54. KAMER SÛRESİ

        Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 37. suredir. Adını, ilk ayette geçen “Kamer” (Ay) kelimesinden alır. Sure 55 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Saat yaklaştı ve Ay yarıldı.

Dünya’nın yaklaşan sonunun bu önemli işareti, insanların Ay’a iniş yaptığı ve yeryüzüne Ay’a ait parçalar getirdiği 1969’da gerçekleşti. Aynı zamanda, Allah’a ait olan Kur’an’ın matematiksel Mucizesi kademeli olarak ortaya çıkıyordu. Gelenekçi Müslimler, onların uygulamalarının yanlışlığını ifşa ettiği için ona karşı çıktılar (Reşat Halife, Ek 25)

Açıklama: Kur’an sıklıkla, Ahiret hakkında geçmiş zamanla konuşur. Bunun nedeni şudur, bunlar Yüce Allah tarafından hâlihazırda şahit olunan gelecekteki olaylardır ve kesinlikle gerçekleşecektir.

2. Ne zaman bir ayet (işaret, delil) görseler yüz çevirirler ve “Bu da sıradan bir büyüdür!” derler.

3. Yalanladılar ve hevâlarına uydular. Her emir (hükmü verilen iş) yerini bulacaktır.

4. Andolsun ki içinde bir haykırışı bulunan haberlerden (felaketlerden) onlara da geldi.

1 “مُزْدَجَرٌۙ” (meczurâtûn) sözcüğü de “haykırış”, “güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر” (z-c-r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 37:2 (2 kez), 19; 54:4, 9; 79:13.

5. Maksadına ulaşanı bir hikmettirı. Ancak uyarılar fayda sağlamıyor.

            ı “بَالِغَةٌ” (baliğatun) sözcüğü bağlama göre farklı şekilde yorumlanabilir, ancak genel olarak “tam etkili” ya da “maksadına ulaşan” gibi anlamlar taşımaktadır.

2 Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

6. Öyleyse onlardan yüz çevir. O gün çağrıcı onları görülmemiş (korkunç) bir şeye çağıracak.

7. Gözleri düşmüş bir haldeı, yayılan çekirgeler gibi (kabirden) çıkarlar.

ı Bu ifadeZillete bürünmüş ve hâkir düşmüş bir şekilde”, “gözleri korkmuş/yılmış bir şekilde, sakınarak” şeklinde de çevrilebilir.

8. Çağrıcıya doğru koşarlarken kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) “Bu çetin bir gün!” derler.

9. Onlardan önce, Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Böylece kulumuzu yalanladılar ve “mecnundur!” dediler ve haykırdıları.

1 “وَٱزْدُجِرَ” (vezducira) sözcüğü de “haykırış”, “güçlü bir ses” gibi anlamlara gelen “ز-ج-ر” (z-c-r) kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 6 kez geçer: 37:2 (2 kez), 19; 54:4, 9; 79:13.

10. Bunun üzerine Rabbine dua etti: “Ben yenildim, yardım et!

11. Biz de boşalan bir sularla göğün kapılarını açtık.

12. Yerden de kaynakları fışkırttık1. Böylece sular takdir edilmiş bir emir (tufan) için birleşti.

1 “فَجَّرَ” (feccere) kelimesi "fışkırtmak" anlamına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 11 kez geçer: 2:60, 74; 17:90, 91 (2 kez); 18:33; 36:34; 54:12; 76:6 (2 kez); 82:3.

13. Onu da tahtalar ve çiviler üzerinde taşıdık.

Nuh’un gemisi “Tahtalar ve çivilerden yapılmış şey” olarak bildirilmektedir. Tevrat’ta ise şöyle yazılıdır: “Gofer ağacından (bir çeşit selvi ağacı) kendine bir gemi yap. İçini dışını ziftle; içeriye kamaralar yap.” (Başlangıç, 6:14)

14. İnkâr edilene (Nuh’a) bir ceza1 (karşılık) olarak, gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.

 1 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

15. Onu da bir ibret olarak bıraktık. İbret alan yok mudur?

İbret olarak bırakılan şeyin tufanın kalıntıları, azap kıssası veya gemi olabileceği belirtilmektedir.

16. Uyarılarım ve azabım nasıl imiş! (Aynı ayet: 16, 21, 30)

17. Biz, Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, artık öğüt alan var mıdır? (Aynı ayet: 17, 22, 32, 40)

18. Ad (kavmi) da yalanladı. Uyarılarım ve azabım nasıl imiş!

19. Felâketlerle dolu bir günde, uğultulu kasırgayı Biz üzerlerine gönderdik.

Yani, felaket birkaç gün devam etmiştir. Ad kavminin helâkı ile ilgili olarak, 41:16’ncı ayette “uğursuz günler” tabiri kullanılmıştır.

20. İnsanları, kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi yıkıyordu.

