Kur’an Ayetlerinin
Yorumlanmasında Dilbilgisel Faktörler Bağlamında "بِ" (bi) Edatının Anlamı ve Çeviriye
Etkisi
Kur’an, hem
İslam inancı hem de insanlık tarihi açısından temel bir metin olarak, kendine
özgü gramer ve semantik özelliklere sahip bir Arapça formunda indirilmiştir.
İlahî bir vahiy olması sebebiyle, Kur’an’ın anlamı ve mesajı, tarih boyunca pek
çok dilbilimsel ve teolojik incelemeye tabi tutulmuştur. Ancak, Kur’an’ın
indirilişinden sonraki dönemlerde din bilginleri, kendi yorumlarına dayalı
farklı yaklaşımlar geliştirmiş ve bu yorumlar doğrultusunda Arapça dilbilgisi
kuralları oluşturulmuştur.
Oluşturulan bu
kuralların bazı durumlarda Kur’an’ın özgün dil yapısını ve bağlamını tam olarak
yansıtmadığı, ayrıca Kur’an’daki kelime ve edatların bağlamına uygun şekilde
yorumlanmadığı gözlemlenmiştir. Bu durum, Kur’an’ın içerdiği mesajların eksik
ya da yanlış anlaşılmasına yol açabilmektedir.
Bu çalışma da dilsel
yorumların Kur’an ayetlerinin anlam ve mesajlarına olan etkilerini anlamayı ve
böylece Kur’an’ın daha doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamayı
hedeflemektedir. Bunun için çalışmada özellikle "بِ" (bi) edatı üzerinde
durulacaktır. Çünkü "bi" edatının doğru bir şekilde anlaşılması ve
yorumlanması, ayetlerin anlam zenginliğini korumak ve bağlama uygun şekilde
yorumlanmasını sağlamak açısından büyük önem taşır.
Kur’an’da
genellikle "ile" veya
"aracılığıyla"
anlamında kullanılan "بِ" (bi) edatı, birçok ayette önemli bir dilbilgisi kuralı ve
semantik rol oynamaktadır. Ancak bu edat, bazı çevirilerde Türkçedeki "-a",
"-e", "-da", "-de" gibi eklerle karşılanmış ya da bağlama uygun olmayan
şekillerde çevrilmiştir.
Bu nedenle,
çalışmamızda özellikle "بِ" (bi) edatının geçtiği Kur’an ayetlerini
ele alarak bu durumu açıklamaya çalışacağız.
"بِ" (bi) edatının Kur’an’da
birçok kullanım örnekleri:
"hamd ile
tesbih" ifadesinin geçtiği şu ayetlerde "بِ" (bi) edatı,
tüm çevirilerde "ile" anlamıyla çevrilmiştir:
“وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ
بِحَمْدِه۪”
(Ve yusebbihurra'du bihamdihi)
“Gök gürültüsü de O’nun
hamdi (övgüsü) ile tesbih eder.” (13:13)
“وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪”
(… ve in min şey'in illa yusebbihu bi hamdihi
…)
“…
Ve her ne varsa yalnızca O’nun hamdi ile tesbih
eder…” (17:44)
“O’nun
hamdi ile icabet edersiniz (karşılık
verirsiniz) …”
(17:52)
“ve O’nun hamdi ile tesbih et…” (25:58)
“Ancak ayetlerimiz ile iman eden
kimseler, kendilerine zikredildiğinde onunla secdeye kapandılar, Rablerinin hamdi
ile de tesbih ettiler”(32:15)
İman ile ilgili ayetlerde ise, "بِ"
(bi) harfinin sadece "ile" anlamına gelen bir edat değil, Türkçe’deki
"-a", "-e", "-da", "-de" eklerini de karşıladığı
savunulmuştur. Bu nedenle;
*
“بِاٰيَاتِنَا” (bi-âyâtinâ) ifadesi, “ayetlerimiz ile” anlamına
geldiği halde “ayetlerimize” şeklinde çevrilmektedir.
