28. KASAS SÛRESİ

            Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 49. suredir. 85 numaralı ayetin ise, Medine’ye hicret esnasında indirildiği rivayet edilir. Adını, 25’inci ayette geçen “kasas” (kıssa) kelimesinden alan sure 88 ayettir.

 

Rahmânir-Râhiym (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Tâ, Sîn, Mîm.

 “Ta Ha, Ta Sin Mim ve Ta Sin” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan dört (20, 26, 27 ve 28’inci) surede; 107 tane “Ta”, 426 tane “Ha”, 290 tane Sin” ve 944 tane de “Mim” harfi var. Bunların toplamı 1767’dir ve bu sayı 19’un tam 93 katıdır.

Huruf-u Mukatâ ile ilgili açıklama 2:1 ayetinde yer alır.

2. Bunlar (Ta, Sin, Mim), mübin (apaçık, anlaşılır) Kitabın ayetleridir (kanıtlarıdır).

            Bu iki ayet, aynı sözcüklerle 26:1 ve 2’de de tekrarlanmaktadır.

3. İman eden bir topluluk için Musa ile firavunun haberinden bir kısmını sana hak (hakikat) ile tilavet etmekteyiz (okuyup takip etmekteyiz).

4. Şüphesiz ki firavun, kendini yerde yüceltti1. Ehlini (ülkesinin halkını) da fırkalara ayırıp onlardan bir sınıfı eziyordu. Onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise utandırıyordu2. Çünkü o fesatçılardandı (bozgunculardandı).

1 “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

2 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü "haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.

5. Biz ise, o yerde ezilip baskı altında tutulanlara lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları varisler kılmak istedik.

Benzer mesajlar: 7:129, 137; 14:14; 21:105; 24:55.

6. Onları da yeryüzünde mekinı kılalım, firavuna ve Haman’a ve ikisinin ordusuna da sakındıkları şeyi gösterelim.2

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

2 Kur’an’da Eski Mısır hakkında verilen bilgilerin bazıları yakın zamana kadar gizli kalmış bazı tarihsel gerçekleri açığa çıkarmaktadır. Haman figürü de bunlardan biridir.

Haman, Kur’an’ın 6 ayetinde, firavunun en yakın adamlarından biri olarak zikredilir. 19’uncu yüzyılda Mısır hiyeroglifleri çözülene dek Haman’ın kim olduğu ve ne iş yaptığı bilinmiyordu.

            Oysa Tevrat’ta, Musa’nın hayatını anlatan bölümde, Haman’ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi Eski Ahit’in sonraki bölümlerinde, Musa’dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudilere zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmekteydi. Bu nedenle Kur’an hakkında akıl dışı yorumlarda bulunan bazı gayrimüslimlerin iddialarının dayanaksız olduğu bir Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, eski Mısır yazıtlarında “Haman” isminin bulunmasıyla ortaya çıktı.

Fransız bilgin Maurice Bucaille ise, Haman ismine eski Mısır şahıs adları arasında tam olarak rastlandığını bildirmektedir. Bucaille, Molse et Pharaon isimli eserinde bu konuda özetle şunları söyler: “Kur’an’daki bu ismin mahiyetini araştırmanın en iyi yolu, eski Mısır konusunda uzman birine sormaktı. Bu uzman aynı zamanda klasik Arapçayı da bilmeliydi. Fransız Mısır bilimcilerden biri bu şartları taşımaktaydı. Kur’an’ da yazıldığı şekliyle aynen kopyaladığını Haman kelimesini bu uzmana gösterdim ve ona bu kelimenin, tarihi M.S. 7’nci yüzyıla kadar geriye giden bir dokümanın eski Mısır’daki bir şahısla ilgili cümlesinden alındığını anlattım. O bana, böyle bir durumda, bu kelimeyi bir hiyeroglif ismin başka bir dilde yazılmış şekli olarak görmek gerektiğini, fakat bunun mümkün olamayacağını, çünkü o dönemde hiyeroglifin tamamen unutulduğunu söyledi. Görüşünü teyit ettirmek için, “Yeni Krallık Döneminde Şahıs İsimleri” isimli eserine bakmamı tavsiye etti ve daha önce yazdığı ismin hiyeroglifini Almanca yazım şekliyle birlikte orada bulabileceğimi söyledi. Uzmanın tahmin ettiklerinin hepsini orada buldum; daha da önemlisi, Haman’ın mesleği ile ilgili şu ifadeleri görünce şaşkına döndüm: ‘Taş ocaklarındaki işçilerin şefi.’ Bu, firavunun Kur’an’daki sözlerinin neredeyse aynısı ‘idi. (Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Kur’an’ın Tartışmalı Konuları, s:32)

7. Musa’nın annesine, “Onu emzir. Onun için endişelenirsen, onu su kütlesine1 bırak. Ve korkma ve üzülme! Biz, onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden yapacağız.” diye vahyettik.2

1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.

2 Bu ayetler (7-13), 20:38-40 ayetleriyle okunmalıdır. Tevrat’a göre Musa’nın annesi, Levi kabilesinden Yokebed’dir (Çıkış, 2:1, 6:16-20, 7:7, 15:20; Sayılar, 26:59; I. Tarihler, 23:12-14).

8. Firavunun yandaşları1 onu (bebeği) kendileri için bir düşman ve keder kaynağı edindiler. Firavun, Haman ve askerleri suçlu2 idiler.

