Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 60.
suredir. Sure, “Mümin” adını, firavun ailesinden mümin bir adamın vasıflarının anlatıldığı
28-45 ayetlerinden almıştır.
Allah’ın
af ve merhametinin vurgulandığı üçüncü ayetindeki “Ğafir” (bağışlayıcı) ifadesi
de surenin bir diğer adıdır. Sure 85 ayettir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
Ha, Mîm.
Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1
ayetinde yer alır.
2.
Bu Kitabın indirilişi, Azizil-Aliym (Her
şeyi bilen mutlak güç ve otorite sahibi) olan Allah’tandır.
3. Suçları1
bağışlayan ve tevbeyi kabul edendir. Cezası şiddetlidir, Sonsuz güç ve varlık
sahibidir.2 O’nun dışında ilah (En Yüce olan) yoktur. Dönüş
O’nadır.
1 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
2
Bu ayette “Güçlü ve
varlıklı” olarak çevirdiğimiz “tavl” sözcüğü, 9:86 ve 40:3
ayetlerinde de geçmektedir.
4. Kâfirlerden
başkası, Allah’ın ayetleri (kanıtları, işaretleri) hakkında cedelleşmez1
(delil sunarak haklı
çıkmaya çalışmaz). Onların beldelerde gezip dolaşıyor olmaları2
seni yanıltmasın3.4
1 Bu ifade,
“cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme”
anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32
(2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5,
35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime
Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara)
kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu
kelime de Kur’an’da geçmez.
2 “تَقَلُّبَ”
(tekallub) sözcüğü, “fikir değiştirmek, dönüp durmak, gezinip durmak, gidip
gelmek” anlamlarına gelir.
3 “غَرَّ”
(ğârra) sözcüğü “aldatmak, yanıltmak, kandırmak” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 ayette 27 kez geçer: 3:24, 185, 196; 4:120; 6:70,
112, 130; 7:22, 51; 8:49; 17:64; 31:33 (3 kez); 33:12; 35:5 (3 kez), 40; 40:4;
45:35; 57:14 (3 kez), 20; 67:20; 82:6.
4 Benzer
mesaj: 3:196.
5. Onlardan
önce Nuh halkı da onlardan sonraki hizipler (gruplar, topluluklar) de
yalanladılar. Her ümmet, kendi resullerini yalanlamaya yeltendi ve hak (gerçek,
hakikat) olanı batıl (Allah’ın buyruklarına aykırı olan) ile geçersiz
kılmak
için cedelleştiler (delil sunarak haklı çıkmaya çalıştılar). Ben de onları yakalayıverdim. Cezalandırmam
nasıl oldu!
6. Rabbinin, kafirler (hakkı bilerek inkar
edenler; onun üstünü örtenler) için
“Onlar Cehennem halkıdır.” kelimesi (hükmü) de hak oldu (gerçekleşti).
Benzer
mesajlar: 10:33, 96; 36:7; 40:6.
7. Arşı taşıyanlar (melekler)
ve O’nun çevresinde bulunanlar (mele-i âlâ; yüce melekler),1
Rablerinin hamdi ile tesbih ederler2 ve O’nunla iman ederler (inanıp
güvenirler). İman eden kimseler için de istiğfar ederler: “Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin ile her şeyi kuşatmışsın. O
halde tevbe eden kimseleri bağışla; Senin yoluna tabi olanları da. Ve onları cahimin
(ateşin) azabından sakındır3.
1 Yedi kat semada bulunan Allah’ın makamı
ve o makamı taşıyan melekler. Dünya’nın bulunduğu galaksi 7’nci evrendedir ve
Allah’ın arşından çok uzaktadır (7:143). Kıyamet Günü de 8’inci evren
yaratılacaktır. O, bizim evrenimizden daha da fazla uzak olacaktır ve “cehennem”
olacaktır (89:23).
2 Bu kelime, "yüzmek”,
“uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح”
(sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح”
(tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü
eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek”
ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu
bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.
Allah’ı tesbih ederken kullanılan
“سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü
eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına
gelir.
Kur'an'da,
evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı
tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu
nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
3 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”,
“muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok
kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ)
kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak",
"kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
8. Rabbimiz! Kendilerine vadettiğin Adn cennetlerine onları sok.
Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih (dürüst
ve erdemli) olanları
da. Şüphesiz ki Sen, Azizul-Hâkîm (Hikmetiyle
her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) olansın.
Adn kelimesi Tevrat’ta “Aden” şeklinde geçmektedir ve İbranice’de
‘mutluluk’ veya ‘sevinç’ gibi anlamlara gelir. Adn Cennetleri ifadesi Kur’an’da 11 kez geçer:
9:72; 13:23; 16:31; 18:31; 19:61; 20:76; 35:33; 38:50; 40:8; 61:12; 98:8.
9. Ve onları her türlü kötülüklerden koru. O gün Sen, kimi
kötülüklerden korursan, ona merhamet etmişsindir, âzîm (muazzam) kurtuluş da işte budur.”
10. Kâfirlere
seslenilir: “Allah’ın öfkesi, sizin nefislerinize (birbirinize)
olan öfkenizden daha büyüktür. Zira imana davet edildiğinizde inkâr
ediyordunuz.”
11. Dediler
ki “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez de dirilttin.ı Suçlarımızı2
itiraf ettik. (Bu ateşten) çıkış için bir yol var mıdır?”
