Kur’an Ayetlerinin Yorumlanmasında Dilbilgisel Faktörler Bağlamında "بِ" (bi) Edatının Anlamı ve Çeviriye Etkisi 

Kur’an, hem İslam inancı hem de insanlık tarihi açısından temel bir metin olarak, kendine özgü gramer ve semantik özelliklere sahip bir Arapça formunda indirilmiştir. İlahî bir vahiy olması sebebiyle, Kur’an’ın anlamı ve mesajı, tarih boyunca pek çok dilbilimsel ve teolojik incelemeye tabi tutulmuştur. Ancak, Kur’an’ın indirilişinden sonraki dönemlerde din bilginleri, kendi yorumlarına dayalı farklı yaklaşımlar geliştirmiş ve bu yorumlar doğrultusunda Arapça dilbilgisi kuralları oluşturulmuştur.

Oluşturulan bu kuralların bazı durumlarda Kur’an’ın özgün dil yapısını ve bağlamını tam olarak yansıtmadığı, ayrıca Kur’an’daki kelime ve edatların bağlamına uygun şekilde yorumlanmadığı gözlemlenmiştir. Bu durum, Kur’an’ın içerdiği mesajların eksik ya da yanlış anlaşılmasına yol açabilmektedir.

Bu çalışma da dilsel yorumların Kur’an ayetlerinin anlam ve mesajlarına olan etkilerini anlamayı ve böylece Kur’an’ın daha doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. Bunun için çalışmada özellikle "بِ" (bi) edatı üzerinde durulacaktır. Çünkü "bi" edatının doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması, ayetlerin anlam zenginliğini korumak ve bağlama uygun şekilde yorumlanmasını sağlamak açısından büyük önem taşır.

Kur’an’da genellikle "ile" veya "aracılığıyla" anlamında kullanılan "بِ" (bi) edatı, birçok ayette önemli bir dilbilgisi kuralı ve semantik rol oynamaktadır. Ancak bu edat, bazı çevirilerde Türkçedeki "-a", "-e", "-da", "-de" gibi eklerle karşılanmış ya da bağlama uygun olmayan şekillerde çevrilmiştir.

Bu nedenle, çalışmamızda özellikle "بِ" (bi) edatının geçtiği Kur’an ayetlerini ele alarak bu durumu açıklamaya çalışacağız.

 

"بِ" (bi) edatının Kur’an’da birçok kullanım örnekleri:

"hamd ile tesbih" ifadesinin geçtiği şu ayetlerde "بِ" (bi) edatı, tüm çevirilerde "ile" anlamıyla çevrilmiştir:

“وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪”

(Ve yusebbihurra'du bihamdihi)

“Gök gürültüsü de O’nun hamdi (övgüsü) ile tesbih eder.” (13:13)

“وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪”

(… ve in min şey'in illa yusebbihu bi hamdihi …)

“… Ve her ne varsa yalnızca O’nun hamdi ile tesbih eder…” (17:44)

O’nun hamdi ile icabet edersiniz (karşılık verirsiniz) …” (17:52)

ve O’nun hamdi ile tesbih et…” (25:58)

“Ancak ayetlerimiz ile iman eden kimseler, kendilerine zikredildiğinde onunla secdeye kapandılar, Rablerinin hamdi ile de tesbih ettiler”(32:15)

 

İman ile ilgili ayetlerde ise, "بِ" (bi) harfinin sadece "ile" anlamına gelen bir edat değil, Türkçe’deki "-a", "-e", "-da", "-de" eklerini de karşıladığı savunulmuştur. Bu nedenle;

* “بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi, “ayetlerimiz ile” anlamına geldiği halde “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 57 kez geçer: 2:39; 3:11; 4:56; 5:10, 86; 6:39, 49, 54, 150; 7:9, 36, 40, 51, 64, 72, 103, 136, 146, 147, 156, 176, 177, 182; 10:73, 75; 11:96; 14:5, 17:98; 19:77; 21:77; 22:57; 23:45; 25:36; 26:15; 27:81, 82, 83; 28:36; 29:49; 30:16, 53; 31:32; 32:15, 24; 40:23; 41:15, 28; 43:46, 47, 69; 54:42; 57:19; 64:10; 78:28; 90:19.