Bu ifade Kur’an’da en az 57 kez geçer: 2:39; 3:11; 4:56; 5:10, 86; 6:39, 49,
54, 150; 7:9, 36, 40, 51, 64, 72, 103, 136, 146, 147, 156, 176, 177, 182;
10:73, 75; 11:96; 14:5, 17:98; 19:77; 21:77; 22:57; 23:45; 25:36; 26:15; 27:81,
82, 83; 28:36; 29:49; 30:16, 53; 31:32; 32:15, 24; 40:23; 41:15, 28; 43:46, 47,
69; 54:42; 57:19; 64:10; 78:28; 90:19.
*
“بِاٰيَات۪ي”
(bi-âyâtiy) ifadesi, “ayetlerim ile” anlamına geldiği halde “ayetlerime”
şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 4 kez geçer: 2:41; 5:44;
20:42; 27:84.
*
“بِالْاٰيَاتِ” (bil-âyâti) ifadesi, “ayetlerle” anlamına geldiği
halde “ayetlere” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da 2 kez geçer: 17:59 (2 kez).
*
“بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ” (bi-âyâtillâh) ifadesi, “Allah’ın ayetleri ile” anlamına
geldiği halde “Allah’ın ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade
Kur’an’da en az 23 kez geçer: 2:61; 3:4, 19, 21, 70, 98, 112, 199; 4:155; 6:33,
157; 8:52; 9:9; 10:71, 95; 16:104, 105; 29:23; 30:10; 39:63; 40:63; 46:26;
62:5.
*
“بِاٰيَاتِ
رَبِّهِمْ” (bi-âyâti rabbihim) ifadesi, “Rablerinin ayetleri ile”
anlamına geldiği halde “Rablerinin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir.
Bu ifade Kur’an’da en az 6 kez geçer: 8:54; 11:59;
18:105; 23:58; 25:73; 45:11.
*
“بِاٰيَاتِ
رَبِّنَا” (bi-âyâti rabbinâ) ifadesi, “Rabbimizin ayetleri ile” anlamına
geldiği halde “Rabbimizin ayetlerine” şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da
en az 2 kez geçer: 6:27; 7:126.
*
“بِاٰيَاتِ رَبِّه۪” (bi-âyâti rabbihi) ifadesi, “Rabbinin ayetleri ile”
anlamına geldiği halde “Rabbinin ayetlerine”
şeklinde çevrilmektedir. Bu ifade Kur’an’da en az 3 kez geçer: 18:57;
20:127; 32:22.
Benzer şekilde; "Allah ile iman
etmek", "ahir (son, ahiret) gün ile iman etmek", "melekler
ile iman etmek", "Kitap ile iman etmek" ve "nebiler ile
iman etmek" ifadeleri de genellikle "Allah’a iman etmek", "ahiret
gününe iman etmek", "meleklere iman etmek", "Kitaba iman
etmek" ve "nebilere iman etmek" şeklinde çevrilmektedir.
Örnek:
“… اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ…”
(… âminû bî ve bi resuli …)
5:111’deki “Benimle ve resulüm ile
iman edin!” ifadesini, genellikle “Bana ve resulüme iman edin!” şeklinde
çevirmektedirler.
“… وَتُؤْمِنُونَ
بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ …”
(…
ve tu'minûne bil kitabi kullihi…)
3:119’daki :111’deki “… Kitabın tümü ile de iman edersiniz...”
ifadesini,
genellikle
“… Kitabın tümüne de iman edersiniz...” şeklinde çevirmektedirler.
“… وَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
…”
(…
vellezine amenu bil batılı ve keferu billahi ...)
29:52’deki “… Batıl ile iman eden ve Allah ile
küfreden (hakkı örten) kimseler de...” ifadesini, genellikle “… Batıla
iman eden ve Allah’ı inkar eden kimseler de...” şeklinde çevirmektedirler.
“اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ”
(e fe bil bâtılı yu'minûne ve bi
ni'metillahi yekfurûn)
29:67’deki “… hâlâ batıl ile iman ediyorlar, Allah’ın nimeti ile
de küfür mü ediyorlar?” ifadesini, genellikle “… hâlâ batıla iman ediyorlar, Allah’ın
nimetine nankörlük mü ediyorlar?” şeklinde çevirmektedirler.