ı Kur’an,
bizlere inkârcıların 2 ölümden geçeceğini anlatır (2:28, 40:11). Birincisi, ilk
sınavı kaybettiğimizdeki ölüm halidir. Kafirler bundan ayrı ikinci ölümü de
tadacaklar; yani Hesap Günü’ne kadar süren sürekli bir kâbus içinde, gece gündüz
Cehennemi gördükleri bir hiçlik haline (40:46). Çünkü Cehennem henüz var
olmamıştır (40:46, 89:23).
Müminler
ise ikinci ölümü hissetmeden vefat ettirilirler; bedenlerini terk eder ve
Cennete geçirilirler. Arkadaş ve akrabaları hala dünyada yaşarken doğruların
Cennete gittiğine dair en iyi delili 36:26 ve 27’de geçen “Cennete gir!”
denilince, dedi ki: “Keşke halkım bilseydi; Rabbimin, bana mağfiret ettiğini ve
kerimlerden (şerefli ve saygın olanlardan) kıldığını.” şeklindeki ifadedir. Ayrıca “İşte böyle, muttaki olanlar emin bir
makamdadır. İlk ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar.” (44:51,56)
ayetleri de bunu desteklemektedir.
Cehenneme
gitmenin nedeni açıktır; Allah ile iman etmeyenler ile başkalarını O’na ortak
edenler. (Reşat Halife, Ek 17’ye bakınız)
2 “zenb”
sözcüğü ile ilgili açıklama 3:11’de yer alır.
12. Bu,
sizin bir tek Allah’a çağrıldığınız zaman küfretmeniz nedeniyledir. O’nunla ortak
koşulduğunda ise iman ediyordunuz.ı Artık hüküm (karar), Aliyyul-Kebir (mutlak güç ve otorite sahibi olan yüce, büyük) Allah’ındır.
Benzer
mesajlar: 17:46; 39:45
13. Size
ayetlerini (delillerini) gösteren ve sizin için gökten rızık indiren O’dur
ve O’na yönelenden başkası zikretmez (öğüt almaz).
14. Kâfirlerin
hoşuna gitmese de dini O’na halis (has, özgü) kılarak Allah’a
dua edin.
Gelenekçi
Müslümanlar, İslam’da tek kaynak olan Kur’an ile dini bir tek Allah’a has
kılacaklarına; birbirleriyle çelişen ve kaynağı belli olmayan hadis, mezhep ve
din adamlarının görüşleriyle İslam’ı zor ve karmaşık bir hale dönüştürdüler.
(Benzer mesajlar: 7:29; 16:52; 39:2, 14; 40:14, 65; 98:5)
15. Arş’ın
sahibi dereceleri yükseltendir. O, insanları, Buluşma Günü hakkında uyarmak
için kendi emrinden olan ruhuı kullarından istediğine indirir.
ı 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh
(Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce
meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve
de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan
arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi
Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.
16. Onların
ortaya çıkacağı gün, onlardan Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz. O gün
mülk (otorite, egemenlik) kimindir? Vahidül-Kahhar (Yenilmeyendir,
her şeye üstün gelen ve istediğini yapan; bir ve tek) olan Allah’ındır.
17. O gün
herkese (dünyada) kazandığının cezası (karşılığı) verilir. O gün haksızlık yoktur. Şüphesiz ki Allah,
hesabı seri (hızlı) olandır.
18. Ve
onları, yüreklerin ağza geldiği ve yutkunup durdukları yaklaşan o gün hakkında
uyar.ı Zalimlerin bir yakınları ve sözü dinlenen bir şefaatçileri yoktur.2
ı Yüce
Allah bu ayette mahşer gününün yevmü’l-âzifeh “yaklaşmakta olan gün” olduğunu
bildirmektedir. Ayette geçen el-âzifeh kelimesi 54:1 ayeti gereği “Son Saat”, 53:57
gereği “yaklaşan şey” yani “kıyamet günü” anlamına gelmektedir. Kur’an’da bir
kez de 3:134’te el-kâzımîne şeklinde geçen kâzımîne kelimesi “yutanlar”
anlamına gelmekte, burada da kişinin sıkıntılı zamanında yutkunarak yüreklerin
ağızlara gelmesi bağlamında kullanılmaktadır.
2 Kişinin kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak
aracılar edinmesi şirktir ve eğer tevbe edilmezse, 4:48 ve 116’da da
belirtildiği gibi Allah tarafından affedilmeyecek tek günah olarak
tanıtılmaktadır.
Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır. 🔗
19. Gözlerin
hainliğini ve göğüslerin gizlediği şeyi Bilir.
20. Allah,
hak (adalet, hakikat) ile hükmeder.ı O’nun dışında
yalvardıkları ise hiçbir şeye hüküm veremez. Şüphesiz ki Allah, Semiul-Basir (Her şeyi görüp, işten) olandır.
ı Yüce
Allah’ın mahşerdeki tek hüküm verici oluşuyla ilgili Bkz: 11:4; 82:18-19.
21. Yeryüzünde dolaştıklarında kendilerinden
öncekilerin akıbetinin nasıl olduğunu görmediler mi?ı
Güç olarak kendilerinden daha güçlüydüler ve yeryüzünde daha kalıcı eserler
bıraktılar.2 Yine de Allah, günahları3 nedeniyle onları
cezalandırdı, onların Allah’a karşı
koruyucuları da yoktu.
1 İbret
için yeryüzünde dolaşmayla ilgili benzer mesajlar: 3:137; 6:11; 12:109; 16:36;
22:46; 27:69; 30:9, 42; 35:44; 40:82; 47:10.