1 “اٰل” (âl) ifadesi bir kişinin “ailesi, halkı, takipçileri, yandaşları, onun yolunu benimseyenler” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 25 kez geçer: 2:49, 50, 248 (2 kez); 3:11, 33 (2 kez); 4:54; 7:130, 141; 8:52, 54 (2 kez); 12:6; 14:6; 15:59, 61; 19:6; 27:56; 28:8; 34:13; 40:28, 46; 54:34, 41.

2 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)

9. Firavunun karısı: “Bana ve sana göz aydınlığı olsun. Onu katletmeyin, belki bize faydası dokunur ya da onu evlat edinirizı.” dedi. Onlar, işin şuurunda değillerdi.

ı “belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz” ifadesi 12:21 ayetinde Yusuf’u satın alan Aziz’in de dilinden de dökülmüştür.

Musa, nehirden alınınca firavunun hanımı olan Âsiye bunu göz aydınlığı vesilesi edinmişti. Yüce Allah 66:11’de Asiye’yi müminlere örnek göstererek, onun sağlam duruşunun örnek alınması gerektiğine dikkat çekmektedir. O iman ederek, firavun ve kavminin yaptıklarından kendisini ayırmıştır. Ve onlardan ayrı bir yol izlediğinden dolayı firavunun karısı olmasına rağmen iman etmiş ve Musa’ya iman ettiği için işkence edilerek şehit edilmiştir. Allah da O’nu Cennetine layık kılmıştır.

10. Ve Musa’nın annesi fuadı1 boşalmış2 olarak sabahladı.3 Biz, sözümüze güvenenlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik az kalsın durumu açığa vuracaktı.

1 ‘Fuad’ (idrak etme, algılama, düşünme, akıl yürütme, gönül) ile ilgili açıklama 6:110 ayetinde yer alır.

            2 “فَرَغَ” (fereğ) sözcüğü “boşalmak”, “boşaltmak” ve “işi bitirmek” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 2:250; 7:126; 18:96; 28:10; 55:31; 94:7.

3 “Musa’nın annesinin aklı başından gitti.”

11. (Annesi, Musa’nın) kız kardeşine “Onun izini takip et!” dedi. O da uzaktan onu gözetledi. Onlar (firavun ailesi) farkına varmadı.

12. Biz, onun, sütannelerinin sütünü emmemesini sağladık. Bunun üzerine (Musa’nın ablası): “Size, onun bakımını üstlenecek ve onu iyi yetiştirecek bir aile göstereyim mi?” dedi.

13. Böylece (annesinin) gözü aydın olsun ve üzülmesin ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik, ama çokları bilmez.

14. Ve yetişkinlik çağına gelince, kendisine hikmetı ve ilim verdik. Biz, muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) işte böyle cezalandırırız (yaptıklarının karşılığını veririz).

ı Arapça “h-k-m” kökünden türeyen “Hikmet” kavramı, köken itibarı ile İbranice “חָכְמָ֤ה” hokhmah ya da Süryanice “hekhmeth” sözcüğünden geldiği ve sonradan Arapçaya “الحكمة” hikma şeklinde geçtiği düşünülmektedir. Hikmet; “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak, kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik” anlamlarına gelir.

15. (Musa bir gün) ahalisinin haberi olmadığı bir sırada şehre girdi ve biri kendi tarafından (İbrani), diğeri de düşman olan taraftan (Mısırlı) olan (öldüresiye) kavga eden iki kişi gördü. Kendi tarafından olan, diğerine karşı ondan yardım istedi. Musa, ona bir yumruk attı ve işini bitirdi (ölümüne neden oldu). Dedi ki: “Bu şeytanın (aldatanın, saptıranın) işindendir. O, apaçık saptırıcı bir düşmandır.”

16. “Rabbim, kendime zulmettim, beni bağışla.” dedi ve (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz ki O, gafurur-Râhîm’dir (merhamet edip günahları örtüp bağışlayandır).

17. “Rabbim, bana verdiğin nimet sayesinde, bundan böyle asla mücrimlere (azılı suçlu ve günahkarlara) arka çıkmayacağım.” dedi.

18. Korku içinde etrafı kollayarak şehirde sabahladı1. Bir de baktı ki dün yardım isteyen kişi yine feryat ederek yardım istiyor. Musa, “Sen apaçık bir azgınsın.” dedi.2

1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

2 Musa’nın bu sözü, kendi yakını bile olsa, birisinin hatasını fark edince artık onun yanında yer almamak gerektiğinin göstergesidir.

19. Her ikisinin de düşmanı olanı (İbraniyi) yakalamak istediği zaman da (İbrani adamı) ona, “Ey Musa! Dün bir canı katlettiğin gibi, şimdi de beni mi katletmek istiyorsun? Sen yeryüzünde bir cebbar (zorba, istediğini güç kullanarak yapan) olmak istiyorsun ve ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.” dedi.

20. Şehrin diğer tarafından bir adam koşarak geldi ve “Ey Musa! yöneticiler senin katletmen ile ilgili görüşme yapıyorlar. Bunun için (buradan) çık. Ben sana nasihat edenlerdenim.” dedi.

21. Bunun (Musa) üzerine korku içinde, “Rabbim, beni zalimler topluluğundan koru” diyerek oradan ayrıldı.

22. Ve Medyen tarafına yöneldiğinde, “Umarım Rabbim bana bir çıkış yolu gösterir.” dedi.

Benzer mesajlar: 26:62; 29:26; 37:99; 43:27.

Musa Nebi’nin adam öldürmesi ve Medyen’e doğru yola çıkması, Tevrat’ta (Çıkış, 2:11-15) ve İncil’de (Elçilerin İşleri 7:24-29) de anlatılmaktadır.