21. Uyarılarım ve azabım nasıl imiş! (Aynı ayet: 16, 21, 30)

22. Biz, Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, artık öğüt alan var mıdır? (Aynı ayet: 17, 22, 32, 40)

23. Semud uyarıları yalanladı.

24. Ve dediler ki: “Bizden bir beşere mi uyacakmışız? İşte o zaman dalalete ve yakıcı ateşlereı düşeriz.”2

ı “سَعِيرًۭ” (sa’iyrân) sözcüğü “alevli ateş, yakıcı ateş” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 19 kez geçer: 4:10, 55; 17:97; 22:4; 25:11; 31:21; 33:64; 34:12; 35:6; 42:7; 48:13; 54:24, 47; 65:5, 10, 11; 76:4; 81:12; 84:12.

2 İnkârcıların bir insan olan Yüce Allah’ın elçileriyle alay edişleriyle ilgili benzer mesajlar: 11:27; 14:10-11; 17:94; 21:3, 36; 23:24, 33-34, 47; 25:41; 26:154, 186; 36:15; 38:8; 64:6.

25. Zikir (hatırlatıcı olan vahiy), aramızdan ona mı gelmiş? Hayır, o küstah bir yalancıdır.

26. Onlar, küstah yalancının kim olduğunu yarın1 öğrenecekler!

1 “غَدًۭا” (ğâden), “yarın” demektir. Bu kelime Kur’an’da 5 kez geçer: 12:12; 18:23; 31:34; 54:26; 59:18.

27. Biz de fitne (imtihan) olsun diye onlara dişi deveyi gönderdik. “Sen onları gözetle ve sabret (onların yaptıklarına dayan, diren).

28. Ve suyun aralarında paylaştırıldığını onlara haber ver. Sırası gelen içme suyu için hazır bulunsun.”

29. Derken, sahiplerine (kendilerine eşlik, yoldaşlık edene) seslendiler (söylediler, ikna ettiler). O da işe koyuldu ve (deveyi) vahşice katlettiı.

ı “عَقَرَ” (akar) sözcüğü, “kesmek, yaralamak, öldürmek” anlamlarına gelir. “akarû” fiilinin, “hayvanın ayaklarının kesilerek veya kırılarak yere düşürüldükten sonra boğazlanması” anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir.  Bu ifade, Kur’an’da 5 kez geçer. Bunların hepsi de vahşice katledilen deve için kullanılmaktadır: 7:77; 11:65; 26:157; 54:29; 91:14.

Bu ifadelerden, bu devenin bir süre aralarında serbest bir şekilde dolaştığı ve onun su içtiği gün kimsenin su almaya cesaret edemediği anlaşılmaktadır. Ancak bir süre sonra kavmin ileri gelenleri, içlerinden birini kışkırtarak deveyi öldürttüler. Bundan anlaşılıyor ki o topluluk, sorumluluklarından kurtulmak için suçu başkalarına işletiyor. Benzer mesajlar: 7:77; 11:65; 26:157; 91:14.

30. Uyarılarım ve azabım nasıl imiş! (Aynı ayet: 16, 21, 30)

31. Biz de üzerlerine haykırış (çığlık) gönderdik. Ağıldaki saman yığını gibi oldular.

Semud ile ilgili açıklama 11:68’de yer alır.

32. Biz, Kur’an’ı zikretsinler (öğüt alınsınlar) diye kolaylaştırdık, artık öğüt alan var mıdır? (Aynı ayet: 17, 22, 32, 40)

33. Lut’un kavmi de uyarıları yalanladı.

34. Elbette ki onların üzerlerine (taş savuran) bir kasırga gönderdik. Ancak Lut’un ailesi hariç. Onları, seher vaktinde (şehirden uzaklaştırarak) kurtardık;

35. Katımızdan bir nimet olarak. Şükreden kimseye işte böyle ceza (karşılık) veririz.

36. Onları, yakalayışımız hakkında uyarmıştı, fakat onlar uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

37. Ve onun konuklarını ısrarla istediler. Bunun üzerine gözlerini örttük.1 “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!

1 “طَمَسْنَٓا” (tâmasnâ) kelimesi, طَمَسَ” (tâmese) kökünden türemiş ve “sildik”, “yok ettik”, “örttük” anlamlarına gelir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 5 kez geçer: 4:47; 10:88; 36:66; 54:37; 77:8.

Bu olay Tevrat’ta, Tekvin, 19: 1-11’de şöyle anlatılmaktadır: “Kapı önündekilerin hepsini de küçüğünden büyüğüne kör ettiler. Öyle ki kapıyı aramaktan yoruldular.”

