39. ZÜMER SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 59. suredir.  Adını, 71–73’üncü ayetlerde geçen “Zümer” (gruplar, zümreler) kelimesinden alır. Sure 75 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Kitabın (Kur’an’ın) indirilmesi, Azizil-Hâkîm (Hikmetiyle her şeyi doğru ve adil bir şekilde yöneten mutlak güç sahibi) olan Allah’tandır.

Bu ayet, 45:2, 46:2’de de tekrarlanmaktadır.

2. Biz, sana Kitabı hak (gerçek, hakikat) olarak indirdik. Öyleyse dini O’na has kılarak Allah’a kulluk (hizmet) et.

3. İyi bilin ki, halis (şirk koşmada, arı, saf) din Allah’ındır. O’nun dışında evliya1 (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) edinenler, “Biz, sadece Allah’a yakınlaşmak için onlara kulluk (hizmet) ibadet ediyoruz.” diyorlar.2 Allah, ayrılığa düştükleri hakkında aralarında hüküm verecektir. Allah, yalancı kafir kimseyi hidayete erdirmez.

ı Veli/Evliya ifadesi, Kur’an’daki bağlamından çıkarılarak başka anlamlarda kullanılmaktadır. İlgili açıklama 2:120’de yer alır.

2 10:18 ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “Onlar, kendilerine ne zarar ne de fayda verebilen Allah’ın dışına şeylere kulluk (hizmet) ediyorlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.” diyorlar.”

4. Allah, evlat edinmek isteseydi, yarattıklarından istediğini seçerdi. O, Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). O Allah, Vahidül-Kahhar’dır (Yenilmeyendir, her şeye üstün gelen ve istediğini yapandır; bir ve tektir)

5. Gökleri ve yeri hak ile yaratan O’dur. Geceyi gündüzün üzerine yuvarlar, gündüzü de gecenin üzerine yuvarlar.ı Güneş’i ve Ay’ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir ecele2 (ölüm zamanına) doğru (yörüngelerinde) akıp gitmektedir. İyi bilin ki Azizul-Ğafur (günahlarını örten ve bağışlayan mutlak güç sahibi) O’dur.

ı “Yukevvir” ifadesi sadece bu ayette geçmektedir.  Bu da açıkça bize yeryüzünün yuvarlak olduğunu bildirir. “Yuvarlar” ifadesinin Arapçası (Yukevvir), “top” (kura/küre) kelimesinden türetilir. Dünya tam olarak yuvarlak olmadığından, onun şekli için özel bir referans 79:30 ayetinde verilmektedir. Kur’an, asırlar sonra açıklanabilen bunun gibi bilimsel bilgilerle doludur. (Reşat Halife Ek 20’ye bakınız.)

2 Ecel-i müsemma” ile ilgili açıklama 2:282’de yer alır.

6. Sizi tek bir nefisten yarattı.ı Sonra ondan eşini var etti. Sizin için sekiz eş2 çift davar da indirdi. Sizi annelerinizin karnında üç karanlık içinde3, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratıyor. Rabbiniz olan Allah işte budur. Mülk, (göklerde ve yerde mutlak egemenlik ve hükümranlık) O’nundur. O’nun dışında ilah (En Yüce olan) yoktur. Öyleyse nasıl oluyor da (başka yönlere) çevriliyorsunuz?

ı Benzer mesajlar: 4:1; 6:98; 7:189.

2 Bu sekiz çift hayvandan; deve, sığır, koyun ve keçi olmak üzere dört çeşit, dişileriyle birlikte toplam 8 çifttir. Deve ve sığır da bir sonraki ayette belirtiliyor. Bu ayetlerde Allah adına “detaylı haramlar” oluşturanlara daha detaylı sorular yöneltilerek ileri sürdükleri haramların uydurma olduğu bildiriliyor. Bu ayet 6:143 ve 144 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

3Anne karnında üç karanlık ifadesiyle; rahim içinde cenini saran ve “amnion, chorion, decidua” denilen üç zar kastedilmektedir. Cenin bu üç zarın içinde gelişir. Benzer mesaj: 71:14.

7. Eğer inkâr ederseniz, Allah Gani’dir (zengindir; her şey O’nundur. Size ihtiyacı yoktur, bilakis siz ona muhtaçsınız). Kullarının küfürlerinden razı olmaz. Eğer şükrederseniz, O sizden razı olur.ı Hiç bir yükümlü başkasının yükünü2 yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Yapmış olduklarınızı size haber verecektir. O, sinelerin özünü (içlerinden geçenleri) en iyi Bilendir.