2 Benzer mesajlar:
30:9; 35:44; 40:82; 43:8; 47:13; 50:36.
3 “ذَنْبٌ”
(zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir.
Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da
pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç",
"sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini
bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147,
193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58;
26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2);
55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
22. Bu, resuller kendilerine beyyinelerle (apaçık kanıtla) geldikleri halde inkâr
etmelerindendir. Allah da onları cezalandırdı. O,
Kaviy’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir),
Şedidul ikab’tır (yakalaması ve azabı şiddetli olandır).
23. Musa’yı
ayetlerimizle ve apaçık bir sultan (güçlü
bir delil ve yetki) ile gönderdik;1
1 Bu ayet, 11:96
ayetinde de tekrarlanmaktadır.
24. Firavuna
ve Haman’a ve Karun’a. “Bu yalancı bir sihirbazdır.” dediler.
Firavun
ile ilgili açıklama 38:12 ayetinde yer alır. Haman ile ilgili açıklama 28:6
ayetinde yer alır.
2 Karun:
Tevrat ve Talmud’da adı Korah olarak geçen Karun, Musa’nın kuzenidir. Çıkış (6:18-21)
‘da verilen şecereye göre Musa ile Karun’un babaları öz kardeştiler. Kur’an’ın
başka bir yerinde bu adamın bir İsrailli olmasına rağmen firavunla iş birliği
yaptığı ve onun gözdelerinden biri olduğu zikredilir, öylesine ki firavundan
sonra Musa’ya karşı çıkan iki elebaşıdan (Haman ve Karun) biridir.
Bundan
şu sonuç çıkar ki, Karun kendi kavmine ihanet etmiş ve İsrailoğullarını sürmeye
niyetli düşman güçlerin destekçisi olmuştu. Kendi halkına bu ihaneti, kendisine
firavun nezdinde de büyük bir mevki kazandırmıştı. Firavunun yanı sıra Musa’nın
kendilerine gönderildiği iki önemli kişiden biri olmuştur. Yani, firavunun yardımcısı
Haman ile, İsrailli kapitalist Karun... O kadar ki, diğer önde gelen şahıslar
ve saray erkanı isimleri anmaya değmeyecek kadar ikinci planda kalmışlardı.
Karun’un bu konumu 29:39 ayetinde de ima edilmektedir.
38:76’cı
ayetinde Karun’un büyük hazinelerinin olduğu belirtilmektedir. Oysa Tevrat’ta
(Sayılar, 16. Bapta) onunla ilgili zikredilen kıssada Karun’un servetiyle
ilgili hiçbir kayıt yoktur. Fakat Yahudi rivayetlerine göre o kadar muazzam bir
servete sahipti ki, hazinelerinin anahtarını taşımak için üçyüz katıra ihtiyaç
vardı. (Jewish Encylopedia c: VII. sh. 556) Her ne kadar mübalağalı ise de bu
cümle Karun’un İsrail kaynaklarına göre bile zamanının en zengin insanı
olduğunu göstermektedir.
25. O,
onlara tarafımızdan hakkı (gerçeği, hakikati)
getirdiği zaman da dediler ki: “Onunla iman edenlerin oğullarını katledin,
kadınlarını ise (iğrenç davranarak) utandırın1.”2
Kâfirlerin planı da sapkın olandan başkası değildir.
1 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü
"haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi
de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez
geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.
2 7:127’de
devlet erkanının firavuna, “Musa ve kavminin yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmasına, seni ve ilahlarını terk etmesine izin mi vereceksin?” dedikleri ve
firavunun da onlara ““Oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını da (iğrenç işlerde)
utandıracağız.” şeklindeki cevap vermişti. Bu ayette ise, firavunun söz konusu
emri verdiği görülüyor. Benzer mesajlar: 2:49; 7:127, 141; 14:6; 28:4.
26. Firavun
dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı katledeyim de Rabbine yalvarsın! Ben, onun,
dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat (bozgunculuk)
çıkarmasından korkuyorum.”
Firavun, toplumun dini yaşantısını doğru
kabul ettiği için vahyi anlatan Musa’yı “dini değiştiren adam” ve “toplumda
fesat çıkaran kişi” olarak tanıtmış ve onu öldürmek istediğini dile
getirmiştir.
27. Musa da dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Hesap
Günü ile iman etmeyen (Ahirete/hesap
vereceğine inanmayan) kibirlilerin tümünden, Rabbim ve Rabbiniz ile (Allah’ın
yardımıyla) korundum.”
1 “اَعُوذُ”
fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök,
“korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez
geçer:
2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36;
44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
28. Firavunun
ailesinden1 olan ve imanını gizleyen2 mümin bir rical3
de dedi ki: “‘Rabbim Allah’tır!’
diyor diye bir adamı mı katledeceksiniz? Oysa, Rabbinizden apaçık delillerle
size gelmiş. Eğer yalancıysa yalanı kendi aleyhinedir ve eğer sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir
olanlardan) biri ise; size vadettiklerinin bir kısmı gelip size isabet eder.
Şüphesiz ki Allah, müsrif4, yalancı o kimseyi hidayete erdirmez.
1 “اٰل”
(âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun
yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49,
50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6;
14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.
