Sure, Medine
döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 105. suredir. Kocası tarafından
haksızlığa uğrayan bir kadının hak arayışından söz eden ve ilk ayette geçen “tucadiluke”
(seninle tartışan kadın) kelimesinden bu adı almıştır. Sure 22 ayettir.
* Her
ayetinde “Allah” kelimesi geçen tek suredir.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Andolsun
ki Allah, kocası hakkında seninle cedelleşen1 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışan) ve
Allah’a şikâyet eden kadının sözünü işitti. Allah, hararetli konuşmanızı2 da işitiyor.
Şüphesiz ki Allah, Semi olandır, Alim olandır (İşitendir, Bilendir).
1 Bu ifade “cedelleşmek”, “delillerle
tartışmak” ve “mücadele etmek” gibi
anlamlara gelen “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiştir. Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak
veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel),
kelimesinden türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32
(2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5,
35, 56, 69; 42:35, 43:58; 58:1.
“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime
Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara)
kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir.
2 “تَحَاوُر” (tehavur), “hararetli konuşma” anlamına gelir. Bu
ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 18:34, 37; 58:1.
2. Sizden
kadınlarına zıhar yapanlar, kadınlarının anneleri olmadığını bilirler.1
Anneleri sadece kendilerini doğuranlardır. Onlar, sözün münker (pis,
iğrenç, hak olmayan) ve uydurma2 olanını söylüyorlar. Allah da Afuv (günahları Affeden), Gafur (günahları örten ve
bağışlayan) olandır
ı Zihar
olayı Tevrat’ta bir delil olmadığı Yahudi kaynaklardan olan Talmut’ta söz edilen
bir kavramdır. Zihar, bir kişinin eşini boşamadan önce “sen benim annem gibisin”
veya “sen benim sırtımdan doğdun” gibi ifadeler kullanarak eşini “haram” ilan
etmesi ve onunla cinsel ilişkide bulunmaktan kaçınmasıdır. Zihar hakkında
Talmud’da birçok farklı yerde atıfta bulunulmaktadır. Örneğin Talmud’un “Gittin”
90a ve “Ketubot” bölümünün 72a-b sayfalarında zihar konusu tartışılmaktadır.
Bu,
İslam öncesi dönemde Arabistan’ın bazı kabilelerinde yaygın bir uygulamaydı ve
Kur’an’da bu uygulamanın haram olduğu açık bir şekilde belirtilmiştir. İslam,
kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu savunur ve her iki cinsin
de saygı görmesi gerektiğini vurgular.
Müslimler,
bu tür bilgileri Medine Yahudilerinden öğrenmişti. Müminler tıpkı Allah’a
yönelme duası, oruç ve vudu (abdest) olduğu gibi, bir konuda herhangi bir ayet
nazil olmamışsa, o konuda Ehl-i Kitap olan Yahudileri örnek alıyordu. Kocası
tarafından “zıhar” yapılan Havle binti Salebe adındaki bir kadın, kendisine yol
göstermesi için Nebinin huzuruna gelip durumu ona arz ettiği. Nebi’ni ise bu
konu ile ilgili bir vahiy olmadığını ve (Tevrat’a dayanan bir görüş olduğunu
sanarak) kadına kocasından ayrılması gerektiğini söylediği, bunun üzerine de
kadının çaresizlik içinde dua etmesi üzerine bu ayetlerin indirildiği rivayet
edilir.
2 “زُور”
(Zûr) kelimesi, "yalan", "uydurma", "aslı olmayan
şey" anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 22:30; 25:4, 72;
58:2.
3. Kadınlarına zıhar yapıp sonra da kararlarından dönenlerin, ilişkiye girmeden önce bir rakabeyiı
özgürlüğüne kavuşturması gerekir. İşte size vaaz edilen (yapılan uyarı)
budur. Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.
ı Rakabe: (bir boyunduruk altında olan, esir, borç
nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılan anlamlarına gelmektedir
ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.
Rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna
geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı)
olanları gözetip onları kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini
sağlamaktır. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle
başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne
kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir husustur.
