Sure, Medine döneminde indirilmiştir. İniş sırasına göre de 92.
suredir. Sure, kadın haklarından, onlarla ilgili hukuki
düzenlemelerden ve sosyal konumlarından söz ettiği ayetlerdeki “nisâ” yani “kadınlar”
kelimesinden adını almaktadır.
Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (candan) yaratan,1 eşini de
ondan yaratan, ikisinden de birçok adam2 ve kadın yayan3
Rabbinize karşı takvalı (sakınan) olun. Birbirinizden
O’nunla (O’nun adıyla) isteklerde
bulunduğunuz Allah’a karşı da takvalı olun, akrabalık bağlarına karşı
da… Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde daima gözetendir.
1 Hâlık: Düzgünce takdir eden/belirleyen, aslı ve
örneği bulunmaksızın yaratan, bir şeyden başka bir şeyi icat eden anlamlarına
gelir. Kur’an’da 261 kez geçer.
2 Rical
sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘adamlar’ demektir. Rical kelimesi “olgunlaşmış,
yiğit, cesur, adam” demektir. Bu cümle 30:20, 35:11 ve 78:8 ile okunmalıdır.
Bu mesaj, ilk insanların pek çok olgun adam ve kadından oluşan çiftler hâlinde
yaratıldığının delilidir.
3 “بَث”
(bess) sözcüğü, “dağıtmak”, “sermek”, “dökmek” ve “yaymak” anlamına
gelmektedir.
Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 2:164;
4:1; 12:86; 31:10; 42:29; 45:4; 56:6; 88:16; 101:4.
2. Ve yetimlere mallarını verin ve tayyib (iyi, temiz, güzel, hoş) olanı habis (pis,
çirkin, kötü) olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak
da yemeyin. Çünkü bu, büyük bir hubtur.1
1 “Günah ve suç” anlamına gelen “hub”
kelimesi Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
3. Yetimler arasında
hakkı gözetemeyeceğinizden korkarsanız,1 o halde size tayyib (iyi,
temiz, güzel, hoş) gelen kadınlardan nikahlanın;2 ikişer
ve üçer ve dörder… Buna rağmen adaletli davranmamaktan korkarsanız o halde bir
tane (nikahlanın). Ya da eyman3 ile (sözleşmelerle)
sahip olduklarınız ile (nikahlanın). Sıkıntıya
düşmemeniz4 için en uygun olan5 budur.
1 Sıdk; doğru sözlü olmak, dürüst ve güvenilir
olmak, vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. (6:115; 10:2, 93; 17:80;
26:84; 39:32, 33; 46:16; 54:55 ayetlerinde geçmekte, yaklaşık 150 yerde de isim
ve fiil şeklinde geçmektedir. Bu ayetteki “tuksitu” sözcüğü ise; adaleti
sağlayamamak, onların haklarını gözetememek ve hakkaniyetli olamamak anlamlarına
gelir.
2 “nikahlanın”
ifadesi “başkaları ile nikahlayın” şeklinde de “nikahlanın” şeklinde de
anlaşılmaktadır.
3 “Ma
melaket eymanuhum” deyimine “eyman (yemin, sözleşme) ile sahip olduğu; sağ
elinin malik olduğu” anlamı da verilmektedir. Bu deyim, Meşru yollarla, eyman
ile (yeminle - antlaşma ile) hak sahibi olunan” demektir. Antlaşma yoluyla
sahip olunanlar; bakmakla yükümlü olunanlar, himaye altına alınanlar,
sorumluluğu üstlenilenler (koruyucu ailesi olunanlar) anlamlarına gelir. Bu
deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları ve sorumlulukları üstlenilerek
sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan kişilerin bu kapsamda olduğu kanaatine
varılmaktadır.
Kur’an; kim olursa olsun, nikah yapılmaksızın ilişkiye girmeyi zina olarak
tanımlamaktadır.
Ancak birçok çeviri ve tefsirde bu terimin içine
“savaş esirleri ve “erkek veya kadın köleleri” anlamı verildiğini görüyoruz. Bu
başta her ne kadar anlamlı görünüyor olsa da 24:58 ayetinde “Ey iman edenler! eyman
(yemin) ile sahip olduğunuz kimseler ve sizden henüz erginlik yaşına gelmemiş
olanlar, şu üç vakitte (sabah, öğlen ve gece vakti yanınıza, özel odanıza
girecekleri vakit) sizden izin istesinler.” ifadesinde savaş esiri olan bir erkek
veya kadın kölenin ev sahibi kadının veya erkeğin özel odasına sabah, öğlen ve
gece vakitlerinde izin alarak, diğer vakitlerde ise izin almadan girebilmesi,
güvenlik ve mahremiyet açısından pek mantıklı görünmüyor.
Yine; 24:31 ayetinde yer alan “Mümin kadınlara
söyle, bakışlarını sakınsınlar ve ırzlarını (korusunlar). Görünen kısımları
hariç olmak üzere, ziynetlerini göstermesinler… Ziynetlerini;… eyman (yemin) ile
sahip oldukları… hariç, açığa vurmasınlar.” ifadesinde de bir kadının
ziynetlerini mahrem olmayan akrabasına veya yakın çevresine gösteremediği
halde, savaş esiri bir erkek veya kadın köleye göstermesi de güvenlik ve
mahremiyet açısından pek mantıklı görünmüyor. Bu nedenle eyman (yemin) ile
sahip olduğunuz veya antlaşma (sözleşme) yaparak hak sahibi olduğunuz anlamına
gelen “ma melaket eymanukum” deyimiyle, bakımları ve sorumlulukları
üstlenilerek sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan kişilerin bu
kapsamda olduğu kanaatine varılmaktadır.
Tevrat, İncil ve Kur’an’da
Çok Eşlilik:
Tevrat’ta, ilk çok eşliliği ilk önce Lemek’te görüyoruz: “Lemek
iki kadınla evlendi.” (Başlangıç 4:19) Yine Tevrat’tan; İbrahim’in 2
(Başlangıç, 16:1-4), Yakup’un 4 (Başlangıç, 29:23-35), Süleyman’ın ise 700
karısı (1 Krallar 11:3) olduğunu öğreniyoruz.
İncil’de, İsa Nebi, hesap gününe hazırlıklı olunması ile
ilgili bir kıssa anlatırken dolaylı olarak söz etmektedir: “O zaman Göklerin
Egemenliği, kandillerini alıp kocalarını karşılamaya çıkan on kıza benzeyecek.
Bunların beşi akıllı, beşi akılsızdı. Akılsızlar yanlarına kandillerini
aldılar, ama yağ almadılar. Akıllılar ise, kandilleriyle birlikte kaplar içinde
yağ da aldılar. Koca gecikince hepsini uyku bastı, dalıp uyudular. Gece yarısı
bir ses yankılandı: ‘İşte koca geliyor, onu karşılamaya çıkın!’ Bunun üzerine kızların
hepsi kalkıp kandillerini tazelediler. Akılsızlar akıllılara, ‘Kandillerimiz
sönüyor, bize yağ verin!’ dediler. Akıllılar, ‘Olmaz! Hem bize hem size
yetmeyebilir. En iyisi satıcılara gidin, kendinize yağ alın’ dediler. Ne var
ki, onlar yağ satın almaya giderlerken koca geldi. Hazırlıklı olan kızlar,
onunla birlikte düğün şölenine girdiler ve kapı kapandı. Daha sonra gelen öbür
kızlar, ‘Efendimiz, efendimiz, aç kapıyı bize!’ dediler. Koca ise, ‘Size doğrusunu söyleyeyim, sizi
tanımıyorum’ dedi. Bu nedenle uyanık kalın. Çünkü o günü ve o saati
bilemezsiniz.” (Matta, 25:1-13)
Kur’an’da
çok eşliliğe müsaade edilmektedir, ancak katı bir biçimde izlenen koşullar
altında. Bu ilahi müsaadenin herhangi bir şekilde suistimali, şiddetli bir
biçimde cezalandırılır. Bu nedenle, çok eşliliğe Allah tarafından müsaade
edilmesine rağmen bize düşen, belirli çok-eşli bir ilişkiye izin verilmiştir
demeden önce koşullarımızı dikkatli bir şekilde incelemektir. (Kur’an-Son Ahit,
s:444)
Kur’an,
çok eşliliğe karşı getirilen sınırlamaları çok güçlü sözlerle vurgulamaktadır: “Adaleti
sağlayamamaktan da korkarsanız, o zaman bir tane…” (4:3) “İstekli olsanız da
kadınlar arasında adil olmayı başaramazsınız.” (4:129) (Son Ahit Kur’an, Ek
30).
4 “ٱلْأَدْنَىٰ” (ednâ), “En yakın, daha yakın /
daha aşağı, düşük, değersiz” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 16 kez geçer: 2:61, 282; 4:3; 5:108; 7:169; 30:3; 32:21;
33:51, 59; 53:8, 9; 55:54; 58:7; 69:23; 73:20; 76:14.
5 “ağır yük altına girmek,
sıkıntıya düşmek, adaletsiz davranmak, (bazı klasik sözlüklerde) fakirleşmek”
gibi anlamlara gelen “ta‘ûlû” (تَعُولُوا) sözcüğü Kur’an’da sadece bu
ayette geçer.
4. Kadınlara da sadaklarını (hakları olan mehirlerini) bir hak olarak verin.1
Ancak onun bir kısmını (kendi
rızasıyla) size gönülden bağışlarsa, o zaman afiyetle ve gönül rahatlığıyla
yiyin.
1 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek
olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi
(çoğulu sadakât), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine
yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu
çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin
İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk
ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik, doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir
görüş daha bulunmaktadır. Sadaka sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 kez
geçer: 2:196, 263, 264, 271, 276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104;
33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf
9:60’ta belirtilmektedir.
Nikâh
akdi kendisi ile tamamlanan mehir için kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı
kökten türemiştir.
5. Allah’ın sizi kaim kıldığı mallarınızı (korumanız için sorumluluğunuza emanet olarak
verdiği mallarınızı) da sefihlere1 vermeyin. Onları rızıklandırın
ve giydirin ve onlara maruf (vahye uygun, meşru olan) söz söyleyin.
1
Sefih; Aklı kıt, akıl erdiremeyen, akılsız, muhakeme
gücü gelişmemiş demektir. Kur’an’da 11 defa (2:13-2-, 130, 142, 282; 4:5;
6:140; 7:66, 67, 155; 72:4) geçmektedir.
6. Nikah (evlilik) çağına eriştiklerinde de yetimleri sınayın. Onlarda
rüşt1 görürseniz, kendilerine mallarını verin. Büyüyecekler
diye de onları (yetim mallarını) elden çıkarmaya ve israf ederek2
(haddi aşarak) yemeye kalkışmayın! Zengin olan (yetimin malına)
tenezzül etmesin, fakir3 olan da maruf ile (meşru bir
şekilde) yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman da yanlarında tanıklar
bulundurun. Hesap görücü olarak da Allah yeter!
1 Rüşd, doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek
demektir. Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki evlilik çağı, rüşd yani yetişkinlik
çağıdır. Ergenlik veya daha küçük yaşlarda evlilik, kesinlikle Kur’an’dan
destek alamaz. Günümüzde medenî hukuk alanıyla ilgili düzenlemelerde İslâm
hukukunu esas alan ülkelerin kanunlarında rüşd yaşı 18 ile 21 arasında
değişmektedir. Rüşd ile ilgili açıklama 2:186 ayetinde yer alır.
2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak,
savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.
3 Fakir; Temel
ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan
kişidir. Fakir Kelimesi Kur’an’da 15 kez geçer:
2:268, 271, 273; 3:181; 4:6, 135; 9:60; 22:28; 24:32; 28:24; 35:15; 47:38;
59:8; 72:25.
7. (Ölen)
ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarından adamlara bir pay (hisse) vardır.
Ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarının azından ya da çoğundan kadınlara da farz
bir pay (hisse) vardır.
Bu
ayet, kadın ve erkek arasında miras ile ilgili genel hükmü belirlemektedir.
Diğer ayetler ise detayları ve özel hükümleri belirlemektedirler.
8. Miras paylaşımı
esnasında hazır bulunan yakın akrabaları1 da yetimleri de miskinleri2 de bundan (mirastan)
rızıklandırın ve onlara maruf ile (meşru bir şekilde) söz söyleyin!
1 “اُو۬لُوا الْقُرْبٰى” (ulûl
kurbâ) ifadesi “yakın akrabalar, akraba sahipleri” yani “sahipleri, yakın
olanlar, onlarla ilgili bir şeye malik olanlar” anlamlarına gelir.
2 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.)
dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Bu kelime Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61,
83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22;
30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.
9. Geride zayıf bir
nesil bırakan kimseler onlar için endişe ediyorlarsa, onlar (yetimler)
için korksunlar. Böylece Allah’a karşı takvalı (sakınan) olsunlar ve doğru söz söylesinler1.
1 Kendi öz çocuklarıyla konuştuklarında
kullandıkları şefkat ve merhamet dolu sözler; edebe aykırı, aşağılayıcı ve
incitici olmayan, güzel sözler söylesinler. (Benzer mesaj: 33:70)
10. Şüphesiz ki yetimlerin
mallarını haksızca yiyenler, karınlarını ateşle doldurmuş gibi olurlar ve yakıcı
ateşe1 yaslanacaklar2.
1 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş,
yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55;
17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5,
10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.
2 “سَيَصْلَوْنَ” (seyeslâvnâ) sözcüğü,
“yaslanmak”,
“yakın olmak”, “yaklaşmak” veya “temas etmek” gibi anlamlarına gelen “ص-ل-ي” (s-l-y) kökünün türemiştir ve
“yaklaşırsınız” veya “yaslanırsınız” şeklinde çevrilebilir. Bu ifade, Kur'an'da
25 kez geçer: 4:10, 30, 56, 115; 14:29; 17:18; 19:70; 27:7; 28:29; 36:64;
37:163; 38:56, 59; 52:16; 56:94; 58:8; 69:31; 74:26; 82:15; 83:16; 84:12;
87:12; 88:4; 92:15; 111:3.
11. Allah, size, evlatlarınız
hakkında vasiyet ediyor (emrediyor): iki dişi (kadının) payı1
kadar erkeğe (miras verin).2 İkiden fazla kadın iseler, (ölünün)
bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (Mirasçı) tek bir (kadın)
ise, o zaman (mirasın) yarısı onundur. Ölenin de çocuğu varsa; ebeyninin
(ana-babasının) her birine mirastan altıda biri vardır. Ölenin çocuğu
yoksa ve ebeveyni mirasçı olmuşsa, o zaman anneye üçte bir. Ölenin kardeşleri de
varsa, o zaman annesine altıda bir (pay) vasiyetten ve borcundan
sonradır.3 Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin size fayda
bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah’ın belirlediği farzlar
bunlardır. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilen; Hikmetle
hüküm veren).
1 “حَظٍّ” (hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip,
şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176;
4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.
2 Bu cümle bu surenin 7’nci ayeti ışığında
anlaşılmalıdır. Ayet, kişinin kendi kazancıyla ilgili oğluna verdiğinin en
az yarısı gibi bir miktarı kızına da vermesini hükme bağlamaktadır.
Genellikle
erkek çocuk bir aileden sorumludur. Ayrıca, babasından kalan ailenin bakımını
üstlenmesi ve evleneceği zaman da mehir vermesi gerektiği gibi hususlar da göz
önünde bulundurulmuştur. Oysa kadın, mehir alır ve eş tarafından bakılır.
3 Bu ve bir sonraki ayette geçen miras paylaşımı
ile ilgili hususlar, kişinin borcu ödendikten ve vasiyetinde belirttiği
paylaşımdan sonra için hükme bağlamaktadır. Yüce Allah, 2:180’de kişinin bir
vasiyetname bırakmasını emretmektedir. Söz konusu vasiyette ise özel şartlara
uygun bir vasiyetname bırakılması önermektedir. Örneğin kişinin oğlu zengin ve
kızı ise fakirse; her ikisine eşit veya kızına daha fazla da vasiyet edebilir.
Ancak vasiyet bırakılmamışsa bu ayete uyulması gerekmektedir.
12. Evladı yoksa, hanımlarınızın
bıraktıklarının yarısı sizindir. Onların evlatları varsa, o zaman yaptıkları
vasiyetten ve borçtan sonra bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Evladınız yoksa, bıraktıklarınızın dörtte biri
onlarındır (kadınlarındır). Evladınız varsa, o zaman yapacağınız
vasiyetten ve borçtan sonra bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. (Ölen)
adamın ya da kadının annesi, babası ve evladı yoksa ve bir erkek kardeşi ya da
bir kız kardeşi varsa, o zaman her birine altıda bir düşer. (Kardeşleri)
bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Tüm bunlar, vasiyetten ve borçtan sonradır.
Böylece kimse zarara uğratılmamış olur.1 Bu, Allah’tan
size bir vasiyettir (emirdir). Ve Allah Alim’dir, Halim’dir. (Her şeyi Bilendir. Yumuşak huylu, sabırlı
olan ve öfkesini kontrol edendir).
1 Bu ifadeden anlaşılıyor ki miras paylaşımında
herhangi bir tarafa zarar vermemek, yani bir mağdur oluşturmamak ve adaletten
ayrılmamak gerekmektedir.
13. Bunlar Allah’ın
hudutlarıdır.1 Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, (Allah)
onu altlarından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar.2
Azim (muhteşem) başarı işte budur.
1 Kur’an’da 14 kez geçen hudud sözcüğü hadd
kelimesinin çoğuludur ve “sınırlar” manasına gelmektedir. “Hududullah” da Yüce Allah’ın
belirlediği hükümlerin sınırlarını ifade etmektedir.
2 “Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92
ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59;
5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.
