Kur’an’da Kitap ve Ehl-i Kitap Kavramları: Mahiyeti, Kapsamı ve Müminlerin Tutumu
1- Kitap Kavramı ve Anlamı
- Kitap Ne Demektir?
Arapça "الكتاب" (el-kitâb) kelimesi, temel
olarak "yazılı metin", "kitap" ve "belge"
anlamlarına gelmektedir.
Kur’an’da "kitap" terimi, vahyin tamamını ifade
eden Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ı kapsayacak şekilde
kullanılmaktadır.
- Kur’an’a Göre “Kitap” İfadesi
ile Ne Kastedilir?
Kur’an’da “el-Kitap” terimi farklı bağlamlarda çeşitli anlamlara gelmektedir:
Tevrat’ın belirli bölümleri için kullanımı: Musa ve Harun’a indirilen Tora (Tevrat’ın ilk beş
kitabı) “el-Kitap” olarak adlandırılmaktadır (2:43, 53; 6:91, 154; 17:2; 20:52;
21:48; 23:49; 25:35; 28:43; 32:23; 37:117; 40:53-54; 41:45; 46:12).
Tevrat’ın tamamı için kullanımı: 32 kitaptan oluşan Tevrat’a tek bir "kitap"
olarak atıfta bulunulduğu görülmektedir (2:44, 101; 3:23; 5:44, 110; 7:169;
28:49).
Tevrat’ın, Kitap’ın bir bölümü olarak anılması: Tevrat’ın tümüne "Kitap’tan bir pay"
ifadesiyle işaret edilmiştir (2:44, 85, 101; 3:23; 62:5).
İncil için kullanımı:
Bazı ayetlerde “kitap” kelimesinin İncil’i ifade ettiği görülmektedir (3:23;
5:46).
Kur’an için kullanımı:
Kur’an’ın kendisi de “el-Kitap” terimiyle anılmaktadır (2:2, 89; 3:3, 7, 164;
4:105, 113; 5:48; 6:92, 155; 19:16, 41, 51, 54, 56; 35:31; 38:29; 41:3, 41;
43:3; 46:12, 30).
Tüm kutsal kitaplar için kullanımı:
Bazen Tevrat, Zebur ve İncil’in tamamı “kitap” olarak
adlandırılmıştır (2:4, 44, 85, 113, 146; 4:136; 5:48; 10:94; 27:48; 42:14, 52).
Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an gibi tüm vahiy kitaplarına
da topluca “kitap” denilmiştir (2:177; 3:119).
Aynı kitaplara “kitaplar” şeklinde, birden fazla vahiy
kitabına işaret edecek biçimde de atıfta bulunulmuştur (2:285; 4:136; 5:48;
6:114; 28:49, 52; 54:43).
Vahyin açıklayıcı niteliği: Kur’an’ın “Kitabı açıklayan” bir vahiy olduğu
vurgulanmaktadır (10:37).
Suhuflar için kullanımı: Nebilere indirilen suhuf (sayfalar) da “kitap” olarak
adlandırılmıştır (3:79, 81; 35:25; 4:54).
Kitap’ın “Zikir” (hatırlatma) olarak anılması:
Tevrat “zikir” olarak tanımlanmıştır (16:43; 21:7, 105).
Kur’an da “zikir” olarak
nitelendirilmiştir (16:44; 21:48; 37:3; 41:41; 65:10).
Allah’tan gelen her vahyin de “yeni bir zikir” olduğu
belirtilmiştir (21:2).
Elçilerin getirdiği vahyin bütünü de “zikir” olarak
adlandırılmıştır (6:44; 77:5).
Kur’an’ın 19 kodlu matematiksel sistemle korunmuş
olduğunu artık biliyoruz. Yukarıdaki açıklamalar ve Kur’an’daki "Zikri
Biz indirdik, onu koruyup gözeten de Biziz" (15:9) ayeti ile de
sadece Kur’an’ın değil, Tevrat, Zebur ve İncil’in de Allah tarafından
korunduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca, Kur’an, Tevrat
ve İncil için "Allah’ın Kelimeleri" ifadesini kullanmaktadır (6:34,
115; 7:158; 9:6; 10:64; 18:27; 66:12). Bunun yanı sıra, Allah’ın İsa
Peygamber’e Tevrat ve İncil’in yanı sıra başka bir kitap daha öğrettiği
belirtilmektedir:
"... Ve sana
Kitabı ve hikmeti ve Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim" (5:110).
Son olarak, Kur’an’da "Allah’ın
Katında her şeyin kayıtlı olduğu" ve farklı isimlerle anılan bir "Ana
Kitap" bulunduğu belirtilmektedir:
"Ümmü’l-Kitab" (43:4)
"Kitab-ı
Mubin" (34:3)
"Kitab-ı
Meknûn" (56:78)
"Levh-i
Mahfuz" (85:22)
"Allah’ın
Kitabı" (8:75, 9:36)
Bu ifadeler, ilahi
vahyin korunması ve Allah katındaki bilgilerin kaydedildiği ana kaynağa işaret
etmektedir (3:48; 6:38; 17:4, 58; 20:52; 22:70; 23:62; 27:40; 30:56; 33:6;
35:11; 39:69; 42:15; 43:4; 50:4; 57:22).
Sonuç
Kur’an-ı
Kerim’de "kitap" kavramı
yalnızca yazılı bir metni değil, ilahi vahyin bütününü
ifade eden kapsayıcı bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Arapça kökenli “el-kitâb” kelimesi, Tevrat,
Zebur, İncil ve Kur’an gibi ilahi kitapların tamamını
kapsayacak şekilde kullanılmakta ve bu kitapların Allah’ın
kelamı olduğu vurgulanmaktadır. Kur’an’da "kitap"
terimi, bazen belirli bir vahiy metnini
(Tevrat, İncil veya Kur’an) işaret ederken, bazen de tüm
ilahi kitapları topluca ifade etmektedir. Ayrıca, “zikir”
gibi kavramlarla ilişkilendirilerek ilahi vahyin hem bir
öğüt hem de bir hatırlatma olduğu ortaya konmaktadır.
Kur’an’ın
matematiksel bir sistemle korunduğu, 1974 yılında Reşat Halife tarafından 19 sayısı üzerine
kurulu bir yapıyla tespit edilmiştir. Bu korunmuşluk, “Zikri
Biz indirdik, onu koruyup gözeten de Biziz” (15:9) ayetiyle ifade edilen ilahi garantinin bir tezahürü olarak
değerlendirilmiştir. Ancak, bu ayet yalnızca Kur’an’ın
değil, Tevrat, Zebur ve İncil’in de Allah tarafından korunduğunu ima
etmektedir.
Kur’an’da
"Allah’ın Kelimeleri" olarak
nitelendirilen ilahi kitaplar, insanlığa
rehberlik etmek üzere indirilmiş evrensel mesajlardır.