* “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi, “ayetlerim ile” anlamına geldiği halde “ayetlerime” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 4 kez geçer: 2:41; 5:44; 20:42; 27:84.

* “بِالْاٰيَاتِ” (bil-âyâti) ifadesi, “ayetlerle” anlamına geldiği halde “ayetlere” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:59 (2 kez).

* “بِاٰيَاتِ اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi, “Allah’ın ayetleri ile” anlamına geldiği halde “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33, 157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26; 62:5.

* “بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi, “Rablerinin ayetleri ile” anlamına geldiği halde “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 6 kez geçer: 8:54; 11:59; 18:105; 23:58; 25:73; 45:11.

* “بِاٰيَاتِ رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ) ifadesi, “Rabbimizin ayetleri ile” anlamına geldiği halde “Rabbimizin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 2 kez geçer: 6:27; 7:126.

* “بِاٰيَاتِ رَبِّه۪” (bi-âyâti rabbihi) ifadesi, “Rabbinin ayetleri ile” anlamına geldiği halde “Rabbinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 3 kez geçer: 18:57; 20:127; 32:22.

Benzer şekilde; "Allah ile iman etmek", "ahir (son, ahiret) gün ile iman etmek", "melekler ile iman etmek", "Kitap ile iman etmek" ve "nebiler ile iman etmek" ifadeleri de genellikle "Allah’a iman etmek", "ahiret gününe iman etmek", "meleklere iman etmek", "Kitaba iman etmek" ve "nebilere iman etmek" şeklinde çevrilmektedir.

Örnek:

“… اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ…”

(… âminû ve bi resuli …)

5:111’deki “Benimle ve resulüm ile iman edin!” ifadesini, genellikle “Bana ve resulüme iman edin!” şeklinde çevirmektedirler.

“… وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ …”

(… ve tu'minûne bil kitabi kullihi…)

3:119’daki :111’deki “… Kitabın tümü ile de iman edersiniz...” ifadesini, genellikle “… Kitabın tümüne de iman edersiniz...”  şeklinde çevirmektedirler.

“… وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ …”

(… vellezine amenu bil batılı ve keferu billahi ...)

            29:52’deki “… Batıl ile iman eden ve Allah ile küfreden (hakkı örten) kimseler de...” ifadesini, genellikle “… Batıla iman eden ve Allah’ı inkar eden kimseler de...” şeklinde çevirmektedirler.

“اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ”

(e fe bil bâtılı yu'minûne ve bi ni'metillahi yekfurûn)

29:67’deki “… hâlâ batıl ile iman ediyorlar, Allah’ın nimeti ile de küfür mü ediyorlar?” ifadesini, genellikle “… hâlâ batıla iman ediyorlar, Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?” şeklinde çevirmektedirler.

“…تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ”

(tu'minune billahi ve resulihi ve tucahidune fi sebilillahi bi emvalikum ve enfusikum)

Bu ayette ise ilginç bir şekilde, billahi ve resulihi” ifadesi “Allah’a ve Resulü’ne”, “bi emvalikum ve enfusikumifadesi ise “mallarınız ve canlarınız ileşeklinde çevrilmektedir.

Oysa şu şekilde çevrilmelidir:Allah ve resulü ile iman edersiniz. Mallarınız ve canınız ile de Allah yolunda cihad edersiniz…” (61:11)

 

Ayrıca Kur’an’da bir şeye veya birine ait olmayı, yönelmeyi ya da bağlantıyı ifade eden "لِ" (li) edatı da bulunmaktadır. Benzer şekilde bağlama göre edat veya zamir işlevi gören ve “sana” veya “senin için” anlamlarını taşıyan “لَكَ” (leke) ifadesi de çeşitli ayetlerde geçmektedir.

