13. RA’D SÛRESİ

        Sure, Medine döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 96. suredir. Adını, 13’üncü ayette geçen ve gök gürültüsü anlamına gelen “ra’d” kelimesinden alır. Sure 43 ayettir.

           

Rahmânir-Râhiym Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam Mim, Râ.ı Bunlar (Elif, Lam Mim, Râ), Kitabın ayetleridir (kanıtlarıdır, mucizeleridir), Rabbinden sana indirilen haktır (hakikattir), ancak insanların çoğu ona iman etmezler.

ı “Elif Lam Mim Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan bu surede; 605 tane “Elif”, 480 tane “Lâm”, 260 tane “Mim” ve 137 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 1482’dir ve bu da 19’un tam 78 katıdır. Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

2. Allah, gökleri, görebileceğiniz direklerı olmadan yükseltti, sonra da arşa istiva etti (hakim oldu, yerleşti).2 Güneş’e ve Ay’a boyun da eğdirdi; hepsi de adı konmuş bir ecele3 (ölüm zamanına) doğru akıp gitmektedir. İşleri idare ediyor (yönetip düzene sokuyor). Rabbinizle buluşacağınıza kesin olarak iman edesiniz diye ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyor.

ı “عَمَدٍ” (‘âmâd) sözcüğü, “direkler, sütunlar” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 4 yerde geçer: 13:2; 31:10; 89:7; 104:9.

2 Arş ve istiva ile ilgili açıklamalar 7:54 ayetinde yer alır.

3 Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

3. O ki arzı1 genişletti.2 Ve onda sabitlenmiş kütleler3 ve nehirler ve tüm ürünlerden var etti. Ve içinde iki çift (dişi-erkek) var etti. Gece, gündüzü kuşatır4. Şüphesiz ki bunda düşünen bir toplum için ayetler (deliller, ibretler) vardır.

1 Arz; Dünya, yeryüzü, toprak, yer, zemin, memleket ve ülke anlamlarına gelir.

2 “مد” (med) kökünden türemiş olan bu sözcük, “yayan”, “genişleten”, “uzatan” anlamlarına gelir.

3 “Rasiye” sözcüğü ise; sabitlenmiş, taşınamayacak büyüklükte, ağırlıkta, anlamına gelmektedir. Bunun çoğulu olan “revâsî” sözcüğü de “sabitlenmiş ağırlıklar, kütleler” şeklinde kullanılmaktadır. Revasiye sözcüğü Kur’an’da 10 defa (13:3; 15:19; 16:15; 21:31; 27:61; 31:10; 34:13; 41:10; 50:7; 77:27) geçmektedir.

4 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre “kaplamak”, “kuşatmak” ve “etki altına almak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107; 13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23; 47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.

4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi aynı su ile sulanır, ancak yemişlerinin birini diğerine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kılarız. Bunda, aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır.

5. Ve eğer şaşıracaksan1, o halde onların “Toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?” şeklindeki sözlerine şaşır1. Onlar, Rablerini inkâr eden kimselerdir. Ve işte onların boyunlarında1 zincirler2 vardır. Ve işte onlar ateş halkıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.

            1 “عَجِيب” (‘acîb) sözcüğü, “hayret etmek”, “şaşırmak”, “garipsemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 15 kez geçer: 7:63, 69; 10:2; 11:72, 73; 13:5 (2 kez); 18:9, 63; 37:12; 38:4, 5; 50:2 (2 kez); 53:59.

            2 “(أَعْنَاق)” (‘ânâk) sözcüğü, “boyun” demektir ve fiziksel anlamda baş ile gövde arasındaki bölgeyi ifade eder. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 8:12; 13:5; 17:13, 29; 26:4; 34:33; 36:8; 38:33; 40:71.

3 “غُلٌّ” (ğull) sözcüğü, “ellere veya boyna geçirilen zincir”, “pranga” veya “bağlama aracı” anlamına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 5:64 (2 kez); 7:157; 13:5; 17:29; 34:33; 36:8; 40:71; 69:30; 76:4.

