (nikahlanın). Ya da eyman3 ile (sözleşmelerle) sahip olduklarınız ile (nikahlanın). Sıkıntıya düşmemeniz4 için en uygun olan5 budur.

1 Sıdk; doğru sözlü olmak, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. (6:115; 10:2, 93; 17:80; 26:84; 39:32, 33; 46:16; 54:55 ayetlerinde geçmekte, yaklaşık 150 yerde de isim ve fiil şeklinde geçmektedir. Bu ayetteki “tuksitu” sözcüğü ise; adaleti sağlayamamak, onların haklarını gözetememek ve hakkaniyetli olamamak anlamlarına gelir.

2 “nikahlanın” ifadesi “başkaları ile nikahlayın” şeklinde de “nikahlanın” şeklinde de anlaşılmaktadır.

3 “Ma melaket eymanuhum” deyimine “eyman (yemin, sözleşme) ile sahip olduğu; sağ elinin malik olduğu” anlamı da verilmektedir. Bu deyim, Meşru yollarla, eyman ile (yeminle - antlaşma ile) hak sahibi olunan” demektir. Antlaşma yoluyla sahip olunanlar; bakmakla yükümlü olunanlar, himaye altına alınanlar, sorumluluğu üstlenilenler (koruyucu ailesi olunanlar) anlamlarına gelir. Bu deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları ve sorumlulukları üstlenilerek sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan kişilerin bu kapsamda olduğu kanaatine varılmaktadır. Kur’an; kim olursa olsun, nikah yapılmaksızın ilişkiye girmeyi zina olarak tanımlamaktadır.

Ancak birçok çeviri ve tefsirde bu terimin içine “savaş esirleri ve “erkek veya kadın köleleri” anlamı verildiğini görüyoruz. Bu başta her ne kadar anlamlı görünüyor olsa da 24:58 ayetinde “Ey iman edenler! eyman (yemin) ile sahip olduğunuz kimseler ve sizden henüz erginlik yaşına gelmemiş olanlar, şu üç vakitte (sabah, öğlen ve gece vakti yanınıza, özel odanıza girecekleri vakit) sizden izin istesinler.” ifadesinde savaş esiri olan bir erkek veya kadın kölenin ev sahibi kadının veya erkeğin özel odasına sabah, öğlen ve gece vakitlerinde izin alarak, diğer vakitlerde ise izin almadan girebilmesi, güvenlik ve mahremiyet açısından pek mantıklı görünmüyor.

Yine; 24:31 ayetinde yer alan “Mümin kadınlara söyle, bakışlarını sakınsınlar ve ırzlarını (korusunlar). Görünen kısımları hariç olmak üzere, ziynetlerini göstermesinler… Ziynetlerini;… eyman (yemin) ile sahip oldukları… hariç, açığa vurmasınlar.” ifadesinde de bir kadının ziynetlerini mahrem olmayan akrabasına veya yakın çevresine gösteremediği halde, savaş esiri bir erkek veya kadın köleye göstermesi de güvenlik ve mahremiyet açısından pek mantıklı görünmüyor. Bu nedenle eyman (yemin) ile sahip olduğunuz veya antlaşma (sözleşme) yaparak hak sahibi olduğunuz anlamına gelen “ma melaket eymanukum” deyimiyle, bakımları ve sorumlulukları üstlenilerek sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan kişilerin bu kapsamda olduğu kanaatine varılmaktadır.

Tevrat, İncil ve Kur’an’da Çok Eşlilik:

Tevrat’ta, ilk çok eşliliği ilk önce Lemek’te görüyoruz: “Lemek iki kadınla evlendi.” (Başlangıç 4:19) Yine Tevrat’tan; İbrahim’in 2 (Başlangıç, 16:1-4), Yakup’un 4 (Başlangıç, 29:23-35), Süleyman’ın ise 700 karısı (1 Krallar 11:3) olduğunu öğreniyoruz.

İncil’de, İsa Nebi, hesap gününe hazırlıklı olunması ile ilgili bir kıssa anlatırken dolaylı olarak söz etmektedir: “O zaman Göklerin Egemenliği, kandillerini alıp kocalarını karşılamaya çıkan on kıza benzeyecek. Bunların beşi akıllı, beşi akılsızdı. Akılsızlar yanlarına kandillerini aldılar, ama yağ almadılar. Akıllılar ise, kandilleriyle birlikte kaplar içinde yağ da aldılar. Koca gecikince hepsini uyku bastı, dalıp uyudular. Gece yarısı bir ses yankılandı: ‘İşte koca geliyor, onu karşılamaya çıkın!’ Bunun üzerine kızların hepsi kalkıp kandillerini tazelediler. Akılsızlar akıllılara, ‘Kandillerimiz sönüyor, bize yağ verin!’ dediler. Akıllılar, ‘Olmaz! Hem bize hem size yetmeyebilir. En iyisi satıcılara gidin, kendinize yağ alın’ dediler. Ne var ki, onlar yağ satın almaya giderlerken koca geldi. Hazırlıklı olan kızlar, onunla birlikte düğün şölenine girdiler ve kapı kapandı. Daha sonra gelen öbür kızlar, ‘Efendimiz, efendimiz, aç kapıyı bize!’ dediler.  Koca ise, ‘Size doğrusunu söyleyeyim, sizi tanımıyorum’ dedi. Bu nedenle uyanık kalın. Çünkü o günü ve o saati bilemezsiniz.” (Matta, 25:1-13)

Kur’an’da çok eşliliğe müsaade edilmektedir, ancak katı bir biçimde izlenen koşullar altında. Bu ilahi müsaadenin herhangi bir şekilde suistimali, şiddetli bir biçimde cezalandırılır. Bu nedenle, çok eşliliğe Allah tarafından müsaade edilmesine rağmen bize düşen, belirli çok-eşli bir ilişkiye izin verilmiştir demeden önce koşullarımızı dikkatli bir şekilde incelemektir. (Kur’an-Son Ahit, s:444)

Kur’an, çok eşliliğe karşı getirilen sınırlamaları çok güçlü sözlerle vurgulamaktadır: “Adaleti sağlayamamaktan da korkarsanız, o zaman bir tane…” (4:3) “İstekli olsanız da kadınlar arasında adil olmayı başaramazsınız.” (4:129) (Son Ahit Kur’an, Ek 30).

4 “ٱلْأَدْنَىٰ” (ednâ), “En yakın, daha yakın / daha aşağı, düşük, değersiz” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 16 kez geçer: 2:61, 282; 4:3; 5:108; 7:169; 30:3; 32:21; 33:51, 59; 53:8, 9; 55:54; 58:7; 69:23; 73:20; 76:14.

5 ağır yük altına girmek, sıkıntıya düşmek, adaletsiz davranmak, (bazı klasik sözlüklerde) fakirleşmek” gibi anlamlara gelen “ta‘ûlû” (تَعُولُوا) sözcüğü Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

4. Kadınlara da sadaklarını (hakları olan mehirlerini) bir hak olarak verin.1 Ancak onun bir kısmını (kendi rızasıyla) size gönülden bağışlarsa, o zaman afiyetle ve gönül rahatlığıyla yiyin.

1 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakât), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik, doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir görüş daha bulunmaktadır. Sadaka sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 kez geçer: 2:196, 263, 264, 271, 276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104; 33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf 9:60’ta belirtilmektedir.

Nikâh akdi kendisi ile tamamlanan mehir için kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı kökten türemiştir.

5. Allah’ın sizi kaim kıldığı mallarınızı (korumanız için sorumluluğunuza emanet olarak verdiği mallarınızı) da sefihlere1 vermeyin. Onları rızıklandırın ve giydirin ve onlara maruf (vahye uygun, meşru olan) söz söyleyin.

            1 Sefih; Aklı kıt, akıl erdiremeyen, akılsız, muhakeme gücü gelişmemiş demektir. Kur’an’da 11 defa (2:13-2-, 130, 142, 282; 4:5; 6:140; 7:66, 67, 155; 72:4) geçmektedir.

6. Nikah (evlilik) çağına eriştiklerinde de yetimleri sınayın. Onlarda rüşt1 görürseniz, kendilerine mallarını verin. Büyüyecekler diye de onları (yetim mallarını) elden çıkarmaya ve israf ederek2 (haddi aşarak) yemeye kalkışmayın! Zengin olan (yetimin malına) tenezzül etmesin, fakir3 olan da maruf ile (meşru bir şekilde) yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman da yanlarında tanıklar bulundurun. Hesap görücü olarak da Allah yeter!

1 Rüşd, doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek demektir. Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki evlilik çağı, rüşd yani yetişkinlik çağıdır. Ergenlik veya daha küçük yaşlarda evlilik, kesinlikle Kur’an’dan destek alamaz. Günümüzde medenî hukuk alanıyla ilgili düzenlemelerde İslâm hukukunu esas alan ülkelerin kanunlarında rüşd yaşı 18 ile 21 arasında değişmektedir. Rüşd ile ilgili açıklama 2:186 ayetinde yer alır.

2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.

3 Fakir; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Fakir Kelimesi Kur’an’da 15 kez geçer: 2:268, 271, 273; 3:181; 4:6, 135; 9:60; 22:28; 24:32; 28:24; 35:15; 47:38; 59:8; 72:25.

7. (Ölen) ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarından adamlara bir pay (hisse) vardır. Ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarının azından ya da çoğundan kadınlara da farz bir pay (hisse) vardır.

Bu ayet, kadın ve erkek arasında miras ile ilgili genel hükmü belirlemektedir. Diğer ayetler ise detayları ve özel hükümleri belirlemektedirler.

8. Miras paylaşımı esnasında hazır bulunan yakın akrabaları1 da yetimleri de miskinleri2 de bundan (mirastan) rızıklandırın ve onlara maruf ile (meşru bir şekilde) söz söyleyin!

            1 “اُو۬لُوا الْقُرْبٰى” (ulûl kurbâ) ifadesi “yakın akrabalar, akraba sahipleri” yani “sahipleri, yakın olanlar, onlarla ilgili bir şeye malik olanlar” anlamlarına gelir.

2 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Bu kelime Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

9. Geride zayıf bir nesil bırakan kimseler onlar için endişe ediyorlarsa, onlar (yetimler) için korksunlar. Böylece Allah’a karşı takvalı (sakınan) olsunlar ve doğru söz söylesinler1.

1 Kendi öz çocuklarıyla konuştuklarında kullandıkları şefkat ve merhamet dolu sözler; edebe aykırı, aşağılayıcı ve incitici olmayan, güzel sözler söylesinler. (Benzer mesaj: 33:70)

10. Şüphesiz ki yetimlerin mallarını haksızca yiyenler, karınlarını ateşle doldurmuş gibi olurlar ve yakıcı ateşe1 yaslanacaklar2.

1 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

            2 سَيَصْلَوْنَ” (seyeslâvnâ) sözcüğü, “yaslanmak”, “yakın olmak”, “yaklaşmak” veya “temas etmek” gibi anlamlarına gelen “ص-ل-ي” (s-l-y) kökünün türemiştir ve “yaklaşırsınız” veya “yaslanırsınız” şeklinde çevrilebilir. Bu ifade, Kur'an'da 25 kez geçer: 4:10, 30, 56, 115; 14:29; 17:18; 19:70; 27:7; 28:29; 36:64; 37:163; 38:56, 59; 52:16; 56:94; 58:8; 69:31; 74:26; 82:15; 83:16; 84:12; 87:12; 88:4; 92:15; 111:3.

11. Allah, size, evlatlarınız hakkında vasiyet ediyor (emrediyor): iki dişi (kadının) payı1 kadar erkeğe (miras verin).2 İkiden fazla kadın iseler, (ölünün) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (Mirasçı) tek bir (kadın) ise, o zaman (mirasın) yarısı onundur. Ölenin de çocuğu varsa; ebeyninin (ana-babasının) her birine mirastan altıda biri vardır. Ölenin çocuğu yoksa ve ebeveyni mirasçı olmuşsa, o zaman anneye üçte bir. Ölenin kardeşleri de varsa, o zaman annesine altıda bir (pay) vasiyetten ve borcundan sonradır.3 Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah’ın belirlediği farzlar bunlardır. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilen; Hikmetle hüküm veren).

1 “حَظٍّ” (hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip, şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176; 4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.

2 Bu cümle bu surenin 7’nci ayeti ışığında anlaşılmalıdır. Ayet, kişinin kendi kazancıyla ilgili oğluna verdiğinin en az yarısı gibi bir miktarı kızına da vermesini hükme bağlamaktadır.

Genellikle erkek çocuk bir aileden sorumludur. Ayrıca, babasından kalan ailenin bakımını üstlenmesi ve evleneceği zaman da mehir vermesi gerektiği gibi hususlar da göz önünde bulundurulmuştur. Oysa kadın, mehir alır ve eş tarafından bakılır.

3 Bu ve bir sonraki ayette geçen miras paylaşımı ile ilgili hususlar, kişinin borcu ödendikten ve vasiyetinde belirttiği paylaşımdan sonra için hükme bağlamaktadır. Yüce Allah, 2:180’de kişinin bir vasiyetname bırakmasını emretmektedir. Söz konusu vasiyette ise özel şartlara uygun bir vasiyetname bırakılması önermektedir. Örneğin kişinin oğlu zengin ve kızı ise fakirse; her ikisine eşit veya kızına daha fazla da vasiyet edebilir. Ancak vasiyet bırakılmamışsa bu ayete uyulması gerekmektedir.

12. Evladı yoksa, hanımlarınızın bıraktıklarının yarısı sizindir. Onların evlatları varsa, o zaman yaptıkları vasiyetten ve borçtan sonra bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Evladınız yoksa, bıraktıklarınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır). Evladınız varsa, o zaman yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. (Ölen) adamın ya da kadının annesi, babası ve evladı yoksa ve bir erkek kardeşi ya da bir kız kardeşi varsa, o zaman her birine altıda bir düşer. (Kardeşleri) bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Tüm bunlar, vasiyetten ve borçtan sonradır. Böylece kimse zarara uğratılmamış olur.1 Bu, Allah’tan size bir vasiyettir (emirdir). Ve Allah Alim’dir, Halim’dir.  (Her şeyi Bilendir. Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  edendir).

1 Bu ifadeden anlaşılıyor ki miras paylaşımında herhangi bir tarafa zarar vermemek, yani bir mağdur oluşturmamak ve adaletten ayrılmamak gerekmektedir.

13. Bunlar Allah’ın hudutlarıdır.1 Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, (Allah) onu altlarından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar.2 Azim (muhteşem) başarı işte budur.

1 Kur’an’da 14 kez geçen hudud sözcüğü hadd kelimesinin çoğuludur ve “sınırlar” manasına gelmektedir. “Hududullah” da Yüce Allah’ın belirlediği hükümlerin sınırlarını ifade etmektedir.

2 “Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

14. Kim de Allah’a ve resulüne isyan ederse ve O’nun sınırlarını aşarsa, (Allah) onu içinde sürekli kalacağı ateşe sokar. Ona onur kırıcı bir azap da vardır.

15. Kadınlarınızdan fuhuş1 yapanlara karşı aranızdan (kadın veya erkek) dört tanık getirin. Eğer (kadının aleyhinde) tanıklık ederlerse, o zaman ölüm onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar onları evlerde tutun.2

1 Fuhş: Meşru ölçü ya da sınırları aşan; çirkin, kötü, kaba demektir. Bu sınırları aşan şey için de fahiş kelimesi kullanılmaktadır. Bir şeyin aşırı olduğu anlamına gelen fuhş, fahşa ve fahişe aynı köktendir. “Fahşa” sözcüğü Kur’an’da 7 yerde (2:169, 268; 7:28; 12:24; 16:90; 24:21, 95) geçmektedir. “fahişe” sözcüğü 14 yerde (3:135; 4:15, 16 19, 22, 25; 6:151; 7:28, 80; 17:32; 24:19; 27:54; 29:28; 33:30; 65:1) geçmektedir. Bunun çoğulu olan “fevahiş” sözcüğü de 4 yerde (6:151; 7:33; 42:37; 53:32) geçmektedir.