23. Medyen suyuna vardığında, orada hayvanlarını sulamakta olan bir grup insan gördü. Onların gerisinde de (hayvanlarını) sudan engelleyen iki kadın vardı. Onlara: “İhtiyacınız olan nedir?” dedi. “Çobanlar (suyun başından) ayrılıncayaı kadar (sürüyü) sulayamayız. Babamız da çok ihtiyardır.” dediler.

ı “يَصْدُرُ” (yasduru) sözcüğü, “Çıkmak, hareket etmek, dönmek, bir yerden ayrılmak” gibi fiziksel hareketlerle ilgili bir anlam içermektedir. Bu sözcük Kur’an’da 2 kez geçer: 28:23; 99:6.

24. Bunun üzerine ikisi için hayvanları suladı, sonra gölgeye çekildi ve “Rabbim, bana hayır olarak indireceğin her şeye muhtacım.” dedi.

25. Derken, iki kızdan biri utangaç1 bir yürüyüşle geldi: “Babam, bizim yerimize sulamanın cezasını2 vermek için seni çağırıyor.” dedi. Ona gelip kıssasını anlattığı zaman da “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun.” dedi.

1 “ح-ي-ي” (hâ-yâ-yâ) kelime kökü "haya" yani “utanma”, “çekinme” anlamına gelir. “يَسْتَحْيُونَ” ifadesi de “utandırıyorlar” demektir. Bu kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 2:26, 49; 7:127, 141; 14:6; 28:4, 25; 33:53 (2 kez); 40:25.

2 “جزَاءُ” (cezâ) kelimesi “bedel” ve “karşılık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime hem olumlu hem de olumsuz anlam taşıdığı için, bağlama göre "yaptırım", "zarar" ya da "ödül" anlamında kullanılabilir. Cezâ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 117 kez geçer.

26. Kızlardan biri de dedi ki “Babacığım, onu ecir ile tut. Çünkü o, ecir ile tuttuklarının en hayırlısıdır; güçlüdür, güvenilirdir.”

27. (Babası) dedi ki: “Şüphesiz ki ben, sekiz hac dönemine1 karşılık (ecir, ücret) olarak bu iki kızımın birini sana nikahlamak istiyorum. Ve eğer ona (10 kanıta, süreye) tamamlarsan o zaman sendendir. Sana da zorluk çıkarmak istemem. İnşallah (Allah isterse) beni salihlerden (dürüst ve erdemli) bulacaksın.”2

1 Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir. Buradaki "حِجَجٍ” (hicec) kelimesinin de "hac dönemi" veya “bayram” anlamında kullanıldığı kanaatindeyiz “حِجَجٍ” (hicec) kelimesi, Kuran’da sadece bu ayette geçmektedir.

Huruf-u mukatta (başlangıç harfleri) ile oluşturulmuş olan Kur’an’daki matematiksel sayı sistemi doğrultusunda bu ayette “سنو” (sene) kelimesi yerine “حِجَجٍ” (hicec) “hac/bayram zamanı” sözcüğünün kullanıldığı kanaati oluşmaktadır. Çünkü “حِجَجٍ” (hicec) sözcüğü yerine “sene” sözcüğü kullanılmış olsaydı, ‘Ta Sin Mim’ Başlangıç harfleri ile başlayan bu suredeki “sin” harfi 1 fazla olacaktı.

2 Musa’yı yıllarca yanında çalıştıran ve sonra kızlarından biriyle evlendiren kişinin, Yetro’dur. Tevrat’ta kendisinden “Medyenli kohen (din adamı) olarak söz edilmektedir. Kur’an’da ise onun adından söz edilmemektedir. Musa’nın, Medyen’de çalışması ve evlenmesi, Tevrat’ta (Çıkış 2:16-21) da anlatılmaktadır.

28. “Bu (anlaşma) benim ve senin arandadır. Bu iki süreden hangisini tamamlarsam tamamlıyayım bana düşmanlık (kırgınlık) olmayacak. Söylediklerimize de Allah vekildir.1” dedi.

1 “Söylediklerimize Allah vekildir” (İşi Allah’a havale ediyorum) ifadesi, asırlar önce Yakup Nebi söylenmişti (Bkz: 12:66).

29. Musa, o süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıktığı zaman da Tur’un1 yanında bir ateş gördü.2 Ailesine, “Bir süre (burada) kalın.3 Şüphesiz ki ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir haber getiririm yad da yaklaşmanız4 için ateşten bir kor getiririm.”5 dedi.

1 “Tur” sözcüğü ile ilgili açıklama 2:63 ayetinde yer alır.

2 Musa ailesiyle birlikte muhtemelen Mısır’a doğru yola çıkmıştı. Çünkü 33’üncü ayette de belirtildiği üzere; Musa elçilik görevi ile Mısır’a gönderildiğinde “onlardan bir kişiyi öldürdüğünü, bu nedenle de öldürülmekten korktuğunu” söylemektedir. Buradaki dağın Sînâ Dağı olduğunun delili 23:20 ve 95:2’dir.

3 “مُكْثٍ” (muksin) sözcüğü, bir yerde “uzun süre kalmak” veya “bir süre boyunca bulunmak” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 7 kez geçer: 13:17; 17:106; 18:3; 20:10; 27:22; 28:29; 43:77.