2 “كَتَمَ” (keteme) sözcüğü, “gizlemek” ve
“saklamak” anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an’da 21 kez geçer: 2:33, 42, 72,
140, 146, 159, 174, 228, 283 (2 kez); 3:71, 167, 187; 4:37, 42; 5:61, 99, 106;
21:110; 24:29; 40:28.
3 “racul/rical” sözcüğü erkek-kadın ayırımı
içermeksizin insan türüne verilmiş, ‘belli bir olgunluğa ulaşmış, karakteri
sağlam, yiğit’ anlamına gelen Türkçe karşılığı “adam” olan bir sıfattır. Bu
ayette firavunun karısı Asiye’den söz ediliyor olabilir. Çünkü o meydanda Musa
ve Rabbi ile iman ettiğini ilan ettiği ve yine hemen orada şehit edildiği
rivayet edilmektedir. En doğrusunu Allah bilir.
4 “مُسْرِفِي” (musrifn) sözcüğü, “haddi aşan,
savurganlık yapan, aşırıya giden” anlamlarına gelir.
29. Ey
kavmim! Bugün yönetim sizindir, yeryüzüne hâkimsiniz. Allah’ın hışmı bize gelip
çatarsa bizi kim kurtarabilir?” Firavun, “Ben size, gördüğüm şeyden başkasını
göstermiyorum ve ben, sizi reşad olan yoldan başkasına iletmem.” dedi.
ıRüşd,
doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek demektir. Rüşd ile ilgili açıklama
2:186 ayetinde yer alır. Bu sözcük, Kur’an’da,
türevleriyle birlikte 19 defa (2:186, 256; 4:6; 7:146; 11:78, 87, 97; 18:10,
17, 24, 66; 21:51; 40:29, 38; 49:7, 72:2, 10, 14, 21) geçmektedir. Bu sözcükten
türeyen “râşid” doğru yolda olan, “reşad” doğru yolda yürüme, “irşâd”
da doğru yola ulaştırmak anlamına gelmektedir.
30. Mümin adam dedi ki “Ey kavmim!
Ben, önceki hiziplerin (kavimlerin) günlerinin bir
benzerinden korkuyorum.
32. Ve
ey kavmim! Ben, o feryat gününden sizin için korkuyorum.
33.
O gün arkanızı dönüp kaçacaksınız. Ama sizi Allah’tan kurtaracak kimse yoktur. Allah,
kimi saptırırsa artık ona hidayet (kılavuzluk)
eden olmaz.”
34. Yusuf
da size önceden beyyinelerle (apaçık
delillerle) gelmişti. Fakat onun size getirdikleri hakkında
şüpheden geri durmadınız. Vefat edince de “Allah ondan sonra asla resul
göndermez!” dediniz.ı Allah, o müsrif (haddi aşan) şüphecileri işte böyle
saptırır.
ı Yusuf Nebi’nin yaşadığı toplum olan Mısırlılar,
Musa’yı reddettikleri gibi, aynı şekilde Yahudiler kendilerine gelen birçok resulü
ve İsa’yı reddettiler, Hıristiyanlar da aynı şekilde Muhammed’i reddettiler. Bugünkü Müslimlerin çoğunluğu da Muhammed’in son
nebi ve son elçi de olduğuna inanırlar ve ondan sonra başka bir resul
geleceğine de inanmıyorlar.
35. Kendilerine gelmiş bir sultan (güçlü bir delil) olmadığı
hâlde Allah’ın ayetleri hakkında cedelleşen1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışan) kimseler,
Allah katında ve iman edenler katında büyük bir öfkeyle karşılanır. Allah, her cebbar (zorba, işini güç kullanarak yapan) kibirlinin
kalbini işte böyle damgalar.2
1 Bu ifade,
“cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme”
anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş
kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71;
8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46;
31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime
Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara)
kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu
kelime de Kur’an’da geçmez.
2 Tab etmek (damgalamak, işaretlemek) ifadesi Kur’an’da 11 defa (4:155;
7:100, 101; 9:87, 93; 10:74; 16:108; 30:59; 40:35; 47:16; 63:3) geçmektedir.
2:7, 6:46, 42:24, 45:23 ayetlerinde ise inkârcıların kalplerinin hatem
edildiğinden “mühürlendiğinden” söz edilmektedir.
36. Firavun
dedi ki: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Belki böylece o sebeplere
ulaşırım;
37. Göklerin sebeplerine (Allah’a varan yollara). Böylece Musa’nın
ilahını görürüm. Çünkü ben, onun (Musa’nın) yalancı olduğunu
zannediyorum.” Firavuna yaptığı kötü işi işte böyle süslü gösterildi ve doğru
yoldan alıkonuldu. Ve firavunun planı (tuzağı) ancak kayıptadır1.
1 “تَبَّتْ”
(tebbet) sözcüğünün ““helak olsun”, “yok olsun”, “kaybolsun” veya “bozulsun”
gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Kur’an’da, “تبب” (tebeb)
sözcüğünden türemiş 4 sözcük
geçmektedir: 11:101; 40:37; 111:1 (2 kez).
38. İman
eden adam dedi ki: “Ey kavmim! Siz bana uyun ki ben de sizi rüşde (doğru
olan yola) ileteyim.