ı Hidayet ve dalalet (sapma) ile ilgili Kur’an’daki bütün ayetler, bu ayet ışığında anlaşılmalıdır. Şükür, verilen nimet neyse onda hakkı olanların hakkını vermektir.

2 Vizr: Günah, yük, borç (Açıklama için bakınız:6:31). Bu cümle, 6:164, 35:18 ve 39:7 ayetlerinde aynı sözcüklerle tekrarlanır. Bu ayetten üç kaide çıkarılabilir:

a) Herkes yaptıklarından sorumludur.

b) Bir şahsın yaptıklarından ancak kendisi sorumludur.

c) Hiç kimse, bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. Çünkü onun bu tavrı, asıl suçlunun cezasının hafifleştirilmesini sağlamayacağı gibi, bunun ona (asıl suçluya) bir yararı da olmayacaktır.

8. İnsana bir musibet geldiği zaman, Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra kendisine katından bir nimet bahşedince, daha önce dua ettiğini unutur.ı O’nun yolundan saptırmak için de Allah’a eşler koştu. De ki: “Küfrünle azıcık faydalanı, çünkü sen ateşin halkındansın.”

ı Yüce Allah nankör insanların kendisine herhangi bir zarar veya sıkıntı dokununca 41:51’de de ifade edildiği gibi “her haliyle Allah’a dua ettiğini” haber vermektedir. Çünkü 17:83 ve 41:49’da onun “ümitsiz olduğu”, 70:19-21’de “pek hırslı (ve sabırsız) yaratıldığı, kendisine fenalık dokunduğunda sızlanıp feryat ettiği” ifade edilmektedir. Ayrıca 16:53, 29:65, 30:33, 31:32’de, 39:8 ile 49 ayetlerinde kendisine sıkıntı dokunduğunda “yalnızca Yüce Allah’a yalvarıp O’na dua ettiği” bildirilmekte, 44:12’de ise bizzat dualarına yer verilmektedir.

2 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir. “المتعة” (mût’a) sözcüğü de faydalanma ve menfaat sağlama anlamına gelmektedir.

9. (O kişi), gece vakitlerinde1 secde eden ve kıyamda duran, ahiret için de  tedbirini alan2 ve Rabbinin rahmetini uman gibi olur mu? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler eşit (aynı) olur mu?” Ancak ulü’l-elbab3 (duruşu sağlam olanlar) zikreder (anar, hatırlar, öğüt alır).

1 “اٰنَٓاءَ” (â’nâ’â) kelimesi “saatler”, “vakitler”, “zaman dilimleri” gibi anlamlara gelir. Bu ifade Kur’an’da 4 kez geçer: 3:113; 20:130; 33:53; 39:9.

2 “يَحْذَرُ” (yahzâru) sözcüğü, “Sakınan, tehlikeyi gören, tedbirini alan” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 21 kez geçer: 2:19, 235, 243; 3:28, 30; 4:71, 102 (2 kez); 5:41, 49, 92; 9:64 (2 kez), 122; 15:57; 24:63; 26:56; 28:6; 39:9; 63:4; 64:14.

3 “أُو۬لُو” (ûlū) kelimesi, “sahipleri, yapıcıları, ehli” anlamlarına gelir. “اُو۬لِي الْاَلْبَابِ” الْأَمْرِ (ulü’l-elbab) dasağlam anlayış sahipleri” ve “sağlam duruşlu olanlar” anlamlarına gelir. “Onlar (her) sözü dinler; en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. ulü’l-elbab işte onlardır.” (39:18) “ulü’l-elbab” ifadesi Kur’an’da 16 kez geçer: 2:179, 197, 269; 3:7, 190; 5:100; 12:111; 13:19; 14:52; 38:29, 43; 39:9, 18, 21; 40:54; 65:10.

10. De ki: “Ey iman eden kullarım!1 Rabbinize karşı takvalı2 olun. Bu dünyada güzel davrananlara hazene (iyi, güzel bir karşılık) vardır.3 Allah’ın da arzı (yeryüzünü) geniştir. Sabredenlere ise hesapsız olarak ecirleri (yaptıklarının karşılığı) verilecektir.”

1 Benzer mesaj: 14:31.

2 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”, “muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ) kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak", "kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.

3 İyiliklerin dünyada da karşılıklarının verileceğiyle ilgili bilgi için Bkz: 16:30,41,96,97.

11. De ki: “Dini O’na has (özgü) kılarak Allah’a kulluk etmem bana emredildi.

12. Ve bana, Müslimlerin (Teslim Olanların) ilki (öncüsü) olmam emredildi.”

Benzer mesaj: 27:91.