            4 “تَصْطَلُون” (testâlûn) sözcüğü, “yaslanmak”, “yakın olmak”, “yaklaşmak” veya “temas etmek” gibi anlamlarına gelen “ص-ل-ي” (s-l-y) kökünün türemiştir ve “yaklaşırsınız” veya “yaslanırsınız” şeklinde çevrilebilir. Bu ifade, Kur'an'da 25 kez geçer: 4:10, 30, 56, 115; 14:29; 17:18; 19:70; 27:7; 28:29; 36:64; 37:163; 38:56, 59; 52:16; 56:94; 58:8; 69:31; 74:26; 82:15; 83:16; 84:12; 87:12; 88:4; 92:15; 111:3.

5 Benzer mesajlar: 20:10; 27:7.

30. Oraya yaklaştığı zaman da vadinin sağ yamacındaki1 ağacın bulunduğu mübarek (kutsal, kutsanmış, mukaddes, bereketli) yerden şöyle seslenildi “Ey Musa! Ben, alemlerin Rabbi olan Allah’ım! (Ben, canlı-cansız tüm varlıkların Efendisi/Yöneticisi/Sahibi En Yüce olan Yüceyim!)2

1 Ona, Tur’un (Sina Dağı’nın) sağ yamacından seslenmiş, özel bir konuşma için yaklaştırmıştık. (19:52)

            2 Musa’nın bir ateş görmesi ve Allah’ın ona seslenmesi, Tevrat’ta (Çıkış, 3:2-6) ve İncil’de (Elçilerin İşleri 7:31-34) de anlatılmaktadır.

31. “Ve asanı at!” Onun yılan gibi hareket ettiğini gördüğü zaman da arkasına bakmadan geri dönüp kaçtı.  (Ona şöyle söylenildi), “Ey Musa! Geri dön, korkma! Artık sen güvende olanlardansın.”

Benzer mesajlar: 20:20, 27:10 ve 28:31.

Ancak 7:107 ve 26:32’nci ayetlerde belirtildiği gibi; Musa, firavun ve halkının önünde sihirbazlara meydan okuyunca, Yüce Allah, asayı, sihirbazların hepsinin sihrini yutan bir ejderhaya dönüştürmüş.

32. Elini göğsüne (koynuna)ı sok, kusursuz beyaz olarak çıkar. Telaşlanma, kanatlarını (kollarını) indir ve kendine çek. İşte bunlar, firavun ve onun melelerine (ileri gelenlere) göstereceğin Rabbinden iki burhandır (kesin kanıt, delil). Onlar, fasık (Allah’ın emirlerinden sapan, itaat etmeyen) bir topluluktur.

ı Ceyb: göğüs, yaka, cep, koyun (göğüs bölgesi), sine, bağır, oyuk, gerdanlık gibi anlamları da vardır. “ceyb” sözcüğü 27:12 ve 28:32 ayetlerindeki “Elini göğsüne (koynuna) sok!” buyruğunda da geçer. Kelimenin çoğulu “Cüyub” sözcüğü de 24:31 ayetinde “cuyubihinne” (göğüslerini, bağırlarını, gerdanlık kısmını) şeklinde geçmektedir.

33. Dedi ki: “Rabbim, onlardan birisini katlettim. Onların da beni katletmelerinden korkuyorum.

34. Ve kardeşim Harun, o benden daha güzel konuşur. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak, benimle birlikte gönder. Onların beni yalanlamalarından korkuyorum.”

Musa’nın, kardeşinin vezîr olarak görevlendirilme isteği 26:13’te ona nebilik verilmesi şeklinde yer almakta, dolayısıyla risalet görevinin ona da verilmesinin arzu edildiği anlamı elde edilmektedir. Benzer mesajlar: 20:29-30; 25:35; 26:13.

Musa Nebi’nin iyi konuşamadığını söylemesi, Tevrat, Çıkış, 4:10-15 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Musa, dedi ki: ‘Aman ya Rab! Kulun olan ben, geçmişte de benimle konuşmaya başladığından bu yana da iyi bir konuşmacı olmadım. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim. Ne olur, benim yerime başkasını gönder.’ Rab, Musa’ya öfkelendi: ‘Ağabeyin Harun iyi konuşur. Onunla konuş; ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacağım ve ne yapacağınızı size öğreteceğim.”

35. “Senin gücünü kardeşinle arttıracağız ve ikinizi de sultan (güçlü delili olan, yetkili) kılacağız. Onlar, ayetlerimizden (delillerimizden) dolayı size asla dokunamayacaklar. İkiniz ve size uyanlar galip geleceksiniz.” dedi.

36. Musa onlara apaçık ayetlerimizle geldiği zaman da “Bu, uydurulmuş bir sihirden başka bir şey değildir, önceki atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik.” dediler.

Bu yaklaşımın bir benzeri, 23:24’te Nuh’un kavmi tarafından da dile getirilmişti. Benzer bir tepkiyi Mekkeli müşriklerin de Muhammed’e gösterdiği 38:7’de belirtilmektedir.

37. Musa dedi ki: “Rabbim, kendisinin katından kimin hidayet getirdiğini ve bu yurdun akıbetinin1 kime ait olacağını çok iyi bilendir.” Zalimler iflah olmazlar (kurtuluşa, saadete ermezler).

1 Bu ifadeye 13:24 ayetindeki ifadeden dolayı, “Güzel, mutlu son… Övülmeye değer son. Hem dünyada hem de ahirette güzel, övgüye değer, hayırlı son. Cennet” şeklinde anlamlar verilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 6 defa (6:135; 13:22, 24, 42; 28:37) geçmektedir.