14. Kim de Allah’a ve resulüne isyan ederse ve O’nun sınırlarını
aşarsa, (Allah)
onu içinde sürekli kalacağı ateşe sokar. Ona onur kırıcı bir azap da vardır.
15. Kadınlarınızdan fuhuş1 yapanlara
karşı aranızdan (kadın
veya erkek) dört tanık getirin. Eğer (kadının aleyhinde) tanıklık
ederlerse, o zaman ölüm onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol
açıncaya kadar onları evlerde tutun.2
1 Fuhş: Meşru
ölçü ya da sınırları aşan; çirkin, kötü, kaba demektir. Bu sınırları aşan şey
için de fahiş kelimesi kullanılmaktadır. Bir
şeyin aşırı olduğu anlamına gelen fuhş, fahşa ve fahişe aynı köktendir. “Fahşa”
sözcüğü Kur’an’da 7 yerde (2:169, 268; 7:28; 12:24; 16:90; 24:21, 95)
geçmektedir. “fahişe” sözcüğü 14 yerde (3:135; 4:15, 16 19, 22, 25; 6:151;
7:28, 80; 17:32; 24:19; 27:54; 29:28; 33:30; 65:1) geçmektedir. Bunun çoğulu
olan “fevahiş” sözcüğü de 4 yerde (6:151; 7:33; 42:37; 53:32)
geçmektedir.
2 Bu ayette lezbiyen ilişkide bulunan iki kadının
kastedildiği kanaati oluşmaktadır. “Allah onlara bir yol açıncaya kadar” dan
kasıt da; tövbe etmeleri veya iffetli bir hanım olmayı kabul
etme, birisinin onunla evlenmek istemesi gibi hususlar kastediliyor olabilir. “Onları
evlerde tutun.” İfadesi ile de onları hem ceza hem de ıslah ve zorlamalardan
kurtarma amaçlı olarak evde veya rehabilitasyon, sığınma evinde tutma vb yerler
kastediliyor olabilir.
16. Sizden onu (o
fuhşu) yapanların ikisine1 de eziyet edin! Tevbe
eder ve ıslah olurlarsa, artık onlara karışmayın.2 Şüphesiz ki Allah,
Tevvâben-Rahîm'dir (İstiğfar eden kuluna tekrar yönelendir; Merhametlidir).
1 Bu ifade ile de homoseksüel ilişkide bulunan iki
erkeğin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.
2 “إعراض” (ı'râz), “görmezden
ve duymazdan gelmek, karışmamak, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına
gelir. Bu kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir
taahhütten bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten
türemiş 51 kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35,
68, 106; 7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83;
18:57; 20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30;
34:16; 36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17;
74:49.
3 Günahkârların umumi ifşası, 5:38 ve 24:2’de
gördüğümüz gibi büyük bir caydırıcılıktır.
17. Allah’ın kabul edeceği tevbe, cehaletle (bilgisizce)
kötülük1 işleyen, sonra da hemen tevbe edenlerinkidir. Allah,
işte onların tevbesini kabul eder.2 Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir
(Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir.
Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
2 Tevbe, sözle yapılan pişmanlık ifadesi değil,
yapılan kötülükten vazgeçmektir. Bu ayette de Yüce Allah’ın kabul edeceği
tevbenin bilgisizce yapılan bir hatadan hemen sonra gerçekleştirilen pişmanlık
ve yöneliş olduğuna dikkat çekilmektedir. Hata işledikten hemen sonra tevbe
etmek, günahın günah olduğunu idrak edebilmek ve günahı savunmamaktır. Zamana
yayılan hata bir süre sonra kanıksanır, benimsenir, alışkanlığa dönüşür ve
kişiyi yaptığının hata olmadığı sonucuna götürür ki işte bu korkunç bir
akıbettir. Benzer mesaj: 27:11.
18.,
Kendilerine ölüm yaklaştığında, kötülükler yapanların “Ben şimdi tevbe ettim.”
diyerek ettikleri tevbe (tevbe) değildir. Kafir olarak ölenlerin de (tevbesi
tevbe değildir). İşte onlar için elim bir azap hazırlanmıştır.
Önceki
ayette geçen es-sû’ (kötülük) sözcüğü yerine burada es-seyyiât (kötülükler) sözcüğü
kullanılmıştır. Bundan da birden fazla olan ve/veya alışkanlık haline
getirilmiş olan kötülüklerin bağışlanmayacağı anlaşılmaktadır. Kabul edilmeyen
tevbelerle ilgili mesajlar için Bkz: 6:158; 10:90-91; 32:29; 34:52; 40:85; 44:13;
47:18.
19. Ey iman edenler, kadınlara
zorla varis olmanız (mallarını sahiplenmeniz) size helâl değildir.
Apaçık bir fuhuş yapmadıkça da onlara verdiğinizin (mehirin vb) bir kısmını almak için onları
sıkıştırmayın. Onlarla da maruf (vahye
uygun, meşru olan) üzere geçinin. Onlardan hoşlanmazsanız,
bilin ki Allah, hoşlanmadığınız bir şeye çok hayır koymuş olabilir.
20.
Bir zevceyi ısrarla başka bir zevce (eş) ile değiştirmek isterseniz,1
o zaman birinciye kantarlarca (mehir olarak yükler dolusu mal) vermiş
olsanız bile ondan (verdiklerinizden) bir şeyi (geri) almayın! Bühtan
ederek (suç isnat ederek, itham ederek, aralayarak)
ve açıkça ism ile (Allah’ın yasakladığı bir fiil ile) verdiğinizi geri mi
alacaksınız?
1 “رَاوَدَتْ”
(Ravadat) sözcüğü, “bir şeyi ısrarla istemek ve ayartmak” anlamlarına gelir.
21. Birbirinizle de kaynaşmış
(cinsi münasebette bulunmuş) ve sizden sağlam
bir misak (nikah, söz) almışlarken, onu (mehri) nasıl geri alırsınız?
22. Babalarınızın
evlendiği kadınlarla da evlenmeyin! Ancak geçmişte yapılanlar1 hariçtir. Şüphesiz ki bu bir fuhuştur ve
iğrençtir ve kötü bir yoldur.
1 “سلف” (selefe), “(önceden) gönderilen,
yapılan” anlamına gelir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 8 kelime geçer: 2:275;
4:22, 23; 5:95; 8:38; 10:30; 43:56; 69:24.
23. Anneleriniz
de kızlarınız da kız kardeşleriniz de halalarınız da teyzeleriniz de kardeş
kızları da kız kardeş kızları da sizi emziren (süt) anneleriniz de süt kız kardeşleriniz de
kadınlarınızın anneleri de kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan
olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız da size haram kılındı (yasaklandı).
Onlarla birleşmemiş iseniz, o zaman onların kızlarını almanızda size bir cünah (engel,
sakınca) yoktur. Kendi neslinizden olan oğullarınızın helallerini (gelinleriniz)
de iki kız kardeşi (eş olarak) birlikte almak da …1 Ancak geçmişte yapılanlar
hariç. Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları
Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
1 Ayette geçen “anneleriniz ve kızlarınız”
ifadesi, yukarıya doğru anneanneleri ve babaanneleri içerdiği gibi kızları ve
onların kızları olan torunları da içermektedir. Ayrıca
Bakara süresi 2:233 ayetinde belirtilen iki yıllık süt emzirme süresinde
emzirilen süt kardeşlerle evlenme yasağı da hükme bağlanmıştır. Bu ifade, Kur’an
hükümleri gelmeden önceki uygulamaları içermektedir. İslâm’ı
bilmeden veya bu ayetteki yasak hükmü nazil olmadan önce yapılan bu gayri meşru
evliliklerden dolayı kişiye sorumluluk yoktur.
24. Eyman (sözleşme)
ile sahip olduklarınız1 hariç, kadınlardan muhsenat olanlar2
(korunmuş hür kadınlar) da Allah’ın size yazdığıdır (helal kıldığıdır).
Bunun dışında zina yapmayan3 korunmuş hür kadınları2
da mallarınızla almanız size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza4
karşılık belirlenen ecirlerlerini5 (haklarını,
mehirlerini) farz kılındığı gibi kendilerine verin.6 Bu
yükümlülükten sonra da karşılıklı razı olduğunuz hususta (şartı
değiştirmeniz durumunda) size bir cünah (sakınca, günah) yoktur. Şüphesiz
ki Allah Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).
1 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3
ayetinde yer alır.
2 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi, “korunak,” “sığınak” anlamına
gelen “حصن”
(h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş hür kadınlar”
veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu kelime,
kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların bir dış
koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade eder. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5
(3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.
3 “مُسَافِحِينَ” kelimesi, “açıkça
dökmek”, “akıtmak”, “yaymak” anlamına gelen “سَفَحَ” (s-f-h) kökünden
türetilmiştir ve “şehvetle kendini açığa vuranlar”, “gayri meşru ilişki
kuranlar” ve “zina edenler” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4
kez geçer: 4:24, 25; 5:5; 6:145.
4 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
5 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu
bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret,
para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi
türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
6 Yüce Allah, nikahlanmak yani kendileriyle sözleşme
yapmak koşuluyla kadınlardan eş olarak yararlanılabileceğini belirtmektedir.
25. Sizden,
mümin olan muhsanât1
(korunmuş hür kadınlar) ile evlenmeye gücü ve
varlığı olmayan kimse,2 o zaman eyman (sözleşme) ile
sahip olduğunuz3 mümin gençlerinizle4
nikahlansın. Allah da sizin imanınız hakkında en iyi bilendir. Sizler,
birbirinizdensiniz. Sizden bazıları bazılarınızdandır. Artık zina yapmayan5
ve gizli dost edinmeyen6 (gayri meşru ilişkilerde
bulunmamaları) korunmuş hür kadınlar1 olmaları şartıyla, onları
ailelerinin izniyle nikahlayın ve onlara ecirlerini (haklarını, mehirlerini)
maruf ile (Kur’an emirlerine uygun olarak) verin. Eğer (evlenip)
korunmuş hür kadın1 olduktan sonra da bir fuhuş yaparlarsa, o
zaman onlara korunmuş hür kadınlara1 verilen azabın (cezanın)
yarısı (uygulanır)7. Bu, sizden sıkıntıya düşmekten8
korkanlar içindir. Ancak sabretmeniz ise
sizin için hayırlı olandır. Allah da Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
1 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi,
“korunak,” “sığınak” anlamına gelen “حصن”
(h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş hür kadınlar”
veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu kelime,
kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların bir dış
koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade eder. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5
(3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.
2 Bu ayette “Güçlü ve varlıklı” olarak
çevirdiğimiz “tavl” sözcüğü, 4:25 ve 40:3 ayetlerinde de
geçmektedir.
3 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3
ayetinde yer alır.
4 “feteyâtikum”
sözcüğü geçen ve “gençleriniz” anlamına gelmektedir. Ancak “feteyatikumul mu’minat”
ifadesi nedeniyle “mümin genç kızlarınızla” şeklinde anlam kazanmaktadır. Aynı
sözcük 24:33 ayetinde de geçmektedir. Bu ayette evlilik
konusunda sosyal konumu tercih etmek yerine imanlı kullarla (hizmetkarlarla) evliliğin
tercih edilmesini emretmektedir.
5 “مُسَافِحِينَ” kelimesi, “açıkça
dökmek”, “akıtmak”, “yaymak” anlamına gelen “سَفَحَ” (s-f-h) kökünden
türetilmiştir ve “şehvetle kendini açığa vuranlar”, “gayri meşru ilişki
kuranlar” ve “zina edenler” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4
kez geçer: 4:24, 25; 5:5; 6:145.
6 “مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ” (muttâhid’u
ahdânen) ifadesi, “gizli dostlar edinenler” veya “gizli sevgililer edinenler”
anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 4:25; 5:5.
8 “أعنَتَ” fiili, “zorlaştırmak, güç duruma sokmak,
zora koşmak” demektir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 2:220; 3:118; 4:25;
49:7.
26. Allah, size (hükümleri) açıklamak
ve sizi, sizden öncekilerin sünnetine (yasalarına) ulaştırmak1
ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Ve Allah Alim’dir,
Hakîm’dir.
1 Yüce Allah din konusunda bize kanun olarak
belirlediği şeyleri daha önce Nuh’a da Muhammed’e de İbrahim’e de Musa’ya ve
İsa’ya da (hepsine selam olsun) emrettiğini bildirerek ilahi mesajlardaki
kaynak ve ruh birlikteliğine dikkat çekmektedir. 42:13’te bahsedilen bu beş Nebiden
33:7’de de bahsedilmektedir. Aynı mesaj içeriğinde olmak üzere 3:19, 52, 81,
85, 6:83-90, 7:126, 21:92, 22:78, 23:52, 26:192-196, 42:13, 46:9, 53:36-41 ve 87:18-19
gibi ayetlerde çeşitli bilgiler verildiğini hatırlatmak gerekmektedir. Bu
itibarla tekrar vurgulayalım ki önceki nebilere veya kitaplara atfedilen ilâhî
mesajların doğruluk değeri veya ölçüsü, Kur’an’a uygunluk şartına bağlıdır. Onlarda
bulunan hüküm Kur’an’dakinden farklı ise, Kur’an onları neshetmiş (geçersiz
kılmıştır) demektir ve Kur’an’ın hükümlerine uyulur.
27. Ve Allah sizin
tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler ise azim (büyük)
bir sapkınlığa düşmenizi istiyor.
28. Allah, sizden (yükünüzü)
hafifletmek istiyor. İnsan da zayıf yaratılmıştır.
Allah,
insanları en güzel şekilde yaratmıştır (32:7; 64:3; 82:7; 95:4). Fakat
insanoğlu, kendisine verilen özgür seçim gücüyle şeytana yani sapkına uyunca
Allah’ın sayısız yaratıkları arasında en aşağıya düşürüldü (95:5). Ayette,
edilgen fiilin kullanılması ilgi çekicidir. “İnsanı zayıf yarattık” denmiyor, “insan
zayıf yaratılmıştır” deniyor. Nitekim insanın zayıflığı, aceleciliği,
huysuzluğu söz konusu edilirken sürekli olarak edilgen fiil kullanılır (4:28; 21:37;
70:19). İnsanları en güzel şekilde özgür
olarak yaratan Allah, bu incelikli ifadeyle, insanın, orijinal yaratılışına
özgür iradesiyle olumsuz etkide bulunduğunu anlatır. (Bak 57:22-23).
29. Ey
iman edenler! Birbirinizin mallarını batıl (geçersiz, haksız) yollarla yemeyin! Karşılıklı
rızaya dayanan ticaret (alışveriş) yoluyla
da olsa (birbirinizin malını yemeyin)! Nefislerinizi
(birbirinizi) de katletmeyin! Şüphesiz ki Allah,
size karşı Rahim’dir (Merhametlidir).
1 Bu tümce, bazı Kur’an çevirilerinde, “Karşılıklı
hoşnutlukla yapılan alışveriş dışında, birbirinizin mallarını haksız biçimde
yemeyin.” olarak; yani “Birbirinizin mallarını alışveriş yoluyla haksız bir
biçimde yiyebilirsiniz.” anlamı verilerek çevrilmiştir. Oysa ayette geçen “illa”
edatı, “dışında” anlamında değil, “olsa da” anlamında bildirilmiştir. Bu
ayetten sonra gelen 4:30 ayetinde, “Böyle yapanların ateşe gönderileceği” bildirilmiştir.
7:85 ayetinde de “Ölçüyü ve tartıyı tam yapın ve insanların eşyalarını
eksik vermeyin.” buyruğu vardır. Alışveriş ilkeleri konusunda
bildirilmiş kesin buyruklara karşın, alışverişte pazarlık yapmanın nebinin sünneti
(davranışı) olduğuna ilişkin hadisler uydurularak alışverişlerde sömürü konusu
yapılmıştır. Elektrik, su, doğalgaz gibi kamusal hizmetlerde veya büyük
mağazalar, zorunlu tüketim ürünleri ve akaryakıt gibi büyük şirketlerin
yönetiminde bulunan ve kendi sattıkları hizmetlerde pazarlık sözcüğünü aklına
bile getiremeyenler, evine ekmek götürmenin peşinde olan küçük satıcıyı
gördüklerinde pazarlık etmenin sünnet (!) olduğunu hatırlayıverirler. Bir kısım
esnaf da “pazarlık sünnettir” diyerek ürünleri fahiş fiyatla satmaya ve
müşterinin de söylediği fiyatı düşürmemesi için yeminlerle ve yalanlarla
kendilerini acındırmaya veya durumu manipüle etmeye çalışmaktadırlar. Bunların
hepsi İslam’a uymayan uygulamalardır.
30. Kim saldırganlıkla
ve haksızlıkla bunu yaparsa, o zaman onu ateşe yaslarız. İşte bu, Allah için kolay
olandır.
31. Size yasaklananların büyüklerinden1 sakınırsanız, seyyielerinizi (kötülüklerinizi, çirkin fiillerinizi) örteriz2
ve sizi kerim (onurlu, saygın) bir yere yerleştiririz.
1
Kur’an’da “kebair” büyük günahlardan 3
yerde (4:31; 42:37; 53:32) söz edilmektedir, ancak bu büyük günahların neler
olduğu hakkında fazla bilgi verilmemiştir. Ancak Kur’an’da yer alan;
Allah’a ortak koşmak (4:48), haksız yere insan öldürmek
(5:32), yoksulluk endişesiyle çocuklarını öldürmek (17:31), içki,
kumar ve falcılık (2:219, 5:90), Riba (yüksek faiz) (2:275), fuhuş
çeşitleri ve eşcinsellik (16:90), yetim malı yemek (4:2, 6), Allah
hakkında bilmediği şeyi söylemek (7:33; 4:50), Allah’ın ayetlerini
tahrif etmek (5:41), malların, paranın ve insanların serbest dolaşımına
engel olacak her türlü terör ve düzen bozucu faaliyetler (zorbalık) (7:85),
namuslu kadınlara zina isnad etmek (24:23) ve savaş meydanından
kaçmak (8:15-19) gibi hususlar büyük günahlar olarak anlaşılmaktadır.