13. De ki: “Rabbime isyan edersem, âzîm1 (dehşetli) bir günün azabından korkarım.”2  

            1 “عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli, değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü, kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük” veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”; bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli” şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.

2 Bu ayet, 6:15 ve 10:15’te de tekrarlanmaktadır.

14. De ki: “Dinimi O’na has kılarak Allah’a kulluk ediyorum.

15. O halde O’nun dışında dilediğinize kulluk edin. De ki: “Hüsrana uğrayanlar, Kıyamet Gününde kendilerini ve nefislerini (kendilerinden olanları) hüsrana uğratanlardır.” Apaçık hüsran (kayıp) bu değil midir?

16. Onlar için üzerlerinde ateşten gölgeler vardır, altlarında da gölgeler vardır. Allah, kullarını işte bununla korkutur: “Ey kullarım, bana karşı takvalı olun!”

17. Tağuta (ezici güce) kulluk etmekten kaçınanlara ve Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Bu) kullarımı müjdele!

 Tağut ve tuğyan ile ilgili açıklama 2:15’te yer alır.

18. Onlar, sözü dinlerler ve ahsen (en iyi, en güzel, en doğru) olanına uyarlar.ı İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdiği (kılavuzluk ettiği) kimselerdir. Ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar) işte onlardır.

ı Bir mümin için ahsen söz Kur’an’dır. Benzer mesaj: 39:55.

Ahsen sözü söylemeyle ilgili ayet için de Bkz: “Kullarıma de ki, ahsen (en güzel, en iyi olan) sözü söylesinler.ı Çünkü şeytan onların arasını açmak ister. Şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (17:53). Mümin, farklı fikirler de dinlenmeli ki, görüşler arasında kıyaslama yapılabilsin ve sonunda en güzele uyulabilsin.

19. Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimse mi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?

“kelimetul azab” (Azap sözü) ifadesi, Kuran’da 2 defa (39:19, 71) geçmektedir.  Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.

20. Fakat Rablerine karşı takvalı olanlara altında nehirlerin aktığı, üst üste inşa edilmiş köşkler vardır. (Bu), Allah’ın vaadidir ve Allah vadinden dönmez.

Benzer mesajlar: 3:9, 194; 13:31; 14:47; 22:47; 30:6.

21. Allah’ın, gökten su indirdiğini, sonra onu yerdeki kaynaklara yerleştirdiğini, sonra onunla türlü türlü renklerde ekin çıkardığını görmez misin? Sonra (o ekin) kurur. Böylece onu sararmış görürsün.  Sonra onu çerçöp ederı. Bunda, ulü’l-elbab2 (duruşu sağlam olanlar) için bir zikir (hatırlatma) vardır.3

ı “حُطَاماً” sözcüğü, “ezilmiş, parçalanmış, çerçöp olmuş, değersiz, kırıntı, döküntü, toz haline gelmiş kalıntı” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 6 kez geçer: 27:18; 39:21; 56:65; 57:20; 104:4, 5.

2”ulü’l-elbab” ile ilgili açıklama 39:9’da yer alır.

3 Benzer mesajlar: 10:24; 18:45; 57:20

22. Allah’ın, göğsünü (kalbini) İslam’a açtığı kimse, Rabbinden olan bir nur üzerindedir.ı Allah’ın zikrine (vahyine) karşı kalpleri katılaşanlara veyl2 olsun! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

ı Bu cümle iradesini doğrudan yana kullananlarla ilgilidir.

2  Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

23. Allah, hadislerin (sözlerin, haberlerin) ahsen (en iyi, en güzel, en doğru) olanını, müteşabihi (benzeşen iki yolu, yani Cennetin ve Cehennemin yolunu) gösteren Kitabı indirdi.ı Rablerinden huşu (ona derin saygı) duyanların derileri ondan ürperir. Ardından derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (vahye) karşı yumuşar. Allah’ın hidayeti (kılavuzluğu) işte böyledir. Onu, kime irade ederse (kimi layık görürse) ona ihsan eder (gerekenden daha güzeliyle karşılık verir). Allah, kimi de saptırırsa (kimi layık görürse) artık ona hidayet eden (rehber, kılavuz) olmaz.2

ı Müteşâbih, “karşılıklı benzeşen ayetler”, mesânî ise “konuyu, çiftiyle, zıddıyla, karşıtıyla ele alan” demektir. Kur’an’a ait bu iki sıfat bütünüyle Kur’an mesajında yer alır. Bu iki özellik konuları ortaya koymada uygulanan bir üsluptur.

