Sure, Mekke döneminde inmiştir ve nüzul sırasına göre 2.
suredir. Adını, birinci ayette geçen ve
üzerine yemin edilen 'kalem' kelimesinden alır. Sure 52 ayettir.
Kur’an’daki 19 sayı temelli
mucize ile ilgili olarak bu surede yer alan hususlar:
* Başlangıç Harflerinden biri olan “Nun” harfi ile başlayan tek
suredir. Bu surede 133 tane “nun” harfi var ve bu sayı 19’un tam 7
katıdır.
* Sure, Başlangıç Harfleri ile başlayan son suredir. Başında ‘Başlangıç
Harfleri’ bulunan 29 surenin numaralarının toplamı: 2+3+7+...+50+68=822 ve
822+14 (14 başlangıç seti) 836 (19x44) eder.
* Başlangıç Harfleri bulunan surelerin numarası ile ayet numaraları
toplandığında 2432 (19x128) sayısı elde edilir.
* Bu surede yer alan “nun” harflerinin toplamı 19
sisteminin tam katı olsun diye; 68:48 ayette, Yunus Nebiden söz edilirken,
kendisine ‘nun’ harfi içeren “Yunus” ismi yerine, ‘nun’ harfi içermeyen “sahibil
hut” (balık sahibi) kelimeleri kullanılır.
* Başlangıç Harfleri ilk olarak 2. surede, son olarak ise 68.
surede geçmektedir. Bu iki ayet arasında toplam 5263 (19x277) ayet
bulunmaktadır.
* Başlangıç Harfleriyle başlayan ilk sure olan 2. sure ile son sure olan
68. sure arasında, 29 sure 'Başlangıç Harfleri' ile başlarken, 38 (19x2) sure
ise bu harflerle başlamamaktadır.
* 2’nci sure ile 68’inci suredeki Başlangıç Harfleri arasında bulunan
ayetlerde toplam 2641 (19x139) defa ‘Allah’ ismi geçiyor.
* 2’nci sure ile 68’inci sure dışında kalan surelerde ise 57 (19x3) defa ‘Allah’
ismi geçiyor.
Not: Başlangıç Harfleri bulunan surelerin
sonuncusu olan bu surede 'Allah' lafzı hiç geçmez.
Rahmânir-Râhiym
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Nun.
Ve1 kaleme2 (andolsun)
ve yazdıklarına3
1 “وَ”
(ve) bağlacı (harf-i atıf), Kur’an’da bağlaç olarak veya yemin için kullanılan
bir ifadedir. Bu nedenle, bu ayetteki ‘وَ’ (ve) bağlacı, bağlamına göre
cümleye yemin anlamı kazandırarak “andolsun” şeklinde tercüme
edilebilir. Bu bağlaç, ayetin vurgulamak istediği hakikate dikkat çekmek için
yemin anlamı taşır.
2 “القلم”
(kalem) sözcüğü, Arapça’da sadece bir yazma aleti değil, aynı zamanda ilahi
bilgi, ilham, yaratma gücü ve kader gibi derin anlamları da içeren çok yönlü
bir kavramdır.
3 “Yasturûn” sözcüğü,
“yazmak”, “kaydetmek” veya daha geniş anlamıyla “yazgılarını yazmak” anlamlarına
gelir.
2. Rabbinin
nimeti sayesinde sen mecnun1
değilsin.
1 “مَجْنُونٍۚ”
(mecnun) sözcüğü, “deli, çıldırmış ve cinlenmiş” gibi manalara gelmektedir.
3. Şüphesiz
ki senin için de kesintisiz bir ecir1 vardır.
1 “أُجُورَ” (ecir) kelimesi, genellikle olumlu bir anlam taşır
ve bir hizmetin veya çabanın sonucunda verilen karşılık (ücret, para, mal, ödül
vb.) olarak değerlendirilir. Ecir kelimesi türevleriyle
birlikte Kur’an’da 108 kez geçer.
4. Ve
şüphesiz ki sen âzîmı bir ahlak üzeresin.