6. Sana, hayırdan önce şer ile acele ettirirler. Oysa onlardan önce de benzerleri gelip geçti. Rabbin, işledikleri zulme rağmen insanlara mağfiret eder. Rabbinin azabı ise şiddetlidir.

7. Kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) de “Ona, Rabbinden bir ayet (mucize, kanıt) indirilse ya!” derler.ı Sen, ancak bir uyarıcısın, her toplumun da bir hâdisi (rehberi) vardır.

ı İnkarcıların Nebimiz Muhammed’den istediği sıra dışı şeyler (mucizeler) ile ilgili benzer mesajlar: 6:7-8; 10:15-16, 20; 11:12; 13:27; 15:7, 14-15; 17:59, 90-93; 21:5; 25:4-5, 7, 21; 29:50-51; 43:53.

8. Allah, her dişinin neye gebe olduğunu; rahimlerin de neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. Her şey O’nun takdir ettiği gibi işlemektedir.

Burada, rahimlerdeki yavruların sayısı, nasıl oldukları, rahimde kalış süresi, erken veya vaktinde doğum, yavrunun normal doğması veya düşük yaşanması gibi olaylar söz konusudur.

9. (O), gaybı bilendir, şehadeti de. Kebirül-Mütealîy’dir (Şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olanların Büyüğüdür).

“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

10. Sizden, sözü sır yapan kimse de onu açığa vuran1 kimse de; gece o gizlenen2 de gündüz vakti uzaklaşan da birdir (eşittir).

1 “جَهْرِ” (cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek, açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110; 49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.

2 “خَفَى” (khafa) “gizli, gizli bir şekilde, sessiz” anlamlarına gelir.3:29.

3 “سَرَب” (sârebe) ifadesi, “yavaşça hareket eden”, “uzaklaşan” veya “dağılan” anlamlarına gelir. Bu ifade yalnızca bu ayette geçmektedir.

11. Allah’ın emri ile onu koruyup gözeten takipçileri vardır; önünde de arkasında da. Bir toplum, kendi nefislerinde (benliklerinde) olanı değiştirmedikçe Allah, onları değiştirmez.  Allah, bir topluma kötülük isterse, artık onu geri döndürecek de yoktur. Onların, O’nun dışında valileri1 de yoktur.

1 “Vali” ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

12. Hem korku hem de ümit (kaynağı) olarak, size şimşeği1 gösteren de yüklü bulutları inşa eden (yaratan) de O’dur.

1 “ب-ر-ق” (berekê), “parlamak”, “kamaşmak”, “şimşek çakmak” anlamlarını taşır. “بَرْقَ” (bârk) kelimesi de kelimesi bu kökten türetilmiştir ve şimşek anlamını taşır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 7 kez geçer: 2:19, 20; 13:12; 24:43; 30:24; 75:7.

13. Gök gürültüsü1 de O’nun hamdi ile tesbih2 eder; melekler de O’na olan korkudan (O’nu tesbih eder). Ve yıldırımları gönderir. Böylece onlarla istediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında cedelleşmektedirler3 (delil sunarak haklı çıkmaya çalışmaktadırlar). Ve O, azabı çetin olandır.

1 “رَعْدٌ” (ra’d), gökyüzünde meydana gelen güçlü sarsıntıyı, yani gök gürültüsünü ifade eder. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 2:19; 13:13.

2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.

 3 Bu ifade, “cedelleşmek”, “karşılıklı delil getirerek savunma yapma ve mücadele etme” anlamına gelen(cedel), kelimesinden türemiştir. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiştir.  Mücadele, bir sorunu çözmek, bir hedefe ulaşmak veya bir tehdidi bertaraf etmek için kararlılıkla gösterilen çabadır. “جَدَلَ” (cedel), kelimesinden türemiş kelimeler Kur’an’da 29 kez geçer: 2:197; 4:107, 109 (2 kez); 6:25, 121; 7:71; 8:6; 11:32 (2 kez), 74; 13:13; 16:111, 125; 18:54, 56; 22:3, 8, 68; 29:46; 31:20; 40:4, 5, 35, 56, 69; 42:35; 43:58; 58:1.  