2 Allah’ın saptırdığı bir kimsenin artık hidayete eremeyeceğine dair benzer mesajlar: 7:186; 13:33; 30:29; 39:23, 36; 40:33.

24. O halde kim Kıyamet günü yüzünü kötü azaptan koruyacak?  Zalimlere “kazandıklarınızı tadın!” denir.

25. Onlardan öncekiler de yalanladılar ve azap, onlara beklemedikleri yerden geldi.

26. Allah, onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Eğer biliyor olsalardı!

27. Andolsun ki, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali (benzetmeyi) verdik. Umulur ki öğüt alırlar.

Bu ayet, 17:41, 17:89, 18:54 ve 30:58 ayetlerinde benzer ifadelerle tekrarlanmaktadır.

28. Bir eğrilik (çarpıklık) bulunmayan Arabi bir Kur’an’dır.ı Umulur ki takvalı olurlar.

            1 “عِوَجٍ” (‘ivec), bağlama göre “eğrilik”, “çarpıklık”, “sapkınlık” gibi anlamlar gelir. Bu ifade Kur’an’da 9 kez geçer: 3:99; 7:45, 86; 11:19; 14:3; 18:1; 20:107, 108; 39:28.

2 “عربياً” (arabiyyen) kelimesi Arapça’da “Arapça olarak” anlamına gelebildiği gibi aynı zamanda “anlaşılır olan”, “kusursuz”, mükemmel”, “apaçık olan” veya “fasih (güzel ve akıcı) olan” anlamlarına da gelebilmektedir.

Birçok çeviride söz konusu sözcük “Arapça olarak” şeklinde çevrilmekte ve bu ifade ile Arapça lisanından söz edildiği belirtilmektedir. Her Arapça metin arabiyyen, yani “anlaşılır olan”, “apaçık olan”, “kusursuz”, “mükemmel” veya “fasih (güzel ve akıcı)olmayabilir. Kuran ise arabiyyendir; yani anlaşılırdır, kusursuzdur, apaçıktır ve fasihtir (güzeldir ve akıcıdır). “Arabi” ve “Kur’an” sözcükleri ile ilgili ayrıntılı açıklama 12:2 ayetinde yer alır.

29. Allah, aralarında anlaşamayan ortaklara bağlı bir kimse ile tek bir kişiye bağlı bir adamı misal veriyor. Bu ikisinin durumu eşit (aynı) olur mu?ı Hamd, Allah’dır. Ancak onların çoğu bilmez.

ı Allah’a kul olan ve Kur’an’a uyan bir kişiyle; başka putlara, dini önderlere, mezheplere ve kitaplara uyan bir kişi eşit olur mu?

30. Sen ölüsün/ölümlüsün, onlar da ölüdürler/ölümlüdürler.

Benzer mesajlar: 3:185; 21:35; 29:57.

31. Sonra sizler Kıyamet günü, Rabbinizin yanında çekişeceksiniz1.

1 Hasım kelimesi, Arapça’da “خَاصَمَ” (hasama) şeklinde geçer ve “çekişmek”, “düşmanca davranmak”, “kavga etmek” anlamına gelir. Kur’an’da, hasım kökünden türemiş 18 kelime geçer: 2:204; 3:44; 4:105; 16:4; 22:19 (2 kez); 26:96; 27:45; 36:49, 77; 38:21, 22, 64, 69; 39:31; 43:18, 58; 50:28.

32. Allah’a yalan uydurandan ve kendisine geldiği halde sıdkı yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kâfirler için cehennemde yer mi yok?

Sıdk; doğru sözlü olmak, doğru, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. (6:115; 10:2, 93; 17:80; 26:84; 39:32, 33; 46:16; 54:55 ayetlerinde geçmekte, yaklaşık 150 yerde de isim ve fiil şeklinde geçmektedir. Doğruyu söylemek “adalet”, yalan söylemek ise “zulüm”dür. Yalanın en büyüğü Allah adına uydurulan yalandır.

33. Sıdk (doğruluk, gerçek) ile gelen (elçi) ve onunla tasdik eden (doğrulayan, ona sadakat gösteren) var ya, işte muttakiler (Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınan) onlardır.

34. Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır. Muhsin olanların (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) cezası (karşılığı) işte budur.