2 “nükeffir” (نُكَفِّرْ), görmezden geliriz,
örteriz anlamına gelmektedir.
32. Allah’ın, bazınızı
bazınıza faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldığı şeyleri
de çok arzulamayın1. Adamlara, kazandıklarından bir pay,
kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın fazlından
(lütfundan, cömertliğinden)
isteyin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir.
1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit
etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu
kökten türemiş toplam 17 kelime geçer:
2:78, 94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82;
53:24; 57:14; 62:6, 7.
33. Ebeveynin ve akrabalarının
bıraktıklarına da mevali (hak sahibi, mirasçılar) tayin ettik. Eymanlarınızın
düğümlediği1 (yaptığınız sözleşmeyle, verdiğiniz yeminle
hak sahibi olan) kimselere de paylarını verin.2 Şüphesiz
ki Allah, her şeye tanık olandır.
ı “عُقْدَ” (ukad), Arapça’da “düğümler”
anlamına gelmektedir. Tekil hali “عُقْدَة” (ukde) olup çoğul hali “عُقَد”
(ukad) şeklindedir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde geçer: 4:33; 20:27; 113:4.
2 Bu husus ile ilgili ayrıntılı açıklama bu
surenin 3’üncü ayetinde yer almaktadır.
34.
Adamlar1, kadınlar üzerinde kavvamdırlar.2 Mallarından infak ettikleri (karşılıksız yardım ettikleri, harcama yaptıkları, destek oldukları) için de Allah, bazılarını bazılarından faziletli
(ayrıcalıklı,
üstün özellikli) kılmıştır. Saliha kadınlar da itaat eden ve Allah’ın gözetip
korumasına karşılık gaybı (ailenin mahremini, sırlarını) koruyup gözeten
kadınlardır. Nüşuzundan (ayrılmasından) korktuğunuz3
kadınlara gelince; onlara vaaz edin (öğüt verin, uyarıda bulunun) ve onları
yataklarında bırakın (onlarla yatmayın, onlarla cinsi münasebette
bulunmayın) ve onları darp edin (uzaklaştırın).4 Size
itaat ederlerse, o zaman onların aleyhine başka bir yol aramayın (onları
aşağılamayın, suçlamayın). Şüphesiz ki Allah Aliy’dir, Kebir’dir.
1 Rical
sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘adamlar’ demektir. Rical kelimesi çoğu zaman cinsiyet belirtmez.
Yani kadın da olabilir. Çünkü rical kelimesi “olgunlaşmış, yiğit adamlar”
anlamlarına gelmektedir
2 “Kavvam” ise; bir işi hakkıyla yapan, koruyup gözeten anlamlarına
gelir.
Ayette geçen “Kavvam”
kelimesi, bu ayetten ayrı olarak Kur’an’da iki yerde (4:135 ve 5:8) daha
geçmektedir. Her iki ayette de “kavvam” kelimesi, çevirilerde “adaleti ayakta
tutan” anlamında kullanılmıştır. Ancak aynı çevirilerde bu ayetteki (4:34) Bu
nedenle “kavvam” kelimesine “hakim, yönetici” diye anlam vermeleri
düşündürücüdür. “Adamlar kadınlar üzerinde kavvamdırlar” ifadesi
ile, adamlara (olgun erkeklere), eşleri üzerinde bir zorba veya istediğini yapabilen
anlamı çıkarılamaz. Adama, eşinin ve ailesinin gözeticisi olduğu yönündeki
görev ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır.
Aynı ayetin içinde bulunan “Allah, insanların
bazılarını diğerlerinden daha faziletli kılmıştır ve mallarından infak eder.”
İfadesi ile de bu surenin 32’nci ayetinde erkeğe mirastan neden fazla pay
verilmiş olduğu açıklanmıştır. Bunlar, kadınların aksine, erkeklerin
evlenirken mehir vermeleri, ölen babadan geriye kalan kardeşlerin ve ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olmasıdır.
Ancak bu ayette adamların kavvam olabilmeleri
hususu onların, kendi mallarından eşine ve çocuklarına infakta bulunması, yani
onların nafakasını (geçimini) sağlaması şartına bağlanmıştır. Bu nedenle,
ailesinin geçimini sağlamayan bir kişinin kavvam sayılabileceği sonucu
çıkarılamaz.
3 nüşûz kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya
geçimsizlik çıkarmasından” gibi anlamlara gelir. Ancak çevirilerde “sadakatsiz, iffetsiz, şirretlik,
itaatsizlik, başkaldırı” olarak yanlış çevriler yapılmakta; fıkıhta da “kadının
evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek
düzeyde geçimsizlik sergilemesi” gibi anlamlar verilmektedir. Halbuki burada
verdikleri yanlış anlamı hem 4:128 ayetinde “koca” için kullanılmalıdırlar, hem
de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.
4 Ayette geçen “Darebe” kelimesi bağlama
göre “vurmak, dövmek”, “yola çıkmak”, “örnek vermek”, “ayırmak”, “uzaklaştırmak”,
“örtmek”, ve “perdelemek” anlamlarına gelir. Örneğin;
“yeri darp ettiğinizde” (4:101) ifadesi ile “yola
çıktığınızda” kastedilmekte. (Benzer kullanımlar için bkz: 2:273; 3:156)
“Üzerlerine alçaklık ve miskinlik darp edildi.” (2:61)
ifadesi ile “damgalandılar” kastedilmektedir.
“onu (ölü ineği) darp edin.” (2:73) ifadesiyle “ona
vurun, ona dokunun.” kastedilmektedir. (Benzer kullanımlar için bkz: 7:160; 8:12;
26:63; 37:93)
Ayrıca: dövmek (8:50; 47:27), anlatmak (43;57),
örnek vermek (13:17; 14:24, 45; 16:75, 76; 16:112; 18:32, 45; 43:58), vaz
geçmek (43:5), gençlerin kulaklarını kapamak, tıkamak (18:11), örtmek (24:31), duvar
vurmak (örmek) (57:13) ve yolculuğa çıkmak (20:77; 4:94) anlamlarında
kullanılmıştır.
Bu nedenle buradaki darb fiilinin de sadece “dayak
atmak veya dövmek” anlamına gelmediği, “uzaklaştırmak” anlamına da gelebileceği
kanaatine de varılmaktadır. Nitekim 65:1 ayetinde “Açıkça
fahşa (çirkin bir iş, büyük günah) yapmadıkça onları evlerinden
çıkarmayın; onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın
sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendisine haksızlık etmiş olur.” zina durumunda dahi kocanın karısını dövebileceğinden
söz edilmiyor ve o zaman boşadığı kadından evi terk etmesinin istenebileceği
belirtiliyor.
Bunun böyle olduğu, Nebimiz Muhammed’in
uygulamalarından da çıkarılabilir. Çünkü Nebimizin de hanımları ile uzun bir
huzursuzluk yaşamış, evi terk etmiş ve 28 gün onlardan ayrı kaldığı rivayet edilmektedir. Bu olayların yaşanmasında
hanımları hatalı olmasına rağmen Nebi onları dövmemiş, bunun yerine kendisi evi
terk etmeyi tercih etmiş ve eşlerinden ayrı kalma yolunu seçmiş.
Ayrıca hatırlayın! Bu sure kadın haklarını
savunuyor ve kadına olan yaygın zulme karşı koyuyor. Dolayısıyla bu surenin
ayetlerinin herhangi bir yorumu kadınların lehine olmalıdır.
35. Aralarındaki uzak1 ayrılıktan2 korkarsanız, o zaman erkeğin ve kadının
ailelerinden âdil birer hakem gönderin. Uzlaşmak isterlerse; Allah, onların
aralarını bulur. Şüphesiz ki Allah, Alim’dir, Habir’dir
(Her şeyi bilendir; her şeyden haberdar olandır).
1 “بَع۪يدٍ” (be’iyd), uzak demektir. “Uzak bir
ayrılık” da “şiddetli/derin bir ayrılık/kopuş/anlaşmazlık" gibi anlamlara
gelir. Kur’an’da bu kökten türemiş 36 sözcük bulunur: 2:176; 3:30; 4:60, 116, 136,
167; 9:42; 11:44, 60, 68, 83, 89, 95 (2 kez); 14:3, 18; 21:101, 109; 22:12, 53;
23:41, 44; 25:12; 27:22; 34:8, 19, 52, 53; 41:44, 52; 42:18; 43:38; 50:3, 27,
31; 70:6.
2 Bu kelime, temel anlamı “yarmak,
çatlatmak, bölmek, ayırmak, parçalamak” olan “ش ق ق” (şin kâf, kâf) kökünden
türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 28 kelime bulunur: 2:74, 137, 176;
4:35, 115; 8:13 (2 kez); 9:42; 11:89; 13:34; 16:7, 27; 19:90; 22:53; 25:25;
28:27; 38:2; 41:52; 47:32; 50:44; 54:1; 55:37; 59:4 (2 kez); 69:16; 80:26 (2 kez); 84:1.
36. Ve Allah’a kulluk
edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ebeveyne de
ihsanda bulunun
(güzel bir şekilde karşılıkta bulunun)! Akrabaya
da yetimlere de miskinlere1 de yakın komşuya da
uzak komşuya da yanınızdaki arkadaşınıza da yolda kalmış kimselere de eyman (sözleşme)
ile hak sahibi olduğunuz kimselere de (iyilikte bulunun). Şüphesiz
ki Allah, kibirlenip böbürlenenleri2 sevmez.
1 Miskin, temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.)
dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişiye denir. Fakir ise, temel
ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan
kişidir.
2 “mukhtalin fehur” ifadesi, “kibirlenip
böbürlenen”, “kendini beğenip övünen” anlamına gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da
3 ayette geçer: 4:36; 31:18 ve 57:23.
37. Onlar, cimrilik
ederler1, başkalarına da
cimriliği emrederler. Allah’ın kendilerine verdiği fazlı
(lütfu, cömertliği) de
gizlerler.2 Kafirler (hakkın
üstünü örtenler) için de alçaltıcı bir azap hazırladık.
1 “بَخَلَ”
(bekhâlâ) sözcüğü, “cimrilik etmek”, “mal ile yardım etmekten
kaçınmak” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 3:180 (2
kez); 4:37 (2 kez); 9:76; 47:37, 38 (3 kez); 57:24; 92:8.
2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
38. Bunlar (müşrikler), Allah ile ve ahir (son,
ahiret) gün ile iman etmezler (inanıp
güvenmezler) ve gösteriş için1 mallarını insanlara infak
ederler (yardım
ederler, harcarlar).
Ve şeytan (aldatan, saptıran) kimin arkadaşı ise, artık
ne kötü bir arkadaştır.
1 “riya
yapmak, gösteriş yapmak, başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi
anlamlara gelen “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş
olan “رِئَآءَ” (ri’ae) sözcüğü, “riyakar olanlar, gösteriş yapanlar” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.
1 “قَر۪يناً”
(kâriyn), “yakın arkadaş”, “yoldaş”, “eşlik eden” demektir. Bu ifade Kur’an’da
8 kez geçer: 4:38 (2 kez); 37:51; 41:25; 43:36, 38, 53; 50:23, 27
39. Allah ve ahiret günü ile iman etselerdi ve Allah’ın
kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi ne olurdu? Ve Allah onları bilendir.
40. Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık
etmez. Bir iyilik olursa, (Allah) onu kat kat yapar; katından da Azîm (muazzam)
bir ecir1 (karşılık) verir.
1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu
bir anlam taşır ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret,
para, mal, ödül vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
41. (Hesap günü) tüm
toplumlardan bir tanık (resul) ile geldiğimizde, seninle de bunlara
karşı tanık olarak geldiğimizde o zaman nasıl olacak?
42. Küfreden ve Resul’e isyan eden kimseler, mümkün olsa o gün yer1 ile bir olmak isterler2. Allah’tan
bir hadis (söz, haber) de gizleyemezler3.
1 “أَرْضٌ” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü,
zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan
yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları
gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
2 Bu kelime “وَدَّ”
(vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi
anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96,
105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96;
29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23;
85:14.
3 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve “saklamak”
anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72, 140, 146,
159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106; 21:110;
24:29; 40:28.
43. Ey iman edenler! Bilinciniz
bulanık1
iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar salata (Allah’a
yöneliş duasına) yaklaşmayın!
Cenabetli2 iken de yıkanıncaya kadar (salata yaklaşmayın). Hastaysanız ya da seferdeyseniz3 veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse ya da
kadınlara (cinsel
olarak) dokunmuşsanız4 fakat su
bulamamışsanız, o zaman tayyib
(iyi, güzel, hoş) bir
toprağa5 teyemmüm edin (yönelin)6 ve onunla
(toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin).7
Şüphesiz ki Allah Afuv’dur, Gafur’dur (Affedendir;
Günahları örten ve bağışlayandır).
1 “سكر” (sekr)
ifadesi de “sarhoş olmak, bilinci bulanık olmak, şuur
bulanıklığı, kendinde olmamak” gibi anlamlara gelir. Bunun İbranice karşılığı da
“שְׁכָּ֑ר” (şekâr) ifadesidir. Bu
ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 4:43; 15:72; 16:67; 22:2 (2 kez); 50:19.
2 Sözlükte “uzaklaşmak” manasına gelen “cenabet”
kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî münasebette bulunan veya başka
sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan kimsenin durumunu ifade eder.
3 Arapça’da, ‘örtüyü kaldırmak, açığa
çıkarmak’ anlamına gelen س-ف-ر (s-f-r) kökünden türeyen “سَفَر”
(sefer) sözcüğü, “yolculuk, seyahat” anlamına gelir. Aynı kökten gelen “أَسْفَرَ” (asfera) fiili
“aydınlandı, açığa çıktı”; “مُّسْفِرَةٌۭ” (musfiratun) sözcüğü “aydınlık,
parlayan”; “سَفَرَةٍۢ” (seferatin) sözcüğü ise (yazıcılar, yazan
melekler) anlamında kullanılır. س-ف-ر (s-f-r) kökünden türemiş kelimeler
Kur’an’da 12 kez geçer: 2:184, 185, 283; 4:43; 5:6; 9:42; 18:62; 34:19; 62:5;
74:34; 80:15, 38.
İbranice’deki
“סֵפֶר” (sefer) kelimesi “yazılı metin ve kitap”; “סְפָרָה” (sefārah) kelimesi “sınır
çizgisi, bölge”; “סְפָר” (sfar) kelimesi ise “sınır, hudut” anlamlarına
gelmektedir.
4 Bu ifade Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir
deyimdir ve Kur’an’da da bu anlamda kullanılmakta olduğu görülmektedir.
5 “صَعِيد” (sâ'iyd) kelimesinin sözlük anlamı da “toprak”,
“düz alan” veya “yüzey” gibi anlamlara gelir. Bunun yanı sıra, kelime “toprak
yüzeyi”, “toprak parçası” veya “temiz toprak” anlamlarında da kullanılır.
Bu sözcük Kur’an’da 4 kez
geçer: 4:43; 5:6; 18:8, 40.
6 5:5 ve 6’ncı ayetlerde da tüm vücudun yıkanması
(gusül, temizlenme, arınma) ve salat için yıkanmanın (temizlenme, arınma) nasıl
yapılacağı anlatılmaktadır. Bu ayette ise, teyemmümün nasıl yapılacağı
anlatılmaktadır.
“تَيَمَّمُوا”
(teyemmemû) ifadesi, kök olarak” “ي م م” (ymm)'den gelir ve genel
anlamıyla “bir şeyi kastetmek, yönelmek, amaçlamak” demektir. Bu, bağlamına
göre farklı anlamlar kazanabilir. Kur'an'da yer alan “fakat su bulamamışsanız,
o zaman tayyib (iyi, güzel, hoş) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin)
ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin)” şeklindeki ifade ile de su
ile temizlenme (yıkanma, arınma) imkanı yoksa toprağa yönelerek onunla
temizlenmeyi (arınmayı) ifade etmektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer:
2:267; 4:43; 5:6.
Bu
cümle, aynı sözcüklerle 5:6 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
7 “مَسْحًا” (mesh)
sözcüğü, “silmek, sıvamak” anlamlarına gelir.
Bu sözcük Kur’an’da 4 kez geçer: 4:43; 5:6 (2 kez),
38:33.
44. Kitap’tan
kendilerine bir pay verilen kimseleri görmedin mi? Sapkınlığı satın alıyorlar, sizin
de yoldan sapmanızı istiyorlar.
Ehl-i
Kitap’tan bazı Yahudi, Nasrani ve Müslümanların, Yüce Allah’ın gönderdiği Kitaplar
ile birlikte birileri tarafından uydurulan sözleri kaynak göstererek, müminlerin yeniden
şirke bulaşmalarını istedikleri görülmektedir. Onların bu isteklerindeki asıl
etken ise dindarlıkları veya kendi dinlerini çok sevip onu sahiplenmeleri
değil, sadece vahye uymanın onların çıkarlarını zedelemesindendir.
45. Allah da düşmanlarınızı en iyi bilendir. Veli (dost, rehber, koruyup gözeten) olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah
yeter.
46.
Yahudi
olanlardan bazıları kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar.1 Dillerini
de eğip bükerek ve dine saldırarak2 “İşittik ve isyan ettik!
Dinle, dinlemez olasıca! Ve Râinâ!3 (bize
çobanlık et!)” derler. Onlar, “İşittik ve itaat ettik! Dinle! ve Unzurna! (bize
bak)” deselerdi, elbette ki onlar için hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat
Allah, küfürleri (hakkı örtmeleri) nedeniyle onları lanetlemiştir. Bundan
dolayı çok azı hariç iman etmezler.