“Tartışmak” kelimesinin Arapça karşılığı ise “نَاقَشَ” (münakaşa) kelimesidir. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Türkçe’de de kullanılan “مُنَاظَرَةٌ” (Münazara) kelimesi ise “karşılıklı görüş alışverişi”, “yapıcı bir tartışma” demektir. Bu kelime de Kur’an’da geçmez.

14. Hak (doğru, gerçek) dua O’nadır. O’nun dışında dua ettikleri ise onlara karşılık veremezler1. Onlar, iki avucunu suya açan2, fakat ağızlarına hiçbir şey ulaşmayan kimselere benzerler. Kâfirlerin duası, delaletten (sapkınlıktan) başka bir şey değildir.

1“icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 “الْبَسْطِ” (el-bâst) sözcüğü Arapçada “yaymak”, “genişletmek”, “uzatmak”, “açmak” anlamlarına gelir. Bu kelime, bir şeyin yayılması, genişletilmesi, ya da bir şeyin daha geniş bir alanda, rahatlıkla sağlanması anlamında kullanılır. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 15 kez geçer: 2:245, 247; 5:11, 28 (2 kez), 64; 6:93; 7:69; 13:14, 26; 17:29 (2 kez), 30; 18:18.

15. Göklerde ve yeryüzünde bulunanlar da gölgeleri de güneşin erken vakitlerinde1 ve ikindi vaktinde2 ister istemez (zorunlu olarak) Allah’a secde ederler.3

1 “غُدُوّ” (ğuduv), güneşin doğumuyla başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken vakitlerini ifade eder. Bu kelime Kur’an’da 11 kez geçer: 3:121; 6:52; 7:205; 13:15; 18:28, 62; 24:36; 34:12; 40:46; 68:22, 25.

2 “اَصِيل” (asîl) kelimesi, Arapça'da bir şeyin “esas”, “sağlam” ve “köklü” kısmını ifade eder. Zamanla bu kökten türeyen “اَصِيلًا”, günün geç saatlerini, özellikle akşamüstü ve gün batımına yakın vakti tarif etmek için kullanılmış. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 7:205; 13:15; 14:24; 24:36; 25:5; 33:42; 37:69; 48:9; 59:5; 76:25.

“بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ” (bukreten ve asilâ), yani “fecir ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 25:5; 33:42; 48:9; 76:25; “بُكْرَةً وَعَشِياًّ” (bukreten ve ‘aşiyyen), yani “fecir ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 19:11, 62. “غُدُوِّ وَالْاٰصَالِ” (ğuduvvi vel asali), yani “sabahın erken vakitleri ve ikindi vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 7:205; 13:15; 24:36. “غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ” (ğuduvven ve ‘aşiyyen), yani “sabahın erken vakti ve akşam vakti” ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 6:52; 18:28; 40:46. “عَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ” (‘aşiyyi vel ibkâr), yani “akşam ve fecir vakti” ifadesi Kur’an’da 2 kez geçer: 3:41; 40:55. “عَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِ” (aşiyyi vel işrak), yani “akşam ve işrak vakti” ifadesi Kur’an’da 1 kez geçer: 38:18.

3 Secde, esasında boyun eğmek demektir. Yaygın anlamı, anlı saygıyla yere koymaktır. Burada boyun eğme anlamı tercih edilmiştir. İnsanlar Allah’a iki türlü kulluk ederler; biri zorunlu diğeri de gönüllüdür. Zorunlu kulluk, Allah’ın koyduğu yasalara uyarak olur.

İnkârcılar da secde ederler; örneğin kalp atışlarını, akciğerlerini veya bağırsak hareketlerini kontrol edemezler. Gölgeler, Güneş ve Ay, yörüngelerinin tasarımı ile dört mevsime yol açan Dünya gezegeninin özgün şekli de Allah’ın emri ile belirlenmiştir.