2 Bu ayette lezbiyen ilişkide bulunan iki kadının kastedildiği kanaati oluşmaktadır. “Allah onlara bir yol açıncaya kadar” dan kasıt da; tövbe etmeleri veya iffetli bir hanım olmayı kabul etme, birisinin onunla evlenmek istemesi gibi hususlar kastediliyor olabilir. “Onları evlerde tutun.” İfadesi ile de onları hem ceza hem de ıslah ve zorlamalardan kurtarma amaçlı olarak evde veya rehabilitasyon, sığınma evinde tutma vb yerler kastediliyor olabilir.

16. Sizden onu (o fuhşu) yapanların ikisine1 de eziyet edin! Tevbe eder ve ıslah olurlarsa, artık onlara karışmayın.2 Şüphesiz ki Allah, Tevvâben-Rahîm'dir (İstiğfar eden kuluna tekrar yönelendir; Merhametlidir).

            1 Bu ifade ile de homoseksüel ilişkide bulunan iki erkeğin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.

            2 “إعراض” (ı'râz), “görmezden ve duymazdan gelmek, karışmamak, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.

3 Günahkârların umumi ifşası, 5:38 ve 24:2’de gördüğümüz gibi büyük bir caydırıcılıktır.

17. Allah’ın kabul edeceği tevbe, cehaletle (bilgisizce) kötülük1 işleyen, sonra da hemen tevbe edenlerinkidir. Allah, işte onların tevbesini kabul eder.2 Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 Tevbe, sözle yapılan pişmanlık ifadesi değil, yapılan kötülükten vazgeçmektir. Bu ayette de Yüce Allah’ın kabul edeceği tevbenin bilgisizce yapılan bir hatadan hemen sonra gerçekleştirilen pişmanlık ve yöneliş olduğuna dikkat çekilmektedir. Hata işledikten hemen sonra tevbe etmek, günahın günah olduğunu idrak edebilmek ve günahı savunmamaktır. Zamana yayılan hata bir süre sonra kanıksanır, benimsenir, alışkanlığa dönüşür ve kişiyi yaptığının hata olmadığı sonucuna götürür ki işte bu korkunç bir akıbettir. Benzer mesaj: 27:11.

18., Kendilerine ölüm yaklaştığında, kötülükler yapanların “Ben şimdi tevbe ettim.” diyerek ettikleri tevbe (tevbe) değildir. Kafir olarak ölenlerin de (tevbesi tevbe değildir). İşte onlar için elim bir azap hazırlanmıştır.

Önceki ayette geçen es-sû’ (kötülük) sözcüğü yerine burada es-seyyiât (kötülükler) sözcüğü kullanılmıştır. Bundan da birden fazla olan ve/veya alışkanlık haline getirilmiş olan kötülüklerin bağışlanmayacağı anlaşılmaktadır. Kabul edilmeyen tevbelerle ilgili mesajlar için Bkz: 6:158; 10:90-91; 32:29; 34:52; 40:85; 44:13; 47:18.

19. Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız (mallarını sahiplenmeniz) size helâl değildir. Apaçık bir fuhuş yapmadıkça da onlara verdiğinizin (mehirin vb) bir kısmını almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla da maruf (vahye uygun, meşru olan) üzere geçinin. Onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki Allah, hoşlanmadığınız bir şeye çok hayır koymuş olabilir.

20. Bir zevceyi ısrarla başka bir zevce (eş) ile değiştirmek isterseniz,1 o zaman birinciye kantarlarca (mehir olarak yükler dolusu mal) vermiş olsanız bile ondan (verdiklerinizden) bir şeyi (geri) almayın! Bühtan ederek (suç isnat ederek, itham ederek, aralayarak) ve açıkça ism ile (Allah’ın yasakladığı bir fiil ile) verdiğinizi geri mi alacaksınız?

            1 “رَاوَدَتْ” (Ravadat) sözcüğü, “bir şeyi ısrarla istemek ve ayartmak” anlamlarına gelir.

21. Birbirinizle de kaynaşmış (cinsi münasebette bulunmuş) ve sizden sağlam bir misak (nikah, söz) almışlarken, onu (mehri) nasıl geri alırsınız?

22. Babalarınızın evlendiği kadınlarla da evlenmeyin! Ancak geçmişte yapılanlar1 hariçtir. Şüphesiz ki bu bir fuhuştur ve iğrençtir ve kötü bir yoldur.

1 “سلف” (selefe), “(önceden) gönderilen, yapılan” anlamına gelir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 8 kelime geçer: 2:275; 4:22, 23; 5:95; 8:38; 10:30; 43:56; 69:24.

23. Anneleriniz de kızlarınız da kız kardeşleriniz de halalarınız da teyzeleriniz de kardeş kızları da kız kardeş kızları da sizi emziren (süt) anneleriniz de süt kız kardeşleriniz de kadınlarınızın anneleri de kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız da size haram kılındı (yasaklandı). Onlarla birleşmemiş iseniz, o zaman onların kızlarını almanızda size bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Kendi neslinizden olan oğullarınızın helallerini (gelinleriniz) de iki kız kardeşi (eş olarak) birlikte almak da …1 Ancak geçmişte yapılanlar hariç. Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

1 Ayette geçen “anneleriniz ve kızlarınız” ifadesi, yukarıya doğru anneanneleri ve babaanneleri içerdiği gibi kızları ve onların kızları olan torunları da içermektedir. Ayrıca Bakara süresi 2:233 ayetinde belirtilen iki yıllık süt emzirme süresinde emzirilen süt kardeşlerle evlenme yasağı da hükme bağlanmıştır. Bu ifade, Kur’an hükümleri gelmeden önceki uygulamaları içermektedir. İslâm’ı bilmeden veya bu ayetteki yasak hükmü nazil olmadan önce yapılan bu gayri meşru evliliklerden dolayı kişiye sorumluluk yoktur.

24. Eyman (sözleşme) ile sahip olduklarınız1 hariç, kadınlardan muhsenat olanlar2 (korunmuş hür kadınlar) da Allah’ın size yazdığıdır (helal kıldığıdır). Bunun dışında zina yapmayan3 korunmuş hür kadınları2 da mallarınızla almanız size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza4 karşılık belirlenen ecirlerlerini5 (haklarını, mehirlerini) farz kılındığı gibi kendilerine verin.6 Bu yükümlülükten sonra da karşılıklı razı olduğunuz hususta (şartı değiştirmeniz durumunda) size bir cünah (sakınca, günah) yoktur. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).

1 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır.

2 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi, “korunak,” “sığınak” anlamına gelen “حصن” (h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş hür kadınlar” veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu kelime, kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların bir dış koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade eder. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5 (3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.

3 “مُسَافِحِينَ” kelimesi, “açıkça dökmek”, “akıtmak”, “yaymak” anlamına gelen “سَفَحَ” (s-f-h) kökünden türetilmiştir ve “şehvetle kendini açığa vuranlar”, “gayri meşru ilişki kuranlar” ve “zina edenler” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4 kez geçer: 4:24, 25; 5:5; 6:145.  

4 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

5 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

6 Yüce Allah, nikahlanmak yani kendileriyle sözleşme yapmak koşuluyla kadınlardan eş olarak yararlanılabileceğini belirtmektedir.

25. Sizden, mümin olan muhsanât1 (korunmuş hür kadınlar) ile evlenmeye gücü ve varlığı olmayan kimse,2 o zaman eyman (sözleşme) ile sahip olduğunuz3 mümin gençlerinizle4 nikahlansın. Allah da sizin imanınız hakkında en iyi bilendir. Sizler, birbirinizdensiniz. Sizden bazıları bazılarınızdandır. Artık zina yapmayan5 ve gizli dost edinmeyen6 (gayri meşru ilişkilerde bulunmamaları) korunmuş hür kadınlar1 olmaları şartıyla, onları ailelerinin izniyle nikahlayın ve onlara ecirlerini (haklarını, mehirlerini) maruf ile (Kur’an emirlerine uygun olarak) verin. Eğer (evlenip) korunmuş hür kadın1 olduktan sonra da bir fuhuş yaparlarsa, o zaman onlara korunmuş hür kadınlara1 verilen azabın (cezanın) yarısı (uygulanır)7. Bu, sizden sıkıntıya düşmekten8 korkanlar içindir. Ancak sabretmeniz ise sizin için hayırlı olandır. Allah da Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

1 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi, “korunak,” “sığınak” anlamına gelen “حصن” (h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş hür kadınlar” veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu kelime, kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların bir dış koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade eder. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5 (3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.

2 Bu ayette “Güçlü ve varlıklı” olarak çevirdiğimiz “tavl” sözcüğü, 4:25 ve 40:3 ayetlerinde de geçmektedir.

3 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3 ayetinde yer alır.

4 “feteyâtikum” sözcüğü geçen ve “gençleriniz” anlamına gelmektedir. Ancak “feteyatikumul mu’minat” ifadesi nedeniyle “mümin genç kızlarınızla” şeklinde anlam kazanmaktadır. Aynı sözcük 24:33 ayetinde de geçmektedir. Bu ayette evlilik konusunda sosyal konumu tercih etmek yerine imanlı kullarla (hizmetkarlarla) evliliğin tercih edilmesini emretmektedir.

5 “مُسَافِحِينَ” kelimesi, “açıkça dökmek”, “akıtmak”, “yaymak” anlamına gelen “سَفَحَ” (s-f-h) kökünden türetilmiştir ve “şehvetle kendini açığa vuranlar”, “gayri meşru ilişki kuranlar” ve “zina edenler” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4 kez geçer: 4:24, 25; 5:5; 6:145.  

6 “مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ” (muttâhid’u ahdânen) ifadesi, “gizli dostlar edinenler” veya “gizli sevgililer edinenler” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 4:25; 5:5.

7 Bu cümlede verilmek istenen mesaj, 24:2 ayetinde belirtildiği üzere, zina için öngörülen 100 celde (değnek, sopa) cezasının kölelikten sonra evlilik yapan kadınlara zina yapmaları durumunda bunun yarısının yani 50 değnek cezasının uygulanacağı hükmünü içermektedir. Bu ayet, zina için verilen cezanın hadis ve sünnete uyan bazı Müslümanların belirtildiği gibi taşlanarak öldürülme olamayacağını kanıtlamaktadır (24:2’ye bakınız).

8 “أعنَتَ” fiili, “zorlaştırmak, güç duruma sokmak, zora koşmak” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:220; 3:118; 4:25; 49:7.

26. Allah, size (hükümleri) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin sünnetine (yasalarına) ulaştırmak1 ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir.

1 Yüce Allah din konusunda bize kanun olarak belirlediği şeyleri daha önce Nuh’a da Muhammed’e de İbrahim’e de Musa’ya ve İsa’ya da (hepsine selam olsun) emrettiğini bildirerek ilahi mesajlardaki kaynak ve ruh birlikteliğine dikkat çekmektedir. 42:13’te bahsedilen bu beş Nebiden 33:7’de de bahsedilmektedir. Aynı mesaj içeriğinde olmak üzere 3:19, 52, 81, 85, 6:83-90, 7:126, 21:92, 22:78, 23:52, 26:192-196, 42:13, 46:9, 53:36-41 ve 87:18-19 gibi ayetlerde çeşitli bilgiler verildiğini hatırlatmak gerekmektedir. Bu itibarla tekrar vurgulayalım ki önceki nebilere veya kitaplara atfedilen ilâhî mesajların doğruluk değeri veya ölçüsü, Kur’an’a uygunluk şartına bağlıdır. Onlarda bulunan hüküm Kur’an’dakinden farklı ise, Kur’an onları neshetmiş (geçersiz kılmıştır) demektir ve Kur’an’ın hükümlerine uyulur.

27. Ve Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler ise azim (büyük) bir sapkınlığa düşmenizi istiyor.

28. Allah, sizden (yükünüzü) hafifletmek istiyor. İnsan da zayıf yaratılmıştır.

Allah, insanları en güzel şekilde yaratmıştır (32:7; 64:3; 82:7; 95:4). Fakat insanoğlu, kendisine verilen özgür seçim gücüyle şeytana yani sapkına uyunca Allah’ın sayısız yaratıkları arasında en aşağıya düşürüldü (95:5). Ayette, edilgen fiilin kullanılması ilgi çekicidir. “İnsanı zayıf yarattık” denmiyor, “insan zayıf yaratılmıştır” deniyor. Nitekim insanın zayıflığı, aceleciliği, huysuzluğu söz konusu edilirken sürekli olarak edilgen fiil kullanılır (4:28; 21:37; 70:19).  İnsanları en güzel şekilde özgür olarak yaratan Allah, bu incelikli ifadeyle, insanın, orijinal yaratılışına özgür iradesiyle olumsuz etkide bulunduğunu anlatır. (Bak 57:22-23).

29. Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını batıl (geçersiz, haksız) yollarla yemeyin! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret (alışveriş) yoluyla da olsa (birbirinizin malını yemeyin)! Nefislerinizi (birbirinizi) de katletmeyin! Şüphesiz ki Allah, size karşı Rahim’dir (Merhametlidir).

1 Bu tümce, bazı Kur’an çevirilerinde, “Karşılıklı hoşnutlukla yapılan alışveriş dışında, birbirinizin mallarını haksız biçimde yemeyin.” olarak; yani “Birbirinizin mallarını alışveriş yoluyla haksız bir biçimde yiyebilirsiniz.” anlamı verilerek çevrilmiştir. Oysa ayette geçen “illa” edatı, “dışında” anlamında değil, “olsa da” anlamında bildirilmiştir. Bu ayetten sonra gelen 4:30 ayetinde, “Böyle yapanların ateşe gönderileceği” bildirilmiştir. 7:85 ayetinde de “Ölçüyü ve tartıyı tam yapın ve insanların eşyalarını eksik vermeyin.” buyruğu vardır. Alışveriş ilkeleri konusunda bildirilmiş kesin buyruklara karşın, alışverişte pazarlık yapmanın nebinin sünneti (davranışı) olduğuna ilişkin hadisler uydurularak alışverişlerde sömürü konusu yapılmıştır. Elektrik, su, doğalgaz gibi kamusal hizmetlerde veya büyük mağazalar, zorunlu tüketim ürünleri ve akaryakıt gibi büyük şirketlerin yönetiminde bulunan ve kendi sattıkları hizmetlerde pazarlık sözcüğünü aklına bile getiremeyenler, evine ekmek götürmenin peşinde olan küçük satıcıyı gördüklerinde pazarlık etmenin sünnet (!) olduğunu hatırlayıverirler. Bir kısım esnaf da “pazarlık sünnettir” diyerek ürünleri fahiş fiyatla satmaya ve müşterinin de söylediği fiyatı düşürmemesi için yeminlerle ve yalanlarla kendilerini acındırmaya veya durumu manipüle etmeye çalışmaktadırlar. Bunların hepsi İslam’a uymayan uygulamalardır.

30. Kim saldırganlıkla ve haksızlıkla bunu yaparsa, o zaman onu ateşe yaslarız. İşte bu, Allah için kolay olandır.

31. Size yasaklananların büyüklerinden1 sakınırsanız, seyyielerinizi (kötülüklerinizi, çirkin fiillerinizi) örteriz2 ve sizi kerim (onurlu, saygın) bir yere yerleştiririz.

 1 Kur’an’da “kebair” büyük günahlardan 3 yerde (4:31; 42:37; 53:32) söz edilmektedir, ancak bu büyük günahların neler olduğu hakkında fazla bilgi verilmemiştir. Ancak Kur’an’da yer alan; Allah’a ortak koşmak (4:48), haksız yere insan öldürmek (5:32), yoksulluk endişesiyle çocuklarını öldürmek (17:31), içki, kumar ve falcılık (2:219, 5:90), Riba (yüksek faiz) (2:275), fuhuş çeşitleri ve eşcinsellik (16:90), yetim malı yemek (4:2, 6), Allah hakkında bilmediği şeyi söylemek (7:33; 4:50), Allah’ın ayetlerini tahrif etmek (5:41), malların, paranın ve insanların serbest dolaşımına engel olacak her türlü terör ve düzen bozucu faaliyetler (zorbalık) (7:85), namuslu kadınlara zina isnad etmek (24:23) ve savaş meydanından kaçmak (8:15-19) gibi hususlar büyük günahlar olarak anlaşılmaktadır.