Ayrıca, Kur’an’da “Ümmü’l-Kitab”, “Levh-i
Mahfuz” gibi kavramlarla ifade edilen "Ana
Kitap", Allah katında her şeyin kayıtlı
olduğu ve ilahi bilginin korunduğu bir kaynağı işaret
etmektedir. Bu da ilahi vahyin yalnızca insanlığa iletilen
kitaplarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda Allah’ın ezeli ve ebedi bilgisinde
saklı olduğunu göstermektedir.
2- Ehl-i Kitap Kavramı
- Ehl-i Kitap Ne Demektir?
Ehl kelimesi Kur’an’da aile, akraba (2:196;11:45; 20:132; 21:76;
27:57; 28:29, 89; 4:35; 37:75, 134;), topluluk, aşiret (3:64; 4:35; 36:55;
85:4) ile bir işe layık olan (74:56) gibi anlamlarda kullanılır.
“أَهْلُ ٱلْكِتَابِ” (Ehlü’l-Kitâb) ifadesi ise
genellikle Türkçeye “Ehl-i Kitap” olarak çevrilmekte ve “kendilerini kitabın
bir araya getirdiği kimseler” anlamına gelmektedir.
“اَهْلَ الْكِتَابِ” (Ehl-i
Kitap) ifadesi, Kur’an’da 31 kez geçer: 2:105, 109; 3:64, 65, 69, 70, 71, 72,
75, 98, 99, 110, 113, 199; 4:123, 153, 159, 171; 5:15, 19, 59, 65, 68, 77;
29:46; 33:26; 57:29; 59:2, 11; 98:1, 6. Kur’an’da 31 kez geçer. Bir yer de de “ehl-i incil” (İncil
ehli) ifadesi geçmektedir (5:47).
- Kur’an Perspektifinde
"Ehl-i Kitap" Kavramının Kapsamı ve Temel İlkeleri
“Andolsun ki sana da
beyyineler olan ayetler (apaçık deliller, mucizeler) indirdik. Onu da
fasıklardan başkası küfretmez” (2:99)
Bu ayette, kendisine
Kur’an indirilmiş olan Muhammed Nebi’den söz edildiği net olarak
anlaşılmaktadır. Kur’an
ayetlerini de vahye aykırı davrananlardan başkasının örtmeyeceği, inkâr etmeyeceği
belirtilir.
“Ne zaman da Allah’tan onlara, yanlarındakini
tasdik eden (doğrulayan)
bir resul geldiyse, kitap verilenlerden bir grup, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi
Allah’ın kitabını arkalarına atıverdiler.” (2:101)
Bu ayette, bir Nebi’nin kitabına iman
ettiğini iddia eden ve Ehl-i Kitap’tan (Yahudi, Nasrani ve Müslimlerden) olan bir
grubun, yanlarındakini tasdik eden (doğrulayan) bir resul (elçi) geldiğinde,
atalarının uydurduğu inancı savunmak uğruna yanlarındaki kitaptaki ayetleri
görmezden gelip Allah’ın kitabını öteledikleri belirtilmektedir.
“Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) ve şirk koşan kimseler,
Rabbinizden size bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise istediği
kimseye rahmetini tahsis eder…” (2:105)
Bu ayette, Ehli
Kitap’tan olan kâfir ve müşriklerin, müminlere hayırlı (iyi, güzel, faydalı) bir
şeyin indirilmesini istemedikleri belirtilir.
“Ehl-i Kitap’tan olanların çoğu, kendilerine
hak (hakikat) apaçık belli olduktan sonra, kendi nefislerindeki hasetten
dolayı imanınızdan sonra sizi tekrar kafirler olarak döndürmeyi arzularlar. O
halde Allah, onlar hakkındaki buyruğunu gerçekleştirinceye kadar onları affedin
ve görmezden gelin...” (2:109)
Bu ayette, Ehl-i Kitap’tan (Yahudi, Nasrani ve
Müslim vb) olan kimselerin çoğunun, yalnızca Allah’ın ayetleriyle iman eden ve
tevhid inancına göre yaşamaya çalışan müminleri, kendileri gibi küfre döndürmek
istedikleri ve bunun için çabaladıkları belirtilir.
“De
ki: “Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda eşit (ortak)
olan bir kelimeye gelin. Asla Allah’ın dışındakilere kulluk (hizmet)
etmeyelim ve O’nunla bir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz de kimimizi (bazı
insanları) Allah’ın dışında rabler edinmesin.” Eğer dönerlerse, o zaman
“Şahit olun, kesinlikle bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız)” deyin.
Bu
ayet, “İbrahim, bir Yahudi miydi, yoksa bir Nasrani miydi?” diye kendi
aralarında tartışan Yahudi ve Hıristiyanlara verilen bir cevaptır. Benzer husus, Kur’an yerine, hadis ve
sünnete göre yaşayan gelenekçi Müslümanlar için de geçerlidir.
“Ey Ehl-i Kitap! Niçin delil sunarak İbrahim
hakkında iddialaşıyorsunuz? Oysa Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. O
halde aklınızı kullanmıyor musunuz? İşte sizler, hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda delil
sunarak iddialaştınız! O halde hakkında bilgi sahibi olmadığınız konularda
neden delil sunarak iddialaşıyorsunuz? Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. İbrahim, Yahudi veya Nasrani değildi, lakin hanif bir Müslim (Teslim Olan) idi; müşrik olanlardan da
değildi. İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, şüphesiz ki ona tabi
olan kimseler ve bu Nebi ve iman eden kimselerdir. Allah da müminlerin velisidir (gözeticisidir, kılavuzudur). Ehl-i Kitap’tan bir grup sizi delalete (sapkınlığa)
düşürmeyi arzularla. Ancak yalnızca nefislerinden (kendilerinde olanları)
başkasını saptıramazlar, ama şuurunda (bilincinde) değildirler. Ey Ehl-i Kitap! Sizler şahit olduğunuz hâlde niçin Allah’ın
ayetleriyle küfrediyorsunuz? Ey Ehl-i Kitap!
