58. MÜCADELE SÛRESİ

            Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 105. suredir. Kocası tarafından haksızlığa uğrayan bir kadının hak arayışından söz eden ve ilk ayette geçen “tucadiluke” (seninle tartışan kadın) kelimesinden bu adı almıştır. Sure 22 ayettir.

* Her ayetinde “Allah” kelimesi geçen tek suredir.

           

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Andolsun ki Allah, kocası hakkında seninle cedelleşen1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışan) ve Allah’a şikâyet eden kadının sözünü işitti. Allah, hararetli konuşmanızı2 da işitiyor. Şüphesiz ki Allah, Semi olandır, Alim olandır (İşitendir, Bilendir).

1 Bu ifade “cedelleşmek”, “delillerle tartışmak” ve “mücadele etmek” gibi anlamlara gelen “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35, 43:58; 58:1.

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir.

2 “تَحَاوُر” (tehavur), “hararetli konuşma” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 18:34, 37; 58:1.

2. Sizden kadınlarına zıhar yapanlar, kadınlarının anneleri olmadığını bilirler.1 Anneleri sadece kendilerini doğuranlardır. Onlar, sözün münker (pis, iğrenç, hak olmayan) ve uydurma2 olanını söylüyorlar. Allah da Afuv (günahları Affeden), Gafur (günahları örten ve bağışlayan) olandır

ı Zihar olayı Tevrat’ta bir delil olmadığı Yahudi kaynaklardan olan Talmut’ta söz edilen bir kavramdır. Zihar, bir kişinin eşini boşamadan önce “sen benim annem gibisin” veya “sen benim sırtımdan doğdun” gibi ifadeler kullanarak eşini “haram” ilan etmesi ve onunla cinsel ilişkide bulunmaktan kaçınmasıdır. Zihar hakkında Talmud’da birçok farklı yerde atıfta bulunulmaktadır. Örneğin Talmud’un “Gittin” 90a ve “Ketubot” bölümünün 72a-b sayfalarında zihar konusu tartışılmaktadır.

Bu, İslam öncesi dönemde Arabistan’ın bazı kabilelerinde yaygın bir uygulamaydı ve Kur’an’da bu uygulamanın haram olduğu açık bir şekilde belirtilmiştir. İslam, kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu savunur ve her iki cinsin de saygı görmesi gerektiğini vurgular.

Müslimler, bu tür bilgileri Medine Yahudilerinden öğrenmişti. Müminler tıpkı Allah’a yönelme duası, oruç ve vudu (abdest) olduğu gibi, bir konuda herhangi bir ayet nazil olmamışsa, o konuda Ehl-i Kitap olan Yahudileri örnek alıyordu. Kocası tarafından “zıhar” yapılan Havle binti Salebe adındaki bir kadın, kendisine yol göstermesi için Nebinin huzuruna gelip durumu ona arz ettiği. Nebi’ni ise bu konu ile ilgili bir vahiy olmadığını ve (Tevrat’a dayanan bir görüş olduğunu sanarak) kadına kocasından ayrılması gerektiğini söylediği, bunun üzerine de kadının çaresizlik içinde dua etmesi üzerine bu ayetlerin indirildiği rivayet edilir.

2 “زُور” (Zûr) kelimesi, "yalan", "uydurma", "aslı olmayan şey" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 22:30; 25:4, 72; 58:2.

3. Kadınlarına zıhar yapıp sonra da kararlarından dönenlerin, ilişkiye girmeden önce bir rakabeyiı özgürlüğüne kavuşturması gerekir. İşte size vaaz edilen (yapılan uyarı) budur. Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.

ı Rakabe: (bir boyunduruk altında olan, esir, borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılan anlamlarına gelmektedir ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.

Rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir husustur.

4. Bulamayan1, birleşmeden önce art arda iki ay savm etmelidir (oruç tutmalıdır). Gücü yetmeyen, altmış miskini2 doyurmalıdır. Bu (kolaylaştırma), Allah ve resulü ile iman etmeniz (onların aracılığıyla inanıp güvenmeniz) nedeniyledir. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.

ıAyetin başındaki ifadenin “femen lem yecid” (kim bulamazsa) biçiminde olması, bir önceki ayette salıverilmesi emredilen kölelerin Müslimlere ait olmadığı anlaşılıyor. Öyle olmasaydı, söz konusu ifadenin “kimin (kölesi) yoksa” veya “kim (köleye) sahip değilse” biçiminde olması gerekirdi. Kölelik, Kur’an tarafından en büyük günah ve zulüm olarak yasaklanır. Bakınız: 3:79; 4:3, 25, 92; 5:89; 8:67; 24:32-33; 58:3-4; 90:13; 2:286; 12:39-42; 79:24.

2 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.

5. Allah’a ve resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekiler nasıl tepelendiyse (alaşağı edildiyse) öyle tepeleneceklerdir. Biz, apaçık ayetler indirdik ve kâfirler için onur kırıcı bir azap vardır.