1
“عَظ۪يمٍ” (‘âzîm) kelimesi “büyük, muazzam, kudretli,
değerli, muhteşem” gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin büyüklüğünü,
kudretini veya önemini vurgulamak için kullanılır. Bu nedenle bağlamına göre
farklı şekillerde çevrilebilir. Örneğin, Allah için kullanıldığında “Yüce”, “Büyük”
veya “Azamet sahibi”; insan için kullanıldığında “değerli”, “saygın” veya “kıymetli”;
bir olay için kullanıldığında “muazzam”, “muhteşem” veya “önemli”; cehennem
veya azap için kullanıldığında ise “dehşet verici” “korkunç” veya “şiddetli”
şeklinde çevrilmesi uygun olabilir.
5. O
halde göreceksin. Onlar da görüyorlar,
6. Hanginiz
meftun1 olmuş!
1 “مَفْتُونُ”
(meftun) sözcüğü, “fitneye düşmüş, ayartılmış ve büyülenmiş” anlamlarına
gelir.
7. Şüphesiz
ki Rabbin, O, yolundan
sapanları en iyi Bilendir. O, hidayete erenleri de en iyi Bilendir.1
1 Bu ayet, 16:125 ayetinde de aynı ifadelerle yer
alır.
8.
Öyleyse, yalanlayanlara itaat etme!
9. (Kafirler) Yağcılık1
yapmanı (taviz vermeni) arzularlar2. O zaman onlar
da yağcılık yaparlar.
1 “دَهن”
(dehn), “yağ demektir. Bu sözcük Kur’an’da 5 kez geçer: 23:30; 55:37; 56:81;
68:9 (2 kez).
2 Bu kelime "وَدَّ" (vav-dal-dal) kökünden türemiştir ve “sevgi”,
“istemek”, “arzulamak” gibi anlamlar taşır. Bu kökten türemiş kelimeler
Kur’an’da 29 kez geçer: 2:96, 105, 109, 266; 3:30, 69, 118; 4:42, 73, 89, 102;
5:82; 8:7; 11:90; 15:2; 19:96; 29:25; 30:21; 33:20; 42:23; 58:22; 60:1 (2 kez),
2, 7; 68:9; 70:11; 71:23; 85:14.
10. Ve
sakın yemin edip duran o adilere1 itaat
etme;
1 “مَه۪ين” (mehin) kelimesi “basit”, “değersiz”, “hor”,
“hakir”, “önemsiz” demektir. Kur’an’da 4 kez geçer: 38:8; 43:52; 68:10; 77:20.
11.
Söz taşıyarak fesatlık yapanlara,
1 “هَمَّازٍ”
(hemmaz) sözcüğü “dedikoducu, kötüleyen, fitne çıkaran ve fesatlık eden” anlamlarına gelir. Bu ifade
23:97, 68:11 ve 104:1 ayetlerinde yer alır.
12. Hayra
engel olan, saldırgan esiymlere1,
1 “İsm” terimi, insanın ruhunu kirleten ve cehenneme götürebilecek,
Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceyi tanımlamak için
kullanılır. Bunu fiilleri sürekli işleyenlere de “âsiym” denilmektedir. “âsiym”
ifadesi, Kur’an’da 10 kez geçer: 2:276, 283; 4:107; 5:106; 26:222; 44:44; 45:7;
68:12; 76:24; 83:12.
13. Zorbalara,
bunların da ötesinde zeniymlere1 (kişilere
itaat etme),2
1 “زَنِيمٍ”
(zeniym) sözcüğü Kur’an’da sadece bu ayette geçmektedir ve “şerefsiz,
hayâsız, yalancı, dolandırıcı ve soysuz” gibi anlamlar verilmiştir.
2 Birbirinin
devamı olan ve Türkçeye göre devrik bir şekilde yazılmış olan 10-13 ayetleri
birleştirildiğinde ifade şu şekilde olmaktadır: “Zorbalara, bunun da
ötesinde soysuz olan, hayra engel olan, saldırgan, günahkar olan ve yemin edip
duran o adilere sakın itaat etme!”