Niçin hak (gerçek, hakikat)
olana batılı giydiriyorsunuz ve sizler bildiğiniz halde hak olanı gizliyorsunuz! Ehl-i Kitap’tan bir grup dedi ki: ‘Müminlere
indirilmiş olanla günün başında iman edin, ahirinde (sonrasında) ise
küfredin (gerçeği örtün); belki onlar (müminler) da dönerler. Dininize uyanlardan
başkasına da iman etmeyin (inanıp güvenmeyin).’ De ki: ‘Hidayet, elbette
ki Allah’ın hidayetidir (kılavuzluğudur). Size verilmiş olanın
benzerinin bir kimseye (Resul’e) verilmesinden ya da Rabbinizin
huzurunda size delil ile karşılık vereceklerinden dolayı mı (böyle
söylüyorsunuz)?’ De ki: ‘Fazl (nimet, lütuf ve rahmet) elbette ki
Allah’ın eliyledir; onu istediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir, Alim’dir
(ilmi ve merhameti her şeyi kuşatmıştır; her şeyi bilendir). Rahmetini, istediğine tahsis eder. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir (Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibidir).’ Ehl-i Kitap’tan bazılarına yüklerle
mal emanet etsen, onu sana öder. Onlardan bazılarına da bir dinar emanet etsen,
başına dikilmediğin sürece onu sana ödemez. Bu, onların ‘Ümmiler (vahiy kitaplarından bir kısmına uymayanlar veya
onlardan habersiz olanlar) hakkında bizim için bir yol (sorumluluk,
vebal) yoktur’ demeleri ve bile bile Allah hakkında yalan
söylemeleri nedeniyledir.” (3:64-75)
Bu ayetlerde;
1- Müminlerden, Ehl-i Kitap mensuplarını
yalnızca Allah’a kulluk (hizmet) etmeye davet etmeleri,
2- Müminlerden, Ehl-i Kitap mensuplarını,
Allah adına haram ve helal belirleyen kimseleri rab (otorite) edinmemeye
çağırmaları,
3- Allah’ın, hakkında bilgi vermediği konular
üzerine tartışmaktan kaçınılması,
4- İbrahim Nebi’nin Yahudi veya Hristiyan
olmadığı; çünkü kendisine Tora (Tevrat’ın ilk beş kitabı) indirilen Musa’nın,
İbrahim Nebi’den asırlar sonra yaşadığı ve aynı şekilde kendisine İncil verilen
İsa’nın da Musa’dan binlerce yıl sonra yaşadığı,
5- İbrahim Nebi’nin hanif bir Müslim (teslim
olan) olduğu ve Allah’a şirk koşmadığı,
6- İnsanlar arasında İbrahim’e en yakın
olanların, ona tabi olanlar ile Muhammed Nebi ve müminler olduğu,
7- Ehl-i Kitap’ın çok azının mümin olduğu,
çoğunun fasık ve müşrik olduğu,
8- Ehl-i Kitap’tan bazı grupların emanete
sadık kaldıkları, ancak bazılarının kendilerine verilen emanetlere ihanet
ettikleri,
9- Ehl-i Kitap’tan bazı grupların müminleri sapkınlığa
düşürme çabası içinde oldukları,
10- Ehl-i Kitap’ın, Allah’ın ayetlerine
tanıklık etmelerine rağmen, yanlarındaki Allah’ın ayetlerini delil olarak
kullanarak yeni gelen vahyi veya elçileri küfrettikleri (inkâr ettikleri, örttükleri),
11- Ehl-i Kitap’ın bu inkâr sürecinde
hakikati (gerçeği) batıl ile örttükleri, yani kendi hurafe inançlarıyla hak
olanın üzerini örterek hakikati gizledikleri,
12- Ehl-i Kitap’tan bir grubun, müminleri
şüpheye düşürmek ve küfre yönlendirmek amacıyla önce indirilmiş yeni vahye iman
ettiklerini beyan ettikleri, ancak sonrasında tekrar inkâra yöneldikleri,
13- Müminlerin, yalnızca kendi dinlerine
mensup olanlara iman (inanç ve güven) etmeleri gerektiği,
14- Hidayetin (doğru yolu bulmanın) yalnızca
Allah’ın hidayet (kılavuzluk) etmesiyle gerçekleşti,
15- Fazlın (lütuf, ihsan) Allah’ın eliyle
olduğu ve onu istediği kimseye bahşettiği; rahmetini de yine istediğine tahsis
ettiği,
belirtilir.
“De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın ayetleri
ile küfrediyorsunuz? Ve Allah, yapmakta olduklarınıza şahittir. De ki: “Ey
Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın yolunu (vahyi) eğri (çarpık) göstermeye
çalışıp iman eden kimseleri engelliyorsunuz? Sizler ise şahitsiniz. Allah da
yapıyor olduklarınızdan gafil (habersiz) değildir.” Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilen kimselerden bir gruba uyarsanız,
sizi imanınızdan sonra küfre döndürürler. Ve Allah’ın ayetleri size tilavet ediliyorken (okuyup takip ediyorken), Resulü de aranızdayken
nasıl küfredersiniz (hakkı örtersiniz)? Ve kim Allah ile (O’nun
vahyiyle) sarılırsa, o zaman müstakim (dosdoğru) yolda ona kılavuzluk
edilmiştir.” (3:98-101)
Bu
ayetlerde;
Yahudi,
Nasrani ve Müslim gibi Ehl-i Kitap’tan bazı kimselerin, Allah’ın ayetlerine
tanıklık etmelerine rağmen, ellerindeki ilahi vahyi delil olarak kullanarak
yeni vahyi örtmeye (küfre yönelmeye) ve elçileri inkâr etmeye devam ettikleri,
Ehl-i
Kitap’tan bazılarının, Allah’ın yolunu çarpık bir şekilde göstermeye
çalıştıkları,
Müminlerin,
Allah’ın ayetlerini kullanarak vahyi ve elçileri inkâr eden veya Allah’a ortak
koşan Ehl-i Kitap mensuplarına tabi olmaları durumunda, onların kendilerini
tekrar küfre yönlendirmeye çalışacakları,
Allah’a
(O’nun vahyine) sarılan kimselerin, istikamet sahibi (dosdoğru yolda olan)
bireyler olarak ilahi rehberlik doğrultusunda yönlendirilecekleri,
belirtilir.
“(Sizler), insanlar için çıkarılmış hayırlı
bir ümmetsiniz; maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile
emreder ve münkerden nehyedersiz (vahye aykırı olandan sakındırırsınız) ve
Allah ile iman edersiniz. Ehl-i Kitap da iman
etmiş (inanıp güvenmiş) olsaydı, elbette ki
kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır, onların çoğu ise
fasıktır (vahye aykırı davranırlar). (Onlar), size eziyet etmek dışında asla bir zarar veremezler. Sizinle
kital yapmaları (savaşırlarsa) durumunda da size arkalarını dönüp
kaçarlar. Sonra onlara yardım edilmez. Nerede
bulunurlarsa bulunsunlar, onların üzerine zillet darp edildi (aşağılanma
damgası vuruldu). Ancak Allah'tan bir ip (ahit, koruma) veya
insanlardan bir ip (destek, koruma) olursa hariç. Allah’ın ve
insanların ipine tutunmaları hariç. Ve Allah’tan bir gazap ile döndüler ve
üzerlerine miskinlik darp edildi (yoksulluk damgası vuruldu). Bu,
onların Allah’ın ayetleri ile3 küfretmeleri ve nebileri
haksız yere katletmeleri4 nedeniyledir. Bu,
onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. Onlar (Ehl-i Kitap) eşit değil. Ehl-i Kitap’tan
bir topluluk gece vakitlerinde kıyamdayken Allah’ın ayetlerini tilavet ederler (okuyup
uyarlar), onlar secde de ederler. Allah
ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler ve maruf ile emreder ve
münkerden nehyederler ve hayratta (hayırlı işlerde) yarışırlar. Ve işte
onlar salih (dürüst, erdemli) olanlardandırlar. Hayırdan da ne işlerlerse asla küfredilmeyecek (üstü
örtülmeyecek). Ve Allah, muttakileri (Allah’ın
emirlerini yerine getiren, yasaklarından da kaçınanı) Bilendir.” (3:110-115)
Bu
ayetlerde;
Müminlerin,
Allah’a iman ettikleri, maruf ile emredip münkerden sakındırdıkları için
insanlık için çıkarılmış hayırlı bir toplum oldukları,
Kitap
ehlinin, Allah’ın ayetlerine ve elçilerine iman etmelerinin kendileri için daha
hayırlı olacağı,
Ehl-i
Kitap’ın da homojen bir topluluk olmadığı; onların içinde de Allah aracılığıyla
iman eden salih kimselerin bulunduğu, bunların gece vakitlerinde Allah’ın
ayetlerini okudukları, secde ettikleri, maruf ile emredip münkerden
nehyettikleri, hayırda yarıştıkları, dolayısıyla yaptıklarının mükâfatını da alacakları.