4. Bulamayan1, birleşmeden
önce art arda iki ay savm
etmelidir (oruç
tutmalıdır). Gücü
yetmeyen, altmış miskini2 doyurmalıdır.
Bu (kolaylaştırma), Allah ve resulü ile iman
etmeniz (onların aracılığıyla inanıp güvenmeniz) nedeniyledir. İşte
bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.
ıAyetin
başındaki ifadenin “femen lem yecid” (kim bulamazsa) biçiminde olması, bir
önceki ayette salıverilmesi emredilen kölelerin Müslimlere ait olmadığı
anlaşılıyor. Öyle olmasaydı, söz konusu ifadenin “kimin (kölesi) yoksa” veya “kim
(köleye) sahip değilse” biçiminde olması gerekirdi. Kölelik, Kur’an tarafından
en büyük günah ve zulüm olarak yasaklanır. Bakınız: 3:79; 4:3, 25, 92; 5:89; 8:67;
24:32-33; 58:3-4; 90:13; 2:286; 12:39-42; 79:24.
2 Miskin: Temel ihtiyaçlarını
(beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken
kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak
miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Miskin kelimesi Kur’an’da
25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215; 3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60;
17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7; 68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18;
90:16; 107:3.
5. Allah’a
ve resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekiler nasıl tepelendiyse (alaşağı edildiyse) öyle
tepeleneceklerdir. Biz, apaçık ayetler indirdik ve kâfirler
için onur kırıcı bir azap vardır.
“azabun
muhin” (onur kırıcı bir azap) ifadesi ile ilgili açıklama 2:90’da yer alır.
6. Onları
topluca dirilteceği gün, Allah kendilerine yaptıklarını haber verecektir. Allah
onu (yaptıklarını) kayıt altına aldı1, onlar
ise unuttular. Allah, her şeye Şahittir.
1 Bu
sözcük, “ح-ص-ي” (ḥ-s-y) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “saymak”,
“hesaplamak”, “kayıt altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş
kelimeler Kur’an’da 11 kez geçer: 14:34; 16:18; 18:12, 49; 19:94; 36:12; 58:6;
65:1; 72:28; 73:20; 78:29.
7. Allah’ın
göklerde olanı da yerde olanı da bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında fısıldaşarak
konuşmakı yoktur, dördüncüleri O’dur, Beş kişinin, altıncısı da O’dur.
Bundan daha az veya daha çok olsunlar, artık her nerede olurlarsa olsunlar O,
onlarla beraberdir. Sonra Kıyamet Günü, yaptıkları şeyleri onlara haber
verecektir. Allah, her şeyi en iyi Bilendir.
ı “نجو” (necva) sözcüğü, “özel konuşmak, fısıldaşmak veya gizli
görüşmek” anlamlara gelmektedir. “نجو” (necva) sözcüğü, Kur’an’da 13 ayette
geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52; 20:62; 43:80; 58:7, 8, 9, 10, 12,
13.
8. Gizlilik
içinde konuşmaktan menedildikleri halde, bu yasağa uymayarak menedildikleri
şeyde görmedin mi? Onlar ism1
işlemek, düşmanlık ve Resul’e karşı gelmek amacıyla gizlilik içinde bir araya
gelenlerdir. Sana geldiklerinde, Allah’ın seni selamlamadığı bir tarzla seni
selamlarlar2 ve kendi kendilerine, “Söylediklerimizden dolayı
Allah bizi neden cezalandırmıyor ki?” derler. Onlara Cehennem yeter, ona yaslanırlar.
Ne kötü bir varış yeridir.
2 63:1,2 ayetleri buna bir örnektir.
Münafıkların, samimi olmadıkları halde Muhammed’i överek ve abartılı biçimde
selamlayarak onu aldatmak için uğraştıkları Resul’e bildirilmiştir.
9. Ey iman edenler! Eğer aranızda gizli konuşuyorsanız,
o zaman ism (Allah’ın
yasakladığı bir fiil) ve düşmanlık ve Resul’e isyan ile konuşmayın.
Birr
(iyilik, doğruluk, erdem ve takva) ve takva1 üzerine konuşun ve huzurunda
toplanacağınız Allah’a karşı takvalı1
olun!