Örneğin:

“اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ…”

(innehu kane li ayâtinâ ‘âniydâ)

“… o, ayetlerimize karşı inatçı idi.” (74:12)

“… مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ…”

(.. men kane aduvven lillahi…)

“Kim Allah’a düşman olursa…” (2:98)

“مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ”

“men kâne ‘âduvven lillâhi ve melaiketihi ve rusulihi ve cibrile ve mikâle fe innallahe aduvvun lil kâfirin”

“Kim, Allah’a ve O’nun meleklerine ve O’nun resullerine, Cibrîl’e ve Mîkâl’e düşmansa; o zaman Allah, şüphesiz ki kâfirlere düşmandır.” (2:98)

“يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ”

(ya şuaybu vellezine amenû me’âke)

“… Ey Şuayb, seninle iman eden kimseleri…” (7:88)

“… مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ…”

(... Men kane aduvven licibrile…)

“Kim Cibril’e (Cebrail’e) düşmansa…” (2:97)

“…اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا…”

(… e nu'minu li beşereyni mislinâ…)

“… bizim benzerimiz iki beşere mi iman edeceğiz? (inanıp güveneceğiz?) …” (23:47)

“… قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ …”

(… Kalu enu'minu leke …)

“… dediler ki: ‘sana mı iman edeceğiz?..’” (26:111)

“…اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ…”

“E fe tatme’ûne en yu'minû lekum

“Öyleyse size iman etmelerini mi umuyorsunuz?” (2:75)

 

"بِ" (bi) harfi ile ilgili çevirilerdeki bu yanlış yaklaşım, nebilerin ve resullerin Allah inancı olmayan kavimlere gönderildiği algısını oluşturabilmektedir. Bu, özellikle Nuh Kavmi, Âd Kavmi, Semud Kavmi, Uhdud Ashabı ile Firavun ve kavminin Allah inancına sahip olmadıkları gibi yanlış bir düşünceye yol açmaktadır.

            Bu yanlış algının önüne geçmek için Kur’an’daki "بِ" (bi) harfinin bağlama göre doğru anlamlandırılması gerekmektedir. Doğru çeviri neticesinde, söz konusu kavimlerin nasıl anlaşıldığını ayetlerle açıklayalım:

* Nuh Kavmi:

“Andolsun ki Nuh’u kavmine gönderdik. Bunun üzerine dedi ki “Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur (sizin için O’ndan başka Yüce olan yoktur) ...” (7:56)

Bu ayette Nuh Nebi’nin, kavmini tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.

Bunun üzerine onu yalanladılar. Böylece onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık ve onları yeryüzünün halifeleri yaptık. Ayetlerimiz ile yalanlayanları da suya batırdık.” (10:73)

Burada, Ad Kavminin Hud Nebi'yi, Allah’ın ayetleri ile yalanlamalarının sonucunda helak edildikleri vurgulanmaktadır.

“Nuh’un kavmi resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:105)

Bu ayette Nuh kavminin, yalnızca Nuh Nebi’yi değil, kendilerine gönderilmiş olan diğer elçileri de yalanladığı belirtilmektedir.

Sonuç: Nuh Kavminin, Nuh’tan önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası, Kur’an ayetleriyle çelişmektedir. Ayetlerden, Nuh’tan önce de söz konusu kavme resuller gönderildiği, ancak o toplumun onların mesajını reddettiği açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, Nuh kavminin Allah’a inandığını göstermektedir. Dolayısıyla Ad Kavminin durumu, tevhid ve şirk arasındaki mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.

 

* Ad Kavmi:

Ve Ad’a, kardeşleri Hud’u (gönderdik). ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin O’ndan başka ilahınız (sizin için O’ndan başka Yüce olan) yoktur…’ …” (7:65)

Bu ayette Hud Nebi’nin, Ad Kavmini tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.

“Dediler ki: “Sen bize bir tek Allah’a kulluk (hizmet) etmemiz, atalarımızın da kulluk (hizmet) etmekte oldukları şeyleri terk etmemiz için mi geldin? O halde eğer sadıklardan (doğru olanlardan, doğru sözlü olanlardan) isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir!(7:70)

“.. (Ad ve Semud kavimleri) dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz, reddediyoruz).’” (41:14)

Bu ayette Ad Kavminin, Allah’a inanmakla birlikte, kulluk ettikleri sahte ilahları terk etmeyi reddettikleri ifade edilmektedir.

Bunun üzerine onu ve beraberindekileri Bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimiz ile yalanlayanların ve iman etmeyenlerin de kökünü kestik.(7:72)

“Ve işte Âd (kavmi); Rablerinin ayetleri ile küfrettiler (gerçeği örttüler, Hud’u inkâr ettiler) ve O’nun resullerine isyan ettiler ve inatçı cebbarların (zorbaların) emrine uydular.” (11: 59)

Burada, Ad Kavminin Hud Nebi’yi, Allah’ın ayetleri ile yalanlamalarının sonucunda helak edildikleri vurgulanmaktadır.