2 “nükeffir” (نُكَفِّرْ), görmezden geliriz, örteriz anlamına gelmektedir.

32. Allah’ın, bazınızı bazınıza faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldığı şeyleri de çok arzulamayın1. Adamlara, kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın fazlından (lütfundan, cömertliğinden) isteyin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir.

1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş  toplam 17 kelime geçer: 2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24; 57:14; 62:6, 7.

33. Ebeveynin ve akrabalarının bıraktıklarına da mevali (hak sahibi, mirasçılar) tayin ettik. Eymanlarınızın düğümlediği1 (yaptığınız sözleşmeyle, verdiğiniz yeminle hak sahibi olan) kimselere de paylarını verin.2 Şüphesiz ki Allah, her şeye tanık olandır.

            ı “عُقْدَ” (ukad), Arapça’da “düğümler” anlamına gelmektedir. Tekil hali “عُقْدَة” (ukde) olup çoğul hali “عُقَد” (ukad) şeklindedir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde geçer: 4:33; 20:27; 113:4.

2 Bu husus ile ilgili ayrıntılı açıklama bu surenin 3’üncü ayetinde yer almaktadır.

34. Adamlar1, kadınlar üzerinde kavvamdırlar.2 Mallarından infak ettikleri (karşılıksız yardım ettikleri, harcama yaptıkları, destek oldukları) için de Allah, bazılarını bazılarından faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kılmıştır. Saliha kadınlar da itaat eden ve Allah’ın gözetip korumasına karşılık gaybı (ailenin mahremini, sırlarını) koruyup gözeten kadınlardır. Nüşuzundan (ayrılmasından) korktuğunuz3 kadınlara gelince; onlara vaaz edin (öğüt verin, uyarıda bulunun) ve onları yataklarında bırakın (onlarla yatmayın, onlarla cinsi münasebette bulunmayın) ve onları darp edin (uzaklaştırın).4 Size itaat ederlerse, o zaman onların aleyhine başka bir yol aramayın (onları aşağılamayın, suçlamayın). Şüphesiz ki Allah Aliy’dir, Kebir’dir.

1 Rical sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘adamlar’ demektir. Rical kelimesi çoğu zaman cinsiyet belirtmez. Yani kadın da olabilir. Çünkü rical kelimesi “olgunlaşmış, yiğit adamlar” anlamlarına gelmektedir

2 “Kavvam” ise; bir işi hakkıyla yapan, koruyup gözeten anlamlarına gelir.

Ayette geçen “Kavvam” kelimesi, bu ayetten ayrı olarak Kur’an’da iki yerde (4:135 ve 5:8) daha geçmektedir. Her iki ayette de “kavvam” kelimesi, çevirilerde “adaleti ayakta tutan” anlamında kullanılmıştır. Ancak aynı çevirilerde bu ayetteki (4:34) Bu nedenle “kavvam” kelimesine “hakim, yönetici” diye anlam vermeleri düşündürücüdür. Adamlar kadınlar üzerinde kavvamdırlar” ifadesi ile, adamlara (olgun erkeklere), eşleri üzerinde bir zorba veya istediğini yapabilen anlamı çıkarılamaz. Adama, eşinin ve ailesinin gözeticisi olduğu yönündeki görev ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır.

Aynı ayetin içinde bulunan “Allah, insanların bazılarını diğerlerinden daha faziletli kılmıştır ve mallarından infak eder.” İfadesi ile de bu surenin 32’nci ayetinde erkeğe mirastan neden fazla pay verilmiş olduğu açıklanmıştır. Bunlar, kadınların aksine, erkeklerin evlenirken mehir vermeleri, ölen babadan geriye kalan kardeşlerin ve ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olmasıdır.

Ancak bu ayette adamların kavvam olabilmeleri hususu onların, kendi mallarından eşine ve çocuklarına infakta bulunması, yani onların nafakasını (geçimini) sağlaması şartına bağlanmıştır. Bu nedenle, ailesinin geçimini sağlamayan bir kişinin kavvam sayılabileceği sonucu çıkarılamaz.

3 nüşûz kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya geçimsizlik çıkarmasından” gibi anlamlara gelir.  Ancak çevirilerde “sadakatsiz, iffetsiz, şirretlik, itaatsizlik, başkaldırı” olarak yanlış çevriler yapılmakta; fıkıhta da “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” gibi anlamlar verilmektedir. Halbuki burada verdikleri yanlış anlamı hem 4:128 ayetinde “koca” için kullanılmalıdırlar, hem de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.

4 Ayette geçen “Darebe” kelimesi bağlama göre “vurmak, dövmek”, “yola çıkmak”, “örnek vermek”, “ayırmak”, “uzaklaştırmak”, “örtmek”, ve “perdelemek” anlamlarına gelir. Örneğin;

“yeri darp ettiğinizde” (4:101) ifadesi ile “yola çıktığınızda” kastedilmekte. (Benzer kullanımlar için bkz: 2:273; 3:156)

“Üzerlerine alçaklık ve miskinlik darp edildi.” (2:61) ifadesi ile “damgalandılar” kastedilmektedir.

“onu (ölü ineği) darp edin.” (2:73) ifadesiyle “ona vurun, ona dokunun.” kastedilmektedir. (Benzer kullanımlar için bkz: 7:160; 8:12; 26:63; 37:93)

Ayrıca: dövmek (8:50; 47:27), anlatmak (43;57), örnek vermek (13:17; 14:24, 45; 16:75, 76; 16:112; 18:32, 45; 43:58), vaz geçmek (43:5), gençlerin kulaklarını kapamak, tıkamak (18:11), örtmek (24:31), duvar vurmak (örmek) (57:13) ve yolculuğa çıkmak (20:77; 4:94) anlamlarında kullanılmıştır.

Bu nedenle buradaki darb fiilinin de sadece “dayak atmak veya dövmek” anlamına gelmediği, “uzaklaştırmak” anlamına da gelebileceği kanaatine de varılmaktadır. Nitekim 65:1 ayetinde “Açıkça fahşa (çirkin bir iş, büyük günah) yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın; onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendisine haksızlık etmiş olur.” zina durumunda dahi kocanın karısını dövebileceğinden söz edilmiyor ve o zaman boşadığı kadından evi terk etmesinin istenebileceği belirtiliyor.

Bunun böyle olduğu, Nebimiz Muhammed’in uygulamalarından da çıkarılabilir. Çünkü Nebimizin de hanımları ile uzun bir huzursuzluk yaşamış, evi terk etmiş ve 28 gün onlardan ayrı kaldığı rivayet edilmektedir. Bu olayların yaşanmasında hanımları hatalı olmasına rağmen Nebi onları dövmemiş, bunun yerine kendisi evi terk etmeyi tercih etmiş ve eşlerinden ayrı kalma yolunu seçmiş.

Ayrıca hatırlayın! Bu sure kadın haklarını savunuyor ve kadına olan yaygın zulme karşı koyuyor. Dolayısıyla bu surenin ayetlerinin herhangi bir yorumu kadınların lehine olmalıdır.

35. Aralarındaki uzak1 ayrılıktan2 korkarsanız, o zaman erkeğin ve kadının ailelerinden âdil birer hakem gönderin. Uzlaşmak isterlerse; Allah, onların aralarını bulur. Şüphesiz ki Allah, Alim’dir, Habir’dir (Her şeyi bilendir; her şeyden haberdar olandır).

1 “بَع۪يدٍ” (be’iyd), uzak demektir. “Uzak bir ayrılık” da “şiddetli/derin bir ayrılık/kopuş/anlaşmazlık" gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu kökten türemiş 36 sözcük bulunur: 2:176; 3:30; 4:60, 116, 136, 167; 9:42; 11:44, 60, 68, 83, 89, 95 (2 kez); 14:3, 18; 21:101, 109; 22:12, 53; 23:41, 44; 25:12; 27:22; 34:8, 19, 52, 53; 41:44, 52; 42:18; 43:38; 50:3, 27, 31; 70:6.  

2 Bu kelime, temel anlamı “yarmak, çatlatmak, bölmek, ayırmak, parçalamak” olan “ش ق ق” (şin kâf, kâf) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 28 kelime bulunur: 2:74, 137, 176; 4:35, 115; 8:13 (2 kez); 9:42; 11:89; 13:34; 16:7, 27; 19:90; 22:53; 25:25; 28:27; 38:2; 41:52; 47:32; 50:44; 54:1; 55:37; 59:4 (2 kez); 69:16; 80:26 (2  kez); 84:1.

36. Ve Allah’a kulluk edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ebeveyne de ihsanda  bulunun (güzel bir şekilde karşılıkta bulunun)! Akrabaya da yetimlere de miskinlere1 de yakın komşuya da uzak komşuya da yanınızdaki arkadaşınıza da yolda kalmış kimselere de eyman (sözleşme) ile hak sahibi olduğunuz kimselere de (iyilikte bulunun). Şüphesiz ki Allah, kibirlenip böbürlenenleri2 sevmez.

1 Miskin, temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişiye denir. Fakir ise, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.

2 “mukhtalin fehur” ifadesi, “kibirlenip böbürlenen”, “kendini beğenip övünen” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 ayette geçer: 4:36; 31:18 ve 57:23.  

37. Onlar, cimrilik ederler1, başkalarına da cimriliği emrederler. Allah’ın kendilerine verdiği fazlı (lütfu, cömertliği) de gizlerler.2 Kafirler (hakkın üstünü örtenler) için de alçaltıcı bir azap hazırladık.

            1 “بَخَلَ” (bekhâlâ) sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten kaçınmak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2 kez); 4:37 (2 kez); 9:76; 47:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.

2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

38. Bunlar (müşrikler), Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman etmezler (inanıp güvenmezler) ve gösteriş için1 mallarını insanlara infak ederler (yardım ederler, harcarlar). Ve şeytan (aldatan, saptıran) kimin arkadaşı ise, artık ne kötü bir arkadaştır.

1 “riya yapmak, gösteriş yapmak, başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi anlamlara gelen “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş olan “رِئَآءَ” (ri’ae) sözcüğü, “riyakar olanlar, gösteriş yapanlar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.

1 “قَر۪يناً” (kâriyn), “yakın arkadaş”, “yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 4:38 (2 kez); 37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27

39. Allah ve ahiret günü ile iman etselerdi ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi ne olurdu? Ve Allah onları bilendir.

40. Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık etmez. Bir iyilik olursa, (Allah) onu kat kat yapar; katından da Azîm (muazzam) bir ecir1 (karşılık) verir.

1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.

41. (Hesap günü) tüm toplumlardan bir tanık (resul) ile geldiğimizde, seninle de bunlara karşı tanık olarak geldiğimizde o zaman nasıl olacak?

42. Küfreden ve Resul’e isyan eden kimseler, mümkün olsa o gün yer1 ile bir olmak isterler2. Allah’tan bir hadis (söz, haber) de gizleyemezler3.

1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

2 Bu kelime “وَدَّ” (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

3 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110; 24:29; 40:28.

43. Ey iman edenler! Bilinciniz bulanık1 iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar salata (Allah’a yöneliş duasına) yaklaşmayın! Cenabetli2 iken de yıkanıncaya kadar (salata yaklaşmayın). Hastaysanız ya da seferdeyseniz3 veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse ya da kadınlara (cinsel olarak) dokunmuşsanız4 fakat su bulamamışsanız, o zaman tayyib (iyi, güzel, hoş) bir toprağa5 teyemmüm edin (yönelin)6 ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin).7 Şüphesiz ki Allah Afuv’dur, Gafur’dur (Affedendir; Günahları örten ve bağışlayandır).

1 “سكر” (sekr) ifadesi de “sarhoş olmak, bilinci bulanık olmak, şuur bulanıklığı, kendinde olmamak” gibi anlamlara gelir. Bunun İbranice karşılığı da “שְׁכָּ֑ר” (şekâr) ifadesidir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 4:43; 15:72; 16:67; 22:2 (2 kez); 50:19. 

2 Sözlükte “uzaklaşmak” manasına gelen “cenabet” kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî münasebette bulunan veya başka sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan kimsenin durumunu ifade eder.

            3 Arapça’da, ‘örtüyü kaldırmak, açığa çıkarmak’ anlamına gelen س-ف-ر (s-f-r) kökünden türeyen “سَفَر” (sefer) sözcüğü, “yolculuk, seyahat” anlamına gelir.  Aynı kökten gelen “أَسْفَرَ” (asfera) fiili “aydınlandı, açığa çıktı”; “مُّسْفِرَةٌۭ” (musfiratun) sözcüğü “aydınlık, parlayan”; “سَفَرَةٍۢ” (seferatin) sözcüğü ise (yazıcılar, yazan melekler) anlamında kullanılır. س-ف-ر (s-f-r) kökünden türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:184, 185, 283; 4:43; 5:6; 9:42; 18:62; 34:19; 62:5; 74:34; 80:15, 38.

İbranice’deki “סֵפֶר” (sefer) kelimesi “yazılı metin ve kitap”; “סְפָרָה” (sefārah) kelimesi “sınır çizgisi, bölge”; “סְפָר” (sfar) kelimesi ise “sınır, hudut” anlamlarına gelmektedir.

4 Bu ifade Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir deyimdir ve Kur’an’da da bu anlamda kullanılmakta olduğu görülmektedir.

5 “صَعِيد” (sâ'iyd) kelimesinin sözlük anlamı da “toprak”, “düz alan” veya “yüzey” gibi anlamlara gelir. Bunun yanı sıra, kelime “toprak yüzeyi”, “toprak parçası” veya “temiz toprak” anlamlarında da kullanılır. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 4:43; 5:6; 18:8, 40.

6 5:5 ve 6’ncı ayetlerde da tüm vücudun yıkanması (gusül, temizlenme, arınma) ve salat için yıkanmanın (temizlenme, arınma) nasıl yapılacağı anlatılmaktadır. Bu ayette ise, teyemmümün nasıl yapılacağı anlatılmaktadır.

تَيَمَّمُوا” (teyemmemû) ifadesi, kök olarak” “ي م م” (ymm)'den gelir ve genel anlamıyla “bir şeyi kastetmek, yönelmek, amaçlamak” demektir. Bu, bağlamına göre farklı anlamlar kazanabilir. Kur'an'da yer alan “fakat su bulamamışsanız, o zaman tayyib (iyi, güzel, hoş) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin) ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin) şeklindeki ifade ile de su ile temizlenme (yıkanma, arınma) imkanı yoksa toprağa yönelerek onunla temizlenmeyi (arınmayı) ifade etmektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 2:267; 4:43; 5:6.

Bu cümle, aynı sözcüklerle 5:6 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

7 مَسْحًا (mesh) sözcüğü, “silmek, sıvamak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 4:43; 5:6 (2 kez), 38:33.

44. Kitap’tan kendilerine bir pay verilen kimseleri görmedin mi? Sapkınlığı satın alıyorlar, sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.

Ehl-i Kitap’tan bazı Yahudi, Nasrani ve Müslümanların, Yüce Allah’ın gönderdiği Kitaplar ile birlikte birileri tarafından uydurulan  sözleri kaynak göstererek, müminlerin yeniden şirke bulaşmalarını istedikleri görülmektedir. Onların bu isteklerindeki asıl etken ise dindarlıkları veya kendi dinlerini çok sevip onu sahiplenmeleri değil, sadece vahye uymanın onların çıkarlarını zedelemesindendir.

45. Allah da düşmanlarınızı en iyi bilendir. Veli (dost, rehber, koruyup gözeten) olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter.