1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”,
“muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok
kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ)
kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak",
"kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
10. Gizlilik
içinde (art niyetli) yapılan görüşmeler şeytandandır (aldatandandır, saptırandandır), iman
edenleri üzmek içindir. Oysa o, Allah’ın izni olmadıkça onlara bir sıkıntı veremez.
Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.
11. Ey
iman edenler! Size meclislerde yer açın denildiği zaman
yer açını ki Allah da size yer versin. Ve ‘Kalkın (ayrılın,
gidin)’2 denildiği zaman da kalkın ki Allah da sizden iman
edenleri ve ilim verilmiş olanları3 derecelerle yükseltsin. Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.
ı Toplantılarda
yer verilmesi konusu, İncil, Luka 14:8-11 ayetlerinde de şöyle yazılıdır: “Düğüne
çağırıldığın zaman başköşeye kurulma. Belki senden daha saygın birisi de
çağırılmıştır ve ‘Bu adama yerini ver.’ diyebilirler. O zaman, utançla kalkıp
en arkaya geçersin. Bir yere çağırıldığın zaman en arkada otur. Öyle ki, davet
eden kişi; ‘Daha öne buyurmaz mısın?’ desin. Herkesin önünde onurlandırılmış
olursun. Kendisini yücelten alçaltılacak, kendisini alçaltan yüceltilecektir.”
2 “nüşuz”
sözcüğü ile ilgili açıklama 4:34’te yer alır.
3 Ayette
yer alan “ilim” sözcüğü ile “bilgili olma”, “alim olma” kastedilmemektedir.
İlim sözcüğü ile “Allah ve vahiy ile içtenlikle iman etmekten, vahyin
kurallarını içtenlikle kabul etmekten, bilinçli davranmaktan, nasıl
davranacağını bilmekten” kastedilmektedir.
12. “Ey
iman edenler! Resul ile gizlice görüştüğünüzde, önünüzdekiı gizli görüşmeye
sadakati takdim edin (sadakatinizi ortaya koyun). Bu, sizin için hayırlı ve temiz
olandır. Ve eğer imkan bulamazsanız (sadakati ortaya koyamazsanız,
bunu yapamazsanız); (bilin ki) Gafur (günahları örten ve
bağışlayan) ve Rahim (merhamet eden) olan Allah’tır.
ı “Beyne yedeyhi” (önündeki, huzurundaki,
elindeki) tamlaması Kur’an’da 38 ayette 39 kez geçer (2:66, 97, 255; 3:3, 50;
5:46 (iki), 48; 6:92; 7:17, 57; 10:37; 12/111; 13/11; 19:64; 20:110; 21:28;
22:76; 25:48; 27:63; 34:9, 12, 31, 46; 35:31; 36:9, 45; 41:14, 25, 42; 46:21,
30; 49:1; 57:12; 58:12, 13; 61:6; 66:8; 77:27). Ancak çevirilerde “Beyne
yedeyhi” ifadesine, diğer ayetlerde verilmeyen bir anlamı bu ayette vererek “önce”
şeklinde tercüme etmektedirler. Ayeti de “Resul ile gizli bir şey konuşacağınız
zaman, gizli şeyi konuşmadan önce sadaka verin.” şeklinde çevirip bir sonraki
ayeti de bu bağlamda anlamlandırıyorlar. Oysa “öncesinde
özel görüşmeniz için sadakatinizi takdim edin.” cümlesinden resulün size
söylediklerine sadık kalacağınızı tasdik edin” anlamı çıkmaktadır.
13. Önünüzde
bulunan gizli görüşmede sadakati takdim etmekten (ortaya
koymaktan) çekindiniz mi? Bunu yapamadığınızdan dolayı Allah, tevbenizi (yanlıştan
dönmenizi) kabul etti. Artık salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapın1,
zekâtı da verin.2 Allah’a
ve resulüne itaat edin.3 Allah, yapıyor olduklarınızdan da haberdardır.
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و"
(s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi
takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de
mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda
kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına
gelir.
Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde
yorumlanır.
İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma
içinde olmak" gibi anlamlar taşır.