Ancak
çoğunluğunun fasık (vahye aykırı davranan) olduğu, içlerinde müşriklerin de
bulunduğu, Allah’ın ve insanların desteğinden yoksun kaldıklarında zillet içinde
yaşayacakları, Allah’ın gazabına uğrayacakları ve üzerlerine yoksulluk damgası
vurulacağı; bu durumun, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, nebileri haksız
yere katletmeleri, Allah’a isyan etmeleri ve haddi aşmalarından kaynaklandığı,
Kitap
ehlinin müminlere eziyet etmekten başka bir zarar veremeyecekleri, onlarla
savaşmaları durumunda ise arkalarını dönüp kaçacakları,
belirtilir.
“Ehl-i Kitap’tan öyleleri de vardır ki, şüphesiz
Allah ile ve size indirilenle ve kendilerine indirilenle iman ederler. Allah’a karşı huşu (derin
saygı ve sevgi) duyarlar. Allah’ın ayetleri ile azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı)
satın almazlar. İşte onlar için Rablerinin yanında ecirleri (yaptıklarının
karşılığı) vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.” (3:199)
Bu ayette, Ehl-i Kitap içinde Allah, kendilerine
indirilen Tevrat ve İncil ve son vahiy olan Kur’an aracılığıyla iman eden;
Allah’a derin bir saygı ve sevgi besleyen; O’nun ayetlerini dünyalık az bir
çıkar için kullanmayan ve salih amel işleyen kimselerin övüldüğü görülür.
“(Hüküm), sizin hayallerinizle de Ehl-i Kitap’ın hayalleriyle de olmaz. Kim bir kötülük işlerse
onunla cezalandırılır (onula
karşılığı verilir). Allah’ın
dışında da kendisi için ne bir veli (dost,
koruyucu) ne de bir yardımcı bulur. Erkek veya kadınlardan da kim mümin olarak
salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar
da haksızlığa uğratılmazlar! Yüzünü de Allah’a teslim eden (Allah’a yönelen) ve muhsin bir hayat
süren (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapan) ve hanif olan
İbrahim’in milletine tabi olandan kimin dini ahsen (daha güzel, daha iyi)
olabilir? Ve Allah, İbrahim’i “halil” (seçkin arkadaş, dost) edinmişti.”
(4:123-125)
Bu ayetlerde, Hesap Günü ve Ahiret hayatının,
Yahudi, Hristiyan veya Müslimlerin öznel tasavvurlarına göre şekillenmeyeceği;
bireylerin işledikleri kötülüklerin karşılığını mutlaka göreceği ve bu durumda
Allah dışında onları kurtaracak herhangi bir velinin, yardımcının ya da
şefaatçinin bulunmayacağı vurgulanmaktadır.
Bununla birlikte, Ehl-i Kitap’tan olan
müminlerin salihat (doğru, yapıcı ve
erdemli fiiller) işleyenlere, en küçük bir haksızlık yapılmayacağı ve cennete
gireceği belirtilir.
Ayrıca, Allah’a yönelerek O’nun ayetlerinde
belirtilen emir ve yasaklar doğrultusunda yaşayan ve hanif olan İbrahim’in
toplumuna uyanların dininin, en doğru ve üstün din olduğu belirtilmektedir.
“Ehl-i Kitap, senden kendileri için gökten bir
kitap indirmeni istiyorlar. Fakat Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişlerdi. O
zaman dediler ki: “Allah’ı, bize aleni olarak göster.” Bunun üzerine yıldırım
zulümlerinden dolayı onları çarptı…” (4:153)
Bu ayette, Ehl-i Kitap’ın, ilahi elçilerden
kendi beklenti ve taleplerine uygun ayetler indirilmesini talep ettiği ifade
edilmektedir.
“Ehl-i Kitap’tan olan da, kendi mevtinden (ölümünden) önce muhakkak onunla (İsa
ile) iman edecektir. Kıyamet Günü de onların üzerinde (onlar hakkında)
bir şahit olacaktır.” (4:159)
Bu ayette, Yahudi, Hristiyan ve gelenekçi Müslimlerin,
ölüm anından önce İsa ile (onun aracılığıyla) iman edecekleri ve kıyamet
gününde İsa’nın onlar hakkında tanıklık edeceği ifade edilmektedir.
“Ey Ehl-i Kitap! Kendi dininizde taşkınlık etmeyin (aşırıya gitmeyin). Allah hakkında da hak (gerçek)
dışında bir şey söylemeyin. Şüphesiz ki
Meryem oğlu İsa Mesih Allah’ın Resulüdür. Ve Meryem’e bıraktığı Kelimesi’dir.
Ve O’ndan (Allah’tan) bir Ruh’tur. O halde Allah ve resulleri ile (Onların aracılığıyla) iman edin ve “üçtür!” demeyin ve buna son verin. Bu sizin
için hayır olandır. Şüphesiz ki Allah, vahid (bir ve tek) olan ilahtır. O, Sûbhân’dır (her
türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir -uzaktır- ve yücedir). O’nun evladı (çocuğu) olması… Göklerde ve yerde ne varsa
O’nundur. Vekil (yönetici, güven kaynağı, dayanak) olarak Allah yeter!”
(4:171)
Bu ayette, Ehl-i Kitap’dan olan Yahudi,
Hristiyan ve gelenekçi Müslimlere, dinlerinde aşırılığa kaçmamaları ve Allah
hakkında, vahiy yoluyla bildirilenlerin ötesinde herhangi bir şeyi
uydurmamaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Ayrıca İsa Mesih’in, Allah’ın bir resulü olduğu,
O’nun kelimesi ve kendisinden (Allah’tan) bir ruh olduğu belirtilmekte; Allah
ve O’nun elçileri ile (onların aracılığıyla) iman edilmesi gerektiği ve Meryem
oğlu Mesih’in ilah olduğunu iddia edenlerin küfre düştüğü belirtilmektedir.