16. De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “O halde, kendilerine yarar da zarar da sağlamaya güç yetiremeyenleri O’nun dışında evliya (dost, rehber, koruyup gözeten) mı edindiniz?”1 De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Veya karanlıklar ile nur eşit olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlara benzer mi göründü?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır ve O, Vahidül-Kahhar’dır (Yenilmeyendir, her şeye üstün gelen ve istediğini yapandır; bir ve tektir).2

ı Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 Yüce Allah 6:12 ve 34:24’te olduğu gibi, bazı ayetlerde hem soru sormakta hem de cevabı kendisi vermektedir. Bu tür sorular muhatabı düşündürtmeyi ve ilgili konuda yanlış bir tavır içerisinde olduklarını kendilerine bildirmeyi amaçlamaktadır. Kur’an’da Mekkeli müşriklerin yaratıcı Allah inancı; O’nun rızık vericiliği, duyu organlarını insanlarda yaratması, diriden ölü, ölüden diri çıkarması ve kâinatı idare edişi gibi noktalarda dile getirdikleri pek çok itiraflarından söz edilmektedir. Bu ayette de Yüce Allah göklerin ve yerin Rabbinin kim olduğunu sormakta, cevabı onların da itiraf ettiği gibi kendisi vererek “yaratıcının ve idare edicinin Allah olduğunu” ifade etmektedir.

17. Gökten bir su indirdi. Dereler, kendi ölçüsünce çağlayıp aktı. Akıntı da üste çıkan köpüğü taşıdı. Süs veya meta1 yapmak için ateşte eritilen madenlerde de benzeri vardır. Allah, hak (doğru, gerçek) ile batılı (Allah’ın buyruklarına aykırı olanı, geçersiz olanı) işte böyle kıyaslar. Köpük yok olup gittiğinde, insana fayda veren şey kalır2. Allah, kıyası işte böyle misallerle yapar.

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

2 “مُكْثٍ” (muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10; 27:22; 28:29; 43:77.

18. Rablerine icabet1 edenler için hüsna (daha güzeli, daha iyisi) vardır. O’na icabet etmeyenler1 ise, yeryüzünde ne varsa ve onun bir benzeri daha olsa, hepsini fidye (kurtuluş bedeli) olarak verirlerdi. Hesabın kötüsü onlar içindir, varacakları yer de Cehennemdir; o ne kötü hazırlanmış bir yerdir1.

1“icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

2 “مهد” (mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29; 20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.

19. Rabbinden sana indirilenin hak (doğru, gerçek) olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi mi olur? Ancak ulü’l-elbab1 (duruşu sağlam olanlar) öğüt alır.

1 “أُو۬لُو” (ûlū) kelimesi, “sahipleri, yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ (ulü’l-elbab) dasağlam anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her) sözü dinler; en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. ulü’l-elbab işte onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179, 197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52; 38:29, 43; 39:9, 18, 21; 40:54; 65:10.

20. Onlar, Allah’a verdikleri ahdi (sözü) yerine getirirler ve o misakı (antlaşmayı) bozmazlar.

21. Onlar, Allah’ın uzlaştırılmasını emrettiği şeyleri uzlaştırırları , Rablerine huşu (derin saygı ve sevgi) duyar ve hesabın kötüsünden korkarlar.

ı Bu kısa ayet anlam bakımından öylesine geniştir ki, iki insan arasındaki ilişkiden, uluslararası ilişkileri kadar tüm ahlâkî durumları ihtiva eder. Bu ayete göre Allah’ın insanlara korunmasını emrettiği ilişkileri kesmek, kaos ve düzensizliğe neden olur. Çünkü sadece bu ilişkiler, insanları Allah’a ve birbirlerine bağlayabilir.

Bu ifadenin zıddı ise 2:21 ve 13:25 ayetlerinde yer alır.

