Sure, Mekke döneminde indirilmiştir. İniş sırasına göre de 45. suredir. Adını ilk kelim esinden alan sure 135 ayettir.
Rahmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ta Ha.
“Ta Ha, Ta Sin Mim ve Ta Sin” ‘Başlangıç
Harfleri’ ile başlayan dört surede (20, 26, 27 ve 28’inci sureler); 107 tane “Ta”, 426
tane “Ha”, 290 tane “Sin” ve 944 tane de “Mim” harfi var. Bunların toplamı 1767’dir
ve bu da 19’un tam 93 katıdır.
Huruf-u
Mukattâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.
2. Kur’an’ı, sıkıntı çekesin diye sana
indirmedik.
3. Ancak, huşu1 duyanlar için bir tezkiredir (hatırlatmadır, anmadır).
1 Huşu: Derin saygı, içten sevgi duymak, canı gönülden yönelmek, alçak
gönüllü, bilinçli ve duyarlı olmak. Derin saygı ve içten sevgi beslediği; üstün
ve yüce görmenin sonucu olarak hayranlık duyduğu yüce varlıktan ayrı düşme,
uzak kalma endişesini/korkusunu taşımak.
4. Arḍı1 ve yüce semaları (gökleri, evrenleri) yaratan tarafından indirilmiştir.
1 “أَرْضٌ”
(arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir.
Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik
alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda
da kullanılmaktadır.
5. Râhmân (merhametli olan), Arş’a istiva etti (hakim oldu, yerleşti).
Arş ve istiva ile ilgili açıklamalar 7:54
ayetinde yer alır.
6. Semalarda (göklerde,
7 evrende) ve arḍda ne varsa; ikisinin arasında ve toprağın altında da ne varsa O’nundur.
7. Ve eğer söz ile duyurursan; O, sırrı da en
gizli olanı2 da muhakkak
ki bilir.
1 “جَهْرِ”
(cehr) sözcüğü, “yüksek sesle söylemek,
açığa vurmak, duyurarak yapmak, ses yükseltmek” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 16 kez
geçer: 2:55; 4:148, 153; 6:3, 47; 7:205; 13:10; 16:75; 17:110; 20:7; 21:110;
49:2 (2 kez); 67:13; 71:8; 87:7.
2 “لسِّرَّ” ve “اَخْفٰى”
kelimeleri Arapça’da gizlilik derecelerini ifade eder ve ikisi arasında ince
bir anlam farkı vardır: “لسِّرَّ” (es-sirr) sözcüğü, “sır” veya
“gizli olan şey” anlamına gelir. Bir kişinin içinde sakladığı, başkalarına
söylemediği gizli düşünceler, duygular veya niyetleri ifade eder. “اَخْفٰى”
(akhfâ) sözcüğü ise, “Daha gizli” veya “en gizli olan” anlamındadır. “Akhfâ”,
gizliliğin en ileri düzeyini ifade eder ve “sır”dan bile daha derin, en içte
saklanan, kişinin kendi bile farkında olmadığı, kalbin en derinindeki niyet
veya duyguları ifade edebilir. Bu iki ifade Kur’an’da sadece bu ayette birlikte
kullanılmıştır.
8. Allah, O’ndan başka ilah (Yüce
olan) yoktur. En güzel isimler O’nundur.
“Esma’ul Hüsna” ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24)
geçmektedir. Bu ifade ile ilgili açıklama 7:180 ayetinde yer alır.
9. Musa’nın hadisi (haberi) de sana ulaştı mı?
10. Bir ateş görmüştü. Bunun üzerine yanındakilere,
“Şüphesiz ki ben, bir ateş gördüm. Bir süre (burada) kalın,1 umulur ki
ondan size bir kor getirir veya ateşin yanında bir hidayet (kılavuz, rehber)
bulurum.” demişti.
1 “مُكْثٍ”
(muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak”
anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10;
27:22; 28:29; 43:77.
11. Oraya vardığı zaman da “Ey Musa!” diye
seslenildi.
12. “Ben, evet Ben senin Rabbinim! Çarıklarını (ayakkabını) çıkar, çünkü sen kutsal1
vadide, Tuva’dasın.2
1 “مُقَدَّسَةَ” (mukaddes) ifadesi, “kutsallık”, “yücelik”
anlamlarına gelen “ق-د-س” (k-d-s) kökünden türemiştir. Aynı kökten
türemiş 10 kelime Kur’an’da geçer: 2:30, 87, 253; 5:21, 110; 16:102; 20:12;
59:23; 62:1; 79:16.
2 79:16’da da geçen bu ayetteki “tuvâ” kelimesi, “temizlenmiş,
bereketli” anlamına geldiği gibi, Musa’nın bulunduğu o vadinin ismi de
olabilir. Ayrıca bu kelimenin “iki kere mukaddes ve bereketli kılınmış olma”
anlamına geldiği ve Yüce Allah’ın Nebi Musa’ya iki kere seslendiği de ifade
edilmektedir.
13. Ben, seni seçtim. Şimdi sana vahyedileni (bildirileni) dinle:
14. Ben,
evet Ben Allah’ım (En yüce olan Yüceyim). Benim dışımda ilah (Yüce olan)
yoktur. Bana kulluk (hizmet) et ve beni zikretmek (hatırında tutmak,
anmak) için salatı doğru ve istikrarlı biçimde yap1.2
1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v)
kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi
anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır.
Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde
olmak” gibi anlamlar taşır.
“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk,
istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden
türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de
emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir
şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
2 Bu ayet, Allah ile yapılan Allah’a yöneliş duasının
Nebimizden çok önce farz kılındığını gösteren ayetlerden biridir ve Muhammed’den
sonra bu ibadete sokulan bazı hataları da düzeltmektedir.
15. Şüphesiz ki o Saat (kıyamet) yaklaşmaktadır1. Onu
neredeyse gizleyeceğim ki, her nefis kendi çabasının2 cezasını3
(karşılığını) alsın.4
1 “اٰتِيَةٌ”
(Âtiye) sözcüğü, “gelecek ve yaklaşan” anlamlarına gelir. Fiil kökü “أَتَى”
(etâ) da “gelmek, yaklaşmak” demektir.
2 “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
3 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi, “bedel” ve “karşılık”
gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için,
bağlama göre “yaptırım”, “zarar” ya da “ödül” anlamında kullanılabilir. Cezâ
kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.
4 Nebilere tevhidden sonra bildirilen ikinci husus,
ahiretin gerçek oluşu idi. Nebiler bunu insanlara aktarmakla sorumludurlar. Her
insan, dünyada yaptıklarının karşılığını bulması için kıyamet saati
yaklaşmaktadır. Kıyam Günü’nün vakti, Allah’ın son mesajı olan Kur’an’da
bildirilmiştir. (15:87)
16. O zaman onunla iman
etmeyen ve hevasına uyan kimse sakın seni ondan alıkoymasın, sonra yıkıma
uğrarsın!
17. “Şu sağ elindeki
nedir, ey Musa?”
18. “O benim asamdır;
ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkelerim. Oda başka ihtiyaçlarım
da var (başka ihtiyaçlarımı da karşılıyor).” dedi.
19. “Onu (yere)
at, ey Musa!” dedi.
20. Ve onu attı. Ve o, hızlıca
hareket eden1
bir yılan (oluverdi).
1 “سَعْي” (sa’y), “çaba, gayret,
çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
21. Dedi
ki: “Onu al ve korkma; onu eski hâline çevireceğiz.
22-23. Sana en büyük
ayetlerimizden (kanıtlardan) göstermek için elini koynuna
sok, kusursuz bir beyazlıkta çıkacak, işte başka bir ayet.
Benzer
mesajlar: 7:107-108; 27:10-12, 26:32-33; 28:31.
Yüce
Allah ile Musa Nebi arasındaki benzer konuşma, Tevrat’ta (Çıkış, 4:2-7) da yer
alır.
24. Firavuna git. Çünkü
o azdı.” (Aynı mesaj: 79:17)
25. Dedi
ki: “Ey
Rabbim! Benim göğsümü aç (göğsüme genişlik ver).
26. Ve işimi kolaylaştır.
27. Lisanımdan (dilimden) da düğümüı çöz.
ı “عُقْدَ”
(ukad), Arapça’da “düğümler” anlamına gelmektedir. Tekil hali “عُقْدَة”
(ukde) olup çoğul hali “عُقَد” (ukad) şeklindedir. Bu sözcük, Kur’an’da
3 yerde geçer: 4:33; 20:27; 113:4.
