113. FELÂK SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 20. suredir. Sure, adını ilk ayette geçen “Felâk” kelimesinden alır. Sure 5 ayettir.

           

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. De ki: “Felakın1 Rabbi2 ile3 korunurum4;

1 “Felak” kelimesi “yarmak” anlamındaki “felk” fiilden türemiş bir isimdir. Yarma ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle bu söze “karanlığı yarıp aydınlığı (sabahı) ortaya çıkaran” şeklinde anlam verenler vardır. Buna da 6:96 ayette geçen ve Allah için “Falik’ul Esbah” (Sabahın faliki) yani “gece karanlığını yararak sabahı çıkaran (görünür kılan) ifadesinden ulaşmaktadırlar.Felk” sözcüğü, türevleri ile birlikte Kur’an’da 4 yerde geçer: 6:95, 96: 26:63; 113:1.

2 “رب” (Rab), sözcüğü, Arapça’da “melik, sahip, bey, idareci, efendi, lord” anlamlarına gelir. Kur’an’da “rab” sözcüğü, 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edildiği belirtilmektedir (M. F. Abdülbaki, el-Muʿcem, “rbb” md.). Bu sözcüğün Tevrat’taki karşılığı “אדוני” (adoni) yani “Rabbim, Efendim” sözcüğüdür.

3 Kur’an’ın indirilişinden sonraki dönemlerde bazı din bilginleri, Kur’an’daki ifadeleri açıklarken, Tevrat’taki veya diğer Sami dillerindeki karşılıkları göz ardı ederek, kendi yorumlarına dayalı farklı yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Bu yorumlar, Kur’an’ın indirilişinden sonraki dönemlerde oluşturulan dilbilgisi kurallarıyla da sistematik hale getirilmiştir. Bu da, Kur’an’daki bazı kelimelerin anlamlarının daralmasına veya değişmesine yol açmıştır.

Bu duruma örnek olarak, Kur’an’daki 'بِرَبِّ' (bi-rabbi) ifadesi verilebilir. Bu ifade, 'rabbi ile' şeklinde anlaşılmalıdır; çünkü 'بِ' (bi), Arapça dilbilgisinde temel olarak 'ile' veya 'vasıtasıyla' anlamını taşıyan bir harf-i cerdir (çekim edatıdır). Ancak, “'بِ' harfi, Arapçada bağlama göre 'hakkında', 'konusunda' ya da '-e/-a' gibi farklı anlamlar da ifade edebilir” şeklindeki yorumlar yapılarak birçok meal ve tefsirde 'بِرَبِّ' (bi-rabbi) ifadesi yalnızca 'rabbine' şeklinde yorumlanmıştır. Bu tür dilbilgisel yorumların, Kur’an’ın özgün anlamını daraltabileceği veya değiştirebileceği düşünülmektedir.

4 “اَعُوذُ” (e’uzu) kelimesi "korunurum", “sığınırım” veya "himaye edilirim" anlamlarına gelir. “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.

İbranice’de de 'עוז' (ʿûz) kelimesi, temel anlamıyla "güç", "kuvvet", "cesaret" anlamına gelir.  “מָעוֹז” (mâ'oz) kelimesi “korunak”, "sığınak” yani güvenli bir yer, barınma yeri anlamlarına gelmektedir. Mezmurlar 27:1 ayetinde de “יְהוָה מָעוֹז חַיָּי” (Yahve ma'oz hayai) yani "Yahve (Allah), hayatımın korunağıdır" ifadesi geçmektedir.

Aramice'nin bir kolu olan Süryanice’de de “ܥܘܕܐ” (ʿevdā) kelimesi de “korunma” veya “himaye isteme” anlamına gelebilir.

Kur’an’da, 'عوذ' (‘aveze) kökünden türemiş 17 kelime vardır: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47; 12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1; 114:1.

2. Yarattıklarının şerrinden1,

            1 “شَرِّ” (şerr) sözcüğü “kötü”, “kötülük”, “zarar”, “haksızlık” anlamlarına gelir. Bu kelimenin zıt anlamlısı da “خَيْر” (hayır) sözcüğüdür.

3. Ve karanlık bastırdığında1, karanlığın2 şerrinden,

1 “وَقَبَ” (vekabe), Arapça’da “kararmak”, “karanlık basmak” veya “yoğun karanlık içinde olmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

2 “غَاسِقٍ” (gâsik), “karanlık”, “çöken karanlık” anlamlarına gelir. Genellikle “gece karanlığını” veya “akşamın alacakaranlık vaktini” ifade etmek için kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:78; 113:3.

“akşamın alacakaranlık vakti” gün batımından hemen sonra güneşin tamamen ufuk çizgisinin altına indiği, ancak gökyüzünde hala hafif bir aydınlığın kaldığı zamandır. Bu vakitte gökyüzü tam karanlık değildir; kırmızımsı, turuncu veya morumsu bir ışıkla hafifçe aydınlanır. Gecenin tam karanlığı başlamadan önceki bu ara döneme “alacakaranlık” denilmektedir.

4. Ve düğümlere1 üfleyenlerin2 şerrinden,

            1 “عُقْدَ” (ukad), Arapça’da “düğümler” anlamına gelmektedir. Tekil hali “عُقْدَة” (ukde) olup çoğul hali “عُقَد” (ukad) şeklindedir. Bu sözcük, Kur’an’da 3 yerde geçer: 4:33; 20:27; 113:4.

            2 “نَّفَّاثَاتِ” (neffâsât), Arapça’da “üfleyenler, üfleyerek fısıldayanlar” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.

Cincilik, muskacılık, kahinlik, medyumluk, falcılık, astroloji gibi safsatalarla halkı aldatan; birtakım yaldızlı kelimelerle insanların gözünü boyayarak gerçekleri çarpıtan; şeytani taktiklerle hakkı batıl, batılı hak göstermeye çalışan büyücülerin şerrinden,

5. Ve Haset1 ettiği zaman hasetçinin şerrinden.

1 “حَسَد” (hased) sözcüğü, “kıskanmak, çekememek, haset etmek, başkasının sahip olduğu nimetlere karşı kin beslemek ve onun mahrum kalmasını istemek” anlamlarına gelir. “Bu sözcük, Kur’an’da 5 kez geçer: 2:109; 4:54; 48:15; 113:5 (2 kez).

 

Açıklama: Felâk suresi, her ne kadar 5 ayetten oluşuyor olsa da aslında tek bir cümleden oluşmaktadır. Daha iyi anlaşılabilmesi için bir tek cümle şeklindeki Türkçe’ye tercüme ettiğimizde, ifade aşağıdaki gibidir:

 

Merhamet eden Merhametli Allah’ın Adıyla

De ki: “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden, çöken karanlığın şerrinden, yarattığı şeylerin şerrinden felâkın (gece karanlığını yararak sabahı görünür kılan) Rabbiyle korunurum.” (Felak, 1-5)