22. Onlar, Rablerinin rızasını arzulayarak sabrederler. Salatı da doğru ve istikrarlı biçimde yaparlar1. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak da infak ederler (Allah yolunda yardım olarak verirler), kötülüğü de ahsen (en güzel, en iyi) ile savarlar. Şu yurdun akıbeti2 işte onlarındır.

1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça "ص ل و" (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, "eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek" gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: "Allah’a yönelme, Allah’a dua etme" anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: "Allah’ın rahmet ve yardım etmesi" şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: "Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak" gibi anlamlar taşır.

"أَقِيمُوا" (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

2 Bu ifadeye 13:24 ayetindeki ifadeden dolayı, “Güzel, mutlu son… Övülmeye değer son. Hem dünyada hem de ahirette güzel, övgüye değer, hayırlı son. Cennet” şeklinde anlamlar verilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 6 defa (6:135; 13:22, 24, 42; 28:37) geçmektedir.

23. Adn Cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih (dürüst ve erdemli) olanlar da.ı Melekler, tüm kapılardan onların yanlarına girerler;

ı Benzer mesajlar: 40:8; 52:21; 84:9.

24. “Sabretmeniz (kararlılık göstermeniz, zorluklara dayanmanız) nedeniyle Selamun aleykum (size selam olsun). Yurdun akıbeti1 ne güzeldir2.”

1 Bu ifade ile ilgili açıklama 22’nci ayette yer alır.

2 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar.  “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

25. Allah’a verdikleri sözü misaklarından (antlaşmadan) sonra bozanlar ise, Allah’ın birleştirilmesini (gözetilmesini) emrettiği şeyleri terk ederler ve yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarırlar.ı  İşte lanet onlaradır, kötü yurt (cehennem) da onlaradır.

Bu kısa ayet anlam bakımından öylesine geniştir ki, iki insan arasındaki ilişkiden, uluslararası ilişkileri kadar tüm ahlâkî durumları ihtiva eder. Bu ayete göre Allah’ın insanlara korunmasını emrettiği ilişkileri kesmek, kaos ve düzensizliğe neden olur. Çünkü sadece bu ilişkiler, insanları Allah’a ve birbirlerine bağlayabilir.

“İlişkileri kesmek” aynı zamanda “onları kötüye kullanmak” anlamına da gelir. Çünkü bu bağlar doğru bir şekilde gözetilmediği sürece aynı sonuçlar ortaya çıkar. Bu nedenle Kur’an sadece bu bağların koparılmasını değil, dünyada karışıklık, kaos ve düzensizliğe neden olduğu için suistimal edilmesini de yasaklar.

ı Bu cümle 2:27 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Bu ifadenin zıddı ise 13:21 ayetinde yer alır.

26. Allah, rızkı istediğine genişletir ve daraltır.ı Onlar dünya hayatına sevindiler. Oysa dünya hayatı, ahiret hayatına kıyasla bir metadan (geçici faydadan) ibarettir.

ı “Allah, rızkı istediğine genişletir ve daraltır.” ifadesi; 17:30, 28:82, 29:62, 30:37, 34:36, 34:39, 39:52 ve 42:12 ayetlerinde benzer sözcüklerle tekrarlanmaktadır.

27.  Kafirler ise “Ona, Rabbinden bir ayet (mucize, kanıt) indirilse ya!” derler.ı  De ki: “Allah, istediğini saptırır ve kendisine yönelen kimseyi de hidayete erdirir.”2

                ı Benzer ifade ve açıklaması 7’nci ayette yer alır.

28. Onlar, iman edip kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olanlardır. Kalpler, ancak Allah’ın zikri (vahyi) ile tatmin olur (hoşnut olur).

29. Mutluluk ve iyi, güzel bir dönüş yeri1 (cennet), iman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler içindir.