“…تُـؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ”
(tu'minune
billahi ve resulihi ve tucahidune fi sebilillahi bi emvalikum ve
enfusikum)
Bu
ayette ise ilginç bir şekilde, “billahi ve resulihi” ifadesi
“Allah’a ve Resulü’ne”, “bi emvalikum ve enfusikum” ifadesi
ise “mallarınız ve canlarınız ile” şeklinde çevrilmektedir.
Oysa şu şekilde çevrilmelidir: “Allah
ve resulü ile iman edersiniz. Mallarınız ve canınız ile de Allah
yolunda cihad edersiniz…” (61:11)
Ayrıca Kur’an’da bir şeye veya birine ait olmayı,
yönelmeyi ya da bağlantıyı ifade eden "لِ" (li) edatı da
bulunmaktadır. Benzer şekilde bağlama göre edat veya zamir işlevi gören ve “sana”
veya “senin için” anlamlarını taşıyan “لَكَ” (leke) ifadesi de
çeşitli ayetlerde geçmektedir.
Örneğin:
“اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ…”
(innehu kane li ayâtinâ ‘âniydâ)
“… o, ayetlerimize karşı inatçı
idi.” (74:12)
“… مَنْ
كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ…”
(..
men kane aduvven lillahi…)
“Kim
Allah’a düşman olursa…” (2:98)
“مَنْ
كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ
فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ”
“men
kâne ‘âduvven lillâhi ve melaiketihi ve rusulihi ve cibrile ve mikâle fe
innallahe aduvvun lil kâfirin”
“Kim,
Allah’a ve O’nun meleklerine ve O’nun resullerine, Cibrîl’e
ve Mîkâl’e düşmansa; o zaman Allah, şüphesiz ki kâfirlere
düşmandır.” (2:98)
“يَا
شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ”
(ya
şuaybu vellezine amenû me’âke)
“…
Ey Şuayb, seninle iman eden kimseleri…” (7:88)
“… مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ…”
(... Men kane aduvven licibrile…)
“Kim Cibril’e (Cebrail’e)
düşmansa…” (2:97)
“…اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا…”
(… e nu'minu li beşereyni
mislinâ…)
“…
bizim benzerimiz iki beşere mi iman edeceğiz? (inanıp
güveneceğiz?) …” (23:47)
“… قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ …”
(… Kalu enu'minu leke …)
“… dediler
ki: ‘sana mı iman edeceğiz?..’” (26:111)
“…اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ…”
“E fe tatme’ûne en yu'minû lekum”
“Öyleyse size iman etmelerini mi
umuyorsunuz?” (2:75)
"بِ" (bi) harfi ile ilgili
çevirilerdeki bu yanlış yaklaşım, nebilerin ve resullerin Allah inancı olmayan
kavimlere gönderildiği algısını oluşturabilmektedir. Bu, özellikle Nuh Kavmi,
Âd Kavmi, Semud Kavmi, Uhdud Ashabı ile Firavun ve kavminin Allah inancına
sahip olmadıkları gibi yanlış bir düşünceye yol açmaktadır.
Bu
yanlış algının önüne geçmek için Kur’an’daki "بِ" (bi) harfinin
bağlama göre doğru anlamlandırılması gerekmektedir. Doğru çeviri neticesinde,
söz konusu kavimlerin nasıl anlaşıldığını ayetlerle açıklayalım:
* Nuh Kavmi:
“Andolsun
ki Nuh’u kavmine gönderdik. Bunun üzerine dedi ki “Ey kavmim, Allah’a
kulluk (hizmet) edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur (sizin
için O’ndan başka Yüce olan yoktur) ...” (7:56)
Bu ayette Nuh Nebi’nin, kavmini tevhid inancına,
yani yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.
“Bunun üzerine onu yalanladılar. Böylece onu ve onunla birlikte gemide bulunanları
kurtardık ve onları yeryüzünün halifeleri yaptık. Ayetlerimiz ile yalanlayanları da
suya batırdık.” (10:73)
Burada, Ad Kavminin Hud Nebi'yi, Allah’ın ayetleri ile
yalanlamalarının sonucunda helak edildikleri vurgulanmaktadır.