28. Dediğimi fıkhetsinlerı.
ı “يَفْقَهُوا” (yefkahû), Arapça’da “anlasınlar”,
“kavrasınlar” anlamına gelir. Sözcük, “derinlemesine anlamak” veya “bir şeyin
özünü kavramak” anlamlarına gelen “ف ق ه” (f-k-h) kökünden
türetilmiştir.
29. Ehlimden (akrabalarımdan) de bana bir vezir1
ver;
1 “Vezir” terimi, Kur’an’da 2 yerde ve ikisinde de Musa’nın
kıssasında geçmektedir (20:29; 25:35). “Vezir”
sözcüğünün, İslam’dan önce Araplarda kullanılıp kullanılmadığı hususunda bir
bilgi bulunmamaktadır. Ancak, erken dönem Arapça sözlüklerde sığınılacak yer
anlamındaki “vezer”, ağır yük anlamındaki “vizr” ve kuvvet anlamında “ezr”
kelimelerinden türediği bilgisi yer alan vezir sözcüğünün “sorumluluk sahibi,
yükü çeken” anlamına geldiği düşünülmektedir. İslam dönemine ait Arapça
sözlüklerde ise “hükümdarın yardımcısı, danışman, bakan” anlamları
verilmektedir. Vezirlik kurumu da Araplarda, Abbasîler döneminde kurulmuştur.
30. Kardeşim Harun’u. (Benzer mesajlar: 25:35; 26:13; 28:34)
31. Beni onunla güçlendir.
32. Onu da görevimde ortak kıl.
33. Bu sayede Seni çok tesbih1 edelim (yüceltelim).
1 “تَسْبِيح”
(tesbih) kelimesinin, Arapça’da sebh (سَبْح) kökünden türediği, bu kökün
de suda yüzmek veya havada süzülmek gibi hızlı, sürekli ve
düzenli bir hareketi ifade ettiği belirtilir. “تَسْبِيح” (tesbih)
kelimesinin de bağlama göre mecazen Allah'ı yüceltmek ve O’nu her
türlü eksiklikten tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına geldiği belirtilir.
Tesbih kavramının İbranice dilindeki karşılığı “שַׁבָּח”
(sebeh) kelimesidir. Bu kelime, övme, yüceltme ve Allah’ı anma
anlamlarını taşır. Ayrıca, “לְשַׁבֵּחַ” (Lesâbbâh) kelimesi de benzer şekilde
övmek, yüceltmek ve Allah’ı anmak anlamına gelir. İbranice'deki bu kullanımlar,
tesbih kavramının semantik alanının övgü ve yüceltme ekseninde
şekillendiğini göstermektedir.
Süryanice dilinde tesbih kavramı, “ܫܒܚ” (sâbâh) kelimesiyle ifade edilir. Bu kelime de övmek,
yüceltmek ve Tanrı'yı ululamak anlamlarını taşır. Ayrıca, ܫܒܘܚܐ (sâbuḥo) kelimesi de övgü, tesbih ve Tanrı'yı
yüceltme anlamına gelir. Süryanice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının Allah’a
yönelik övgü ve yüceltme eylemlerini içerdiğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, çeviri sürecinde “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin,
Sami dillerde ortak olarak taşıdığı övme, yüceltme ve Allah'ı anma anlamı esas
alınacaktır.
Kur'an'da, alemlerdeki
(evrenlerdeki) tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar vb.)
Allah’ı tesbih ettiği (yücelttiği) belirtilir (13:13; 17:44; 24:41; 40:7;
41:38; 42:5; 55:6).
Yüce Allah, Muhammed Nebi’ye hitaben
biz müminlerin de kendisini nasıl yücelteceğini bildirir:
“فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ”
“Öyleyse, Azîm (muazzam) olan Rabbinin
adını tesbih et! (yücelt!)” (56:74, 96; 69:52)
“سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ”
“En yüksekte olan Rabbinin adını tesbih
et (yücelt)” (87:1)
“فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ”
“O halde Rabbinin hamdi
ile tesbih et…” (15:98)
“وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ”
“Rabbini de böylece tekbir et (büyüt)!” (74:3)
Bundan dolayı da salatta;
kıyamda Rabbimizin hamdi olan Fatiha Suresi ile, rükûda “Sübhâne
Rabbiyel-Azîm” (Azîm (muazzam) olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, secdede ise
“Sübhâne Rabbiyel-A‘lâ” (En
yüksekte olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, eylemler arasında da “Allah-u
Ekber” ifadesi
ile Yüce Allah’ı yüceltiriz.
Dolayısıyla da “tesbih etmeyi” sadece tesbih çekmeye indirgemek
bidat ve hurafedir.
34. Ve Seni çok zikredelim.
35. Sen, bizi (halimizi) görensin.”
36. Dedi
ki: “İstediklerin sana verildi, ey Musa!
Bu olay Tevrat’ta (Çıkış, 4/10-16) şu şekilde
anlatılmaktadır: “Musa da Yahve’ye dedi ki: “Ey Yahve! Ey Rabbim! Geçmişte de
kulunla konuştuğun şu anda da kelam adamı (hitabeti güçlü olan bir adam)
değilim. Konuşmada yavaşım, dilim de tutuluyor.” Yahve de ona dedi ki: “İnsana
ağzı kim yaptı? Ya da kim (insanı) dilsiz yapar? Ya da sağır veya gören yada
kör eden kim? Ben, Yahve değil miyim? Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı
olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim.” Musa, “Aman, ya Rab!”
dedi, “Ne olur, benim yerime başkasını gönder.” RAB Musa’ya öfkelendi ve “Ağabeyin
Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni
karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek. Onunla konuş, ne söylemesi
gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı
size öğreteceğim. O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de
onun için Yüce gibi olacaksın.”
37. Biz, sana bir defa daha bir lütufta
bulunmuştuk.
38. Hani anneneı vahyedilmesi (bildirilmesi) gerekeni vahyetmiştik.
ı Tevrat’a göre Musa’nın annesi, Levi kabilesinden
Yokebed’dir (Çıkış, 2:1, 6:16-20, 7:7, 15:20; Sayılar, 26:59; I. Tarihler, 23:12-14).
39. Onu, sandığa koy ve onu su kütlesine1
bırakıver. Böylece su kütlesi1 onu kıyıya bıraksın. Benim düşmanım
ve onun düşmanı onu alsın. “Gözümün önünde (gözetimimde) yetiştirilesin diye de sana
sevgimi yağdırdım (sevimli kıldım).”
1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük
su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu
ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.
40. Kız kardeşin gidip “Ona bakacak birini size
göstereyim mi?” demişti. Böylece, gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin1 diye seni annene geri vermiştik. Sen ise birini
katletmiştin. Biz de seni kederden kurtardık ve seni fitneledik2 (sınadık). Böylece Medyen halkı arasında
seneler geçirdin. Ardından da belirlediğimiz vakitte (Bize) geldin, ey
Musa!3
1 “حُزْنٌ”
(ḥuzn) kelimesi hüzün, keder, üzüntü anlamına gelir. Bu kelime, derin, uzun
süreli ve duygusal bir ruh halini ifade eder. Üzüntü ise, daha yüzeysel ve
geçici bir sıkıntı veya kederdir. Bu yüzden her hüzün bir üzüntüdür, ama her
üzüntü bir hüzün değildir. Huzn kelimesi Kur’an’da 42 kez geçer: 2:38, 62, 112,
262, 274, 277; 3:139, 153, 170, 176; 5:41, 69; 6:33, 48; 7:35, 49; 9:40, 92;
10:62, 65; 12:13, 84, 86; 15:88, 16:127; 19:24; 20:40; 21:103; 27:70; 28:7, 8,
13; 29:33; 31:23; 33:51; 35:34; 36:76; 39:61; 41:30; 43:68; 46:13; 58:10.
2 “فِتْنَ” (fitne), “sınama, deneme, ateşte
eritme, karışıklık/ayrışma durumu” gibi anlamlara gelir. Bu anlamda fitne, bir
şeyin özünü ve saflığını açığa çıkarmaya yönelik bir ayrıştırma sürecidir.