“Ad (kavmi) resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:123)

“Yüz çevirirlerse o zaman de ki: ‘Sizi Ad ve Semud’un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım!’ Hani onlara, ellerinin arasından (önceden de) ve arkalarından (onların ardından da) resuller gelmişti. ‘Sakın Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’. Dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz, tanımıyoruz).’” (41:13, 14)

Bu ayetlerde ise Ad Kavminin yalnızca Hud Nebi’ye değil, ondan önceki elçilere de isyan ettiği belirtilmektedir.

Sonuç: Ad Kavminin Hud’dan önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası da Kur’an ayetleriyle çelişmektedir. Ayetlerden, Hud’dan önce de Ad Kavmine resuller gönderildiği, ancak o toplumun onların mesajını reddettikleri açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, toplumun Allah’a inandığını ancak tevhid inancını bozarak şirk koştuğunu göstermektedir. Dolayısıyla Ad Kavminin durumu da tevhid ve şirk arasındaki mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.

 

* Semud Kavmi:

“Ve Semud’a kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk (hizmet) edin. Sizin, O’ndan başka ilahınız (sizin için O’ndan başka Yüce olan) yoktur…” (11:61)

Bu ayette Salih’in, Semud Kavmini tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.

“.. Sen, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmekten bizi men mi ediyorsun?.. (11:62)

“.. (Ad ve Semud kavimleri) dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz, reddediyoruz).’” (41:14)

(Semud halkı) Allah ile kasem ederek (Allah’ın adına yemin ederek) dediler ki: “Ona ve ailesine gece baskın yapacağız. Sonra da velisine (ona sahip çıkana), “Onun ailesinin helak oluşuna tanık olmadık. Bizler gerçekten de sadıklardanız (doğrulardanız).’ diyeceğiz.” (27:49)

“Semud uyarıları yalanladı. Ve dediler ki: “Bizden bir beşere mi uyacakmışız? İşte o zaman dalalete ve yakıcı ateşlere düşeriz. Zikir (hatırlatıcı olan vahiy), aramızdan ona mı gelmiş? Hayır, o küstah bir yalancıdır.” (54:23-25)

Bu ayetlerde, Semud Kavminin, Allah’a inanmakla birlikte, kulluk ettikleri sahte ilahları terk etmeyi reddettikleri ifade edilmektedir.

“Semud (kavmi) resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:141)

“Yüz çevirirlerse o zaman de ki: ‘Sizi Ad ve Semud’un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım!’ Hani onlara, ellerinin arasından (önceden de) ve arkalarından (onların ardından da) resuller gelmişti. ‘Sakın Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’. Dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz, tanımıyoruz).’” (41:13, 14)

Bu ayetlerde ise Semud Kavminin yalnızca Salih’e değil, ondan önceki elçilere de isyan ettiği belirtilmektedir.

Sonuç: Semud Kavminin Salih’ten önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası da Kur’an ayetleriyle çelişmektedir. Ayetlerden, Salih’ten önce de Semud Kavmine resuller gönderildiği, ancak o toplumun onların mesajını reddettikleri açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, toplumun Allah’a inandığını ancak tevhid inancını bozarak şirk koştuğunu göstermektedir. Dolayısıyla Semud Kavminin durumu da tevhid ve şirk arasındaki mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.

 

* Lut Kavmi:

Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun, bana da itaat edin. Buna karşılık sizden bir ecir istiyor da değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir. Alemlerin içinde erkeklere mi yöneliyorsunuz?” (26:163-165)

“O da onlardan yüz çevirdi ve ‘Ey halkım, size Rabbimin mesajını ulaştırdım ve size nasihat ettim. Ancak siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.’ dedi.” (7:79)

Bu ayetlerden, Lut Kavminin Allah’ı bilen bir toplum olduğu, Lut Nebi’nin de onları sapıklıklarından vazgeçmeye ve kendisine itaat etmeye davet ettiği açıkça anlaşılmaktadır.