Mümin yiğit kişi kavmine hitap etmiş ve firavunun
40:29 ayetinde kullandığı kavramı kullanarak asıl doğru yolu kendisinin
göstermekte olduğunu belirtmiştir. Ayette geçen ehdi fiiline “hidayete erdirmek”
değil de “göstermek, rehberlik etmek” anlamı verilmelidir. Çünkü hidayet fiili
kullar için kullanıldığında bu anlamda değerlendirilmelidir. Hidayeti isteyen
insan olsa da hidayet eden ve onu yaratan Yüce Allah’tır. Bu zatın davetinde
kendisine tâbi olmaktan söz etmesi, ilkelerini ve prensiplerini savunduğu Musa’nın
yoluna tâbi olmak şeklinde anlaşılmalıdır.
39. Ey
kavmim! Dünya hayatı (geçici) bir metadır.1
Ahiret ise; o, karar yeridir (kalınacak yurttur).
1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün,
sermaye vb anlamlara gelmektedir. “المتعة”
(mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.
40. Kim bir seyyie1 işlerse, işlediği
amelin mislinden (benzerinden) başkasıyla ceza (karşılık) verilmez. Erkek veya kadın, kim
mümin olarak salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, işte onlar cennete
girerler. Orada onlara hesapsız
rızık verilir.
1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir.
Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı
kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir
kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.
41.
Ey halkım! Neden ben sizi necata (felâha,
kurtuluşa) çağırıyorken siz de beni ateşe çağırıyorsunuz?
42. Siz
beni, Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak
koşmaya çağırıyorsunuz. Şüphesiz ki ben, Azizul-Ğafur’a (tek
bağışlayıcı olan mutlak güç sahibine) sizi çağırıyorum.
43. Bunda
şüphe yoktur.1 Sizin
beni çağırdığınız şeyin, gerçekten dünyada da ahirette de davete değer bir
tarafı yoktur. Dönüşümüz de Allah’adır. Müsrifler2,
işte onlar ateş halkıdır.
1
“لَا
جَرَمَ” (lâ-cereme) ifadesi, “bunda şüphe yoktur”, “kaçınılmazdı” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 5 kez geçer: 11:22; 16:23, 62, 109; 40:43.
2 “مُسْرِفِينَ” (musrifîn) sözcüğü, “haddi
aşanlar, savurganlık yapanlar, aşırıya gidenler” anlamlarına gelir.
44. Size
söylediğimi (ileride) hatırlayacaksınız ve ben
emri (bu işin hükmünü) Allah’a bırakıyorum. Allah kullarını Görendir.”
45. Allah,
onu onların planladığı1
kötülüklerinden korudu2. Firavunun
ailesini (destekçilerini) ise azabın kötüsü
kuşattı.
1 “مَكَرُوا”
(mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu
kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez);
7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez);
14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43
(2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).
2 “وَقَى”
(vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu
kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى”
(takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten
sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
46. Günün
erken vakitlerinde1 ve akşam2 vakitlerinde onlara ateş sunulur.3
O saatin (Kıyametin) gerçekleştiği gün de “Firavunun yandaşlarını4
azabın en şiddetlisine sokun!”5
1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan
ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime
Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12;
40:46; 68:22, 25.
2 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı “kararmak”, “akşam olmak"
demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle "akşam vakti" veya
"karanlığın başlangıcı" anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11
kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18; 38:18, 31; 40:46, 55; 79:46.
Yatsı vakti ise “عِشَاء”
(‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer: 12:16; 24:58.
3 “عَرَضَ” (‘aredâ) ifadesi “arz etti, sundu,
teklif etti, gösterdi” anlamlarına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 11 kez geçer: 2:31; 11:18; 18:48, 100; 33:72; 38:31; 40:46;
42:45; 46:20, 34; 69:18.
4 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi,
halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir.
Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54;
7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13;
40:28, 46; 54:34, 41.
5 Bu ayetten de anlaşılacağı üzere “kabir azabı”
veya “kabirde azap” ifadeleri geçmiyor. Ancak firavun ve ailesine
(destekçilerine) gece ve gündüz ateş gösterilecek ve Kıyamet Günü de azabın en
şiddetlisine atılacaklar.
47. Ateşin içinde delille birbirlerine karşılık verirlerken1 zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz
size uyan kimselerdik. Sizler, ateşin bir parçasını bizden savabilir misiniz?”
derler.2
1 “حاجّ” (hâcce) kelimesi "delil sunarak
iddialaşmak” veya “delille karşılık vermek” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 13
kez geçer: 2:76, 139, 258; 3:20, 61, 65, 66, 73; 6:80 (2 kez); 40:47; 42:15,
16.
2 Cehennemliklerin birbirini suçladıkları benzer
mesajlar: 7:38-39; 14:22; 28:63; 33:66-68; 34:31-33; 35:14; 37:27-34; 40:47-48;
46:6; 50:27.
48. Büyüklük taslayanlar, “Hepimiz onun içindeyiz. Allah,
kulları arasında hükmünü vermiştir.” derler.
49. Ve ateşte olanlar, Cehennemin bekçilerine, “Rabbinize dua
edin, azabı bir gün bizden hafifletsin.” derler.
50. Dediler ki: “Resulleriniz, size beyyinelerle
(apaçık deliller) gelmediler mi?” “Evet,
geldiler.” dediler. Dediler ki: “Öyleyse kendiniz dua edin, ancak kafirlerin (hakkı bildiği halde inkar edenlerin, onun
üstünü bilerek örtenlerin) duası delaletten başka değildir.”
51. Şüphesiz
ki Biz, resullerimize ve iman eden kimselere, dünya hayatında da şahitlerin duruşmada
olacakları günde de yardım ederiz.
Benzer mesaj: 2:214; 6:34; 12:110; 22:40; 37:171-173;
47:7.