“azabun muhin” (onur kırıcı bir azap) ifadesi ile ilgili açıklama 2:90’da yer alır.

6. Onları topluca dirilteceği gün, Allah kendilerine yaptıklarını haber verecektir. Allah onu (yaptıklarını) kayıt altına aldı1, onlar ise unuttular. Allah, her şeye Şahittir.

            1 Bu sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”, “hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6; 65:1; 72:28; 73:20; 78:29.

7. Allah’ın göklerde olanı da yerde olanı da bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında fısıldaşarak konuşmakı yoktur, dördüncüleri O’dur, Beş kişinin, altıncısı da O’dur. Bundan daha az veya daha çok olsunlar, artık her nerede olurlarsa olsunlar O, onlarla beraberdir. Sonra Kıyamet Günü, yaptıkları şeyleri onlara haber verecektir. Allah, her şeyi en iyi Bilendir.

ı “نجو” (necva) sözcüğü, “özel konuşmak, fısıldaşmak veya gizli görüşmek” anlamlara gelmektedir. “نجو” (necva) sözcüğü, Kur’an’da 13 ayette geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52; 20:62; 43:80; 58:7, 8, 9, 10, 12, 13. 

8. Gizlilik içinde konuşmaktan menedildikleri halde, bu yasağa uymayarak menedildikleri şeyde görmedin mi? Onlar ism1 işlemek, düşmanlık ve Resul’e karşı gelmek amacıyla gizlilik içinde bir araya gelenlerdir. Sana geldiklerinde, Allah’ın seni selamlamadığı bir tarzla seni selamlarlar2 ve kendi kendilerine, “Söylediklerimizden dolayı Allah bizi neden cezalandırmıyor ki?” derler. Onlara Cehennem yeter, ona yaslanırlar. Ne kötü bir varış yeridir.

1 İsm”, Allah’ın yasakladığı, insanı O’ndan uzaklaştıran, ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye verilen isimdir.

2 63:1,2 ayetleri buna bir örnektir. Münafıkların, samimi olmadıkları halde Muhammed’i överek ve abartılı biçimde selamlayarak onu aldatmak için uğraştıkları Resul’e bildirilmiştir.

9. Ey iman edenler! Eğer aranızda gizli konuşuyorsanız, o zaman ism (Allah’ın yasakladığı bir fiil) ve düşmanlık ve Resul’e isyan ile konuşmayın. Birr (iyilik, doğruluk, erdem ve takva) ve takva1 üzerine konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı takvalı1 olun!

1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.

10. Gizlilik içinde (art niyetli) yapılan görüşmeler şeytandandır (aldatandandır, saptırandandır), iman edenleri üzmek içindir. Oysa o, Allah’ın izni olmadıkça onlara bir sıkıntı veremez. Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.

11. Ey iman edenler! Size meclislerde yer açın denildiği zaman yer açını ki Allah da size yer versin. Ve ‘Kalkın (ayrılın, gidin)’2 denildiği zaman da kalkın ki Allah da sizden iman edenleri ve ilim verilmiş olanları3 derecelerle yükseltsin. Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.

ı Toplantılarda yer verilmesi konusu, İncil, Luka 14:8-11 ayetlerinde de şöyle yazılıdır: “Düğüne çağırıldığın zaman başköşeye kurulma. Belki senden daha saygın birisi de çağırılmıştır ve ‘Bu adama yerini ver.’ diyebilirler. O zaman, utançla kalkıp en arkaya geçersin. Bir yere çağırıldığın zaman en arkada otur. Öyle ki, davet eden kişi; ‘Daha öne buyurmaz mısın?’ desin. Herkesin önünde onurlandırılmış olursun. Kendisini yücelten alçaltılacak, kendisini alçaltan yüceltilecektir.”

2 “nüşuz” sözcüğü ile ilgili açıklama 4:34’te yer alır.

3 Ayette yer alan “ilim” sözcüğü ile “bilgili olma”, “alim olma” kastedilmemektedir. İlim sözcüğü ile “Allah ve vahiy ile içtenlikle iman etmekten, vahyin kurallarını içtenlikle kabul etmekten, bilinçli davranmaktan, nasıl davranacağını bilmekten” kastedilmektedir.

12. “Ey iman edenler! Resul ile gizlice görüştüğünüzde, önünüzdekiı gizli görüşmeye sadakati takdim edin (sadakatinizi ortaya koyun). Bu, sizin için hayırlı ve temiz olandır. Ve eğer imkan bulamazsanız (sadakati ortaya koyamazsanız, bunu yapamazsanız); (bilin ki) Gafur (günahları örten ve bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden) olan Allah’tır.