“Fakat kavminin cevabı, ‘Onları beldenizden çıkarın. Çünkü onlar temiz olmak isteyen insanlarmış!’ sözünden başkası olmadı.” (7:82)

Bu ayette de Lut Kavminin, Allah’tan bir uyarı gelmesine rağmen sapkınlıklarına devam etmek isteyen bir toplum olduğu belirtilmektedir.

“Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık; karısı hariç. O, geride bırakılanlardan imiş. Üzerlerine (taştan) yağmur yağdırdık. Böylece mücrimlerin (azılı suçluların) akıbeti nasıl olmuş, bir bak!” (7:83, 84)

Burada, Lut’un kavminin, yaptığı uyarıyı ciddiye almayıp sapkınlıklarına devam etmelerinden dolayı helak edildikleri vurgulanmaktadır.

“Ve Lut’un kavmi resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:160)

Bu ayette de Lut’un Kavminin, yalnızca Lut Nebi’ye değil, kendilerine gönderilen diğer elçileri de yalanladığı belirtilmektedir.

Sonuç: Lut’tan bağımsız olarak da bu kavme resuller gönderildiği, ancak o toplumun Allah’ın mesajını reddettikleri açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, söz konusu toplumun Allah’ı bildiğini ancak O’nun dinine uymak istemediğini göstermektedir. Dolayısıyla Lut’un kavminin durumu, Allah’ı bilen ancak O’nun emir ve yasaklarına uymayan sapkın bir toplum örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.

 

* Uhdud Ashabı:

Uhdud Ashabı katledildi (helak edildi)! Hani onlar, tutuşturucusu olan o ateşin üzerinde oturmuşlardı! Ve onlar, müminlerle yaptıklarına (müminlere yaptıkları vahşetlere) tanıklık ediyorlardı. Ve onlardan intikam almaları, yalnızca Azizil-Hamid (övgü ve şükre lâyık olan mutlak güç sahibi) olan Allah ile iman etmeleriydi.” (85:4-9)

“بِاللّٰهِ” (billâhi) ifadesi, “Allah ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “Allah’a” şeklinde çevrilmektedir ve söz konusu toplum, Allah’a inancı olmayan bir toplummuş gibi tasvir edilmektedir.

Sonuç: “ile” ve “aracılığıyla” anlamına gelen “بِ” (bi) edatının doğru çevrilmesi durumunda, ilgili ayetlerde bahsedilen zalim toplumun, kendi kafalarına göre tanımladıkları bir Allah’a inanan müşrik veya fasık bir toplum oldukları, ayrıca “Allah ile” yani O’nun (ayetlerinin, elçilerinin) aracılığıyla iman eden müminleri diri diri yaktıkları açıkça anlaşılmaktadır.

 

* Firavun ve Halkı:

“… Musa’yı, ayetlerimiz ile firavuna ve onun melelerine (ileri gelenlere) gönderdik…” (7:103. Benzer mesaj 10:75, 11:96, 14:5, 20:42, 23:45, 26:15, 40:23 ve 43:46 ayetlerinde de yer alır.)

Bu ayetlerde Musa’yı ve Harun’u ayetleriyle firavuna ve ileri gelenlerine gönderdiği belirtilmektedir.

“Musa’yı da ayetlerimizle firavuna ve ileri gelenlerine gönderdik. Dedi ki: “Ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm.” Onlara ayetlerimizle geldiği zaman da onlara gülüverdiler.” (43:46, 47)

(Eğer Musa elçi ise), üzerine altından bilezikler yağdırılsaydı ya! Ya da ona arkadaşlık eden melekler gelseydi ya!” (43:53)

Bu ayetler, Musa’ya iman etmeyen firavunun Allah’ın varlığını bildiği görülmektedir. Ancak Allah’a kendi nitelemeleri doğrultusunda inanan bir müşrik ve fasık olduğu anlaşılmaktadır.