“Nuh’un kavmi resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:105)
Bu ayette Nuh kavminin, yalnızca Nuh Nebi’yi değil, kendilerine
gönderilmiş olan diğer elçileri de yalanladığı belirtilmektedir.
Sonuç: Nuh Kavminin, Nuh’tan
önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası, Kur’an ayetleriyle çelişmektedir.
Ayetlerden, Nuh’tan önce de söz konusu kavme resuller gönderildiği, ancak o
toplumun onların mesajını reddettiği açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, Nuh
kavminin Allah’a inandığını göstermektedir. Dolayısıyla Ad Kavminin durumu,
tevhid ve şirk arasındaki mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da
aktarılmaktadır.
* Ad Kavmi:
“Ve
Ad’a, kardeşleri Hud’u (gönderdik). ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk (hizmet)
edin. Sizin O’ndan başka ilahınız (sizin için O’ndan başka Yüce olan) yoktur…’
…” (7:65)
Bu
ayette Hud Nebi’nin, Ad Kavmini tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a kulluk
etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.
“Dediler ki: “Sen bize bir tek Allah’a kulluk (hizmet) etmemiz, atalarımızın da kulluk (hizmet)
etmekte oldukları şeyleri terk etmemiz için mi geldin? O halde eğer sadıklardan (doğru olanlardan, doğru sözlü
olanlardan) isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir!” (7:70)
“.. (Ad
ve Semud kavimleri) dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri
indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz,
reddediyoruz).’” (41:14)
Bu ayette Ad Kavminin, Allah’a inanmakla birlikte,
kulluk ettikleri sahte ilahları terk etmeyi reddettikleri ifade edilmektedir.
“Bunun
üzerine onu ve beraberindekileri Bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimiz
ile yalanlayanların ve iman etmeyenlerin de kökünü kestik.” (7:72)
“Ve işte Âd (kavmi); Rablerinin ayetleri ile
küfrettiler (gerçeği örttüler, Hud’u inkâr ettiler) ve O’nun resullerine
isyan ettiler ve inatçı cebbarların (zorbaların) emrine uydular.” (11: 59)
Burada, Ad Kavminin Hud Nebi’yi, Allah’ın ayetleri ile
yalanlamalarının sonucunda helak edildikleri vurgulanmaktadır.
“Ad (kavmi) resulleri (elçileri)
yalanladı.” (26:123)
“Yüz
çevirirlerse o zaman de ki: ‘Sizi Ad ve Semud’un yıldırımının benzeri bir
yıldırıma karşı uyardım!’ Hani onlara, ellerinin arasından (önceden
de) ve arkalarından (onların ardından da) resuller gelmişti. ‘Sakın
Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’. Dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi
melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz,
tanımıyoruz).’” (41:13, 14)
Bu ayetlerde ise Ad Kavminin yalnızca Hud Nebi’ye
değil, ondan önceki elçilere de isyan ettiği belirtilmektedir.
Sonuç: Ad Kavminin Hud’dan
önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası da Kur’an ayetleriyle
çelişmektedir. Ayetlerden, Hud’dan önce de Ad Kavmine resuller gönderildiği,
ancak o toplumun onların mesajını reddettikleri açıkça ifade edilmektedir. Bu
durum, toplumun Allah’a inandığını ancak tevhid inancını bozarak şirk koştuğunu
göstermektedir. Dolayısıyla Ad Kavminin durumu da tevhid ve şirk arasındaki
mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.
* Semud Kavmi:
“Ve
Semud’a kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk (hizmet)
edin. Sizin, O’ndan başka ilahınız (sizin için O’ndan başka Yüce olan) yoktur…”
(11:61)
Bu
ayette Salih’in, Semud Kavmini tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a kulluk
etmeye davet ettiği açıkça görülmektedir.
“.. Sen, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmekten bizi men mi
ediyorsun?..”
(11:62)
“.. (Ad
ve Semud kavimleri) dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi melekleri
indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz,
reddediyoruz).’” (41:14)
“(Semud
halkı) Allah ile kasem ederek (Allah’ın adına yemin ederek) dediler ki: “Ona ve ailesine gece baskın yapacağız. Sonra da
velisine (ona sahip çıkana), “Onun ailesinin helak oluşuna tanık olmadık.