Kısaca kişinin veya nesnenin gerçek durumunu belirginleştiren sınayıcı koşul
anlamına gelir. Dolayısıyla Allah’ın uyguladığı testler; iyi ile kötüyü, doğru
ile yanlışı, mümin ile kafiri ayırt etmek için ayırt etmek için kullandığı
sınama araçlarıdır. Fitne kelimesi Kur’an’da 70 kez geçer: 2:102, 191, 193,
217; 3:7; 4:91, 101; 5:41, 49, 71; 6:23, 53; 7:27, 155; 8:25, 28, 39, 73; 9:47,
48, 49 (2 kez), 126; 10:83, 85; 16:110; 17:60, 73; 20:40 (2 kez), 85, 90, 131;
21:35, 111; 22:11, 53; 24:63; 25:20; 27:47; 29:2, 3, 10; 33:14; 37:63, 162;
38:24, 34; 39:49; 44:17; 51:13, 14; 54:27; 57:14; 60:5; 64:15; 68:6; 72:17;
74:31; 85:10.
3 Musa’nın bebekken firavun sarayına gönderilmesi,
Tevrat, Çıkış, 2:3-10 ayetlerinde daha ayrıntılı anlatılmaktadır.
41. Ve seni, Kendim için yetiştirdim.
42. Sen
ve kardeşin, ayetlerimle1 gidin ve Beni zikretmekte (hatırınızda tutmada, anmada) gevşeklik
göstermeyin.
1 “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi “ayetlerim ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, geçtiği diğer yerlerde (2:41; 5:44; 27:84) birçok meal ve tefsirde “ayetlerimi”
veya “ayetlerime” şeklinde çevrilmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı
açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerim ile” anlamına gelen “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi Kur’an’da 4
kez geçer: 2:41; 5:44; 20:42; 27:84.
43. İkiniz firavuna gidin; çünkü o azdı.
44. Ve ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki zikreder
ya da huşu (saygı)
duyar.”
Bu ayette verilen bilgilerden hareketle, muhatap
her kim olursa olsun ona yumuşak ve etkili söz söylemek gerektiği
anlaşılmaktadır.
45. Dediler ki: “Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, onun,
bize karşı gereğini yapmamasından1 ya da azgınlık yapmasından korkuyoruz.”
1 “يَفْرُطَ” (yefrûtâ) kelimesi, “ihmal
etmek”, “gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط”
(fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 8 kelime geçer:
6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.
46. Dedi ki: “Korkmayın! Ben, sizinle beraberim; işitir ve
görürüm.
Bu husus, Tevrat, Çıkış, 4:15 ayetinde de
geçmektedir.
47. Ona gidin ve deyin ki: ‘Biz, Rabbinin elçileriyiz.
İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara eziyet etme! Biz, sana Rabbinden bir
ayet ile geldik. Selam (esenlik) da hidayete
(rehbere) tabi olanlaradır.
Bu husus, Tevrat, Çıkış, 7:1,2 ayetinde de
geçmektedir.
48. Azabın, yalan söyleyen ve (gerçeğe) sırtını dönen1
kimselere olduğu bize bildirildi.
1 “تَوَلَّ” "Tevelle" fiili “bir
yakınlık durumundan uzaklaşmak, sorumluluktan kaçmak ya da bir göreve veya
uyarıya sırt çevirmek” anlamına gelir. Bu bağlamda, “yüz çevirmek” veya
“sırtını dönmek” şeklinde de ifade edilir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 97
kelime geçer: 2:64, 83, 115, 137, 142, 144 (3 kez), 148, 149, 150 (2 kez), 177,
205, 246; 3:20, 23, 32, 63, 64, 82, 111, 155; 4:80, 89, 115 (2 kez); 5:43, 49,
92; 6:129; 7:79, 93; 8:15, 16, 20, 23, 40; 9:3, 25, 50, 57, 74, 76, 92; 10:72; 11:3, 52, 57; 12:84; 16:82; 17:46; 18:18;
20:48, 60; 21:57, 109; 22:4; 24:47, 54; 27:10, 28, 80; 28:24, 31; 30:52; 31:7;
33:15; 37:90, 174, 178; 40:33; 44:14; 46:29; 47:22, 38; 48:16 (2 kez), 17, 22;
51:39, 54; 53:29, 33; 54:6, 45; 57:24; 59:12; 60:6; 64:6, 12; 70:17; 75:32; 80:1;
88:23; 92:16; 96:13.
Yüce Allah’ın, Musa’ya dikte ettirdiği sözler
Musa’ya tekrarlattırılmadan firavunun o sözlere verdiği cevaba geçiliyor. Kur’an’ın
anlatım dili, okuyucu tarafından doldurulabilecek boşluklarla veya ilişkilerle
doludur. Böylece hem istenmeyen tekrarlardan kaçınılmış oluyor ve hem de
okuyucunun beyni harekete geçiriliyor. Bu anlatım biçiminin bir başka örneği 12:83’te
de vardır.
49. “Sizin Rabbiniz kim, Ey Musa?” dedi.
50. Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra
ona hidayet (kılavuzluk) edendir.”
51. “Öyleyse önceki nesillerin hâli1 ne olacak?” dedi.2
1 “بَال” (bāl), “düşünce”, “hâl”, “durum”
veya “ruh hâli” demektir. Bu kelime Kur’an’da 4 kez geçer: 12:50; 20:51; 47:2,
5.
2 Günümüz müşrikleri de “yalnızca yazılı vahiy” mesajını
hazmedemeyince, geçmişte firavunun sorduğu soruyu tekrarlarlar. Bu bahanenin
cevabını Musa bir sonraki ayette (20:52) vermektedir.
52. Dedi ki: “Onun bilgisi Rabbimin yanında bir Kitap’tadır.
Rabbim, şaşırmaz ve unutmaz.
53. O, yeryüzünü sizin için bir döşek1 yaptı. Orada sizin için yollar da açtı. Gökten de
su indirdi; onunla da her türlü bitkiden çiftler yetiştirdik.2
1 “مهد”
(mehede) kökü, üzerine oturulacak, yaşanılacak ya
da dinlenilecek şekilde hazırlanmış yer anlamında kullanılır. “مِهَاداًۙ” (mihâd) sözcüğü ise “yayılmış yer”, “hazırlanmış
yer”, “yaygı” veya “döşek” gibi anlamlara gelir. Bu
ifade Kur’an’da 16 kez geçer: 2:206; 3:12, 46, 197; 5:110; 7:41; 13:18; 19:29;
20:53; 30:44; 38:56; 43:10; 51:48; 74:14 (2 kez); 78:6.
2 Bitkiler, diğer tüm canlı varlıklar gibi iki
ayrı cinsten oluşur. Erkek bitkilerin görevi, dişi bitkiyi aşılamak amacıyla
çiçek tozu üretmektir. Bir bitki yüz binlerce çiçek tozu üretebilir, ama
bunların çok az bir bölümü dişi bitkiye ulaşır. Böcekler ve rüzgâr aracılığıyla
taşınan çiçek tozları, üreme hücrelerini birleştirirler ve aşılanmayı
sağlarlar. Dış yüzeylerindeki dikensi yapı sayesinde dişinin üreme tüpüne
yapışan çiçek tozlarının erkek bitkiden getirdikleri DNA, eşey organlarındaki
DNA ile aşılanır. Benzer mesajlar: 7:57; 24:43; 25:48-49; 27:63; 30:48; 35:9.
54. Yiyin, hayvanlarınızı1 da otlatın. Şüphesiz ki bunda, aklı olanlar2 için ayetler (ibretler) vardır.2
1 “نِعْمَ”
kelimesi de, “güzel” veya “iyi” anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen
farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel
veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم”
(nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm)
ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı
tüm hayvanları kapsar. “أَنْعَام” (en’âm)
kelimesi Kur’an’da 29 kez geçer: 4:119; 5:1, 95; 6:136, 138 (3 kez), 139,
142; 7:179; 10:24; 16:5, 66, 80; 20:54; 22:28, 30, 34; 23:21; 25:44, 49; 32:27;
36:71; 40:79; 42:11; 43:12; 47:12; 79:33; 80:32.
2 “النُّهَى”
(en-nehy) kelimesi “nehy” kökünden gelir ve “engellemek” ya da “akıl”
anlamında kullanılır. Burada akıl, insanı kötülükten ve yanlışlardan alıkoyan
bir güç olarak ifade edilir. Bu nedenle “anlayış”, “sağduyu” ya da “derin
düşünce” anlamlarına da gelir. “اُو۬لِي النُّهٰى۟” (ulin-nuha) ifadesi
de “anlayış”, “aklı olanlar”, “akıl sahipleri”, “derin düşünce” gibi anlamlara
gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 20:54, 128.
2 Akıl sahipleri (sağduyu sahipleri) şu gerçeği
takdir edeceklerdir ki bizler, “Dünya” adlı bir uzay gemisinin astronotlarıyız.