1 Tahrif; gerçeğe aykırı anlam vermek, farklı yorumlara
yönelmek demektir. Kelimeleri tahrif etmek; bir çıkar için Allah’ın murâd
etmediği bir şekilde kelimelere anlam vermek ve tefsir ederek yapılır. Tahrifat
ise; yanlış tercüme ederek, tefsirlerde yanlış yorumlayarak, doğruları söylemeyerek veya sözleri duyumlarla
(rivayetlerle) çarpıtarak yapılmaktadır.
Bazı Müslümanlar da benzer tahrifatta
bulunmaktadırlar. Örneğin 33:40 ayetinde “Muhammed…
Allah’ın Resulüdür ve nebilerin hatemidir (mührüdür, sonuncusudur).”
anlamına gelen “muhammedun… resulallah ve hatemen nebiyyin” ifadesini dini
söylemlerinde “muhammed, hatemel enbiya-i velmurselin” “Muhammed… nebilerin
ve resullerin hatemidir (mührüdür, sonuncusudur).” şeklinde söylerler.
2 “طعن” (te’ane), “dil uzatma, saldırı,
karalama, iftira atma” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer:
4:46; 9:12.
3’Bizi güt, bize çobanlık et!’ demeyin!” olarak
çevirdiğimiz “Raina” söylemi, insanların kendilerini güdülecek davar gibi
görmemeleri ve “bizi gör, gözet” şeklinde insanlık erdemlerine yakışan bir
hitap istemeleri anlamında yorumlanmalıdır. Ancak kimi Müslimler, ayete aykırı
olarak halka, raiyye (çoğulu reaya) derler. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer:
2:104; 4:46.
47. Ey kendilerine kitap verilen kimseler! Bazı yüzleri
silerek1
arkalarına döndürmeden2
ya da onları cumartesi3
ashabı (yoldaşları) gibi lanetlemeden4 önce, ellerinizin arasındakini (önünüzdeki kitabı) tasdik edici5
(doğrulayıcı) olarak indirdiğimiz şey (Kur’an) ile iman edin!
Allah’ın emri yerine getirilir!
1 “نَّطْمِسَ” (nâtmise) kelimesi, “ طَمَسَ” (tâmese) kökünden türemiş ve “sileriz”,
“yok ederiz”, “örteriz” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 5 kez geçer: 4:47; 10:88; 36:66; 54:37; 77:8.
2 Burada sözü edilen durum, umutları söndürülerek
arkalarına baktırılmaları, geçmiş günlerin aranması anlamında bir pişmanlık
hâli mecaz olarak ifade edilmektedir.
3 “ٱلسَّبْتِ” (es-sebt) kelimesi, “سَبَتَ”
(sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme günü” “durgunluk günü” gibi
anlamlara gelir. Haftanın 7’nci günü olan “sebt”, yani “cumartesi” günü
Kur’an’da, 7 kez geçer: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez); 16:124. Kur’an’da, Aynı
kökten türemiş 2 sözcük daha geçmektedir: 25:47; 78:9.
4 İsrailoğulları, cumartesi günleri hiçbir işle
ilgilenmeyip sadece ibadetle emrolunmuşlardı. Bölgedeki balıklar cumartesi günü
(Allah’ın imtihanı olarak) açıktan açığa sürüler halinde kıyıya geliyorlardı.
İsrailoğulları balıkların kıyıya akın akın gelmelerine imrenerek hırslarına
mağlup olmuşlar, bu yasağı dinlemeyip cumartesi günlerinde de avlanmaya devam
etmişlerdi. Böylece ilahi bir emre itibar etmeyip onu çiğnemişler, Cumartesi
Yasağını ihlal etmişlerdi. Benzer mesajlar: 2:65, 154; 7:163; 16:124.
5 Tasdik;
haberin ve haber verenin doğruluğunu kabul etmektir. Dolayısıyla Kur’an, Tevrat’ın
ve İncil’in doğruluğunu onaylamaktadır.
Bu ifade Kur’an’da, musaddikan (doğrulayıcı) ve “musaddikun”
(doğrulayanlar) şeklinde toplam 19 kez geçer: 2:41, 89, 91, 97, 101; 3:3, 39,
57, 81; 4:47; 5:46 (iki tane), 48; 6:92; 10:37; 35:31; 46:12, 30; 61;6. Tasdik ile ilgili açıklama 2:41’de yer
alır.
48. Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.1
Bunun dışındakileri (diğer
günahları) de istediği kişi için bağışlar. Ve kim Allah’a ortak koşarsa, Azîm
(büyük) bir ism2 ile iftira etmiştir.
1 Bu cümle 4:116 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Putperestlik; Allah’ın dışında herhangi bir şeyin
size yardımcı olabileceğine inanmaktır. Yüce Allah’ın bağışlamayacağını ilan
ettiği tek günah, şirk yani şirk üzere ölmektir. Allah’a ortak koşanlar da
kendilerinin Allah’a ortak koşmadığını zannederler (6:22-23).
2 “İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan
uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve
kötü düşünceye verilen isimdir.
49. Şu nefislerini (kendilerini/kendilerinden olanları) temize
çıkaranları görmedin mi?1 Hayır! Allah, istediğini temize
çıkarır! Onlara bir kıl kadar2 da haksızlık etmez!
1
Benzer mesajlar: 24:21; 53:32.
2 “فَتِيلًا” (fetiylên)
sözcüğü, bir şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade
etmek için kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça”
şeklinde çevrilebilir. Bu
sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.
50. Bak, nasıl da Allah’a iftira ediyorlar!
Apaçık bir ism (Allah’ın
yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) olarak bu yeter!
Her iftira, büyük suçtur. Ancak en büyük iftira,
Yüce Allah’a yapılandır. Bu konuda benzer mesajlar: 3:94; 6:21, 93, 144, 157; 7:37;
10:17; 11:18; 18:15; 29:68; 39:32; 61:7.
51. Kitap’tan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Cipt1 (put, büyü, hurafeler) ve tağut (azgın,
zorba)2 ile iman ediyorlar.
Küfreden kimseler için de “Bunlar, müminlerden daha doğru yoldadırlar.” diyorlar.
1 Tağut;
Allah’a karşı çıkan, başkalarına tapınılmasını emreden,
Allah’ın indirdiği hükümlere karşı çıkan ve insanları saptıran her şeye dedir.
2 Cibt;
Put, büyü, büyücülük, batıl inançlar ve hurafeleri kapsar.
52. İşte onlar, Allah’ın
lanetlediği kimselerdir. Allah da kime lanet ederse, artık ona bir yardımcı
bulamazsın!
53. Yoksa onların
mülkten (egemenlikten) bir payı mı varmış? Öyle
olsaydı, insanlara çekirdeğin zerresini (en küçük yardımı) bile
vermezlerdi.
54. Yoksa Allah’ın, insanlara fazlından (lütfundan, cömertliğinden) verdiği şeyleri mi haset1 ediyorlar? Oysa İbrahim ailesine de Kitabı ve hikmeti2 vermiştik. Onlara da Azîm (değerli,
büyük) bir mülk (güç, servet) vermiştik.
1 Haset:
Çekememezlik; bir kimsede olan bir şeyin onda olmayıp, kendinde olmasını veya
onun da mahrum kalmasını istemektir. Haset sözcüğü Kur’an’da 5 defa geçer: 2:109;
4:54; 48:15; 113:5 (2 kez).
2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet”
kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden
geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin
ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda
bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.
55. Böylece onlardan bazıları
onunla iman etti. Bazıları ise ondan yüz çevirdi. Öylelerine de Cehennemin yakıcı
ateşi1 yeter!
1 “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş,
yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55;
17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5,
10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.
56.
Şüphesiz ki ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği örten) kimseleri ateşe yaslarız. Derileri
yanıp dökülünce de azabı tatsınlar diye derilerini değiştireceğiz!1
Şüphesiz ki Allah,
Aziz, Hakîm
olandır (Mutlak
güç ve otorite sahibidir, Hikmetle hüküm verendir).
1 İnsan
bedeninin en büyük organı deridir. İnsan derisi, üst deri, alt deri ve deri
altı dokusu olarak isimlendirilen üç ayrı tabakadan oluşur. Yanıklar deriyi
eritir ve bedende büyük acılara yol açar. Deri yanıkları, üç ayrı düzeyde olur.
Birinci aşamada yanık, ilk tabakanın yanmasıdır ve büyük acı verir. İkinci
aşamada yanık, ikinci tabakanın da yanmasıdır ve acı daha büyük olarak devam
eder. Son tabakaya değin ulaşan üçüncü aşama yanıkta ise sinirlerin duyarlılığı
artık yok olduğu için acı duygusu da yok olmuştur. Ayette bildirildiği biçimde,
deriler sürekli yenilenerek yanarsa, birinci ve ikinci aşama yanıklar hiç sona
ermez; acı büyük ve sürekli olur. Deribilimi, bu bilgileri ancak yakın geçmişte
edinebilmiştir.
57. İman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri de
altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi kalacaklar.1
Onlar için orada mutahhar (tertemiz)
eşler vardır. Onları serin bir gölgeye de yerleştireceğiz.
1 Bu ifadeler aynı sözcüklerle 4:122’de de
tekrarlanmaktadır.
58. Şüphesiz ki Allah,
emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi size emreder. Şüphesiz ki Allah, onunla size ne güzel1 vaaz ediyor (öğüt
veriyor, uyarıyor)! Şüphesiz ki Allah Semi’dir, Basir’dir (İşitendir, Görendir).
1 “نِعْمَ” kelimesi de, “güzel” veya “iyi”
anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır.
Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk
veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı
varlıklar” demektir ve bu da genellikle “sürü hayvanları” için kullanılır. “نِعْمَ”
(ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez);
13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48;
77:23.
59. Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat
edin. Bir şey hakkında da anlaşmazlığa düşerseniz, Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile de iman ediyorsanız, o
zaman onu Allah’a ve Resulüne götürün. Hayırlı ve netice bakımından ahsen (daha
iyi, daha güzel) olan budur.
Bir
konuyu Yüce Allah’a götürmek demek onu Kur’an’a arz etmek demektir. Elçi’ye
götürmek de aynı şeydir. Çünkü 4:105’te Kur’an’ın Muhammed’e indiriliş amacı,
Allah’ın kitabında kendisine gösterdiği şekilde insanlar arasında hüküm vermesi
olarak belirlenmiştir. Bu arada konu Muhammed’in hakem tayin edilmesinden söz
edilen 4:65 ayetiyle de ilişkilendirilmelidir. Hem 4:65’te hem de bu ayette
Muhammed’in hakemliğine dikkat çekilmekte, 4:105’te ise bunun ne anlama geldiği
açıklanmaktadır. 6:114’te ise bütün bu bilgiler toparlanmakta ve asıl hakemin
Yüce Allah olduğu, O’ndan başka hakem aranmaması gerektiği ifade edilmektedir.
60. Sana indirilen (Kur’an)
ile de senden önce indirilen (Tevrat ve İncil) ile de iman ettiğini iddia
edenleri görmedin mi? Tağutla (azgın, zorba aracılığıyla) yargılanmak
istiyorlar. Oysa onlara, onu küfretmeleri (örtmeleri) emredilmişti. Şeytan
ise onları büsbütün saptırmak istiyor.
Tağut
ve tuğyan ile ilgili açıklama 2:15’te yer alır. Münafıkların, Nebimiz Muhammed önünde
muhakameleşmek istememelerinin nedeni; onun adaletli davranacağının farkında
olmaları, tarafgirlik yapmaması, rüşvet almaması, adam kayırmaması ve
hassasiyet gerektiren bir duyarlılıkla hareket edeceğini bilmeleridir. Bunu
bildikleri için de ondan iyice uzaklaştıkları belirtilmektedir.
61. Onlara “Allah’ın
indirdiğine ve Resul’e gelin.” denildiği zaman da münafıkların senden büsbütün
uzaklaştıklarını görürsün.
62. Elleriyle yaptıkları
yüzünden başlarına bir musibet gelince de sana gelerek ‘Sadece iyilik etmek ve
uzlaştırmak istedik.’ diye nasıl da Allah ile (O’nun
adıyla) yemin ederler.
63. İşte onların
kalplerinde olanı Allah bilir. O halde onlara aldırma ve onlara vaaz et (öğüt
ver, uyar)! Ve onların içlerine işleyecek etkili söz söyle.
Bu ayet, Kur’an’ı ulaştırmanın ve bildirirken
etkili konuşmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
64. Her resulü, Allah’ın
izniyle, kendisine itaat edilmesi dışında bir amaçla göndermedik. Onlar nefislerine
(kendilerinden olanlara) zulmettiklerinde
sana gelselerdi, resul de onlar için istiğfar etseydi, elbette ki Allah’ı Tevvâber-Rahîm
(İstiğfar eden kuluna tekrar yönelen merhametli) bulurlardı.1
1 Tevrat’ta da benzer şekilde
günahkarların elçiye gelmeleri, elçinin de onların suçları için bağışlanma
dilemesi emredilmektedir: “… Böylece Harun, İsrailoğullarının takdis
ettikleri bütün armağanların (hediye ve kurbanların) içerdiği suçları
için istiğfar etsin.” (Levililer, 28:38)
65. Hayır! Rabbine andolsun
ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça ve senin verdiğin
hükme içlerinde hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman
etmiş (inanmış, güvenmiş) olmazlar!
66. Biz, onlara
nefislerini (kendilerinden olanları) katletmeleri veya
yurtlarından çıkarmalarını yazsaydık (farz kılsaydık), içlerinden çok
azı hariç, bunu yapmazlardı. Kendilerine
vaaz edileni (verilen öğüdü, yapılan uyarıyı) yapsalardı elbette ki kendileri
için hayırlı
olurdu ve
(imanları) daha sağlam olurdu.
67. İşte o zaman onlara da
katımızdan Azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verirdik,
68. Ve onları sırat-ı müstakime
(dosdoğru olan yola) erdirirdik.
69. Ve
kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse; işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet
verdiği nebiler, sıddîklar (doğruyu
tasdik edenler),
şehitler (tanıklar)
ve sâlihlerle (erdemli ve dürüst kimselerle) beraberdir. Onlar ne güzel
arkadaştır!
Bu
ayet, Fâtiha Suresinin 7’nci ayetindeki “nimet verilenler” mesajının
açılımıdır.
70. Bu, Allah’tan bir fazldır
(nimettir, lütuftur ve rahmettir).
Her şeyi bilen olarak da Allah
yeter.
71. Ey iman edenler! Önleminizi
alın1 ve böyle harekete geçin
(sefere çıkın)! Ya bölük bölük ya da topluca harekete
geçin (sefere çıkın)!
1 “مَحْذُورٌ” (mahzûr) sözcüğü, “Sakınılan,
tehlikeli görülen, korkulan şey” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez
geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez),
122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.
72. Şüphesiz ki içinizden
(bu konuda) ağır davrananlar vardır. Size bir
musibet isabet ederse, muhakkak “Allah bana nimet verdi de onlarla birlikte
(orada) hazır bulunmadım!” der.
Aslında
kardeşlerini yalnız bıraktıkları ve muhtemelen bu davranışları yüzünden Müslimlerin
başına sıkıntı geldiği için üzülecekleri yerde sevinen bu tipler, gerçek
anlamda kalplerine iman yerleşmemiş kişiler olmalıdır. Zira bu gibiler hakkında
3:154, 156 ve 168’de geniş sayılabilecek bilgiler verilmekte ve Uhud’da savaşa
katılmadıkları, katılanları da kınadıkları ve “savaşa katılmasalardı öldürülmezlerdi”
şeklinde sözler söyledikleri ifade edilmektedir.
73. Size, Allah’tan bir
fazl (lütuf, cömertlik) erişirse, o zaman sanki
sizinle kendisi arasında bir yakınlık yokmuş gibi “Keşke1 ben
de onlarla birlikte olsaydım da Azîm (değerli) bir başarı elde etseydim!”
der.
1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ”
(leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette
geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79;
33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26)
anlamlarında kullanılmıştır.
74. O halde dünya
hayatına karşılık Ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah
yolunda savaşır ve katledilirse ya da galip gelirse, o zaman yakında ona Azîm (muazzam)
bir ecir (karşılık) vereceğiz.
Dünyalık
çıkarlar için başka dinlerin, mezheplerin veya milletlerin mensuplarına Allah’ın
adını anarak saldırmak “Allah yolunda savaşmak” değildir. Kur’an’ın
onayladığı savaş, saldırıya ve zulme karşı kendini ve toplumu savunma amacıyla
yapılan savaştır.
75. Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden
çıkar ve bize tarafından bir veli1 (dost, rehber, koruyup
gözeten) ver! Katından da bize bir yardımcı ver!” diyen mustazaf (ezilmiş, baskı altında olan) adamlar, kadınlar ve çocuklar için
savaşmıyorsunuz?2
1 Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından
çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer
alır.
2 Bu
ayet, Müslimlerin sadece kendi dindaşlarına değil, zulüm gören herkese yardım
etmeleri gerektiği hükmünü içermektedir. Allah yolunda, O’nun davası için
zalimlerle mücadele edilmesini de dahası zayıf düşürülmüş insanlar için de
savaşılmasını hükme bağlamıştır.
76. İman
eden kimseler Allah yolunda savaşırlar. Küfreden kimseler de tağut (azgın,
zorba) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın (aldatanın, saptıranın) evliyası
(yoldaşı, gözeticisi, kılavuzu) ile savaşın! Şeytanın hilesi zayıftır.