38. Firavun dedi ki: “Ey yöneticiler! Sizin için Benim dışımda ilah (yüce olan) bilmedim.1 O halde ey Haman, benim için bir ateş yak, çamur için (tuğla imalatı için). Böylece bana bir kule yap ki belki Musa’nın ilahına çıkarım. Şüphesiz ki ben, onun (Musa’nın) yalancılardan olduğunu sanıyorum.”

1 Firavun, 79:24’te “Ben, sizin en yüce rabbinizim!” iddiasında bulunmakla kalmamış, aynı zamanda tek ilahın kendisi olduğunu da ilan etmektedir.

39. O ve ordusu yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini zannettiler.

40. Bunun üzerine onu ve askerlerini yakaladık ve onları su kütlesinin1 içinde terk ettik2. Böylece zalimlerin akıbeti nasıl olmuş, bir bak!

1 “الْيَمِّ” (âl-yemm) sözcüğü özellikle büyük su kütlelerini ifade etmek için kullanılır. Bu ifade Kur’an’da 8 kez geçer: 7:136; 20:39 (2 kez), 78, 97; 28:7, 40; 51:40.

            2 “نَبَذْنَاهُمْ” (nebeznahum) sözcüğü, “onları attık, onları fırlattık, onları terk ettik” anlamlarına gelir.

41. Ve onları, ateşe çağıran imamlar (öncüler) yaptıkı ve Kıyamet Günü onlara yardım edilmez.

ı Firavunun izinden giden bu kişilerin “imamlar” kılınması onların zalimlikte elebaşılar olduğunu göstermektedir. Yüce Allah bu kişileri kendilerinden sonra gelenler için ibretlik tipler olarak insanlığın karşısına çıkardığını ifade etmektedir.

42. Ve bu dünyada arkalarına bir lanet taktık ve Kıyamet Günü ise onlar kabahatli olanlardan olacaklar.

43. Evvelki nesilleri (Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb’ın halklarını) yok ettikten sonra, Musa’ya, belki onlar zikrederler (düşünüp öğüt alırlar) diye basiretler, hidayet (kılavuz) ve rahmet olarak Kitabı verdik.

Basiret; gerçeğin ortaya çıkmasını, yani hak ile batılın, hidayet ile dalaletin, hayır ile şerrin, doğru ile yanlışın açıklığa kavuşmasını sağlayan şey; bilgi, kesinlik, delil, kanıt, kalp gözüdür.

Tevrat, Musa’nın kitabı da dâhil olmak üzere İsrailoğullarına gönderilen nebilerin tamamına vahyedilen ayetlerin bütünüdür. Tevrat ile ilgili açıklamalar 2:41 ayetinde yer alır.

44. Musa’ya emri (görevi) verdiğimiz sırada sen, batı tarafında bulunmuyordun ve (o olaya) tanık olanlardan da değildin.

Ayette geçen cânibi’l-ğarbiyy tamlaması Mukaddes Vâdî’nin, yani Musa’nın vahiy aldığı vadinin batı yakası için kullanılmaktadır.

45. Ama şüphesiz ki Bizler nice nesiller inşa ettik. Böylece üzerlerinden uzun zaman geçti ve Medyen halkı arasında kalan da onlara ayetlerimizi tilavet eden (okuyup uyan) de sen değildin. Ama şüphesiz ki elçi gönderenler Biz idik.

Yüce Allah geçmiş nesilleri yaratmış, onlara nebiler ve ilahi prensipler göndermiş, hayat kıssaları hakkındaki bilgileri de muhataplara kendisi vermiştir. O bildirmeden bu tür bilgilere ve detaylara ulaşmak kesinlikle mümkün değildir.

46. (Musa’ya) seslendiğimiz zaman, Tur’un (Sina Dağı’nın) yanında da değildin. Ancak senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarasın ve doğru hidayete ersinler2 diye Rabbinden gelen bir rahmet olarak (seni gönderdik). Belki öğüt alırlar.

“Tur” sözcüğü ile ilgili açıklama 2:63 ayetinde yer alır.

47. Kendi ellerinin yapıp önden sundukları nedeniyle onlara bir musibet isabet ettiğinde “Rabbimiz, bize bir resul gönderseydin de ayetlerine uysaydık ve müminlerden olsaydık.” demesinler diye.

Benzer mesajlar: 6:156-157; 20:134.

48. Fakat katımızdan onlara hak (hakikat) geldiği zaman da “Musa’ya verilenin (mucizenin) benzeri ona da verilseydi ya!” dediler. Daha önce Musa’ya verilenleri de inkâr etmediler mi? “Bunlar, birbirine destekleyen iki sihirdir (büyüdür).” dedilerı ve “Biz hepsini inkâr edenleriz.” dediler.

ı Mekke müşriklerinin, Tora ile Kur’an’ın birbirini destekleyen iki büyü olarak gördükleri anlaşılmaktadır.

49. De ki: “Doğru söyleyenlerdenseniz, Allah’ın katından, o ikisinden (Tevrat ve Kur’an’dan) daha iyi hidayet (kılavuzluk) eden bir kitap getirin de ben de ona uyayım.”

Bir resulün tâbi olabileceği prensip sadece ve sadece Yüce Allah’tan gelen kitapla sınırlıdır. Öyleyse günümüzde de insanlar, din adına peşinden gidecekleri şeyi doğru belirlemeli, sıhhatinden emin olunamayacak insan kaynaklı bilgileri, görüşleri ve yaklaşımları din diye kabul ederek Yüce Allah’a kulluk yapılabileceğini sanmamalıdırlar. Dolayısıyla Muhammed’e tâbi olmak, onun da tâbi olmak zorunda olduğu Kur’an’a tâbi olmaktır.