Firavun dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı katledeyim de Rabbine yalvarsın! Ben, onun, dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmasından korkuyorum.” Musa da dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Hesap Günü ile iman etmeyen (Ahirete/hesap vereceğine inanmayan) kibirlilerin tümünden, Rabbim ve Rabbiniz ile korundum.” Firavunun ailesinden olan ve imanını gizleyen mümin bir adam da dedi ki: “‘Rabbim Allah’tır!’ diyor diye bir adamı mı katledeceksiniz? Oysa, Rabbinizden apaçık delillerle size gelmiş. Eğer yalancıysa yalanı kendi aleyhinedir ve eğer sadık biri ise; size vadettiklerinin bir kısmı gelip size isabet eder. Şüphesiz ki Allah, müsrif, yalancı o kimseyi hidayete erdirmez.” Ve Mümin adam dedi ki “Ey kavmim! Ben, önceki hiziplerin (kavimlerin) günlerinin bir benzerinden korkuyorum. Nuh’un kavminin, Ad’ın, Semûd’un ve onlardan sonrakilerin benzeri gibi. Allah, kullarına haksızlık etmek istiyor değildir. Ve ey kavmim! Ben, o feryat gününden sizin için korkuyorum. O gün arkanızı dönüp kaçacaksınız. Ama sizi Allah’tan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık ona hidayet (kılavuzluk) eden olmaz. Yusuf da size önceden beyyinelerle (apaçık delillerle) gelmişti. Fakat onun size getirdikleri hakkında şüpheden geri durmadınız. Vefat edince de “Allah ondan sonra asla resul göndermez!” dediniz. Allah, o müsrif (haddi aşan) şüphecileri işte böyle saptırır. Kendilerine gelmiş bir sultan (güçlü bir delil) olmadığı hâlde Allah’ın ayetleri hakkında mücadele eden kimseler, Allah katında ve iman edenler katında büyük bir öfkeyle karşılanır. Allah, her cebbar (zorba) kibirlinin kalbini işte böyle damgalar. Firavun dedi ki: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Belki böylece o sebeplere ulaşırım; Göklerin sebeplerine (Allah’a varan yollara). Böylece Musa’nın ilahını görürüm. Çünkü ben, onun (Musa’nın) yalancı olduğunu zannediyorum.” Firavuna yaptığı kötü işi işte böyle süslü gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldu.’” (40:26-37)

Bu ayetlerden, firavunun ve Mısır halkının, yaklaşık 4 asır önce yaşamış olan Yusuf Nebi’yi ve onun tebliğini bildikleri ve Allah’ın tevhid dininden haberdar oldukları, ayrıca Nuh’un kavminin, Ad ve Semud kavimlerinin de helak olduklarından haberdar oldukları anlaşılmaktadır.

Firavun dedi ki: “Ey yöneticiler! Sizin için benden başka ilah (yüce olan) bilmedim (tanımadım). O halde ey Haman, benim için bir ateş yak, çamur için (tuğla imalatı için). Böylece bana bir kule yap ki belki Musa’nın ilahına çıkarım. Şüphesiz ki ben, onun (Musa’nın) yalancılardan olduğunu sanıyorum.” (28:38)

Bu ayet, firavunun kendisini halkının üzerinde en yüce otorite olarak gördüğünün ve Musa’nın, Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmediğinin açık bir kanıtıdır. Ayrıca, firavunun Allah’ın varlığını inkâr etmediği, ancak O’nu yeryüzüne müdahale etmeyen bir varlık olarak algıladığı ve bu nedenle Allah’ı kendisi için bir tehdit olarak görmediği kanaati oluşmaktadır. Firavunun kendisini bir ilah olarak görmesi ve halkının da ona itaat etmesi, onun kibirlenmesine ve Allah’ın Musa aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uymasını engellemektedir. Bu da firavunun, Allah’ın ayetlerine karşı çıkan bir fasık olduğunu göstermektedir.

“Ardından (yandaşlarını) topladı, ardından (onlara) seslendi. Ardından dedi ki: ‘Ben, en yüce rabbinizim!’” (79:24)

Bu ayet de firavunun, Allah’ın Musa aracılığıyla gönderdiği emir ve yasakları reddettiğini ve kendisini halkının tek sahibi ve onların üzerindeki en yüce otorite olarak gördüğünü açıkça göstermektedir.

“Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden onunla (onun aracılığıyla) mı iman ettiniz?.. Ama yakında göreceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra sizi hep birlikte çarmıha gereceğim.’ (Sihirbazlar) dediler ki: ‘Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Bize gelen Rabbimizin ayetleri ile iman ettiğimiz için bize eziyet etmek istiyorsun.’ …” (7:123-126)

Bu ayetler de, kendisini bir ilah olarak gören ve Allah’ın emirlerine karşı çıkarak fasıklık yapan firavunun, Allah’ın ayetleriyle iman eden sihirbazları işkenceler sonucunda katlettirdiği  anlaşılmaktadır.