77. “Ellerinizi çekin (kimseye
dokunmayın) ve salatı (Allah’a
yöneliş duasını, elçiye ve müminlere yardımı, onlara destek olmayı) doğru
ve istikrarlı yapın, zekâtı da verin.” denilen kimseleri görmedin mi? Onlara
savaş yazıldığı (emredildiği) zaman, içlerinden bir grup,
Allah’ın haşyeti (Allah’a duyulan bilinçli bir derin saygı ve korku) gibi,
hatta daha şiddetli bir haşyet ile insanlara haşyet duymaya başladılar ve dediler
ki: “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın! Keşke yakın bir süreye kadar bize
savaşı erteleseydin!” De ki: “Dünya metaı (dünyada faydalanılan şeyler)
azdır, muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar) için ise ahiret daha
hayırlıdır. Onlara bir kıl kadar1 da haksızlık edilmez.
1 “فَتِيلًا”
(fetiylên)
sözcüğü, bir şeyin çok küçük bir parçasını, özellikle bir iplik parçasını ifade
etmek için kullanılır ve “iplik, lif, kıl, zerre, en ufak parça”
şeklinde çevrilebilir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 4:49, 77; 17:71.
78. Nerede olursanız
olun, sağlam ve yüksek yapılarda1
da olsanız ölüm sizi bulacak! Onlara bir hasene
(iyi, güzel şey) isabet
ederse, o zaman “Bu, Allah’tandır.” derler. Onlara bir seyyie2 isabet ederse, o zaman da “Bu, sendendir!”
derler. De ki: “Her şey Allah’tandır.” O halde bu topluluğa ne oluyor da söylenen
bir hadisi (sözü) anlamaya çalışmıyorlar!3
1 “مَّشِيدٍ” (meşiyd) kelimesi “yüksek ve sağlam
yapı”, “sağlam” gibi anlamlara gelir. Bu
sözcük Kur’an’da 2 kez geçmektedir: 4:78; 22:45.
2 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök
anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir. Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
3 Kötü şeyler kendi eylemlerimizin sonuçlarıdır (42:30,
64:11), bununla birlikte her şeyi yapan Allah’tır (8:17).
Allah, ateşi bize hizmet etmesi için yarattı ancak parmağını ona sokmaya karar
verebilirsin. Böylece kendimize zarar veririz. Parmağını ateşe sokman durumunda
yanması Allah’ın yasasıdır.
79.
Sana isabet eden her hasene (iyi,
güzel şey) Allah’tandır. Sana isabet eden her seyyie ise kendi nefsindendir.
Seni
de insanlara bir resul olarak gönderdik. Şehit (tanık) olarak da Allah yeter.
Muhammed’e
herhangi bir nebilik kanıtı (mucize) verilmedi. Ancak kendisi için “Şehit
(tanık) olarak Allah yeter” ifadesi kullanılmıştır (29:51-52). Muhammed’in
sayısal değeri 92’dir ve 92 + 79 = 171 = 19x9’dur
80. Kim elçiye itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş
olur.1
Kim de yüz çevirirse, artık seni onlara bir hafız (korucu, bekçi) olarak göndermedik!
1 Resul’e itaat ile ilgili açıklama 4:59 ayetinde yer
alır.
81. Ve “İtaat (ediyoruz)!”
derler. Yanından çıktıklarında ise içlerinden bir kısmı senin söylediklerinin
tersini planlarlar. Allah da onların geceleyin gizlice kurdukları planları yazmaktadır.
O halde onlara aldırma ve Allah’a tevekkül et (O’na güven, O’na dayan). Vekil
(Müminleri koruyan, temsilci, emanetçi) olarak Allah yeter.
82. Hâlâ Kur’an’ı
derinlemesine düşünmüyorlar1 mı?2 Allah’tan değil de başkasından
olsaydı, onda birçok ihtilaf (çelişki) bulurlardı.2
1 “اَفَلَا
يَتَدَبَّرُونَ” (efele tedebberuvn) ifadesi hem Kur’an üzerinde tefekkür
etmeleri hem de anlamları üzerinde yoğunlaşmaları gerektiğine dair bir
çağrıdır. “تَدَبُّر” kelimesi, bir şeyin derinlemesine düşünülmesi ve
onun anlamına vakıf olunması anlamına gelir. Benzer mesaj: 4:82; 23:68; 38:29;
47:24.
2 Kur’an, mucizeler yoluyla bilim
adamlarına ufuk açar. Örneğin, madde ışık hızında nakledilebilir (27:38-40),
koku uzaklara yayımlanabilir (12:94), hayvanlarla iletişim kurulabilir
(27:16-17), belli koşullarda uyumak metabolizmayı yavaşlatabilir ve ömrü uzatabilir
(18:25), körler görme duyularına kavuşabilir, ölüler diriltilebilir (3:49).
3 Bu ayet, Kur’an’da çelişki olmadığının
delilidir.
83. Ne zaman onlara
güvenlik ya da korkuyla ilgili bir emir (haber)
ulaşsa, hemen onu yayarlar. Oysa onu Resul’e veya aralarındaki emir sahiplerine
(ulu’l-emre, yetkililere) iletmiş olsalardı,1 içlerinden, onu
anlamaya ehil olanlar onu kesinlikle bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı
(lütfu, cömertliği) ve
rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç şeytana uymuş olurdunuz!
1 Bu ifade ile ilgili açıklama 4:59 ayetinde yer
alır.
84. O halde Allah
yolunda savaş!1 Kendinden başkasına
kefil değilsin! Müminleri de teşvik et. Belki Allah da küfreden kimselerin verdiği
sıkıntıyı2 böylece önler. Allah’ın
verdiği sıkıntı ise daha şiddetlidir! Cezalandırması da daha çetindir!3
1 Bu emir, 2:190-193, 4:88-91, 9:5, 22:39-40
ve 60:7-9 gibi ayetlerde de belirtildiği gibi açılan bir savaşa karşı savunma
içerikli bir çağrıdır; saldırmak demek değildir.
2 “بَأْس”
(be’s), “belâ, musibet, saldırganlık, zarar, sıkıntı, savaş, mücadele” anlamlarına
gelir.
3 “نَكَالَ” (nâkale) sözcüğü, Arapça'da
bir çeşit uyarıcı cezayı, uyarıyı veya ibreti ifade eden bir kelimedir. Bu
sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:66; 4:84; 5:38; 73:12; 79:25.
85. Kim bir haseneye (iyi,
güzel, doğru bir işe) şefaat (aracılık) ederse, onun o işten bir payı
vardır. Kim de seyyieye (kötülük, sıkıntı, zarar) şefaat (aracılık)
ederse, onun da ondan bir payı vardır. Allah da Mukit’tir (her şeyi gözetip
karşılığını verendir)1.
1 “Mukit” (مُّقِيت),
“her şeyi gözetip karşılığını veren” demektir. Bu ifade Kur’an’da sadece bu
ayette geçer.
86. Güzel bir selâm ile
selamlanırsanız, o zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya onu (aynısıyla)
iade edin! Şüphesiz ki Allah her şeyi hesaplayandır.
Selam
vermenin de almanın da dinî bir gereklilik olduğu ve ne kadar önemli olduğu bu
ayette dile getirilmektedir. İnsanlara selam verilmesi gerektiği, 4:94, 25:63
ve 28:55’te de bildirilmiştir.
Ayrıca
selam, barış anlamına da geldiği için bu ayet “Size barış teklif edildiğinde,
siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin” şeklinde bir mesaj da
içermektedir.
87. Allah, O’ndan başka ilah
(Yüce olan) yoktur. Onda kuşku bulunmayan Kıyamet
Gününde sizi bir araya toplayacaktır.
Allah’tan daha doğru söz söyleyen (hadis eden) de kimdir?
88. O halde size ne
oluyor da yaptıkları işlerden dolayı Allah’ın baş aşağı ettiği münafıklar
hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah’ın saptırdığına mı hidayet (kılavuzluk)
etmek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseler için artık bir (çıkar) yol
bulamazsın!
Bu
ayeti anlayabilmek için Medine’ye hicret etmeyen Müslimlerin neden münafık
olarak ilân edildikleri iyice anlaşılmalıdır. Aksi takdirde hem bu pasaj ve hem
de Kur’an’daki benzer pasajlar iyi anlaşılamaz. Nebimiz Muhammed, Medine’ye
hicret ettikten sonra, orada müminler için güvenli bir ortam meydana
getirildiğinde, herhangi bir beldede ezilen ve İslâmî emirleri tam anlamıyla
yerine getiremeyen tüm Müslimlerin Medine’ye, yani İslâm Yurduna hicret
etmeleri konusunda genel bir çağrı yapıldı. Bunun sonucunda hicret etme
imkânına sahip olan, fakat yurtlarını, akrabalarını çıkarlarını İslâm’dan çok
sevdikleri için hicret etmeyenler münafık olarak ilân edildiler. Sadece
gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyen ve bu konuda sıkı tedbirlerle
engellenen kimseler bu surenin 97’nci ayetinde mustazaf olarak tanımlandı.
89. Kendileri küfre saptıkları gibi sizin de küfre sapmanızı arzularlar,
ki böylece onlarla eşit olasınız. O halde onlar da Allah yolunda hicret
edinceye kadar sakın onlardan evliya (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) edinmeyin.
Dönerlerse, o zaman onları yakalayın ve bulduğunuz yerde katledin! Onlardan veli
(dost, rehber, koruyup gözeten) de yardımcı da edinmeyin!1
Müslimlere
karşı kâfirlerle iş birliği yapan münafıklara karşı dikkatli olunması tavsiye
ediliyor. Savaş ile ilgili temel kurallar 60:8-9’da
belirtilmiştir.
90. Sizinle antlaşma
yapmış olan bir topluluğa sığınan kimseler hariç! Sizinle savaşmaktan yürekleri
sıkılarak size gelenler ya da kendi toplumlarıyla savaşanlar da (hariçtir).
Allah isteseydi, onları da size musallat ederdi.1 Böylece sizinle
savaşırlardı. O halde sizden uzak dururlarsa ve sizinle savaşmazlarsa ve size
selam (esenlik, barış, huzur) önerirlerse,2 o zaman Allah
size onların aleyhine bir yol vermemiştir.
1 “يُسَلِّطُ” (yusallitu) fiili, “hükmetmek”,
“yönetmek”, zorla yönlendirmek”, “musallat etmek”, “üstün kılmak”, “başına
getirmek” veya “zorlamak” gibi anlamlara gelir. Bu fiil, “سَلَّطَ” (sallata)
kökünden türetilmiştir ve bir şeyin ya da birinin üzerine bir başka şeyin veya
olayın güç ya da etki ile gelmesini ifade etmektedir. Kur’an’da “sallata”
kökünden türemiş 2 sözcük geçmektedir: 4:90; 59:6.
2 “selem”
teslim olmak, esenlik ve huzur istemek
anlamlarına gelir. Bu ifade 4 yerde (4:90, 91; 16:28, 87) geçmektedir.
91. Sizden de kendi toplumlarından
da güvende olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Ne zaman fitneye1 çekilseler, içine baş aşağı dalarlar. Sizden
uzak durmazlarsa ve size selamet (esenlik, barış, huzur)
dilemezlerse ve ellerini (sizden) çekmezlerse, o zaman onları yakalayın
ve bulduğunuz yerde onları katledin! İşte onlara karşı size apaçık bir sultan
(güçlü bir delil, güç, yetki) verdik.
1 “فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte
eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir
şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir.
Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul
anlamına gelir. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193, 217;
3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47, 48,
49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131;
21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162;
38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17;
74:31; 85:10.
92. Bir mümin, bir mümini katletmez! Ancak yanlışlıkla (öldürebilir)!1 Kim de bir
mümini yanlışlıkla öldürürse, o zaman mümin bir rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmalıdır!2 (Ölenin) ailesine de diyet (bedel) teslim
etmelidir Ancak (ölenin
varisleri) tasaddukta bulunursa (katili bağışlarlarsa) o zaman başka. (Öldürülen) mümin, düşmanınız olan bir topluluktan ise, o
zaman mümin bir rakabeyi özgürlüğüne kavuşturacak! Sizinle antlaşmalı bir
topluluğa mensupsa, o zaman ailesine bir diyet verecek ve Müslim bir rakabeyi
azat
edecek. Bunları bulamayan (durumu olmayan) kimse, tevbesinin Allah tarafından kabul
edilmesi için aralıksız iki ay savm edecek (oruç tutacak). Ve Allah, Alim’dir, Hakîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).
1
Arapça’da
“suç” anlamına gelen “خطأ” “hata” sözcüğünün İbranice’deki
karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına
gelmektedir.
Ancak bu ayetteki “خَطَـٔاًۚ” “hataen” sözcüğü ise “yanlışlıkla” demektir.
“hata” sözcüğünden türemiş sözcükler Kur’an’da 21 kez geçer: 2:58, 81, 286;
4:92 (2 kez), 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12 (2
kez); 33:5; 69:9, 37; 71:25; 96:16.
2 Rakabe: Boyunduruk
altında olan, esir, tutsak, borç batağına düşen, borç nedeniyle başkalarına
hizmet etmek zorunda bırakılan gibi anlamlara gelmektedir ve 2:177, 4:92, 5:89,
9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.
Rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmak,
boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sömürü zincirlerinin
kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları kurtarmaktır ve bir tek Allah’a
kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; kulları (borç
nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılanları, köleleri)
özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir husustur.
93. Kim de, bir mümini kasten1 katlederse, o zaman onun cezası (karşılığı)
içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir (öfkelenmiştir)
ve ona lanet etmiştir. Onun için azîm (muazzam) bir azap da hazırlamıştır.2
1 “مُتَعَمِّداً”
(muteammiden), kasten demektir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 4:93; 5:95.
2 Kasten bir mümini öldürmenin dünyadaki karşılığının
duruma göre ya kısas ya da diyet olduğu 2:178’de dile getirilmektedir.
94. Ey iman edenler!
Allah yolunda darp ettiğiniz1 zaman
(savaşa veya yolculuğa çıktığınız zaman) iyice araştırın ve öğrenin. Ve size
selam verene (barış teklif edene), dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek
“Sen mümin değilsin!” demeyin.1 Çünkü Allah’ın yanında bol bol
ganimetler vardır. Siz de daha önce böyleydiniz, Allah da size lütufta bulundu.
Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.2
1“Darebe”
ve darp etmek ile ilgili açıklama, bu surenin 34. ayetinde yer alır.
2 Bu ayet, Allah yolunda yapılan seyahat
veya savaş yolculuklarında karşılaşılan ve selam veren insanların yüzüne düşman
veya kafir denilmemesi gerektiğini hükme bağlamaktadır.
95. Sıkıntıda1 olanlar dışında yerlerinde oturanlarla mallarıyla
ve kendi canlarıyla Allah yolunda cihad2 edenler (mücadele eden, gayret
gösterenler) eşit olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri,
derece bakımından oturanlardan faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli)
kıldı. Allah, hepsine hüsna (daha güzel, daha iyi) olanı da vadetti. Allah,
mücahitleri oturanlardan azim (yüce) bir ecir (karşılık) ile
faziletli de kıldı.
1 Bu ifade, temel anlamı “Zarar vermek, sıkıntıya
sokmak, darlık içinde bırakmak” olan “ض - ر – ر” (ḍ, r, r)
kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 71 kez geçer: 2:102
(2 kez), 126, 173, 177, 214, 231, 233, 282; 3:111, 120, 134, 144, 176, 177;
4:12, 95, 113; 5:3, 42, 76, 105; 6:42, 71, 119, 145; 7:94, 95, 188; 9:39, 107;
10:12 (3 kez), 18, 21, 49, 106, 107; 11:10, 57; 12:88; 13:16; 16:53, 54, 115;
17:56, 67; 20:89; 21:66, 83, 84; 22:12, 13; 23:75; 25:3, 55; 26:78; 27;62;
30:33; 31:24; 34:42; 36:23; 39:8, 38, 49; 41:50; 47:32; 48:11; 58:10; 65:6;
72:21.
2 “Cihad” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için
kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an
çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler”
ifadesini de sürekli “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd”
kökünden gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital”
kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir.
96. Kendi katından da mağfiret
ve rahmet vardır. Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları
örten ve bağışlayandır, Merhametlidir).
97. Şüphesiz ki melekler
kendi nefislerine (kendilerine, kendilerinden olanlara) zulmeden
kimseleri vefat ettirdiklerinde onlara “Neredeydiniz?” dediler.1 Dediler
ki: “Bizler, arḍda (yaşadığımız yerde) mustazaflar (ezilmiş, baskı altında olanlar) idik.”
(Melekler) dediler ki: “Allah’ın
arḍı (yeryüzü) geniş değil miydi? O zaman hicret
etseydiniz ya!” Onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir.2
1 Ölüm melekleriyle ilgili benzer
kullanımlar için bakınız: 6:61, 93; 7:37; 8:50; 16:28, 32; 47:27.
2 Zulüm diyarında kalmayı tercih eden ve direnmeyerek
kendi nefislerine zulmü reva gören bu kişilerin, yaşadıkları yerde baskı
altında, çaresiz, itilip kakılan, aciz bir halde bulunduklarını söyleyecekleri
veya söyledikleri ifade edilmektedir. İlk etapta makul gibi görülen bu cevabın,
aslında geçerli olmadığı bir sonraki ayette açıkça dile getirilmektedir.
98. Çaresiz kalan ve (hicret
için) yol bulamayan adamlardan, kadınlardan ve çocuklardan olan mustazaflar
hariç.
99. Allah, işte onları belki affeder! Allah Afuv’dur,
Gafur’dur (Günahları affedendir, Günahları örten ve bağışlayandır).