Bizler gerçekten de sadıklardanız (doğrulardanız).’ diyeceğiz.” (27:49)
“Semud
uyarıları yalanladı. Ve dediler ki: “Bizden bir beşere mi uyacakmışız?
İşte o zaman dalalete ve yakıcı ateşlere düşeriz. Zikir
(hatırlatıcı olan vahiy), aramızdan ona mı gelmiş? Hayır, o küstah bir
yalancıdır.” (54:23-25)
Bu ayetlerde, Semud Kavminin, Allah’a inanmakla
birlikte, kulluk ettikleri sahte ilahları terk etmeyi reddettikleri ifade
edilmektedir.
“Semud (kavmi) resulleri (elçileri)
yalanladı.” (26:141)
“Yüz çevirirlerse o zaman de ki: ‘Sizi Ad ve Semud’un
yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım!’ Hani onlara, ellerinin
arasından (önceden
de) ve arkalarından (onların ardından da) resuller gelmişti. ‘Sakın
Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’. Dediler ki: ‘Eğer Rabbimiz isteseydi
melekleri indirirdi. Elbette ki biz, sizinle gönderileni küfrediyoruz (örtüyoruz,
tanımıyoruz).’”
(41:13, 14)
Bu ayetlerde ise Semud Kavminin yalnızca Salih’e
değil, ondan önceki elçilere de isyan ettiği belirtilmektedir.
Sonuç: Semud Kavminin
Salih’ten önce tevhid dininden habersiz olduğu iddiası da Kur’an ayetleriyle
çelişmektedir. Ayetlerden, Salih’ten önce de Semud Kavmine resuller
gönderildiği, ancak o toplumun onların mesajını reddettikleri açıkça ifade
edilmektedir. Bu durum, toplumun Allah’a inandığını ancak tevhid inancını
bozarak şirk koştuğunu göstermektedir. Dolayısıyla Semud Kavminin durumu da
tevhid ve şirk arasındaki mücadelenin bir örneği olarak Kur’an’da
aktarılmaktadır.
* Lut Kavmi:
“Öyleyse
Allah’a karşı takvalı olun, bana da itaat edin. Buna karşılık sizden bir
ecir istiyor da değilim. Ecrim sadece alemlerin Rabbindendir. Alemlerin
içinde erkeklere mi yöneliyorsunuz?” (26:163-165)
“O da onlardan yüz çevirdi ve ‘Ey halkım, size Rabbimin
mesajını ulaştırdım ve size nasihat ettim. Ancak siz öğüt verenleri
sevmiyorsunuz.’ dedi.” (7:79)
Bu
ayetlerden, Lut Kavminin Allah’ı bilen bir toplum olduğu, Lut Nebi’nin de
onları sapıklıklarından vazgeçmeye ve kendisine itaat etmeye davet ettiği
açıkça anlaşılmaktadır.
“Fakat
kavminin cevabı, ‘Onları beldenizden çıkarın. Çünkü onlar temiz olmak
isteyen insanlarmış!’ sözünden başkası olmadı.” (7:82)
Bu ayette de Lut Kavminin, Allah’tan bir uyarı
gelmesine rağmen sapkınlıklarına devam etmek isteyen bir toplum olduğu belirtilmektedir.
“Bunun üzerine onu ve ailesini
kurtardık; karısı hariç. O, geride bırakılanlardan imiş. Üzerlerine (taştan) yağmur
yağdırdık. Böylece mücrimlerin (azılı suçluların) akıbeti nasıl olmuş, bir
bak!” (7:83, 84)
Burada, Lut’un
kavminin, yaptığı uyarıyı ciddiye almayıp sapkınlıklarına devam etmelerinden
dolayı helak edildikleri vurgulanmaktadır.
“Ve Lut’un kavmi resulleri (elçileri) yalanladı.” (26:160)
Bu ayette de Lut’un Kavminin, yalnızca Lut Nebi’ye
değil, kendilerine gönderilen diğer elçileri de yalanladığı belirtilmektedir.