52. O gün zalimlere, mazeretleri fayda sağlamaz. Onlara lanetı
okunacak, yurtların en kötüsü de onlar içindir.
ı Lanet: Dışlamak; iyilik, lütuf ve merhametten
yoksun bırakmak.
53. Musa’ya hidayeti (kılavuzu)
verdik, İsrailoğullarına da Kitabı miras kıldık;
54. Ulü’l-elbab1 (duruşu sağlam olanlar) için
hidayet ve zikir (hatırlatıcı) olarak.
1 “أُو۬لُو”
(ûlū) kelimesi, “sahipleri, yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي
الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ (ulü’l-elbab) da “sağlam
anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her)
sözü dinler; en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği
kimselerdir. ulü’l-elbab işte onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi
Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179, 197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52;
38:29, 43; 39:9, 18, 21; 40:54; 65:10.
55.
O hâlde sabret1, Şüphesiz
ki Allah’ın vaadi haktır. Günahların2
için de istiğfar et (bağışlanma dile)3. Akşam4 ve fecir vakitlerinde5 de Rabbinin
hamdi ile tesbih et6.
1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin
sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu
tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade
eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi
anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah"
şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11,
16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97;
14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31;
47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.
2 Sabretmenin
tanımı 90:17 ayetinde yer alır.
3 Nebimiz Muhammed’in de bağışlanmayı gerektirecek
suçları veya hataları olduğu, bunun için de Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde
bulunması gerektiği hususunda bilgilendirilmiştir. Benzer
mesajlar: 47:19, 48:2, 110:3
4 “عَشِيٌّ” (‘aşeye) kelimesinin kök anlamı
“kararmak”, “akşam olmak" demektir ve klasik Arapça metinlerde genellikle
"akşam vakti" veya "karanlığın başlangıcı" anlamında
kullanılır. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:41; 6:52; 18:28; 19:11, 62; 30:18;
38:18, 31; 40:46, 55; 79:46. Yatsı vakti ise “عِشَاء” (‘işâe) demektir. Bu kelime Kur’an’da 2 kez geçer:
12:16; 24:58.
5 “اِبْكَارِ۟”
(ibkâr) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün
görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara
gelir. Vakit
olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5;
33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.
“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ),
yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42;
48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir
ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ”
(ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ”
(ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti”
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ”
(‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2
kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak),
yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.
6 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
56. Şüphesiz
ki kendilerine bir sultan (güçlü delil) verilmediği halde Allah’ın
ayetleri hakkında cedelleşen1 (delil sunarak haklı
çıkmaya çalışan) kimseler,
göğüslerinde yalnızca kibir taşımaktadırlar; onlar buna (vahye)
ulaşamayacaklardır. O halde Allah ile korun2. Şüphesiz ki O, Semiul-Basir (Her şeyi görüp, işten) olandır.
1 Bu ifade,
“cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme”
anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32
(2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5,
35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.
2 “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden
türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi
anlamlara gelir. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98;
40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.
57. Gökleri
ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyüktür (daha
muazzam bir şeydir), ancak insanların çoğu bilmez.
“Allah’ın yarattığı en üstün varlık insandır!”
söylemlerinin tersine, Allah’ın yarattığı varlıklar arasında, insandan daha
üstün varlıkların olduğu, 17:70 ayetinde de bildirilmiştir.
58. Kör
ile gören eşit (aynı) olmaz. İman edip salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler ile kötülük
yapanlar da eşit olmaz. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz (düşünüyorsunuz)!
59. O
Saat (kıyamet) gelecektir. Onda reyb (kuşku, belirsizlik)
yoktur, fakat insanların çoğu iman etmezler.
ı Reyb, Arapça’da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve
şüphenin genel ismidir. Bununla ilgili açıklama 2:2’de yer alır.
60. Ve Rabbin dedi ki: “Bana dua edin ki icabet edeyim1. Büyüklük taslayıp bana ibadet
etmeyenler, horlanmış ve aşağılanmış olarak2 cehenneme
gireceklerdir.”
1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya
“karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde
geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89;
11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88,
90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38,
47; 46:5, 31, 32.
Yakarış, herhangi bir şey için Allah’a
yalvarmak, maddi zevkler için bile olsa bir ibadet şeklidir. Yüce Allah her
duaya cevap (karşılık) verecektir; ancak bu onları kulların istediği gibi kabul
etmesi değildir. Çünkü insanlar bazen hayır sanarak şerri de isteyebilirler.
Benzer mesaj: 2:186’da da var.
2 “دَاخِر۪”
(dahir) sözcüğü, “aşağılanmak, hor ve değersiz kılınmak” anlamlarına
gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 4 yerde geçer: 16:48; 27:87; 37:18; 40:60.
61. İçinde sükûnet bulasınız (dinlenesiniz) diye geceyi karanlık, gündüzü de (görmeniz
için) aydınlık yapan Allah’tır. Allah, insanlara karşı lütufkârdır, ancak
insanların çoğu şükretmez. (Benzer mesajlar: 10:67; 28:73)
62. Rabbiniz
Allah işte budur; her şeyin yaratıcısıdır. O’nun dışında ilah (En
Yüce olan) yoktur. Nasıl da saptırılıyorsunuz?1
1 “فِكَ” kökünden türemiş olan bu fiil; “gerçeği
çarpıtmak”, “gerçeği saptırmak”, “haktan çevrilmek”, “yalan uydurmak” gibi
anlamlara gelir. Bu fiilden türemiş kelimeler Kur’an’da 27 kez geçer: 5:75;
6:95; 7:117; 9:30; 10:34; 24:11, 12; 25:4; 26:45, 222; 29:17, 61; 30:55; 34:43;
35:3; 37:86, 151; 40:62, 63; 43:87; 45:7; 46:11, 22, 28; 51:9 (2); 63:4.