“Ey Ehl-i Kitap! Gerçekten de size resulümüz
geldi. Kitap’tan gizliyor olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan ediyor (açıklıyor),
çoğunu da affediyor. Gerçekten de size, Allah’tan
bir nûr (ışık) ve mübin (açıklayan, açıklığa kavuşturan, apaçık)
bir kitap geldi. Onunla Allah, rıdvanına (O’nun rızasına) tabi olan
kimseleri selam (esenlik ve barış) yollarına yönlendirir. Kendi izni ile
de onları karanlıklardan nura çıkarır ve onları sırat-ı müstakime (dosdoğru
olan yola) doğru yönlendirir. Andolsun ki “Allah, O, Meryem
oğlu Mesih’tir!” diyen kimseler kesinlikle küfretti (gerçeği örttü). De
ki: “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i ve annesini ve yeryüzünde ne varsa
hepsini helak etmek isterse, o zaman kim Allah’tan bir şeye malik
olabilir (O’nun
yetkisine müdahale edebilir)? Göklerin de yerin de bunların arasındakilerin de mülkü (tasarruf
yetkisi) Allah’ındır. Dilediğini
yaratır. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).
Yahudi ve Nasara dedi ki: “Biz, Allah’ın oğullarıyız ve O’nun sevdikleriyiz!”
De ki: “O halde size niçin günahlarınız ile azap ediyor? Bilakis Sizler, O’nun
yarattıklarından bir beşersiniz (canlısınız, insansınız).” (Allah),
istediği kimseyi bağışlar, istediği kimseye de azap ettirir. Göklerin, yerde ve
onların arasında ne varsa mülkü (otoritesi) Allah’ındır. Dönüş de
O’nadır. Ey Ehl-i Kitap! “Bize bir müjdeleyici ve
uyarıcı gelmedi.” demeyesiniz diye, Resullere ara verildiği bir dönemde gerçekten de sizlere beyanda
bulunan bir resul size geldi.; Bundan dolayı size bir müjdeleyici ve bir
uyarıcı geldi. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).” (5:15-19)
Bu ayetlerde;
Muhammed Nebi’nin, Ehli Kitap’ın Tevrat ve İncil’de
gizledikleri hakikatlerin bir kısmını açıkladığı, bir kısmını ise neshettiği, bunu
da ilahi bir nur ve açıklayıcı bir kitap
olan Kur’an aracılığıyla gerçekleştirildiği,
Kur’an’a tabi olanların, Allah tarafından
karanlıklardan nura çıkarıldığı ve onların sırat-ı müstakime yönlendirildiği,
Yahudi ve Hristiyanların, “Biz, Allah’ın oğullarıyız
ve O’nun sevdikleriyiz!” şeklindeki iddialarının eleştirildiği ve onların da
diğer yaratılmışlar gibi sıradan birer beşer oldukları,
İsa Mesih’in ilah olduğunu iddia edenlerin küfre
düştüğü,
Allah’ın dilediği kimseyi bağışlayabileceği ve
dilediğine azap edebileceği,
Resullerin gelmediği bir dönemde, tüm Ehl-i
Kitap’a hitap eden, hem müjdeleyici hem de uyarıcı bir resulün gönderildiği
bildirilir.
“Ey
iman edenler! Sizden önce kitap verilen kimselerden dininizi alay ve oyun
konusu edinen kimseleri ve kâfirleri (örtenleri)
evliya (yoldaş,
gözetici, kılavuz) edinmeyin. Ve eğer müminler iseniz
Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçının)! Salat’a çağrıldığınızda da onu alay ve oyun
edinirler. Bu, onların aklını kullanmayan bir toplum olmalarındandır. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Yalnızca Allah ile ve
bize indirilen ile ve ondan önce indirilen ile iman ediyoruz diye mi bizden
nefret ediyorsunuz? Ve şüphesiz ki çoğunuz fasıksınız (yoldan çıkmışsınız).”
De ki: “Allah katında bundan daha şerli bir musibeti size haber vereyim mi?
Allah’ın lanetlediği ve gazaba uğrattığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar
kıldığı ve tağuta kulluk eden kimseler; işte onlar, mekanı (konumu) şer (kötü) olanlardır;
düz (doğru) olan yoldan da sapmışlardır.” Ve size
geldiklerinde “iman ettik.” dediler. Oysa onlar, yanınıza küfür ile girdiler ve
onunla (küfürleriyle) çıktılar. Allah da gizliyor oldukları şeyleri en
iyi bilir. Onlardan çoğunu da ismde (Allah’ın yasakladığı fiilleri
işlemede) ve düşmanlıkta ve suht (rüşvet, gasp veya gayrimeşru kazanç)
yemede yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! Rabbaniler
(Rabbe adanmış olanlar) ve ahbar (din bilginleri) onları, ism (Allah’ın
yasakladığı) sözler söylemekten ve suht (gayrimeşru) olan şeyleri
yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Onların yapmakta oldukları ne
kötüdür! Yahudi, “Allah’ın eli bağlıdır.” dedi. Böyle
dedikleri için onların elleri bağlandı ve lanetlendiler. Bilakis, (Allah’ın) iki eli de yayılmıştır. Nasıl
istiyorsa o şekilde infak eder. Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun tuğyanını (azgınlığını)
ve küfrünü artıracaktır. Kıyamet gününe kadar da onların arasına buğz (kin,
nefret) ve düşmanlık bıraktık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa,
Allah onu söndürmüştür.4 Yeryüzünde de fesat (bozgunculuk)
çıkarmaya çalışırlar5. Allah da fesatçıları sevmez. Eğer Ehl-i Kitap iman
etmiş olsalardı ve takvalı olsalardı, elbette ki seyyielerini onlardan
küfrederdik (kötülüklerini örterdik) ve onları Naim (nimet)
Cennetlerine sokardık. Eğer onlar, Tevrat’ı ve İncil’i ve Rablerinden
kendilerine indirileni (Kur’an’ı) tam olarak ikame etselerdi (yerine
getirselerdi, uygulasalardı), kesinlikle hem üstlerinden hem de ayaklarının
altından (yerin ve göğün bütün nimetlerinden) yerlerdi. Onlardan
muktesid (orta yol tutan, iktisatlı) olan bir topluluk vardır, onlardan
çoğunun ise amelleri (fiilleri, yaptıkları) kötüdür! Ey
Resul! Rabbinden sana indirilmiş olanı tebliğ et (duyur). Eğer yapmazsan, o zaman O’nun
risaletini (mesajını) tebliğ etmemiş olursun.