            1 Bu sözcük, “أ-و-ب” (evebe) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “geri dönmek”, “tövbe etmek”, “yönelmek” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 17 kez geçer: 3:14; 13:29, 36; 17:25; 34:10; 38:17, 19, 25, 30, 40, 44, 49, 55; 50:32; 78:22, 39; 88:25.

30. Sana bildirdiğimizi onlara tilavet edesin (okuyup uyasın) diye de kendilerinden önce nice toplumlar gelip geçmiş bir topluma seni gönderdik. Onlar ise Râhmân’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O, benim Rabbimdir. O’nun dışında ilah (Yüce olan) yoktur. O’na tevekkül ettim (güvendim, dayandım) ve O’na tevbe ettim (O’na yöneldim).”

31. Ve farz et ki, şüphesiz Kur’an (okunan, bildirilen) ile dağlar1 yürütüldü ya da onunla yeryüzü parçalandı ya da onunla ölüler konuşturuldu. Bilakis, bütün işler Allah’ındır. O halde iman eden kimseler ye’se2 düşülmemesi gerektiğini olarak anlamadılar mı! Allah isteseydi bütün insanları hidayete erdirirdi. Allah’ın vaadi gelinceye kadar yaptıklarından dolayı kafir kimselere karia (bela, büyük felaket) isabet edecek ya da evlerinin yakınına konacak. Şüphesiz ki Allah, vadinden (sözünden) dönmez.

1 “جَبَلٍ” “cebel” sözcüğü “dağ” demektir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:260; 7:74, 143 (2), 171; 11:42, 43; 13:31; 14:46; 15:82; 16:68, 81; 17:37; 18:47; 19:90; 20:105; 21:79; 22:18; 24:43; 26:149; 27:88; 33:72; 34:10; 35:27; 36:62; 38:18; 52:10; 56:5; 59:21; 70:9; 73:14 (2 (kez); 77:10; 78:7, 20; 79:32; 81:3; 88:19; 101:5.

2 “يَأْس” (ye’s) sözcüğü, “umutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık” anlamlarına gelir. Ancak buradaki “يَايْـَٔسِ” (ye’yes) sözcüğü, “ye’s” fiilinin meful (mahsus) halidir ve birine veya bir şeyin, ümitsizlik yaşamasını engelleyen ya da önleyen bir fiil halini almıştır. Ye’s ifadesi Kur’an’da 13 kez geçer: 5:3; 11:9; 12:80, 87 (2 kez), 110; 13:31; 17:83; 29:23; 41:49; 60:13 (2 sefa); 65:4.

32. Senden önceki resullerle de alay edildi. Fakat inkâr edenlere bir süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Azabım nasılmış!

33. Her nefsin ne yaptığını gözeten O değil mi? Onlar yine de Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Onları (ilahlarınızı) istediğiniz isimle isimlendirin bakalım. Siz, yeryüzünde O’nun bilmediği bir şeyi mi bildiriyorsunuz? Yoksa boş sözler mi uyduruyorsunuz?” İnkâr edenlere, planları1 süslü gösterildi ve yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptırırsa, artık ona hadi olacak (yol gösterecek, kılavuzluk edecek) yoktur.2

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

2 Yüce Allah’ın saptırdığını, yani sapma kararı verenin bu kararını onayladığı hiç kimsenin artık doğru yola ulaşamayacağıyla ilgili benzer mesajlar: 7:186; 13:33; 39:23, 36; 40:33; 45:23.

34. Onlara, dünya hayatında bir azap vardır; Ahiret azabı ise daha şiddetlidir. Onları, Allah’tan koruyacak kimse de yoktur.

35. Muttakilere (Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınanlara) vadedilen cennetin misali şöyledir: altından nehirler akar, meyvesi de gölgeleri de tükenmez. Takvalı olanların akıbeti işte budur; kâfirlerin akıbeti ise ateştir.

36. Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilene sevinirler. Fakat onun bir kısmını inkâr eden hizipler (gruplar) de vardır. De ki: “Bana, Allah’a kulluk (hizmet) etmem ve O’na ortak koşmamam emredildi. Ben, O’na çağırıyorum ve O’na döneceğim.