35. Allah, onların yaptığı en kötü seyyieleri1 örter ve işledikleri amellerin daha ahseni (güzeli, iyisi) ile de ceza (karşılık) verir.2

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

2 Bu ayetlerde bir müjde verilmektedir; Samimiyetle tevbe edenlerin yani muttakî ve muhsinlerin, Allah’a yönelenlerin yaptığı hataların örtüleceği ve sonrasında gerçekleştirecekleri davranışların en güzeli üzerinden değerlendirilmeye tabi kılınacakları ifade edilmektedir. Benzer mesajlar: 9:121; 16:96, 97; 24:38; 29:7; 46:16.

36. Allah kuluna yetmez mi? Seni O’nun dışındakilerle korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık ona hidayet eden (kılavuz) olmaz.

37. Allah, kimi hidayete de erdirirse, artık onu da saptıracak kimse olmaz. Züntikam olan Aziz (zalimlerden intikam alan mutlak güç ve otorite sahibi) Allah değil midir?

Allah’ın intikam almasıyla ilgili açıklama 3:4’te yer alır.

38. Onlara da “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, “Allah” derler.ı De ki: “Allah’ın dışında kulluk ettiklerinizi düşündünüz mü? Allah bana bir sıkıntı vermek isterse; onlar (putlar), O’nun verdiği sıkıntıyı giderebilir mi? Veya (Allah) bana bir rahmet isterse; onlar, O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?”2 De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler O’na tevekkül ederler (dayanıp güvenirler).”

ı Benzer mesajlar: 10:31; 23:84-89; 29:61, 63; 31:25; 43:9, 87.

2 Benzer mesajlar: 21:42; 33:17; 35:2; 67:20-21, 28.

Tevekkül ile ilgili açıklama 8:2 ayetinde yer alır.

39-40. De ki: “Ey halkım, elinizden geleni yapın. Ben de bana düşeni yapacağım. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kime konacağını yakında anlayacaksınız.

İlk azap dünyadaki, kalıcı olan ise mahşerdeki azaptır. Benzer mesajlar: 11:39,93.

41. Şüphesiz ki sana Kitabı hak (hakikat, amaç) ile Biz indirdik. Bundan dolayı kim hidayeti seçerse o zaman bu kendi yararınadır. Kim de sapmışsa o zaman da kendi zararına sapmış olur. Sen de onların üzerine vekil (sorumlu, gözetici) değilsin.

Nebiler de dahil olmak üzere hiç kimse Allah ile kulu arasına giremez. Kimseye vekalet edemez.

42. Allah, nefisleri ölüm anında vefat ettirir. Ölmeyenleri de uykularında (ruhlarını alıp vefat ettirir).ı Ölümüne hükmettiği kimseleri (ruhları) yanında tutar, ötekilerini de belirlenmiş bir ecele (ölüm zamanına) kadar salıverir. Bunda düşünen bir topluluk için ayetler vardır.

ı Ölüm (mevt) vefat kelimelerin aynı cümle içinde kullanıldığı bu ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Ölüm, bedenin canlılığının son bulmasıdır. Vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. 3:60’ıncı ayette göre ise her gece vefat edilmektedir, ancak bu esnada beden ölü değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.

43. Yoksa onlar, kendilerine Allah’ın dışında1 şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Onlar hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremez iseler de mi?”

1 “مِنْ دُونِ اللّٰهِ” (min dunillâhi) ifadesi, "Allah’tan başka" veya "Allah’ın dışında" anlamlarına gelir.

44. De ki: “Şefaatin tümü Allah’ındır.ı Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”

ı Kişinin kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak aracılar edinmesi şirktir ve eğer tevbe edilmezse, 4:48 ve 116’da da belirtildiği gibi Allah tarafından affedilmeyecek tek günah olarak tanıtılmaktadır. Şefaat ile ilgili açıklama, 2:48 ayetinde yer alır.  🔗

45. Ve yalnızca Allah anıldığı zaman, ahiret ile iman etmeyenlerin kalpleri daralır. O’nun dışında kimseler de zikredildiğinde ise onlar müjdeyle sevinirler.

Herhangi bir putun adı anılmadan Yüce Allah tek başına anıldığında ev sadece Allah’ın sıfatlarından söz edildiğinde, yani “lâ ilâhe illellâh” dendiğinde müşriklerin kalplerinin ürktüğü ifade edilmektedir. Çünkü putlaştırdıkları kişilerin, eğer ahiret varsa kendilerine şefaat edeceklerini ve onların kendilerini Cehennemden kurtaracaklarını sanırlar. Benzer mesajlar: 17:46; 40:12.

46. De ki: “Ey gökleri (evrenleri) ve yeryüzünü (Dünya’yı) yarıp/yaratıp ortaya çıkaran ve gaybı (bilinmeyeni) ve şehadeti (görüleni, idrak edileni) Bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler hakkında Kullarının arasında hüküm verecek olan Sensin.