50. Sana icabet etmezlerse1 bil ki onlar hevalarına (arzu ve isteklerine) uyuyorlar. Allah tarafından bir hidayet kaynağı (rehber) olmadan, kendi hevasına uyandan daha sapkın kim olabilir ki! Allah zalimler topluluğunu hidayete (doğru yola) ulaştırmaz.

            1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

51. Ve zikrederler (öğüt alırlar) diye, onlara Sözü (vahyi) ardı ardına ulaştırdık.

52. Kendilerine daha önce kitap verdiğim kimseler, onlar bununla iman ederler.

53. Onlara tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) de “Ona iman ettik. O, Rabbimizden gelen bir haktır (gerçektir). Biz daha önce de teslim olanlardandık (Müslimlerdendik).” derler.

Benzer mesajlar: 2:121; 3:113-115, 199; 5:82-84, 6:114; 7:159; 17:107-109; 28:52-55; 29:47; 57:28-29.

54. İşte onlara (Kur’an’a iman eden Ehl-i Kitap’a), sabretmeleri (kararlılık göstermeleri, zorluklara dayanmaya çabalamaları) nedeniyle ecirleri (yaptıklarının karşılığı) iki defa verilecektir. Onlar kötülüğü, ahseni (en güzeli, en iyisi) ile savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.

Benzer mesajlar: 10:41; 25:63, 72; 42:15; 109:6.

55. Onlar, boş ve çirkin söz işittiklerinde oradan uzaklaşırlar ve “Bizim amellerimiz (işlerimiz) bizim, sizin amelleriniz de sizindir. Size selâm olsun. Bizim cahillik edenleri aramayız (onlarla işimiz olmaz).” derler.

56. Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah istediğini hidayete erdirir ve O, hidayete erecek olanları en iyi Bilendir.

57. Ve dediler ki: “Eğer seninle hidayete (Kur’an’a, vahye) tabi olsak, yerimizden (yurdumuzdan) atılırız (kaçırılırız).” Onlar için saygı duyulan kutlu yeri (Mekke’yi) mekinı kılmadık mı?2 Oraya katımızdan bir rızık olarak her türlü ürün (meyve) toplanıp getirilir. Fakat onların çoğu bilmezler.

ı “مَك۪ينٍ” sözcüğü, Arapça’da “yüce”, “itibarlı, saygın”, “güçlü bir konuma sahip” ve “egemen” anlamlarına gelir.

2 Benzer mesaj: 29:67.

58. Ve geçimlikleriyle1 şımarmış beldelerin nicesini helak ettik. İşte şunlar onların meskenleridir. Onlardan sonra oralarda oturulmadı ve biz varisler olduk (hepsi bize kaldı).

            1 Bu sözcük, “عَاشَ” (‘âşe)” kökünden türemiştir ve “geçimlik”, “geçim kaynağı” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da, bu kökten türemiş 8 sözcük geçmektedir: 7:10; 15:20; 20:124; 28:58; 43:32; 69:21; 78:11; 101:7.

59. Ve Rabbin, kendilerine ayetlerimizi tilavet eden (okuyup uyan) bir resulü şehirlerin ana merkezlerine gönderinceye kadar o şehirleri helak edici değildir. Biz, halkı zalim olmadan şehirleri helak edici de değiliz.

(Bu ayet 6:131, 8:33 ve 11:117’nci ayetle birlikte okunmalıdır.)

60. Size verilen şeyler, dünya hayatının metaıdır1 ve süsüdür. Allah katında olanlar ise hayırlı ve kalıcı olandır. O halde aklınızı kullanmıyor musunuz?

1 “المتعة” (metâ), faydalanılan şey; yani eş, mal, ürün, sermaye vb  anlamlara gelmektedir.

61. Kendisine güzel bir vaat (söz) verdiğimiz ve Onunla buluşacak olan kimse, dünya hayatının metaı ile faydalandırdığımız, sonra da Kıyamet Günü (hesap için) hazır tutulacak kimse gibi midir?

62. O gün (Allah) onlara seslenerek der ki: “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede!” (Aynı ayet: 28:74)

63. Hüküm, aleyhlerine gerçekleşmiş olanlar şöyle diyecekler: “Rabbimiz, şunlar saptırdığımız kişilerdir. Azdığımız gibi onları da azdırdık. (Artık onlardan) Sana (doğru) uzaklaşıyoruz. Sadece bize kulluk (hizmet) ediyor değillerdi.”

Benzer mesajlar: 10:28-29; 14:22; 16:86; 19:82; 25:18-19; 29:25; 30:13; 34:41; 35:14; 46:6

64. Onlara: “Ortaklarınızı çağırın.” denildi. Onlar da çağırdılar. Ancak karşılık alamadılar ve azapla karşı karşıya kaldılar. Keşke hidayete erselerdi (doğru yolu seçselerdi).

65. O gün onlara seslenerek der ki: “Resullere nasıl karşılık1 vermiştiniz?”

1 “icabet” “ج-ب-ب" (c, b, b) kökünden türemiştir ve  bir davete veya çağrıya “cevap vermek” veya “karşılık vermek” demektir. Bu kökten türemiş ifadeler Kur’an’da 43 yerde geçer: 2:186 (2 kez); 3:172, 195; 5:109; 6:36; 7:82, 194; 8:9, 24; 10:89; 11:14, 61; 12:34; 13:14, 18 (2 kez); 14:22, 44; 17:52; 18:52; 21:76, 84, 88, 90; 27:56, 62; 28:50, 64, 65; 29:24, 29; 35:14; 37:75; 40:60; 42:16, 26, 38, 47; 46:5, 31, 32.