Allah da seni insanlardan koruyor. Şüphesiz ki Allah, kâfir toplumu hidayete
erdirmez (onları yönlendirmez). De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Sizler,
Tevrat’ı ve İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı (Kur’an’ı) ikame edinceye (uygulayıncaya)
kadar bir şey (bir dayanak) üzerinde olmazsınız.” Rabbinizden sana
indirilmiş olan, onlardan çoğunun tuğyanını (azgınlığını) ve küfrünü
artıracaktır. O halde sen, o kâfir topluluğa üzülme! Şüphesiz ki
iman eden kimseler (müminler) ve hidayet (kılavuzluk) edilen
kimseler ve Sabiiler ve Nasara… Kim Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile
iman ederse (inanır, güvenirse) ve salih olanı (doğru,
yapıcı, erdemli olan fiilleri) işlerse; o zaman onlara korku
yoktur ve onlar üzülmeyecekler.” (5:57-69)
Bu ayetlerde;
İslam Dini ve salât ile alay eden, İslam’ı inkâr
eden Yahudi ve Hristiyanların veli (dost, rehber) edinilmemesi gerektiği,
Müminlere karşı nefret besleyen Ehl-i Kitap ile
tevhid inancına dayalı ortak bir inanç zemininde buluşmaya çalışılması,
Ehl-i Kitap içinde Allah’ın lanetlediği, gazaba
uğrattığı, maymunlar ve domuzlar kıldığı, tağuta (azgın güçlere) kulluk eden
grupların olduğu; bunların doğru yoldan sapmış, insanların en şerlileri
konumunda bulundukları ve inanmadıkları hâlde yalan yere iman ettiklerini
söyledikleri,
Ehl-i Kitap’ın çoğunun fasık (ilahi emirleri
çiğneyen) olduğu, amellerinin büyük kısmının şer olduğu; bunların Allah’a
isyan, müminlere düşmanlık ve gayrimeşru kazanç gibi konularda yarıştıkları,
Ehl-i Kitap içindeki kendini Allah’a adamış
kişilerle âlimlerin, toplumu Allah’a isyan ve gayrimeşru kazanç konularında
uyarmaları gerektiği,
Allah’ın ayetleriyle iman etmeyen ve kendi din
adamlarının emir ve yasaklarına uyarak onları rab (rehber, efendi) edinen Ehl-i
Kitap’tan olan fasık ve müşriklerin çoğunun, Resule indirilen vahye karşı
çıktığı ve inkârlarının arttığı; bunların yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya
çalıştığı; Allah’ın da onların arasına Kıyamet Günü’ne kadar sürecek bir kin ve
düşmanlık yerleştirdiği,
Allah’ın, iman edip takva sahibi olanların
seyyielerini (kötülüklerini, günahlarını) örteceği ve onları cennetlere
sokacağı,
Ehl-i Kitap’ın, Tevrat, İncil ve Kur’an’a doğru
bir şekilde uymaları hâlinde, hem gökten hem de yerden bolca
rızıklandırılacakları,
Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı gereğince
uygulamadıkları sürece, Ehl-i Kitap’ın gerçek bir temele sahip olamayacakları,
2:62 ve 5:69 ayetlerinde, Allah ve ahiret günü
ile iman eden ve salih (doğru, yapıcı ve erdemli) ameller işleyen ilahi bir kitaba
mensup müminlerin kurtuluşa ereceği,
bildirilmektedir.
“Meryem oğlu Mesih sadece bir resuldür. Ondan önce de resuller
gelip geçmiştir. Onun annesi de sıddîk (doğrulukta sebat eden, güvenilir) bir
kadındır. Her ikisi de yemek yerdi. Bak, onlara ayetleri nasıl
açıklıyoruz, ardından bak nasıl (haktan)
saptırılıyorlar! De ki “Size zarar ya da fayda vermeye gücü
yetmeyen Allah’ın dışındaki şeylere mi kulluk ediyorsunuz?” Ve Allah, Semiul-Alim’dir (Her şeyi Bilip İşitendir). De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Haksız olarak dininizde aşırıya
gitmeyin. Öteden beri düzgün bir yoldan sapmış (delalete düşmüş) ve çoğunu da saptırmış olan sapık bir
kavmin (toplumun) hevalarına (arzu ve isteklerine) da uymayın!”
İsrailoğullarından küfreden kimseler, Davud’un ve
Meryem oğlu İsa’nın lisanıyla lanetlenmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi
aşmalarından/saldırgan olmalarından dolayıdır. Onlar, işledikleri münkerden
dolayı birbirlerini engellemiyorlardı. Gerçekten de yapıyor oldukları ne kötü
idi. Onlardan
(İsrailoğullarından)
çoğunun, küfreden kimseleri veli (yoldaş, kılavuz) edindiklerini
görürsün. Kendi nefislerinin onlar için takdim ettiği (sunduğu) şey ne
kötü! Allah, onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde kalıcıdırlar. Eğer Allah ve Nebi ve ona indirilen ile iman etselerdi onları
evliya edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasıktır.
İman edenlere düşmanlık bakımından insanların en
şiddetlisi olarak mutlaka Yahudi olanı ve şirk koşan kimseleri bulacaksın. İman
eden kimselere sevgice en yakın olanları da “Şüphesiz ki biz Nasarayız!” diyen
kimseleri bulursun. Bu,
onların içinde keşişler ve rahipler bulunması ve onların kibirlenmemeleri (büyüklük
taslamamaları) nedeniyledir.
Resul’e
indirilmiş olanı işittikleri zaman da onların gözlerinin yaşla
dolup taştığını görürsün. Haktan (Allah’tan) olduğunu bildiler. Derler
ki: “Rabbimiz,
iman ettik, o halde bizi şahitlerle beraber yaz. Biz neden Allah
ile ve bize gelen hak olan (Kur’an) ile iman etmeyelim? Rabbimizin, bizi
de salihler toplumuna dahil etmesini temenni ediyoruz!” Demelerinden
dolayı Allah onlara, altlarından nehirler akan cennetler verdi. Onun içinde
kalıcıdırlar. Muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların)
cezası (karşılığı) işte budur. Ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği
örten) ve yalanlayan kimseler de, işte onlar cahimin (ateşin) halkıdır.” (5:75-86)
Bu ayetlerde;
Meryem’in, sıddîk
(doğrulukta sebat eden, güvenilir) bir kadın olduğu ve insanî bir varlık
olduğu,
Ehl-i Kitap’a, dinlerinde haksız yere aşırılığa
kaçmamaları ve öteden beri istikamet üzere olan yoldan sapmış, pek çok kişiyi
de saptırmış bir topluluk olan Yahudilerin hevâsına (arzu ve tutkularına)
uymamaları gerektiği,
İsrailoğulları içindeki kâfirlerin (Allah’ın
ayetlerini inkâr edenlerin, elçilerini reddedenlerin), Allah’ın emirlerine
isyan etmeleri, sınırları aşmaları, kendi içlerindeki yanlış davranışları
engellememeleri ve küfre sapan kimseleri veli (dost ve rehber) edinmeleri
sebebiyle, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendikleri,
İman edenlere en büyük düşmanlığı gösterenlerin,
Yahudilerden ve müşriklerden çıktığı,
İman edenlere sevgi bakımından en yakın
olanların, içlerinde keşişler (papazlar) ve rahipler bulunan, kibirlenmeyen ve
kendilerini "Nasara" olarak tanımlayan bir topluluk olduğu,
Ehl-i Kitap içinde, Resul’e indirilen vahyi
duyduklarında gözyaşlarına hâkim olamayan ve “Rabbimiz, iman ettik, öyleyse
bizi şahitlerle beraber yaz. Biz neden Allah’a ve bize gelen hakikate
(Kur’an’a) iman etmeyelim? Rabbimizin bizi de salihler toplumuna dâhil etmesini
umut ediyoruz.” diyen Nasara topluluğuna, Allah tarafından altlarından nehirler
akan cennetlerin bahşedildiği ve onların orada ebedî olarak kalacaklarının
bildirildiği,
bildirilmektedir.