Yüce Allah da bizi bindirdiği bu uzay gemisini yenilenebilen yiyecekler, su,
orman, hayvanlar, çeşitli elementler, petrol ve benzeri maddelerle donatmıştır.
(Kur’an-Son Ahit, Ek 7, s.388)
55. Sizi ondan (topraktan)
yarattık ve yine sizi oraya döndüreceğiz. Ondan sonra da bir kez daha sizi
oradan çıkaracağız.
Benzer
mesaj: 7:25; 20:55; 22:6; 30:19; 35:9; 50:11,42; 71:18.
56. Andolsun ki ayetlerimizin hepsini ona
gösterdik, fakat yalanladı ve karşı çıktı2.
ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek,
karşı çıkmak” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer:
2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32; 15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.
57. Dedi ki: “Ey Musa! Sihrinle bizi yurdumuzdan
çıkarmaya mı geldin?
58. Biz de sana onun benzeri bir sihir getireceğiz. Seninle bizim aramızda;
senin de bizim de muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yer ve buluşma zamanı
belirle.”
59. “Buluşma
zamanınız, ziynet1 (süslenme,
bezenme, bayram) günü olsun, öğleden önce insanların toplanacağı zaman.”
dedi.
1 “Ziynet” (زينة)
kelimesi Arapça’da genel olarak süs, güzellik, donatı, süs olarak kullanılan
şeyler anlamına gelir. Diğer Sâmî dillerden olan Aramice / Süryanice’de “zaynutha” (زينوثا)
kelimesi süs, güzellik, ihtişam anlamına gelir. Akadca’da da “ṣēnu
/ zīnu” kökünden türeyen kelimeler de süs, donanım, takı, güzellik
anlamına gelir. Bu kelime Kur’an’da 46 kez geçer: 2:21; 3:14; 6:43, 108, 122,
137; 7:31, 32; 8:48; 9:37; 10:12, 24, 88; 11:15; 13:13, 15:16, 39; 16:8, 63;
18:7, 28, 46; 20:59, 87; 24:31 (3 kez), 60; 27:4, 24; 28:60, 79; 29:38; 33:28;
35:8; 37:6 (2 kez); 40:37; 41:12, 25; 47:14; 48:12; 49:7; 50:6; 57:60; 67:5.
60. Bunun üzerine firavun dönüp gitti ve plan1 hazırladı, sonra geldi.
1
“كَيْد”
(keyd) sözcüğü, Arapça’da genellikle “plan, komplo, hile ve tuzak” anlamlarına
gelir.
61. Musa onlara dedi ki: “Veylı olsun
size! Allah adına yalan uydurmayın. Yoksa bir azap ile kökünüzü kurutur. İftira
edenler kaybetmiştir2.
ı Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل”
(ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap,
sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına
gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve
Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez);
5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52;
37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19,
24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
2 “خَابَ”
(khāba) Arapça bir fiildir ve “hüsrana uğramak, başarısız olmak,
kayıp yaşamak, hayal kırıklığına uğramak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da
5 kez geçer: 3:127; 14:15; 20:61, 111; 91:10.
62. Ve işlerini kendi aralarında tartıştılar ve
gizlice görüştülerı.
ı “نجو” (necva) sözcüğü, “özel konuşmak, fısıldaşmak
veya gizli görüşmek” anlamlara gelmektedir. “نجو” (necva) sözcüğü, Kur’an’da
13 ayette geçer: 4:114; 9:78; 12:80; 17:47; 19:52; 20:62; 43:80; 58:7, 8, 9,
10, 12, 13.
63. “Bunlar, sihirleriyle sizi yurdunuzdan
çıkarmak ve ideal yolunuzu (düzeninizi) değiştirmek isteyen iki büyücüdür.” dediler.
Firavun
ve ileri gelen yandaşları, propagandalarını büyük bir ihtimalle iki şeye
dayandırıyorlardı;
ı.
Eğer sihirbazlar da asalarını yılana çevirmeyi başarırlarsa, bu Musa’nın da
sihirbaz olduğunun apaçık bir delili olacaktır.
ıı.
Diğer taraftan, eğer Musa kazanırsa; yöneticiler ülkelerini kaybedecekler ve
onların kültürünü, sanatlarını, medeniyetlerini ve yaratıcılıklarını vs.
yansıtan ideal hayat tarzları da sona erecekti. Bu nedenle onlar Musa’yı yenmek
için ellerinden geleni yapmalıdırlar.
64. Haydi, planlarınızı hazırlayın, sonra saf
halinde gelin. Bugün üstün gelen felah (kurtuluş,
saadete) bulacaktır!”
65. “Ey Musa! sen mi atacaksın, yoksa önce biz
mi atalım?” dediler.
66. “Hayır, siz atın.” dedi. Yaptıkları büyüden dolayı
attıkları sopalar ve ipler, gerçekten de hızlıca hareket ediyorı
gibi hayal2 ettirildi.3
ı “سَعْي”
(sa’y), “çaba, gayret, çalışma, koşmak, hızla hareket etme” anlamlarına gelir.
2 “خيل”
(khayal), sözcüğü Türkçede de “hayal, düş” demektir. Bu sözcük sadece
burada geçmektedir: 20:66.
3 Buradaki büyü veya sihir bir göz boyamasıdır;
bir çeşit illüzyondur. İnsanların gözlerini büyülemiş olmaları ve sonrasında
korkutmaları, insanların şartlanmışlık ve korku nedeniyle psikolojik olarak
farklı şeyler gördüklerini sanabileceklerini göstermektedir.
67. Musa’nın içine korku düştü.
68. Dedik ki: “Korkma! Üstün gelecek olan sensin.
69. Sağ elindekini at; onların yaptığı şeyleri yutsun.
Onların yaptıkları, sadece bir büyücünün hilesidir. Sihirbazlar ne yaparlarsa
yapsınlar felaha (kurtuluşa, saadete) eremezler.
70. Sihirbazlar, “Biz, Harun’un ve Musa’nın
Rabbin (Allah’ın
aracılığıyla) ile iman ettik” diyerek secdeye kapandılar.
Musa’nın asasının gücünü gördüklerinde, ister
istemez sanki biri onları buna zorluyormuş gibi hemen secdeye kapandılar. Çünkü
bunun bir sihir değil büyük bir mucize olduğunu anlamışlardı. Benzer
mesajlar: 7:121-122; 26:47-48.
71. Firavun, “Ben izin vermeden ona iman mı ettiniz? Demek
ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim
ve sizi hurma kütüklerinde çarmığa gereceğim. Böylece hangimizin azabının daha
şiddetli ve sürekli olduğunu öğreneceksiniz.” dedi.
72. “Bize gelen beyyinelere (apaçık kanıtlara) ve yaratıp ortaya çıkarana karşı asla seni tercih
etmeyeceğiz. Yapacağını
yap! Sen, ancak bu dünya hayatında dilediğini yapabilirsin.
73. Biz, suçlarımızı1 ve senin bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması
için Rabbimiz ile iman ettik. Allah, hayırlı olandır, kalıcı olan da O’dur.” (Benzer mesajlar: 7:120-126; 26:46-51)
1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki
karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata”
sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161;
12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)
74. Kim, Rabbine mücrim (azılı suçlu) olarak gelirse, cehennem onun
içindir. Orada ne ölür ne de yaşar.
75. Kim de salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işlemiş bir mümin olarak O’nun huzuruna gelirse; en
yüce dereceler işte onlar içindir.
76. Altından
nehirler akan Adn Cennetlerinde sürekli kalacaklar.1 Kendini
arındıranların cezası (karşılığı)
işte budur.2
1 Adn kelimesi Tevrat’ta “Aden”
şeklinde geçmektedir ve İbranice’de ‘mutluluk’ veya ‘sevinç’ gibi anlamlara
gelir. Adn Cennetleri ifadesi Kur’an’da
11 kez geçer: 9:72; 13:23; 16:31; 18:31; 19:61; 20:76; 35:33; 38:50; 40:8;
61:12; 98:8.
2 Zekâtın
bir anlamı mali yardımda bulunmak demektir. Zekâtın diğer anlamı ise; temizlenmek,
arınmak, arı duru hale gelmiş bir benlikle Allah’ın emirlerine tabi olmak
demektir. (Bkz: 19:13; 18:81; 23:4)
77. Musa’ya da “Kullarımla birlikte (gece vakti) yürümeye başla ve onlara denizde
kuru bir yol aç. Size yetişecekler diye de korkma, endişe de etme!” diye
vahyetmiştik. (Benzer mesaj: 26:52, 61; 44:23)
78. Firavun, ordusuyla birlikte onların peşine
düştü. Su kütlesi1
de onları kuşattıkça2
kuşattı.3
1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük
su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu
ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.
