Tevessül; Sözlükte, bir aracı vasıtasıyla maddî veya manevi derecesi yüksek birine yaklaşmayı arzu etmek demektir. Vesile ise, üstün konumdaki birine yaklaşmaya aracı olacağı umulan şey demektir.
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve
yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (5/35).
"Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine (yaklaşmak için) vesile ararlar;
O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa
değer" (17/57).
Peki İslam’a
göre vesile tevessül ne demektir:
Bir Müslüman
olarak “tevessül”ün İslam Dinindeki karşılığını ve sınırlarını
öğrenebilmek için Kur’an’da nasıl tarif edilmiş olduğunu ve nelerle
sınırlandırılmış olduğunu öğrenmemiz gerekmektedir.
"Kullarım sana benden sorarlarsa ben (onlara) yakınım. Bana dua edenin
duasına icabet ederim. O halde çağrıma karşılık versinler. Bana iman etsinler.
Umulur ki doğru yola ererler." (2/186)
"En güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a dua edin, isimlerinde
ilhada düşenleri terk edin. Onlar yaptıklarının karşılığını
göreceklerdir." (7/180)
"Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine
ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın" (18/110)
"Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye
yalvarmayın" (72/18)
"De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse,
Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut
Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki:
Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar" (39/38).
Bu ayetlere
baktığımızda, Kur’an’da belirtilen vesilenin; Tevessül kelimesinin, Allah’a
yaklaşmayı ummak anlamına gelmediğini; vesilenin de, kişiyi Allah rızasına
götürecek bütün sâlih ameller, bütün hayırlı işler olduğunu görmekteyiz.
Yani Allah'a
yaklaştıran gerçek vesile; ilim ve ibadetle onun yolundan gitmek ve şeriatın
güzelliklerini benimsemektir.
Allah'ın
bize emrettiği ibadetler ise mutluluk ve sıkıntı halinde ona yalvarmamız, ondan
yardım istememiz ve ona sığınmamızdır.
Yüce Allah
buyuruyor ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibadeti
bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir" (40/60).
Allah
bizlere, tevessülün faydalı birçok çeşidini meşru kılmıştır ve ona yalvaranın
duasını -diğer şartlarını da yerine getirdiğinde- icabet edeceğini taahhüt
etmiştir.
Bu
ayetlerden anlaşıldığı gibi tevessülü; birilerini (şahıs, ölü, put, veli,
peygamber, din adamı vb) vesile yaparak Allah’a yakın olmaya çalışmak, olarak
ifade etmek doğru değildir. Bu tür tanımlamalar Kur’an’a uygun değildir.
TEVESSÜLÜN ÇEŞİTLERİ
Tevessülün çeşitlerini
ve bunlarla ilgili görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:
1. Meşru
Tevessül Şekilleri: Hakkında Kuran’dan
ve sahih hadislerden bir delil bulunan meşru Tevessül kendi içinde ikiyr
ayrılır.
a) Yüce Allah'ın
güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle tevessül: Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tevessül,
mü’min kul için en yararlı, en büyük ve en hayırlı vesilelerdendir. Zira mü’min
kul, duasında boş çıkmaz ve Rabbinin icabetinden mahrum kalmaz.
Bu konudaki
örnek dualar: "Allah'ım sen Rahmân ve Rahim'sin, Senden merhamet
diliyorum...", “ Ey Şafi olan Allah’ım, bana şifa ver…” gibi.
Bu konu ile ilgili ayetlerin birkaçı şunlardır: " Esmâ-i Husnâ (en güzel isimler) Allah'a
aittir. O'na, onlarla dua edin!" (7/180)
Onların dediklerine sabret! Güneşin doğuşundan önce de batışından önce de
gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da Rabbini hamd (övgü) ile tesbih
et (yücelt)! (Kāf
50/39-40)
Cenab-ı
Allah Süleyman'ın tevessülünden şöyle söz eder; "Rahmetinle, beni
iyi kullarının arasına kat." (27/ 19)
b) Salih
amellerle tevessül; Allah’tan
bağışlanma dilerken, kişinin kendisinin işlediği güzel amelleri anarak dua
edilmesidir.
Bu konudaki
örnek dualar: "Allah'ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle
ve resulüne tabi olmamla beni bağışla."
Bu konu ile
ilgili ayetlerin birkaçı şunlardır: "Öyle kullar ki, ‘Ey Rabbimiz!
İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!’
derler" (3/16).
O elçi, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de. Hepsi
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine iman ettiler. (Müminler)
"O'nun (Allah'ın) elçilerinden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz."*
(derler). "İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına (sığındık)! Dönüş
yalnızca sanadır." derler. (2/285)
Rabbimiz, gerçek şu ki biz ‘Rabbinize inanın!' diye imana çağıran davetçiyi
duyduk ve hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim için günahlarımızı bağışla;
kötülüklerimizi ört ve iyilerle birlikte (olacak şekilde) bizi vefat ettir. Rabbimiz, bize, elçilerin
vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil etme!
Şüphesiz ki sen sözünden dönmezsin. (3/193-194)
“Sadece sana kulluk eder ve yalnızca
senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimet verdiklerinin* yoluna ulaştır;
gazaba uğratılmışların ve sapkınların yoluna değil.” (1/ 4-7)
Burada
birkaç örneği verilen ve iman ve itaatten cümlesinin ardından hidayete
eriştirme niyazında bulunmaya dair ayetler, amel-i sâlihle tevessülde bulunmaya
işaret eder.
2. Meşru
Olmayan Tevessül Şekilleri: Hakkında Kuran’dan ve sahih hadislerde bir delili bulunmayan meşru tevessül
kendi içinde üçe ayrılır.
a) Vefat
etmiş nebiler, veliler ve salihlerin zatıyla Allah’a tevessül:
Bu Allah
(c.c.)'dan başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek,
onların vesilesiyle yardım istemek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek
için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve dua dilemektir. (Şefaat
ta duâ çeşitlerindendir).
Allah’ın
dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve
somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek,
bu anlamdaki sıkıntıların onlar tarafından giderilmesini beklemek İslam
inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de
ölmüş kullardan istenir. Ölmüş kişilerin kendisi için Allah’a dua etmelerini
istemek de aynıdır. Bilindiği gibi ölenlerin böyle şeylere güçleri yetmez.
Çünkü dünyada iken fani ve gücü çok sınırlı olan insan, öldükten sonra çürüyüp
toprak olur. Kendisine bile bir hayrı olmayan kemiklerin, dirilere ne faydası
dokunabilir? Ölmüşlerden medet umanların bu anlayışlarını anlamak mümkün
değildir. Böyle bir tavır Allah’a ortak koşmaktır ve İslam’la bağdaşmaz.
Bu konudaki örnek dualar: “Filân
velinin veya salih kulun hakkı için senden şunu niyaz ederim” veya “Allah'ım,
Nebimizin hürmetine” veya “Ka'be'nin hürmetine” veya “benzeri şeylerle
senden diliyorum..." şeklinde yemin manasına gelebilecek ifadelerle
tevessülün câiz görülmediği yahut harama yakın bir mekruh olduğu görüşünde
birleşmiştir.
Bu konu ile
ilgili ayetlerin birkaçı şunlardır: "Mescitler şüphesiz Allah'ındır.
O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın." (72/18)
"De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse,
Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut
Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki:
Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar." (39/38)
"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek
şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar." (10/18)
İster nebi
ister veli veya Kâbe gibi mukaddes bir mekân olsun Allah’ın adından başkasıyla
yemin etmek meşru değildir. Tasavvuf mensupları bu tür tevessülü câiz görmüş
olsalar da, hiçbir mezhep imamından, cevazlarına dair bir nakil yoktur. Selef
âlimlerine göre bu tür bir tevessül şirke götürür. (İbn Teymiyye, Ḳāʿide, s.
50-51, 114-115; Âlûsî, VI, 128; Reşîd Rızâ, VI, 372-375).
Putperestlerin
taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve
melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın
başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak,
O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öyleyse mü‘minler de,
Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkanları arayıp bulmalılar. Bu
vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek
ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.
İbadette ve duada zaten aracı olmaz.
İslâm inancı buna izin vermemektedir. İbadetlerinde herhangi bir şeyi,
ölmüşleri veya putlarını aracı kılanlar, onlarla Allah’a yaklaşmak isteyenler
müşriklerdir. Onlar, Allah’ın dışındaki birtakım varlıklardan, ya da tanrı
edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, onlara duâ ederler. Bir kulun
Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bütün bunlar
şirk olan ‘tevessül’ yollarıdır.