100. Kime Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok
yer ve bolluk bulur. Allah’a ve resulüne hicret etmek niyetiyle evinden çıkan
sonra da ölen kimsenin ecri (yaptıklarının karşılığı) Allah katındadır. Ve
Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
101. Yeryüzünü darp ettiğiniz1 zaman da (savaşa veya yolculuğa çıktığınızda) küfreden
kimselerin size kötülük etmelerinden korkarsanız, salatı (Allah’a
yöneliş duasını) kısaltmanızda2 bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Şüphesiz ki kâfirler, sizin apaçık
düşmanınızdır.3
1 “Darebe”
ve darp etmek ile ilgili açıklama 34. ayette yer alır.
2 “الْقَصْرِ”
(el-kasr) kelimesi bağlama göre “köşk”, “saray”, “kale”, “büyük yapı”, “kısaltmak”,
“sınırlamak” ve “hurmanın olgunlaşmış hali” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 4:101; 7:74, 202; 22:45; 25:10;
37:48; 38:52; 48:27; 55:56, 72; 77:32.
3 Bu ayet yolculuklarında düşman tarafından gelebilecek
bir ölüm tehlikesi varsa Allah’a yöneliş duasının kısaltılabileceği ruhsatını
içermektedir. Böyle bir ölüm tehlikesinin bulunmadığı yolculuklarda, Yönelme
duaları kısaltılmamalı ve tam kılınmalıdır. Diğer yolculuklarda, üstelik bir
düşman saldırısı tehlikesi de yokken Yönelme dualarının zorunlu olarak
kısaltılması ve bunun Allah’ın bir ikramı olduğu yolundaki iddialar bu ayete
aykırıdır.
102. Aralarında bulunduğunda, onları salatı (Allah’a
yöneliş duasını) kaldırdığın
zaman, onlardan bir grup silahlarını alıp (kuşanıp) seninle beraber (salata)
dursunlar. Secde ettiklerinde de diğerleri arkanızda ayakta dursunlar. Bu kez
de salat etmeyen diğer grup gelsin ve seninle birlikte salat etsin! Önlemlerini
de alsınlar, silahlarını da (yanlarına) alsınlar. Küfreden kimseler, silahlarınızdan
ve emtianızdan1 gafil (habersiz) olmanızı ve size
aniden baskın yapmayı arzularlar2!3 Yağmurdan
zarar görürseniz ya da hastalanırsanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir cünah
(engel,
sakınca) yoktur.
Önleminizi de alın! Şüphesiz ki Allah, kâfirler için aşağılayıcı bir azap
hazırlamıştır.4
1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir. Emtia
da bir maliyetle elde edilen ve ekonomik değeri olan eşyalar, değerli madenler
ve tahıl ürünleri gibi her türlü malı kapsar.
2 Bu
kelime “وَدَّ” (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”,
“istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102;
5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez),
2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.
3 Burada savaştaki bir çarpışma anından değil, bir
savaş döneminden ve savaş hazırlığı sürecinden söz edilmektedir.
4 Bu ayetin ana mesajı, Allah’a yöneliş duasının
önemidir. Çünkü bu ayet, cephedeyken bile salatın (yönelme
dualarının) terk edilemeyeceğini, tek secdeli ve tek rekatlı olsa bile salatın mutlaka
yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu ve önceki ayette, sefer ve savaş
ortamında salatın nasıl yapılacağı detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
103.
Salatı
tamamlarsanız, o zaman ayakta da otururken de yanınız üzere iken de Allah’ı
zikredin (anın).1
Güvene kavuşursanız, o zaman da salatı doğru ve
istikrarlı yapın. Kuşkusuz ki salat, vakitleri belirlenmiş olarak müminlere
yazıldı (farz
kılındı).2
1 Günün çoğunda zihninizi kim veya ne meşgul ediyorsa
sizin ilahınız (sizin için Yüce olan) odur. Yüce Allah’ın krallığına ait olmak
ve O’nun lütuf ve korumasından yararlanmak için Kur’an bizi şuna teşvik eder: “Yüce
Allah’ı “her zaman” hatırlayın” (2:152, 200, 3:191, 33:41-42). Bu derin
hakikat, Allah ile iman edenlerin “çoğunun” Cehenneme gideceğini söyleyen
birçok ayeti açıklamaktadır (3:191; 12:106; 23:84-89; 29:61-63; 31:25; 39:38; 43:87)
2 Bu cümlede salat için belirlenmiş vakitlerin olduğu
açıkça belirtilmektedir. Salatın vakitlerinin (sabah, öğle, ikindi, akşam ve
yatsı) şu ayetlerde farklı şekillerde belirtilmiştir: 2/238; 11/114; 17:78;
20:130; 24/58; 30:17,18; 50:39,40.
Ayrıca
elçiler aracılığıyla da salat vakitleri ve rekat sayıları açıklanmıştır.
Elçilerden bize ulaşan bilgiler, Kur’an’daki 19 kodlu matematiksel sistemle de
uyumludur. Şöyle ki;
* 5 vakit salatın farz olan rekat sayısı yan yana
yazıldığında 19’a tam bölünebilen bir sayı ele edilmektedir: 24434 ÷ 19 =
1286.
* 5 vakit salatın farz olan rekat sayısı ile Cuma
salatının rekat sayısının toplamı da yine 19’dur: 2 (Fecr/sabah) + 4
(öğle) + 4 (ikindi + 3 (akşam) + 4 (yatsı) + 2
(Cuma) = 19 rekat.
104. O (düşman)
topluluğu takip etmekte de gevşeklik göstermeyin! Siz acı çekiyorsanız, bil ki onlar
da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. (Üstelik) onların ummadıkları
şeyi de Allah’tan bekliyorsunuz.1 Allah da
Alim’dir, Hakîm’dir (Her
şeyi bilendir, hikmetle hükmedendir).
1 “De ki: “Bize iki haseneden (güzellikten;
zafer ya da Allah yolunda ölümden) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Biz
ise Allah’ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını
bekliyoruz. Öyleyse bekleyin, biz de sizinle bekleyenlerdeniz.” (9:52)
105. Şüphesiz ki sana
Kitabı (Kur’an’ı) bir hak (amaç) ile indirdik
ki Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin. Ve hainlerin
savunucusu1 olma!2
1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَم”
(khâsâm) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga
etmek” anlamına gelir. “خَصِيمًۭا” (khasiymen) ise “bir savunucu,
çekişen, tartışmacı, dava vekili” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, hasım
kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez);
26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.
2 Bu ayetlerin çoğunun, Tume İbn Ubeyrık hakkında
indirildiği konusunda görüşler vardır. Rivayetlere göre Tume bir zırh çalmış. Zırh
kendisinden istenince de bu hırsızlığı Yahudilerden birinin üzerine atıyor.
Onunla o Yahudi’nin ailesi arasında davalaşma iyice kızışınca münafık Tume’nin aşireti
Muhammed’e gelerek, bu dava konusunda kendilerine yardım etmesini ve bu
hırsızlığı o Yahudi’nin yaptığına hükmetmesini istemişler. Muhammed de onların
sözüne güvenerek bunu yapmak üzere iken bu ayetin nazil olmuş.
Bu
ayet 4:65, 6:114, 16:44 ve 64 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Verilmek
istenen mesaj açıktır; Elçi de diğer insanlar da hüküm verirken Kur’an ile
hüküm vermelidir. Çünkü vahyin indiriliş amacı, hayatın Yüce Allah’ın
gösterdiği şekilde yaşanmasıdır.
106. Ve Allah’a istiğfar
et!1 Şüphesiz ki Allah Gafur’dur,
Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).1
Muhammed’in
de bir beşer olması itibariyle hata işleyebileceği, bu yüzden de bağışlanma
dileğinde bulunması gerektiğiyle ilgili olan bu mesaj, 9:43, 33:37, 47:19, 48:2,
66:1, 80:1-10 ve 110:3 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.
107. Kendi nefislerine (kendilerinden
olanlara) ihanet edenler için de mücadele etme! Şüphesiz ki Allah, hainleri
ve âsiymleri (Allah’ın
yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye sahip olanları) sevmez.
1 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma
yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir. Mücadele,
bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için
kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş
kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71;
8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46;
31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
“Tartışmak”
kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa)
kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ”
(Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma”
demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.
108. İnsanlardan gizliyorlar1 ancak Allah’tan gizleyemezler1. O, geceleyin, razı olmadığı sözü (planı)
kurarlarken de onlarla beraberdir! Allah, yapmakta olduklarınızı da kuşatmıştır
(her şey kontrolü altındadır).
1 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir
şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.
109. İşte sizler, dünya
hayatında onlar için mücadele ettiniz. Peki kıyamet günü kim onlar için Allah’a
karşı mücadele edecek? Ya da kim onlara vekil (onları
koruyan, temsilci, emanetçi) olacak?
110. Kim bir kötülük1
işler veya nefsine (içlerinden birine) haksızlık ederse, sonra da
Allah’a istiğfar ederse; Allah’ı Gafur, Rahim (Günahları Örten ve
Bağışlayan, Merhametli) bulur.
1 Sû
ile ilgili açıklama 2:49’da yer alır.
111. Kim de bir ism1
elde ederse, o zaman bil ki onu ancak kendi aleyhine elde etmiş olur. Allah
da Alim’dir, Hakîm’dir.
(Her şeyi bilen, Hikmetle hüküm verendir)
1 “İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan
uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve
kötü düşünceye verilen isimdir.
112. Kim de hata (suç)1
ya da ism işlerse, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa2,
o zaman bühtan etmiş (itham etmiş, karalamış) ve apaçık bir ism
yüklenmiş olur.
1 Arapça’da
“suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün
İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç”
anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58,
81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12;
33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)
2 Bu sözcük, “atmak”, saçmak”, “fırlatmak”
anlamına gelen “ر-م-ي”
(r-m-y) kökünden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez
geçer: 4:112; 8:17 (3 kez); 24:4, 6, 23; 77:32; 105:4.
113. Allah’ın da sana fazlı
(lütfu, cömertliği) ve
rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar, nefislerinden
(kendilerinden olanlardan) başkasını saptıramazlar,
sana da zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti (yargıda
bulunma yeteneği, bilgelik) indirdi. Sana bilmediğin şeyleri de öğretti.
Allah’ın sana olan fazlı (lütfu, cömertliği) da azimydir
(muazzamdır).
114. Gizli
konuşmalarının1 çoğunda hayır yoktur.
Ancak, sadaka vermeyi2 veya maruf olanı (vahye
uygun, meşru olanı) veya insanların arasını düzeltmeyi emredenler hariç. Kim,
Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, o zaman ona yakında Azîm (muazzam)
bir ecir (karşılık) vereceğiz.
1 “نجو” (necva) sözcüğü “özel konuşmak, fısıldaşmak
veya gizli görüşmek” gizli anlamlara gelmektedir. Konunun gizli toplantı
yapılması şeklindeki kullanımı müşriklerle ilgili olarak 17:47’de, firavunla
ilgili olan ise 20:62’de yer alır. Yüce Allah bu türden gizli toplantıların
büyük çoğunluğunda hiçbir hayrın bulunmadığını 4:114’te dile getirmektedir. “نجو”
(necva) sözcüğü, Kur’an’da 13 ayette geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52;
20:62; 43:80; 58:7, 8, 9, 10, 12, 13.
2 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek
olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi
(çoğulu sadakāt), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine
yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu
çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin
İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk
ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik, doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir
görüş daha bulunmaktadır. Sadaka sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18
defa (2:196, 263, 264, 271, 276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104;
33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12) geçmektedir. Sadakaların farz olarak
verileceği 8 sınıf 9:60’ta belirtilmektedir.
Nikâh
akdi kendisi ile tamamlanan mehir için kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı
kökten türemiştir.
115. Kim de kendisine hidayet
(kılavuz) belli olduktan sonra Resul ile ayrılığa
düşer ve müminlerin yolundan başkasına tabi olursa, bilin ki artık onu döndüğü1
yöne döndürürüz1 ve onu cehenneme yaslarız. Ne kötü bir varış yeridir.
1 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir
yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya
uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya
“sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97
kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177,
205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49,
92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3,
52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18; 20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54;
27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7; 33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14;
46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22; 51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24;
59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1; 88:23; 92:16; 96:13.
116. Şüphesiz ki Allah, kendisiyle ortak koşulmasını bağışlamaz.
Bunun dışında kalanlardan (diğer günahları) da istediği kimseyi bağışlar.1
Kim, Allah’a şirk koşarsa, o zaman uzak bir sapkınlığa sapmıştır.2
1 Bu
cümle 4:48 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
2 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan
sapma, uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek
başına Kur’an’da 27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140;
7:37, 149; 10:108; 16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36;
37:71; 39:41; 40:74; 46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
117. O’nun (Allah’ın) dışında ancak dişilere1 (putlara)
dua ediyorlar. Ve ancak azgın bir şeytana (saptırana) dua ediyorlar.
1 Lat, Uzza, Menat gibi dişi putlara. Benzer
mesaj: 53:19-23
118. Allah, onu (şeytanı) lanetledi. (Şeytan da)
dedi ki: “Andolsun ki kullarından belli bir pay
alacağım.
İnsanların
büyük kısmının zaten iman etmeyeceğini Allah, 12:103 ayetinde “Ve Sen ne kadar
üstüne düşsen de insanların çoğu asla iman edecek değildir.” şeklinde
belirtmektedir. İman ettiğini söyleyenlerin çoğunun da müşrik olduğu 12:106
ayetinde belirtmektedir.
119. Ve
onları mutlaka saptıracağım ve onları arzularıyla1 boğacağım
ve onlara fısıldayarak emredeceğim. Böylece hayvanların2
kulaklarını kesecekler!3 Ve onlara emredeceğim, böylece Allah’ın
yaratışını da değiştirecekler.4” Kim,
Allah’ın dışında şeytanı (aldatanı, saptıranı) veli (yoldaş,
gözeten) edinirse,
artık o apaçık hüsrana uğramıştır.
1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit
etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten
türemiş toplam 17 kelime geçer: 2:78,
94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24;
57:14; 62:6, 7.
2 “نِعْمَ”
kelimesi de, “güzel” veya “iyi” anlamına gelir.
Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me),
güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk
veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı
varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام”
(en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138
(3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21;
25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32;
3 “فَلَيُبَتِّكُنَّ”
(feleyubettikunne) fiilinin kökü olan “بَتَّكَ” (betteke) kelimesi,
temel anlamda “kesmek, koparmak, parçalamak” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da
sadece burada geçer.
4 Bu ayette, Allah’ın yaratma sistemine ve
yarattığı şeylere sebepsiz ya da olumsuz yere müdahale etmenin şeytan kaynaklı
bir işlem olduğuna ve bu türden uygulamalardan kaçınmak gerektiğine dair bilgi
verilmektedir. Benzer mesaj: 30:30.
120. (Şeytan) onlara vadeder ve onları
ümitlendirir. Şeytanın (aldatanın,
saptıranın) vaadi de aldatmaktan1
başka bir şey değildir.
1 “غَرَّ”
(ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70,
112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4;
45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.
121. İşte onların
varacağı yer cehennemdir. Ondan kurtulmak için de bir yol bulamayacaklar!
122. İman eden ve salih
ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
kimseleri ise, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi
kalacaklar.1 Bu, Allah’ın
hak (doğru, gerçek) olan bir vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü
olan da kimdir?
1 Bu
ifadeler aynı sözcüklerle 4:57’de de tekrarlanmaktadır.
123. (Hüküm) sizin arzularınıza1 göre de Ehl-i Kitap’ın arzularına göre de olmaz. Kim bir kötülük işlerse onunla
cezalandırılır (onula
karşılığı verilir).
Allah’ın dışında2 kendisi
için bir veli (dost,
rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da bulamaz!
1 Bu kelime, “Arzu etmek”, “temenni etmek” ve “ümit
etmek” anlamlarına gelen “م–ن–ى” (m–n–y) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten
türemiş toplam 17 kelime geçer: 2:78,
94, 95, 111; 3:143; 4:32, 119, 120, 123 (2 kez); 22:52 (2 kez); 28:82; 53:24;
57:14; 62:6, 7.
2 “مِنْ
دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, “Allah’tan başka” veya “Allah’ın
dışında” anlamlarına gelir.
124. Erkek veya kadınlardan da kim mümin olarak salih
ameller (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da
haksızlığa uğratılmazlar!1
1 Benzer mesajlar: 3:195; 16:97; 17:9; 18:2; 20:75,
112.
125. Yüzünü Allah’a teslim eden1 (varlığı
ve benliğiyle Allah’a yönelen) ve muhsin2 (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapan) bir hayat süren ve hanif (şirk
koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) olan
İbrahim’in milletine tabi olandan kimin dini daha güzel olabilir?3 Ve Allah, İbrahim’i “halil”4 (seçkin
arkadaş, dost) edinmişti.
1 Kişinin yüzü, bedeninin en anlamlı parçası
olduğundan Arapça’da insanın bütün kişiliğini yahut bütün benliğini göstermek
için kullanılır. Esleme “kendini teslim etti” kök-fiilinden türetilmiş olan “yüzünü
teslim etmek” ifadesi, “bütün varlığı ve benliğiyle kendini teslim etmek”
anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 defa (2:112, 4:125, 31:22) geçmektedir.
2 “محسن” (Muhsin) kelimesi, Arapça “ح س ن”
(ḥ-s-n) kökünden türemiştir ve “güzellik, iyilik, ihsan etmek (karşılıksız
iyilik yapmak)” anlamlarına gelir. Kur’an'da “muhsin” kelimesi, “iyi ve güzel
davranışlar sergileyen, ihsan sahibi olan, samimiyetle iyilik yapan” kişiler
için kullanılır.