14. Malı
ve oğulları var diye.
15. Ona
ayetlerimiz tilavet edildiği (okunup uyulduğu) zaman der ki: “Öncekilerin
masallarıdır.”1
1 Bu
ayet, 83:13’te de tekrarlanmaktadır. Benzer ifadeler: 6:25; 8:31; 16:24; 23:83;
25:5; 27:68; 46:17.
16. Onun
hortumuna1 işaret bırakacağız2.
1 “خرطم”
(hortum) sözcüğü Arapça’da filin su içmek veya nesneleri tutmak için
kullandığı uzun ve esnek organı ve su veya başka sıvıları taşımak için
kullanılan uzun ve esnek boruyu ifade etmek için kullanılmaktadır.
2 “مُتَوَسِّم۪ينَ”
(mutevessimîn) kelimesi, “işaretlemek, bir iz bırakmak, tanımak” gibi anlamlara
gelen “و-س-م” (v-s-m) kökünden türemiştir ve “derin sezgiyle bakmaya
gayret edenler, anlamaya gayret edenler, dikkatle gözlemlemeye çabalayanlar” anlamlarına
gelir. Aynı kökten türemiş sözcükler, Kur’an’da 2 yerde geçer: 15:75; 68:16.
17. Elbette
ki bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi bunlara da bela verdik (sınadık).
(O bahçe sahipleri) sabahladıklarında1 ürünleri hasat
edeceklerine dair yemin etmişlerdi.
1 "صَبَاح"
(sabah), günün doğumuyla başlayan ve sabahın genel zaman dilimini ifade eden
geniş bir terimdir. "صَبَاح" (sabah) kelimesi, Kur’an’da 41
kez geçer: 3:103; 5:30, 31, 52, 53, 102; 6:96; 7:78, 91; 11:67, 81 (2 kez), 94;
15:66, 83; 18:40, 41, 42, 45; 22:63; 23:40; 26:157; 28:10, 18, 82; 29:37;
30:17; 37:137, 177; 41:23; 46:25; 49:6, 54:38; 61:14; 67:30; 68:17, 20, 21;
74:34; 81:18; 100:3.
18. İstisna
da yapmıyorlardı1.
1
Bu ifade “başka bir ihtimale de yer bırakmıyorlardı.” şeklinde
de yorumlanabilir. Allah’ın,
izin ve iradesini de hiç hesaba katmıyorlardı.
19. Fakat
onlar uykudayken, Rabbinden bir taife onları kuşatıverdi1.
1 Ayette
geçen “طائف” (taife) kelimesi, bir şeyi saran, kuşatan veya
çevreleyen anlamına gelir.
20. Böylece
(bahçeleri) biçilmiş1 bir durumda olarak sabahladı.
1 “كَالصَّر۪يمِ”
“kesilmiş, biçilmiş, hasat edilmiş, simsiyah olmuş, harabe bir duruma gelmiş” anlamlarına
gelir.
21. Ve
sabahlayınca birbirlerine seslendiler:
22. “Mahsulü
biçecekseniz, ekinlerinize1 erkenden gidin!”
1 Ayette
hars (tarla) kelimesinin geçmesi, bahçelerin içerisinde tarlaların bulunduğunu
belirtmek için olabilir.
23. Derken
yola koyuldular. Onlar, aralarında da fısıldaşıyorlardı:
24. “Bugün
aranıza hiçbir miskin1 sakın size sokulmasın.”
2 Miskin: Temel ihtiyaçlarını
(beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken
kişi. Bu kelime Kur’an’da 25 kez geçer: 2:61, 83, 177, 184, 215;
3:112; 4:8, 36; 5:89, 95; 8:41; 9:60; 17:26; 18:79; 24:22; 30:38; 58:4; 59:7;
68:24; 69:34; 74:44; 76:8; 88:18; 90:16; 107:3.
Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta
zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir. Bu
kelime Kur’an’da 15 kez geçer: 2:268, 271, 273; 3:181; 4:6, 135; 9:60; 22:28;
24:32; 28:24; 35:15; 47:38; 59:8; 72:25.
25. Kararlı
bir şekilde de erkenden (bahçelerine) vardılar.
26. O
halde onu (bahçelerini) gördüklerinde dediler ki: “Şüphesiz ki delaletteyiz
(yolu şaşırmışız)!
27. Bilakis,
bizler mahrum (yoksun) bırakılanlarız!”1
1 Bu
ayet, 56:67’de de tekrarlanmaktadır.
28. Vasat
olanları1 dedi ki: “Size, (Allah’ı) tesbih2
etmeniz gerekmez miydi? demedim mi?”
1 Geleneksel
tefsirlerde “vasat” kelimesi genellikle “orta, ortalama” olarak yorumlanmakta
ve bununla da genellikle “ortancaları” kastedildiği belirtilmektedir.
Ancak, “وسط” (vesat)
kelimesi, aslında “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait kısmı” ya da “orta”
anlamına gelir. Bu kelime, Arapça’da bazen “hayırlı, yararlı, üstün” gibi daha
geniş anlamlarda da kullanılır. Bu nedenle, “وُسْطٰى” (vusta) kelimesi
sadece “orta” değil, aynı zamanda “en üstün, en yararlı ve en hayırlı”
anlamlarını da içerebilir. Kur’an’da “وسط” (vest) sözcüğünden türemiş 5 sözcük
geçmektedir: 2:143, 238; 5:89; 68:28; 100:5.
2 Bu kelime, "yüzmek”, “uzaklaşmak” ve “yüceltmek"
gibi anlamlara gelen “س-ب-ح” (sīn-be-ḥe)
kökünden türemiştir.
“تَسْبِيح” (tesbih) ifadesi, yüceltmek veya tenzih
etmek (her türlü eksiklikten uzak tutmak) anlamına gelir.
“Allah’ı tesbih etmek” ise, “Allah’ın kusursuz, eşsiz ve her türlü
noksanlıktan uzak olduğunu bilerek O’nu yüceltmek ve O’na saygı göstermek”
demektir.
Allah’ı tesbih ederken
kullanılan “سُبْحَانَ اللّٰهُ”
(Sûbhânallah) ifadesi de, “Allah, her türlü eksiklikten ve kusurdan
münezzehtir (uzaktır) ve yücedir” anlamına gelir.
Kur'an'da, evrendeki tüm varlıkların (melekler,
dağlar, kuşlar, yıldızlar, vb.) da Allah’ı tesbih ettiği belirtilir: 13:13;
17:44; 24:41; 40:7; 41:38; 42:5; 55:6. Bu nedenle “tesbih etmeyi”, sadece
tesbih çekmeye indirgemek bidat ve hurafedir.
29. “Rabbimiz
Sûbhân’dır (her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve
yücedir). Şüphesiz ki zalimlermişiz!” dediler.
30. Ve
birbirlerini kınamaya başladılar.
31. Dediler
ki: “Bize veyl1 olsun! Bizler tuğyanlık2
yapanlar imişiz.
1 Veyl,
kelimesi Arapça’da “وَ-يْ-ل” (ve-ye-le) kökünden türemiş
bir kelimedir. Bu kelime, sözlük itibariyle “azap, sıkıntı, keder, acı,
felaket, hüzün, yazık, eyvah ve küçük düşürme” anlamlarına gelir. “Veyl olsun”
ifadesi de “Azap olsun! Yazıklar olsun! Vay haline! ve Helak olsun!” anlamlarına
gelir. Bu sözcük Kur’an’da 39 kez geçer: 2:79 (2 kez); 5:31; 11:72; 14:2;
18:49; 19:37; 20:61; 21:14, 18, 46, 97; 25:28; 28:80; 36:52; 37:20; 38:27;
39:22; 41:6; 43;65; 45:7; 46:17, 51:60; 52:11; 68:31; 77:15, 19, 24, 28, 34,
37, 40, 45, 47, 49; 83:1, 10; 104:1; 107:4.