Kur’an şöyle
diyor: “De ki: Allah’ı bırakıp da O’nun yerine kendinize ilâh
edindiklerinizi çağırın yardımınıza. Onlar sizin herhangi bir sıkıntınızı
gideremeyecekleri gibi, size gelecek herhangi bir belayı da savamazlar.”
(17/56)
Dua ve ibadette
bir başka varlığı aracı koyma sapıklık olduğu gibi buna ihtiyaç da yoktur.
Tekrar edelim ki Allah (cc) kullarına, kendilerinden daha yakındır. Dua veya ibadet
edenin duasını işitir, ibadetini bilir ve karşılığını verir. İhlasla ibadet
edenlerden haberi vardır ve onların yaptıkları sâlih amellerin mükâfatını
fazlasıyla onlara geri öder.
Allah'a
yaklaşmak, yakın olmak fiziksel değildir. Zaten Allah insana şahdamarından daha
yakındır. O halde söz konusu yakınlık manevi ve değer açısından yakınlıktır.
Allah dua ve isteklere cevap verme bakımından da insana yakındır. Nerede
olursak olalım bizi işitir. O halde dua ve istekte bulunurken de aracı koymak
anlamsızdır:
"Kullarım,
sana Benden sorarsa: Ben (onlara) yakınım. Bana dua ettiği zaman onun
duasına karşılık veririm. O halde onlar da bana yönelsinler, bana inansınlar
ki, doğru yolu bulalar." (2/186).
Rabbimiz
Kur'an'da insanın şirk/ortak koşmadan inanmama inadını şöyle haber vermektedir:
"Onların çoğu Allah'a şirk/ortak koşmadan inanmazlar."
(12/106).
Ortak
koşmanın çeşitli biçimleri vardır: Dua yapmada, ibadette, itaatte, sevgide,
gayb biliciliğinde, hüküm koymada, ayrıca Allah ile kendisi arasına aracı
koymada gerçekleşen ortak koşmalar en yaygın şirklerdir. Allah ile kendisi
arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, masum gözüken, ama tevhidin
yeryüzündeki temel amacını, Allah'tan başkasına kulluğu engelleme amacını içten
içe yok etmeye yönelik sinsi bir karakter arz etmektedir.
İnsanın
ortak koşmadan inanmama karakterinden dolayı tevhit üzerinde yapılan kültürel
tahrifler insanın hem dünya ve hem de esas olarak ahiretini etkilemektedir.
Konu ile ilgili olarak vesile, şefaat ve veli kavramları, Kur'ânî düzlemde,
Allah'ın iradesine uygun bir şekilde anlaşılmayınca, inanç ve ona dayalı hayat
da sağlam olmayacak, ebedî sadet de sağlanamayacaktır.
b) Kabirlerle
Tevessül
İslâm,
tevhide gölge düşürecek ve şirke yol açacak bütün şeyleri yasaklamıştır.
Bunlardan biri, ölülerin kabirlerinin mescit haline getirilmesi veya hayır ve
şer, fayda ve zarar gibi konularda onlara dua edilmesi veya onlardan bir şeyin
istenmesi olayıdır. İslâm bu gibi şeyleri kesin olarak yasaklamış ve önlenmesi
için de gerekli bütün tedbirleri almıştır. Çünkü bu gibi şeyler şirke kapı açan
şeylerden kabul edilmiştir.
"Sakın tanrılarınızı bırakmayın. Ved, Suvâ, Yeğûs, Yeuk ve Nesr
patlarından asla vazgeçmeyin." (71/ 23) ayetinin tefsirinde İbn Abbas ve seleften
başkalarının şöyle dediği nakledilmiştir:
“Bu isimler Nuh kavminden sâlih olan kişilerin isimleri idi. Öldükten sonra
insanlar kabirlerini kutsallaştırmış, sonra heykellerini yaparak ibâdet
etmişlerdir. Putperestliğin başlangıcı budur.” (İbn Teymiyye, el-Furkan Beyne
Evliyâi'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, s. 141).
Nebimiz
Muhammed, kabirlerin namazgâh edinilmesini yasakladığı ve şöyle rivayet edilmektedir:
"Allah'ım! Kabrimi ibadet edilen bir put yapma. Nebilerinin
kabirlerini namazgâh edinen milletlere Allah'ın gazabı çetin olmuştur."