“Ehl-i Kitap ile
de cedelleşmeyin (delil sunarak haklı çıkmaya çalışmayın). Ancak onlardan zulmeden kimselerle sadece
ahsen (en güzeli, en iyisi) ile (mücadele edin)
ve deyin ki: “Bize indirilen (vahiy) ile de size indirilen (vahiy) ile de iman ettik. Bizim ilahımız (Yücemiz Olan Allah) da sizin ilahınız da
vahîd’dir (Bir ve tektir). Ve biz, O’nun için Müslimleriz (teslim
olanlarız).” Ve işte Kitabı sana indirdik. Böylece kendilerine kitap
verdiğimiz kimseler onunla iman ederler. Bunlardan da onunla iman eden kimseler
vardır. Kâfirlerden (hakkı örtenlerden) başkası da bile bile
ayetlerimizle inkâr etmez!” (29:46, 47)
Bu ayetlerde;
Ehl-i Kitap içinde, Muhammed Nebi’ye indirilen
Kur’an ile iman edenlerin de bulunduğu, Allah’ın ayetleriyle bilerek inkâr edip
küfre sapanların da yer aldığı belirtilir.
Ayrıca Ehl-i Kitap ile delillere dayalı bir
tartışma içine girilmemesi, ancak içlerinden zulmedenlere karşı sadece en güzel
ve en doğru yöntemle mücadele etmeleri ve ortak bir inanç zemini bulmaları
tavsiye edilir.
“Ehl-i Kitap’tan, onlara (münafıklara) arka çıkan kimseleri de kalelerinden indirdi ve kalplerine şiddetli
bir korku düşürdü. Bir kısmını katlediyor, bir kısmını da esir ediyordunuz. Ve sizi, onların topraklarına ve yurtlarına ve
mallarına ve ayak basmadığınız topraklara mirasçı yaptı. Ve Allah, her şeye
Kadir olandır.”
(33:26, 27)
Bu ayetlerde, münafıklara destek veren Ehl-i
Kitap’tan Yahudilerin, Allah tarafından kalelerinden indirildiği, kalplerine
derin bir korku salındığı ve müminlerin onlara karşı üstün kılındığı; böylece
müminlerin, onların mallarına ve topraklarına mirasçı olduğu belirtilmektedir.
“Ey
iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun1 ve resulü ile iman edin ki size
rahmetinden iki kat versin. Ve size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve
size mağfiret etsin. Ve Allah, Gafur’dur, Râhîm’dir (günahları
örten ve bağışlayandır; merhamet edendir). Bu, Ehl-i Kitap’ın Allah’ın
fazlından (nimetleri, lütufları ve rahmetinden) hiçbir şeye güç
yetiremeyeceklerini, fazlın (lütuf ve ihsan) yalnızca Allah’ın elinde
olduğunu, onu da istediğine verdiğini bilmeleri içindir...” (57:28, 29)
Bu ayetlerde, Allah’a karşı takva bilinciyle
hareket eden ve O’nun elçisi ile (elçisinin aracılığıyla) iman eden müminlere,
Allah’ın yollarını aydınlatacak bir nur bahşedeceği ve onları mağfiret edeceği
ifade edilmektedir.
Ayrıca, Ehl-i Kitap’ın (Yahudi, Hristiyan,
gelenekçi Müslim vb), Allah’ın fazlından (rahmet ve lütfundan) hiçbir şeye
kendi iradeleriyle güç yetiremeyeceği; fazlın yalnızca Allah’ın tasarrufunda
olduğu ve Allah’ın bunu istediğine ihsan edeceği belirtilmektedir.
“Ehl-i Kitap’tan kâfir olan
kimseleri, ilk haşr için yurtlarından çıkartan O’dur. Onların çıkacaklarını
sanmadınız. Şüphesiz onlar da kendi kalelerinin Allah’tan (O’nun hükmüyle) kendileri için engel
olacağını zannettiler. Bunun üzerine Allah, hiç hesap etmedikleri bir yerden
onlara geldi ve onların kalplerine şiddetli bir korku saldı. Kendi elleriyle ve
müminlerin elleriyle kendi evlerini harap ediyorlar. Ey basiret sahipleri,
ibret alın! Ve eğer Allah (yaptıklarına karşılık olarak) onların (yurtlarından)
çıkarılmalarını yazmamış (hükmetmemiş) olsaydı, muhakkak dünyada onları azaba uğratırdı. Ahirette de
onlar için ateş azabı vardır.” (59:2, 3)
Bu
ayetlerde, Ehl-i Kitap’tan küfreden (Allah’ın ayetleri örten, elçilerini inkâr
eden) Yahudilerin, Allah tarafından yurtlarından çıkarıldığı belirtilmektedir.
Bununla birlikte, onların Allah’ın kendilerini destekleyeceğini ve yurtlarından
çıkarılmalarına engel olacağını düşündükleri ifade edilmektedir. Ancak Allah,
onların kalplerine derin bir korku salmış ve böylece hem kendi elleriyle hem de
müminlerin elleriyle kendi evlerini tahrip etmelerine sebep olmuştur.
“Nifak (ikiyüzlülük) yapan kimselerin, Ehl-i
Kitap’tan küfreden (hakkı örten) kardeşlerine, “Eğer (yurdunuzdan)
çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle çıkarız. Sizinle ilgili olarak da
kimseye asla itaat etmeyiz, eğer sizinle kital yapılırsa (sizinle
çarpışılırsa) mutlaka size yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Oysa
Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Eğer (onlar)
çıkarılırlarsa, onlarla birlikte çıkmazlar. Ve eğer (onlarla) kitâl
yapılırsa, onlara yardım etmezler. Ve eğer onlara yardım edecek olsalar bile,
mutlaka onlara arkalarını dönerler. Sonra (o ehli kitaptan olan küfreden
kimseler) yardım görmezler.” (59:11, 12)
Bu ayetlerde, münafıkların Ehl-i Kitap’a
karşı gerçeğe aykırı beyanda bulundukları ve onlara vaatlerde bulunsalar dahi
verdikleri sözleri yerine getirmeyecekleri ifade edilmektedir.
“Tevrat’ı
taşıma sorumluluğu verildiği halde onu taşımayanların misali, kitap taşıyan
eşeğin misali gibidir. Allah’ın ayetleri ile (yeni vahyi ve elçileri) yalanlayanların
misali ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (62:5)
Bu
ayette, Tevrat’ı taşımalarına rağmen onunla amel etmeyen ve Tevrat ayetlerini
delil göstermeye çalışarak İncil’i, Kur’an’ı ve birçok nebiyi inkar eden Ehl-i
Kitap’tan olan Yahudiler, kitap yüklü eşeğe benzetilmektedir
“Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) ve şirk koşan kimseler,
kendilerine beyyine (apaçık kanıt) gelinceye kadar (haktan)
ayrılacak (çözülecek) değillerdi.