2 “غشي” (ğâşî) kökü, bağlama göre
“görmeyi, algılamayı engelleyen örtü/perde” “bir şeyin üstünü tamamen saran,
kuşatan örtü/perde” gibi anlamlar taşır. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:7; 3:154; 7:41, 54, 189; 8:11; 10:27; 11:5; 12:107;
13:3; 14:50; 20:78 (2 kez); 24:40; 29:55; 31:32; 33:19; 36:9; 44:11; 45:23;
47:20; 53:16 (2 kez), 54 (2 kez); 71:7; 88:1; 91:4; 92:1.
3 26:64-66 ayetlerine göre firavun ve ordusu İsrailoğullarının
geçtiği yoldan takip etmişler ve hepsi boğulmuşlar. 2:50’de de
İsrailoğullarının karşı kıyıya geçtiklerini ve firavun ordusunun boğulduklarını
gördükleri ifade edilmiştir. 10:90-92 ayetlerinde de firavunun boğulurken Allah
ile iman ettiğini, fakat Allah’ın onun imanını kabul etmediğini ve ona,
cesedinin gelecek nesiller için ibret olmak üzere muhafaza edileceğinin
söylendiğini öğreniyoruz.
Firavun ve ordusunun denizde boğulması, Tevrat, Çıkış,
14:16-28 ayetlerinde de anlatılmıştır.
79. Ve firavun halkını saptırdı ve onlara hidayet (kılavuzluk) etmedi.
Bu ifade, bütün kafirler için bir uyarıdır: “Sizin
liderleriniz ve başkanlarınız, sizi, firavunun kavmini götürdüğü yere
götürüyorlar.”
Sonuç olarak Tevrat’ta anlatıldığı şekliyle de bu
olayı gözden geçirmekte fayda vardır. Çünkü bu, Kur’an’ın bu kıssaları İsrailoğullarının
kaynaklarından kopya ettiği iddiasının tamamen yanlış ve saçma olduğunu açığa
çıkaracaktır. Bu hususlar; Tevrat, Çıkış, 4,5,711 ve 14’üncü bölümlerde yer
alır. Bu olaylar, Yahudilerin önemli kaynaklarından olan Talmut’ta da
anlatılmaktadır. (Bkz: H. Plano: The Talmut Selections sh. 150-154.)
80. Ey İsrailoğulları! Sizi, düşmanınızdan
kurtardık. Tur’un1
sağ tarafında sizden söz aldık. Size menn (güç, ballı gözleme/kağıt helva) de bıldırcın
da indirdik.2
1 “Tur” sözcüğü Kur’an’da dağ anlamında kullanılmıştır. Tur
sözcüğü Kur’an’da 10 defa geçer: 2:63, 93; 4:154; 19:52; 20:80; 23:20; 28:29,
46; 52:1; 95:2. 23:20 ve 95:2 ayetleri göz önünde bulundurulduğunda,
Kur’an’daki “Tur” ifadesi ile Sina Dağı’ndan söz edildiğini anlamaktayız.
2 Yolculuğun Kızıl Deniz’den Tur’un eteklerine
kadar olan bölümü ile ilgili olan kıssa burada atlanmıştır. Bu bölüm 7:138-147’de
yer alır. Orada İsrailoğullarının Nebi Musa’ya: “Ey Musa! Onların kendilerine
ait ilahları gibi sen de bize bir ilâh yap”, dediklerine de değinilmiştir. 2:51
ve 7:142’ye göre Musa ve İsrailoğullarının liderlerinden kendilerine verilen
ilâhî emirlere uymaları için kesin söz alınmış ve Tur Dağı onların üzerine
yükseltilmişti. Benzer mesajlar: 2:57; 7:160.
Tevrat’a göre İsrailoğulları Elim ve Sina
arasındaki çölden geçerken Menn ve Selva onlara lutfedilmiş ve bu tam 40 sene
devam etmiştir. (Tevrat Çıkış, 11:8-9; 16:13-15, 31)
81. Size verdiğimiz rızıkların tayyib (hoşa giden, temiz, sağlıklı, faydalı) olanından
yiyin, aşırı da gitmeyin. Yoksa gazabım (öfkem) üzerinize iner. Gazabım da
kime isabet ederse o yıkıma uğramıştır.
82. Şüphesiz ki Ben, tevbe eden ve iman eden ve salihât
(doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyen, sonra hidayet (kılavuzluk) edilen kimseler için Gaffar’ım (günahlarını örten ve bağışlayanım).
Bu ayete göre
bağışlanma, şu dört temel şartın yerine gelmesiyle mümkün olmaktadır:
1-Tevbe: Tevbe, isyan, itaatsizlik, şirk ve
küfürden sakınıp Allah’ın emirlerine yönelmeyi ifade eder. Bu, kişinin
hatalarını kabul ederek Allah’a yönelmesi ve O’nun rızasını kazanmayı amaçlayan
bir dönüşümdür.
2-İman: İman, vahiy kitabında tanımlandığı
şekilde, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek O’na güvenmeyi içerir.
Aynı zamanda Ahiret Günü’nde gerçekleşeceği belirtilen hesabın, Allah’ın
bildirdiği şekilde adil ve hakkaniyetli olacağına inanmayı da kapsamaktadır.
3- Salih Amel: Salih amel, Allah’ın emirlerine
uygun şekilde yapılan doğru, yapıcı ve erdemli işleri ifade eder. Bu ameller,
kişinin hem bireysel hem de toplumsal fayda gözeterek gerçekleştirdiği erdemli
davranışlardır.
4- Hidayet: Hidayet, doğru yola rehberlik ve
kılavuzluk anlamına gelir. Sırat-ı Müstakim’de (doğru yolda) olmak, yalnızca
Yüce Allah’ın lütfuyla mümkün olan bir nimettir. Bu durum bireyin, hidayeti (ilahi
rehberliği) umarak hayatını bu doğrultuda şekillendirmesini ifade eder.
83. “Ey Musa! Seni,
kavminden çabucak ayıran nedir?
84. “Rabbim! Onlar beni
takip ediyorlar, ben ise hoşnut olasın diye Sana doğru acele ettim.” dedi.
85. “Senden sonra
kavmini sınadık, bir Samiri (Samiriyeli)
de onları saptırdı.” dedi.
Musa
Nebi, kavminden ayrıldıktan sonra onları saptırmış, bir buzağıya tapmalarını
sağlamıştı. 7:138’de Musa’dan böyle tapınılacak bir ilah (En Yüce olan) isteyen
İsrailoğulları, onun arkasından hemen böyle bir arayışa girmişler, ilk fırsatta
da emellerine ulaşmışlardı. Samiri yani Samiriyeli,
Yusuf Nebi’nin soyundan olanlardır (Tevrat, 1. Krallar 16:23,24). Samiri
kişi de bu fırsatı değerlendirmiş, 7:148 ve 20:88 ayetinde de ifade edildiği
üzere onlara “ses çıkaran bir buzağı” yapmıştı.
86. Musa, gazaplı (öfkeli
ve hiddetli) ve esefli (üzgün, kederli) bir halde kavmine döndü ve “Ey
kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Bekleyemediniz mi? Yoksa
Rabbinizin gazabının üzerinize inmesini mi dilediniz? Bana verdiğiniz sözden mi
bu yüzden mi döndünüz?” dedi.
Esef; hüzün, keder, tasa,
şiddetli üzüntü ve kızgınlık anlamlarına gelir. Açıklama 7:150’de yer alır.
87. Dediler ki: “Senin sözünden kendi
isteğimizle çıkmadık. Bilakis biz, halkın ziynetlerinden (takılarından, süs
eşyalarından) yüklenmiştik,1 Sonra onları (ateşin) üzerine
attık. Samiri de aynı şekilde (yanındakileri ateşe) attı.”
1 Vizr: Günah,
yük, borç (Açıklama için bakınız:6:31) Tevrat’a
göre bu ziynetler, İsrailoğullarından her ailenin Mısırlı bir komşusundan şu
niyetle aldığı süs eşyalarından oluştuğu belirtilmektedir (Çıkış, 3:14-22, 11:2-3,
12:35-36).