Sonuç: Lut’tan bağımsız olarak
da bu kavme resuller gönderildiği, ancak o toplumun Allah’ın mesajını
reddettikleri açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, söz konusu toplumun Allah’ı
bildiğini ancak O’nun dinine uymak istemediğini göstermektedir. Dolayısıyla
Lut’un kavminin durumu, Allah’ı bilen ancak O’nun emir ve yasaklarına uymayan
sapkın bir toplum örneği olarak Kur’an’da aktarılmaktadır.
* Uhdud Ashabı:
“Uhdud
Ashabı katledildi (helak edildi)! Hani onlar, tutuşturucusu olan o ateşin
üzerinde oturmuşlardı! Ve onlar, müminlerle
yaptıklarına (müminlere yaptıkları vahşetlere) tanıklık ediyorlardı. Ve onlardan intikam almaları, yalnızca Azizil-Hamid
(övgü ve şükre lâyık olan
mutlak güç sahibi) olan Allah ile iman etmeleriydi.”
(85:4-9)
“بِاللّٰهِ”
(billâhi) ifadesi, “Allah ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve
tefsirde “Allah’a” şeklinde çevrilmektedir ve söz konusu toplum, Allah’a inancı
olmayan bir toplummuş gibi tasvir edilmektedir.
Sonuç: “ile”
ve “aracılığıyla” anlamına gelen “بِ” (bi) edatının doğru çevrilmesi durumunda,
ilgili ayetlerde bahsedilen zalim toplumun, kendi kafalarına göre
tanımladıkları bir Allah’a inanan müşrik veya fasık bir toplum oldukları,
ayrıca “Allah ile” yani O’nun (ayetlerinin, elçilerinin) aracılığıyla iman eden
müminleri diri diri yaktıkları açıkça anlaşılmaktadır.
* Firavun ve Halkı:
“…
Musa’yı, ayetlerimiz ile firavuna ve onun melelerine (ileri gelenlere) gönderdik…” (7:103. Benzer
mesaj 10:75, 11:96, 14:5, 20:42, 23:45, 26:15, 40:23 ve 43:46 ayetlerinde de
yer alır.)
Bu ayetlerde Musa’yı ve Harun’u ayetleriyle
firavuna ve ileri gelenlerine gönderdiği belirtilmektedir.
“Musa’yı
da ayetlerimizle firavuna ve ileri gelenlerine
gönderdik. Dedi ki: “Ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm.” Onlara ayetlerimizle geldiği
zaman da onlara gülüverdiler.” (43:46, 47)
“(Eğer
Musa elçi ise), üzerine altından bilezikler yağdırılsaydı ya! Ya da ona
arkadaşlık eden melekler gelseydi ya!” (43:53)
Bu ayetler, Musa’ya iman etmeyen firavunun
Allah’ın varlığını bildiği görülmektedir. Ancak Allah’a kendi nitelemeleri
doğrultusunda inanan bir müşrik ve fasık olduğu anlaşılmaktadır.
“Firavun dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı katledeyim de Rabbine
yalvarsın! Ben, onun, dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde
fesat (bozgunculuk) çıkarmasından korkuyorum.” Musa
da dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Hesap Günü ile iman etmeyen (Ahirete/hesap
vereceğine inanmayan) kibirlilerin tümünden, Rabbim ve Rabbiniz ile korundum.” Firavunun
ailesinden olan ve imanını gizleyen mümin bir adam da dedi ki: “‘Rabbim
Allah’tır!’ diyor diye bir adamı mı katledeceksiniz? Oysa, Rabbinizden
apaçık delillerle size gelmiş. Eğer yalancıysa yalanı kendi aleyhinedir ve
eğer sadık biri ise; size vadettiklerinin bir kısmı gelip size isabet eder.
Şüphesiz ki Allah, müsrif, yalancı o kimseyi hidayete erdirmez.” Ve
Mümin adam dedi ki “Ey kavmim! Ben, önceki hiziplerin (kavimlerin) günlerinin
bir benzerinden korkuyorum. Nuh’un kavminin, Ad’ın, Semûd’un ve onlardan
sonrakilerin benzeri gibi. Allah, kullarına haksızlık etmek istiyor değildir.