38. Ve andolsun ki kalıcı bir azap fecir vaktinde1 onları sabahlattı2.3

1 “بُكْرَةً” (bukretân) kelimesi “بكر” (b-k-r) kökünden türemiştir. Bu kök, “yeni”, “taze”, “gün görmemiş”, “el değmemiş”, “temiz” “saf”, “ilk kez ortaya çıkan” gibi anlamlara gelir. Vakit olarak da fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan süreyi kapsar. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 12 kez geçer: 2:68; 3:41; 19:11, 62; 25:5; 33:42; 40:55; 48:9; 54:38; 56:36; 66:5; 76:25.

2 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime, güneşin doğuşu ile başlayan ve hareketliliğin başladığı sabahın erken saatlerini ifade eden "غُدُوّ" (ğuduv) gibi belirli saatlere değil, sabahın tüm zaman dilimine atıfta bulunur. “بُكْرَة” (bukrâh) kelimesi ise, fecirden (tan vaktinden) güneşin doğumuna kadar olan ve sabahtan önceki vakittir. "صَبَاح" (sabah) kelimesi, Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

3 Bu kıssanın ayrıntıları, 11:77-83 ve 15:15:61-74’te geçmektedir.

39. “Öyleyse azabımı ve uyarılarımı tadın!”

40. Biz, Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, artık öğüt alan var mıdır? (Aynı ayet: 17, 22, 32, 40)

41. Firavunun yandaşlarınaı da uyarıcılar gelmişti.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

42. Onların hepsi ayetlerimiz ileı yalanladılar. Bunun üzerine aziz (yüce, muhteşem) olan güçlü bir yakalayışla onları yakaladık.

1 “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi “ayetlerimiz ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimizi” veya “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde bahsedilen kişi veya toplumların, kendi zihinlerinde tasavvur ettikleri bir Allah anlayışına inanan müşrikler oldukları ve Allah’ın ayetlerini kendilerince delil göstererek, kendilerini uyaran elçilere ve vahye karşı çıktıkları net bir şekilde anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerimiz ile” anlamına gelen “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi Kur’an’da 10 kez geçer: 2:39; 4:56; 5:10, 86; 6:39, 49; 7:36, 40; 54:42; 78:28.

43. Sizin kâfirleriniz, sizden olan ötekilerden hayırlı mıdırlar? Yoksa kitaplarda, sizin için bir beraatı (kurtuluş) mı var?

            ı بَرَٓاءَ(Beraa), hoşlanılmayan şeye yakın olmaktan uzak durmaktır. Bu sözcük türevleriyle birlikte Kur’an’da 31 yerde geçer.بَرَٓاءَة(Beraat) ise; kurtulmak, kurtuluş, kirli işlerden ilişiğini kesmek, uzaklaşmak ve uzak durmak anlamlarına gelir. “بَرَٓاءَةٌ” (Beraatun) sözcük ise, Kur’an’da 2 yerde (9:1, 54:43) geçmektedir.

44. Yoksa, “Biz yenilmez bir topluluğuz” mu diyorlar?

45. O topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.

46. Bilakis, o saat (kıyamet) onların buluşma zamanıdır ve o saat daha dehşetlidir ve acıdır.

47. Mücrimler (azılı suçlular), sapkınlık ve yakıcı ateşler içindedir.

48. O gün yüzüstü ateşe sürüklenecekler. “Sakar ateşinin dokunuşunu tadın!”

Sakar; her şeyi yakan ve geriye bir şey bırakmayan, ancak yine de salmayan ateş anlamına gelmektedir (Bkz: 74:26-29)

49. Şüphesiz ki Biz her şeyi bir kadere göre yarattık.

Kader, aynı zamanda Yüce Allah’ın kâdir ve kudretini temsil eden bir sıfattır. Yani, dünyada hiçbir olay tesadüf değildir. Her şey bir takdire bağlıdır ve her şey başlar, gelişir ve son bulur. Allah’ın tayin ettiği vakit geldiğinde, hiç kimse onun sonunu durduramaz ve o vakti ileri veya geri almaya kimsenin gücü yetmez. Benzer mesaj: 55:7.

50. Buyruğumuz (hükmümüz) da göz kırpması gibi bir anlıktır.

Benzer mesaj: 16:77.

51. Sizin benzerlerinizi de helak ettik. Öğüt alan yok mu?

52. Yapıp ettikleri her şey de kitaplardadır,

53. Ve küçük ve büyük, her şey yazılmıştır.

Benzer mesajlar: 3:181; 4:81; 10:21; 17:13; 18:49; 19:79; 21:94; 36:12; 43:80; 45:29; 50:18; 82:10-12; 86:4

54. Takva sahipleri, cennetlerde ve nehirlerdedir.

55. Kudretli Melik’in yanında, sıdk makamındalar.

Sıdk; doğru sözlü olmak, doğru, dürüst ve güvenilir olmak; vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. Bir benzeri de 10:2’de geçen “mak’ad-i sıdkın” tamlaması da “büyük itibar gören yüksek bir makam”, “doğruluk, sadakat makamı”, gibi anlamlar içermektedir.