3 Adem’den beri tüm elçiler aynı mesajı
iletmişlerdir. Hepsi Müslim (teslim olan) idiler, yani Allah’a teslim olmuş
olanlardı. İbrahim, “İslam” adındaki inanç sisteminin ilk resulüydü (22:78, Ek
26) “İslam” kelimesi özel bir ad olmayıp, “Teslimiyet” anlamına gelen bir
tanımlamadır.
4 Yüce Allah, İbrahim’i dost edindiğini Tevrat’ta
ve İncil’de de belirtmektedir: Ama sen, ey kulum! İsrail seçtiğim Yakub’un
soyu, dostum İbrahim’in torunları! Sizleri dünyanın dört buzağından
topladım. En uzak yerlerden çağırdım.” (Tevrat, Yeşeya 41:8, 9.)
“Kutsal Yazı der ki: ‘İbrahim, Theo’ya (Allah’a)
iman etti. Bu onun için doğru olarak sayıldı. Ve o, Theo’nun (Allah’ın)
dostu olarak anıldı!” (İncil, Yakup, 2:23)
126. Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Ve Allah, yapmakta
olduklarınızı kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).
127. Senden de kadınlar
hakkında fetva (görüş) istiyorlar. De ki: “Allah, onlar
hakkında size fetvayı veriyor: Kadınların yetimleri ve çocuklardan mustazaf (ezilmiş,
baskı altında tutulmuş, çaresiz) olanlar ve yetimler hakkında Kitap’ta yazılmış
ve size tilavet edilmekte olanı (okunup aktarılmakta olan mirası) kendilerine
vermiyorsunuz ve onlarla nikâhlanmak
istiyorsunuz.1 Çocuklardan mustazaf olanlara ve yetimlere karşı
adaleti ikame ederseniz, hayırdan da her ne yapıyorsanız, bilin ki Allah onu
bilir.”2
1 “فَارْغَبْ” (fārğab) kelimesi, “iste”
veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ” (rağaba) kökünden
türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir şeyi istemek veya
ona yönelmek anlamında kullanılır.
2 Yetimlerin hakları bu surenin 1-14 ayetlerinde belirtilmiş
olmasına rağmen, Yüce Allah tekrar yetimlerin haklarını hatırlatıyor.
128. Bir kadın, kocasının
nüşuzundan1 (ayrılmasından
veya geçimsizlik çıkarmasından) veya ilgisizliğinden korkarsa, o zaman sulh
ile kendi aralarını düzeltmelerinde onlar için bir cünah (engel,
sakınca) yoktur. Sulh da hayırlı olandır. Nefisler de bencil
ve kıskanç davranmaya meyillidir. Güzel geçinirseniz ve takvalı (Allah’a
karşı sakınan) olursanız, bilin ki Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
1 nüşûz
kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya geçimsizlik çıkarmasından” gibi
anlamlara gelir. Ancak çevirilerde
“sadakatsiz, iffetsiz, şirretlik, itaatsizlik, başkaldırı” olarak yanlış
çevriler yapılmakta; fıkıhta da “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi,
evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” gibi
anlamlar verilmektedir. Halbuki burada verdikleri yanlış anlamı hem 4:34
ayetinde hem de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.
2 “إعراض” (ı'râz), “görmezden
ve duymazdan gelmek, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu
kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten
bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51
kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106;
7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57;
20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16;
36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.
129. İsteseniz de kadınlar
arasında adaleti tam sağlayamazsınız. Öyleyse (birine)
tamamen yönelerek, ötekini askıdaymış (kocasızmış, boşluktaymış) gibi
bırakmayın. Eğer sulhu sağlar ve takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursanız,
bilin ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve
Bağışlayandır, Merhametlidir).
130. (Eşler)
ayrılırlarsa Allah, geniş imkanlarıyla (zenginliğiyle, nimetleriyle) her
ikisini de zengin eder.1 Allah, Vâsi’dir,
Hakîm’dir (sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir; hikmetle
hüküm verendir).
1 Bu mesaj 2:236,237 ayetleriyle birlikte
okunmalıdır.
131. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz ki,
sizden önce kitap verilen kimselere de size de “Allah’a
karşı takvalı (sakınan) olun.” diye vasiyet ettik. Küfre
saparsanız, bilin ki göklerde (7 evrende) ve yerde olanların
hepsi Allah’ındır. Allah da Gani’dir,
Hamid’dir (Zengin
olandır, övülen ve şükredilendir).
132. Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Vekil1 olarak da
Allah yeter!
1 “vekil” (وَكِيل),
Arapça’da temsilci, güvenilen, işi üzerine alan demektir.
Aramice / Süryanice’deki “avkel” (ܐܘܟܠ)
kelimesi de vekil, temsilci, emanetçi demektir.
“Vekil olarak Allah yeter”
ifadesi de “kullarının işlerini üzerine alan, onları koruyan, güvenilen tek
merci olarak Allah yeter.” demektir.
133. Ey insanlar! (Allah)
isterse, sizi giderir ve başkalarını getirir. Allah,
buna Kadir olandır (her
şeye gücü yetendir).
Benzer
mesajlar: 5:54; 6:133; 9:39; 11:57; 14:19; 35:16; 47:38. Bu ayetlerde genelde
insanlara, özelde ise inkârcı nankörlere seslenilmekte ve Allah nezdinde vazgeçilmez
olmadıkları ifade edilmek istenmektedir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bilakis
insanlar Allah’a muhtaçtır. 112:2’de geçen “Samed”in anlamı da budur.
134. Kim dünya sevabını1 isterse, o zaman (bilsin
ki) dünyanın da ahiretin de sevabı Allah yanındadır. Allah,
Semi ve Basir olandır (İşitendir;
Görendir).
1 “ثَوَابُ” (sevab) sözcüğü, “karşılık,
ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer:
2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46;
19:76; 28:80; 83:36.
135. Ey iman edenler! Kendinizin
ya da ebeveyninizin ya da yakınlarınızın aleyhinde de olsa; zengin de olsalar,
fakir de olsalar, Allah için adaleti ayakta tutan tanıklar olun!1 Çünkü Allah, onlara
sizden daha yakındır. Öyleyse hevanıza uyarak adaletten
sapmayın. Dilinizi eğip bükerseniz (doğruyu söylemezseniz) ya da doğrudan yüz
çevirirseniz, bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.2
1 Burada muhataplar hem yönetici veya yargıç
makamında bulunanlardır; hem de şahitlik etmesinden söz edilen herkestir.
Burada adaletin sağlanması için insanlar arasındaki davalarda Yüce Allah için
şahitler olunması gerektiği değişik şekillerde ifade edilmektedir. Benzer
mesajlar: 4:3, 58, 127; 5:8, 42; 6:152; 16:90; 49:9; 60:8.
“Kavvam” kelimesi; bir işi hakkıyla yapan, koruyup
gözeten anlamlarına gelir. Ayrıca, Kavvam kelimesi ile ilgili 4:34
ayetinde yer alan açıklamaya da ayrıntılı olarak bakabilirsiniz.
2 Adaletin herkese eşit uygulanması konusu,
Tevrat, Levililer 19:15 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Yargılarken haksızlık
yapmayacaksın. Yoksula ayrıcalık göstermeyecek; güçlüyü kayırmayacaksın.
Komşunu adaletle yargılayacaksın.”
136. Ey
iman edenler! Allah ile ve Resulü ile ve Resulüne indirdiği Kitap ile ve daha
öncekilere indirilmiş olan Kitap ile iman edin!1 Kim, Allah ve melekleri ve kitapları ve resulleri
ve ahir (son,
ahiret) gün ile küfrederse (onları
delil gösterip hakkı örterse), öyleyse bilin ki derin bir delalete sapmıştır.
1 İndirilmiş
olan Kitaplar ile ilgili açıklama 2:41’de yer alır.
137. Şüphesiz ki o
kimseler iman ettiler sonra küfrettiler. Sonra iman ettiler. Sonra küfrettiler.
Sonra küfrü artırdılar. Allah, onları asla bağışlayacak değildir! Onlara
hidayet (kılavuzluk) de etmeyecek!1
1 Benzer mesajlar: 2:161-162, 217; 3:86; 4:168; 47:34.
138. Münafıkları
müjdele. Şüphesiz ki onlar için elem verici bir azap vardır.
139. Onlar, müminlerin dışında kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü
bilerek örtenleri) evliya
(yoldaş,
gözetici, kılavuz) edinirler. İzzeti (onuru, şerefi, itibarı) onların
yanında mı arıyorlar? O halde bilin ki izzet, tamamen Allah’a aittir.
140. Kitap’ta da indirilmiştir
ki, “Allah’ın ayetleriyle küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini1 işitirseniz, o zaman başka bir sözle meşgul
oluncaya2 kadar onlarla beraber
oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” Şüphesiz ki Allah, münafıkların
ve kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacaktır.3
1 “هزا” (hâzea), küçümsemek, alay etmek, dalga
geçmek anlamına gelir. Asıl anlamı küçümseyerek alay etmektir. Bu kökten
türemiş kelimeler Kur’an’da 34 kez geçer: 2:14, 15, 67, 231; 4:140; 5:57, 58;
6:5, 10 (2 kez); 9:64, 65; 11:8; 13:32; 15:11, 95; 16:34; 18:56, 106; 21:36, 41
(2 kez); 25:41; 26:6; 30:10; 31:6; 36:30; 39:48; 40:83; 43:7; 45:9, 33, 35;
46:26.
2 “يَخُوضُو” kelimesi, Arapça bir fiilin
çekimli halidir. Kökü “خَاضَ” (khâḍa) olan bu fiil, “(Boş
sözlere, tartışmalara, batıla) dalma, meşgul olurlar, laf ebeliği yapma gibi
anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 12 kez geçer: 4:140; 6:68 (2 kez); 6:91;
9:65, 69 (2 kez); 43:83; 52:12; 70:42; 74:45 (2 kez).
3 Ayete dikkat edilirse, Allah’ın ayetlerine ve
onların içeriğine hakaret ve alay edildiğinde bunu yapan kişilerin
öldürülmesinden veya cezalandırılmalarından söz edilmiyor. Çünkü Allah, insanlara düşünme ve seçme
özgürlüğü tanımıştır (2:256; 4:90; 10:99; 18:29; 88:21, 22). Kur’an’ı izleyen müminler, imanlarına karşı
yapılan hakaretlere kaba kuvvetle karşılık vermezler. Allah’ın emrine göre,
böyle kişileri yalnız bırakarak hesaba katmamak gerekir.
141. Onlar sizi
gözetleyip dururlar. Eğer Allah’tan size bir fetih (zafer)
nasip olursa, ‘Biz de sizinle beraber değil miydik?’ derler. Ama kâfirlerin de (zaferden)
bir payı olursa, (kafirlere) ‘Biz sizin üzerinizde hâkimiyet kurmadık
mı, sizi müminlerden korumadık mı?’ derler. Oysa Allah, kıyamet günü aranızda
hüküm verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere bir yol vermez.
1 “مَنُوعاًۙ”
(menû’ân) ifadesi, “engellemek, men etmek, bir şeyi başkalarına vermemek
veya ulaşmasını önlemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 17 kez geçer:
2:114; 4:141; 7:12; 9:54; 12:63; 17:69; 17:94; 18:55; 20:92; 21:43; 38:75;
50:25; 56:33; 59:2; 68:12; 70:21; 107:7.
142. Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Oysa
O, onları aldatandır.1
Eğer salat (Allah’a
yöneliş duası, elçiye ve müminlere yardım etmek, onlara destek olmak) için
kalkarlarsa üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş2 yaparlar.3
Allah’ı da çok az zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar).
1 “خدع” (ḫâdaʿa), “aldatmak” demektir. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 2:9 (2 kez), 4:142 (2 kez),
8:62. Bu
ifade ile Allah’ın, münafıklara kendi fiillerini güzel göstererek aldanmalarına
neden olduğu anlatılmaktadır. Benzer kullanımlar için Bkz: 2:15; 3:54; 8:30; 9:67,
79.
2 “riya yapmak, gösteriş yapmak,
başkalarına gösteriş olsun diye bir işi yapmak” gibi anlamlara gelen “رَاءَى” (râ-â) sözcüğünden türemiş
olan “رِئَآءَ” (ri’ae) sözcüğü, “riyakar olanlar, gösteriş yapanlar” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 yerde geçer: 2:264; 4:38, 142; 8:47; 19:74; 107:6.
3 Bu ayet 2:264, 4:38 ve 107:6 ayetleriyle
birlikte okunmalıdır.
143. Bocalayıp dururlar.
Ne onlara ne de bunlara (bağlanabiliyorlar). Allah kimi saptırırsa, artık
onun için bir yol bulamazsın.
144. Ey iman edenler, müminlerin dışında kâfirleri evliya (yönetici, yoldaş, gözetici, kılavuz) edinmeyin!1
Allah’a, aleyhinizde apaçık bir sultan (güçlü bir delil) mı
vermek istiyorsunuz?
1 “Evliya” kelimesi ile ilgili açıklama 4:75
ayetinde yer alır. Ayrıca, bu ayet; 3:28, 118, 5:51, 57, 58:22 ve 60:1
ayetleriyle birlikte okunmalıdır.
145. Şüphesiz ki münafıklar,
ateşin en alt tabakasındadır!1
Onlar için bir yardımcı da bulamazsın.
1 Kur’an’da sadece burada geçen ed-derkü’l-esfelü
tamlaması “en aşağı tabaka”, “en dip”, “en aşağı yer” gibi anlamlara gelmekte
ve münafıkların, küfür noktasında en kötü insanlar olduğu ifade edilmektedir.
Küfrün her çeşidi elbette kötüdür ve akıbeti fecidir; ancak küfrün mahşerdeki
azabı en korkunç olanı, sahibini ateşin en alt tabakasına sokacak olan “münafıklık”tır.
146. Tevbe eden (Allah’a yönelen) ve
kendilerini ıslah eden1 ve Allah ile sımsıkı sarılan ve dinlerini (ibadetlerini)
yalnız Allah’a has kılan kimseler hariçtir. İşte onlar, müminlerle beraberdir. Allah
da müminlere yakında azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verecektir.
1 Tevbe “yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya
yönelmek” demektir. Ayette, tevbeden sonra aslehû yani “ıslah etmek” ifadesi
kullanılmıştır. Yüce Allah, imandan sonra küfre düşenler, inkârlarından
vazgeçer ve tekrar imana yönelirlerse onları da bağışlayacağını bildirmektedir.
Benzer mesajlar: 2:159-161; 4:16-17, 146; 5:39; 24:5; 25:70-71; 27:11.
147. Eğer şükreder ve
iman ederseniz, Allah size neden azap etsin ki! Allah, Alim
ve Şekûr’dur. (Bilendir;
kullarının şükrünü ve hizmetlerinin karşılığını verendir.)
148. Allah, açıkça1 kötü söz söylenmesini sevmez; kendisine
zulmedilen kimse hariç. Allah Semi’dir, Alim’dir. (İşitendir;
Bilendir.)
1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek
sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10;
16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
Bu
ayet haksızlığa uğratılanların verebileceği bazı tepkileri içerir. Yoksa, 6:108
ayetindeki “Allah’ın dışında yalvardıklarına (putlarına) sövmeyin; onlar da
bilmeyerek Allah’a söverler.” hükmü gereği, hiçbir şekilde sövgü serbestisi söz
konusu değildir.
149. Eğer bir hayrı (iyiliği)
açığa vurur ya da gizler veya bir kötülüğü bağışlasanız, bilin ki Allah da Afuv’dur,
Kadir’dir. (Affedendir; her şeye gücü yetendir.)
150.
Şüphesiz ki Allah ve resulleri ile küfreden kimseler, Allah ile resullerinin
arasını da ayırmak isterler ve “Bir kısmı ile iman eder, bir kısmı ile de küfrederiz
(gerçeği örteriz)!” derler ve ikisi (iman
ile küfür) arasında bir yol tutmak isterler.
151. İşte onlar, hakkı (gerçeği) küfrederler (örterler). Biz
de kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırladık.
152. Allah
ve resulleri ile (onların
aracılığıyla) iman eden ve onların arasında ayrım yapmayan
kimselerin ecirlerini (karşılıklarını) de
Allah yakında verecek! Allah
Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
153.
Ehl-i Kitap,
senden kendileri için gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa’dan da bunun
daha büyüğünü istemişlerdi. O zaman “Allah’ı bize açıkça1 göster.”2 demişlerdi. Böylece zulümlerinden dolayı onları yıldırım çarpmıştı.
Ardından kendilerine beyyineler (apaçık deliller) geldikten sonra buzağıyı (ilah)
edindiler.3 Bundan dolayı da affettik ve Musa’ya apaçık bir
sultan (güçlü bir delil ve yetki) verdik.
1 “جَهْرِ”
(cehr) sözcüğü, “yüksek
sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez
geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110;
49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
2 Benzer mesajlar: 2:55; 17:92; 25:21.
3 Benzer mesajlar: 2:51, 92. Yüce Allah Musa’nın
Sina Dağı’na çıkışının ardından İsrailoğullarının bir buzağıyı ilah edinerek
zalimler olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca Bkz: 7:142.
154. Misakları (söz vermeleri) nedeniyle de Tur’u1
(Sina Dağı’nı) üzerlerine kaldırdık.1 Ve onlara, “Secde
ederek kapıdan girin!” dedik. Ve onlara, “Cumarteside2 haddi aşmayın!”
dedik.3 Ve onlardan sağlam bir misak (söz) aldık.
1 “Tur” sözcüğü Kur’an’da dağ anlamında kullanılmıştır. Tur
sözcüğü Kur’an’da 10 defa geçer: 2:63, 93; 4:154; 19:52; 20:80; 23:20; 28:29,
46; 52:1; 95:2. 23:20 ve 95:2 ayetleri göz önünde bulundurulduğunda,
Kur’an’daki “Tur” ifadesi ile Sina Dağı’ndan söz edildiğini anlamaktayız.