“gaybı ve şehadeti bilen” ifadesi Kur’an’da 10 yerde (6:73; 9:94, 105; 13:9; 23:92; 32:6; 39:46; 59:22; 62:8; 64:18) geçmektedir.

47. Yeryüzünde olanların tamamı ve bir benzeri daha o zalimlerin olsaydı onu, Kıyamet Gününde o kötü azap için fidye (kurtulmak için bedel) olarak verirlerdi. Hiç hesaba katmadıkları şeyleri, Allah karşılarına çıkaracaktır.

Benzer mesajlar: 2:48, 123; 3:91; 5:36; 6:70; 10:54; 13:18; 57:15; 70:11-14.

48. Kazandıkları kötülükler de (hesap günü) açığa çıktı, kendisi ile alay ettikleri şey de onları kuşattı. (Benzer ayet: 45:33)

49. İnsanın başı derde girdiğinde Bize dua eder.ı Sonra yanımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, ilim (bilgim) sayesinde bana verildi.” der. Bilakis, o bir fitnedir (sınavdır).2 Fakat onların çoğu bilmezler.

ı Benzer mesajlar: 10:12; 16:54; 17:67; 29:65; 30:33; 31:32; 39:8; 42:48.

2 Fitne ile ilgili açıklama 8:25 ayetinde yer alır.

50. Bunu onlardan öncekiler de söyledi, ama kazandıkları şeyler onlara bir yarar sağlamadı.

51. Sonra da kazandıklarının kötülükleri kendilerine isabet etti. Bunlardan zulmedenlere de kazandıklarının kötülüğü isabet edecek, onlar da engel olamayacaklar.

Benzer mesajlar: 6:134; 8:59; 9:2, 3; 10:53; 11:20, 33; 16:46; 24:57; 29:22; 35:44; 42:31; 46:32.

52. Allah’ın, rızkı istediğine serdiğini ve kıstığını bilmiyorlar mı?ı İman eden (inanıp güvenen) bir topluluk için bunda ayetler vardır.

Bu ayet, “bilmiyorlar mı” ifadesi yerine “görmüyorlar mı” ifadesi ile 30:37’de de tekrarlanmaktadır. Benzer mesajlar: 13:26; 17:30; 28:82; 29:62; 34:36,39; 39:52; 42:12

53.  De ki: “Ey kendi nefislerine karşı israf eden1 kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.2 Allah, günahların3 hepsini mağfiret eder. Şüphesiz ki O, gafurur-Râhîm’dir (merhamet edip günahları örtüp bağışlayandır).

1 “إِسْرَاف” (israf) sözcüğü, “haddi aşmak, savurganlık yapmak, aşırıya gitmek” anlamlarına gelir.

2 Bu ayet Yüce Allah’ın merhamet ve bağışlama sıfatlarının engin oluşunu ve O’ndan ümitsiz olmamak gerektiğini içerir. Çünkü hiçbir günah Allah’ın rahmetinden büyük değildir. Yeter ki tevbe edilmiş olsun. Benzer mesajlar: 12:87; 15:56.

Allah’a şirk koşmak ise, günahtan farklı bir kategoridedir; vefat etmeden önce tevbe edilmemişse, şirk bağışlanmayan bir suçtur.

3 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

54. Rabbinize yönelin ve azaba uğramadan önce O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.

Kur’an’sız bir hayat, sahibinin felaketine sebebiyet verir.

55. Farkına varmadığınız bir anda azaba uğratılmadan önce Rabbinizden size indirilenin ahsen olanına (Kur’an’a) uyun.

            Bu ayet bu surenin 17’nci ayetiyle birlikte değerlendirilmelidir.

56. Nefsin, “Allah’a karşı ihmalkar1 davrandığımdan dolayı bana hasretler olsun (vay halime)! Şüphesiz ki ben alay edenlerdendim.” dememesi için.

1 “فَرَّطتُ” (ferrattu) kelimesi, "ihmal etmek", "gerekeni yapmamak” anlamlarına gelen “ف-ر-ط” (fe-re-te) kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş 8 kelime geçer: 6:31, 38, 61; 12:80; 16:62; 18:28; 20:45; 39:56.

2 “Hasreten” ile ilgili açıklama 2:167 ayetinde yer alır.

57. Ya da “Allah beni hidayete (doğruya) erdirseydi takva sahibi olurdum.” dememesi için.

58. Veya azabı gördüğü zaman, “Keşke bir kez daha (dünyaya dönüş) olsaydı. O zaman muhsinlerden (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlardan) olurdum.” dememesi için.