66. O gün bütün haberler (bahaneler) onlara kör olmuşturı (mazeret bulamayacaklar) ve birbirlerine soramayacaklar (danışamayacaklar).

ı Kur’an’da sadece bu ayette geçen ‘amiyet fiili “kapanmak”, “kör olmak”, “körleştirilmek” demektir. el-Enbâ’ kelimesi ise bir önceki ayette soruya konu olan “nebilere ne cevap verdikleri”yle ilgili “bahaneler” olmalıdır; çünkü bağlam bunu gerektirmektedir. Ayrıca bu kelime eğer “haberler” anlamına alınacaksa kastedilen inkârcılara mahşerde iyi haberler gelmemesidir.

67. Tevbe eden ve iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlerin de felaha (kurtuluşa, saadete) erenlerden olması umulur.

68. Rabbin, istediğini yaratır ve seçer. Seçim (hakkı) onların değildir. Allah, Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir) ve onların ortak koştuklarından Yücedir.

69. Ve Rabbin, onların göğüslerinin sakladığını1 da bilir ve açığa vurduğunu da.2

            1 “كِنَّ” (kinne) sözcüğü, “saklamak”, “perdelemek” anlamlarına gelir. Bu söz Kur’an’da 12 kez geçer: 2:235; 6:25; 16:81; 17:46; 18:57; 27:74; 28:69; 37:49; 41:5; 52:24; 56:23, 78.

2 Benzer mesajlar: 2:77; 3:5; 6:3; 11:5; 14:38; 16:19, 23; 20:7; 21:4; 24:29; 27:25, 74; 36:76; 64:4; 87:7.

70. O, Allah’tır ve Kendisinin dışında ilah (Yüce olan) yoktur. İlkinde (bu hayatta) de ahirinde (sonunda, ahirette) de hamd (övgü) O’nundur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.

71. De ki: “Gördünüz mü? Eğer Allah, Kıyamet Gününe kadar geceyi sizin için devamlı kılsa, Allah’ın dışında size ışık verecek ilah kimdir? Yine de işitmiyor musunuz?”

72. De ki: “Gördünüz mü? Eğer Allah Kıyamet Gününe kadar gündüzü sizin için devamlı kılsa, Allah’ın dışında size içinde sükunet bulacağınız geceyi verecek ilah kimdir? Yine de görmüyor musunuz?”

73. Kendisinin fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) aramanız için ve rahmetinden sizin için geceyi var etti. Onda sükunet bulasınız diye de gündüzü (var etti). Umulur ki şükredersiniz.

            ı Benzer mesajlar: 10:67; 27:86; 28:71-73.

74. O gün onlara seslenerek der ki: “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede!” (Aynı ayet: 28:62)

75. Tüm ümmetlerden de bir tanık çıkarırız ve “Burhanınızı (delilinizi, kılavuzunuzu) getirin.” deriz. Artık onlar, hakkın (gerçeğin, hakikatin) Allah’ın olduğunu öğrenecekler, uydurdukları şeyler de onlardan sapıp gidecek.

76. Karun, Musa’nın kavmindendi, fakat onlara karşı azgınlaştı. Ona da öyle servet1 vermiştik ki, anahtarlarını taşımak güçlü bir topluluğa ağır gelirdi. Kavmi ona demişti ki, “Sakın şımarma! Şüphesiz ki Allah, şımaranları sevmez.”

1 “كَنْزٌ” (kenz) sözcüğü “hazine, servet, zenginlik” anlamlarına gelir. Bu sözcük, Kur’an’da 9 kez geçer: 9:34, 35 (2 kez); 11:12; 18:82 (2 kez); 25:8; 26:58; 28:76.

77. Allah’ın sana bahşettiğiyle de ahiret yurdunu kazanmaya çalış, dünyadan da nasibini unutma. Allah, sana nasıl hasenatta (iyilikte, güzellikte) bulunduysa, sen de öyle hasenatta bulun ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Allah, bozgunculuk yapanları sevmez!”

78. “Bu (servet) bana, ancak sahip olduğum bilgi sayesinde verilmiştir.” dedi. Ondan önce, kendisinden daha büyük bir güce ve sayıca daha büyük nesilleri Allah’ın helak ettiğini bilmez mi? Mücrimlerin kendilerine günahları1 sorulmaz.2

1 “ذَنْبٌ” (zenb) sözcüğü, “bir şeyin sonu” veya “arka tarafı” anlamlarına gelir. Deyimsel olarak, birinin sorumlu tutulabileceği ve karşılığında ceza ya da pişmanlık duyacağı eylemleri ifade eder ve "suç", "sorumluluk", "günah" gibi anlamlara gelebilir. Ancak dini bağlamda en yaygın çevirisi "günah" şeklindedir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’an’da 38 yerde geçer: 3:11, 16, 31, 135 (2), 147, 193; 5:18, 49; 6:6; 7:100; 8:52, 54; 9:102; 12:29, 97; 14:10; 17:17; 25:58; 26:14; 28:78; 29:40; 33:71; 39:53; 40:3, 21, 55; 46:31; 47:19; 48:2; 51;59 (2); 55:39; 61:12; 67:11; 71:4; 81:9; 91:14.

2 Bu ayet 18:105 ve 55:39 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Buradaki amaç, bu gibilerin hayır adına herhangi bir değere sahip olmadıklarına dikkat çekmektir.

