Sure, Mekke
döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 20. suredir. Sure, adını ilk ayette
geçen “Felâk” kelimesinden alır. Sure 5 ayettir.
Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
De ki: “Felakın1 Rabbi2 ile3
korunurum4;
1 “Felak”
kelimesi “yarmak” anlamındaki “felk” fiilden türemiş bir isimdir. Yarma
ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılmaktadır. Bu
nedenle bu söze “karanlığı yarıp aydınlığı (sabahı) ortaya
çıkaran” şeklinde anlam verenler vardır. Buna da 6:96 ayette geçen ve Allah
için “Falik’ul Esbah” (Sabahın faliki) yani “gece karanlığını yararak
sabahı çıkaran (görünür kılan)” ifadesinden ulaşmaktadırlar. “Felk” sözcüğü, türevleri ile
birlikte Kur’an’da 4 yerde geçer: 6:95, 96: 26:63; 113:1.
2 “رب” (Rab), sözcüğü, Arapça’da
“melik, sahip, bey, idareci, efendi, lord” anlamlarına gelir. Kur’an’da “rab”
sözcüğü, 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edildiği belirtilmektedir (M. F.
Abdülbaki, el-Muʿcem, “rbb” md.). Bu sözcüğün Tevrat’taki karşılığı “אדוני”
(adoni) yani “Rabbim, Efendim” sözcüğüdür.
3 Kur’an’ın indirilişinden sonraki dönemlerde bazı din bilginleri,
Kur’an’daki ifadeleri açıklarken, Tevrat’taki veya diğer Sami dillerindeki
karşılıkları göz ardı ederek, kendi yorumlarına dayalı farklı yaklaşımlar
geliştirmişlerdir. Bu yorumlar, Kur’an’ın indirilişinden sonraki dönemlerde
oluşturulan dilbilgisi kurallarıyla da sistematik hale getirilmiştir. Bu da,
Kur’an’daki bazı kelimelerin anlamlarının daralmasına veya değişmesine yol
açmıştır.
Bu duruma örnek olarak, Kur’an’daki 'بِرَبِّ' (bi-rabbi) ifadesi verilebilir. Bu ifade, 'rabbi
ile' şeklinde anlaşılmalıdır; çünkü 'بِ' (bi), Arapça dilbilgisinde
temel olarak 'ile' veya 'vasıtasıyla' anlamını taşıyan bir harf-i cerdir (çekim
edatıdır). Ancak, “'بِ' harfi, Arapçada bağlama göre 'hakkında',
'konusunda' ya da '-e/-a' gibi farklı anlamlar da ifade edebilir” şeklindeki
yorumlar yapılarak birçok meal ve tefsirde 'بِرَبِّ' (bi-rabbi) ifadesi
yalnızca 'rabbine' şeklinde yorumlanmıştır. Bu tür dilbilgisel yorumların,
Kur’an’ın özgün anlamını daraltabileceği veya değiştirebileceği
düşünülmektedir.
4 “اَعُوذُ”
(e’uzu) kelimesi "korunurum", “sığınırım” veya "himaye
edilirim" anlamlarına gelir. “اَعُوذُ” fiili,
Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”,
“himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.
İbranice’de de 'עוז' (ʿûz) kelimesi, temel anlamıyla
"güç", "kuvvet", "cesaret" anlamına gelir. “מָעוֹז” (mâ'oz) kelimesi “korunak”,
"sığınak” yani güvenli bir yer, barınma yeri anlamlarına gelmektedir.
Mezmurlar 27:1 ayetinde de “יְהוָה מָעוֹז חַיָּי” (Yahve ma'oz hayai) yani "Yahve
(Allah), hayatımın korunağıdır" ifadesi geçmektedir.
Aramice'nin bir kolu olan Süryanice’de de “ܥܘܕܐ”
(ʿevdā) kelimesi de “korunma” veya “himaye isteme” anlamına gelebilir.
Kur’an’da, 'عوذ' (‘aveze) kökünden türemiş 17 kelime vardır: 2:67; 3:36; 7:200; 11:47;
12:23, 79; 16:98; 19:18; 23:97, 98; 40:27, 56; 41:36; 44:20; 72:6; 113:1;
114:1.
2.
Yarattıklarının şerrinden1,
1 “شَرِّ”
(şerr) sözcüğü “kötü”, “kötülük”, “zarar”, “haksızlık” anlamlarına
gelir. Bu kelimenin zıt anlamlısı da “خَيْر” (hayır)
sözcüğüdür.
3. Ve
karanlık bastırdığında1, karanlığın2
şerrinden,
1 “وَقَبَ”
(vekabe), Arapça’da “kararmak”, “karanlık basmak” veya “yoğun karanlık
içinde olmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette
geçmektedir.
2 “غَاسِقٍ”
(gâsik), “karanlık”, “çöken karanlık” anlamlarına gelir. Genellikle “gece
karanlığını” veya “akşamın alacakaranlık vaktini” ifade etmek için
kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:78; 113:3.
“akşamın
alacakaranlık vakti” gün batımından hemen sonra güneşin tamamen ufuk çizgisinin
altına indiği, ancak gökyüzünde hala hafif bir aydınlığın kaldığı zamandır. Bu
vakitte gökyüzü tam karanlık değildir; kırmızımsı, turuncu veya morumsu bir
ışıkla hafifçe aydınlanır. Gecenin tam karanlığı başlamadan önceki bu ara
döneme “alacakaranlık” denilmektedir.
4. Ve
düğümlere1 üfleyenlerin2
şerrinden,
1 “عُقْدَ”
(ukad), Arapça’da “düğümler” anlamına gelmektedir. Tekil hali “عُقْدَة”
(ukde) olup çoğul hali “عُقَد” (ukad) şeklindedir. Bu sözcük, Kur’an’da
3 yerde geçer: 4:33; 20:27; 113:4.
2 “نَّفَّاثَاتِ”
(neffâsât), Arapça’da “üfleyenler, üfleyerek fısıldayanlar” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
Cincilik,
muskacılık, kahinlik, medyumluk, falcılık, astroloji gibi safsatalarla halkı
aldatan; birtakım yaldızlı kelimelerle insanların gözünü boyayarak gerçekleri
çarpıtan; şeytani taktiklerle hakkı batıl, batılı hak göstermeye çalışan
büyücülerin şerrinden,
5.
Ve Haset1 ettiği zaman hasetçinin şerrinden.
1 “حَسَد”
(hased) sözcüğü, “kıskanmak, çekememek, haset etmek, başkasının sahip olduğu
nimetlere karşı kin beslemek ve onun mahrum kalmasını istemek” anlamlarına
gelir. “Bu sözcük, Kur’an’da 5 kez geçer: 2:109; 4:54; 48:15; 113:5 (2 kez).
Açıklama: Felâk suresi, her ne kadar 5 ayetten oluşuyor
olsa da aslında tek bir cümleden oluşmaktadır. Daha iyi anlaşılabilmesi için
bir tek cümle şeklindeki Türkçe’ye tercüme ettiğimizde, ifade aşağıdaki
gibidir:
Merhamet eden Merhametli Allah’ın Adıyla
De
ki: “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden, düğümlere
üfleyenlerin şerrinden, çöken karanlığın şerrinden, yarattığı şeylerin
şerrinden felâkın (gece
karanlığını yararak sabahı görünür kılan) Rabbiyle korunurum.” (Felak, 1-5)