(Muvattâ, Sefer 85; Ahmed bin Hanbel, II/246).
Buhârî ve
Müslim'de şöyle rivayet edilmektedir: "Allah, Yahudi ve Hristiyanlara
lânet etmiştir. Nebilerinin kabirlerini mescitler edindiler." (Buhârî,
Cenâiz 61, 62, 96, Enbiyâ 50, Salât 48; Müslim, Mesâcid 19, 23).
Yine
Müslim'de vefatından beş gün önce şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Sizden
öncekiler, kabirlerini mescit edinirlerdi. Sakın kabirleri mescitler edinmeyin.
Bundan sizi nehyediyorum." (Müslim, Mesâcid 23)
Maalesef
birçok tarikat, mensuplarının gönüllerini kabir ve gayelerini de kabirler
yapmak için gayret etmektedir. Hayatın tümünü kabirlerdeki ölülere ve kabir
meçhullerine kurban yapmak için kendilerine inananları teşvik etmektedir. Kendilerine
inananlar bir kabrin (yatırın) başında toplanır, onun hamdi ile tesbih eder, tevazu
ve huşû içinde ölülerine yalvarır ve İslâm'ın yasakladığı günahları işlerler.
Oysa Resulullah’ın da şunları dediği
rivayet edilmektedir:
"Allah Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin, nebilerinin ve sâlih
kişilerinin kabirlerini mescit yaptılar." (Buhârî, Salât 48, Cenâiz 62, 96,
Enbiyâ 50; Müslim, Mesâcid 19, 23)
"Her kim bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan bir şey ortaya koyarsa
o merduttur.” (Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdıye, 17)
"En doğru söz Allah'ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed'in yoludur,
işlerin en kötüsü sonradan icat olunanlardır (İslam’a eklenenlerdir). Sonradan
(dinde) icat edilen her şey bidattir. Bütün bidatler sapıklıktır (dalalettir). Her sapıklıkta
ateştedir" (Müslim,
Cum'a 43; Nesâî, Salâtu'l Ideyn 22).
c) İstimdâd
Kur'an'da ve
sahih hadislerde istimdâd kelimesi geçmemekle birlikte "medd"
kökünden türeyen ve "yardım etmek" anlamına gelen "imdâd"
fiili kalıbında kullanılmış ve Allah'ın melek göndermek suretiyle mü'minlere
yardım ettiği haber verilmiştir (3/123-125).
Kur’an’da Müslümanların
birbirine yardımcı olmaları teşvik edilmiştir (5/2; 8/72, 74). Bu yardım fiil,
söz, fikir, bilgi ve dua şeklinde olabilir. Fakat ayetlerde bir nebinin veya
velinin maneviyatından yardım istenebileceğinden söz edilmemektedir.
Bu ayetler
yardımın Allah'tan isteneceğini açıkça ifade etmektedir. Ayrıca Kur'an'da
duanın ancak Allah'a yapılabileceği, Allah'ın duaları işittiği ve onlara icabet
ettiği, darda kalan kişinin bu sırada Allah'tan başkasına yalvarmadığı,
insanları her türlü sıkıntı ve felâketten Allah'ın kurtaracağı, Allah'tan başka
varlıklara dua etmenin tevhidi ihlâl edeceği bildirilmiştir (6/63; 7/128; 10/106;
72/20).
İnsanların
sadece Allah'a sığınıp doğrudan doğruya O'na dua etmeleri gerçek dindarlığın
bir gereği, Allah'tan başkasından medet ummaya kalkışmak ise cahiliye âdeti
olarak değerlendirilmiştir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, 8/6399).
Şüphesiz
Allah'a yakın bildiğimiz şahıslar da bu yakınlıklarını Allah'ın râzı olacağı
amellere borçludurlar. Yani Allah'a sâlih amel işleyerek yakınlık
kazanmışlardır.
Nebimiz
Muhammed, kızına şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ya Fâtıma!
Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah'tan bir şeyi savamam."
(Buhâri, Müslim, Tirmizî)
Görüldüğü
gibi, Allah'a yakın olmak için, Nebimizin kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka
Allah'ın razı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Kısacası,
Kur'an ve sünnetin bizden yapmamızı istediği en uygun ve en güzel dua, herhangi
bir kimseyi vesile edinmeksizin, direkt Allah'a yalvararak yapmamız gereken
dualardır.