88. Sonra (Samiriyeli,
eriyen altınlardan) böğüren iri yapılı bir buzağı çıkardı ve dediler ki: “Bu,
sizin ve Musa’nın ilahıdır. Fakat o (Musa) bunu unuttu.”
89. Hâlâ onun,
kendilerine bir söz ile cevap da veremediğini görmüyorlar mı? Onlara bir zarar veremeye
de fayda sağlamaya da gücü yok.
90. Harun, daha önce onlara şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz
bununla sınanıyorsunuz. Rabbiniz, Râhmândır (Müminlere
karşı merhametlidir. Şefkatli, Lütuf ve İhsan Sahibidir), bana tabi olun ve emrime itaat edin!”
91. “Musa
bize dönünceye kadar buna tapmaya (ibadet
etmeye) devam edeceğiz!” dediler.
92. Dedi ki: “Ey Harun!
Onların sapmış olduklarını gördüğünde sana engel olan1 (onları
uyarmaktan alıkoyan) neydi?
1 “مَنُوعاًۙ”
(menû’ân) ifadesi, “engellemek, men etmek, bir şeyi başkalarına vermemek
veya ulaşmasını önlemek” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 17 kez geçer:
2:114; 4:141; 7:12; 9:54; 12:63; 17:69; 17:94; 18:55; 20:92; 21:43; 38:75;
50:25; 56:33; 59:2; 68:12; 70:21; 107:7.
93. Neden bana uymadın?
Emrime karşı mı geldin?”
94. “Ey
annemin oğlu!1 Sakalımı ve başımı tutma! Ben, senin, “İsrailoğullarının
arasına ayrılık düşürdün, sözümü de tutmadın!’ demenden çekindim.” dedi.
1 Her
iki nebi de kardeş olmasına rağmen, Harun’un, Musa’ya “annemin oğlu” diye hitap
etmesinin muhtemel sebebi “onun şefkatini beklemesi” olabilir. Onların “ana bir
kardeş” olma ihtimali olduğunu belirtenler de vardır.
95. “Ya senin derdin (amacın)
ne, ey Samiri (Samiriyeli)?” dedi.
96. “Ben, onların göremediklerini gördüm. Sonra, resulün1
ayak izinden bir tutam (toprak) kaptım2 ve onu (erimiş
altının içine) attım. Böylece nefsime güzel göründü.3” dedi.
1 “Elçi” ifadesiyle Musa’yı veya gelen meleği
kastetmiş olabilir.
2 “قبض” (kabz) sözcüğü, ““yakalamak”, “tutmak”,
“sıkıştırmak” ve “kapmak” anlamlarına gelir. Kur’an’da aynı kökten türemiş 8
kelime geçer: 2:245, 283; 9:67; 20:96 (2 kez); 25:46 (2 kez); 39:67; 67:19.
3 Sevvelet; aldatıp sürüklemek, güzel göstermek anlamlarına
gelir. Kur’an’da 4 defa (12:18, 83; 20:96; 47:25) geçmektedir.
97. Dedi
ki: “Haydi git! Artık hayatın boyunca ‘Bana dokunmayın!’ diyeceksin.1
Şüphesiz ki senin için kurtuluşu olmayan bir vaat (yargı
günü) var. Taptığın (ibadet ettiğin) ilahına da bir bak! Onu
yakacağız, sonra da ufalayıp su kütlesine2 savuracağız!
1 Buradaki ifadeler, Tevrat’ta şöyle yer alıyor: “Cüzam
hastası olan kişi yırtılmış bir giysi giyecek ve saçı başı dağınık olacak; üst
dudağını örtüp “Kirliyim! Kirliyim!” diye bağıracak. Hastalığı boyunca kirli
sayılacaktır; kişi kirlidir. Başkalarından ayrı, konaklama yerinin dışında
yaşayacak.” (Levililer 13:45-46)
2 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük
su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu
ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.
98. Sizin ilahınız (sizin
için başka en yüce olan) Allah’tır, O’ndan başka ilah (yüce olan) yoktur.
O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.”
Musa’nın
söylediği “İlahınız, Allah’tır. O’ndan başka ilah (yüce olan) yoktur.” söylemi,
Tevrat, Yasa’nın Tekrarı 6:4 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Dinle İsrail! Yahve
ilahımızdır (Yücemiz
Olandır); Yahve ahedtir (bir ve tektir)!” Burada Allah’ın “Bir”
olduğunu tanımlayan İbranice “Ehad” sıfatı, 112:1 ayetinde bildirilen aynı
anlamdaki Allah’ın Arapça “Ehad” sıfatının tıpkısıdır.
Aynı
ifadeyi İsa da İncil’de söyler: “İsa şöyle cevap verdi: “En başta gelen
şudur: ‘Dinle ey İsrail, Yehova ilahımızdır, Yehova bir ve tektir (εἷς -heis-).”
(Markos 12:29, 30)
99.
Geçmiş1
haberlerden bazılarını sana işte böyle kıssa ediyoruz (anlatıyoruz).
Gerçekten de Katımızdan sana bir zikir (hatırlatıcı olan vahyi) verdik.”
1 “سَبَقَ” (sebekâ) sözcüğü, “önce olmak, önde
olmak, geçmek, öne geçmek, üstün gelmek” gibi anlamlara gelmektedir. Bu ifade
Kur’an’da 36 defa geçmektedir: 2:148; 5:48; 7:80; 8:59, 68; 9:100;
10:19; 11:40; 11:110; 12:17, 25; 20:99, 129; 21:27, 101; 23:27, 43, 61; 29:4,
28, 39; 35:32; 36:40, 66; 37:171; 41:45; 42:14; 46:11; 56:10 (2 defa), 60;
57:21; 59:10; 70:41; 79:4 (2 defa).
100. Kim onu umursamazsa,1 Kıyamet Günü ağır bir yük2 yüklenir.
1 “إعراض” (ı'râz), “görmezden
ve duymazdan gelmek, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu
kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten
bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51
kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106;
7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57;
20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16;
36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.
2 “Vizr” sözcüğü, “günah, yük,
borç” anlamlarına gelir. Açıklama için bakınız: 6:31.
101. Orada
ebedî kalırlar, kıyamet günü de bu onlara ağır bir yük olacaktır.
102. O gün Sura üflenir. Mücrimleri (azılı suçluları) gözleri gömgük (donuklaşmış,
körleşmiş) bir hâlde toplarız.
103. Kendi aralarında fısıldaşarak “Siz (Dünyada) ancak on (gün) kaldınız.”
derler.
Kur’an’da “yevm” (gün) kelimesi tekil olarak tam 365
kez geçer. Burada “yevm” kullanılmayarak Kur’an’daki Matematiksel Sisteme dikkat
çekilmektedir.
104. Biz, aralarında ne konuştuklarını iyi
biliriz. Onların doğruya en yakın olanı, “Olsa olsa bir gün kaldınız.” der.
105. Ve sana dağlardan soruyorlar. De ki: “Rabbim,
onları (kıyamet günü)
ufalayıp savuracak.
106. Böylece dümdüz arazilerini1 dümdüz, boş bir araziye2 dönüştürür3.
1 “ق۪يعَةٍ”
(kiy’at), “düz, geniş arazi” demektir. Aynı kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 2 kez geçer: 20:106; 24:39.
2 “صَفْصَفًۭا”
(safsafen), “düz, pürüzsüz boş bir arazi” demektir. Bu ifade Kur’an’da sadece
bu ayette geçer
3 “يَذَرُ”
(yezrâ), “bırakır”, “terk eder” demektir.
107. Onun içinde ne bir eğrilik1 görürsün ne de bir tümsek.
1 “عِوَجٍ”
(‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar
gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1;
20:107, 108; 39:28.
108. O gün davetçiye (meleğe) tabi olurlar, ondan (davetçiden)
sapma1 olmaz. Râhmân’ın
huzurunda da sesler2 korkuyla kısılır. Bundan dolayı fısıltıdan3
başka bir şey işitemezsin.
1 “عِوَجٍ”
(‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar
gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1;
20:107, 108; 39:28.
2 “صَوْتِ” (savt) sözcüğü, “ses, vesvese, ses çıkarmak, bağırmak” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 17:64; 20:108; 31:19 (3 kez); 49:2 (2 kez);
49:3.
3
“هَمْسًا”
(hemsen) sözcüğü, “fısıltı, hafif bir ses, ayak sesi” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da
yalnızca bu ayette geçmektedir.
109. O gün, Râhmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu
kimseden başkasına şefaat fayda vermez.