63. Allah’ın ayetleri ile1 (başka vahyi ve elçileri) bile bile
inkâr eden2 kimseler işte böyle saptırılırlar.
1 “بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya
“Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler
düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi
zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları
ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran
elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili
ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh)
ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19,
21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105;
29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.
2 “يَجْحَدُونَ” (yechedune) sözcüğü, “bile bile
inkâr ederler, kasten reddederler” veya “Bilerek görmezden gelirler.” anlamlarına
gelir. Bu sözcük ve türevleri Kur’an’da 12 kez geçer: 6:33; 7:51; 11:59; 16:71;
27:14; 29:47, 49; 31:32; 40:63; 41:15, 28; 46:26.
64. Sizin
için yeryüzünü1 yerleşim yeri, göğü de bir bina2 yapan
ve sizi şekillendiren, suretlerinizi de ahsen (en
iyi en güzel) yapan, tayyibat
(sağlıklı, faydalı, temiz,
güzel ve hoş şeyler) ile de sizi rızıklandıran Allah’tır.
Rabbiniz Allah işte budur. Âlemlerin Rabbi Allah Tebarek’tir3.
1 Arz; Dünya, yeryüzü, toprak, yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına
gelir.
2 Bu sözcük, “ب ن
ي” (b-n-y) kökünden türetilmiş bir fiildir. Bu kök genellikle “kurmak”, “yapı”,
“bina”, “inşa etmek”, “bina yapmak”, “düzenlemek” anlamlarını taşır. Kur’an’da,
bu kökten türemiş 13 sözcük geçmektedir: 2:22; 9:110 (2 kez); 16:26; 18:21 (2 kez);
37:97; 38:37; 40:64; 50:6; 51:47; 61:4; 78:12.
3 “Tebarek” sözcüğü ile ilgili açıklama 25:1’de yer
alır.
65. O,
Hayy’dır (Daima diridir. Bütün evrenlerdeki hayatı elinde
tutandır, hayatın yegane kaynağıdır). O’nun dışında ilah (En
Yüce olan) yoktur. Dini O’na has (özgü) kılarak O’na dua edin. Hamd (övgü),
âlemlerin Rabbi Allah’ındır.
66.
De ki: “Bana Rabbimden beyyineler (apaçık kanıtlar) geldiğinde, Allah’ın
dışında dua ettiklerinize kulluk (hizmet) etmem bana
yasaklandı ve
Alemlerin Rabbine (evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların
Efendisine/Yöneticisine) teslim
olmam emredildi.
Bu ayette kullanılan Arapça “Nehy”
kelimesi, devam etmekte olan bir şeyin durdurulmasını belirtmektedir. Örneğin 4:171’deki
aynı kelimeye bakınız. Ayrıca 93:7’ye de bakınız.
67. O, sizi topraktan yaratandır. Sonra nutfeden (bir
damla sıvıdan), sonra bir alakadan (ana rahmine tutunan embriyodan),
sonra sizi
bir bebek olarak dünyaya getiriyor.ı Sonra olgunluk çağına ulaşır, ardından
yaşlanırsınız. Kiminiz bu süreci tamamlamadan vefat ettirilir; kiminiz de
belirlenmiş bir süreyeı kadar yaşarsınız. Umulur ki aklınızı
kullanırsınız.
ı Kur’an ayetlerine göre insanın topraktan
sonra da anne rahminde yaratılış süreci 95:4 ayetinde yer alır.
2 “Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama
2:282’de yer alır.
68. Yaşatan
ve öldüren O’dur. O, bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der, o da
oluverir.
“Kün fe yekûn” ifadesinin açıklaması 2:117’de yer
alır.
69. Allah’ın
ayetleri hakkında cedelleşenleri (delil sunarak haklı çıkmaya çalışanları) görmedin mi? Nasıl da çevriliyorlar (aldanıyorlar)?
70. Onlar, Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı) ve resullerimiz
ile gönderdiklerimizi (ilahi mesajları) yalanlayanlardır. Yakında
bilecekler.
71. O
zaman boyunlarında1 prangalar2 ve
zincirlerle3 sürüklenecekler.
1 “(أَعْنَاق)”
(‘ânâk) sözcüğü,
“boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade
eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33;
36:8; 38:33; 40:71.
2 “غُلٌّ” (ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”,
“pranga” veya “bağlama aracı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64 (2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71;
69:30; 76:4.
3 “السَّلَاسِلُ”
(es-selâsil) sözcüğü de “zincirler” demektir. Bu
sözcük, Kur’an’da 3 kez geçer: 40:71; 69:32; 76:4.
72. Kaynar
suda, sonra ateşte yanacaklar.
Kendilerini
ahirete hazırlamayanlar, Yargı Günü’nde, Allah’ın huzurunda muazzam bir şekilde
acı çekeceklerdir. Ruhlarının yeterli düzeyde büyüyüp gelişmemesi nedeniyle
Allah’ın yakınlığına dayanamazlar. Ben bu özel durumu tanımlamak için “İnferno”yu
kullanıyorum (55:44). Ruhun ahirete hazırlanması; Allah’a yönelme duası, oruç, zekât,
infak, hac gibi Allah tarafından hükme bağlanan ritüellerle yapılır.