Yalnız Allah’a davet ile ilgili benzer mesajlar: 3:193; 10:25; 12:108; 13:36; 14:1; 16:125; 22:67; 28:87; 33:46; 41:33; 72:20.

37. Biz, onu bir hükümı olarak arabi2 indirdik. Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uyarsan; Allah’a karşı ne bir velin3 (dostun, rehberin, koruyup gözetenin) ne de bir koruyucun olur.

ı Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.

2 “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “apaçık olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan” anlamlarına da gelebilmektedir. Konu ile ilgili açıklama 12:2 ayetinde yer alır.

3 Veli/Evliya ifadesi ile ilgili açıklama 2:120’de yer alır.

38. Senden önce de resuller gönderdik; onlara da eşler ve çocuklar verdik. Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir ayet (kanıt) getiremez. Her ecelin (belirlenmiş ölüm zamanı) bir kitabı (yazgısı) vardır.

39. Allah, istediğini siler, istediğini de sabitler (bırakır).ı Ana Kitap  (Esas olan Kitap) O’nun yanındadır.

ı Bu Allah’ın kanunudur (sünnetullahtır). Ölçüsünü kendisi koymuştur. Toplumların (13:11; 7:34), bireylerin (35:11, 6:2) ve evrenin bir eceli (belirlenmiş bir ömrü) vardır. Ecelleri gelince onu bir an bile geciktiremezler ve önüne de geçemezler. Sanıldığı veya iddia edildiği gibi konunun klasik nesh anlayışıyla hiçbir ilgisi yoktur.

40. Onlara vadettiğimizin bir kısmını sana göstersek de seni vefat ettirsek de sana düşen sadece tebliğdir. Hesap görmek ise Bize düşer.

41. Yeryüzüne geldiğimizi, uçlarından onu eksilttiğimizi görmediler mi?ı Hüküm veren Allah’tır; O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Hesabı da çabuk gören O’dur. (Benzer mesaj: 21:44)

ı Bu ayet yeryüzünün çeşitli şekillerde değişime tabi tutulduğunu bildirmektedir. Bu konu ile ilgili bazı bilimsel görüşler de vardır:

1-Yeryüzünün yüksek yerlerinde; yağmur, sel, rüzgâr, deprem ve benzeri tabiat güçlerin tesiriyle toprak erozyona uğrar ve denize dökülür. Bunun sonucunda da karalar sürekli olarak toprak kaybeder.

2-Kutuplardaki buz tabakalarının erimesi neticesinde okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Bunun sonucunda artan su miktarı karaları kaplamakta, deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüzölçümü veya kara miktarı azalmaktadır.

42. Onlardan öncekiler de (elçilerine) planlar yaptılar. Oysa bütün planlar Allah’ındır.1 O, her nefsin ne kazandığını bilir. Kâfirler de bu yurdun akıbetinin2 kimin olduğunu bilecekler.

            1 “مَكَرُوا” (mekerû), “plan yapmak”, “hile yapmak” anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 43 kez geçer: 3:54 (3 kez); 6:123 (2 kez), 124; 7:99 (2 kez); 7:123 (2 kez); 8:30 (4 kez); 10:21 (3 kez); 12:31, 102; 13:33, 42 (2 kez); 14:46 (4 kez); 16:26, 45, 127; 27:50 (4 kez), 51, 70; 34:33; 35:10 (2 kez), 43 (2 kez); 40:45; 72:22 (2 kez).

2 Bu ifade ile ilgili açıklama 22’nci ayette yer alır. 

43. Kâfirler, “Sen, bir resul değilsin.” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitabın (Tevrat, İncil ve Kur’an’ın) bilgisi olanlar yeter.”

Yani “İlahi kitapların bilgisine sahip olan herkes, benim talimatımın daha önceki elçilerle getirilenin aynısı olduğu gerçeğine şehadet (tanıklık) eder.”