ı “الْكَرَّةُ” (al-karrat) sözcüğü “tekrar” anlamına geldiği gibi “bir şeyin geri verilmesi, yeniden sağlanması” anlamına da gelmektedir. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 2:167; 17:6; 26:102; 39:58; 67:4; 79:12.

59. Bilakis, sana ayetlerim gelmişti, fakat onları yalanladın. Büyüklük tasladın ve kafirlerden (hakkı bildiği halde inkar edenlerden, onun üstünü bilerek örtenlerden) oldun.

Bu ayet, cehennemlik olmada kulun iradesinin belirleyici olduğunun delilidir.

60. Kıyamet Günü, Allah’a karşı yalan uyduranların yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenler için cehennemde yer mi yok!

61. Allah, takva sahiplerini kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz, onlar üzülmezler de.

Bu ayet 19:66-72 ve 92:15-18 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.

62. Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye Vekildir.

Vekil; Her şeyin koruyucusu, yöneticisi, dayanağı ve kefili olan; varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan kontrol altında tutan, rızkını ve hak ettiğini verendir.

63. Göklerin ve yeryüzünün kilitleri (kontrolü) O’nundur. Allah’ın ayetleri ile1 küfreden (hakkı örten) kimseler, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

1 “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’ın ayetlerini” veya “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “Allah’ın ayetleri ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi Kur’an’da 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

64. De ki: “Ey cahiller,1 bana Allah’ın dışındakilere kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?”

1 Çeşitli ayetlerde (2:67; 6:35; 7:199; 11:46; 12:33, 89; 25:63; 28:55; 39:64) geçen el-câhilûne/câhilûne kelimesi “bir şey bilmeyenler” anlamına gelmemektedir. Bağlam nedeniyle buradaki “cahiller” ifadesiyle kastedilenin müşrikler olduğu açıktır.

65. Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: “(Allah’a) ortak koşarsan, amellerin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan (kaybedenlerden) olursun.”

Bu ayet ile, Nebilerin de şirk koşmamaları hususunda uyarılmış oldukları görülmektedir. Bu ayet 6:88 ve 21:29 ile okunmalıdır.

66. Öyleyse sen yalnızca Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol!

67. (Müşrikler), Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet Günü yeryüzünün tümü O’nun tutuşundadır (kontrolündedir)1. Semalar (evrenler) ise O’nun sağ elinde dürülmüştür. O, Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir) ve uludur. Nasıl da ortak koşarlar!”2

1 “قبض” (kabz) sözcüğü, ““yakalamak”, “tutmak”, “sıkıştırmak” ve “kapmak” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 8 kez geçer: 2:245, 283; 9:67; 20:96 (2 kez); 25:46 (2 kez); 39:67; 67:19.

2 Bizim evrenimiz, milyarlarca ışık yılını kapsayan milyarlarca galaksisiyle, milyar trilyon yıldızıyla, sayılamayan desilyonlarca göksel cismiyle yedi evrenin en küçük ve en içte olanıdır. Yedi evrenin bu akıl almaz genişliği Allah’ın avucu içi kadar bir yerdir. O’nun için ufacık bir yerdir. Yüce Allah’ın büyüklüğü işte böyledir.

68. Sûr’a üflenir ve Allah’ın istedikleri hariç, göklerde ve yerde kim varsa bayılacak.ı Sonra bir daha üflenince, bir de bakarsın ki onlar ayağa kalkmış bakınıyorlar.

ı Benzer mesaj: 27:87. Bu iki ayette fesa’ıka ve fefezi’a fiillerinin başındaki fâ/fe edatı ta’kıbiyye anlamındadır ve Sura (boruya) üflenmenin hemen peşinden, göklerdekilerin ve yerdekilerin düşüp bayılacağı bildirilmektedir. 22:1-2’de konuyla ilgili bilgi verilirken, Son Saat’in şiddetinden insanların ne kadar korkunç bir şekilde etkileneceği üzerinde durulmaktadır.

Sur’un (borunun), baygınlıktan korunan bir yaratık tarafından ikinci üflenişi, tüm insanların dirilişine işaret eder; onlar bugünün Dünyasında diriltilecekler. Ardından bu Dünya, Allah’ın fiziksel gelişi ile yıkılacak, sonra yeni bir dünya ve yeni gökler yaratılacaktır (14:48). Ardından bizler gelişim derecemize göre katmanlara ayrılacağız. (Reşat Halife Ek 11’e bakınız)

69. Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandıı. Kitap da kondu. Nebiler ile tanıklar da getirildi. Ve aralarında hak (adalet) ile hüküm verildi.2 Ve onlara zulmedilmez.