"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık,
doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m)
kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât)
ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı
bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
2 Burada gizli
görüşmeler ile ilgili uyarıdan hemen sonra salatı yapmak ve zekat vermek
şeklinde anlaşılması biraz garip bir durum oluşturmaktadır. Bu nedenle de “salat”
ile dua ve dayanışmanın; “zekât” ile de nefsi temizlemenin ve arı duru hale getirmenin
de emredildiği kanaatindeyiz.
3 “Allah’a ve Resul’e itaat” ile ilgili açıklama 5:92
ayetinde yer alır. Yüce Allah’a ve resulüne itaatle ilgili mesajlar: 3:132; 4:59;
5:92; 8:1, 20, 46; 24:52, 54; 33:71; 47:33; 48:17; 58:13; 64:12.
14. Allah’ın
kendilerine gazaba (öfkeye) uğrattığı bir kavmi (Yahudileri) mütevelli (veli,
dost, rehber, haklarını koruyup gözeten) edinenleri görmedin mi? Onlar
ne sizdendir ne de onlardan. Onlar, bilerek yalan yere yemin ediyorlar. (Benzer
mesaj: 60:13)
15. Allah,
onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Yapmakta oldukları ne kötü şeylerdir.
16. Yeminlerini
kalkan edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Onlar için onur kırıcı
bir azap vardır.
17. Malları ve evlatları onlara Allah’a karşı bir
fayda sağlamayacak. Ateşin halkı işte onlardır. Orada sürekli
kalacaklar.
18. O
gün Allah, onların hepsini yeniden diriltecek. Onlar size yemin ettikleri gibi (mahşerde)
Onunla (O’nun adını anarak) yemin
edecekler. Kendilerinin (doğru) bir şey üzerinde olduklarını
sanırlar, İyi bilin ki, onlar yalancılardır.
19. Şeytan
(aldatan, saptıran), onları etkisi altına alarak Allah’ın zikrini (vahyi) onlara unutturdu. Onlar hizbuşşeytandır
(şeytanın taraftarlarıdır). Hüsrana uğrayanlar şeytanın hizbidir (grubudur).
20. Allah’a
ve O’nun resulüne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet1
içindedirler.
1 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer:
2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134;
27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
21. Allah,
“Ben ve resullerim galip geleceğiz.” diye yazdı.ı Şüphesiz ki Allah,
Kaviy’dir, Aziz’dir (kuvvet sahibi, her şeye gücü yeten, kudret sahibidir; Mutlak güç sahibidir).
ı Gerçek
anlamda Yüce Allah’a inanılıp güvenilir ve O’nun buyrukları doğrultusunda
hareket edilirse, tıpkı Bedir’de olduğu gibi başka savaşlarda da farklı
zamanlarda da Müslimler üstün gelecekler ve üstünlüklerini sürdürmüş
olacaklardır. Benzer mesajlar: 2:249; 3:139; 5:23, 56; 28:35; 37:171-173; 40:51.
22. Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman eden bir topluluğun, babaları, çocukları, kardeşleri veya aşiretleri (kabileleri) de olsa,
Allah’a ve resulüne karşı gelenleri sevip1 arkadaş edindiğini göremezsin.2 Onların kalplerine iman nakşedildi ve (Allah) kendinden bir ruh3
ile onları destekledi ve onları içinden nehirler
akan Cennetlere koyacaktır. Onlar, orada sürekli kalacaklar. Allah, onlardan razı
olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Hizbullahtır (Allah’ın
taraftarlarıdır). İyi bilin ki, Allah’ın hizbi (grubu) felaha (kurtuluşa,
saadete) erenlerdir.
1 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”,
“istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102;
5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez),
2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.
2 Mekke’den
Medine’ye hicret eden sahabe, Allah rızası için kendi akraba ve kabilelerine
karşı savaşmaktan asla çekinmemişlerdir. İşte böylece İhlaslı müminlerin nasıl
davrandıkları ve Allah’ın dinine nasıl bağlı oldukları gerçek bir şekilde
sergilenmiştir.
3 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh
(Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce
meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve
de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan
arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi
Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.