Kur’an, sadece Allah’ın izin verdiği kişilerin,
yine Allah’ın razı olacağı kişilere şefaat edebileceklerini bildirmektedir ve müşriklerin,
elçilere ve erdemli kişilere yüklediği “kurtarıcı” fonksiyonunu reddetmektedir (2:48;
19:87). Kişinin kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak aracılar
edinmesi şirktir ve bu, 4:48 ve 116’da da belirtildiği gibi Allah tarafından
affedilmeyecek tek günahtır. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır. 🔗
110. O, onların ellerinin arasında olanı da
arkalarında olanı da bilir. Onlar ise, ilim ile O’nu tamamen bilemezlerı.
ı “اَحَطْتُ” (ahatu) fiili “kapsamak, kuşatmak, tamamen
bilmek” anlamlarına gelir.
111. Yüzler, O, Hayyil-Kayyum’a çevrildi (Evrenlerdeki hayatın kaynağıdır ve hayatı
elinde tutandır; Evrenleri düzene sokan ve yönetene çevrildi). Zulüm
yüklenenler kaybetmiştirı.
ı “خَابَ”
(khāba) Arapça bir fiildir ve “hüsrana uğramak, başarısız olmak,
kayıp yaşamak, hayal kırıklığına uğramak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da
5 kez geçer: 3:127; 14:15; 20:61, 111; 91:10.
112. Kim, mümin olarak salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlerse;
artık o zulümden de sindirilmekten de korkmaz.
ı
“هَضْمًۭا” (hezmen)
sözcüğü, ‘sindirme, tüketme, sindirme eylemi” mecaz olarak da “haksızlığa
uğramak, haksızlık edilmek” gibi anlamlar taşır. Bu sözcüğün kökünden türemiş 2
sözcük Kur’an’da yer alır: 20:112;
26:148.
113. Sana da onu böyle arabi (anlaşılır, apaçık) bir Kur’an olarak indirdik. Tehditleri
(uyarıları) de onda çeşitli biçimlerde açıkladık ki belki takva sahipleri
(sakınanlar) olurlar yada onlar için bir zikir (hatırlatıcı) olur.
ı “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça
olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “kusursuz”,
mükemmel”, “apaçık olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan”
anlamlarına da gelebilmektedir.
Birçok
çeviride söz konusu sözcük “Arapça olarak” şeklinde çevrilmekte ve bu ifade ile
Arapça lisanından söz edildiği belirtilmektedir. Her Arapça metin arabiyyen,
yani “anlaşılır olan”, “apaçık
olan”, “kusursuz”, “mükemmel” veya “fasih (güzel ve akıcı)” olmayabilir.
Kur’an ise arabiyyendir; yani anlaşılırdır, kusursuzdur,
apaçıktır ve fasihtir (güzeldir ve akıcıdır).
“Arabi” ve “Kur’an” terimlerinin anlamları ile ilgili açıklama
12:2 ayetinde yer alır.
114. Hakk (yegâne gerçek), Melik (hükümdar, egemen) olan Allah
yücedir. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kur’an’da
(anlamak ve aktarmak için) acele etme ve “Rabbim, ilmimi artır” de.
115. Daha önce Adem’den de ahit (söz) almıştık, fakat unuttu. Biz de onda bir
azim (kararlılık) bulamadık.
Adem’in kıssası 2:30-39, 7:11-17, 189, 15:28-42, 17:61-65
ve 18:51-52’de yer almıştır. Fakat her yerde kıssanın anlatılan konuyla ilgili
olan kısmı alınmış ve vurgulanmıştır. Şeytan, Allah’ın mutlak otoritesine
meydan okuduğunda (38:69), insanlar, Şeytan’a karşı sağlam bir duruş
gösteremedi. Bunun üzerine Yüce Allah, bize, Şeytan’ı kınayıp kendisinin mutlak
otoritesini onaylayarak kendimizi günahtan kurtarmamız için bu dünyada bir şans
veriyor. (Kur’an-Son Ahit, Ek 7,
s.388)
116. Meleklere de “Adem’e secde edin.” demiştik.
Bunun üzerine secde ettiler. Ancak İblis (saptıran) reddettiı.
ı “اَبٰٓى” (ebâ) sözcüğü, “reddetmek, istememek, karşı çıkmak” anlamlarına
gelir. Bu ifade Kur’an’da 11 ayette 12 kez geçer: 2:34, 282 (2 kez); 9:8, 32;
15:31; 17:89, 99; 18:77; 20:56, 116; 25:50; 33:72.
117. Bunun üzerine “Ey Adem! Bu (İblis), hem senin hem de eşinin düşmanıdır. Sakın
sizi bahçeden çıkarmasına izi vermeyin, yoksa perişan olursun.
118. Senin için orada acıkmak ve çıplak kalmak
yoktur.
119. Orada susamayacaksın ve sıcaktan
bunalmayacaksın.”
120. Derken şeytan (aldatan, saptıran) ona vesvese verdi. Dedi
ki: “Ey Adem, ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir egemenliği sana göstereyim
mi?
Şeytanın, Adem’i ve eşini kandırması Tevrat’ta da yer
alır (Yaratılış 3:1-24).
121. Böylece ondan yediler, bunun üzerine mahrem
yerleri1 kendilerine göründü. Hemen2 cennetin yapraklarından
kendi üzerlerine iliştirip örtmeye koyuldular. Adem de Rabbine isyan etti ve böylece
saptı3.
1 Arapça'da
kök olarak “kötü, çirkin, nahoş, ayıp” anlamlarına gelen “س-و-أ”
(s-v-â) harflerinden türemiş olan “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü,
genellikle “Mahrem yer, ayıp, çirkinlik ve örtülmesi gereken bir kusur” anlamlarına
gelir. “سَوْاَة” (sev’ât) sözcüğü Kur’an’da 6 kez geçer: 5:31 (2 kez);
7:20, 22, 26, 27; 20:121.
2
“طَفِقَا” (tefika) sözcüğü, “hemen
başlamak, hemen işe koyulmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 3 kez geçer: 7:22; 20:121; 38:33.
3 “غَوٰىۚ” (ğava) sözcüğü, bilinçli olarak ve isteyerek “sapıtmak,
yoldan çıkmak, kötü yola girmek” gibi anlamlara gelir. Bu sözcük Kur’an’da 16 kez geçer: 7:16, 175;
11:34; 15:39 (2 kez), 42; 20:121; 26:91; 28:18, 63 (3 kez); 37:32 (2 kez):
38:82; 53:2.
122. Sonra, Rabbi onu seçti, ona tevbe ettiı
ve ona hidayet etti.
ı Arapça’da “التوبة” tevbe (tevb, metâb) “geri dönmek, dönüş yapmak”
demektir. “فَتَابَ عَلَيْهِۜ” (fe tabe aleyhim) yani “ona/üzerine tevbe
etti” ifadesi de “tekrar ona döndü, ona yöneldi” demektir. Bu ifade Kur’an’da 5
yerde geçer. (Bkz: 2:37, 54, 187; 20:122; 73:20).
123. (Allah,
insanlara ve cinlere) Dedi ki: “Hepiniz oradan inin!1
Artık bir kısmınız bir kısmınıza düşmansınız. Benden size bir hidayet (kılavuz)
geldiği zaman, kim hidayetime uyarsa; işte o, sapmayacak da bedbaht da olmayacak.
1 “هبط”
(hebeta), “inmek, düşmek, alçalmak” anlamlarına gelen bir fiildir. Bu fiil
Kur’an’da 8 kez geçer: 2:36, 38, 61, 74; 7:13, 24; 11:48; 20:123.
124. Ve kim Benim zikrimi (hatırlatıcı olan vahyimi) umursamazsa1,
şüphesiz ki onun için sıkıntılı2 bir geçim3
vardır.4 Kıyamet Günü de onu kör olarak mahşerde toplarız.
1 “إعراض” (ı'râz), “görmezden
ve duymazdan gelmek, umursamamak, aldırış etmemek” anlamlarına gelir. Bu
kelime, içinde bulunulan bir durumdan, bir anlaşmadan ya da bir taahhütten
bilinçli olarak geri çekilmeyi ifade eder. Kur’an’da aynı kökten türemiş 51
kelime geçer: 2:83; 3:23; 4:16, 63, 81, 128; 5:42 (2 kez); 6:4, 35, 68, 106;
7:199; 8:23; 9:76, 95; 11:76; 12:29, 105; 15:81, 94; 17:28, 67, 83; 18:57;
20:100, 124; 21:1, 24, 32, 42; 23:3, 71; 24:48; 26:5; 28:55; 32:22, 30; 34:16;
36:46; 38:68; 41:4, 13, 51; 42:48; 46:3; 53:29; 54:2; 66:3; 72:17; 74:49.