46. Yahudi olanlardan bazıları kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar.1 Dillerini de eğip bükerek ve dine saldırarak2 “İşittik ve isyan ettik! Dinle, dinlemez olasıca! Ve Râinâ!3 (bize çobanlık et!)” derler. Onlar, “İşittik ve itaat ettik! Dinle! ve Unzurna! (bize bak)” deselerdi, elbette ki onlar için hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, küfürleri (hakkı örtmeleri) nedeniyle onları lanetlemiştir. Bundan dolayı çok azı hariç iman etmezler.

1 Tahrif; gerçeğe aykırı anlam vermek, farklı yorumlara yönelmek demektir. Kelimeleri tahrif etmek; bir çıkar için Allah’ın murâd etmediği bir şekilde kelimelere anlam vermek ve tefsir ederek yapılır. Tahrifat ise; yanlış tercüme ederek, tefsirlerde yanlış yorumlayarak, doğruları söylemeyerek veya sözleri duyumlarla (rivayetlerle) çarpıtarak yapılmaktadır.

Bazı Müslümanlar da benzer tahrifatta bulunmaktadırlar. Örneğin 33:40 ayetinde “Muhammed… Allah’ın Resulüdür ve nebilerin hatemidir (mührüdür, sonuncusudur).” anlamına gelen “muhammedun… resulallah ve hatemen nebiyyin” ifadesini dini söylemlerinde “muhammed, hatemel enbiya-i velmurselin” “Muhammed… nebilerin ve resullerin hatemidir (mührüdür, sonuncusudur).” şeklinde söylerler.

2 “طعن” (te’ane), “dil uzatma, saldırı, karalama, iftira atma” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 4:46; 9:12.

3’Bizi güt, bize çobanlık et!’ demeyin!” olarak çevirdiğimiz “Raina” söylemi, insanların kendilerini güdülecek davar gibi görmemeleri ve “bizi gör, gözet” şeklinde insanlık erdemlerine yakışan bir hitap istemeleri anlamında yorumlanmalıdır. Ancak kimi Müslimler, ayete aykırı olarak halka, raiyye (çoğulu reaya) derler. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 2:104; 4:46.

47. Ey kendilerine kitap verilen kimseler! Bazı yüzleri silerek1 arkalarına döndürmeden2 ya da onları cumartesi3 ashabı (yoldaşları) gibi lanetlemeden4 önce, ellerinizin arasındakini (önünüzdeki kitabı) tasdik edici5 (doğrulayıcı) olarak indirdiğimiz şey (Kur’an) ile iman edin! Allah’ın emri yerine getirilir!

1 “نَّطْمِسَ” (nâtmise) kelimesi, طَمَسَ” (tâmese) kökünden türemiş ve “sileriz”, “yok ederiz”, “örteriz” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 4:47; 10:88; 36:66; 54:37; 77:8.

2 Burada sözü edilen durum, umutları söndürülerek arkalarına baktırılmaları, geçmiş günlerin aranması anlamında bir pişmanlık hâli mecaz olarak ifade edilmektedir.

            3 “ٱلسَّبْتِ” (es-sebt) kelimesi, “سَبَتَ” (sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme günü” “durgunluk günü” gibi anlamlara gelir. Haftanın 7’nci günü olan “sebt”, yani “cumartesi” günü Kur’an’da, 7 kez geçer: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez); 16:124. Kur’an’da, Aynı kökten türemiş 2 sözcük daha geçmektedir: 25:47; 78:9.

4 İsrailoğulları, cumartesi günleri hiçbir işle ilgilenmeyip sadece ibadetle emrolunmuşlardı. Bölgedeki balıklar cumartesi günü (Allah’ın imtihanı olarak) açıktan açığa sürüler halinde kıyıya geliyorlardı. İsrailoğulları balıkların kıyıya akın akın gelmelerine imrenerek hırslarına mağlup olmuşlar, bu yasağı dinlemeyip cumartesi günlerinde de avlanmaya devam etmişlerdi. Böylece ilahi bir emre itibar etmeyip onu çiğnemişler, Cumartesi Yasağını ihlal etmişlerdi. Benzer mesajlar: 2:65, 154; 7:163; 16:124.

5 Tasdik; haberin ve haber verenin doğruluğunu kabul etmektir. Dolayısıyla Kur’an, Tevrat’ın ve İncil’in doğruluğunu onaylamaktadır.  Bu ifade Kur’an’da, musaddikan (doğrulayıcı) ve “musaddikun” (doğrulayanlar) şeklinde toplam 19 kez geçer: 2:41, 89, 91, 97, 101; 3:3, 39, 57, 81; 4:47; 5:46 (iki tane), 48; 6:92; 10:37; 35:31; 46:12, 30; 61;6.  Tasdik ile ilgili açıklama 2:41’de yer alır.

48. Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.1 Bunun dışındakileri (diğer günahları) de istediği kişi için bağışlar. Ve kim Allah’a ortak koşarsa, Azîm (büyük) bir ism2 ile iftira etmiştir.

1 Bu cümle 4:116 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Putperestlik; Allah’ın dışında herhangi bir şeyin size yardımcı olabileceğine inanmaktır. Yüce Allah’ın bağışlamayacağını ilan ettiği tek günah, şirk yani şirk üzere ölmektir. Allah’a ortak koşanlar da kendilerinin Allah’a ortak koşmadığını zannederler (6:22-23).

2 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

49. Şu nefislerini (kendilerini/kendilerinden olanları) temize çıkaranları görmedin mi?1 Hayır! Allah, istediğini temize çıkarır! Onlara bir kıl kadar2 da haksızlık etmez!  

 1 Benzer mesajlar: 24:21; 53:32.

2 “فَتِيلًا” (fetiylên) sözcüğü, bir şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade etmek için kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça” şeklinde çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.

50. Bak, nasıl da Allah’a iftira ediyorlar! Apaçık bir ism (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) olarak bu yeter!

Her iftira, büyük suçtur. Ancak en büyük iftira, Yüce Allah’a yapılandır. Bu konuda benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 7:37; 10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7.

Günümüzde de cemaatler, tarikatlar, çeşitli dini ekoller ile dini siyasete, ticarete ve itibara alet edenler; dini bir geçim kaynağına dönüştürenler, uydurdukları yalanları Allah’a nispet etmeye çalışmaktadır.

51. Kitap’tan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Cipt1 (put, büyü, hurafeler) ve tağut (azgın, zorba)2 ile iman ediyorlar. Küfreden kimseler için de “Bunlar, müminlerden daha doğru yoldadırlar.” diyorlar.

 1 Tağut; Allah’a karşı çıkan, başkalarına tapınılmasını emreden, Allah’ın indirdiği hükümlere karşı çıkan ve insanları saptıran her şeye dedir.

2 Cibt; Put, büyü, büyücülük, batıl inançlar ve hurafeleri kapsar.

52. İşte onlar, Allah’ın lanetlediği kimselerdir. Allah da kime lanet ederse, artık ona bir yardımcı bulamazsın!

53. Yoksa onların mülkten (egemenlikten) bir payı mı varmış? Öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin zerresini (en küçük yardımı) bile vermezlerdi.

54. Yoksa Allah’ın, insanlara fazlından (lütfundan, cömertliğinden) verdiği şeyleri mi haset1 ediyorlar? Oysa İbrahim ailesine de Kitabı ve hikmeti2 vermiştik. Onlara da Azîm (değerli, büyük) bir mülk (güç, servet) vermiştik.

1 Haset: Çekememezlik; bir kimsede olan bir şeyin onda olmayıp, kendinde olmasını veya onun da mahrum kalmasını istemektir. Haset sözcüğü Kur’an’da 5 defa geçer: 2:109; 4:54; 48:15; 113:5 (2 kez).

2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice חָכְמָ֤הhokmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

55. Böylece onlardan bazıları onunla iman etti. Bazıları ise ondan yüz çevirdi. Öylelerine de Cehennemin yakıcı ateşi1 yeter!

1 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

56. Şüphesiz ki ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği örten) kimseleri ateşe yaslarız. Derileri yanıp dökülünce de azabı tatsınlar diye derilerini değiştireceğiz!1 Şüphesiz ki Allah, Aziz, Hakîm olandır (Mutlak güç ve otorite sahibidir, Hikmetle hüküm verendir).

1 İnsan bedeninin en büyük organı deridir. İnsan derisi, üst deri, alt deri ve deri altı dokusu olarak isimlendirilen üç ayrı tabakadan oluşur. Yanıklar deriyi eritir ve bedende büyük acılara yol açar. Deri yanıkları, üç ayrı düzeyde olur. Birinci aşamada yanık, ilk tabakanın yanmasıdır ve büyük acı verir. İkinci aşamada yanık, ikinci tabakanın da yanmasıdır ve acı daha büyük olarak devam eder. Son tabakaya değin ulaşan üçüncü aşama yanıkta ise sinirlerin duyarlılığı artık yok olduğu için acı duygusu da yok olmuştur. Ayette bildirildiği biçimde, deriler sürekli yenilenerek yanarsa, birinci ve ikinci aşama yanıklar hiç sona ermez; acı büyük ve sürekli olur. Deribilimi, bu bilgileri ancak yakın geçmişte edinebilmiştir.

57. İman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri de altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi kalacaklar.1 Onlar için orada mutahhar (tertemiz) eşler vardır. Onları serin bir gölgeye de yerleştireceğiz.

1 Bu ifadeler aynı sözcüklerle 4:122’de de tekrarlanmaktadır.

58. Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi size emreder. Şüphesiz ki Allah, onunla size ne güzel1 vaaz ediyor (öğüt veriyor, uyarıyor)! Şüphesiz ki Allah Semi’dir, Basir’dir (İşitendir, Görendir).

1 “نِعْمَ” kelimesi de, “güzel” veya “iyi” anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve bu da genellikle “sürü hayvanları” için kullanılır. “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

59. Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir şey hakkında da anlaşmazlığa düşerseniz, Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile de iman ediyorsanız, o zaman onu Allah’a ve Resulüne götürün. Hayırlı ve netice bakımından ahsen (daha iyi, daha güzel) olan budur.

Bir konuyu Yüce Allah’a götürmek demek onu Kur’an’a arz etmek demektir. Elçi’ye götürmek de aynı şeydir. Çünkü 4:105’te Kur’an’ın Muhammed’e indiriliş amacı, Allah’ın kitabında kendisine gösterdiği şekilde insanlar arasında hüküm vermesi olarak belirlenmiştir. Bu arada konu Muhammed’in hakem tayin edilmesinden söz edilen 4:65 ayetiyle de ilişkilendirilmelidir. Hem 4:65’te hem de bu ayette Muhammed’in hakemliğine dikkat çekilmekte, 4:105’te ise bunun ne anlama geldiği açıklanmaktadır. 6:114’te ise bütün bu bilgiler toparlanmakta ve asıl hakemin Yüce Allah olduğu, O’ndan başka hakem aranmaması gerektiği ifade edilmektedir.

60. Sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat ve İncil) ile de iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağutla (azgın, zorba aracılığıyla) yargılanmak istiyorlar. Oysa onlara, onu küfretmeleri (örtmeleri) emredilmişti. Şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor.

            Tağut ve tuğyan ile ilgili açıklama 2:15’te yer alır. Münafıkların, Nebimiz Muhammed önünde muhakameleşmek istememelerinin nedeni; onun adaletli davranacağının farkında olmaları, tarafgirlik yapmaması, rüşvet almaması, adam kayırmaması ve hassasiyet gerektiren bir duyarlılıkla hareket edeceğini bilmeleridir. Bunu bildikleri için de ondan iyice uzaklaştıkları belirtilmektedir.

61. Onlara “Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin.” denildiği zaman da münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet gelince de sana gelerek ‘Sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istedik.’ diye nasıl da Allah ile (O’nun adıyla) yemin ederler.

63. İşte onların kalplerinde olanı Allah bilir. O halde onlara aldırma ve onlara vaaz et (öğüt ver, uyar)! Ve onların içlerine işleyecek etkili söz söyle.

Bu ayet, Kur’an’ı ulaştırmanın ve bildirirken etkili konuşmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

64. Her resulü, Allah’ın izniyle, kendisine itaat edilmesi dışında bir amaçla göndermedik. Onlar nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmettiklerinde sana gelselerdi, resul de onlar için istiğfar etseydi, elbette ki Allah’ı Tevvâber-Rahîm (İstiğfar eden kuluna tekrar yönelen merhametli) bulurlardı.1

1 Tevrat’ta da benzer şekilde günahkarların elçiye gelmeleri, elçinin de onların suçları için bağışlanma dilemesi emredilmektedir: “… Böylece Harun, İsrailoğullarının takdis ettikleri bütün armağanların (hediye ve kurbanların) içerdiği suçları için istiğfar etsin.” (Levililer, 28:38)

65. Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça ve senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş (inanmış, güvenmiş) olmazlar!

66. Biz, onlara nefislerini (kendilerinden olanları) katletmeleri veya yurtlarından çıkarmalarını yazsaydık (farz kılsaydık), içlerinden çok azı hariç, bunu yapmazlardı.  Kendilerine vaaz edileni (verilen öğüdü, yapılan uyarıyı) yapsalardı elbette ki kendileri için hayırlı olurdu ve (imanları) daha sağlam olurdu.

67. İşte o zaman onlara da katımızdan Azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verirdik,

68. Ve onları sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) erdirirdik.

69. Ve kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse; işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar (doğruyu tasdik edenler), şehitler (tanıklar) ve sâlihlerle (erdemli ve dürüst kimselerle) beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır!

“Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

Bu ayet, Fâtiha Suresinin 7’nci ayetindeki “nimet verilenler” mesajının açılımıdır.

70. Bu, Allah’tan bir fazldır (nimettir, lütuftur ve rahmettir). Her şeyi bilen olarak da Allah yeter.

71. Ey iman edenler! Önleminizi alın1 ve böyle harekete geçin (sefere çıkın)! Ya bölük bölük ya da topluca harekete geçin (sefere çıkın)!

1 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan, tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

72. Şüphesiz ki içinizden (bu konuda) ağır davrananlar vardır. Size bir musibet isabet ederse, muhakkak “Allah bana nimet verdi de onlarla birlikte (orada) hazır bulunmadım!” der.

Aslında kardeşlerini yalnız bıraktıkları ve muhtemelen bu davranışları yüzünden Müslimlerin başına sıkıntı geldiği için üzülecekleri yerde sevinen bu tipler, gerçek anlamda kalplerine iman yerleşmemiş kişiler olmalıdır. Zira bu gibiler hakkında 3:154, 156 ve 168’de geniş sayılabilecek bilgiler verilmekte ve Uhud’da savaşa katılmadıkları, katılanları da kınadıkları ve “savaşa katılmasalardı öldürülmezlerdi” şeklinde sözler söyledikleri ifade edilmektedir.

73. Size, Allah’tan bir fazl (lütuf, cömertlik) erişirse, o zaman sanki sizinle kendisi arasında bir yakınlık yokmuş gibi “Keşke1 ben de onlarla birlikte olsaydım da Azîm (değerli) bir başarı elde etseydim!” der.

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

74. O halde dünya hayatına karşılık Ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır ve katledilirse ya da galip gelirse, o zaman yakında ona Azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.

Dünyalık çıkarlar için başka dinlerin, mezheplerin veya milletlerin mensuplarına Allah’ın adını anarak saldırmak “Allah yolunda savaşmak” değildir. Kur’an’ın onayladığı savaş, saldırıya ve zulme karşı kendini ve toplumu savunma amacıyla yapılan savaştır.

75. Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar ve bize tarafından bir veli1 (dost, rehber, koruyup gözeten) ver! Katından da bize bir yardımcı ver!” diyen mustazaf (ezilmiş, baskı altında olan) adamlar, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?2

1 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 Bu ayet, Müslimlerin sadece kendi dindaşlarına değil, zulüm gören herkese yardım etmeleri gerektiği hükmünü içermektedir. Allah yolunda, O’nun davası için zalimlerle mücadele edilmesini de dahası zayıf düşürülmüş insanlar için de savaşılmasını hükme bağlamıştır.