Ve ey kavmim! Ben, o feryat gününden sizin için korkuyorum. O gün arkanızı
dönüp kaçacaksınız. Ama sizi Allah’tan kurtaracak kimse yoktur. Allah,
kimi saptırırsa artık ona hidayet (kılavuzluk) eden olmaz. Yusuf da size
önceden beyyinelerle (apaçık delillerle) gelmişti. Fakat onun size
getirdikleri hakkında şüpheden geri durmadınız. Vefat edince de “Allah ondan
sonra asla resul göndermez!” dediniz. Allah, o müsrif (haddi aşan)
şüphecileri işte böyle saptırır. Kendilerine gelmiş bir sultan (güçlü bir
delil) olmadığı hâlde Allah’ın ayetleri hakkında mücadele eden kimseler, Allah
katında ve iman edenler katında büyük bir öfkeyle karşılanır. Allah, her cebbar
(zorba) kibirlinin kalbini işte böyle damgalar. Firavun dedi ki: “Ey Haman!
Benim için yüksek bir kule yap. Belki böylece o sebeplere ulaşırım; Göklerin
sebeplerine (Allah’a varan yollara). Böylece Musa’nın ilahını görürüm. Çünkü
ben, onun (Musa’nın) yalancı olduğunu zannediyorum.” Firavuna
yaptığı kötü işi işte böyle süslü gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldu.’”
(40:26-37)
Bu ayetlerden, firavunun ve Mısır halkının, yaklaşık 4
asır önce yaşamış olan Yusuf Nebi’yi ve onun tebliğini bildikleri ve Allah’ın
tevhid dininden haberdar oldukları, ayrıca Nuh’un kavminin, Ad ve Semud
kavimlerinin de helak olduklarından haberdar oldukları anlaşılmaktadır.
“Firavun dedi ki: “Ey yöneticiler! Sizin için
benden başka ilah (yüce olan) bilmedim (tanımadım). O halde ey
Haman, benim için bir ateş yak, çamur için (tuğla imalatı için). Böylece bana
bir kule yap ki belki Musa’nın ilahına çıkarım. Şüphesiz ki ben, onun
(Musa’nın) yalancılardan olduğunu sanıyorum.” (28:38)
Bu ayet, firavunun kendisini halkının
üzerinde en yüce otorite olarak gördüğünün ve Musa’nın, Allah’ın elçisi
olduğunu kabul etmediğinin açık bir kanıtıdır. Ayrıca, firavunun Allah’ın
varlığını inkâr etmediği, ancak O’nu yeryüzüne müdahale etmeyen bir varlık
olarak algıladığı ve bu nedenle Allah’ı kendisi için bir tehdit olarak
görmediği kanaati oluşmaktadır. Firavunun kendisini bir ilah olarak görmesi ve
halkının da ona itaat etmesi, onun kibirlenmesine ve Allah’ın Musa aracılığıyla
gönderdiği emir ve yasaklara uymasını engellemektedir. Bu da firavunun,
Allah’ın ayetlerine karşı çıkan bir fasık olduğunu göstermektedir.
“Ardından
(yandaşlarını) topladı, ardından (onlara)
seslendi. Ardından dedi ki: ‘Ben, en yüce rabbinizim!’” (79:24)
Bu ayet de firavunun, Allah’ın Musa aracılığıyla gönderdiği emir ve
yasakları reddettiğini ve kendisini halkının tek sahibi ve onların üzerindeki
en yüce otorite olarak gördüğünü açıkça göstermektedir.
“Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden onunla (onun
aracılığıyla) mı iman ettiniz?.. Ama yakında göreceksiniz. Ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra sizi hep birlikte çarmıha gereceğim.’ (Sihirbazlar) dediler ki: ‘Biz zaten
Rabbimize döneceğiz. Bize gelen Rabbimizin ayetleri ile iman ettiğimiz için
bize eziyet etmek istiyorsun.’ …” (7:123-126)
Bu ayetler de, kendisini bir ilah olarak
gören ve Allah’ın emirlerine karşı çıkarak fasıklık yapan firavunun, Allah’ın
ayetleriyle iman eden sihirbazları işkenceler sonucunda katlettirdiği anlaşılmaktadır.