73.
Sonra onlara denildi: “Ortak koştuklarınız nerede;
74. Allah’ın dışındakiler?”1 Dediler ki: “Bizden saptılar2! Demek ki daha önce dua ettiklerimiz bir
şey değilmiş.” Allah, kafirleri işte böyle saptırır.
1 “مِنْ
دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya
"Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.
2 “ضلل” (ḍâlle) sözcüğü, genel olarak, “yoldan sapma,
uzaklaşma, kaybolma, hata yapma” gibi anlamlar içerir. Bu sözcük tek başına Kur’an’da
27 kez geçer: 2:108; 4:116, 136, 167; 5:12, 77, 105; 6:140; 7:37, 149; 10:108;
16:125; 17:15, 67; 18:104: 20:92; 25:17; 27:92; 33:36; 37:71; 39:41; 40:74;
46:28; 53:2, 30; 60:1; 68:7.
75. Bu,
yeryüzünde hakka (gerçeğe, hakikate) dayanmayan sevinmeniz ve böbürlenmenizden
ötürüdür.
76. İçinde
ebedî kalmak üzere Cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne
kötüdür. (Benzer mesaj: 39:72)
77. Sabret.
Çünkü Allah’ın vaadi haktır. Onlara vadettiğimizin (azabın)
bir kısmını sana göstersek veya seni daha önce vefat ettirsek de Bize
döndürülecekler.
Sabretmenin
tanımı 90:17 ayetinde yer alır.
78. Senden
önce de resuller gönderdik. Onlardan bir kısmını sana kıssa olarak aktardık, onlardan bir
kısmını ise kıssa olarak aktarmadık.
Bir resulün, Allah’ın izni olmadan bir ayet (mucize, kanıt)
getirmesi de mümkün değildir. Allah’ın emri (hükmü) geldiği zaman, hak yerine
getirilir ve batıldan (Allah’ın
buyruklarına aykırı olandan) yana olanlar hüsrana
uğrarlar.ı
ı 17:45-46,
18:57 ve 56:79 gibi ayetlerden öğreniyoruz ki imansızlar Kur’an’a erişemezler;
sadece imanlıların ve samimi arayış içinde olanların onu anlamalarına Allah
tarafından izin verilir.
79. Kimine
binmeniz, kimini de yemeniz için hayvanları1
sizin için yaratan Allah’tır.
1 "نِعْمَ"
kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da
bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ”
(ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk,
mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve
faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları
kapsar. “أَنْعَام” (en’âm) kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer:
4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139, 142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80;
20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27; 36:71; 40:79; 42:11; 43:12;
47:12; 79:33; 80:32.
80. Ve
onlarda, sizin için daha nice menfaatler (faydalar) vardır.
Göğüslerinizdeki bir hacete (ihtiyaca veya arzuya) onlar üzerinde
ulaşırsınız.ı Onların ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.
ı Benzer mesajlar: 16:5-8, 66-69, 80; 23:21-22; 36:71-73;
40:79-80; 43:12-13.
81. Size
ayetlerini (işaretlerini) de gösteriyor. Allah’ın ayetlerinden hangisini
inkâr edebilirsiniz!
82. Yeryüzünde
dolaştıklarında kendilerinden öncekilerin akıbetinin ne olduğunu hâlâ görmediler
mi?ı Onlar sayıca daha fazlaydılar, daha
güçlüydüler ve yeryüzünde daha büyük bir mirasa sahiptiler. Fakat kazandıkları
şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.
ı Bu cümle aynı sözcüklerle 30:9’da da
tekrarlanmaktadır. İbret
almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla ilgili mesajlar: 3:137; 6:11; 12:109; 16:36;
22:46; 27:69; 30:9, 42; 35:44; 40:21; 47:10.
83. Resulleri onlara beyyinelerle (apaçık kanıtlarla) geldiği zaman da yanlarındaki
ilim ile gururlandılar ve alaya aldıkları şey onları kuşattı.
84. Azabımızı
gördükleri zaman da “Bir ve tek olan Allah ile iman ettik (inandık)
ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik.” dediler.
85. Fakat
azabımızı gördükten sonra iman etmeleri, onlara bir fayda sağlamadı.ı
Allah’ın, kulları için uygulamakta olduğu sünneti (yasası)2
budur. Kafirler oracıkta hüsrana uğramışlardır.
ı Ölüm anında ya da mahşerde dile getirilecek olan
iman ve tevbenin kabul edilmeyeceği çeşitli ayetlerde dile getirilmektedir.
Benzer mesajlar: 4:18; 6:158; 10:90-91; 32:29; 34:52; 44:13; 47:18.
2 “سُنَّة”
(sünnet) sözcüğü, “örf, alışkanlık, gelenek” anlamlarına gelir. “Sünnetullah”
(Allah’ın Sünneti) terimi de Allah’ın
koymuş olduğu yasa, uygulama, nizam demektir. Allah’ın Sünnetinin hiçbir zaman
değişmediği, 17:77, 33:62, 35:43 ve 40:85 ayetlerinde de benzer şekilde
tekrarlanmaktadır. “Sünnetullah” terimi, Kur’an’da 5 ayette 8 kez geçer: 33:38,
62 (2 kez); 35:43 (2 kez); 40:85; 48:23 (2 kez).