76. İman eden kimseler Allah yolunda savaşırlar. Küfreden kimseler de tağut (azgın, zorba) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın (aldatanın, saptıranın) evliyası (yoldaşı, gözeticisi, kılavuzu) ile savaşın! Şeytanın hilesi zayıftır.

77. “Ellerinizi çekin (kimseye dokunmayın) ve salatı (Allah’a yöneliş duasını, elçiye ve müminlere yardımı, onlara destek olmayı) doğru ve istikrarlı yapın, zekâtı da verin.” denilen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş yazıldığı (emredildiği) zaman, içlerinden bir grup, Allah’ın haşyeti (Allah’a duyulan bilinçli bir derin saygı ve korku) gibi, hatta daha şiddetli bir haşyet ile insanlara haşyet duymaya başladılar ve dediler ki: “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın! Keşke yakın bir süreye kadar bize savaşı erteleseydin!” De ki: “Dünya metaı (dünyada faydalanılan şeyler) azdır, muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar) için ise ahiret daha hayırlıdır. Onlara bir kıl kadar1 da haksızlık edilmez.

1 “فَتِيلًا” (fetiylên) sözcüğü, bir şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade etmek için kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça” şeklinde çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.

78. Nerede olursanız olun, sağlam ve yüksek yapılarda1 da olsanız ölüm sizi bulacak! Onlara bir hasene (iyi, güzel şey) isabet ederse, o zaman “Bu, Allah’tandır.” derler. Onlara bir seyyie2 isabet ederse, o zaman da “Bu, sendendir!” derler. De ki: “Her şey Allah’tandır.” O halde bu topluluğa ne oluyor da söylenen bir hadisi (sözü) anlamaya çalışmıyorlar!3

1 “مَّشِيدٍ” (meşiyd) kelimesi “yüksek ve sağlam yapı”, “sağlam” gibi anlamlara gelir.  Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçmektedir: 4:78; 22:45.

2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

3 Kötü şeyler kendi eylemlerimizin sonuçlarıdır (42:30, 64:11), bununla birlikte her şeyi yapan Allah’tır (8:17). Allah, ateşi bize hizmet etmesi için yarattı ancak parmağını ona sokmaya karar verebilirsin. Böylece kendimize zarar veririz. Parmağını ateşe sokman durumunda yanması Allah’ın yasasıdır.

79. Sana isabet eden her hasene (iyi, güzel şey) Allah’tandır. Sana isabet eden her seyyie ise kendi nefsindendir. Seni de insanlara bir resul olarak gönderdik. Şehit (tanık) olarak da Allah yeter.

 Muhammed’e herhangi bir nebilik kanıtı (mucize) verilmedi. Ancak kendisi için “Şehit (tanık) olarak Allah yeter” ifadesi kullanılmıştır (29:51-52). Muhammed’in sayısal değeri 92’dir ve 92 + 79 = 171 = 19x9’dur

80. Kim elçiye itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur.1 Kim de yüz çevirirse, artık seni onlara bir hafız (korucu, bekçi) olarak göndermedik!

1 Resul’e itaat ile ilgili açıklama 4:59 ayetinde yer alır.

81. Ve “İtaat (ediyoruz)!” derler. Yanından çıktıklarında ise içlerinden bir kısmı senin söylediklerinin tersini planlarlar. Allah da onların geceleyin gizlice kurdukları planları yazmaktadır. O halde onlara aldırma ve Allah’a tevekkül et (O’na güven, O’na dayan). Vekil (Müminleri koruyan, temsilci, emanetçi) olarak Allah yeter.

82. Hâlâ Kur’an’ı derinlemesine düşünmüyorlar1 mı?2 Allah’tan değil de başkasından olsaydı, onda birçok ihtilaf (çelişki) bulurlardı.2

1 “اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ” (efele tedebberuvn) ifadesi hem Kur’an üzerinde tefekkür etmeleri hem de anlamları üzerinde yoğunlaşmaları gerektiğine dair bir çağrıdır. “تَدَبُّر” kelimesi, bir şeyin derinlemesine düşünülmesi ve onun anlamına vakıf olunması anlamına gelir. Benzer mesaj: 4:82; 23:68; 38:29; 47:24.

2 Kur’an, mucizeler yoluyla bilim adamlarına ufuk açar. Örneğin, madde ışık hızında nakledilebilir (27:38-40), koku uzaklara yayımlanabilir (12:94), hayvanlarla iletişim kurulabilir (27:16-17), belli koşullarda uyumak metabolizmayı yavaşlatabilir ve ömrü uzatabilir (18:25), körler görme duyularına kavuşabilir, ölüler diriltilebilir (3:49).

3 Bu ayet, Kur’an’da çelişki olmadığının delilidir.

83. Ne zaman onlara güvenlik ya da korkuyla ilgili bir emir (haber) ulaşsa, hemen onu yayarlar. Oysa onu Resul’e veya aralarındaki emir sahiplerine (ulu’l-emre, yetkililere) iletmiş olsalardı,1 içlerinden, onu anlamaya ehil olanlar onu kesinlikle bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç şeytana uymuş olurdunuz!

1 Bu ifade ile ilgili açıklama 4:59 ayetinde yer alır.

84. O halde Allah yolunda savaş!1 Kendinden başkasına kefil değilsin! Müminleri de teşvik et. Belki Allah da küfreden kimselerin verdiği sıkıntıyı2 böylece önler. Allah’ın verdiği sıkıntı ise daha şiddetlidir! Cezalandırması da daha çetindir!3

1 Bu emir, 2:190-193, 4:88-91, 9:5, 22:39-40 ve 60:7-9 gibi ayetlerde de belirtildiği gibi açılan bir savaşa karşı savunma içerikli bir çağrıdır; saldırmak demek değildir.

            2 “بَأْس” (be’s), “belâ, musibet, saldırganlık, zarar, sıkıntı, savaş, mücadele” anlamlarına gelir.

            3 “نَكَالَ” (nâkale) sözcüğü, Arapça'da bir çeşit uyarıcı cezayı, uyarıyı veya ibreti ifade eden bir kelimedir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:66; 4:84; 5:38; 73:12; 79:25.

85. Kim bir haseneye (iyi, güzel, doğru bir işe) şefaat (aracılık) ederse, onun o işten bir payı vardır. Kim de seyyieye (kötülük, sıkıntı, zarar) şefaat (aracılık) ederse, onun da ondan bir payı vardır. Allah da Mukit’tir (her şeyi gözetip karşılığını verendir)1.

            1 “Mukit” (مُّقِيت), “her şeyi gözetip karşılığını veren” demektir. Bu ifade Kur’an’da sadece bu ayette geçer.

86. Güzel bir selâm ile selamlanırsanız, o zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya onu (aynısıyla) iade edin! Şüphesiz ki Allah her şeyi hesaplayandır.

Selam vermenin de almanın da dinî bir gereklilik olduğu ve ne kadar önemli olduğu bu ayette dile getirilmektedir. İnsanlara selam verilmesi gerektiği, 4:94, 25:63 ve 28:55’te de bildirilmiştir.

Ayrıca selam, barış anlamına da geldiği için bu ayet “Size barış teklif edildiğinde, siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin” şeklinde bir mesaj da içermektedir.

87. Allah, O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur. Onda kuşku bulunmayan Kıyamet Gününde sizi bir araya toplayacaktır. Allah’tan daha doğru söz söyleyen (hadis eden) de kimdir?

88. O halde size ne oluyor da yaptıkları işlerden dolayı Allah’ın baş aşağı ettiği münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah’ın saptırdığına mı hidayet (kılavuzluk) etmek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseler için artık bir (çıkar) yol bulamazsın!

Bu ayeti anlayabilmek için Medine’ye hicret etmeyen Müslimlerin neden münafık olarak ilân edildikleri iyice anlaşılmalıdır. Aksi takdirde hem bu pasaj ve hem de Kur’an’daki benzer pasajlar iyi anlaşılamaz. Nebimiz Muhammed, Medine’ye hicret ettikten sonra, orada müminler için güvenli bir ortam meydana getirildiğinde, herhangi bir beldede ezilen ve İslâmî emirleri tam anlamıyla yerine getiremeyen tüm Müslimlerin Medine’ye, yani İslâm Yurduna hicret etmeleri konusunda genel bir çağrı yapıldı. Bunun sonucunda hicret etme imkânına sahip olan, fakat yurtlarını, akrabalarını çıkarlarını İslâm’dan çok sevdikleri için hicret etmeyenler münafık olarak ilân edildiler. Sadece gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyen ve bu konuda sıkı tedbirlerle engellenen kimseler bu surenin 97’nci ayetinde mustazaf olarak tanımlandı.

89. Kendileri küfre saptıkları gibi sizin de küfre sapmanızı arzularlar, ki böylece onlarla eşit olasınız. O halde onlar da Allah yolunda hicret edinceye kadar sakın onlardan evliya (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) edinmeyin. Dönerlerse, o zaman onları yakalayın ve bulduğunuz yerde katledin! Onlardan veli (dost, rehber, koruyup gözeten) de yardımcı da edinmeyin!1

Müslimlere karşı kâfirlerle iş birliği yapan münafıklara karşı dikkatli olunması tavsiye ediliyor. Savaş ile ilgili temel kurallar 60:8-9’da belirtilmiştir.

90. Sizinle antlaşma yapmış olan bir topluluğa sığınan kimseler hariç! Sizinle savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler ya da kendi toplumlarıyla savaşanlar da (hariçtir). Allah isteseydi, onları da size musallat ederdi.1 Böylece sizinle savaşırlardı. O halde sizden uzak dururlarsa ve sizinle savaşmazlarsa ve size selam (esenlik, barış, huzur) önerirlerse,2 o zaman Allah size onların aleyhine bir yol vermemiştir.

            1 “يُسَلِّطُ” (yusallitu) fiili, “hükmetmek”, “yönetmek”, zorla yönlendirmek”, “musallat etmek”, “üstün kılmak”, “başına getirmek” veya “zorlamak” gibi anlamlara gelir. Bu fiil, “سَلَّطَ” (sallata) kökünden türetilmiştir ve bir şeyin ya da birinin üzerine bir başka şeyin veya olayın güç ya da etki ile gelmesini ifade etmektedir. Kur’an’da “sallata” kökünden türemiş 2 sözcük geçmektedir: 4:90; 59:6.

2 “selem” teslim olmak, esenlik ve huzur istemek anlamlarına gelir. Bu ifade 4 yerde (4:90, 91; 16:28, 87) geçmektedir.

91. Sizden de kendi toplumlarından da güvende olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Ne zaman fitneye1 çekilseler, içine baş aşağı dalarlar. Sizden uzak durmazlarsa ve size selamet (esenlik, barış, huzur) dilemezlerse ve ellerini (sizden) çekmezlerse, o zaman onları yakalayın ve bulduğunuz yerde onları katledin! İşte onlara karşı size apaçık bir sultan (güçlü bir delil, güç, yetki) verdik.

1 “فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir. Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul anlamına gelir. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193, 217; 3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48, 49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131; 21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162; 38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17; 74:31; 85:10.

92. Bir mümin, bir mümini katletmez! Ancak yanlışlıkla (öldürebilir)!1 Kim de bir mümini yanlışlıkla öldürürse, o zaman mümin bir rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmalıdır!2 (Ölenin) ailesine de diyet (bedel) teslim etmelidir Ancak (ölenin varisleri) tasaddukta bulunursa (katili bağışlarlarsa) o zaman başka. (Öldürülen) mümin, düşmanınız olan bir topluluktan ise, o zaman mümin bir rakabeyi özgürlüğüne kavuşturacak! Sizinle antlaşmalı bir topluluğa mensupsa, o zaman ailesine bir diyet verecek ve Müslim bir rakabeyi azat edecek. Bunları bulamayan (durumu olmayan) kimse, tevbesinin Allah tarafından kabul edilmesi için aralıksız iki ay savm edecek (oruç tutacak). Ve Allah, Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).

            1 Arapça’da “suç” anlamına gelen “خطأ” “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. Ancak bu ayetteki “خَطَـٔاًۚ” “hataen” sözcüğü ise “yanlışlıkla” demektir. “hata” sözcüğünden türemiş sözcükler Kur’an’da 21 kez geçer: 2:58, 81, 286; 4:92 (2 kez), 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12 (2 kez); 33:5; 69:9, 37; 71:25; 96:16.

2 Rakabe: Boyunduruk altında olan, esir, tutsak, borç batağına düşen, borç nedeniyle başkalarına hizmet etmek zorunda bırakılan gibi anlamlara gelmektedir ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.

Rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir husustur.

93. Kim de, bir mümini kasten1 katlederse, o zaman onun cezası (karşılığı) içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir (öfkelenmiştir) ve ona lanet etmiştir. Onun için azîm (muazzam) bir azap da hazırlamıştır.2

            1 “مُتَعَمِّداً” (muteammiden), kasten demektir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 4:93; 5:95.

2 Kasten bir mümini öldürmenin dünyadaki karşılığının duruma göre ya kısas ya da diyet olduğu 2:178’de dile getirilmektedir.

94. Ey iman edenler! Allah yolunda darp ettiğiniz1 zaman (savaşa veya yolculuğa çıktığınız zaman) iyice araştırın ve öğrenin. Ve size selam verene (barış teklif edene), dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek “Sen mümin değilsin!” demeyin.1 Çünkü Allah’ın yanında bol bol ganimetler vardır. Siz de daha önce böyleydiniz, Allah da size lütufta bulundu. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.2

1“Darebe” ve darp etmek ile ilgili açıklama, bu surenin 34. ayetinde yer alır.

2 Bu ayet, Allah yolunda yapılan seyahat veya savaş yolculuklarında karşılaşılan ve selam veren insanların yüzüne düşman veya kafir denilmemesi gerektiğini hükme bağlamaktadır.

95. Sıkıntıda1 olanlar dışında yerlerinde oturanlarla mallarıyla ve kendi canlarıyla Allah yolunda cihad2 edenler (mücadele eden, gayret gösterenler) eşit olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldı. Allah, hepsine hüsna (daha güzel, daha iyi) olanı da vadetti. Allah, mücahitleri oturanlardan azim (yüce) bir ecir (karşılık) ile faziletli de kıldı.

1 Bu ifade, temel anlamı “Zarar vermek, sıkıntıya sokmak, darlık içinde bırakmak” olan “ض - ر – ر” (ḍ, r, r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 71 kez geçer: 2:102 (2 kez), 126, 173, 177, 214, 231, 233, 282; 3:111, 120, 134, 144, 176, 177; 4:12, 95, 113; 5:3, 42, 76, 105; 6:42, 71, 119, 145; 7:94, 95, 188; 9:39, 107; 10:12 (3 kez), 18, 21, 49, 106, 107; 11:10, 57; 12:88; 13:16; 16:53, 54, 115; 17:56, 67; 20:89; 21:66, 83, 84; 22:12, 13; 23:75; 25:3, 55; 26:78; 27;62; 30:33; 31:24; 34:42; 36:23; 39:8, 38, 49; 41:50; 47:32; 48:11; 58:10; 65:6; 72:21.  

2 “Cihad” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler” ifadesini de sürekli “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital” kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir.

96. Kendi katından da mağfiret ve rahmet vardır. Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları örten ve bağışlayandır, Merhametlidir).

97. Şüphesiz ki melekler kendi nefislerine (kendilerine, kendilerinden olanlara) zulmeden kimseleri vefat ettirdiklerinde onlara “Neredeydiniz?” dediler.1 Dediler ki: “Bizler, arḍda (yaşadığımız yerde) mustazaflar (ezilmiş, baskı altında olanlar) idik.(Melekler) dediler ki: “Allah’ın arḍı (yeryüzü) geniş değil miydi? O zaman hicret etseydiniz ya!” Onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir.2

1 Ölüm melekleriyle ilgili benzer kullanımlar için bakınız: 6:61, 93; 7:37; 8:50; 16:28, 32; 47:27.