2 “ٱلسَّبْتِ”
(es-sebt) kelimesi, “سَبَتَ” (sebete) kökünden türemiş bir isimdir ve “dinlenme
günü” “durgunluk günü” gibi anlamlara gelir. Haftanın 7’nci günü olan “sebt”,
yani “cumartesi” günü Kur’an’da, 7 kez geçer: 2:65; 4:47, 154; 7:163 (3 kez);
16:124. Kur’an’da, Aynı kökten türemiş 2 sözcük daha geçmektedir: 25:47; 78:9.
3 Benzer mesajlar: 2:58, 65; 7:161, 163; 16:124.
155. Bunun üzerine misaklarını bozmaları, Allah’ın
ayetleri ile1
küfretmeleri (hakkı örtmeleri), haksız yere nebileri katletmeleri2
ve “Kalplerimiz kılıflıdır (perdelidir)” demeleri nedeniyle… Hayır! Allah,
küfürleri nedeniyle onların üzerine damga vurdu. Bundan dolayı pek azı hariç
iman etmezler.3
1 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde,
ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur
ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın
ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye
karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama
2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
2 Benzer mesajlar: 2:61; 3:21, 112, 181.
3 “طَبَعَ” (tabea) Tab etmek (damgalamak, işaretlemek)
ifadesi Kur’an’da 11 defa (4:155;
7:100, 101; 9:87, 93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir.
2:7, 6:46, 42:24, 45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin hatem
edildiğinden “mühürlendiğinden” söz edilmektedir.
156. Küfürleri ve Meryem’e
söyledikleri azîm (muazzam) bir bühtandan (ithamdan,
karalamadan) da1
Meryem
suresi 19:27 ayetinde, Meryem’i şöyle kınadıkları belirtilmektedir:
“Ve
onu (bebeğini) taşıyarak kavmine getirmişti. ‘“Ey
Meryem, sen şaşılacak bir şey yaptın!’” demişlerdi.
157. “Biz Resulullah’ı1, Meryem’in oğlu İsa’yı katlettik!” demeleri
yüzünden de (onların üzerine damga
vurduk). Oysa onu katletmediler, çarmıha da germediler. Fakat (öldürülmesi)
onlara öyle göründü. Bu konuda ihtilafa düşenler de kesinlikle bir ikilem2
içindedirler. Onların bu konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna3
uyuyorlar. Onu kesin olarak4 katletmediler.5
1 “رَسُولُ
اللّٰهِ” (Resulullah), yani “Allah’ın elçisi” ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer:
Bunlardan 1 tanesinde Salih için (91:13), 1 tanesi İsa için (4:157), 8 tanesi
de Muhammed için kullanılmıştır: 7:158; 9:81; 33:21, 40; 48:29; 49:3, 7; 63:5.
2 “Şekk” Bir şeyin 2’ye ayrılması veya 2 adet olmasıdır.
Dolayısıyla ihtimal 2’ye indiğinde “şekk” kelimesi kullanılır. Şekk kelimesi geçer
(41:10). Şek sözcüğü Kur’an’da 15 defa (4:157; 10:94, 104; 11:62, 110; 14:9,
10; 27:66; 34:21, 54; 38:8; 40:34; 41:45; 42:14; 44:9) geçmektedir.
3 “ظنن”
(zann), zannetmek, ummak, inanmak, güçlü beklenti içinde olmak gibi anlamlara
gelir.
4 “Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn”
kavramı ile ilgili açıklama 2:4’te yer alır.
5 Oysa İncil’de, İsa’nın çarmıha gerildiği ve
öldüğü açıkça belirtilmektedir:
“...Ona
çarmıhı yükleyip götürdüler. Golgota denilen yere vardıklarında... İsa’yı
çarmıha gerdiler... Saat üç sularında İsa yüksek sesle bağırarak ruhunu teslim
etti.” (Matta, 27:31–50)
“İsa’yı
çarmıha gerdiler... Saat on beşte İsa yüksek sesle bağırdı ve son nefesini
verdi.” (Markos, 15:24–37)
“Onu
ve iki suçluyu, biri sağında biri solunda olmak üzere, çarmıha gerdiler. İsa,
‘Baba, onları bağışla! Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar’ dedi... Ve son
olarak, ‘Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum!’ dedi. Sonra son nefesini verdi.” (Luka,
23:33–46)
“İsa,
kendi çarmıhını taşıyarak Golgota denilen yere çıktı... Orada onu çarmıha
gerdiler... Sonunda İsa, ‘Tamamlandı!’ dedi. Başını eğdi ve ruhunu teslim
etti.” (Yuhanna, 19:17–30)
Dikkatle
incelendiğinde, aslında Kur’an ayeti ile İncil ayetleri arasında bir çelişkinin
olmadığı görülecektir.
Dikkatle
incelendiğinde, Kur’an ayeti ile İncil ayetleri arasında aslında bir çelişki
olmadığı görülecektir. Çünkü Yüce Allah, bu ayette İsa Nebi’nin çarmıha
gerilmediğini ve katledilmediğini söylememektedir. Ayet, Yahudilerin “İsa’yı
katlettik” şeklindeki iddialarını çürütmekte ve onların, İsa’yı
katletmediklerini ve çarmıha germediklerini ifade etmektedir.
Ayrıca,
Romalı tarihçi Tacitus (MS 56–120) ve Yahudi tarihçi Flavius Josephus (MS
37–100) gibi bağımsız kaynaklar da, Roma İmparatorluğu’nun ikinci imparatoru
Tiberius Julius Caesar döneminde, Romalıların hakimiyetindeki Yahudiye (Judea)
eyaletinin Roma valisi Pontius Pilatus’un emriyle İsa’nın çarmıha gerildiğini
kaydetmektedirler. (Tacitus, Annals, XV.44; Josephus, Antiquities, XVIII.63–64)
158. Hayır! Allah, onu
kendine yükseltti.1 Allah Aziz’dir,
Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm
verendir).
1 Bu
husus İncil’de de yer alır: “Bunları söyledikten sonra, onları izlerken göğe
yükseldi ve bulutlar arasında gözden kayboldu.'” (Elçilerin İşleri 1:9)
159.
Kitap ehli olanlardan, ölmeden önce onunla (İsa’nın aracılığıyla) mutlaka iman
etmeyecek kimse yoktur. Kıyamet Günü de onlara tanıklık edecektir.
160. Böylece Yahudilerden olan kimselere, zulümlerinden ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan
alıkoymalarından dolayı helal kılınmış tayyibatı (iyi,
güzel, hoş yiyecekleri) onlara haram kıldık.
Bu mesaj, 3:93 ve 6:146 ayetleriyle birlikte
okunmalıdır.
161. Riba1
(yüksek
faiz) almalarından dolayı da!2 Oysa bundan
men edilmişlerdi!3
Batıl (meşru
olmayan) yollarla da insanların mallarını yemelerinden dolayı da! Ve onlardan
kâfir olanlara elim bir azap hazırladık.
1 Bu
kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا”
(râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez
geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5;
23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.
Bu
kelime, “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا”
(râba) kelimesinden türemiştir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 18 kez
geçer: 2:265, 275 (3 kez), 276 (2 kez), 278; 3:130; 4:161; 13:17; 16:92; 22:5;
23:50; 30:39 (3 kez); 41:39; 69:10.
Bu ifade İbranice’de de “תַּרְבִּית”
(rabah) şeklinde geçmektedir ve yüksek olan, artırılmış, yükseltilmiş faiz ile borç vermek, yani tefecilik faizi
uygulamak demektir.
2 Bu
ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39
ayetlerinde de yüksek faiz verenlerden, yani borçlananlardan değil, yüksek
faizle borç verenlerden söz edildiği görülmektedir.
3 Tevrat’ta faiz ile ilgili hükümler Çıkış 22:25;
Levililer 23:35-38; Yasa’nın Tekrarı (Tekrar) 15:1-6 ve 23:19,20; ayetlerinde yer
alır. Zebur’da, Mezmurlar 15:1-5’te yar almaktadır. İncil’de ise Luka 6/33-36’da
yer alır. Ancak, Tevrat ve İncil’de, faizin tamamının yasaklanmadığı; fakire
verilen faizli borç ile tefecilik kapsamına giren ribanın (yüksek faizin) yasak
olduğu yönünde Hıristiyan ve Yahudi çevrelerde de münazaraların olduğu da
unutulmamalıdır.
162. İçlerinden ilimde rasih1 olanlar ve müminler ise, sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat
ve İncil) ile de iman ederler. Salatı da doğru ve istikrarlı biçimde
yaparlar,2 zekâtı da verirler. Allah
ve ahir (son,
ahiret) gün ile de iman ederler.
İşte onlara azîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.3
1 Rüsuh: “Muhkem, sağlam olma”, “bir
ilimde sağlam bilgi sâhibi olma, o ilmin derinliğine inme” ve “ustalık,
maharet, meleke” anlamlarına gelir. Bu kelimeden türeyen “rasihin” kelimesi Kur’an’da 2
yerde (3:7; 4:162) geçmektedir.
Râgıb el-İsfahânî, ilimde râsih mertebesine çıkan kimseyi
“tereddüde düşmeyecek şekilde bilgisini sağlamlaştıran” diye belirttikten sonra
Nisâ (4/162) ve Hucurât (49/15) surelerindeki ayetlere atıf yaparak râsihîni, “Allah
ve resulü ile, Muhammed’e ve ondan önceki nebilere indirilen vahiylerle
(Kitaplarla) iman edip hiçbir tereddüde düşmeyenler” diye açıklamıştır
(el-Müfredât, “rsḫ” md.).
2 “صَّلٰوةَ”
(salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök,
“eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu
yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama
göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a
yönelik salât: “Allah’a yönelme,
Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve
yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: “Birisi için dua
etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.
“أَقِيمُوا” (âkîmû)
kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق
و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât)
ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve
istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara
gelir.
3 Yüce Allah, Ehl-i Kitap’ın tümünün aynı
duyarsızlık içinde olmadığını ve onlar hakkında toptancı bir değerlendirme
yapmamak gerektiğini bu ayette de çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Benzer ifadeler 3:69,
72, 75, 78, 100, 110, 113-115 ayetlerinde de geçmektedir.
164. Daha önce sana kıssalarını anlattığımız resullere
de kıssalarını anlatmadığımız resullere de.1
Allah, Musa’ya kelimelerle (doğrudan) konuştu.
1 Kur’an’daki kıssalarda tüm elçilerden söz
edilmediği ile ilgili benzer mesaj: 40:78.
165. Müjdeci ve uyarıcı olan resuller (göndermekteyiz)… Resullerden (elçilerden)
sonra insanların Allah’a karşı hüccetleri1 (argümanları,
bahaneleri) kalmasın diye! Allah Aziz’dir, Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm
verendir).
1 “حُجَّة”
(hüccet), “gerekçe”, “argüman”, “bahane” gibi anlamlara gelir. Bu kelime
Kur’an’da 6 kez geçer: 2:150; 4:165; 6:83, 149; 42:16; 45:25.
166. Oysa Allah, kendi ilmiyle
sana indirdiği ile tanıklık eder. Melekler de tanıklık ederler. Şehit (tanık)
olarak da Allah yeter!
167. Şüphesiz ki küfreden
ve Allah’ın yolundan alıkoyan kimseler elbette ki derin bir delalete (sapkınlığa)
sapmışlardır.
168. Şüphesiz ki küfretmiş
ve zulmetmiş kimselere Allah bağışlayacak değildir.1 Onları yola hidayet edecek (yönlendirecek)
de değildir.
1 Benzer mesajlar: 2:161-162, 217; 3:86; 4:137; 47:34.
169. Ancak, cehennem
yoluna (yönlendirir); içinde ebedî kalıcıdırlar. Bu
da Allah için kolaydır.
170. Ey insanlar! Resul size Rabbinizden hak (doğru, gerçek) olanı getirdi. O halde kendi
hayrınıza (iyiliğiniz için) iman edin. Eğer
küfrederseniz, bilin ki göklerde (7 evrende) ve yerde olanlar
Allah’ındır. Allah da Hakîm’dir, Alim’dir (hüküm
ve hikmet sahibidir; her şeyi bilendir).
171.
Ey Kitap Ehli!
Dininizde taşkınlık etmeyin (aşırıya
gitmeyin).1 Allah hakkında da hak (gerçek) dışında
bir şey söylemeyin. Artık bilin ki Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın
Resulüdür. O’nun, Meryem’e bıraktığı2 Kelimesi’dir.
Ve O’ndan (Allah’tan) bir Ruh’tur.3 O
halde Allah ve resulleri ile (Onların aracılığıyla) iman
edin! Ve
“üçtür!” demeyin! Ve buna son verin! Bu sizin için hayır olandır. Şüphesiz ki Allah,
vahid (bir
ve tek) olan ilahtır. O’nun bir evladının (çocuğun) bulunmasından O Sûbhân’dır (münezzehtir). Semalarda
(göklerde, 7 evrende) ve arḍda (yeryüzünde, egemenlik alanında) ne varsa O’nundur.
Vekil (koruyan, temsilci, emanetçi) olarak da Allah yeter!
1 “Ey Ehl-i Kitap!” ifadesiyle Yahudiler, Nasraniler
ve Müslimleri dinde aşırı gitmeme hususunda uyarılmaktadırlar. Yahudilerin çoğu,
Tevrat dışında talmut ve mişna gibi kendi uydurdukları birçok kitaplarını dini
yaşamanın kaynağı gibi görürler. Nasranilerin da çoğu, İsa’yı insan olmaktan
çıkarıp süreç içerisinde ilah olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Benzer durum Müslimlerin
çoğu için de geçerlidir. Müslimlerin bir kısmı Nebi’nin, Müslimlere şefaat
edeceğini iddia eder. Bir kısmı ise sadece kendi cemaatlerinin ya da tarikatlarının
hak olduğunu iddia eder. Bir kısmı da nebinin söylediği iddia edilen hadisleri veya
dini önderlerinin sözlerini Allah’ın ayetlerine denk görür. Benzer mesaj 5:77’de de var.
2 “أَلْقَى” (alkâ) fiili, Arapça'da bağlama
göre “atmak”, “bırakmak”, “yerine koymak”, “iletmek” veya “vermek” gibi
anlamlarına gelir.
3 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal
Ruh) ile destekledik.”
Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile
desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu
da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve de bir bulutun
içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve
ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un
ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir.
Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık
olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87,
253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.
172. Mesih ve mukarrebin melekler,1
Allah’a kul (hizmetkar) olmaktan asla kaçınmazlar. Kim O’na
kulluk etmekten kaçınırsa ve kibirlenirse, bilsin ki (Allah) onları
topluca haşredecek.
Mukarrebin (Allah’a yakın olan, Allah’a yakın
tutulan) melekler ifadesi ile; Kur’an’da mele-i ala şeklinde geçen “yüce
melekler” (37/8;
38/69), Tevrat’ta da “elohim” (yüce olanlar, kudretli olanlar)
şeklinde geçen Yüce Meleklerin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.
173. İman eden ve salih
ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere gelince, bilsinler ki
onların ecirlerini (karşılıklarını)
eksiksiz
verecek. Fazlıyla (lütfuyla,
cömertliğiyle) da arttıracak.1 Küçümseyen
ve kibirlenen kimselere de gelince, bilsinler ki onlara elem veren bir azap ile azap edecek. Kendileri için Allah’ın
dışında bir veli (dost,
rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da bulamayacaklar.
1 Kur’an’a göre kişinin kurtuluşu iman ve
salih amel birlikteliğine bağlanmaktadır. Salih amellerin (doğru, yapıcı,
erdemli fiillerin), imandan ayrılamayacağı 17:9, 18:2 ve 20:75’te
açıkça ifade edilmektedir. Salih amel yoksa “iman” eksik kalır; iman da yoksa ‘salih
amel’ geçersiz sayılır.
174. Ey insanlar! Size
Rabbinizden kesin bir burhan (rehber, delil) geldi. Ve size apaçık bir nûr1
indirdik.
1 Yüce Allah, bütün insanlığa nûr-u mübîn yani “apaçık
bir nur” yani Kur’an’ı indirdiğini bildirmektedir. Kur’an’ın “ışık” anlamına
gelen bu ismiyle, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş
olduğu ortaya konulmaktadır. Bu konuda örnek ayetler için Bkz: 5:15; 7:157; 9:32;
22:8; 24:35; 31:20; 42:52; 61:8; 64:8.
175. Allah ile iman eden
ve onunla (vahye) sımsıkı tutunan kimselere gelince,
işte onları rahmetine ve fazlına (lütfuna, cömertliğine) sokacak! Ve
onları, kendine ulaştıran sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) hidayet
edecek (yönlendirecek)!
176. Senden fetva (görüş)
istiyorlar. De ki: Allah size kelâleh1 (kimsesi olmayanın
mirası) hakkında fetva vermektedir: Eğer evladı olmayan bir kişi (erkek)
ölürse ve onun bir kız kardeşi varsa, o zaman (erkeğin) bıraktığının
yarısı onundur. Evladı olmayan bir kadın (ölürse), o zaman o (erkek
kardeş) ona mirasçı olur. Eğer varisler iki kız kardeş ise, o zaman geride
bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Erkek ve kadın kardeşler varis ise, o zaman
erkeğin payı2 iki kadının payı gibidir. Sapmamanız için Allah size
açıklıyor. Ve Allah, her şeyi bilendir.
1 Kelâleh kelimesi ile ilgili açıklama 4:12
ayetinde yer alır.
2 “حَظٍّ” (hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip,
şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176;
4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.