ı “شرق” (şark) “doğmak” veya “doğu” anlamındadır. Özellikle güneşin doğması ile ilişkilidir ve “ışık, aydınlanma, güneşin doğuşu” gibi kavramlarla bağlantılıdır. Kur’an’da bu kökten türemiş 16 sözcük geçmektedir: 2:115, 142, 258; 7:137; 15:73; 19:16; 24:25; 26:28, 60; 37:5; 38:18; 39:69; 43:38; 55:17; 70:40; 73:9.

2 “قُضِيَ” (kuḍiye) sözcüğü, “ق-ض-ي” (k-ḍ-y) kökünden gelmektedir ve “hükmedildi, karar verildi, sonuçlandırıldı.” anlamlarına gelir.

70. Her nefse (dünyada) yaptığının karşılığı verilir. O, onların yaptıklarını en iyi Bilendir.

71. Kâfirler, zümreler (gruplar, sınıflar) hâlinde cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında cehennemin kapıları açılır ve bekçileri onlara  derler ki: “Rabbinizin ayetlerini size tilavet eden (okuyup uyan) ve bu buluşma gününüz hakkında sizi uyaran aranızdan resuller gelmedi mi?” “Evet” dediler. Ancak inkârcılar için azap sözü hak oldu.

“kelimetul azab” (azab sözü) ifadesi, Kuran’da 2 defa (39:19, 71) geçmektedir. 

72. Onlara, “İçinde ebedî kalmak üzere Cehennemin kapılarından girin!” denilir. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!

Kibirlenenlerin feci sonlarıyla ilgili benzer mesaj: 40:76.

73. Ve Rablerine karşı takvalı olanlar, zümreler (gruplar, sınıflar) halinde cennete sevk edilirler. Oraya vardıklarında (Cennetin) kapıları açılır.ı Bekçileri onlara “Selam size! Sizler kazandınız. Sürekli kalmak üzere haydi oraya girin!” derler.2

ı Bu ayette kullanılan ve fütihat ifadesinin başındaki vâv harfi “hal/durum” bildiren bir anlam içerdiği için cennetin kapılarının açık hale getirilmiş olacağını, bir anlamda orada herhangi bir sıkışıklığın yaşanmayacağını anlama katmaktadır. Oysa aynı konunun işlendiği 39:71’de cehennemliklerin cehennemin kapılarına getirildiklerinde orada sıkışıklık olacağı ve 25:13’te belirtildiği gibi dar bir yerinden cehenneme atılacakları mesajı söz konusu olduğu için vâv harfi kullanılmadan doğrudan fütihat edilgen fiiline yer verilmektedir.

2 Benzer mesajlar: 13:24; 16:32.

74. Onlar da derler ki: “Hamd, bize verdiği sözde sadık (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan) kalan ve dilediğimiz yerinde yerleşeceğimiz bu Cennet yurduna bizi mirasçı kılan Allah’ındır! Çalışanların (Allah’ın emrettiği amelleri işleyenlerin) ecri (yaptıklarının karşılığı) ne güzelmiş1!”

1 "نِعْمَ" kelimesi de, "güzel" veya "iyi" anlamına gelir. Kur'an'da bu kökten türeyen farklı kelimeler de bulunmaktadır. Örneğin: “نِعْمَ” (ni’me), güzel veya iyi bir durumu ifade eder. “نَعِيم” (nâ’îm), bolluk, mutluluk veya nimet anlamına gelir. “أَنْعَام” (en’âm) ise, “hoş ve faydalı varlıklar” demektir ve insanın bir şekilde yararlandığı tüm hayvanları kapsar. “نِعْمَ” (ni’me) kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 2:271; 3:136, 173; 4:58; 8:40 (2 kez); 13:24; 16:30; 18:31; 22:78 (2 kez); 29:58; 37:75; 38:30, 44; 39:74; 51:48; 77:23.

75. Ve melekleri, arşın (hükümranlık tahtının) çevresini kuşatmış olarak, Rablerinin hamdi (övgü) ile tesbih ettiklerini1 görürsün. Artık onların arasında da hak (adalet) ile hükmedilir ve “Hamd, Âlemlerin Rabbinindir.” denilir.

1 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek" gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe) kökünden türemiştir.

 “تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.

“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek” demektir.

Allah’ı tesbih ederken kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ” (Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.

Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler, dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13; 17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.