2 Zulüm diyarında kalmayı tercih eden ve direnmeyerek kendi nefislerine zulmü reva gören bu kişilerin, yaşadıkları yerde baskı altında, çaresiz, itilip kakılan, aciz bir halde bulunduklarını söyleyecekleri veya söyledikleri ifade edilmektedir. İlk etapta makul gibi görülen bu cevabın, aslında geçerli olmadığı bir sonraki ayette açıkça dile getirilmektedir.

98. Çaresiz kalan ve (hicret için) yol bulamayan adamlardan, kadınlardan ve çocuklardan olan mustazaflar hariç.

99. Allah, işte onları belki affeder! Allah Afuv’dur, Gafur’dur (Günahları affedendir, Günahları örten ve bağışlayandır).

100. Kime Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Allah’a ve resulüne hicret etmek niyetiyle evinden çıkan sonra da ölen kimsenin ecri (yaptıklarının karşılığı) Allah katındadır. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

101. Yeryüzünü darp ettiğiniz1 zaman da (savaşa veya yolculuğa çıktığınızda) küfreden kimselerin size kötülük etmelerinden korkarsanız, salatı (Allah’a yöneliş duasını) kısaltmanızda2 bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Şüphesiz ki kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.3

            1 “Darebe” ve darp etmek ile ilgili açıklama 34. ayette yer alır.

            2 “الْقَصْرِ” (el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”, “sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10; 37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.

3 Bu ayet yolculuklarında düşman tarafından gelebilecek bir ölüm tehlikesi varsa Allah’a yöneliş duasının kısaltılabileceği ruhsatını içermektedir. Böyle bir ölüm tehlikesinin bulunmadığı yolculuklarda, Yönelme duaları kısaltılmamalı ve tam kılınmalıdır. Diğer yolculuklarda, üstelik bir düşman saldırısı tehlikesi de yokken Yönelme dualarının zorunlu olarak kısaltılması ve bunun Allah’ın bir ikramı olduğu yolundaki iddialar bu ayete aykırıdır.

102. Aralarında bulunduğunda, onları salatı (Allah’a yöneliş duasını) kaldırdığın zaman, onlardan bir grup silahlarını alıp (kuşanıp) seninle beraber (salata) dursunlar. Secde ettiklerinde de diğerleri arkanızda ayakta dursunlar. Bu kez de salat etmeyen diğer grup gelsin ve seninle birlikte salat etsin! Önlemlerini de alsınlar, silahlarını da (yanlarına) alsınlar. Küfreden kimseler, silahlarınızdan ve emtianızdan1 gafil (habersiz) olmanızı ve size aniden baskın yapmayı arzularlar2!3 Yağmurdan zarar görürseniz ya da hastalanırsanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Önleminizi de alın! Şüphesiz ki Allah, kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.4

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Emtia da bir maliyetle elde edilen ve ekonomik değeri olan eşyalar, değerli madenler ve tahıl ürünleri gibi her türlü malı kapsar.

2 Bu kelime “وَدَّ” (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

3 Burada savaştaki bir çarpışma anından değil, bir savaş döneminden ve savaş hazırlığı sürecinden söz edilmektedir.

4 Bu ayetin ana mesajı, Allah’a yöneliş duasının önemidir. Çünkü bu ayet, cephedeyken bile salatın (yönelme dualarının) terk edilemeyeceğini, tek secdeli ve tek rekatlı olsa bile salatın mutlaka yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu ve önceki ayette, sefer ve savaş ortamında salatın nasıl yapılacağı detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.

103. Salatı tamamlarsanız, o zaman ayakta da otururken de yanınız üzere iken de Allah’ı zikredin (anın).1 Güvene kavuşursanız, o zaman da salatı doğru ve istikrarlı yapın. Kuşkusuz ki salat, vakitleri belirlenmiş olarak müminlere yazıldı (farz kılındı).2

1 Günün çoğunda zihninizi kim veya ne meşgul ediyorsa sizin ilahınız (sizin için Yüce olan) odur. Yüce Allah’ın krallığına ait olmak ve O’nun lütuf ve korumasından yararlanmak için Kur’an bizi şuna teşvik eder: “Yüce Allah’ı “her zaman” hatırlayın” (2:152, 200, 3:191, 33:41-42). Bu derin hakikat, Allah ile iman edenlerin “çoğunun” Cehenneme gideceğini söyleyen birçok ayeti açıklamaktadır (3:191; 12:106; 23:84-89; 29:61-63; 31:25; 39:38; 43:87)

2 Bu cümlede salat için belirlenmiş vakitlerin olduğu açıkça belirtilmektedir. Salatın vakitlerinin (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı) şu ayetlerde farklı şekillerde belirtilmiştir: 2/238; 11/114; 17:78; 20:130; 24/58; 30:17,18; 50:39,40.

Ayrıca elçiler aracılığıyla da salat vakitleri ve rekat sayıları açıklanmıştır. Elçilerden bize ulaşan bilgiler, Kur’an’daki 19 kodlu matematiksel sistemle de uyumludur. Şöyle ki;

* 5 vakit salatın farz olan rekat sayısı yan yana yazıldığında 19’a tam bölünebilen bir sayı ele edilmektedir: 24434 ÷ 19 = 1286.

 

* 5 vakit salatın farz olan rekat sayısı ile Cuma salatının rekat sayısının toplamı da yine 19’dur: 2 (Fecr/sabah) + 4 (öğle) + 4 (ikindi + 3 (akşam) + 4 (yatsı) + 2 (Cuma) = 19 rekat.

104. O (düşman) topluluğu takip etmekte de gevşeklik göstermeyin! Siz acı çekiyorsanız, bil ki onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. (Üstelik) onların ummadıkları şeyi de Allah’tan bekliyorsunuz.1 Allah da Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir, hikmetle hükmedendir).

            1 “De ki: “Bize iki haseneden (güzellikten; zafer ya da Allah yolunda ölümden) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Biz ise Allah’ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Öyleyse bekleyin, biz de sizinle bekleyenlerdeniz.” (9:52)

105. Şüphesiz ki sana Kitabı (Kur’an’ı) bir hak (amaç) ile indirdik ki Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin. Ve hainlerin savunucusu1 olma!2

1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَم” (khâsâm) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. “خَصِيمًۭا” (khasiymen) ise “bir savunucu, çekişen, tartışmacı, dava vekili” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

2 Bu ayetlerin çoğunun, Tume İbn Ubeyrık hakkında indirildiği konusunda görüşler vardır. Rivayetlere göre Tume bir zırh çalmış. Zırh kendisinden istenince de bu hırsızlığı Yahudilerden birinin üzerine atıyor. Onunla o Yahudi’nin ailesi arasında davalaşma iyice kızışınca münafık Tume’nin aşireti Muhammed’e gelerek, bu dava konusunda kendilerine yardım etmesini ve bu hırsızlığı o Yahudi’nin yaptığına hükmetmesini istemişler. Muhammed de onların sözüne güvenerek bunu yapmak üzere iken bu ayetin nazil olmuş.

Bu ayet 4:65, 6:114, 16:44 ve 64 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Verilmek istenen mesaj açıktır; Elçi de diğer insanlar da hüküm verirken Kur’an ile hüküm vermelidir. Çünkü vahyin indiriliş amacı, hayatın Yüce Allah’ın gösterdiği şekilde yaşanmasıdır.

106. Ve Allah’a istiğfar et!1 Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).1

Muhammed’in de bir beşer olması itibariyle hata işleyebileceği, bu yüzden de bağışlanma dileğinde bulunması gerektiğiyle ilgili olan bu mesaj, 9:43, 33:37, 47:19, 48:2, 66:1, 80:1-10 ve 110:3 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

107. Kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) ihanet edenler için de mücadele etme! Şüphesiz ki Allah, hainleri ve âsiymleri (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye sahip olanları) sevmez.

1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1. 

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

108. İnsanlardan gizliyorlar1 ancak Allah’tan gizleyemezler1. O, geceleyin, razı olmadığı sözü (planı) kurarlarken de onlarla beraberdir! Allah, yapmakta olduklarınızı da kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).

1 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.

109. İşte sizler, dünya hayatında onlar için mücadele ettiniz. Peki kıyamet günü kim onlar için Allah’a karşı mücadele edecek? Ya da kim onlara vekil (onları koruyan, temsilci, emanetçi) olacak?

110. Kim bir kötülük1 işler veya nefsine (içlerinden birine) haksızlık ederse, sonra da Allah’a istiğfar ederse; Allah’ı Gafur, Rahim (Günahları Örten ve Bağışlayan, Merhametli) bulur.

            1 Sû ile ilgili açıklama 2:49’da yer alır.

111. Kim de bir ism1 elde ederse, o zaman bil ki onu ancak kendi aleyhine elde etmiş olur. Allah da Alim’dir, Hakîm’dir. (Her şeyi bilen, Hikmetle hüküm verendir)

1 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

112. Kim de hata (suç)1 ya da ism işlerse, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa2, o zaman bühtan etmiş (itham etmiş, karalamış) ve apaçık bir ism yüklenmiş olur.

            1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)

2 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak” anlamına gelen “ر-م-ي” (r-m-y) kökünden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.

113. Allah’ın da sana fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar, nefislerinden (kendilerinden olanlardan) başkasını saptıramazlar, sana da zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti (yargıda bulunma yeteneği, bilgelik) indirdi. Sana bilmediğin şeyleri de öğretti. Allah’ın sana olan fazlı (lütfu, cömertliği) da azimydir (muazzamdır).

114. Gizli konuşmalarının1 çoğunda hayır yoktur. Ancak, sadaka vermeyi2 veya maruf olanı (vahye uygun, meşru olanı) veya insanların arasını düzeltmeyi emredenler hariç. Kim, Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, o zaman ona yakında Azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.

1 “نجو” (necva) sözcüğü “özel konuşmak, fısıldaşmak veya gizli görüşmek” gizli anlamlara gelmektedir. Konunun gizli toplantı yapılması şeklindeki kullanımı müşriklerle ilgili olarak 17:47’de, firavunla ilgili olan ise 20:62’de yer alır. Yüce Allah bu türden gizli toplantıların büyük çoğunluğunda hiçbir hayrın bulunmadığını 4:114’te dile getirmektedir. “نجو” (necva) sözcüğü, Kur’an’da 13 ayette geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52; 20:62; 43:80; 58:7, 8, 9, 10, 12, 13. 

2 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakāt), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik, doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir görüş daha bulunmaktadır. Sadaka sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 defa (2:196, 263, 264, 271, 276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104; 33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12) geçmektedir. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf 9:60’ta belirtilmektedir.

Nikâh akdi kendisi ile tamamlanan mehir için kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı kökten türemiştir.

115. Kim de kendisine hidayet (kılavuz) belli olduktan sonra Resul ile ayrılığa düşer ve müminlerin yolundan başkasına tabi olursa, bilin ki artık onu döndüğü1 yöne döndürürüz1 ve onu cehenneme yaslarız.  Ne kötü bir varış yeridir.

1 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya “sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97 kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177, 205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49, 92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.   

116. Şüphesiz ki Allah, kendisiyle ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan (diğer günahları) da istediği kimseyi bağışlar.1 Kim, Allah’a şirk koşarsa, o zaman uzak bir sapkınlığa sapmıştır.2

            1 Bu cümle 4:48 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

2 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.    

117. O’nun (Allah’ın) dışında ancak dişilere1 (putlara) dua ediyorlar. Ve ancak azgın bir şeytana (saptırana) dua ediyorlar.

1 Lat, Uzza, Menat gibi dişi putlara. Benzer mesaj: 53:19-23

118. Allah, onu (şeytanı) lanetledi. (Şeytan da) dedi ki: “Andolsun ki kullarından belli bir pay alacağım.

İnsanların büyük kısmının zaten iman etmeyeceğini Allah, 12:103 ayetinde “Ve Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu asla iman edecek değildir.” şeklinde belirtmektedir. İman ettiğini söyleyenlerin çoğunun da müşrik olduğu 12:106 ayetinde belirtmektedir.

119. Ve onları mutlaka saptıracağım ve onları arzularıyla1 boğacağım ve onlara fısıldayarak emredeceğim. Böylece hayvanların2 kulaklarını kesecekler!3 Ve onlara emredeceğim, böylece Allah’ın yaratışını da değiştirecekler.4Kim, Allah’ın dışında şeytanı (aldatanı, saptıranı) veli (yoldaş, gözeten) edinirse, artık o apaçık hüsrana uğramıştır.

1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş  toplam 17 kelime geçer: 2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24; 57:14; 62:6, 7.

2 “نِعْمَ” kelimesi de, “güzel” veya “iyi” anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32;

3 “فَلَيُبَتِّكُنَّ” (feleyubettikunne) fiilinin kökü olan “بَتَّكَ” (betteke) kelimesi, temel anlamda “kesmek, koparmak, parçalamak” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da sadece burada geçer.

4 Bu ayette, Allah’ın yaratma sistemine ve yarattığı şeylere sebepsiz ya da olumsuz yere müdahale etmenin şeytan kaynaklı bir işlem olduğuna ve bu türden uygulamalardan kaçınmak gerektiğine dair bilgi verilmektedir. Benzer mesaj: 30:30.

120. (Şeytan) onlara vadeder ve onları ümitlendirir. Şeytanın (aldatanın, saptıranın) vaadi de aldatmaktan1 başka bir şey değildir.

1 “غَرَّ” (ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70, 112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4; 45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.

121. İşte onların varacağı yer cehennemdir. Ondan kurtulmak için de bir yol bulamayacaklar!

122. İman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimseleri ise, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi kalacaklar.1  Bu, Allah’ın hak (doğru, gerçek) olan bir vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü olan da kimdir?

            1 Bu ifadeler aynı sözcüklerle 4:57’de de tekrarlanmaktadır.

123. (Hüküm) sizin arzularınıza1 göre de Ehl-i Kitap’ın arzularına göre de olmaz. Kim bir kötülük işlerse onunla cezalandırılır (onula karşılığı verilir). Allah’ın dışında2 kendisi için bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da bulamaz!

1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş  toplam 17 kelime geçer: 2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24; 57:14; 62:6, 7.

2 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, “Allah’tan başka” veya “Allah’ın dışında” anlamlarına gelir.

124. Erkek veya kadınlardan da kim mümin olarak salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar!1

1 Benzer mesajlar: 3:195; 16:97; 17:9; 18:2; 20:75, 112.

125. Yüzünü Allah’a teslim eden1 (varlığı ve benliğiyle Allah’a yönelen) ve muhsin2 (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapan) bir hayat süren ve hanif (şirk koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) olan İbrahim’in milletine tabi olandan kimin dini daha güzel olabilir?3 Ve Allah, İbrahim’i “halil”4 (seçkin arkadaş, dost) edinmişti.

1 Kişinin yüzü, bedeninin en anlamlı parçası olduğundan Arapça’da insanın bütün kişiliğini yahut bütün benliğini göstermek için kullanılır. Esleme “kendini teslim etti” kök-fiilinden türetilmiş olan “yüzünü teslim etmek” ifadesi, “bütün varlığı ve benliğiyle kendini teslim etmek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 defa (2:112, 4:125, 31:22) geçmektedir.

2 “محسن” (Muhsin) kelimesi, Arapça “ح س ن” (ḥ-s-n) kökünden türemiştir ve “güzellik, iyilik, ihsan etmek (karşılıksız iyilik yapmak)” anlamlarına gelir. Kur’an'da “muhsin” kelimesi, “iyi ve güzel davranışlar sergileyen, ihsan sahibi olan, samimiyetle iyilik yapan” kişiler için kullanılır.

3 Adem’den beri tüm elçiler aynı mesajı iletmişlerdir. Hepsi Müslim (teslim olan) idiler, yani Allah’a teslim olmuş olanlardı. İbrahim, “İslam” adındaki inanç sisteminin ilk resulüydü (22:78, Ek 26) “İslam” kelimesi özel bir ad olmayıp, “Teslimiyet” anlamına gelen bir tanımlamadır.