Onlardan önce firavunun kavmini de imtihan etmiştik… ‘Ve eğer bana iman etmiyorsanız (inanıp güveniyorsanız) o zaman (yolumdan) çekilin!’” (44:17, 21)

Andolsun ki firavunun yandaşlarını, öğüt alsınlar diye yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığına uğrattık…Bizi büyülemek için hangi ayeti getirirsen getir, sana iman edecek değiliz.” dediler. Bunun üzerine onların üzerine tufanı ve çekirgeyi ve haşereyi ve kurbağaları ve kanı gönderdik; detaylandırılmış ayetler. Yine de büyüklük tasladılar ve mücrim (azılı suçlu) bir kavim oldular.” (7:131-133)

Bu ayetler, Mısır halkının da ilahlık taslayan firavuna itaat etmekten vazgeçmediğini, Allah’ın, Musa aracılığıyla gönderdiği ayetlerle iman etmeyeceklerini açıkça ifade ettiklerini göstermektedir.

“… Ayetlerimiz ile  yalanladıkları ve gaflet içinde oldukları için de onları su kütlesinde suya batırdık.” (7:136)

Sizi de firavunun yandaşlarından kurtarmıştık. Size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı da (iğrenç işlerde) utandırıyorlardı… Sizi kurtarmış firavunun yandaşlarını da suya gömdük. Ve sizler (boğulanlara) bakakaldınız.” (2:49, 50)

Bu ayetler, fasık olan firavunun ve yandaşlarının, Allah’ın ayetleri ile Musa’yı yalanlamaları sonucunda helak edildikleri vurgulanmaktadır.

Sonuç: Firavun ve halkının Allah’tan ve O’nun elçilerinden habersiz olduğu iddiası, Kur’an ayetleriyle çelişmektedir. Musa’nın, insanları yalnızca Allah’a kulluk etmeye çağırması, firavunun düzenini temelden sarsmış ve bu nedenle firavun ve yandaşları Musa’ya karşı çıkmıştır.

Firavunun boğulurken söylediği son sözler ise, Allah’ın tek yüce İlah olduğuna iman ettiğini göstermektedir:

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Bunun üzerine firavun ve ona uyanlar, azgınca ve düşmanca onların peşlerine düştüler. Nihayet suya gömüldüğünde dedi ki: Şüphesiz ki İsrailoğullarının onunla iman ettiği kimseye (Allah’a) iman ettim; Ondan başka ilah yoktur. Ben de Müslimlerdenim (teslim olanlardanım).” (10:90)

 

Sonuç ve Öneriler

Bu çalışmada ele alınan kavim örnekleri, 'bi' edatının Kur’an’daki kritik rolünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu edatın doğru bir şekilde yorumlanması, Nuh, Ad, Semud, Lut, Firavun ve Uhdud Ashabı gibi kavimlerin tevhid ile şirk mücadelesini anlamamıza katkı sağlamakta ve Kur’an’ın mesajını daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yanlış çeviriler ise bu kavimleri, ilahi mesajla ilk kez karşılaşmış ve bu mesajı reddettikleri için helak edilmiş, Allah inancından habersiz toplumlar gibi yansıtmaktadır.

Bu bağlamda, 'bi' edatının doğru şekilde anlaşılması ve yorumlanması, kavimlerin tevhid ve şirk bağlamındaki konumlarını daha iyi anlamak ve Kur’an’ın mesajını doğru bir şekilde aktarmak açısından kritik bir öneme sahiptir.

Bu nedenle, yanlış anlamaların önlenmesi için çeviri ve yorumlama süreçlerine titizlikle yaklaşılmalı; Kur’an’daki edatların ve dilsel unsurların çevirisi bağlama uygun yapılmalı, 'bi' edatı gibi edat ve bağlaçların gerçek anlamı korunmalıdır. Ayrıca, Kur’an’daki kelimelerin doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamak için Sami dillerindeki benzer ifadelerle karşılaştırmalı çalışmalar yapılmalıdır.