2 Tuğyanlık yapmak; haddi aşmak, zulmetmek, azmak,
taşkınlık çıkarmak, isyan etmek” anlamlarına gelir.
32. Belki Rabbimiz bizim için ondan hayırlısıyla onu değiştirir.
Şüphesiz ki bizler Rabbimize yönelenleriz1.”
1 “فَارْغَبْ”
(fārğab) kelimesi, “iste” veya “arzu et” anlamına gelir. Bu fiil, “رَغَبَ”
(rağaba) kökünden türetilmiştir ve genellikle bir şeyin peşinden koşmak, bir
şeyi istemek veya ona yönelmek anlamında kullanılır.
33. Azap
işte böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Eğer biliyor olsalardı!
34. Muttakiler1
için
Rablerinin yanında Naim Cennetleri vardır.
1 “وَقَى” (vekâ) sözcüğü, “korumak”,
“muhafaza etmek” anlamına gelen bir fiil köküdür. Bu kökten türeyen birçok
kelime, korunma ve sakınma anlamlarıyla ilişkilidir. “تقوى” (takvâ)
kelimesi de aynı kökten gelir ve "Allah'a karşı gelmekten sakınmak",
"kendini koruma altına almak" anlamında kullanılır.
35. Müslimleri
(teslim olanları) mücrimlerle (azılı suçlularla) bir tutar mıyız?
36. Size
ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
37. Yoksa
bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz?
38.
İçinde dilediğiniz şeyler olan bir kitap.
39. Yoksa
size “Ne hüküm verirseniz öyle olacak!”
şeklinde Kıyam Gününe kadar geçerli olan bir sözümüz mü var?
40. Onlara
sor bakalım: “Onlardan hangisi buna kefildir?”
41. Yoksa
onların ortakları mı var? Eğer sadıklardan (doğrulukta
sebat eden, güvenilir olanlardan) iseler haydi
ortaklarını getirsinler!1
1 “Araya
koydukları aracıları getirsinler de onlara sorsunlar bakalım!” Benzer mesajlar: 35:40; 42:21; 9:31; 6:112-116,
145-150.
42. Bacaklarının
sıvanacağı1 o gün de secdeye çağrılacaklar, ancak buna güçleri yetmeyecek.
1 Bu
bir deyimdir ve işlerin zorlaşacağı anlamına gelmektedir.
43. Bakışları
korku içinde, onları bir zillet1
sarar.2 Halbuki onlar selamet (dünyada
güven) içinde iken secdeye davet ediliyorlardı.
1 “الذُّلِّ”
(zûll), zillet durumunu, yani aşağılanma, itibarsızlık, zayıflık, boyun eğme
veya acizlik durumunu ifade eder. Kur’an’da bu kökten türemiş 24 kelime geçer:
2:61, 71; 3:26, 112, 123; 5:54; 7:152; 10:26, 27; 16:69; 17:24, 111; 20:134;
27:34, 37; 36:72; 42:45; 58:20; 63:8; 67:15; 68:43; 70:44; 76:14 (2 kez)
2 “Bu
sözcük, “zorlamak”, “baskı yapmak”, “zorlamak”, “bürümek”, “sarmak”
anlamlarına gelen “رَهَقَ” (rehekâ) kökünden türetilmiştir. Bu
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 10 kez geçer: 10:26, 27; 18:73, 80; 68:43; 70:44; 72:6, 13; 74:17;
80:41.
44. Bu
hadisi (sözü, haberi) kim yalanlıyorsa onu Bana bırak!1
Onları bilemedikleri bir yerden yavaş yavaş yaklaştıracağız2.
1 Benzer
mesajlar: 73:11; 74:11.
2 “سَنَسْتَدْرِجُهُم” (senestedricuhum) sözcüğü “yapacağız”
veya “edeceğiz” demektir ve Kur’an’da 2 kez geçer: 2:182; 68:44.