“Onlardan
önce firavunun kavmini de imtihan etmiştik… ‘Ve eğer bana iman etmiyorsanız
(inanıp güveniyorsanız) o zaman (yolumdan) çekilin!’” (44:17, 21)
“Andolsun ki firavunun yandaşlarını, öğüt
alsınlar diye yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığına uğrattık… “Bizi
büyülemek için hangi ayeti getirirsen getir, sana iman edecek değiliz.”
dediler. Bunun üzerine onların üzerine tufanı ve çekirgeyi ve haşereyi ve
kurbağaları ve kanı gönderdik; detaylandırılmış ayetler. Yine de büyüklük
tasladılar ve mücrim (azılı suçlu) bir kavim oldular.” (7:131-133)
Bu ayetler, Mısır halkının da ilahlık taslayan firavuna
itaat etmekten vazgeçmediğini, Allah’ın, Musa aracılığıyla gönderdiği ayetlerle
iman etmeyeceklerini açıkça ifade ettiklerini göstermektedir.
“…
Ayetlerimiz ile yalanladıkları ve
gaflet içinde oldukları için de onları su kütlesinde suya batırdık.”
(7:136)
Sizi de firavunun yandaşlarından kurtarmıştık. Size azabın en kötüsünü reva görüyor,
oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı da (iğrenç işlerde) utandırıyorlardı…
Sizi kurtarmış firavunun yandaşlarını da suya gömdük. Ve sizler (boğulanlara)
bakakaldınız.” (2:49, 50)
Bu ayetler, fasık olan firavunun ve yandaşlarının, Allah’ın
ayetleri ile Musa’yı yalanlamaları sonucunda helak edildikleri
vurgulanmaktadır.
Sonuç: Firavun ve halkının
Allah’tan ve O’nun elçilerinden habersiz olduğu iddiası, Kur’an ayetleriyle
çelişmektedir. Musa’nın, insanları yalnızca Allah’a kulluk etmeye çağırması,
firavunun düzenini temelden sarsmış ve bu nedenle firavun ve yandaşları Musa’ya
karşı çıkmıştır.
Firavunun boğulurken
söylediği son sözler ise, Allah’ın tek yüce İlah olduğuna iman ettiğini
göstermektedir:
“Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Bunun üzerine firavun ve
ona uyanlar, azgınca ve düşmanca onların peşlerine düştüler. Nihayet suya
gömüldüğünde dedi ki: “Şüphesiz ki İsrailoğullarının
onunla iman ettiği kimseye (Allah’a)
iman ettim; Ondan başka ilah yoktur. Ben de Müslimlerdenim
(teslim olanlardanım).” (10:90)
Sonuç ve Öneriler
Bu çalışmada ele alınan kavim örnekleri,
'bi' edatının Kur’an’daki kritik rolünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu
edatın doğru bir şekilde yorumlanması, Nuh, Ad, Semud, Lut, Firavun ve Uhdud
Ashabı gibi kavimlerin tevhid ile şirk mücadelesini anlamamıza katkı sağlamakta
ve Kur’an’ın mesajını daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yanlış çeviriler ise bu kavimleri, ilahi
mesajla ilk kez karşılaşmış ve bu mesajı reddettikleri için helak edilmiş,
Allah inancından habersiz toplumlar gibi yansıtmaktadır.
Bu bağlamda, 'bi' edatının doğru şekilde
anlaşılması ve yorumlanması, kavimlerin tevhid ve şirk bağlamındaki konumlarını
daha iyi anlamak ve Kur’an’ın mesajını doğru bir şekilde aktarmak açısından
kritik bir öneme sahiptir.
Bu nedenle, yanlış anlamaların önlenmesi
için çeviri ve yorumlama süreçlerine titizlikle yaklaşılmalı; Kur’an’daki
edatların ve dilsel unsurların çevirisi bağlama uygun yapılmalı, 'bi' edatı
gibi edat ve bağlaçların gerçek anlamı korunmalıdır. Ayrıca, Kur’an’daki
kelimelerin doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamak için Sami
dillerindeki benzer ifadelerle karşılaştırmalı çalışmalar yapılmalıdır.