4 Yüce Allah, İbrahim’i dost edindiğini Tevrat’ta ve İncil’de de belirtmektedir: Ama sen, ey kulum! İsrail seçtiğim Yakub’un soyu, dostum İbrahim’in torunları! Sizleri dünyanın dört buzağından topladım. En uzak yerlerden çağırdım.” (Tevrat, Yeşeya 41:8, 9.)

“Kutsal Yazı der ki: ‘İbrahim, Theo’ya (Allah’a) iman etti. Bu onun için doğru olarak sayıldı. Ve o, Theo’nun (Allah’ın) dostu olarak anıldı!” (İncil, Yakup, 2:23)

126. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Ve Allah, yapmakta olduklarınızı kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).

127. Senden de kadınlar hakkında fetva (görüş) istiyorlar. De ki: “Allah, onlar hakkında size fetvayı veriyor: Kadınların yetimleri ve çocuklardan mustazaf (ezilmiş, baskı altında tutulmuş, çaresiz) olanlar ve yetimler hakkında Kitap’ta yazılmış ve size tilavet edilmekte olanı (okunup aktarılmakta olan mirası) kendilerine vermiyorsunuz ve onlarla  nikâhlanmak istiyorsunuz.1 Çocuklardan mustazaf olanlara ve yetimlere karşı adaleti ikame ederseniz, hayırdan da her ne yapıyorsanız, bilin ki Allah onu bilir.”2

1 “فَارْغَبْ” (fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.

2 Yetimlerin hakları bu surenin 1-14 ayetlerinde belirtilmiş olmasına rağmen, Yüce Allah tekrar yetimlerin haklarını hatırlatıyor.

128. Bir kadın, kocasının nüşuzundan1 (ayrılmasından veya geçimsizlik çıkarmasından) veya ilgisizliğinden korkarsa, o zaman sulh ile kendi aralarını düzeltmelerinde onlar için bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Sulh da hayırlı olandır. Nefisler de bencil ve kıskanç davranmaya meyillidir. Güzel geçinirseniz ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

1 nüşûz kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya geçimsizlik çıkarmasından” gibi anlamlara gelir.  Ancak çevirilerde “sadakatsiz, iffetsiz, şirretlik, itaatsizlik, başkaldırı” olarak yanlış çevriler yapılmakta; fıkıhta da “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” gibi anlamlar verilmektedir. Halbuki burada verdikleri yanlış anlamı hem 4:34 ayetinde hem de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.

            2 “إعراض” (ı'râz), “görmezden ve duymazdan gelmek, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.

129. İsteseniz de kadınlar arasında adaleti tam sağlayamazsınız. Öyleyse (birine) tamamen yönelerek, ötekini askıdaymış (kocasızmış, boşluktaymış) gibi bırakmayın. Eğer sulhu sağlar ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız, bilin ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

130. (Eşler) ayrılırlarsa Allah, geniş imkanlarıyla (zenginliğiyle, nimetleriyle) her ikisini de zengin eder.1 Allah, Vâsi’dir, Hakîm’dir (sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir; hikmetle hüküm verendir).

1 Bu mesaj 2:236,237 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

131. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz ki, sizden önce kitap verilen kimselere de size de “Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun.” diye vasiyet ettik. Küfre saparsanız, bilin ki göklerde (7 evrende) ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Allah da Gani’dir, Hamid’dir (Zengin olandır, övülen ve şükredilendir).

132. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Vekil1 olarak da Allah yeter!

1 “vekil” (وَكِيل), Arapça’da temsilci, güvenilen, işi üzerine alan demektir. Aramice / Süryanice’deki “avkel” (ܐܘܟܠ) kelimesi de vekil, temsilci, emanetçi demektir.

“Vekil olarak Allah yeter” ifadesi de “kullarının işlerini üzerine alan, onları koruyan, güvenilen tek merci olarak Allah yeter.” demektir.

133. Ey insanlar! (Allah) isterse, sizi giderir ve başkalarını getirir. Allah, buna Kadir olandır (her şeye gücü yetendir).

Benzer mesajlar: 5:54; 6:133; 9:39; 11:57; 14:19; 35:16; 47:38. Bu ayetlerde genelde insanlara, özelde ise inkârcı nankörlere seslenilmekte ve Allah nezdinde vazgeçilmez olmadıkları ifade edilmek istenmektedir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bilakis insanlar Allah’a muhtaçtır. 112:2’de geçen “Samed”in anlamı da budur.

134. Kim dünya sevabını1 isterse, o zaman (bilsin ki) dünyanın da ahiretin de sevabı Allah yanındadır. Allah, Semi ve Basir olandır (İşitendir; Görendir).

            1 “ثَوَابُ” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

135. Ey iman edenler! Kendinizin ya da ebeveyninizin ya da yakınlarınızın aleyhinde de olsa; zengin de olsalar, fakir de olsalar, Allah için adaleti ayakta tutan  tanıklar olun!1 Çünkü Allah, onlara sizden daha yakındır. Öyleyse hevanıza uyarak adaletten sapmayın.  Dilinizi eğip bükerseniz (doğruyu söylemezseniz) ya da doğrudan yüz çevirirseniz, bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.2

1 Burada muhataplar hem yönetici veya yargıç makamında bulunanlardır; hem de şahitlik etmesinden söz edilen herkestir. Burada adaletin sağlanması için insanlar arasındaki davalarda Yüce Allah için şahitler olunması gerektiği değişik şekillerde ifade edilmektedir. Benzer mesajlar: 4:3, 58, 127; 5:8, 42; 6:152; 16:90; 49:9; 60:8.

“Kavvam” kelimesi; bir işi hakkıyla yapan, koruyup gözeten anlamlarına gelir. Ayrıca, Kavvam kelimesi ile ilgili 4:34 ayetinde yer alan açıklamaya da ayrıntılı olarak bakabilirsiniz.

2 Adaletin herkese eşit uygulanması konusu, Tevrat, Levililer 19:15 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Yargılarken haksızlık yapmayacaksın. Yoksula ayrıcalık göstermeyecek; güçlüyü kayırmayacaksın. Komşunu adaletle yargılayacaksın.”

136. Ey iman edenler! Allah ile ve Resulü ile ve Resulüne indirdiği Kitap ile ve daha öncekilere indirilmiş olan Kitap ile iman edin!1 Kim, Allah ve melekleri ve kitapları ve resulleri ve ahir (son, ahiret) gün ile küfrederse (onları delil gösterip hakkı örterse), öyleyse bilin ki derin bir delalete sapmıştır.

            1 İndirilmiş olan Kitaplar ile ilgili açıklama 2:41’de yer alır.

137. Şüphesiz ki o kimseler iman ettiler sonra küfrettiler. Sonra iman ettiler. Sonra küfrettiler. Sonra küfrü artırdılar. Allah, onları asla bağışlayacak değildir! Onlara hidayet (kılavuzluk) de etmeyecek!1

1 Benzer mesajlar: 2:161-162, 217; 3:86; 4:168; 47:34.

138. Münafıkları müjdele. Şüphesiz ki onlar için elem verici bir azap vardır.

139. Onlar, müminlerin dışında kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü bilerek örtenleri) evliya (yoldaş, gözetici, kılavuz) edinirler. İzzeti (onuru, şerefi, itibarı) onların yanında mı arıyorlar? O halde bilin ki izzet, tamamen Allah’a aittir.

140. Kitap’ta da indirilmiştir ki, “Allah’ın ayetleriyle küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini1 işitirseniz, o zaman başka bir sözle meşgul oluncaya2 kadar onlarla beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” Şüphesiz ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacaktır.3

1 “هزا” (hâzea), küçümsemek, alay etmek, dalga geçmek anlamına gelir. Asıl anlamı küçümseyerek alay etmektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 34 kez geçer: 2:14, 15, 67, 231; 4:140; 5:57, 58; 6:5, 10 (2 kez); 9:64, 65; 11:8; 13:32; 15:11, 95; 16:34; 18:56, 106; 21:36, 41 (2 kez); 25:41; 26:6; 30:10; 31:6; 36:30; 39:48; 40:83; 43:7; 45:9, 33, 35; 46:26.

2 “يَخُوضُو” kelimesi, Arapça bir fiilin çekimli halidir. Kökü “خَاضَ” (khâḍa) olan bu fiil, “(Boş sözlere, tartışmalara, batıla) dalma, meşgul olurlar, laf ebeliği yapma gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 4:140; 6:68 (2 kez); 6:91; 9:65, 69 (2 kez); 43:83; 52:12; 70:42; 74:45 (2 kez).  

3 Ayete dikkat edilirse, Allah’ın ayetlerine ve onların içeriğine hakaret ve alay edildiğinde bunu yapan kişilerin öldürülmesinden veya cezalandırılmalarından söz edilmiyor.  Çünkü Allah, insanlara düşünme ve seçme özgürlüğü tanımıştır (2:256; 4:90; 10:99; 18:29; 88:21, 22).  Kur’an’ı izleyen müminler, imanlarına karşı yapılan hakaretlere kaba kuvvetle karşılık vermezler. Allah’ın emrine göre, böyle kişileri yalnız bırakarak hesaba katmamak gerekir.

141. Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer Allah’tan size bir fetih (zafer) nasip olursa, ‘Biz de sizinle beraber değil miydik?’ derler. Ama kâfirlerin de (zaferden) bir payı olursa, (kafirlere) ‘Biz sizin üzerinizde hâkimiyet kurmadık mı, sizi müminlerden korumadık mı?’ derler. Oysa Allah, kıyamet günü aranızda hüküm verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere bir yol vermez.

            1 “مَنُوعاًۙ” (menû’ân) ifadesi, “engellemek, men etmek, bir şeyi başkalarına vermemek veya ulaşmasını önlemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 17 kez geçer: 2:114; 4:141; 7:12; 9:54; 12:63; 17:69; 17:94; 18:55; 20:92; 21:43; 38:75; 50:25; 56:33; 59:2; 68:12; 70:21; 107:7.

142. Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Oysa O, onları aldatandır.1 Eğer salat (Allah’a yöneliş duası, elçiye ve müminlere yardım etmek, onlara destek olmak) için kalkarlarsa üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş2 yaparlar.3 Allah’ı da çok az zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar).

1 “خدع” (ḫâdaʿa), “aldatmak” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:9 (2 kez), 4:142 (2 kez), 8:62.  Bu ifade ile Allah’ın, münafıklara kendi fiillerini güzel göstererek aldanmalarına neden olduğu anlatılmaktadır. Benzer kullanımlar için Bkz: 2:15; 3:54; 8:30; 9:67, 79.

2 “riya yapmak, gösteriş yapmak, başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi anlamlara gelen “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş olan “رِئَآءَ” (ri’ae) sözcüğü, “riyakar olanlar, gösteriş yapanlar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.

3 Bu ayet 2:264, 4:38 ve 107:6 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

143. Bocalayıp dururlar. Ne onlara ne de bunlara (bağlanabiliyorlar). Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol bulamazsın.

144. Ey iman edenler, müminlerin dışında kâfirleri evliya (yönetici, yoldaş, gözetici, kılavuz) edinmeyin!1 Allah’a, aleyhinizde apaçık bir sultan (güçlü bir delil) mı vermek istiyorsunuz?

1 “Evliya” kelimesi ile ilgili açıklama 4:75 ayetinde yer alır. Ayrıca, bu ayet; 3:28, 118, 5:51, 57, 58:22 ve 60:1 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

145. Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en alt tabakasındadır!1  Onlar için bir yardımcı da bulamazsın.

1 Kur’an’da sadece burada geçen ed-derkü’l-esfelü tamlaması “en aşağı tabaka”, “en dip”, “en aşağı yer” gibi anlamlara gelmekte ve münafıkların, küfür noktasında en kötü insanlar olduğu ifade edilmektedir. Küfrün her çeşidi elbette kötüdür ve akıbeti fecidir; ancak küfrün mahşerdeki azabı en korkunç olanı, sahibini ateşin en alt tabakasına sokacak olan “münafıklık”tır.

146. Tevbe eden (Allah’a yönelen) ve kendilerini ıslah eden1 ve Allah ile sımsıkı sarılan ve dinlerini (ibadetlerini) yalnız Allah’a has kılan kimseler hariçtir. İşte onlar, müminlerle beraberdir. Allah da müminlere yakında azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verecektir.

1 Tevbe “yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya yönelmek” demektir. Ayette, tevbeden sonra aslehû yani “ıslah etmek” ifadesi kullanılmıştır. Yüce Allah, imandan sonra küfre düşenler, inkârlarından vazgeçer ve tekrar imana yönelirlerse onları da bağışlayacağını bildirmektedir. Benzer mesajlar: 2:159-161; 4:16-17, 146; 5:39; 24:5; 25:70-71; 27:11.

147. Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size neden azap etsin ki! Allah, Alim ve Şekûr’dur. (Bilendir; kullarının şükrünü ve hizmetlerinin karşılığını verendir.)

148. Allah, açıkça1 kötü söz söylenmesini sevmez; kendisine zulmedilen kimse hariç. Allah Semi’dir, Alim’dir. (İşitendir; Bilendir.)

 1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

Bu ayet haksızlığa uğratılanların verebileceği bazı tepkileri içerir. Yoksa, 6:108 ayetindeki “Allah’ın dışında yalvardıklarına (putlarına) sövmeyin; onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” hükmü gereği, hiçbir şekilde sövgü serbestisi söz konusu değildir.

149. Eğer bir hayrı (iyiliği) açığa vurur ya da gizler veya bir kötülüğü bağışlasanız, bilin ki Allah da Afuv’dur, Kadir’dir. (Affedendir; her şeye gücü yetendir.)

150. Şüphesiz ki Allah ve resulleri ile küfreden kimseler, Allah ile resullerinin arasını da ayırmak isterler ve “Bir kısmı ile iman eder, bir kısmı ile de küfrederiz (gerçeği örteriz)!” derler ve ikisi (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isterler.

151. İşte onlar, hakkı (gerçeği) küfrederler (örterler). Biz de kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırladık.

152. Allah ve resulleri ile (onların aracılığıyla) iman eden ve onların arasında ayrım yapmayan kimselerin ecirlerini (karşılıklarını) de Allah yakında verecek! Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

153. Ehl-i Kitap, senden kendileri için gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa’dan da bunun daha büyüğünü istemişlerdi. O zaman “Allah’ı bize açıkça1 göster.”2 demişlerdi. Böylece  zulümlerinden dolayı onları yıldırım çarpmıştı. Ardından kendilerine beyyineler (apaçık deliller) geldikten sonra buzağıyı (ilah) edindiler.3 Bundan dolayı da affettik ve Musa’ya apaçık bir sultan (güçlü bir delil ve yetki) verdik.

1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

2 Benzer mesajlar: 2:55; 17:92; 25:21.

3 Benzer mesajlar: 2:51, 92. Yüce Allah Musa’nın Sina Dağı’na çıkışının ardından İsrailoğullarının bir buzağıyı ilah edinerek zalimler olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca Bkz: 7:142.

154. Misakları (söz vermeleri) nedeniyle de Tur’u1 (Sina Dağı’nı) üzerlerine kaldırdık.1 Ve onlara, “Secde ederek kapıdan girin!” dedik. Ve onlara, “Cumarteside2 haddi aşmayın!” dedik.3 Ve onlardan sağlam bir misak (söz) aldık.

1 “Tur” sözcüğü Kur’an’da dağ anlamında kullanılmıştır. Tur sözcüğü Kur’an’da 10 defa geçer: 2:63, 93; 4:154; 19:52; 20:80; 23:20; 28:29, 46; 52:1; 95:2. 23:20 ve 95:2 ayetleri göz önünde bulundurulduğunda, Kur’an’daki “Tur” ifadesi ile Sina Dağı’ndan söz edildiğini anlamaktayız.