45. Onlara süre de veriyorum. Şüphesiz ki planım1 metindir (güçlüdür, sağlamdır).2
1 “كَيْد” (keyd) sözcüğü, Arapça’da genellikle “plan, komplo,
hile ve tuzak” anlamlarına gelir.
2 Bu ayet, 7:183 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
46. Yoksa
onlardan bir ecir (karşılık) istiyorsun da ağır bir borç altına mı girdiler?1
1 Burada
zahiren muhatap elçi ise de aslında onun muhalifleri olan asilerdir. Onlara dolaylı
olarak “Allah’ın resulü sizden bir karşılık mı istiyor ki bu kadar karşı
geliyorsunuz” diye sorulmaktadır.
47. Yoksa
gayb (bilinmeyen) onların
yanında da onu mu yazıyorlar?1
1 Bu
ikinci soruda yine zahiren muhatap Allah’ın Resulüdür; ancak hakikatte söz
muhalifleredir. Bundan anlaşılan şudur: Yani, siz perdenin arkasını mı gördünüz
ki, buna dayanarak göndermiş olduğumuz bu Resulün bizim tarafımızdan tayin
edilmediğini ve O’nun size beyan ettiği gerçeklerin yanlış olduğunu ileri
sürerek şiddetle yalanlamaktasınız.
46
ve 47’nci ayetler, aynı sözcüklerle 52:40 ve 41 ayetlerinde de
tekrarlanmaktadır.
48. Artık
Rabbinin hükmü için sabret ve balık sahibi (Yunus)1
gibi olma. O, boğazı düğümlenmiş (üzülmüş, kederlenmiş) bir halde (Rabbine)
seslenmişti.2
1 “صحب” (sahib); dost, kafadar, arkadaşlık etmek, yoldaşlık etmek ve
eşlik etmek anlamlarına gelir. “Balık sahibi” de “balığa
eşlik, yoldaşlık eden” anlamına gelmektedir.
“sahibil hut” ifadesi, Kur’an’da kod görevi gören ‘Başlangıç Harflerinden biri olan ve
bu surenin ilk ayetinde bulunan “nun” harfi ile bağlantılıdır. Yunus
Nebiden söz edilirken, kendisine ‘nun’ harfi içeren “Yunus” ismi yerine, ‘nun’
harfi içermeyen “sahibil hut” (balık sahibi) ifadesi kullanılarak “nun”
harflerinin sayısı Kur’an’daki 19 sayı temelli sisteme uygun hale getirilmiş. “sahibil hut” (balık
sahibi) ifadesi Kur’an’da başka bir yerde de geçmemektedir.
2 Muhammed’e,
Allah’ın kesin emri gelene kadar sabretmesi söylenilmiş ve Yunus gibi olmaması
tembihlenmiştir. Yunus ve kavmi ile ilgili açıklamalar 10:98 ayetinde yer alır.
49. Eğer
Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, kınanmış bir halde açık bir araziye
(çıplak bir sahile) atılırdı.
50. Ve
Rabbi onu seçti ve onu salihlerden (dürüst ve erdemli
kullarından) kıldı.1
1 Benzer
mesajlar: 21:87; 37:139-142.
51. Kâfir
(bilerek gerçeği
örten, gizleyen) kimseler zikr’i duyduklarında, seni kaydıracakmış1
(küçük düşürecekmiş, zarar verecekmiş) gibi bakarlar ve “O mecnundur!” derler.2
1 “زلق” (zelâk) kelimesi “kaymak”, “kayarak düşmek”
anlamına gelir. Bu sözcük Kur’an’da 2
kez geçer: 18:40; 68:51.
2 Kafirlerin
bu hali 17:73-77’de de belirtilmektedir.
52. Halbuki
o, âlemler
için bir zikirden (hatırlatmadan) başka bir şey değildir.1
1 Önyargılardan
arınıp tarafsız bir gözle Kur’an’ı inceleyen biri onun, yalnızca o dönemdeki
Arapları değil, tüm insanlığı İslam’a davet eden ilâhî bir uyarı olduğunu
görecektir.