Allah’tan bir resul, arındırılmış
sayfaları tilavet ediyor (okuyup
uyuyor). Onun
içinde doğru ve istikrarlı olan yazılar vardır. Kendilerine kitap verilen kimseler, ancak
kendilerine beyyine (apaçık
kanıt) geldikten sonra ayrılığa düştüler. Yalnızca
Allah’a kulluk etmeleri ve hanifler (Şirk koşmadan Allah’a yönelen
kimseler) olarak dini O’na has kılmaları ve salatı doğru ve istikrarlı
yapmaları ve zekâtı vermeleri dışında kendilerine bir şey emredilmedi. Doğru
din işte budur. Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) ve şirk koşan kimseler,
şüphesiz cehennem ateşindedirler. Orada (ebedi olarak) kalıcıdırlar.
İşte onlar, yaratılmışların en şerlileridir. İman eden
ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
kimseler işte onlar, yaratılmışların hayırlılarıdır. Onların Rablerinin yanındaki
cezaları1 (karşılıkları) altlarından nehirler akan Adn Cennetleridir. Orada (ebedi olarak) kalıcıdırlar. Allah, onlardan razı
olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuştur. Bu, Rabbine huşu duyanlara
(derin
saygı ve içten sevgi besleyenlere) mahsustur.” (98:1-8)
Bu ayetlerde;
1- Allah tarafından bir elçi
aracılığıyla apaçık deliller gönderildiğinde, Allah’ın ayetleriyle küfreden
(hakkı örten) ve Allah’a şirk koşan Ehl-i Kitap’tan (Yahudi, Hristiyan, gelenekçi
Müslim vb.) bazı kimselerin hemen muhalefet ettikleri,
2- Allah tarafından gönderilen elçinin,
tahrifattan arındırılmış ayetleri okuyup aktardığı,
3- Ehl-i Kitap’a yalnızca Allah’a kulluk
etmeleri, hanif (şirkten arınmış) bir şekilde dini yalnızca Allah’a özgü
kılmaları, salatı doğru ve istikrarlı bir şekilde yerine getirmeleri ve zekâtı
vermeleri dışında bir yükümlülük getirilmediği,
4- Ehl-i Kitap’tan olup Allah’ın
ayetleriyle küfredenler (hakkı örten) ile Allah’tan başka varlıklara ibadet
eden müşriklerin, yaratılmışların en kötüleri oldukları, ebediyen cehennemde
kalacakları,
5- Buna karşılık, Ehl-i Kitap’tan iman
eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlerin yaratılmışların
en hayırlıları oldukları, Rableri katında mükâfatlandırılacakları, altlarından
nehirler akan Adn Cennetlerinde ebediyen kalacakları, Allah’ın onlardan razı
olduğu ve onların da Allah’tan razı oldukları,
belirtilmektedir.
Sonuç
“Ehl-i Kitap” kavramı,
genellikle kendilerine ilahi kitap verilmiş olan Yahudiler ve Hristiyanları
ifade ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak Kur’an-ı Kerim’de bu kavram daha
geniş bir anlam taşımakta olup, ilahi kitapla ilişkisi olan tüm toplulukları
kapsayacak şekilde değerlendirilmektedir.
Kur’an’da, Ehl-i
Kitap’ın bir kısmının Allah’ın ayetlerini görmezden geldikleri, vahyi tahrif
ettikleri ve müminleri sapkınlığa düşürmeye çalıştıkları ifade edilmektedir.
Ayrıca, atalarından gelen hurafeleri savunmak uğruna ilahi vahyi öteledikleri
ve müminleri küfre yönlendirmeye çalıştıkları vurgulanmaktadır. Bununla
birlikte, Ehl-i Kitap içinde Allah’a samimiyetle iman eden, vahyi doğru bir
şekilde uygulayan ve müminlere karşı dostane bir tutum sergileyen bir grubun da
bulunduğu belirtilmektedir.
Kur’an’da müminlerin
Ehl-i Kitap’tan ayrı tutulduğu açıkça görülmektedir. Müminler, Allah’a
samimiyetle iman eden, vahye dayalı bir hayat süren ve Ehl-i Kitap’ın
sapkınlıklarına karşı uyanık olan bir topluluk olarak tanımlanmaktadır.
Özellikle müminlerin “insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmet”
(3:110) olduğu belirtilerek, onların Ehl-i Kitap’tan farklı bir konumda olduğu
vurgulanmaktadır.
Ayrıca, müminlerin
Ehl-i Kitap’ın sapkınlıklarına karşı uyanık olmaları ve onları veli (dost,
yöneten, koruyup gözeten) edinmemeleri gerektiği ifade edilmektedir. Bu,
müminlerin inanç ve pratiklerde Ehl-i Kitap’tan ayrı bir kimlik taşıdığını
göstermektedir.
Kur’an’da Ehl-i Kitap’a yönelik yapılan uyarılar, eleştiriler ve öğütler, onların
inanç ve pratiklerindeki sapmalara, vahyi tahrif etme eğilimlerine ve müminlere
karşı tutumlarına odaklanmaktadır. Bu bağlamda, Kur’an’ın Ehl-i Kitap’a
yaklaşımı, hem bir uyarı hem de bir davet niteliği taşımaktadır.
Kur’an, Ehl-i Kitap’ı
yalnızca Allah’a kulluk etmeye, hanif bir inanç benimsemeye ve vahye dayalı bir
hayat sürmeye davet etmektedir. Ayrıca, Ehl-i Kitap’ın dinlerinde aşırılığa
kaçmamaları, Allah hakkında gerçeği örtmemeleri ve ilahi vahyi dünyevi çıkarlar
için kullanmamaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Kur’an’ın Ehl-i
Kitap’a yönelik mesajları, onların müminlerle olan ilişkilerinde adalet,
hoşgörü ve diyalog temelinde hareket etmelerini teşvik etmektedir. Ehl-i Kitap
ile en güzel şekilde münazara edilmesi ve onlara “Bizim ilahımız da sizin
ilahınız da tektir” (29:46) şeklinde bir yaklaşım sergilenmesi
öğütlenmektedir. Bu, Kur’an’ın evrensel mesajının bir yansımasıdır ve tüm
insanlığı tevhid inancına davet etmektedir.
Sonuç olarak,
Kur’an’da Ehl-i Kitap’a yönelik yapılan açıklamalar, onların hem uyarılmasını
hem de doğru yola davet edilmesini içermektedir. Ehl-i Kitap’ın bir kısmının
vahyi tahrif etme ve müminleri sapkınlığa düşürme eğilimlerine rağmen,
içlerinde samimi bir şekilde Allah’a iman eden ve salih ameller (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyen bir grubun da bulunduğu vurgulanmaktadır. Kur’an’ın bu yaklaşımı,
hem müminlerin Ehl-i Kitap’a karşı tutumlarını belirlemekte hem de evrensel bir
din anlayışının temellerini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, Kur’an’ın Ehl-i
Kitap’a yönelik mesajları, günümüzde farklı inanç grupları arasında diyalog ve
anlayışın geliştirilmesine katkı sağlayacak önemli bir rehber niteliği
taşımaktadır. Aynı zamanda, müminlerin Ehl-i Kitap’tan ayrı bir kimlikle,
Allah’ın vahyine sımsıkı sarılarak ve sapkınlıklardan uzak durarak yaşamaları
gerektiği de açık bir şekilde ortaya konmaktadır.