            2 “ٱلسَّبْتِ” (es-sebt) kelimesi, “سَبَتَ” (sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme günü” “durgunluk günü” gibi anlamlara gelir. Haftanın 7’nci günü olan “sebt”, yani “cumartesi” günü Kur’an’da, 7 kez geçer: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez); 16:124. Kur’an’da, Aynı kökten türemiş 2 sözcük daha geçmektedir: 25:47; 78:9.

3 Benzer mesajlar: 2:58, 65; 7:161, 163; 16:124.

155. Bunun üzerine misaklarını bozmaları, Allah’ın ayetleri ile1 küfretmeleri (hakkı örtmeleri), haksız yere nebileri katletmeleri2 ve “Kalplerimiz kılıflıdır (perdelidir)” demeleri nedeniyle… Hayır! Allah, küfürleri nedeniyle onların üzerine damga vurdu. Bundan dolayı pek azı hariç iman etmezler.3

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

2 Benzer mesajlar: 2:61; 3:21, 112, 181.

3 “طَبَعَ” (tabea) Tab etmek (damgalamak, işaretlemek) ifadesi Kur’an’da 11 defa (4:155; 7:100, 101; 9:87, 93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir. 2:7, 6:46, 42:24, 45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin hatem edildiğinden “mühürlendiğinden” söz edilmektedir.

156. Küfürleri ve Meryem’e söyledikleri azîm (muazzam) bir bühtandan (ithamdan, karalamadan) da1

Meryem suresi 19:27 ayetinde, Meryem’i şöyle kınadıkları belirtilmektedir: “Ve onu (bebeğini) taşıyarak kavmine getirmişti. ‘“Ey Meryem, sen şaşılacak bir şey yaptın!’” demişlerdi.

157. “Biz Resulullah’ı1, Meryem’in oğlu İsa’yı katlettik!” demeleri yüzünden de (onların üzerine damga vurduk). Oysa onu katletmediler, çarmıha da germediler. Fakat (öldürülmesi) onlara öyle göründü. Bu konuda ihtilafa düşenler de kesinlikle bir ikilem2 içindedirler. Onların bu konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna3 uyuyorlar. Onu kesin olarak4 katletmediler.5

            1 “رَسُولُ اللّٰهِ” (Resulullah), yani “Allah’ın elçisi” ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer: Bunlardan 1 tanesinde Salih için (91:13), 1 tanesi İsa için (4:157), 8 tanesi de Muhammed için kullanılmıştır: 7:158; 9:81; 33:21, 40; 48:29; 49:3, 7; 63:5.

2 “Şekk” Bir şeyin 2’ye ayrılması veya 2 adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimal 2’ye indiğinde “şekk” kelimesi kullanılır. Şekk kelimesi geçer (41:10). Şek sözcüğü Kur’an’da 15 defa (4:157; 10:94, 104; 11:62, 110; 14:9, 10; 27:66; 34:21, 54; 38:8; 40:34; 41:45; 42:14; 44:9) geçmektedir.

3 “ظنن” (zann), zannetmek, ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara gelir.

4 “Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı ile ilgili açıklama 2:4’te yer alır.

5 Oysa İncil’de, İsa’nın çarmıha gerildiği ve öldüğü açıkça belirtilmektedir:

“...Ona çarmıhı yükleyip götürdüler. Golgota denilen yere vardıklarında... İsa’yı çarmıha gerdiler... Saat üç sularında İsa yüksek sesle bağırarak ruhunu teslim etti.” (Matta, 27:31–50)

“İsa’yı çarmıha gerdiler... Saat on beşte İsa yüksek sesle bağırdı ve son nefesini verdi.” (Markos, 15:24–37)

“Onu ve iki suçluyu, biri sağında biri solunda olmak üzere, çarmıha gerdiler. İsa, ‘Baba, onları bağışla! Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar’ dedi... Ve son olarak, ‘Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum!’ dedi. Sonra son nefesini verdi.” (Luka, 23:33–46)

“İsa, kendi çarmıhını taşıyarak Golgota denilen yere çıktı... Orada onu çarmıha gerdiler... Sonunda İsa, ‘Tamamlandı!’ dedi. Başını eğdi ve ruhunu teslim etti.” (Yuhanna, 19:17–30)

Dikkatle incelendiğinde, aslında Kur’an ayeti ile İncil ayetleri arasında bir çelişkinin olmadığı görülecektir.

Dikkatle incelendiğinde, Kur’an ayeti ile İncil ayetleri arasında aslında bir çelişki olmadığı görülecektir. Çünkü Yüce Allah, bu ayette İsa Nebi’nin çarmıha gerilmediğini ve katledilmediğini söylememektedir. Ayet, Yahudilerin “İsa’yı katlettik” şeklindeki iddialarını çürütmekte ve onların, İsa’yı katletmediklerini ve çarmıha germediklerini ifade etmektedir.

Ayrıca, Romalı tarihçi Tacitus (MS 56–120) ve Yahudi tarihçi Flavius Josephus (MS 37–100) gibi bağımsız kaynaklar da, Roma İmparatorluğu’nun ikinci imparatoru Tiberius Julius Caesar döneminde, Romalıların hakimiyetindeki Yahudiye (Judea) eyaletinin Roma valisi Pontius Pilatus’un emriyle İsa’nın çarmıha gerildiğini kaydetmektedirler. (Tacitus, Annals, XV.44; Josephus, Antiquities, XVIII.63–64)

158. Hayır! Allah, onu kendine yükseltti.1 Allah Aziz’dir, Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm verendir).

            1 Bu husus İncil’de de yer alır: “Bunları söyledikten sonra, onları izlerken göğe yükseldi ve bulutlar arasında gözden kayboldu.'” (Elçilerin İşleri 1:9)

159. Kitap ehli olanlardan, ölmeden önce onunla (İsa’nın aracılığıyla) mutlaka iman etmeyecek kimse yoktur. Kıyamet Günü de onlara tanıklık edecektir.

160. Böylece Yahudilerden olan kimselere, zulümlerinden  ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymalarından dolayı helal kılınmış tayyibatı (iyi, güzel, hoş yiyecekleri) onlara haram kıldık.

            Bu mesaj, 3:93 ve 6:146 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

161. Riba1 (yüksek faiz) almalarından dolayı da!2 Oysa bundan men edilmişlerdi!3 Batıl (meşru olmayan) yollarla da insanların mallarını yemelerinden dolayı da! Ve onlardan kâfir olanlara elim bir azap hazırladık.

            1 Bu kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا” (râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5; 23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.

Bu kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا” (râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5; 23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.

Bu ifade İbranice’de de “תַּרְבִּית” (rabah) şeklinde geçmektedir ve yüksek olan, artırılmış, yükseltilmiş faiz ile borç vermek, yani tefecilik faizi uygulamak demektir.

2 Bu ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39 ayetlerinde de yüksek faiz verenlerden, yani borçlananlardan değil, yüksek faizle borç verenlerden söz edildiği görülmektedir.

 3 Tevrat’ta faiz ile ilgili hükümler Çıkış 22:25; Levililer 23:35-38; Yasa’nın Tekrarı (Tekrar) 15:1-6 ve 23:19,20; ayetlerinde yer alır. Zebur’da, Mezmurlar 15:1-5’te yar almaktadır. İncil’de ise Luka 6/33-36’da yer alır. Ancak, Tevrat ve İncil’de, faizin tamamının yasaklanmadığı; fakire verilen faizli borç ile tefecilik kapsamına giren ribanın (yüksek faizin) yasak olduğu yönünde Hıristiyan ve Yahudi çevrelerde de münazaraların olduğu da unutulmamalıdır.

162. İçlerinden ilimde rasih1 olanlar ve müminler ise, sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat ve İncil) ile de iman ederler. Salatı da doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar,2 zekâtı da verirler. Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile de iman ederler. İşte onlara azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.3

            1 Rüsuh: “Muhkem, sağlam olma”, “bir ilimde sağlam bilgi sâhibi olma, o ilmin derinliğine inme” ve “ustalık, maharet, meleke” anlamlarına gelir. Bu kelimeden türeyen “rasihin” kelimesi Kur’an’da 2 yerde (3:7; 4:162) geçmektedir.

            Râgıb el-İsfahânî, ilimde râsih mertebesine çıkan kimseyi “tereddüde düşmeyecek şekilde bilgisini sağlamlaştıran” diye belirttikten sonra Nisâ (4/162) ve Hucurât (49/15) surelerindeki ayetlere atıf yaparak râsihîni, “Allah ve resulü ile, Muhammed’e ve ondan önceki nebilere indirilen vahiylerle (Kitaplarla) iman edip hiçbir tereddüde düşmeyenler” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “rsḫ” md.).

2 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 Yüce Allah, Ehl-i Kitap’ın tümünün aynı duyarsızlık içinde olmadığını ve onlar hakkında toptancı bir değerlendirme yapmamak gerektiğini bu ayette de çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Benzer ifadeler 3:69, 72, 75, 78, 100, 110, 113-115 ayetlerinde de geçmektedir.

163. Şüphesiz ki Nuh’a ve ondan sonraki tüm nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına da. İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.

164. Daha önce sana kıssalarını anlattığımız resullere de kıssalarını anlatmadığımız resullere de.1 Allah, Musa’ya kelimelerle (doğrudan) konuştu.

1 Kur’an’daki kıssalarda tüm elçilerden söz edilmediği ile ilgili benzer mesaj: 40:78.

165. Müjdeci ve uyarıcı olan resuller (göndermekteyiz)… Resullerden (elçilerden) sonra insanların Allah’a karşı hüccetleri1 (argümanları, bahaneleri) kalmasın diye! Allah Aziz’dir, Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm verendir).

            1 “حُجَّة” (hüccet), “gerekçe”, “argüman”, “bahane” gibi anlamlara gelir. Bu kelime Kur’an’da 6 kez geçer: 2:150; 4:165; 6:83, 149; 42:16; 45:25.

166. Oysa Allah, kendi ilmiyle sana indirdiği ile tanıklık eder. Melekler de tanıklık ederler. Şehit (tanık) olarak da Allah yeter!

167. Şüphesiz ki küfreden ve Allah’ın yolundan alıkoyan kimseler elbette ki  derin bir delalete (sapkınlığa) sapmışlardır.

168. Şüphesiz ki küfretmiş ve zulmetmiş kimselere Allah bağışlayacak değildir.1 Onları yola hidayet edecek (yönlendirecek) de değildir.

1 Benzer mesajlar: 2:161-162, 217; 3:86; 4:137; 47:34.

169. Ancak, cehennem yoluna (yönlendirir); içinde ebedî kalıcıdırlar. Bu da Allah için kolaydır.

170. Ey insanlar! Resul size Rabbinizden hak (doğru, gerçek) olanı getirdi. O halde kendi hayrınıza (iyiliğiniz için) iman edin. Eğer küfrederseniz, bilin ki göklerde (7 evrende) ve yerde olanlar Allah’ındır. Allah da Hakîm’dir, Alim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir; her şeyi bilendir).

171. Ey Kitap Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin (aşırıya gitmeyin).1 Allah hakkında da hak (gerçek) dışında bir şey söylemeyin. Artık bilin ki Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın Resulüdür. O’nun, Meryem’e bıraktığı2 Kelimesi’dir. Ve O’ndan (Allah’tan) bir Ruh’tur.3 O halde Allah ve resulleri ile (Onların aracılığıyla) iman edin! Ve “üçtür!” demeyin! Ve buna son verin! Bu sizin için hayır olandır. Şüphesiz ki Allah, vahid (bir ve tek) olan ilahtır. O’nun bir evladının (çocuğun) bulunmasından O  Sûbhân’dır (münezzehtir). Semalarda (göklerde, 7 evrende) ve arḍda (yeryüzünde, egemenlik alanında) ne varsa O’nundur. Vekil (koruyan, temsilci, emanetçi) olarak da Allah yeter!

1 “Ey Ehl-i Kitap!” ifadesiyle Yahudiler, Nasraniler ve Müslimleri dinde aşırı gitmeme hususunda uyarılmaktadırlar. Yahudilerin çoğu, Tevrat dışında talmut ve mişna gibi kendi uydurdukları birçok kitaplarını dini yaşamanın kaynağı gibi görürler. Nasranilerin da çoğu, İsa’yı insan olmaktan çıkarıp süreç içerisinde ilah olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Benzer durum Müslimlerin çoğu için de geçerlidir. Müslimlerin bir kısmı Nebi’nin, Müslimlere şefaat edeceğini iddia eder. Bir kısmı ise sadece kendi cemaatlerinin ya da tarikatlarının hak olduğunu iddia eder. Bir kısmı da nebinin söylediği iddia edilen hadisleri veya dini önderlerinin sözlerini Allah’ın ayetlerine denk görür.  Benzer mesaj 5:77’de de var.

2 “أَلْقَى” (alkâ) fiili, Arapça'da bağlama göre “atmak”, “bırakmak”, “yerine koymak”, “iletmek” veya “vermek” gibi anlamlarına gelir.

3 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.

172. Mesih ve mukarrebin melekler,1 Allah’a kul (hizmetkar) olmaktan asla kaçınmazlar. Kim O’na kulluk etmekten kaçınırsa ve kibirlenirse, bilsin ki (Allah) onları topluca haşredecek.

            Mukarrebin (Allah’a yakın olan, Allah’a yakın tutulan) melekler ifadesi ile; Kur’an’da mele-i ala şeklinde geçen “yüce melekler” (37/8; 38/69), Tevrat’ta da “elohim” (yüce olanlar, kudretli olanlar) şeklinde geçen Yüce Meleklerin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.

173. İman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere gelince, bilsinler ki onların ecirlerini (karşılıklarını) eksiksiz verecek. Fazlıyla (lütfuyla, cömertliğiyle) da arttıracak.1 Küçümseyen ve kibirlenen kimselere de gelince, bilsinler ki onlara elem veren bir azap ile azap edecek. Kendileri için Allah’ın dışında bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da bulamayacaklar.

1 Kur’an’a göre kişinin kurtuluşu iman ve salih amel birlikteliğine bağlanmaktadır. Salih amellerin (doğru, yapıcı, erdemli fiillerin), imandan ayrılamayacağı 17:9, 18:2 ve 20:75’te açıkça ifade edilmektedir. Salih amel yoksa “iman” eksik kalır; iman da yoksa ‘salih amel’ geçersiz sayılır.

174. Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir burhan (rehber, delil) geldi. Ve size apaçık bir nûr1 indirdik.

1 Yüce Allah, bütün insanlığa nûr-u mübîn yani “apaçık bir nur” yani Kur’an’ı indirdiğini bildirmektedir. Kur’an’ın “ışık” anlamına gelen bu ismiyle, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş olduğu ortaya konulmaktadır. Bu konuda örnek ayetler için Bkz: 5:15; 7:157; 9:32; 22:8; 24:35; 31:20; 42:52; 61:8; 64:8.

175. Allah ile iman eden ve onunla (vahye) sımsıkı tutunan kimselere gelince, işte onları rahmetine ve fazlına (lütfuna, cömertliğine) sokacak! Ve onları, kendine ulaştıran sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) hidayet edecek (yönlendirecek)!

176. Senden fetva (görüş) istiyorlar. De ki: Allah size kelâleh1 (kimsesi olmayanın mirası) hakkında fetva vermektedir: Eğer evladı olmayan bir kişi (erkek) ölürse ve onun bir kız kardeşi varsa, o zaman (erkeğin) bıraktığının yarısı onundur. Evladı olmayan bir kadın (ölürse), o zaman o (erkek kardeş) ona mirasçı olur. Eğer varisler iki kız kardeş ise, o zaman geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Erkek ve kadın kardeşler varis ise, o zaman erkeğin payı2 iki kadının payı gibidir. Sapmamanız için Allah size açıklıyor. Ve Allah, her şeyi bilendir.

1 Kelâleh kelimesi ile ilgili açıklama 4:12 ayetinde yer alır.

2 “حَظٍّ” (hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip, şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176; 4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.