2 “ضَنْكاً” (dânken)
kelimesi, “darlık”, “sıkıntı”, “zorluk”, “dar geçim” gibi anlamlara gelir. Bu
sözcük sadece bu ayette geçmektedir.
3 Bu
sözcük, “عَاشَ” (‘âşe)” kökünden türemiştir ve “yaşam”, “geçim” gibi
anlamlara gelir. Kur’an’da, Aynı kökten türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:10;
15:20; 20:124; 28:58; 43:32; 69:21; 78:11; 101:7.
4 Vahiyden yüz çevirmenin sonuçlarıyla ilgili benzer mesajlar: 7:27;
19:83; 26:221-222; 41:25; 43:36; 72:17; 74:17.
125. “Rabbim! Ben, görüyor iken neden beni kör
ettin?” dedi.
126. Dedi ki: “Ayetlerimiz sana geldiğinde sen
onları nasıl unuttuysan bugün de böyle unutuluyorsun!”
127. Rabbinin ayetleri ile1 iman etmeyenleri ve israf eden kimseleri2 de işte böyle ceza (karşılık) veririz. Ahiret azabı ise daha şiddetli
ve daha kalıcıdır.
1 “بِاٰيَاتِ
رَبِّه۪” (bi-âyâti rabbihi) ifadesi “Rabbinin ayetleri ile” anlamına
gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Rabbinin ayetlerini” veya “Rabbinin
ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviri düzeltildiğinde
Allah’ın, kitabında belirtildiği şekilde değil de kendi kafalarına göre
niteledikleri bir kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına
inanan müşriklerden söz edildiği
anlaşılacaktır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda
yer alır. “Rabbinin ayetleri ile”
anlamına gelen “بِاٰيَاتِ رَبِّه۪” (bi-âyâti rabbihi)
ifadesi Kur’an’da 3 kez geçer: 18:57; 20:127; 32:22.
2 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak,
savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.
128. Yurtlarında gezip dolaştıkları,
kendilerinden önceki nice nesilleri helak etmiş olmamız, hâlâ onlara hidayet (kılavuzluk)
etmedi mi? Elbette ki aklı olanlar1 için bunda ayetler (ibretler)
vardır.
1 “النُّهَى”
(en-nehy) kelimesi “nehy” kökünden gelir ve “engellemek” ya da “akıl”
anlamında kullanılır. Burada akıl, insanı kötülükten ve yanlışlardan alıkoyan
bir güç olarak ifade edilir. Bu nedenle “anlayış”, “sağduyu” ya da “derin
düşünce” anlamlarına da gelir. “اُو۬لِي النُّهٰى۟” (ulin-nuha) ifadesi
de “anlayış”, “aklı olanlar”, “akıl sahipleri”, “derin düşünce” gibi anlamlara
gelir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 20:54, 128.
129. Ve eğer Rabbinden geçmiş bir kelime (söz, karar) ve belirlenmiş bir ecel1
(ölüm zamanı) olmasaydı elbette gereken yapılırdı.
1 “Ecel-i
müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.
130. O
halde onların
söylediklerine sabret (dayan, diren) ve güneşin doğuşundan önce (fecir vakti)
ve batışından önce (ikindi vakti) Rabbinin hamdi ile tesbih1
et (yücelt). Gece vakitlerinde2 (akşam,
yatsı) ve gündüzün uçlarında (sabah, öğle, ikindi, akşam) da tesbih1
et ki hoşnutluğa erişesin.3
1 “تَسْبِيح” (tesbih)
kelimesinin, Arapça’da sebh (سَبْح) kökünden türediği, bu kökün de suda
yüzmek veya havada süzülmek gibi hızlı, sürekli ve düzenli bir
hareketi ifade ettiği belirtilir. “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin de
bağlama göre mecazen Allah'ı yüceltmek ve O’nu her türlü eksiklikten
tenzih etmek (uzak tutmak) anlamına geldiği belirtilir.
Tesbih kavramının İbranice dilindeki karşılığı “שַׁבָּח”
(sebeh) kelimesidir. Bu kelime, övme, yüceltme ve Allah’ı anma
anlamlarını taşır. Ayrıca, “לְשַׁבֵּחַ” (Lesâbbâh) kelimesi de benzer şekilde
övmek, yüceltmek ve Allah’ı anmak anlamına gelir. İbranice'deki bu kullanımlar,
tesbih kavramının semantik alanının övgü ve yüceltme ekseninde
şekillendiğini göstermektedir.
Süryanice dilinde tesbih kavramı, “ܫܒܚ” (sâbâh) kelimesiyle ifade edilir. Bu kelime de övmek,
yüceltmek ve Tanrı'yı ululamak anlamlarını taşır. Ayrıca, ܫܒܘܚܐ (sâbuḥo) kelimesi de övgü, tesbih ve Tanrı'yı yüceltme anlamına
gelir. Süryanice'deki bu kullanımlar, tesbih kavramının Allah’a yönelik övgü
ve yüceltme eylemlerini içerdiğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, çeviri sürecinde “تَسْبِيح” (tesbih) kelimesinin,
Sami dillerde ortak olarak taşıdığı övme, yüceltme ve Allah'ı anma anlamı esas
alınacaktır.
Kur'an'da, alemlerdeki
(evrenlerdeki) tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar vb.)
Allah’ı tesbih ettiği (yücelttiği) belirtilir (13:13; 17:44; 24:41; 40:7;
41:38; 42:5; 55:6).
Yüce Allah, Muhammed Nebi’ye hitaben
biz müminlerin de kendisini nasıl yücelteceğini bildirir:
“فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ”
“Öyleyse, Azîm (muazzam)
olan Rabbinin adını tesbih et! (yücelt!)” (56:74, 96; 69:52)
“سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ”
“En yüksekte olan Rabbinin adını tesbih et (yücelt)” (87:1)
“فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ”
“O halde Rabbinin hamdi ile tesbih et…” (15:98)
“وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ”
“Rabbini de böylece tekbir et (büyüt)!” (74:3)
Bundan dolayı da salatta; kıyamda
Rabbimizin hamdi olan Fatiha Suresi ile, rükûda “Sübhâne
Rabbiyel-Azîm” (Azîm (muazzam) olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, secdede ise
“Sübhâne Rabbiyel-A‘lâ” (En
yüksekte olan Rabbim Yücedir) ifadesiyle, eylemler arasında da “Allah-u
Ekber” ifadesi ile Yüce Allah’ı
yüceltiriz.
Dolayısıyla da “tesbih etmeyi” sadece tesbih çekmeye indirgemek
bidat ve hurafedir.
2 “اٰنَٓاءَ” (â’nâ’â) kelimesi “saatler”, “vakitler”, “zaman
dilimleri” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 3:113; 20:130;
33:53; 39:9.
3 Allah’a
yöneliş dualarının vakitleriyle ilgili benzer mesajlar: 2:238; 11:114; 17:78; 30:17-18;
50:39.
131. Onları imtihan etmek için onlardan bazılarına
dünya hayatının süsü olarak faydalandırdığımız şeylere de gözlerini uzatma.
Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
Benzer mesaj: 15:88
132. Ailene (destekçilerine) salatı emret;1
kendin de onda sabırlı (kararlı) ol. Biz, senden rızık istemiyoruz,
rızkı sana Biz veriyoruz. Akıbet de takva (Allah’ın emirlerine
uyup, yasaklarından sakınmak)
içindir.
Allah’a
yönelik salât: “Allah’a yönelme,
Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın
salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve
yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar
arası salât: “Birisi için dua
etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.
133. “Rabbinden bize bir
ayet (kanıt) getirse ya!” dediler. Önceki suhuflarda bulunan beyyine (apaçık kanıt) onlara ulaşmadı mı?
134. Biz, ondan önce bir azap ile onları yok
etseydik, “Rabbimiz! Keşke bize bir resul gönderseydin de hor ve zillete1 düşmeden önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Benzer mesaj: 28:47)
1 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da Aynı kökten türemiş 24 kelime
geçer: 2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111;
20:134; 27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2
kez)
135. De ki: “Herkes gözetlemektedir, öyleyse siz
de gözetleyin. Kimlerin düzgün (doğru) yol ehli olduğunu ve kime hidayet (kılavuzluk) edildiğini anlayacaksınız.”