79. Bir gün, ziynetli (süslü, gösterişli) bir şekilde halkının yanına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke1 Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilmiş olsaydı. Şüphesiz ki o, âzîm (muazzam) kısmetli2 biri.” dediler.

1 Türkçe’ye “keşke” olarak çevrilen “لَيْتَ” (leyte) sözcüğü, umut ve temenni bildiren bir ifadedir ve Kur’an’da 15 ayette geçmektedir. Bu sözcük, genellikle pişmanlık (4:73; 6:27; 18:42; 25:28; 28:79; 33:66; 43:38; 69:25, 27; 78:40; 89:24), istek (19:23; 25:27) ve temenni (36:26) anlamlarında kullanılmıştır.

2 “حَظٍّ” (hâzzi) sözcüğü, “Pay, nasip, şans, kısmet” anlamlarına gelir. Bu ifade Kur’an’da 6 kez geçer: 3:176; 4:11, 176; 5:13, 14; 28:79; 43:35.

80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Veyl1 olsun size! İman edip salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere Allah’ın vereceği sevap2 daha hayırlıdır, ona da ancak sabredenlerden ulaşır.” dediler.

Veyl, kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı, felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun” ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2; 18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27; 39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.

2 “ثَوَاب” (sevab) sözcüğü, “karşılık, ödül, mükafat” anlamlarına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 11 ayette 15 kez geçer: 2:103; 3:145 (2 kez), 148 (2 kez), 195 (2 kez); 4:134 (2 kez); 18:31, 44, 46; 19:76; 28:80; 83:36.

81. Biz de onu ve evini yerin dibine geçirdik de Allah’ın dışında ona yardım edecek bir topluluğu da olmadı, kendini kurtarabilenlerden de olmadı.

82. Dün, onun yerinde olmayı temenni eden kimseler de sabah vakti1 dediler ki “Gördünüz mü, demek ki Allah, kullarından istediğine rızkı genişletiyor, istediğine de kısıyor. Allah bize lütfu olmasaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Gördünüz mü, demek ki inkar edenler felah (kurtuluş, saadet) bulmazmış.”

1 "صَبَاح" (sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden geniş bir terimdir. Bu kelime Kur’an’da 41 kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94; 15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37; 30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21; 74:34; 81:18; 100:3.

Bu ayetlerde özellikle 80’inci ayette de belirtildiği üzere Yüce Allah’tan “hayır” istenmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Dahası, hayırlısını isteyenler aslında bütünü bilen Allah’ın bilgisine göre istekte bulunmuş olurlar. Parçayı bilip görenler 17:11’de belirtildiği gibi hayır adına şerri de istemiş olabilirler. O nedenle “parçayı” bilip görene değil, “bütünü” bilip görene teslim olmak, hayır ve şerrin nelerden oluştuğuna Yüce Allah’tan gelen bilgiye göre karar vermek gerekir.

“Gördünüz mü, demek ki” anlamına gelen “Veykeenne” sözcüğü Kur’an’da sadece bu ayette (2 kez) geçmektedir.

83. İşte ahiret yurdu! Onu, yeryüzünde yücelmekı istemeyen ve bozgunculuk yapmayan kimseler için ayırdık. Akıbet de muttakilerindir (Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınandır).

ı “yüce, yüksek” gibi anlamlara gelen “عَلِي” (aliy) sözcüğünden türemiş olan “تَعْلُو” (ta’luv) sözcüğü “kendini yüceltmek, kendini yüksek görmek” anlamlarına gelir. Allah dışındaki varlıklar için kullanılmış olan bu ifade Kur’an’da 12 yerde geçer: 3:139; 10:83; 17:4, 7; 23:46, 91; 27:14, 31; 28:4, 83; 44:19, 31.

84. Kim bir hasene (iyilik) ile gelirse; ona, ondan daha hayırlısı vardır. Kim de bir seyyie1 getirirse; kötülük yapanlar, yaptıklarından başkasıyla ceza (karşılık) almazlar.

1 Bu sözcük, “سُوء” (sû’) kökünden türetilmiştir. Kök anlamı da “kötü”, “zarar”, “rahatsızlık”, “kötülük”, “çirkinlik” demektir.Aynı kökten türetilmiş olan “سَيِّـَٔا” (seyyie) sözcüğü ise, genellikle bir kötü eylem veya yasaklanmış bir davranışı ifade eder.

85. Kur’an’ı sana farz kılan (Allah), elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Kimin hidayetle geldiğini, kimin de apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu Rabbim daha iyi bilir.”

86.  Sen de bu Kitabın sana ulaştırılacağını umuyor değildin. Ancak bu Rabbinden bir rahmettir. O hâlde, kâfirlere arka çıkma!

87. Allah’ın ayetleri sana indirildikten sonra da sakın seni ondan alıkoymasınlar. Rabbine davet et ve müşriklerden olma!

Sadece Yüce Allah’a davetle ilgili benzer mesajlar: 3:193; 10:25; 12:108; 13:36; 14:1; 16:125; 22:67; 33:46; 41:33; 72:20.

88. Allah’ın dışında başka bir ilaha da dua etme (başka bir ilahtan istekte bulunma). O’nun dışında ilah yoktur. Her şey helak olacak; illa (ancak, yalnız, sadece) Onun yüzü.... Hükümı, O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.

ı Hikmet sözcüğü ile aynı kökten türemiş olan “hüküm” sözcüğü de bir konuda lehte ve aleyhte hikmetle karar vermek demektir.