ı “Beyne yedeyhi” (önündeki, huzurundaki, elindeki) tamlaması Kur’an’da 38 ayette 39 kez geçer (2:66, 97, 255; 3:3, 50; 5:46 (iki), 48; 6:92; 7:17, 57; 10:37; 12/111; 13/11; 19:64; 20:110; 21:28; 22:76; 25:48; 27:63; 34:9, 12, 31, 46; 35:31; 36:9, 45; 41:14, 25, 42; 46:21, 30; 49:1; 57:12; 58:12, 13; 61:6; 66:8; 77:27). Ancak çevirilerde “Beyne yedeyhi” ifadesine, diğer ayetlerde verilmeyen bir anlamı bu ayette vererek “önce” şeklinde tercüme etmektedirler. Ayeti de “Resul ile gizli bir şey konuşacağınız zaman, gizli şeyi konuşmadan önce sadaka verin.” şeklinde çevirip bir sonraki ayeti de bu bağlamda anlamlandırıyorlar. Oysa “öncesinde özel görüşmeniz için sadakatinizi takdim edin.” cümlesinden resulün size söylediklerine sadık kalacağınızı tasdik edin” anlamı çıkmaktadır.

13. Önünüzde bulunan gizli görüşmede sadakati takdim etmekten (ortaya koymaktan) çekindiniz mi? Bunu yapamadığınızdan dolayı Allah, tevbenizi (yanlıştan dönmenizi) kabul etti. Artık salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın1, zekâtı da verin.2  Allah’a ve resulüne itaat edin.3 Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Burada gizli görüşmeler ile ilgili uyarıdan hemen sonra salatı yapmak ve zekat vermek şeklinde anlaşılması biraz garip bir durum oluşturmaktadır. Bu nedenle de “salat” ile dua ve dayanışmanın; “zekât” ile de nefsi temizlemenin ve arı duru hale getirmenin de emredildiği kanaatindeyiz.

3 “Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92 ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59; 5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.

14. Allah’ın kendilerine gazaba (öfkeye) uğrattığı bir kavmi (Yahudileri) mütevelli (veli, dost, rehber, haklarını koruyup gözeten) edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendir ne de onlardan. Onlar, bilerek yalan yere yemin ediyorlar. (Benzer mesaj: 60:13)

15. Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Yapmakta oldukları ne kötü şeylerdir.

16. Yeminlerini kalkan edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Onlar için onur kırıcı bir azap vardır.

17. Malları ve evlatları onlara Allah’a karşı bir fayda sağlamayacak. Ateşin halkı işte onlardır. Orada sürekli kalacaklar.

18. O gün Allah, onların hepsini yeniden diriltecek. Onlar size yemin ettikleri gibi (mahşerde) Onunla (O’nun adını anarak) yemin edecekler. Kendilerinin (doğru) bir şey üzerinde olduklarını sanırlar, İyi bilin ki, onlar yalancılardır. 

19. Şeytan (aldatan, saptıran), onları etkisi altına alarak Allah’ın zikrini (vahyi) onlara unutturdu. Onlar hizbuşşeytandır (şeytanın taraftarlarıdır). Hüsrana uğrayanlar şeytanın hizbidir (grubudur).

20. Allah’a ve O’nun resulüne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet1 içindedirler.

1 “الذُّلِّ” (zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)

21. Allah, “Ben ve resullerim galip geleceğiz.” diye yazdı.ı Şüphesiz ki Allah, Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir; Mutlak güç sahibidir).

ı Gerçek anlamda Yüce Allah’a inanılıp güvenilir ve O’nun buyrukları doğrultusunda hareket edilirse, tıpkı Bedir’de olduğu gibi başka savaşlarda da farklı zamanlarda da Müslimler üstün gelecekler ve üstünlüklerini sürdürmüş olacaklardır. Benzer mesajlar: 2:249; 3:139; 5:23, 56; 28:35; 37:171-173; 40:51.

22. Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman eden bir topluluğun, babaları, çocukları, kardeşleri veya aşiretleri (kabileleri) de olsa, Allah’a ve resulüne karşı gelenleri sevip1 arkadaş edindiğini göremezsin.2 Onların kalplerine iman nakşedildi ve (Allah) kendinden bir ruh3 ile onları destekledi ve onları içinden nehirler akan Cennetlere koyacaktır. Onlar, orada sürekli kalacaklar. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Hizbullahtır (Allah’ın taraftarlarıdır). İyi bilin ki, Allah’ın hizbi (grubu) felaha (kurtuluşa, saadete) erenlerdir.

1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”, “istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102; 5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez), 2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.

2 Mekke’den Medine’ye hicret eden sahabe, Allah rızası için kendi akraba ve kabilelerine karşı savaşmaktan asla çekinmemişlerdir. İşte böylece İhlaslı müminlerin nasıl davrandıkları ve Allah’ın dinine nasıl bağlı oldukları gerçek bir şekilde sergilenmiştir.

3 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2, 102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12; 70:4; 78:38; 97:4.